Yeşil Akçakoca Kitabı 4

NAZIMBEY KÖYÜ
 
 
: Düzce ye 56 km,Akçakoca ya 17 km uzaklıktadır ,denizden 50 mt yüksektedir,Rakım 30 dur en yüksek yeri 150 mt dir, komşu köyleri:Melenağzı,Hasançavuş, dir. 50 Hane, 157 nüfusu vardır .M.Ö.377 Yılında Bitinya krallığı,1085 yılında Kastamonu dan gelen Selçuklu obaları,304-1261 yılında Bizans ve Latin krallığı,,1150-1200 yılında Romanya Dobrucadaki Gagavuz Türkleri bu köyde yaşamışlardır1877 yılında Osmanlı Rus savaşında Doğu Karadeniz göçü başlar daha sonra,2. göç dediğimiz 1916 göçü olur Rize’den  ve Artvin’den Lazlar gelir takalarla Karaburun iskelesine iner oradan akrabalarının yanına
gelirler.Eski adı Kızlıca Kilise,Sarayköy,Düzceköy,Erenler,Nazımbey olmuştur,bu köylerde Hıristiyanlar vardı buraya gelen Selçuklu obaları bu ufak köyleri kurmuşlardır,daha sonra 1877 yılında Borçka’dan hapisten kaçan Karamehmetoğullarından bir kişi Düzceköy gelir buraya içgüveyi girer ve buraya yerleşir bu köy zaman içerisinde ,Kafkasyadan gelen göçlerle çoğalırlar ve bu köy gelişir,daha önceleri burada, Türkmenlerde yaşıyorlardı,yalnız Düzceköy de Çerkezler yaşamışlardır. Buraya Artvin ve Hopa danda göç gelmiştir çok eski köy olması ve Hıristiyanların burada çok uzun yaşaması daha sonrada buraya gelen Türklerlerde yıllarca son yıllara kadar iç içe yaşamışlardır.Köyde Laz,Manav vardır .Kalkın –Nazımbey den ayrılmıştır,1327 tarihinden önce birlikte idare ediliyormuş.Köyde Çerkezlerde yaşamıştır.Bir rivayete görede köye Çerkez gurubundan bir paşa Nazım bey isminde köye gelir buraya yerleşir,bu köyün kurulmasına öncülük yapar ,ondan dolaylıda Nazımbey adı köye verildi yi söylenmektedir.Çok eski köy olmasına rağmen mezarlık ve kilise artıkları munkariz olmuştur köyde tarihi açıdan hiçbir tarihi kalıntı kalamamıştır Melen çayı kıyısında kurulan bir köydür Hasan çavuştan çıkan karadere köyün ortasından geçerek köyü ikiye böler bu dere köye çok fayda sağlamaktadır,ayrıca kömür ocağı deresi melene dökülür
Ordulu Dağı eteklerinde kurulmuştur,Yörük tepesi . Melen çayı kıyısında kurulan bu şi,rin köyde eskiden kalan kilise ve mezar kalıntıları vardır bu köyde incelemeler yapılırsa daha da eski kalıntılarına rastlanabilir ve buraya turizm açısından çok şey kazandırılabilir. Günübirlik balık tutmak ve piknik yapmak için buraya yakın iller ve ilçelerden gelenler vardır ,turizm açısından balık tutma turizmi olarak burası değerlendirilmelidir.Köyün ekonomisi tarım ve hayvancılığa dayanır Karadeniz sahil kesimi 1461 yılından itibaren Fatih Sultan zamanında Osmanlı egemenliği altında Lazistan sancağı ilan edildi ,bu bölgedeki Lazlar kendi yönetimleri altında yaşadılar.Yavuz Sultan Selim bu bölgeye beylikler kurdu,17. yüzyılda bu bölge müslüman olur1925 yılına kadar Lazistan sancağı altında yaşamlarını   sürdürdüler,1788 Berlin antlaşması ile Lazlar iki ülke topraklarına bölündü bu arada Doğu Karadeniz halkı batıya göç ederler Aynı halk Akçakoca dada aynı kültürlerini sürdürmektedirler. Tarihi kaynaklar, Lazların Doğu Karadeniz yöresine Kafkaslardan indikleri konusunda görüş birliği vardır. Tarih sahnesine ilk kez Karadeniz’de çıkmışlardır. XI-XII. Yüzyıllarda Karadeniz’in doğusunda kurulan ve KOLKHİS/Rothis devletini oluşturan topluluklardan biri de Mergrel- Lazlardır. Lazlar, 6. Yüzyılda  Bizans etkisinde kalarak Hıristiyanlığı benimsediler. Kolkhis Devleti yıkılınca Bizans egemenliği altında LAZİKA krallığı seçimle iş başına gelerek, Bizans’a vergi vermeyip, bunun karşılığında doğu sınırını korumayı üstlendiler.Doğu Karadeniz’in sahil kesimi  1461 yılından itibaren Fatih Sultan Mehmet döneminde Osmanlı egemenliği altında  Lazistan Sancağı olarak ilan edildi. Bu bölgedeki Lazlar kendi yönetimleri altında yaşadılar.Yavuz Sultan Selim bölgede beylik sistemini kurdu. Bölge 11 beylikten oluşuyordu. Lazlar da yarı bağımsız statüde Laz derebeyliği olarak Osmanlılara asker ve vergi vermekteydi. Lazlar 17. Yüzyıldan itibaren Müslümanlaşmaya başladılar. Bölge 1925 yılına kadar Lazistan olarak kayıtlara geçmiştir.1828-1829 Osmanlı Rus Savaşlarında Laz Savaşçıları Osmanlı cephesinde yer almışlardır. Bu savaşlarda büyük kahramanlıklar göstermişlerdir. 1877-1878 Osmanlı Rus Savaşı sonunda imzalanan  Berlin Anlaşması ile Lazlar iki ülke topraklarına bölündü. Bu savaştan olumsuz etkilenen Lazlar Bursa, Yalova, Karamürsel,İzmit, Adapazarı, Karasu,Akyazı, Geyve,Hendek, Sapanca, Zonguldak, Düzce , Akçakoca gibi bölgelere göç ederek dil ve kültürlerini buralara taşıdılar. Akçakoca’da merkez ve köylerde yerleştiler. Lazlar Akçakoca’da daha çok Merkez İlçedeki  Osmaniye , Ayazlı Mahallesinde ve Edilli , Döngelli, Uğurlu Köylerinde kalabalık gruplar halinde bulunmaktadır.  Neredeyse tüm oyunları kızlı erkekli eşli olarak oynanır.Karadeniz folklörü hakimdir,Davul,Zurna,Saz,karşılıklı zille oynanan oyunda çalınan zil,kemençe,mızıka ve akordeon  ile çalınan ve oynanan oyunlar vardır.Köyde kendilerine göre iki kişiyle oynanan Çerkez  oyunları vardır.Bir bay bir bayan ortaya çıkar mızıka çalınır ve bazı kişiler ellerini vurur ya da tahtalara vurarak oyunlara eşlik ederler.,üçayak ve kemençe ile oynanan oyunlar vardır.Kafkas kültürü daha revaçtır. El çırpma(çepikli) oyunları meşhurdur Bir ağaca yumurta asılır, onu silhı ile kim kırarsa Tesayüzden çorap hediye edilir Bar,Halay,Horon,Sallama,Karşılıklı zille oynama,Hura,ve karşılama,Köçek    oyunları da oynanır Laz oyunlarındandır. Kına gecesinde kadınlar daire şeklinde oynarlar. Kadınlar ağıt yakarak gelini evin içinde dolaştırarak en son mutfağa götürürler. Orada bu oyunu oynayarak oyunu bitirirler.Köyde 2 cami,1 değirmen,içme suyu,elektriği
Sabit telefonu,var,kanalizasyonu yoktur,taşımalı eğitimden faydalanıyor,sağlık evi,sağlık ocağı yok ama sağlık mobil sistemden faydalanmaktadır.Göçmen az dağınık köy statüsündedir ,köy konağı ptt acentesi vardır,köyden istiklal savaşına katılan yoktur.% 40 tarla arazisi vardır,orman arazisi yoktur
 
 
ORTANCA KÖYÜ
 
 
 
:  Düzceye 42km,Akçakocaya 3 km uzaklıktadır.Rakımı 85 mt dir,en yüksek yeri 150 mt dir,Komşu köyleri Kepenç,Göktepe,Kınık,Doğancılardır. 46 Hane,142 Nüfusu vardır M.Ö.377 Yılında Bitinya krallığı,1085 yılında Kastamonu dan gelen Selçuklu obaları,304-1261 yılında Bizans ve Latin krallığı,,bu köyde yaşamışlardır
Köy 1952 yılına kadar Kınık köyü ile birlikte aynı muhtarlıktı ,köy daha sonra 1952-1959 yılına kadar Kepenç köyüne bağlanmıştır,daha sonrada 1959 yılında da köy Kentmenli  olarak kendi muhtarlığına geçmiştir ilk muhtarı da İlyas Köysever dir,Köy 1976 yılında o zamanın muhtarı Kadir Topraç tarafından ORTANCA olarak değiştirilmiştir.ORTANCA adı.köyün Akçakoca ile diğer köylerin ortasında olmasından kaynaklanmaktadır. Diğer köylerle çok yakınlığı ile dikkati çekmektedir.1972 yılında Akçakoca Kaymakamı Hamza Hamzaoğluçiçekleri çok sevdiği için köyde de Ortanca çiçeği çok olduğu için kaymakam bu ismi vermiştir.Topsahası batı kısmında mezarlık mevkınde tarihi meşe ağacı 300 yıllıktır,bunun altında Çalık Mustafa efendi köyün ayanı idi burada mezarlığı vardır,bu mezarlık demir parmaklıklar ile koruma altına alınmıştır. Köyde 3 adet dere vardır, 1 cisi Kepenç köyü sınırında Kayacık suyu,bu su Beyören ve Kınık köyün eteklerinden çıkmaktadır, 2 cisi Tarla farı,  bu su Kınık köyün güney batısında Akfar pınarından çıkmaktadır,Ortancanın güneyinden geçerek Orhan deresine birleşir3 cüsü Taş pınar suyu var, bu su köyün kuzey tarafına akmaktadır bu dereler Orhan deresine birleşir ve denize akar,yalnızca Kayacık suyu Kapkirli mahallesindeki mağaraya akmaktadır.Üç dere geçmektedir, İncirlik sırtları Haciz  tepesi  eteklerinde kurulan köydür Turizm yönünden zayıf olan köydür,eski köy olmasına rağmen turizm yoktur.Köyün doğusunda yapılan stat çamlarla çevrili burada piknik yapılabilecek alanlar mevcut tarihi meşeler vardır,çeşmeler vardır.3 dere köyün doğusundan geçmektedir.Köyün ekonomisi tarım ve hayvancılığa dayanmaktadır
Köyde kültür Osmanlı manav türklerinin kültürü hakimdir.fırında yapılan mancarlı pidesi meşhurdur,köydeki kadınlar fırınların başlarında bir arada olarak mancarlı pide yaparlar.
Köyde kültür Hıdrellez ve aşure günlerinde köyde aileler kendi aralarında toplanarak okulun bahçesinde büyük kazanlarda keşkek çorbası (yakalşık20 çeşit bakliyattan oluşan çorba)pişirirler yer sofralarında herkese ikram ederler buda bizin köyümüzün unutulmaz biryanıdır. Doğu Karadeniz üç ayak oyun kültürü girmiştir öz kültürel değerler yozlaşmıştır
Köye has topal oyunu vardır ,köyün kendine has folklor ekibi yoktur,Karadeniz folklörü hakimdir,Davul,Zurna,Saz,karşılıklı zille oynanan oyunda çalınan zil dir.Ayrıca köçek oyunu,gemici çardak oyunu vardır Halay, Sallama Karşılıklı Zille oynama Köçek,Davullu gemici çardak oyunudur,Manav dal sıksara oyunlarıdır Bar,Halay,Horon,Sallama,Karşılıklı zille oynama,Hura,ve karşılama,Köçek oyunları da oynanır,Ayrıca Cide kemençesi ve tepside çalınır iki kişilik topal oyunu oynanır.Köyde İlkokul olmasına rağmen taşımalı eğitimden,mobil sağlık sisteminden faydalanıyor,1 cami,içme suyu,telefonu,elektriği vardır,kanalizasyonu yoktur,köy konağı vardır, karışık ,az dağınık köy statüsündedir.Köyden istiklal savaşına katılan 1 asker şehit olmuştur.Orman arazisi yoktur,% 100 fındık bahçesi vardır
 
 
PAŞALAR KÖYÜ
 
Düzce ye 49,Akçakoca ya 10 km uzaklıktadır,
denizden 70 mt yüksektedir Rakımı 99 dür,komşu köyleri,Kalkın ,Tahirli,Hasançavuş,tur Akçakoca –Kocaeli yolu üzerinde kurulmuştur,en yüksek yer 200 mt dir.75 Hane,245 Nüfusu vardır. M.Ö.377 Yılında Bitinya krallığı,1085 yılında Kastamonu dan gelen Selçuklu obaları,304-1261 yılında Bizans ve Latin krallığı,,1150-1200 yılında Romanya Dobrucadaki Gagavuz Türkleri bu köyde yaşamışlardır1877 yılında Osmanlı Rus savaşında Doğu Karadeniz göçü başlar daha sonra,2. göç dediğimiz 1916 göçü olur Rize’den  ve Artvin’den Lazlar gelir takalarla Karaburun iskelesine iner oradan akrabalarının yanına gelirler.Karkın,Topuz,Kalkın olur. 1871 yılı birinci yoklama defterinde kaydı vardır .Ayrıca Romanya Dobruca ve Rumeli den gelenlerde vardır,bunlar namı değer,Boğalı,Yörükhan taifesidir .Bu köyde eskiden Hıristiyan halk yaşardı Karkın ismini Bizanslılar vermiştir ,1167-1185 yılında Gagavuz Türkleri tarafından kurulan köy yıllarca Bitinyalılara yaşamışlardır bu Hıristiyanlar yıllar sonra buraları terk etmişler,yakın tarihte 1877-1916 yılında Doğu Karadenizden gelen göçler tekrar bu köyü kurmuşlardır,lakin 1950 Romanya Dobruca ve Rumeli  Bulgaristan  Şumnu kasabasından Yörükhan taifesinden gelen namı değer Boğalı ailesi bu köye gelir yerleşirler,köyün ilk ağası bunlardır,şimdiki Pazvantlardır Eskiden 1844 yılında Temettuat defterinde Karkın der tab-i Kırımca kilise divanına kayıtlıdır,bu divan daha sonra ayrı muhtarlıklara dönüşmüştür .Pazvant oğlu ailesi Anadolu’dan Sancaktar başı olarak Osmanlının feth ettiği Bulgaristan Vidin sancağına gönderilir,vidin sancağında daha sonra Pazvantğlu Osman paşa vidin valisi olarak tarihte ismi geçmektedir .Balkan savaşında Osmanlının yenilgiye uğraması tekrar Anadoluya aile göç etmiştir,ilk önce Trabzon sancağında yer gösterilmiş ve daha sonra aile Kastamonu Abana,Araç ta da ikamet etmiştir,diğer bir koluda Akçakocaya göç etmiştir,Paşalar köyüne yerleşen bu aile tarihten gelen paşaları ile ünlü olmasından dolayı bu isim verilmiştir,bir rivayete görede ailede bir gemici varmış dev cüsseli iri yapılı boylu postlu biri varmış annesi ona oğlum pazıların çok güçlü dev gibisin dermiş pazı daha sonra pazvant olmuş,denizcilikte çok zengin ve güçlü bir aile imişler,bu köyde pazvant ailesi çoğunluktadır,bu aile Türkmen boyu Kastamonu Candaroğulları obasındandırlar.Osman paşa cami Bulgaristan vidin kasabasında cami ve külliyesi koruma altına alınmıştır Bizanslılar zamanında Karkın divani vardı,burada Hıristiyanlara ait kilise ve mezar kalıntıları vardı ,aynı şekilde Nazımbey köyünde de vardı ama şu anda bunlar tamamı ile münkariz olmuşlardır,tarihi yerleri ne pek rastlanmaktadır Paşalar plajı deniz kıyısında Keçi kayası mağarası deniz kıyısından 20 mt uzaktadır,2 adet kaya vardır 2 kaya arası deniz ufak olunca ağzı açılır bazen kapanır denizin gel git olayından dolayı,ve bu 2 kaya arasına 20 mt içeriye doğru gidilmektedir,burası kültür bakanlığı tarafından araştırılıp turizme katkı yapılabilir. Ayrıca 3 adet köy plajı vardır bunlar doğal plajdır yeni otobanın buradan geçmesiyle önemi artmıştır,Paşalar köy plajı,Sivrikaya plajı,Keçikayası plajı dır
Dere ve kalkın dereleri,Kalkından denize dökülür , Kaplan dede dağları eteğinde kurulmuştur.
Köyün ,uzun plajı ve kumsalı ,denizi olan şirin sakin mükemmel bir köydür,Akçakoca Kocaeli yolu üzerinde kurulan bu köy turizm konusunda çok şanslıdır,buraya biraz daha önem verilirse Turizm konusunda daha da gelişme kaydedeceğine inanıyorum yeni yapılan yol sahil şeridinden geçmektedir,daha sonraki yıllarda köy sahile doğru yerleşmeye  başlamışlardır Burada bulunan 3 adet plaj ve otobanın buradan geçmesi buranın önemini artırmıştır 1 adet kafeterya vardır 2 adet alaman mezarı değerlendirilip turizme katkı yapılabilir.Köyün ekonomisi tarım ve hayvancılığa dayanır ayrıca turizm den ekonomik olarak zengin köydür Karadeniz sahil kesimi 1461 yılından itibaren Fatih Sultan zamanında Osmanlı egemenliği altında Lazistan sancağı ilan edildi ,bu bölgedeki Lazlar kendi yönetimleri altında yaşadılar.Yavuz Sultan Selim bu bölgeye beylikler kurdu,17. yüzyılda bu bölge müslüman olur1925 yılına kadar Lazistan sancağı altında yaşamlarını   sürdürdüler,1788 Berlin antlaşması ile Lazlar iki ülke topraklarına bölündü bu arada Doğu Karadeniz halkı batıya göç ederler Aynı halk Akçakoca dada aynı kültürlerini sürdürmektedirler,Köyün kendine has folklor ekibi yoktur,Karadeniz folklörü hakimdir,Davul,Zurna,Saz,karşılıklı zille oynanan oyunda çalınan zil  oyunu ,Kemençe,Tulum gibi enstrümanlar çalınır   yerli oyun gurupları sözlüdür,5-6 kişilik 2 gurup oluşturulur el ele tutmuş oyuncular seri ayak hareketleriyle birbirine yaklaşıp uzaklaşırlar,her gurupta bir türkü söyleyen vardır,türkücü karşı guruba türküler deyişler dokundurmaktadır,bu oyunda önemli olan türkü sözleriyle karşıdakini mat etmektedir,bu oyunun adı gelino dur.Rize Hemşin üç ayak oyunu da laz oyunudur,dairede oynanır Hemşin üç ayak oyunudur 2/4 veya4/4 lük ezgiler halinde oynanır Bar,Halay,Horon,Sallama,Hara ve karşılama,üç ayak,Kolbastı,laz kültüründe çok önemlidir
,Köyde1 cami,,ptt acentesi,elektriği,telefonu,içme suyu vardır, kanalizasyonu yoktur,sağlık ve sağlık ocağı yok ama mobil sisteminden faydalanmaktadır,taşımalı eğitim sisteminden faydalanmaktadır, göçmen köydür, dağınık köy statüsündedir.Köy istiklal savaşında 1 asker şehit vermiştir
 
 
SARIYAYLA KÖYÜ
 
 
Düzceye 51 km, Akçakocaya 12 km uzaklıktadır,Rakım 450 mt dir,en yüksek yeri 600 mt dir, Komşu köyleri Kurugöl,Aktaş,Yenice,Koçulu dur. 138 Hane,298 Nüfusu vardır.Yeni kurulan köydür yeni köy olmasına rağmen , Çok eski bir Rum köyüdür burayı terk edip, buraya daha sonra Ordudan gelip yerleşenler olmuştur,  Kurugöl’e yerleşip daha sonra biraz ileriye doğru kendi, adını verdiği mahalleye gelen sarı Ahmet efendi buraya yerleşir .1916 ikinci göçte de yaylacık mahallesine gelen göçmenler tarafından karar alınıp yeni bir köy kurarlar,yani sarı Ahmet’in sarısını,yaylacığın yaylasını alırlar ve Sarıyayla köyünü kurarlar,neticede bu iki mahalle bir köy olur SARIYAYLA dır.Trabzonlu azdır köyün % 70 i kış ayında şehre iner burada yaşamlarını geçirirler .Köyün tarih açısından tarihi pek yoktur .Sarma deresi burada kanyonlar ve şelaleler önünde gölcükler oluşturur,güneye çıkıldıkça,batıya doğru,çileközü ve kol deresi burada dereye katılır,birazda doğusunda hasan deresine katılır Değirmen deresiyle birleştiği dere Kurugöl Sarıyayla arasında akar . Bunun altında  kuzeyinde şelale gölcük ve kanyonlar vardır.Bu dereler Değirmenağzına akmaktadır Akçakoca şebeke içme suyu Kol deresi ve Hasan deresi arasında yapılan havuzdan alınmaktadır harika doğal içme suyudur. Kaplan dede tepesi  Kaplan tepesi eteklerinde kurulan köydür Cumayeri mesire ayrımında sağa yönelerek 4 km sonra Arabacı Köyüne geliyoruz. Yol burada da ikiye ayrılıyor sağ yol Aktaş şelalesine soldaki yol Sarıyayla şelalesine çıkıyor. Yerli bir Türk köyü olan Koçullu Köyü içinden geçerek tırmanmaya başlıyoruz. Akçakoca içme suyu arıtma tesisleri yanından yol devam ediyor. 12. km bulunan Sarıyayla Şelalesi yolu asfalt olarak devam ediyor 1000 rakım yüksekliğe ulaşıyor. Bir yayla köyü olan Sarıyayla sakinleri yöreye bahar aylarında çıkıyor kışın iniyorlar. Burada dizili ahşap evler geçildikten 500 metre sonra Şelaleye yürüyüş yapmak isteyenler için Çamlı geçit iniş patikası bulunuyor. Bu yolu trekking parkuru olarak değerlendirmek isteyen doğaseverler şelale yazan küçük tabelayı kaçırmamalılar. . Bu köyde Sarıyayla şelalesi gezilecek yerler arasında en güzelidir. Orada balık lokantasına gitmek çok güzeldir.Orada doğanın tüm yeşilliği ile balık yemenin keyfine varabilirsiniz.Kışın domuz ve güvercin avı yapılır. yazın hava çok serin olduğu için gezi turizmi yapılmaktadır.Hasan deresinde balık tutmak Çorak deresinde  piknik yapmak Kırkharman da ayı inine uğramak  çilekli özde buz gibi su içmek çatal meşede mangal yapmak harikadır.Türkiye’nin her tarafından insanlar Akçakocaya gelipte  SARIYAYLA  köyüne uğramadan gitmemektedir.Harika doğa manzarası burada herkesi büyülemektedirAkçakoca merkezden çevre yoluna çıkıyor Cum Yola araçla devam edenler, köprüden sonra sola şelaleye, sağdan devam edenler orman içi minik çağlayanlara ve mesire yerlerine gidebiliyorlar. Dere yatağında doğal alabalıklardan yakalama küçük mağaraları görme, çağlayan altında duş yapma imkânı bulunuyor. Şemsiye kadar geniş yapraklı kabalak bitkileri, sarı, mor kır çiçekleri süslüyor. Yerlerde kırmızı boncuklar gibi görünüp, kendi başına yetişen hormonsuz, dağ çilekleri yürüyüşünüzü renklendirip ağzınızı tatlandırıyor. Yüksek tepelerde Haziran ayında yavrulamaya gelen doğan, şahin gibi kuşların uçuşları görülüyor. Sarıyayla Köyü Yatakyeri Mahallesinden Şelale yatağına, köylüler son yılların müthiş icadı pat pat ile indiriyorlar. Fındık bahçeleri arasında süren yolculuk ilginç olduğu kadar zevkli bir yolculuk yapmanızı sağlıyor. Bir defa bu pat pat denilen icat biri geri, üçü takviye sekiz vitesli son derece kullanışlı bir araç. Neler yapıyor demektense neler yapmıyor sorusuna cevap vermek daha kolay. En zorlu koşullarda, en dik yokuşları inip çıkıyor, römork takılıyor, direksiyonlu ve gidonlu modelleri var, farlarıyla önünü aydınlatıp gecede çalışabiliyor,
10-15 kişi taşıyor, düz yolda 80 km hız yapabiliyor, isteyenler kasanın üstüne branda takıp kışında kullanıyor. Ürünleri taşıyor, odun kesiyor, tarla sürüyor, çapa yapıyor. Bitmedi ilaçlama, sulama da yapıyor. 12 beygir gücündeki kar tipi lastik kullanan pat patlarların arka tekerine zincir (kilit) takınca, 4x4 muamelesi görüyor. Tek kusuru plakası olmadığı için şehir içine giremiyor. Bu yasakları gösteren "pat pat mecburi istikamet", "pat pat girmez" gibi uyarı tabelalarına kent içinde rastlanıyor. Kasalı pat patlar 7 milyara kapışılıyor. Köylüler pat patlar için "Bizi hamallıktan kurtardı, ayağımız yerden kesti" diyorlar, haksız da değiller. Pat patları anlattıktan sonra, pat patlı rehber Şerif Çetin'in 0537 329 14 58 no lu numarasına bir telefon ediyorsunuz, sizi, ailenizi veya arkadaş grubunuzu alıp şelaleyi gezdiriyor. Sarıyayla köy muhtarı Hüseyin Baykan ile gitmek isterseniz bu defa 0536 550 97 13 veya 0(380) 623 32 30 no lu ev telefonuyla randevulaşıyorsunuz. Geziniz boyunca güvenliği bozacak, huzuru kaçıracak, sıkıntı yaratacak hiçbir şeyle karşılaşmıyorsunuz. Çıkışta tadını neredeyse unuttuğumuz halis ve soğuk köy ayranları bardaklarınıza dolduruluyor. Yaşanması gereken maceralı yolculuktan mutlu ayrılıyorsunuz. Gerek yayla evlerinde, köy evlerinde, gerekse bağ evlerinde Karadeniz insanının ince zevki görülüyor. Gösterişten uzak, amaca uygun, ihtiyaca göre şekillenen evler genellikle iki katlı, fakat zeminin uygunluğuna göre üç katlı olanlara da rastlanıyor. Neredeyse tamamında bagen denilip depo olarak kullanılan yerle teması kesilmiş kulübeler bulunuyor. Evlerin yapımında kullanılan kereste seçimine önem verilmiş, bilhassa dayanıklı oluşları nedeniyle kestane ağacı kullanılmış. 100 yaşına merdiven dayamış evlerin yapımı sırasında keresteler doğal bir fırınlanma çeşidi olan ve ağacın acı suyunu bırakması için kar altına yatırılmış. Bir iki yıl boyunca kar altında kalan kerestelere kar suyu ile dayanıklılık kazandırılıyor daha sonra güneş altında dönme, çatlama yapmıyor. Evin içine ahşap kokusu salarak evi yaşanılır hale getirip, uzun ömürlü olmasını sağlıyor. Yükselen bir duvar görünümlü dik kayayı yosun sarmış. Yosunlar çimen yeşili renk tonlarında kendilerini okşayacak sevecek elleri bekler gibi duruyor, farklı bitki dokusu arasından dökülen damlalarla için için ağlıyormuş izlenimi yaratıyor. Kız Kayası Suyu olarak anılmasının nedeni ise yörede yaşayan ve evlenme çağına gelmiş kızların hayırlı bir koca bulmak için dilekte bulunduğu yer olarak inanılıp, suyundan içilmesi, ziyaret edilmesi. Yolun devamında Cingirt Mahallesi köy fırınlı üç katlı doğal evleri ile şirin görünüyor. Köyün ekonomisi tarım ve hayvancılığa dayanmaktadır hayvancılık had safhadadır,eskiden ormancılığın çok yapıldığı köy idi
Köyde kültür Doğu Karadeniz kültürü hakimdir.fırında yapılan mancarlı pidesi meşhurdur,köydeki kadınlar fırınların başlarında bir arada olarak mancarlı pide yaparlar. Köyde kültür Hıdrellez ve aşure günlerinde köyde aileler kendi aralarında toplanarak okulun bahçesinde büyük kazanlarda keşkek çorbası (yakalşık20 çeşit bakliyattan oluşan çorba)pişirirler yer sofralarında herkese ikram ederler buda bizin köyümüzün unutulmaz biryanıdır. Doğu Karadeniz üç ayak oyun kültürü girmiştir öz kültürel değerler yozlaşmıştır Köyün en kalabalık olduğu zaman yaz mevsimidir. Temel geçim kaynağı olan fındık ürününün hasat zamanı yaz mevsimi olduğundan köy halkının geneli bu mevsimde köyde bulunmaktadır Köye has topal oyunu vardır ,köyün kendine has folklor ekibi yoktur,Karadeniz folklörü hakimdir,Davul,Zurna,Saz,karşılıklı zille oynanan oyunda çalınan zil dir.Ayrıca köçek oyunu,gemici çardak oyunu vardır Halay, Sallama Karşılıklı Zille oynama Köçek,Davullu gemici çardak oyunudur,Manav dal sıksara oyunlarıdır Bar,Halay,Horon,Sallama,Karşılıklı zille oynama,Hura,ve karşılama,Köçek oyunları da oynanır,Ayrıca Cide kemençesi ve tepside çalınır iki kişilik topal oyunu oynanır .Köyde, ilköğretim okulu yoktur fakat taşımalı eğitimden yararlanılmaktadır. Köyün içmesuyu şebekesi vardır ancak kanalizasyon şebekesi yoktur. Ptt şubesi yoktur ancak ptt acentesi vardır. Sağlık ocağı ve sağlık evi yoktur. Mobil sağlık hizmetinden faydalanıyor .Köye ayrıca ulaşımı sağlayan yol asfalt olup köyde elektrik ve sabit telefon vardır2 ilkokul,2 cami,1 köy kalkındırma kooperatifi,1 değirmeni vardır Sarıyayla Şelale yolu bitirilerek turizme açılmıştır,ayrıca 2009 yılında köyde rafting turizmi için çalışmalar başlamıştır göçmen az dağınık köy statüsündedir  , fındıkçılık,hayvancılık ormancılık,meyve sebzecilik köyde had safhadadır,Eskiden Kurugöl’e  bağlı köy idi.Yeni köy olduğu için istiklal savaşına köyden katılan olmamıştır
 
SUBAŞI KÖYÜ
 
 Düzce ye 19 km,Akçakoca ya 20 km
uzaklıktadır,Rakımı240dür.Komşuköyleri,Dereköy,Altınçay,Tepeköy,Deredibi,Çiçekpınar,dır,Denizden 250 mt yüksektedir,63 Hane, 321 Nüfusu vardır. M.Ö.377 Yılında Bitinya krallığı,1085 yılında Kastamonu dan gelen Selçuklu obaları,304-1261 yılında Bizans ve Latin krallığı,bu köyde yaşamışlardır 1323 te köy Kütahya yaya daha sonra Bolu beyliyi ne bağlı 15 divanlık  bir voyvodan lık olan Akçakoca ya ,Aftuni Ulva ismi ile bir divan olmuştur Aftun Bizanslıların verdiği bir isimdir,köyün içinden geçen kilsuyu deresi ile bu iki kelime birleştirilerek Aftundere ismini alır,Hekimoğlu bir oba aşireti ola Ahmet Hekimoğlu tarafından verilen bir isimdir şimdilerde bu münkariz olmuştur.Dereköy köyün içinden geçen kilsuyu deresinden ismini alır,Değirmenköy burada eskiden 2 adet değirmen varmış bu değirmenler sayesinde Bolu,Düzce den gelen mısırlar buralarda öğütülerek tekrar geri gidermiş köye bu açıdan kazanç sağlanırmış onun için Değirmenköy adını almıştır.2 asır önce Başaftun Ören  (ETEYKA) Rum ismi de büyük deprem olur güney taraf kayar heyelan olur ve buradaki Hıristiyan köyü çok ölüm vermiş yarısı Kılsuyuna,Ordu,Giresun’a,diğerleri yurdu terk etmişler,halen bu köy heyelandan sonra bir vadi şeklindedir Halk daha sonra bu köyü daha tepelere çıkarak buraya bu köyü kurmuşlardır Topçu köy,Dağhasan,Tezeköy,Dağköy 4 adet köyü kurmuşlar.Daha sonra köye Giresun’dan Karahasanoğulları gelir yerleşirler,Rumlardan sonra, bunlar 6 aile gelirler bu köyleri kurarlar,bunlar 2 adet değirmen yapmışlardır ama maalesef bu değirmenler yok olmuştur Köyde Bitinyalılar zamanında demir ürettikleri anlaşılmaktadır,çevrede bol miktarda demir ocakları ve cüruflarına rastlanmaktadır.Eskide n Akçakoca  Çuhalıdan Dadalı,Başaftun,köyleri üzerinden Haciz dağı aşılarak Düzce Tavuk köyüne ordan Beçiyörük köyünden Düzceye ulaşılırdı.Buradaki su değirmenleri,su hızarları çok ilgi çekmekte idi ama maalesef şimdi bunlardan hiç biri kalmamıştır münkariz olmuştur. Köyde at yarışları ve bayramlarda güreşler yapılırdı ama bu ananelerde yok oldu.Dağlarda linyit kömürü,kılsuyu deresinde Hematit filizlerine rastlanmıştır bu madenle ilgilenilirse  bu madenler işlenilebilir ,ayrıca bu dağlarda mermer de vardır .Demir elde edilebilmesi için dağlarda oyuklar açılarak keresteler yakılarak yüksek fırın elde edilirmiş bunlara halen Dereköy bölgesinde görmek mümkündür.Ormanlardan fıçı tahtaları,gemi için keresteler bu köyden sağlanmakta idi, Şifalı su bölgesine 4 km uzaklıktadır.Yörüklerde vardır 2 adet kilise ve mezar kalıntıları mevcuttur Kilsuyu deresi Ihlamur deresi,Aftunderesi bunlar birleşerek Çayağzı’na deresine akmaktadır Yıldırım sırtlarında kurulmuştur Köy köydes yardımı ile güzelleştirilmiştir,çok eski bir köy olması köyün isminden çok bahsedilmektedir, ALTINÇAY kilise mevkiinde Apollon heykeli İstanbul müzesinde sergilenmektedir bu mevkide 300-400 mezarlık vardır,ormanlarda demir elde etmek için ocaklara rastlanmaktadır,gelin indiren dağında çok güzel yürüyüş parkuru vardır,piknik yapılacak yerler mevcuttur.Turizme elverişli olması için kilise bölgesi,Üskübüdeki kalıntılar gibi güzel bir hale getirilmeli turistlerin buralara çekilmesi mümkündür Turizm yönünden fakir köydür ,son zamanlarda kestane şekeri yapımı konusu köyün tanınmasında rol oynayabilir.Köyün ekonomisi tarım ve hayvancılığa dayanır,ayrıca arıcılık had safhadadır,eskiden Osmanlıya gemi yapımı için İstanbul’a buradan kereste sevkiyatı yapılıyordu,ormancıkılta had safhadaydı.Köyde çok su hızarları vardı Ormancılığın çok önemi vardı.Düzce-Akçakoca karayoluna yakın oluşu nedeni ile sevkiyatın ve istihsalinde çalışanlar çoktu. Köyde bayramlar çok güzel olur beklide başka hiçbir yerde olmayan sistem vardır,köy bayramda 3 mahalleye bölünür ve her gün bir mahallenin bayramı olur ve diğer iki mahalle o gün bayramı olan mahallenin evlerini ziyaret ederler,bu köy içinde çok güzel bir yaşlı genç kaynaşmasına vesile olur   Manav Türkleri kültürüne sahiptir düğünlerde Alaplı çiftelerlisi,misket,kasap havası oynanır ama bu kültür son zamanlarda yozlaşmıştır,Doğu Karadeniz üç ayak oyun kültürü girmiştir öz kültürel değerler yozlaşmış yozlaşmıştır Köye has topal oyunu vardır ,köyün kendine has folklor ekibi yoktur,Karadeniz folklörü hakimdir,Davul,Zurna,Saz,karşılıklı zille oynanan oyunda çalınan zil dir.Ayrıca köçek oyunu,gemici çardak oyunu vardır Halay, Sallama Karşılıklı Zille oynama Köçek,Davullu gemici çardak oyunudur,. Bar,Halay,Horon,Sallama,Karşılıklı zille oynama,Hura,ve karşılama,Köçek    oyunları da oynanır.
Köyde 1 ilkokul,var ama taşımalı eğitim sisteminden faydalanıyor,1 camii,1 .içme suyu ptt acentesi,elektrik,sabit telefonu vardır sağlık ocağı ve sağlık evi yoktur ama. mobil sağlık sisteminden faydalanıyor, , çocuk oyun parkı vardır  köy yolu asfalttır  4 km lik  subaşı şifalı su yolu stabilize yapıldı, Subaşı.Altunçay Dereköy  arası asfalttı da yapılmıştır halk arasında şifalı bilinen su 4 km kazılarak köye getirildi Yerli,Dağınık köyler sınıfına girer Karma bir köydür Giresun,Ordu,Trabzon göçü vardır, yerli çok eski köydür.Köyden istiklal savaşına katılan olmamıştır.Kireç taşı ve çakmak taşı madeni bulunmaktadır
 
 
TEPEKÖYÜ
Düzce ye 24 km,Akçakoca ya 15 km uzaklıktadır,denizden 310 mt yüksektedirien yüksek tepesi 315 mt dir .Rakımı 308 dir Komşu köyleri Altunçay,Dereköy,Çiçekpınar,Subaşı dır,135 Hane,797 Nüfusu vardır  Köyün halkının birbirleriyle akraba  olması ve sahip çıkmasıyla çevre köylerde ün yapmıştır.  1880-1890 Yıllarında Çayağzı nda  askerlik yapan Giresun lu Kadir çavuş memleketine giderken burada bir gece kalır hoşuna gider, kendine bir baraka yapar Burada kalır ve Altunçay Kurtsuyu ndan ağaç nakliyeciliği yapılırken  burada mola verirler Kadir bunlara çay ikram eder yardımcı olur ve Kadire dokunmazlar Kadir böylelikle buraya yerleşir zaten 1877 yılında Osmanlı Rus harbinden de doğu Karadenizden Akçakocaya çok göç gelmekte idi devlette zaten burayı göçmen şehri ilan etmişti, doğu Karadeniz halkı zaten savaşlardan bıkmıştı herkes batıya doğru göç etmekte idi .Bu asker memleketine gider buraya akrabalarını getirir ve yerleşirler,çoğalırlar 1901 yılında Giresun’dan gelenlerden sonra ,Ordu danda gelenler olmuştur karma göçmen yeni kurulan bir köyüdür, Buraya Giresun’dan hapishane kaçağı olan Ömür diye biri bu köye gelir yerleşir bu birde Kürt Hamdi’yi buraya getirir bu burada Zühre diye bir kadınla  iç güveysi girer bu arada Dersim isyanından gelen Kürt kadını boşar Dadalı köyüne  göçer bunlar şimdiki Çakmaklardır.Altunçaya Giresun’dan kaşıkçı kızı gelir bu kadın köyde yayıkla ayran yapar ve herkese öğretir ,yağ yapmasını da öğretir buradaki bütün köylüye süt,ayran,yoğurt,yağ satarmış birde memleketten gelirken yayık kapların içinde fındık filizlerini salkıyarak gemi ile buraya getirmiş ona bir gün çalışana bir fide verirmiş Köy daha önce Çiçekpınara bağlı imiş 1915 yılında buradan ayrılıp Altunçayı divanı na geçer 1936 yılında  muhtarlık olur .İlk muhtar Halil İbrahim Ceylan dır.Hatem Düzceler Kafkas kökenli, Gürcistan’dan Giresun’a ordanda Akçakocaya Tepeköye gelirler daha sonra babaları Dereköye iç güveyi gelir Dereköye yerleşirler Altunçay,Subaşı,Tepeköy,Dereköy Kafkas kökenlidirler.Köyün adı Altunçay ovasına giden yol üzerinde ve bir tepe üzerinde kurulu olmasından dolayı bu ismi almıştır.İlkönce Depeköy sonra Tepeköy olmuştur Köyün tarihi açıdan zengin değildir,Burada 3 adet kuyu vardır bu kendiliğindendir buraya üç kuyular denir 20-30 mt derinlikte içi boştur,şimdiki camiinin doğusundadır,dikkat çekicidir Köyün tepede olmasından dolayı dere ve akarsuyu yoktur Köy yıldırım sırtların önünde kurulmuştur Köy köydes yardımı ile güzelleştirilmiştir,Turizm yönünden fakir köydür ,son zamanlarda kestane şekeri yapımı konusu köyün tanınmasında rol oynayabilir Düzce Akçakoca yolu üzerinde olması buraya ayrı bir önem kazandırmıştır.Köyün ekonomisi tarım ve ekonomiye dayanır.hayvancılık had safhadadır Ormancılığın çok önemi vardı.Düzce-Akçakoca karayoluna yakın oluşu nedeni ile sevkiyatın ve istihsalinde çalışanlar çoktu. Köyde Karadeniz kültürü vardır Köye has topal oyunu vardır ,köyün kendine has folklor ekibi yoktur,Karadeniz folklörü hakimdir, Kemençe, Davul,Zurna,Saz,karşılıklı zille oynanan oyunda çalınan zil dir.Ayrıca köçek oyunu,gemici çardak oyunu vardır Halay, Sallama Karşılıklı Zille oynama Köçek,Davullu gemici çardak oyunudur,. Bar,Halay,Horon,Sallama,Karşılıklı zille oynama,Hura,ve karşılama,Köçek    oyunları da oynanır.Köyde1 Adet orman kalkındırma kooperatifi,2 cami,1 ptt acentesi,elektriği,içmesuyu,ve şebekesi vardır,kanalizasyonu,amatör futbol külübüde  vardır,taşımalı eğitimden faydalananı yor ama köy 8 yıllık eğitim için müracaat etmiştir, kabul edilmiştir sağlık ocağı,sağlık evi vardır,sabit telefonu vardır,köyün yolu asfalttır, Göçmen, dağınık köy statüsündedir.Yeni kurulan köy olduğu için istiklal savaşına katılan olmamıştır.Hayvancılık ve sebze meyvecilik son yıllarda revaçtadır.
 
TAHİRLİ KÖYÜ
 
Düzceye,45 km Akçakocaya 6 km uzaklıktadır.Rakımı 65 dir ,Kalkın,Edilli,Aktaş,Arabacı komşu köyleridir. 67 Hane  200 nüfusu vardır. M.Ö.377 Yılında Bitinya krallığı,1085 yılında Kastamonu dan gelen Selçuklu obaları,304-1261 yılında Bizans ve Latin krallığı, 1150-1200 yılında Romanya Dobrucadaki Gagavuz Türkleri bu köyde yaşamışlardır, 1323 te köy Kütahya’ya ya daha sonra Bolu beyliyi ne bağlı 15 divanlık  bir voyvodan lık olan bir köydür
1877 yılında Osmanlı Rus savaşında Doğu Karadeniz göçü başlar daha sonra,2. göç dediğimiz 1916 göçü olur Rize’den takalarla Karaburun iskelesine iner oradan akrabalarının yanına gelirler 2 mezra halinde buraya yerleşirler ilk gelen Ahmet bin efendi bu köyün kurulmasına öncülük eder bu mezraya Ahmet dağı mezrası denir,burası hep Rize den göç almıştır,Diğer mezrada azda olsa yerli halk vardır. Aktaş şelalesi Tahirli önlerinden,Kalkından denize dökülür, Kaplan dede dağları eteğinde kurulmuştur.Köyün ekonomisi tarım ve hayvancılığa dayanmaktadır ,lakın arıcılık ve hayvancılık had safhadadır,eskiden Osmanlıya gemi yapımı için buradan İstanbul’dan kereste sevkıyatı yapılmaktaydıKaradeniz sahil kesimi 1461 yılından itibaren Fatih Sultan zamanında Osmanlı egemenliği altında Lazistan sancağı ilan edildi ,bu bölgedeki Lazlar kendi yönetimleri altında yaşadılar.Yavuz Sultan Selim bu bölgeye beylikler kurdu,17. yüzyılda bu bölge müslüman olur1925 yılına kadar Lazistan sancağı altında yaşamlarını   sürdürdüler,1788 Berlin antlaşması ile Lazlar iki ülke topraklarına bölündü bu arada Doğu Karadeniz halkı batıya göç ederler Aynı halk Akçakoca dada aynı kültürlerini sürdürmektedirler:  ,Köyün kendine has folklor ekibi yoktur,Karadeniz folklörü hakimdir,Davul,Zurna,Saz,karşılıklı zille oynanan oyunda çalınan zil  oyunu ,Kemençe,Tulum gibi enstrümanlar çalınır   yerli oyun gurupları sözlüdür,5-6 kişilik 2 gurup oluşturulur el ele tutmuş oyuncular seri ayak hareketleriyle birbirine yaklaşıp uzaklaşırlar,her gurupta bir türkü söyleyen vardır,türkücü karşı guruba türküler deyişler dokundurmaktadır,bu oyunda önemli olan türkü sözleriyle karşıdakini mat etmektedir,bu oyunun adı gelino dur.Rize Hemşin üç ayak oyunu da laz oyunudur,dairede oynanır Hemşin üç ayak oyunudur 2/4 veya4/4 lük ezgiler halinde oynanır Bar,Halay,Horon,Sallama,Hara ve karşılama,üç ayak,Kolbastı,laz kültüründe çok önemlidir Laz oyunlarındandır. Kına gecesinde kadınlar daire şeklinde oynarlar. Kadınlar ağıt yakarak gelini evin içinde dolaştırarak en son mutfağa götürürler. Orada bu oyunu oynayarak oyunu bitirirler. Köy taşımalı eğitim sisteminden faydalanıyor,sağlık ocağı ve sağlık evi yoktur,ancak mobil sağlık sisteminden faydalanıyor,içme suyu,kanalizasyonu,ptt acentesi,elektrik,sabit telefonu,1 cami vardır karışık ve dağınık köy statüsündedir.Edilli köyü buraya bağlı idi sonradan muhtarlık oldu.Köyden istiklal savaşında 2 asker şehit vermiş tır.% 95 fındıklık alanı vardır
 
UĞURLU KÖY
 
 
 
:  Düzceye 55 km ,Akçakocaya 16 km uzaklıktadır.Rakımı 35 mt dir,Düzce -Cumayerine 26 km dir,en yüksek yeri 150 mt dir,Köy komşuları Hemşin,Yenice,Esmahanım,Nazımbey dir. 300 Hane,2005 Nüfusu vardır. M.Ö.377 Yılında Bitinya krallığı,1085 yılında Kastamonu dan gelen Selçuklu obaları,304-1261 yılında Bizans ve Latin krallığı, 1150-1200 yılında Romanya Dobrucadaki Gagavuz Türkleri bu köyde yaşamışlardır, Uğurlu Köyü' nün eski adı Meze' dir.Eskiden kan davaları adam vurmalar olmaktaydı. Cumhuriyet döneminde köye Uğurlu adı verildi. Bir nevi ismin uğursuz olduğu inancına dayalı olarak. Herkes Bu kan davalarından bıkmıştı.Uğurlu-Meze Uğurlu-Meze derken kan davaları da artık son bulmuştur. Uğurlu Köyü Uzun zamandan beri belediyeliğe aday olmasına rağmen belediye olmak için halen daha beklemektedir. Eskiden çok gelişmiş bir köydü. Birçok köyün merkezindeydi. Ancak uzun zamandan beri köy sürekli dışarıya göç vermektedir. Osmanlı-Rus Savaşı döneminde Osmanlı devleti Artvin-Rize tarafındaki halkı savaş nedeniyle İzmit’e yerleştirmek istemiş ancak köye yerleşen aileler buradan bir daha çıkarılamamıştır.Köye ilk gelen göçebe aileler AKSOY sülalesidir.Zobar sülalesi de köklü Bir sülale idİ.1877 Osmanlı Rus savaşında Osmanlı Artvin ,Rize tarafındaki halkı savaş nedeni ile İzmit’e yerleştirmek istemiş ,ancak  burada sıtma hastalığından dolayı sahillere doğru yerleşmeyi uygun görmüşler bu arada göçmen devlet arazisi olan Akçakocaya gelmişler Kıran mevki ne yerleşirler daha sonra Abazalarla yapamaz ve biraz batıya doğru toprakları daha verimli bölgeye doğru gidip şimdiki köyü tekrar kurmuşlardır,karma göçmen köydür,1938 yılında muhtarlık olmuştur,köye ilk gelen Mümin oğlu kardeşlerden Hüseyin ve Ali gelir,bu arada 2c. Abdülhamit bir ferman çıkartır,3 sene ekip biçilmeyen arazilere göçmenleri yerleştirir bunlardan Mustafa ağa Çerkezköy’den Ortaköy’e kadar onundur her tarafı zaptetmıştır, bu arada buralara Abazalar yerleşmesin diye Lazları uygun görür ,daha önce buraya yerleşen Hüseyin ve Ali ye bir çok arazi verir Lazlar çoğalsın Abazalar gelmesin diye,daha sonra köye Ordudan Ahmet diye biri gelir köyde vurgunluk yapar ve köyü terk eder şimdiki Düzcede Öztürk petrolcüler dir.Ayrıca köye anne tarafı Borçka’dan olan laz Tantoğluları ,Kurukavak köyünü kurmuşlardır fakat yine Abazalar bu köyde çoğalmasın diye Müminoğulları tarafından Kurukavak köyünden bu Tantoğluları bu köye getirilir laz oldukları için,Muminoğulların bir kısmı Yalova-Bahçecik,İzmit,Sapanca,,Akçakocaya yerleşirler,bir kısımda Artvin Hopa da Sarp te kalır,Akçakocada Ayazlı ve Uğruludaki aileler arsında kız alış verişi olur Ayazlıdan Ali Salyancılar ve Uğruludaki Müminoğlu ve Tantoğluları arasında bir kısım Salyancı ailesi halen Uğurlu köyünde ikamet etmektedir.O zaman Ayazlıdaki toprak verimsizdi o yüzden Salyancılar buraya göç gitmişlerdir.Salyancılar Ayazlıyı kurmuşlardır,yalnız iki kardeş Uğurluya gitmiştir.Yine bu köye 1877 de Doğu karadenizden çok Gürcüler gelmiştir, Kıran mevki dediğimiz yerde yaşayan Bizanslılar burada çok kalmışlar daha sonra yurdu terk etmişler sonra buraya Abaza ve Lazlar gelmiş yıllarca yaşamışlar daha sonra ayrılmışlardır burası munkariz olmuştur . Küpler deresi Dilaver  Gubi deresi Esmahanımı geçerek Uğurludan Melen e gelir denize dökülür, 2007 yılında Japonların yapmış olduğu Büyük Melen projesi hayata geçirilerek büyük baraj yapılmış ve İstanbul Anadolu yakasına bağlanmış 2010 yılında da Avrupa yakasına ulaştırılacaktır büyük bir projedir  Ordulu dağı Yörük tepesi  eteklerinde kurulan köydür.Köyün ekonomisi tarım ve hayvancılığa dayanır,tarla arazisinin verimli olması buraya çok önem kazandırmıştır. Köyde kültür Doğu Karadeniz kültürü hakimdir.fırında yapılan mancarlı pidesi meşhurdur,köydeki kadınlar fırınların başlarında bir arada olarak mancarlı pide yaparlar.
Köyde kültür Hıdrellez ve aşure günlerinde köyde aileler kendi aralarında toplanarak okulun bahçesinde büyük kazanlarda keşkek çorbası (yakalşık20 çeşit bakliyattan oluşan çorba)pişirirler yer sofralarında herkese ikram ederler buda bizin köyümüzün unutulmaz biryanıdır. Doğu Karadeniz üç ayak oyun kültürü girmiştir öz kültürel değerler yozlaşmıştır
Lazlar 6. yüzyılda Bizanslıların etkisinde kalarak Hiristiyanlığı benimsediler,doğu Karadeniz sahil kesimi 1461 yılından itibaren Fatih Sultan zamanında Osmanlı egemenliği altında Lazistan sancağı ilan edildi ,bu bölgedeki Lazlar kendi yönetimleri altında yaşadılar.Yavuz Sultan Selim bu bölgeye beylikler kurdu,17. yüzyılda Lazlar Müslüman olurlar,1925 yılına kadar Lazistan sancağı altında yaşamlarını   sürdürdüler,1788 Berlin antlaşması ile Lazlar iki ülke topraklarına bölündü bu arada Lazlar batıya göç ederler Lazlar ve Mergeller aynı kökten gelmektedir.Ayrıca Kafkas kültürü de vardır Tarihi kaynaklar, Lazların Doğu Karadeniz yöresine Kafkaslardan indikleri konusunda görüş birliği vardır. Tarih sahnesine ilk kez Karadeniz’de çıkmışlardır. XI-XII. Yüzyıllarda Karadeniz’in doğusunda kurulan ve KOLKHİS/Rothis devletini oluşturan topluluklardan biri de Mergrel- Lazlardır. Lazlar, 6. Yüzyılda  Bizans etkisinde kalarak Hıristiyanlığı benimsediler. Kolkhis Devleti yıkılınca Bizans egemenliği altında LAZİKA krallığı seçimle iş başına gelerek, Bizans’a vergi vermeyip, bunun karşılığında doğu sınırını korumayı üstlendiler.Doğu Karadeniz’in sahil kesimi  1461 yılından itibaren Fatih Sultan Mehmet döneminde Osmanlı egemenliği altında  Lazistan Sancağı olarak ilan edildi. Bu bölgedeki Lazlar kendi yönetimleri altında yaşadılar.Yavuz Sultan Selim bölgede beylik sistemini kurdu. Bölge 11 beylikten oluşuyordu. Lazlar da yarı bağımsız statüde Laz derebeyliği olarak Osmanlılara asker ve vergi vermekteydi. Lazlar 17. Yüzyıldan itibaren Müslümanlaşmaya başladılar. Bölge 1925 yılına kadar Lazistan olarak kayıtlara geçmiştir.
1828-1829 Osmanlı Rus Savaşlarında Laz Savaşçıları Osmanlı cephesinde yer almışlardır. Bu savaşlarda büyük kahramanlıklar göstermişlerdir. 1877-1878 Osmanlı Rus Savaşı sonunda imzalanan  Berlin Anlaşması ile Lazlar iki ülke topraklarına bölündü. Bu savaştan olumsuz etkilenen Lazlar Bursa, Yalova, Karamürsel,İzmit, Adapazarı, Karasu,Akyazı, Geyve,Hendek, Sapanca, Zonguldak, Düzce , Akçakoca gibi bölgelere göç ederek dil ve kültürlerini buralara taşıdılar. Akçakoca’da merkez ve köylerde yerleştiler. Lazlar Akçakoca’da daha çok Merkez İlçedeki  Osmaniye , Ayazlı Mahallesinde ve Edilli , Döngelli, Uğurlu Köylerinde kalabalık gruplar halinde bulunmaktadır. ,Köyün kendine has folklor ekibi yoktur,Karadeniz folklörü hakimdir,Davul,Zurna,Saz,karşılıklı zille oynanan oyunda çalınan zil  oyunu ,Kemençe,Tulum gibi enstrümanlar çalınır Lazların yerel oyun gurupları sözlüdür,5-6 kişilik 2 gurup oluşturulur el ele tutmuş oyuncular seri ayak hareketleriyle birbirine yaklaşıp uzaklaşırlar,her gurupta bir türkü söyleyen vardır,türkücü karşı guruba türküler deyişler dokundurmaktadır,bu oyunda önemli olan türkü sözleriyle karşıdakini mat etmektedir,bu oyunun adı gelino dur.Rize Hemşin üç ayak oyunu da laz oyunudur,dairede oynanır Hemşin üç ayak oyunudur 2/4 veya4/4 lük ezgiler halinde oynanır Bar,Halay,Horon,Sallama,Hara ve karşılama,üç ayak,Kolbastı,laz kültüründe çok önemlidir Bar,Halay,Horon,Sallama,Karşılıklı zille oynama,Hura,ve karşılama,Köçek oyunlarda oynanır
Laz oyunlarındandır. Kına gecesinde kadınlar daire şeklinde oynarlar. Kadınlar ağıt yakarak gelini evin içinde dolaştırarak en son mutfağa götürürler. Orada bu oyunu oynayarak oyunu bitirirleri.         Genellikle evlilikler köy içinden yapılır. Köyün büyüklerinden bir kaç kişi, kızı istemek için, kız evine gönderilir. Kız tarafı ve kız, evlenmek için oluru verince bir kaç gece sonra söz yapılır. Söz gecesinde yüzükler takılır ve Gürcü oyunları oynanır.
        Bir misafir geldiğinde veya söz kesildikten sonra kızlar ve erkekler evde beraber toplanarak eğlenirler. Bu eğlenmeye bizde "toplantı" denir. Toplantılarda aramızdan seçtiğimiz kişilere makyaj yapılır. Çeşitli giysiler giydirilir ve piyes oynatılır. Ayrıca yöresel oyunlar olan: Şapka, 3-5-1, meyve sepeti, istasyon, el vurmaca, ot derdim var, sessiz sinema, terlik geçirme gibi oyunlar oynanır.
        Kına gecesinde gelin evinde oyunlar oynanır ve gecenin ilerleyen saatinde kına karılır. Gelin hazırlanır, kızlar gelinin etrafında toplanır, kızın yengeleri tarafından kına yakılır, gelin kayınvalidesinden hediye alıncaya kadar elini açmaz. Kına yakılırken bir taraftan da kızlar türkü söyleyerek gelini ağlatmaya çalışırlar. Kına yakılması bittikten sonra gelini kız arkadaşları sandalyesiyle birlikte havaya kaldırır ve damadın adını söylettikten sonra gelini yere indirirler. Düğüne gelecek misafirler için sabahın erken saatlerinde yemek pişirilmeye başlanır. Her çeşit yemek yapılmasına karşın en çok pişen keşkektir. Keşkek isteğe göre üzerine nohut dökülerek yenen ve söğüş etten yapılan bir yemektir.
        Düğün gecesi, gelin evinde gelin ve damat en önde olmak üzere tek sıra eşler halinde gelin ve damadın arkadaşları parmak dansı adı verilen oyunu oynarlar. Bu ilk grubun oyunu bitince diğer misafirler de aynı dansı yaparlar. Daha sonra akordeon eşliğinde kumuk (kafkas), kazaska, dönme, topal havası ve Çerkezli adındaki oyunlar oynanır. Bu oyunlar gece dörtlere kadar devam edebilir.
        Ertesi gün, damat tarafı gelin almaya gelin evine gider ki bu insanlara 'gelinalıcf denir. Gelin kuaförden gelinceye kadar, gelinin kız arkadaşları gelin alıcılara sürprizler hazırlarlar. Kartonlara komik sözler yazılır, bir de su dolu kovalar hazırlanır. Gelin kuaförden geldikten sonra, gelin evinde oyun oynamalar başlar. Damat tarafı oyunlara davet edilir. Damat tarafıyla oyun oynanırken kartonlar damat yakınlarının sırtlarına asılır. Ayrıca bu kişilerin boyunlarına çeşitli meyve ve sebzeler, çaydanlık, çan, zil, eski ayakkabı ve kemik gibi şeyler de asılır ve diğer taraftan bu kişilerin üstüne kovalardan su dökülür ve oyun bu şekilde devam eder. Oyunların sonunda gelinin kız arkadaşları damat tarafıyla bahşiş konusunda anlaşır. Ayrıca, gelinin erkek kardeşleri ve akrabaları da damat tarafıyla bahşiş konusunda anlaşırlar. Bu işlemlerden sonra gelin, gelin arabasına biner ve köyün delikanlılarının arabanın önünde oynadıkları oyunlarla birlikte gelin arabası damat evine doğru ilerler. Damat evine gelince bu oyuncular arabanın önüne otururlar ve damat tarafından çeşitli bahşişler alırlar. Eve gelindiğinde gelin arabadan indirilir ve damat evine girilir. Damat evinde gelin tarafına ve diğer konuklara yemek verilir. Akşama kadar çeşitli oyunlar oynanır damat evinde ve düğün sona erer. Yazılı gelenekten uzak kalan Gürcülerin sözlü edebiyat gelenekleri giderek kaybolmaktadır. Buna rağmen günümüze dualar, atasözleri, masallar ulaşmıştır
      Köyde ilköğretim okulu vardır. Köyün hem içme suyu şebekesi hem kanalizasyon şebekesi vardır. Ptt şubesi vardır ayrıca köyümüzde ADSL bağlantısı ve online sistem vardır. Sağlık ocağı vardır ancak sağlık evi yoktur.sağlık ocağının lojmanı mevcuttur.Köye ayrıca ulaşımı sağlayan yol asfalt olup köyde elektrik ve sabit telefon vardır.düzenli olarak minibüs Kocaali ve Akcakoca ilçelerine ulaşım vardır.Ayrıca fiskobirlik, tarım kredi kooperatifi ve t.m.o fındık deposu vardır.Köyümüzde playstation soluna mevcuttur. Jandarma karakolu kaldırıldı. Köylü Akçakoca yerine Kocaali yi tercih etmiştir,2 cami 1 ortaokul 1 kuran kursu,1 tarım kredi kooperatifi,fındık tarım satış kooperatifi 2 değirmeni vardır16 kmlik köy yolu asfaltlanmıştırkarışık köy,az dağınık köy statüsündedir,köy kitaplığı,fırın,bakkal,su değirmeni ,motorlu değirmen,berber,,ebe,kum taşocağı kireç tuğla ocağı 2 demirci 4 duvarcı 3 taşçı 6 marangoz 2 kuyucu ustaları mevcuttur ,1 adet amatör futbol spor külübüde mevcuttur.1965te,Hemşin,Yenice,Davutağa,Kurukavak,Esmahanım,Karatavuk bu köylerin ticaret merkezi durumunda olan köydür,Akçakoca kazasının en fazla gelişim gösteren köydür 3393 ziraat arazisi mevcuttur1.817 tarla alanı,5.925  dönüm fındıklı alanı vardır ormanlık alanı yoktur sebze alanı vardır,melen deresinde tatlısu balıkçılığı yapılmaktadır.Köyden istiklal savaşına 1 asker şehit vardır.% 21 tarla arazisi vardır,ormanlık alanı yoktur,sebze ve meyve ziraati çoktur
 
YENİCE KÖYÜ
 
Düzce iline 54 km,Akçakoca ilçesine 15 km uzaklıktadır,kuzeyde Hemşin,Uğurlu,güneyde,Karatavuk,doğuda,Aktaş,batıda,Esmahanım köyü komşularıdır.Denizden 350 mt yüksektir,75 Hane 207 Nufusu vardır. M.Ö.377 Yılında Bitinya krallığı,1085 yılında Kastamonu dan gelen Selçuklu obaları,304-1261 yılında Bizans ve Latin krallığı, 1150-1200 yılında Romanya Dobrucadaki Gagavuz Türkleri bu köyde yaşamışlardır,1877 yılında Osmanlı Rus savaşında Doğu Karadeniz göçü başlar daha sonra,2. göç dediğimiz 1916 göçü olur Rize’den takalarla Karaburun iskelesine iner oradan akrabalarının yanına gelirler .1885 Yılında tekrar kurulan bu köye Rize ili Fındıklı,Ardeşen,Çamlıhemşin ilçe ve köylerden gelen aileler Hacı Yusuf ağa,Hacı İbrahim efendi,Hacı Ali efendi,Sofi Sait,Kaptan Dede,Hurşit ağa bu köyü kurmuşlardır.Hurşit ağa ve Sofi Sait Kaptan Kafkasyada kalırlar kaldıkları süre içerisinde Abaza beyi  beyle tanışırlar Abaza bey bunlara Düzce’deki Abaza beyi olan ALBUZ beyi anlatır ve Hurşit ağaya ALBUZ verilmek üzere bir mektup verir bu size orda yardım edecektir der, Abaza çayı azda olsa öğrenirler memleketlerine geri dönerler Rize Fındıklı Elevran köyüne ,daha sonra Rus harbi nedeni ile 1884 yılında Düzceye göç gelirler , Düzcede şimdiki Uzun Mustafa denilen yere ikamet ederler o zaman ALBUZ bey Abaza beydir aldıkları mektubu Abaza beyine verirler Abaza beyi bunları buraya yerleştirir ama burada bataklık çok olduğu için sivrinsek ve sıtmadan dolayı burayı beğenmezler,Abaza beyine tekrar durumu anlatır Abaza beyi Hurşit ağaya şimdiki Kardüz yaylası denilen yerin tapusunu verir bunları buraya gönderir fakat Hurşit ağa burada da soğuk ve kardan barınamaz beğenmezler tekrar Hurşit ağa ALBUZ beye gelir biz deniz kenarında bir yer istiyoruz der o zaman Akçaşehir (Akçakoca )devlet arazisi göçmen kabul yeridir ALBUZ bey Hurşit ağaya burayı tavsiye eder orda Gebekilise ( Aktaş) ta Memişağa var gidin onu görün o size yardımcı olacaktır der ve Hurşit ağa Sofi Kaptan yola çıkarlar Aktaşa köyüne gelirler kendisi Türkmen olan Memiş ağayı görürler ,Memiş ağa bunlara batıya doğru aşağıya doğru gidin oralar güzeldir der ve Hurşit ağa batıya doğru ilerlerken bir su bulur şimdiki köyün içinde Sofi Kaptana döner Kaptan ben buraya bir ev yapacam der,buraya evini yapar,Sofi Sait dedede şimdiki köy meydanındaki meşe ağacın dibine evini yapar şimdiki caminin yanında ve köy böylece kurulur .Hurşit ağa Sofi Sait Kaptana köy meydanında büyük ateş yak ki burada insanlar var burada köylüler var buraya kimse sahiplenmesinler diye ateş yaktırır bu ateşi gören bazı insanlar burada bir köyün olduğunu kanaat getiririler ve buraya kimse yanaşamaz bundan dolayı,bu arada Hurşit ağa Sofi Sait Kaptana ben memlekete gideyim akrabalarımı alıp buraya getireyim sen burada kal der sakın buraya kimseyi sokma der ve memlekete gider akrabalarını alır deniz yoluyla Akçakoca Karaburun’da iskele inerler , buradan Yenice köyüne gelirler bunları gören Sofi Sait kaptan çok mutlu olmuştur.1884 yılında buraya daha önceleri Hurşit ağa dan önce Rize Pazardan buraya gelenler olur fakat bunlar burası heyelan bölgesi kayar diye kanaat getirirler buraya yerleşmeyip,Kurukavak köyün arkasındaki Çilimli’ye bağlı Kırkharman köyüne yerleşirler .Hurşit ağa buraya evleri yaparken dışardan gelenler buraya yeni yeni evlerin yapıldığını görürler bakın buraya yeni evler yapılıyor derler Hurşit ağa da Akçakocaya iner devlete gider köyün ismini Yenice köyü dıye kaydettirir .Bu köy sonsuza dek böyle kalacak böyle yaşatılacaktır Hurşit ağa ve Sofi Sait Kaptanın bu köyün kurulmasında çok büyük emekleri geçmiştir.Daha sonra Hurşit ağa ilk vakıf ve kooperatifi kurmuştur. Bugünkü köy yerleşik alanda halen akmakta olan Hurşit’in suyu  denen yerde büyük ağaca çıkılarak çevre kontrol edilerek suyun olduğu bu alana yerleşmeyi uygun bulurlar,..1916 yılında 2. göçte de gelenler olmuştur.Rize abu Hemşin bölgesinden gelenler Abutsi diye anılırlar Hemşince dili bilmezler fakat yinede Türkçe içinde bazı kelimeleri kullanırlar. Yöre halkının bir kısmı 93 harbi sırasında bir kısımda kan davasından dolayı Rize Abu Hemşin bölgesinden göçmüştür. Bunlar kendilerini "Abutsi" diye adlandırırlar. Rize-Ardeşen Salanköy'den gelen KELEŞ ve DERVİŞOĞLU sülalesinin bir kolu da burada yaşamaktadır. Komşu köy Hemşin halkının konuştuğu "Hemşince" denen dili bilmezler. Fakat günlük konuşma dilinde hemşince menşeli kelimeler kullanırlar. Fındık tarımı başlıca geçim kaynağıdır.Büyük şehirlere göç oldukça yoğun gerçekleşmekte olup köy nüfusu geçmiş senelere oranla düşüktür.Köyde 2 mahalle vardır Dereköy mahallesi Uğurluya inerken,birde Alageniş mahallesi buda Esmahanım yolundadır Köydeki belirli aileler;KELEŞ,BİLEN,ALBAYRAK,BERBER,MEMİŞOĞLU,KİBAR ve DERVİŞOĞULLARI aileleridir.Köye has tarihi kalıntıları olmamakla beraber köyde köy iş aletleri müzesi vardır,köyde dinlenme salonu vardır ,köy ilköğretim bahçesi ışıklandırılarak burada spor yapmaları sağlanmıştır Köyün tepede olmasından dolayı dere ve akarsuyu yoktur
Kaplan dede dağları eteğinde kurulmuştur, Köyde muhteşem bir doğa görüntüsü hakimdir doğa yürüyüş parkuru yapılabilecek yerdir.Gerçekten turizm açısından görülmeye değer bir yerdir,Kocaali-Karasu,Akçakoca,Düzce buradan harika gözükmektedir,Kaplandede tepesinden Düzce’nin bütün ilçeleri gözükmektedir bu çok dikkat çekicidir,tepeye ulaşım Şifalısu ve Hemşin –Karatavuk tan ulaşılmaktadır,Kurukavak tan Çilimli ilçesine gayet muntazam bır yol vardır.Düzce Akçakoca yolu eskiden Üskübü Kaf yaylası,Kaplan dededen Hemşin yaylasından,Aktaşa ordan Arabacı köyüne ,ordanda Akçakocaya gidilirdi.Hacız yolundan sonra Düzce ye birde bu yoldan ulaşım sağlanıyordu,bu yol halen muntazam bır şekilde kullanılmaktadır.Esmahanım ve Çilimli Aybaşı  köyü Abazaları birbirleriyle  bu yoldan gidip gelirlerdi Kaplandede tepesinde bir gözetleme kulesi vardır,birde yatı vardır Ahmet dede, buraya yağmur duasına çıkılmaktadır,burası çok geniş büyük arazi içindededir Burada daha önceleri Yenice,Hemşin,Karatavuk,Kurukavak köylerinin kullandığı yayla vardı,bu yayla son zamanda Kurukavak köyü sınırları içerisine girmiştir,Dededağına yakın Hemşin yaylası dıye adlandırılan 500 dönümlük araziyi,yaylayı bu 4 köy sahiplenmesin diye devlet koruma altına almıştır buraya ceviz ekmiştir.Üskübüdeki Konuralp teki Bitinya ve Bizans krallığına ait yerdir burayı bunlar çok kullanmışlardır,Konuralp krallığı burada kaldığı sure içerisinde 7 evre geçirmiştir,bu yaylada Hıristiyanlara ait bır kilise vardı,buraya 7 harmanlıklar kilisesi denirdi yaylanın güney batısında kalmaktadır,burayı defineciler bulurlar1960 yılında 2 mt lik çukurlar açılmış burada duvarlar bulunmuştur,burada bır çarşının olduğuna dair bize göstermektedir şimdilerde bır çok gürgen ağaçları vardır üzerinde kilisenin munkariz olmasına rol oynamıştır,ayrıca 70-80 cm lık kalınlığında değirmen taşları bulunmuştur,buraların defineciler tarafından talan edilmesinden dolayı devlet buraları koruma altına almıştır,Bu yayla şimdilerde Kurukavak sınırları içerisinde kalmıştır.
Turizm açısından fakırdır, ancak Kocaali nın bütün köyleri ve Akçakoca buradan çok güzel gözükmektedir.Evler arasındaki mesafede dikkat çekicidir görülmeye değerdir.Köyün ekonomisi tarım ve hayvancılığa dayanmaktadır Kalabalık aile yapısına sahip köyde,Hopa Hemşinlilere özgü,hemşince denilen bir dil konuşulur.esasen Ermenicenin bir dialekti olan bu dil,yöreye özgüdür.düğün cemiyetleri tulum ile olan köyde,Hopa Hemşin,üçayak,Artvin temurağa horonları ve çevre Rize Hemşin
köylerinin etkisi ile Rize Hemşin horonu oynanmaktadır
Hemşinliler m.ö ikinci yüzyılda Horasandan gelip İranın
Hamadan bölgesinde 400 yıl kalmışlardır,daha sonra Kars, Arpaçay ilçesinin doğusuna buradan da 623 yılında İran Bizans savaşında Çoruh nehrini aşıp bu günkü yerlerine yerleşmişlerdir Arsaklı ve Saka Türklerinin bir boyudur. Birçok savaşa sahne olan Ermenistan’da,Kafkasyada ki Arapların baskılarına dayanamayınca Ermeniler isyan edip,batıya göç etmeye başlarlar 789-790 yıllarında 12 bin Ermeni Hemşin topraklarına girdi ve bugünkü Hemşin’in bulunduğu yere bir kent kurdular buraya da  kendi isimleri olan Hamanaşen adını verdiler bu ad zamanla Hemşin’e dönüştü. Hemşinlilerde diğer eski kavimler gibi 16. yüzyıldan itibaren Müslümanlığı kabul etmişlerdir,Lazlarda deniz kenarında yerleşirken  Hemşinliler içeriye doğru dağlık bölgeye yerleşmeyi tercih etmişlerdir.Hemşinliler Cumhuriyet ilk yıllarında batı bölgelerine göç etmeye başlarlar göçler Düzce, Adapazarı,İzmit,Bursa ya yerleşmişlerdir,.Hemşinliler eskiden Oğuz Türkçesi konuşurken daha sonra bu bölgeye gelen çok sayıda Ermenilerle birlikte yaşamaya başladıktan sonra Ermeni dil kültürünün etkisinde kalmıştır.Halk arasında bu dil Hemşince olarak bilinmektedir
Köyün gelenek, görenekleri hakkında detaylı bilgi olmamakla birlikte, kendilerine 'Hemşinli' diyen Karadeniz kökenli insanlardan oluşan topluluk, Karadeniz insanının örf-adet ve geleneklerini sürdürmektedir.
,Köyün kendine has folklor ekibi yoktur,Karadeniz folklörü hakimdir,Davul,Zurna,Saz,karşılıklı zille oynanan oyunda çalınan zil  oyunu ,Kemençe,Tulum gibi enstrümanlar çalınır   yerli oyun gurupları sözlüdür,5-6 kişilik 2 gurup oluşturulur el ele tutmuş oyuncular seri ayak hareketleriyle birbirine yaklaşıp uzaklaşırlar,her gurupta bir türkü söyleyen vardır,türkücü karşı guruba türküler deyişler dokundurmaktadır,bu oyunda önemli olan türkü sözleriyle karşıdakini mat etmektedir,bu oyunun adı gelino dur.Rize Hemşin üç ayak oyunu da laz oyunudur,dairede oynanır Hemşin üç ayak oyunudur 2/4 veya4/4 lük ezgiler halinde oynanır Bar,Halay,Horon,Sallama,Hara ve karşılama,üç ayak,Kolbastı,laz kültüründe çok önemlidir
Laz oyunlarındandır. Kına gecesinde kadınlar daire şeklinde oynarlar. Kadınlar ağıt yakarak gelini evin içinde dolaştırarak en son mutfağa götürürler. Orada bu oyunu oynayarak oyunu bitirirler. Köy taşımalı eğitim sisteminden faydalanıyor,içme suyu vardır kanalizasyonu yoktur,ptt şube ve acentesi yoktur,mobil sağlık hizmetinden faydalanıyor,köy yolu asfalttır,elektrik,sabit telefon vardır,1 cami 1 köy kalkındırma kooperatifi vardır.1922 Bolu sallanamesinde adı geçmektedir ,göçmen köy statüsündedir
Köyde istiklal savaşında 5 asker şehit vermiştir.Orman alanı yoktur,meyvecilik had safhadadır
 
YEŞİLKÖY
 
 
 
 
Düzceye 47,Akçakocaya 8 km uzaklıktadır,Rakımı,250 mt dir,en yüksek yeri 400 mt dir . Komşu köyleri Kirazlı,Kurugöl,Koçar,Balatlı dır. 66 Hane,245 Nüfusu vardır. M.Ö.377 Yılında Bitinya krallığı,1085 yılında Kastamonu dan gelen Selçuklu obaları,304-1261 yılında Bizans ve Latin krallığı bu köyde yaşamışlardır Akçakoca şehir yolundan Ortanca istikameti doğrultusunda ileriye doğru giden yolda Kınık tan sonra eskiden Emköy vardı münkariz oldu,Yeniköy ,Vakıf ın bir bölümü Balatlıya bir bölümü Gök tepeye bağlı idi bu iki köy bu bağlılıktan kurtulmak için yeni bir köy kurmak isterler,yani yol köyü ikiye bölmekte idi,karar alınır Balatlı ve Göktepeden ayrılarak ayrı  muhtarlık olurlar,Yeniköy kurarlar 1950 yılında  Burada çok kiraz ağaçları olduğu için buraya köylü Kirazlı adını verirler,bu arada Vakıf köylüleri manav Türklerinden oluşmakta idi biz burada kalabalığız bizde köy kura caz derler karar alırlar Kirazlıdan ayrılıp ayrı bir muhtarlık kurarlar.Bu arada Göktepe kısmında kalan Mekane dediğimiz yerde bir kısmı Kirazlıya bir kısmı da G öktepeye bağlandı.1940 yılından sonra  Ordudan gelenler  köyün çoğunluğunu temsil etmektedir,ayrıca eski yerleşim yeridir,eski manav Türkleri mevcuttur. 1916 yılında da bazı aileler Kurugöl’den buraya gelmişlerdir Köy çok eski köy olmasına rağmen tarihi açıdan zengin değildir,bir rivayete göre Niyazi Cingirt in evin önünde Ardıç ağacından bir kazık çakılı idi bu çok dikkat çekici idi bu ne amaçla dikildiği belli değildir ama bunu da yok etmişlerdir son yıllara kadar vardı,Yeşilköy Kirazlı arasında Kurudere vardır yalnız burada kışın su olur Sarma deresi köyün Yeşilköy Koçar arasında akar ,Kuru dere vardır,batısında da köfkelli deresi vardır bu dere sarma deresine akmaktadır. Doruk dağı ve Kaplan dede dağları eteğinde kurulmuştur Köyde muhteşem bir doğa görüntüsü hakimdir doğa yürüyüş parkuru yapılabilecek yerdir,Yeşilköy,Koçar arasında akan sarma deresi,dere boyunca mesire ve piknik yerleri vardır.Köyün ekonomisi tarım ve hayvancılığa dayanır
Köyde bayramlar çok güzel olur , Manav Türkleri kültürüne sahiptir düğünlerde Alaplı çiftelerlisi,misket,kasap havası oynanır ama bu kültür son zamanlarda yozlaşmıştır,Doğu Karadeniz üç ayak oyun kültürü girmiştir öz kültürel değerler yozlaşmıştır:  ,Köyün kendine has folklor ekibi yoktur,Karadeniz folklörü hakimdir,Davul,Zurna,Saz,karşılıklı zille oynanan oyunda çalınan zil  oyunu ,Kemençe,Tulum gibi enstrümanlar çalınır   yerli oyun gurupları sözlüdür,5-6 kişilik 2 gurup oluşturulur el ele tutmuş oyuncular seri ayak hareketleriyle birbirine yaklaşıp uzaklaşırlar,her gurupta bir türkü söyleyen vardır,türkücü karşı guruba türküler deyişler dokundurmaktadır,bu oyunda önemli olan türkü sözleriyle karşıdakini mat etmektedir,bu oyunun adı gelino dur.Rize Hemşin üç ayak oyunu da Laz oyunudur,dairede oynanır Hemşin üç ayak oyunudur 2/4 veya4/4 lük ezgiler halinde oynanır Bar,Halay,Horon,Sallama,Hara ve karşılama,üç ayak,Kolbastı,laz kültüründe çok önemlidir Ayrıca Cide kemençesi ve iki kişilik topal oyununda tepsi çalınır Köyde, ilköğretim okulu vardır ancak kullanılamamasının yanı sıra taşımalı eğitimden yararlanılmaktadır. Taşımacılık Saffettin Çotuk tarafından yapılmaktadır.Köyün içme suyu şebekesi vardır ancak kanalizasyon şebekesi yoktur. Ptt şubesi yoktur ancak ptt acentesi vardır. Sağlık ocağı ve sağlık evi yoktur. Mobil sağlık sisteminden faydalanıyor  Köye ayrıca ulaşımı sağlayan yol asfalt olup köyde elektrik ve sabit telefon vardır.Karışık dağınık köy statüsündedir 1 cami,1 orman kalkındırma kooperatifi vardır göçmen ve yerli köydür.Köyde istiklal savaşına katılan olmamıştır.
 
Kaynak   : İbrahim Tuzcu
 
 
DÜZCE DE LAZ LAR
 
 
 
 
DÜZCE DE YAŞAM BİÇİMİ VE NÜFUS HAREKETLİLİĞİ
Büyük göç hareketlerinin başlatan Osmanlı-Rus savaşları (1877 – 1878) sırasında Anadolu’ya Abaza, Çerkez, Gürcü, Laz, Boşnak, Arnavut, Tatar, Kürt, Makedon ve Rumeli göçmenleri gelmişlerdir. Göçmenlerden bir kısmı Bolu İline, durumları iyi olmayan Kırım, Kafkasya ve Rumeli göçmenleri ise Düzce Ovası ve Akçakoca çevresinde çoğunlukla orman açmalarına yerleştirilmiştir. 1830 ve 1864 yıllarındaki göçlerden sonraki bu büyük göçler, Abdülaziz döneminden II. Abdülhamit dönemine kadar sürmüştür. 1924 ve 1940 lardaki göçlerden sonra 1946 ve 1952 yıllarında Bulgaristan, Yugoslavya ve Yunanistan’dan gelenler olmuştur. Doğu Anadolu’dan gelen Ermenilerin de Düzce, Adapazarı ve İzmit’e yerleşmesiyle Düzce Ovasında etnik çeşitlilik artmıştır. Bu dönemde bir nahiye ve 133 köyü ile Düzce nüfusu 34861′dir. 1888-1891 yılları arasında İsmail Kemal Beyin çalışmaları ile Düzce’ye yeni bir kasaba kimliği kazandırılmış, Cedidiye, Şerefiye, Nusretiye ve İcadiye gibi yeni mahalleler oluşturulmuştur.Yüzölçümü 2593 km2 olan Düzce İli’nde 1997 nüfus sayımına göre 307 bin 056 kişi yaşamaktadır. Nüfus yoğunluğu km2′ ye yaklaşık 111 kişi olup Türkiye ortalaması olan 83 kişinin üstündedir. İki nüfus sayımı sonuçlarına göre toplam nüfusun yüzde 56’sı köylerde yaşarken yüzde 43′ü kent merkezlerinde bulunmuştur. 2000 sayım sonuçlarına göre ise köylerde yaşayan nüfus oranı yüzde 52′ye gerilerken kent merkezlerinde yaşayanların oranı ise yüzde 48′e yükselmiştir. İki nüfus sayımı arasında kent merkezlerinde yaşayanların artış oranı yüzde 4 olarak gerçekleşmiştir.
İlimizin nüfusu toplam 335.156 olup bunun 162.505’i kadın, 160.823’ü erkektir. İl nüfusunun 157.894’ü şehirde, 165.434’ü köyde yaşamaktadır.
Kaynak.Düzce belediyesi int.sit,Yeşil Düzce 2011 Kıt.İbrahim Tuzcu, Derleyen: İbrahim Tuzcu
GÖÇLER VE DÜZCE NÜFUSU
X1X.yy ın ikinci yarısından XV111 .yy başlarına kadar uzayan göçler,Çarlık Rusya sı güçlendikçe,başta Kırım olmak üzereKafkasya,Küzey İran ve Asya daki Rus olmayan etnik guruplara baskı yapmaya başladı,bu baskı politikası,Çekezistan ın Kırım hanlığı ın bir bölgesi sayılması,Kırım ında Osmanlı imparatorluğuna bağlı olması nedeniyle Rusya ile Osmanlı yönetiminin çatışmasına yol açtı.Uzun savaşlardan sonra 1774 Küçük Kaynarca antlaşması ile Kırım hanlığı ,önce bağımsız bölge olup sonradan tamamen Rusya nın egemenliği altına girince,henüz Osmanlı toprağı sayılmakla birlikte,Çekezistan üstündeki baskı artı.Osmanlı giderek gücünü yitirmesi,kendi iç sorunlarıyla uğraşması ve coğrafi uzaklık gibi nedenler,Çerkezler i kendi başlarına çaresiz bakmaya itti ve İngiltere nin yardımı ile 1837  de bağımsızlıklarını ilan ettiler.Şeyh Şamil önderlik ettiği bu hareket onun 1859 daki yenilgisiyle son bulunca özellikle 1854-1856 Kırım savaşı yla birlikte,Kafkasya dan göçler yoğunluk kazandı,Çarlık Rusyası,Şehy Şamil in yenilgi,sinden sonra Kafkasyada Rus olmayan bütün etnik gurupları  bölgede yaşamalarına izin vermedi yada başka yerlere iskana yada Türkiye ye göçe zorladı.1855-1863 arasındaki ilk göç dalgasıiKafkasya dan Anadolu ve Rumeli ye gelen göçmen sayısı 311.330 u buldu.Çoğunluğu gemilerle gelen göçmenler Samsun,İstanbul,Varna,Köstence gibi limanlara çıktı imparataorluğun çeşitli bölgelerine dağıtıldı,Osmanlı yönetimi 1860 ta kurduğu komisyon ,göçmenlerin iskanı ile uğraştı.1853 te Çerkezistan daki son direnişin de kırılması,Kafkasya dan göçler büyük ölçüde çoğaldı.1864 te 283.00 kişi,1865 de Toman dan 27.337,Anapa dan 16.433,Novoroziko dan 61.995,Torosba dan 63.449,Kunan dan ve Soçi den 64.754,Hosti den 20.731 kişi Osmanlı topraklarına göç ettilerbüyük bölümü Amasya,Tokat,Sivas,Çankırı,Adapazarı,Koceli,Bursa,Aydın,İçel ve Adana ye yerleştirildi,Doğudan gelenler ise Anadolu da kaldı ,bir bölümü de Suriye ve Ürdüne gönderildi,Rumeli ye gelenler ise Edirne,İslimiye,Vidin,Niş,Sofya,Berkofça,Lofça,Niğbolu dur.Yine 1877 de Osmanlı –Rus savaşında ikinci büyük göç başlamıştır,bu göçte Doğu Karadeniz ve lazistan bölgelerinden 300.000 kişi Türkiye ye göç etmiştir.1911-1912 Balkan savaşları ertesinde daha önce Rumeliye yerleştirilen Kafkas göçmenleri bu kez de Rumeli den Anadolu ya yerleştirilmeleri istendi akın akın Anadoluya bu göçler yapıldı çoğu Marmara bölgesinde nufusun yoğunlaşmasına yol açtı,özellikle Bolu ve yöresinde iskan edilen Kafkas göçmenleri bu dönemde gelmişlerdir.
Büyük göç hareketlerinin başlatan Osmanlı-Rus savaşları (1877 - 1878) sırasında Anadolu'ya Abaza, Çerkez, Gürcü, Laz, Boşnak, Arnavut, Tatar, Kürt, Makedon ve Rumeli göçmenleri gelmişlerdir. Göçmenlerden bir kısmı Bolu İline, durumları iyi olmayan Kırım, Kafkasya ve Rumeli göçmenleri ise Düzce Ovası ve Akçakoca çevresinde çoğunlukla orman açmalarına yerleştirilmiştir. 1830 ve 1864 yıllarındaki göçlerden sonraki bu büyük göçler,Abdülaziz döneminden II.Abdülhamit dönemine kadar sürmüştür1924 ve 1940 lardaki göçlerden sonra 1946 ve 1952 yıllarında Bulgaristan, Yugoslavya ve Yunanistan'dan gelenler olmuştur.Doğu Anadolu'dan gelen Ermenilerin de Düzce, Adapazarı ve İzmit'e yerleşmesiyle Düzce Ovasında etnik çeşitlilik artmıştır. Bu dönemde bir nahiye ve 133 köyü ile Düzce nüfusu 34861'dir. yılları arasında İsmail Kemal Beyin çalışmaları ile Düzce'ye yeni bir kasaba kimliği kazandırılmış, Cedidiye, Şerefiye, Nusretiye ve İcadiye gibi yeni mahalleler oluşturulmuştur.
Türkiye genelinde en kalabalık yaş grubu 15-19 yaş grubu olduğu halde, Düzce’de en kalabalık grup 20-24 yaş grubu olduğu halde, Düzce’de en kalabalık grup 20-24 yaş grubuna kaymaktadır. Diğer taraftan bu görünüm kent merkezi, ilçe merkezleri ve köyler için çok büyük farklılıklar göstermektedir. Bu farklılıkların nedeni, özellikle kent merkezi ve ilçe merkezlerinin nüfus hareketliliğine çok açık oluşudur. Nüfusun bu hareketliliğine 12 Kasım depreminin de katkı yaptığı söylenebilir. Nüfus hareketlerindeki bu kararsızlık Düzce köylerinde daha azdır.
Düzce genelinde hanelerin yüzde 25,7’si 4 kişilik haneler, yüzde 67,6’sı da 4 veya daha az üyeli hanelerdir. Kent merkezinde 5 kişilik hanelerin payı yüzde 37’ye çıkmaktadır. Köylerde en yaygın aile büyüklüğü tipi 5-6 kişilik ailelerdir (yüzde 29,8). Diğer taraftan, Düzce genelinde 7 ve daha fazla üyeli ailelerin payı yüzde 12,9 iken, bu pay ilçe merkezlerinde yüzde 8,2’ye, kent merkezinde yüzde 5,4’e düşmekte, köylerde ise yüzde 19,8’e kadar çıkmaktadır. Büyüklük olarak Düzce köyleri geleneksel yapıyı korumaktadır.
Benzer şekilde, Düzce kent merkezi ortalama yaşı, Düzce köyleri ortalama yaşından 0,039 anlamlılık düzeyinde düşüktür. Düzce’de de köylerde yaşlı nüfus yaşamakta, genç nüfus başka yerlere göçmektedir. 1998’e göre hane halkı büyüklükleri Türkiye geneli için 4,3’tür. Düzce araştırmasında hane büyüklüğü ortalama 4,33 kişi olarak bulunmuştur.
Düzce’nin demografik yapısı ile ilgili gösterge değerleri için beklenti, İlimizin coğrafi konumuna uygun olarak, ülkemizin gelişmiş bölgesi olan Batı Anadolu değerlerine yakın olmasıdır.12 Kasım 1999 depremi Düzce’yi derinden sarsmıştır. Çok yüksek sosyal ve demografik hareketliliği olan İlimizin sosyal ve demografik yapısı yeni bir dengeye kavuşmak üzere hareketliliğini sürdürmektedir.Düzce’nin nüfus artış hızı yılları arasında Türkiye nüfus artış hızına çok yakındır. 1935 yılından sonraki Genel Nüfus sayımı yıllarında Düzce nüfus artış hızı hep Türkiye Nüfus artış hızının altında kalmıştır. Özellikle 1960’dan sonra dönemi dışında, nüfus artış hızında ciddi bir yavaşlama izlenmektedir.
Düzce nüfusunun yarısı köylerde yaşamaktadır. Geri kalan yarısı da, yine birbirine yakın miktarlarda il merkezi ve ilçe merkezlerinde yaşamaktadırlar. Yerleşim yerlerinde nüfusun dağılımı cinsiyete göre farklılık göstermemektedir. İl nüfusunun kent merkezinde yığılma eğiliminde olması nüfusun kır-kent dağılımının giderek bozulması riskini taşımaktadır.Kırsal alandan kentlere doğru bir akım vardır. Kırsal alanın boşalmasına, kentlerinde üretici olmayan bir kalabalıkla dolmasına neden olabilir. Bunun sonucu olarak, kentler plansız büyüme sürecine girerek uygur bir kent olmaktan çok, uygar hizmetlerin verilemediği çok kalabalık köylere dönüşür.Göç, Düzce İlinde durmamakta, Düzce dışına da taşmaktadır. Genelde Düzce’ye dışardan gelenlerin Düzce’yi atlama tahtası gibi kullandıkları söylenebilir.Yaş bağımlılık oranı büyük bir genç, üretici insan kaynağının varlığını göstermektedir.
Kaynak.Düzce belediyesi int.sit,Yeşil Düzce 2011 Kıt.İbrahim Tuzcu, Derleyen: İbrahim Tuzcu
 
DÜZCE YE 18 Cİ VE 19 CU YÜZYILDA GÖÇ GELEN ETNIK GURUPLAR
18. ve 19. yy.da Düzce ayanların kontrolü altında yaşamıştır. Abdüllaziz ve Abdülmecit döneminde, Kafkasya'dan, Doğu Karadeniz'den, Doğu Anadolu'dan ve Rumeli'den gelen göçmenler Düzce'nin nüfusunun artmasında ve şehrin büyümesinde önemli rol oynamışlardır. Hükümet yeni gelenlere ücretsiz toprak sağlamıştır.
Düzce'ye göç eden Türkler; Çerkez, Abhaz, Laz, Gürcü, Ordulu, Hemşinli, Batumlu, Hopalı, Tatar, Boşnak, Arnavut ve Bulgaristanlı geldikleri yerlerin isimleri ile anılmışlardır.
Kaynak:Yurt ansk.il,il,dünü,bugünü,yarını ,cilt-2-1980, Lazimarktan Ayazlıya kıt.İbrahim Tuzcu, Derleyen: İbrahim Tuzcu
GÖÇLER VE GÖÇENLER
Osmanlı İmparatorluğu Döneminde Dışardan Göç Edenler 18.yy sonu ve 19.yy başından itibaren Anadolu’ya dışardan göçenler, Türkçe konuşulan bölgelerden göç etmek zorunda kalanlar ile Osmanlı İmparatorluğu’nun dağılması sonucu yaşadıkları bölgelerden göç etmek zorunda bırakılanlar olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. 1771 yılında Kırım’da yaşanan nüfusun Osmanlı yanlısı olan kesimi Rusların silahlı saldırısı nedeniyle topraklarını bırakarak Osmanlı yönetimi altındaki bölgelere göç etmek durumunda kalmışlardır. Bu olay Osmanlı İmparatorluğu’nun karşılaştığı ilk dış göç olgusudur. 1788-1792 Osmanlı - Rus - Avusturya Savaşları süresince ve sonrasında da, Osmanlı topraklarına Kırım, Kazan, Kafkasya ve Özi bölgelerinden kitleler halinde göçler başlamış ve göç edenlerin sayısı dörtyüzbin kişiye ulaşmıştır.(Oğuz Arı s.5)
Rusların Azerbaycan’ı da işgali üzerine göçler, İran üzerinden Anadolu’ya yönelmiş, Kuzey İran’ın işgali sonucu Kafkasya limanlarından yüzbinlerce insan Osmanlı Devleti tarafından temin edilen deniz araçları ile Trabzon, Samsun, Sinop ve Varna limanlarına getirilmişlerdir. Kafkasya’dan yapılan göçler yaklaşık yüzelli yıl boyunca sürmüştür. Kafkasya’dan gelenler arasında Türkler, Avarlar, Çeçenler ve Çerkezler vardır. Göçmenler değişik illere iskan edilmişlerdir ve hatta Halep’e, Ürdün’e kadar gönderilen göçmenlerin olduğuda ileri sürülmektedir. (Oğuz Arı s.5).
Osmanlı İmparatorluğu’nun dağılmaya başlaması ve 1806 - 1812 Türk- Rus savaşı sonucu Balkanlarda yaşayan Türklerin çoğu güneye doğru göç etmeye başlamışlardır. Sayılarının iki yüzbini bulduğu tahmin edilen göçmenler, başta İstanbul olmak üzere Rumeli’deki kent, kasaba ve köylere yerleşirken, bir bölümü de İstanbul yolu ile Anadolu’ya göçmüştür. Osmanlı Devleti bu göçmenlere iyi davranılması ve kolaylık gösterilmesi için Rumeli ve Anadolu’daki eyaletlere talimatlar göndermiş ise de göçenlerin düzenli şekilde yerleştirilmeleri sağlanamamıştır. (Özbay - Balpınar). 1820 yılında Mora Yarımadasında bağımsız bir Yunan Devleti’nin kurulması ile Osmanlı İmparatorluğu’na yapılan baskılar sonucu bu bölgede yaşayan Türkler 1830 tarihinden itibaren Anadolu’ya göç etmek durumunda kalmışlardır (Özbay Balpınar). 1854 - 1856 yıları arasında yapılan Kırım Savaşı’ndan sonra samsun Limanı yoluyla yaklaşık altıyüzbin göçmenin Anadolu’ya geldiği bilinmektedir.
1905 - 1908 Rus Devrimi’nden sonra ise Kazan ve Azerbaycan’dan göçler başlamış, gelenler Amasya ve Kars illerinde yerleşmişlerdir. 1920 yılındaki Sosyalist Devriminden sonra ortadan kaldırılan Kafkas Cumhuriyeti’nden, Gürcistan’dan ve Ermenistan’dan çok sayıda aile Anadolu’ya göçederek, Muş ve Kars gibi genelde Doğu Anadolu illeri ile Konya ili civarına yerleşmişlerdir. (Oğuz Arı s.5). 1912 - 1913 Balkan Savaşı sırasında 1173.52, 1914 -1915 Birinci Dünya Savaşı sırasında da yaklaşık 120.556 göçmenin Anadolu’ya geldiği tahmin edilmektedir. Birinci Dünya Savaşına kadar Kafkasya’dan, Balkanlardan ve Ege adalarından Anadolu’ya gelen göçmenlerin sayısı bir milyonun üstündedir (Oğuz Arı s.5).
Kaynak: Lazimarktan Ayazlıya 2010 kıt.İbrahim Tuzcu Derl:İbrahim Tuzcu

GÖÇMENLERİN YERLEŞTİRİLMESİ
Göçmenlerin yerleştirilmesi işlemleri Tanzimat Fermanı’nın ilanına kadar Bab-ı Ali’nin eyaletlere göçmenler geldikçe gönderilen fermanları doğrultusunda oluyor veya göçmenlerin başvuruları üzerine kendilerine para ve malzeme yardımı yapılıyordu. 1859 yılına kadar Şehramenetine bırakılan göçmenlerin yerleştirilmesi işleri, Kırım savaşı sonrası hızla artan göçler nedeni ile yoğunluk kazanmış ve şehramenetinin sorunun çözümünde yeterli olamayışı sonucu Devlet, sorun ile uğraşacak bir komisyon kurulmasına ilişkin yasa çıkartmak zorunda kalmıştır (Oğuz Arı s.7).
Yasa ile “İskanı-ı Muhacirin” adı altında kurulan ve göçmenlerin yerleştirilmesine ilişkin tüm işlemleri yürütmekle sorumlu olan komisyonun adı daha sonra “Muhacirin ve Aşair Müdiriyeti Umumiyesi” olarak değiştirilmiş ve bu kurum çalışmalarını Cumhuriyet’e kadar sürdürmüştür (OğuzArı s.7). Bu komisyon tarafından çok sayıda göçmen Amasya, Tokat, Sivas, Çankırı, Adana, Aydın, İçel, Bursa, Adapazarı ve İzmit çevresine yerleştirilmiştir (Özbay - Balpınar). Osmanlı Devleti 1877 yılına kadar gelen göçmenlerden yüksek memur, ilmiye sınıfı mensubu veya zanaatleri ancak kentlerde yapılabilenlere kentelrde yerleşme izni vermiş, diğerlerinin kent merkezlerinde yerleşmesini istememiştir. Ancak göçmenlerin sayısının artması sonucu birçok kunduracı, marangoz, berber ve benzeri küçük esnaf ile kent hayatına ve ticarete alışmış olan çok sayıdaki göçmen yerleştirildikleri köy ve kasabalara uyum sağlayamadıkları için kentlere göç etmek zorunda kalmışlardır.Ayrıca özellikle kırsal kesimdeki yerli halkın tepkisinin giderek büyümesi ve rahatsız edici boyutlara ulaşması Devleti 1878 yılında yeni bir karar alma gereği ile karşı karşıya bırakmış ve yayınlanan bir talimatla göçmenlerin kentlerin çevresine yerleşmelerine izin verilmiştir (Özbay - Balpınar).
Bu karardan sonra Anadolu kentlerinde kısa bir süre içinde göçmen mahallesi olgusu ortaya çıkmıştır. Ankara’daki Boşnak, Eskişehir’deki Tatar mahalleleri bu gelişmenin en iyi örnekleridir. Göçmen yerleşmelerinin, kırsal kesimde geleneksel Anadolu köy dokusundan, kentlerde ise mahalle dokusundan kolaylıkla ayırt edilebilmesi, bu yerleşimlerin en belirgin ortak özellikleridir. Anadolu’da 19.yy ikinci yarısına kadar süregelen geleneksel dokunun organik görünüşüne karşın göçmen mahalleleri çok daha düzenli, geometrik bir görünüme sahiptirler. Bu yerleşmeler çıkartılan yönetmelikler doğrultusunda kamu eliyle yapılan bir plan tipine göre tümünün birden yapılması şeklinde gerçekleştirilmiştir (Özbay-Balpınar).
 
Kaynak: Akçakoca Köyleri 2010 kıt.İbrahim Tuzcu Derl:İbrahim Tuzcu
 
LAZLAR VE LAZ KÜLTÜRÜ

TARİHİ
 Lazlar kimdir?“Şemseddin Sami şunları yazıyor: ‘Karadeniz’in cenub-şarkisi sev ahilinde (Güneydoğu kıyılarında) memalik-i Osmaniye’nin (Osmanlı Ülkesi’nin) Trabzon vilayetinde ve Rusya Devleti’ne tâbi (bağlı) Batum cihetinde (yöresinde) sakin (oturan) bir kavim olup esasen akvam-ı Kafkas iye’den (Kafkas kavimlerinden) olmakla, Gürcüler’le (Gürcüler’le) karabet-i cinsiyetleri (soy akrabalıkları) vardır.Lazlar simaca tamamıyla ırk-ı Kafkas iyeye mensup (Kafkas ırkından) olup, kafaları büyük ve armudi (armut biçiminde), alınları vasi (açık), burunları düz ve bazen azıcık kemerli, saçları ekseriya kestane veya kumral, gözleri ela veya mai (mavi) ve kametleri mevzun (boyları ölçülü) ve meşy (yürüyüş) ve hareketleri levendanedir (hızlıdır).. Kendileri cesur ve cest (atak) ve çalak (çevik), çalışkan ve zeki ademler (kişiler) olup, harp esnasında yağmaya meyilleri varsa da, işte pek namuslu ve sadık ademlerdir (kişilerdir). Gemicilikte maharetleri dahi meşhur olup, Osmanlı donanmasının en iyi neferat (askerleri) ve zabitanı (subayları) bunlardandır...’65Lazlardan, adlarıyla ilk bahseden Plinius’tur66. Arrianus, Ptolemeus, Priskos, Prokopius, Agathias, Menandros ve Theophanes gibi birçok yazar Lazlar’dan, Lazların komşuları ve Roma/Bizans ve Pers devletleriyle olan ilişkilerinden bahseder67.Altıncı yüzyıl Bizans tarihçisi Prokopius, ‘eskiden kullanılan Kolh adının, Laz adıyla ye değiştirdiğini68 belirtirken çağdaşı Agathias da, ‘... çok eski çağlarda Lazlara Kolh’69 dendiğini yazmaktadır.Kolh ülkesi anlamına gelen Kolheti hakkında B.Umar, ‘Anadolu’nun kuzeydoğu ucu da dahil olmak üzere, Doğu Karadeniz kıyıları...’70, Hayri Ersoy ve Aysun kamacı, ‘Kolkhide kültür alanının sınırları Batıdaki Psov nehri, kuzeyde Kafkas sıra dağları, doğuda Suram etekleri, güneyde ise Karadeniz’i izleyerek Trabzon’a uzanır...’71 demektedir.Kolheti adından ilk kez M.Ö. 8. yüzyıla ait Urartu Yazıtları’nda bahsedilmiştir72.M.Goloğlu, Lazlar hakkında şunları yazıyor: ‘... Miladın birinci yüzyılı içinde, Roma İmparatoru Avgustos ile Neron’un hükümdarlıkları arasındaki zamanda, Kafkaslar’dan batıya doğru, kıyı boyunca, yeni ve büyük bir göç oluyor, Lazlar Doğu Karadeniz Bölgesi’ne gelip yerleşiyor... İşte, büyük ihtimalle, birinci yüzyılın ilk yarısında Lazların bu göçleri karşısında ülkesini savunamayacağını anlayan Polemon II, miladın 63.yılında hükümetini Romalılar’a teslim etti. Doğu Karadeniz Bölgesi de Roma’nın yeni bir vilayetinin içine girdi ve bu vilayette Pontus Polemonyakos Vilayeti dendi...’73”
 (Dil Tarih Kültür ve Gelenekleriyle Lazlar, S.70, Ali İhsan Aksamaz)
:Eski Abhazya nın bir bölgesi olan Tuapse ve Kolkhide de toplum adı olarak geçen Lazos dan dan gelir eski dili Kolkhi dilidir Laz’ın kökeni Lezgi dir. Mavi gözlü,kumral saçlı,pembe tenli demek Laz demektir Laz ismi buradan dolayı doğmuştur,Lazlarda Hıristiyanlardan dönmedir o zaman yaşadıkları bölgeye Lazika adı verilmiştir, Lazika kıralı Gobozes dir, Lazistan sancağı günye idi kazaları, Pazar (Atina), Ardeşen (Artaşin) Fındıklı(Viçe) Hopa (Makreali) Akrabi (Arhabiidi). 1878’de sancak Rize olur ve Batı Karadeniz’e göç başlar.Zonguldak, İzmit, Bolu, Bursa ya gelinir. Akçakoca çuhallı iskelesine gelen Lazlar denizci oldukları için deniz kenarlarını seçerler denize yakın yerde ikamet ederlerDöngelli,Ayazlı,Göktepe,Edilli,,Osmaniye,Aktaş,Uğurlu köyüne yerleşirler .Akçakoca adı Bizans zamanında Dia polis Osmanlı zamanında Akçaşar cumhuriyet zamanında (1934) Akçakoca olur.Lazlar, Gürcü (İBER) kavminin bir koludur. (1) Bu açıdan her ikisi de Yafetik ırktandır. Yani Türkler ile akrabadır. Atalarımız birdir, aynıdır. En eski Grek yazarlar Laz diye bir topluluktan bahsetmez. Lozoi kelimesine ancak Hıristiyanlığın ilk devirlerinden itibaren rastlanabilir. Plinius, Arianus, Preplus, Batlamyus'un yazılarında Lozoi kelimesi, belki eski bir şehir olan Lazos veya Lahika’dır. Kıessıng'e göre, Lozoi, Kerketay halkının bir koludur. Kerketay lar ise Gürcü'dür. Bunlar Hıristiyanlığın ilk döneminde kendilerine Adige (Adzige) diyen Zygonin (Çerkez) halkının baskısı ile güneye göç etmek zorunda kalmışlardı. Hakikatte ise Lozoi halkı Arrianus zamanında (M.S. 2. asır yazarı ) Suhumda yaşamakta idiler. Trabzon'un doğusundaki sahillerde oturan diğer halklar ise sırasıyla şunlardı: Kolçi (Sannoi ), Maçolenes, Hennioçi, Zyderitae, Roma’ya tâbi kral Malasus'un teb'ası Lazai Apsilae, Abazki(Abaza), ve Suhumcivarında Sanigae. Sonraki asırlarda Lazlar önem kazanınca, bütün eski Kolçi ülkesine Lazika dendi. Diokletian (M.S. 284–303) döneminde Kimmer (Bosfor) Kralı Sauramatus, bütün Lazai topraklarını işgal etti. O tarihte Lazika'ya tâbi olanlar Prokopios, Aboskoiyi Suania ve Sykmnia halkları idi. Bu sebeple, Lazika adının hâkim bir grup (Lazlar) ve onlara bağlı bir kaç kabileye işaret etiği düşünülebilir. Lazlar, 500'lerde Hıristiyanlaştılar. İmparator Justinyen (527–565) bölgede "Kudüs Çölü" diye bilinen yerdeki bir Laz mabedini tamir ettirmiştir. (Prokopius, De aedificiis, V, 9) Lazlar komşularına papaz bile göndermekteydiler. (Prokopius, Bell, Gct, IV, 2) .Kolçi'deki Lazlar, Roma imparatoru tarafından kendi içlerinden tayin edilen krallarca idare edilirlerdi. Bu kralların görevi, Kafkasya'nın batı geçitlerini kuzeyden gelen göçebelere karşı koruma idi. Yani Roma'nın bir nevi üçbeyi şeklinde idiler. Kral kelimesi bizi yanıltmamalıdır, sahip olduğu toprak ancak beylik kadardır. Bu görev değil de, Romalıların ticareti inhisarlarında tutmaları Kolçi halkını tedirgin ediyordu. Bu yüzden Kral Gobozes, M.S. 458'den itibaren Sasani hükümdarı 2. Yezdicürd'in yardımına başvurdu. Bu yüzden M.S. 539-562 tarihleri arasında Bizans İmparatoru Justinyen ile İran Şahı 1. Hüsrev arasında Lazika topraklarında savaşlar oldu. Ordu kumandanı Belisarius'un seferlerine iştirak eden yazar Prokopius'un bildirdiğine göre, o tarihte Lazlar, PhasisIrmağı'nın iki sahilinde yaşamaktaydılar. Ne var ki, Archaeopolis, Sebastopolis, Pitius, Skanda, Sarapanis Rhodopolis, Morchoresis gibi Laz şehirleri nehrin hep kuzey yakasında idi. Nehrin sol tarafı ıssızdı. Lazlar'ın ellerindeki topraklar ancak atla bir gün yol tutardı. Daha ötesinde Trabzon'a kadar Roma pontikleri vardı ki, bu da o toprakların Lazlara ait olmadığını, doğrudan doğruya İmparatorluğa bağlı olduğunu gösterir. Bundan sonraki (600’ler–1200) Laz tarihi karanlıktır. 1204'de Gürcistan kraliçesi Tamara'nın verdiği askerî yardım ile Alexis Kommenoes adında biri Trabzon İmparatorluğu'nu kurdu!.. Bu imparatorluğun tarihi ki ömrü 1204–1461 yılları arasındadır, Kuzey Kafkasya ile yakından ilgilidir. Burada dikkat edilmesi gereken iki husus var. Birincisi, adı "imparatorluk"tur ama hükmünün geçtiği topraklar bir beylik kadar küçüktür İkincisi, Alexis Kommones, bir Laz değil; bir Bizans prensidir. Bizans İmparatoru Andronikos Kommenos'un oğludur. Yani, kurulan devlet; Latinler'in (katolik Hıristiyanlar) haçlı seferi bahanesiyle gelip İstanbul’u ele geçirmeleri ve imparatoru kovmaları, orada bir Latin krallığı kurmaları sonucu oluşmuştur. Kaçan imparator İznik'te varlığını sürdürmeye çalıştı, bu arada bir kısım Bizanslılar da Trabzon'a kaçmışlardı. İşte kurulan "imparatorluk" onlara aittir.Yazar Gregroas'a göre, Kommenos'un ilk işi Kolçi halkının ve Lazlar'ın topraklarını zapt etmek oldu!.. 1282'den itibaren Johannes Kommenos, "doğunun, İberya'nın (Gürcistan), ve deniz aşırı ülkelerin imparatoru" unvanını aldı! Yani ortada ne Laz kralı kaldı, ne de Lazistan!.. 'ın Rumlar idaresi altında yaşayan Laz halkı kaldı, o kadar!..Ancak Bizans usulü iktidar kavgaları sürdüğü için, 1341'de Laz halkının desteği alan Bizanslı prenses Anna Anakhutlu tahta çıktı. O dönemde Trabzon İmparatorluğu'na bağlı toprakların Makrial'ye kadar uzandığı, Gonia’nın ise mahalli hükümdarlar (bey statüsünde) elinde kaldığı sanılmaktadır. Gürcüler, Lazlara Çan, i der, Lazlar bunu pek bilmez. Kelime bir ihtimal Grekçe Sannoi/Tzannoi kelimesinden gelmedir. Tarihî bakımdan Ça'niler ile Lazlar arasında bir akrabalık var ise de, kopmuş görülmektedir. Arrianus zamanında Sanoiler, Trabzon’a komşu idi. . Eskilerden PROKOPİUS, "Tzannoi diye anılan yerin eskiden Sannoi olduğunu ve Çoruh vadisini denizden ayıran dağların sahil yakasında bulunduğunu " belirtir. (Balhar dağları )… Koch, "Of ahalisinin özel bir dil ile konuştuğunu", Marr da "Hoşnişin ahalisinin anlaşılmaz bir dil konuştuğunu" söyler…. Yani bölgede farklı bir halk vardır. N.marr'ın tespitlerine göre Ça'niler (TZANNOİ ), önceleri Çoruh havzasında geniş bir sahayı işgal etmekte idiler. Burasını kısa bir süre için Ermeniler, sonra Gürcüler (KHARTHLİ ) almıştı.Trabzon tarihçileri Lazları Tsinaidler'den ayrı tutmaya devam etmişlerdir…. Tsinaidler, Müslümanlar ile birleşerek 1348'de Trabzon topraklarına hücum ettiler. Sonra Trabzon İmparatoru tarafından cezalandırıldılar. (1377) Bu dönemde Canik (Samsun) Sancağı tarafında oldukları sanılıyor. Kısacası, Gürcüler iki halkı (Lazlar ileTsinaidler) birbirine karıştırdıkları için Lazlara Ça'ni demeye başlamıştır... Hakiki Ça'niler iki grup halinde Lazistan denen bölgenin güneyinde ve batısında yaşarlar. Bunlardan biri sonradan Trabzon'un batısına göç etmiştir. 1461' de hayatı boyunca 17 devlete son vermiş olan Fatih Sultan Mehmet, Trabzon'u zapt etti. Böylece o tarihe kadar Rum hükümdarlara tabi olan Laz halkı Osmanlıların idaresine girdi ve İslamıyetle'le tanıştı. Lazlar, nasıl oldu bilinmez, Şafi mezhebini kabul ettiler. Aslında bu Mezhep diğer Kafkas halkları arasında da yaygındır. Belki onlardan gelmiştir. Lazlar en geç Müslüman olan Kafkas topluluklarındandır. Gürcüler bile, aşağı yukarı yüz yıl önce gruplar halinde Müslüman olmaya başlamışlardı. (N. Marr, Bulletin de l'Academia de St. Petersburg, 1917, sf. 415-446) 1519'da, Yavuz Sultan Selim döneminde, Batum'un da ilavesiyle Trabzon ayrı bir eyalet haline getirildi. Bölgeyi 1640'da dolaşmış olan Evliya Çelebi, 5 sancak bulunduğunu açıklar: Canik, Trabzon, Günye(GONİA), aşağı Batum ve yukarı Batum… Lazlar'ın yaşadığı yerin merkezi Günye idi. Evliya Çelebi, Trabzon’a, "eski Lezgi vilâyeti" der… Halbuki, hem o, hem Katip Çelebi, hem de yabancı yazar Vivien De ste. Martin yanılmışlar, ses benzerliğinden Laz ile Lezgi (3) kelimelerini aynı sanmışlardır. Hele Kâtip Çelebi, bölge kavimlerine Lezgi adını verdikten sonra alt kabileleri şöyle sayar:,Megrel, Gürcüler, Abhaz (Abaza), Çerkez, Laz. Arkasından Lazlar'ın Trabzon bölgesinde oturduklarını söyler. Ayrıca Trabzon'un güneydoğusunda Çepni dağlarındaki "İran şahına Allah gibi tapan" Şii Türk boylarından söz eder... Hem o, hem de Evliya Çelebi, Trabzon'un 41 nahiyesinden çoğunun "itaatsizliği"ni dile getirir. (Kâtip Çelebi, Cihannüma, sf.429; Evliya Çelebi, cilt 2, sf. 81, 83) Bundan bu nahiye beylerinin bir ölçüde Devlet otoritesi tanımadıkları, bildikleri gibi hareket ettiği anlaşılmaktadır. 1814-1817, 1818-1821 ve 1832-1834'de bölgede devlet'e karşı ayaklanmalar oldu. Bu dere beylere ilk darbe Trabzon Valisi Osman Paşa tarafından indirildi. Ancak dağlık arazi yüzünden Laz derebeyleri tam kontrole alınamadı ve Osman Paşa'dan sonra, tıpkı Güneydoğu Anadolu'daki Kürt beyleri gibi, başlarına buyruk harekete devam ettiler. Bölgeyi dolaşmış olan Koch, serbestiyetleri kısıtlanmış olmasına rağmen bu derebeylerin çoğunu yerinde bulduğunu belirtir ve 15 derebeylik sayar: Athina (Pazar), Bulep, Artişan (Ardeşen), Viçe, Kapisite, Arhavi, Kisse, Hopa, Hemşin, Makria (Makrial ), Gonia (Günye), Batum, Maradit (Maradidi), Perlevan ve Çat. Bu nahiyelerden bir kısmında Gürcüler'in hâkim olduğu görülmektedir. (Batum Arhavi) .Bir kısmı da Lazistan diye tanımlanan bölgenin sınırları dışında, Çoruh Nehri üzerinde idi. (Maradit, Perlevan, Çat) … Hemşin’de yaşayan halk ta diğerlerinden farklıdır.1851'de Acara bölgesi, Yukarı Gurya ile birlikte Lazistan sancağı haline getirildi, Batum sancak merkezi oldu. 1878'de Batum Ruslar'ın eline geçince, Rize sancak merkezi yapıldı. Rize, Atina (Pazar), Hopa ve 6 nahiye, 364 köy bu sancağa bağlı idi. Cumhuriyet ile birlikte Lazistan sancağı dağıtıldı, Pazar, Ardeşen, Fındıklı ilçeleri Rize'ye, Arhavi, Hopa da Artvin'e bağlandı. Laz tabiri bugün, halk arasında ayırım yapılmaksızın Karadeniz bölgesinin güneydoğu kısmında yaşayan herkes için kullanılır. Ancak gerçek Lazlar sadece Pazar ve Hopa ilçelerinde yaşıyanlar ve buradan göç edenlerdir. Batum'un güneyinde kalan bölgedeki az sayıda Lâz da 16.3.1921 tarihli antlaşma ile Türkiye'ye alınmıştır.Diğerleri yanlış olarak "Laz" sanılan başka boylardandır. Laz kökenli vatandaşlarımız iyi denizcidirler, hamsiye düşkünlükleri meşhurdur.Çay, tütün, mısır, kara lahana yetiştirirler, meyvecilikle uğraşırlar. Fırıncılık yaygın meslektir. Eskiden Rusya'ya gider, ekmek pişirirler, evlenip Müslüman yaptıkları Rus kadınlarla ülkeye dönerlerdi. Şimdi Rus kadınlar bölgeye geliyor, ve gene bizimkilerle evleniyor!.Laz kökenli vatandaşlarımız İslam'a taassup derecesinde bağlıdırlar. Lazca, iki gruba ayrılır: Doğu Lazcası, Batı Lazcası.Ayrıca küçük kollar vardır, meselâ Çala lehçesi.Ancak Lazca baştan başa Türkçe kelimelerle doludur. Lazcanın yazısı yoktur. Yazılı bir Lazca edebiyat yoktur. Bu da Lazcanın bir dil değil; "ağız" olduğunu ortaya koyar.Yine de Reşit Hilmi Pehlivanoğlu gibi bazı şairler yetişmiştir. Lazlar zamanla bu ağzı unutmuşlar, Kendilerine has bir şive ile Türkçe konuşmaya başlamışlardır.
LAZ KÜLTÜRÜ
 
Kültür:Küçük bahçesinde kendine yetecek miktarda mısır karalahana kendir, patates, fındık, meyve, salatalık ekiminin yanı sıra evinin altındaki ahırında küçük çaplı hayvancılık, balıkçılık, kuş ş avcılığı, fırıncılık ve inşaat ustalığı geleneksel Laz meslekleridir. 1930'lu yıllardan itibaren bölgede ekimine başlanan çay tarımı Laz halkının sosyo-ekonomik seviyesini yükseltmiş, başta İstanbul olmak üzere göçtükleri büyük şehirlerde küçük esnaflık yapabilecek sermaye oluşturabilmelerine yardım etmiştir.Lazlar 6. yüzyılda Bizanslıların etkisinde kalarak Hiristiyanlığı benimsediler,doğu Karadeniz sahil kesimi 1461 yılından itibaren Fatih Sultan zamanında Osmanlı egemenliği altında Lazistan sancağı ilan edildi ,bu bölgedeki Lazlar kendi yönetimleri altında yaşadılar.Yavuz Sultan Selim bu bölgeye beylikler kurdu,17. yüzyılda Lazlar müslüman olurlar,1925 yılına kadar Lazistan sancağı altında yaşamlarını   sürdürdüler,1788 Berlin antlaşması ile Lazlar iki ülke topraklarına bölündü bu arada Lazlar batıya göç ederler Lazlar ve Mergeller aynı kökten gelmektedir. Tarihi kaynaklar, Lazların Doğu Karadeniz yöresine Kafkaslardan indikleri konusunda görüş birliği vardır. Tarih sahnesine ilk kez Karadeniz’de çıkmışlardır. XI-XII. Yüzyıllarda Karadeniz’in doğusunda kurulan ve KOLKHİS/Rothis devletini oluşturan topluluklardan biri de Mergrel- Lazlardır. Lazlar, 6. Yüzyılda  Bizans etkisinde kalarak Hıristiyanlığı benimsediler. Kolkhis Devleti yıkılınca Bizans egemenliği altında LAZİKA krallığı seçimle iş başına gelerek, Bizans’a vergi vermeyip, bunun karşılığında doğu sınırını korumayı üstlendiler Doğu Karadeniz’in sahil kesimi  1461 yılından itibaren Fatih Sultan Mehmet döneminde Osmanlı egemenliği altında  Lazistan Sancağı olarak ilan edildi. Bu bölgedeki Lazlar kendi yönetimleri altında yaşadılar.Yavuz Sultan Selim bölgede beylik sistemini kurdu. Bölge 11 beylikten oluşuyordu. Lazlar da yarı bağımsız statüde Laz derebeyliği olarak Osmanlılara asker ve vergi vermekteydi. Lazlar 17. Yüzyıldan itibaren Müslümanlaşmaya başladılar. Bölge 1925 yılına kadar Lazistan olarak kayıtlara geçmiştir.
Dil:Lazca (Lazuri nena) Güney Kafkasya dil ailesinden Zan ve Kokhian kolundan Gürcüce, Svanca ama özellikle Megrelce ile oldukça yakın bir dildir. Türkiye Lazlarının tamamı Türkçe'yi anadil seviyesinde konuşabilmekte ve yazabilmektedir. Köklü bir sözlü geleneğe sahip Lazca'nın yazılı bir dili bulunmamaktadır. Laz destan, masal ve şiirleri ancak 20. yüzyılda yazıya dökülebilmiş, 1984 yılında Fahri Kahraman tarafından Dumezil'in transkripsiyon sistemine dayanan Latin tabanlı bir alfabe önerilmiştir. Gürcistan'da yaşayan Lazlar ise dillerini Gürcü alfabesi ile yazmaktadır. Lazların ataları olduğu sanılan Kolhların yazılı dilleri olmamasına rağmen, incelenen antik çağa ait mezarlarda Laz asillerin adlarının Yunan alfabesiyle yazılı olduğu görülmüştür  Lazca Yunanca ve Türkçe'den ödünçlenmiş çok sayıda kelime barındırmakta ve kendi içinde bir kaç lehçeye ayrılmaktadır. Cumhuriyet döneminde Türkçe'nin Trabzon ağzının yaygınlık kazanması Lazca’nın varlığını tehdit eder bir hal almıştır.
Din:Roma İmparatorluğu döneminde MS. 5 yüzyılda Paganizm'i terkederek topluca Hıristiyanlığa geçen Lazlar 16. yüzyılda Ortodoks Hıristiyanlıktan İslam'a toplu olarak geçmişlerdir. Günümüzde Lazların tamamı Hanefi mezhebinden Sünni müslümandır
El sanatları:Osmanlı döneminde Lazlar inşaat ustalığıyla ünlü olup sanatlarını 1917 Ekim Devrimi'ne dek çalışmak amacıyla gittikleri Rusya ve Anadolu'da icra etmekteydiler. Kesme taş veya tamamen ahşap malzemeden yapılan (ahşap-çatma) geleneksel Laz evleri, kışlık tahılı saklamak amacıyla kullanılan serenderler ve ahşap oyma sanatının icra edildiği yapıların ayakta kalabilmiş örneklerine bölgede halen rastlanmaktadır. Yakın zamana değin gerçekleştirilen, şekil, büyüklük ve kullanım amacına göre hentskeli, kalati, gudeli olarak adlandırılan sepet örme sanatı da günümüzde terk edilmek üzeredir.
Avcılık:Laz balıkçısı feluka (< filika)adını verdikleri av kayıklarını kendileri inşa etmekte, ağlarını kendileri örmekteydi. Laz balıkçılar zargana, hamsinin yanı sıra çakmaklı tüfeklerle 1970'lere dek yağı için yunus balığı avlamışlardı. Lazlar aynı zamanda ağ kullanarak ya da atmaca evcilleştirerek kuş avlama sanatında da ustadırlar.Lazca ve Megrelce aynı kökten gelmektedir.
Kız ve Erkeğin Tanışması üzce ve köylerinde mısır bitkisinin fazla ekildiği, fındığı kozalarından ayırma makinelerinin daha ortaya çıkmadığı dönemlerde mısır soyma, fındık ayıklama imeceleri yapılırdı. Bu imecelere kız ve erkekler bir arada katılırlardı. Mısır çapalama, fındık toplama işleri de imece şeklinde yapılırdı. Laz kız ve erkek gençler birbirlerini bu imecelerde, kasabaya inme sırasında, dereye suya giderken, nişan, düğün gibi eğlencelerde tanırdı.Kız ve erkeğin ortaklaşa güvendikleri bir kadını aracı olarak kabul eder ve sevgi nişanelerini birbirlerine bu aracılar ile gönderildi. Bu günde buna benzer olaylara şahit olunmaktadır. Çoğu kez kız erkeğe, kendi işlediği bir mendili, oğlanda kıza gülyağı, şeker, lokum, küpe, yüzük gibi hediyelerde gönderirdi.
Sevdalık Günleri .Laz gençleri arasında sevdalık günleri çok önemliydi. Sevenlerin arkadaşları vardır. Bu arkadaşlar erkek ise, hep seven erkeğin etrafındadır, arkadaşları için pervane olurlar, hep beraber gezerler. Başkaları seven erkekmiş izlenimi yaratırlar. Örneğin; Sevdiği kız salıncağa binerse, önce aşık olan silahını boşaltır. Bunun anlamı: Bu “Seni başkası severse onu öldürürüm” anlamına bir mesajdır. Ardından aşığın arkadaşları silahlarını boşaltırlar. Bunun da anlamı: “Bir arkadaşımızın arkasındayız” demektir Durum herkes tarafından anlaşılır, kimse kimsenin sahasına girmez. Erkek evlenme arzusunu ailesindeki kadınlara açar. Zaman içinde gelişen olaylar oğlanın anası tarafından babasına iletilir. Günler ve gecelerce ne olup olmayacağı, aileler arasında düşünülüp tartışılır. Sonunda kız tarafının kıramayacağı bir elçi bulunur. Elçi baba ve annenin ağzını arar. Olumlu yanıt alınca kızı istemek için girişimlerde bulunur.Toplum kız isteme konusunda çok duyarlıdır. İstenilen bir kızın verilmemesi ya da söz kesiminden sonra dönülmesi erkek tarafından hakaret kabul edilir. Bu tür olaylar genellikle kan davası gibi olaylara sonuçlanır.
Sıra Gözetme :Ablası bekar olan, evlenme çağındaki erkek bu kuralı bozup evlenebilir. Erkek toplunda kadından önce gelir. Erkek kardeşler arasında da sıra gözetilir. Miras taksiminde kızın payı erkeğe göre yok gibidir. (Bu gelenek Lazlarda daha çoktur.)Son zamanlarda Bölgede kızlar arasında sıra gözetme geleneği vardır. Büyük kız varken küçük kız evlenmesi ayıplandığı gibi baba buna kesinlikle karşı koyar herkes hakkını yavaş yavaş  alma yolunu tutmaya başladı.
Başlık Parası üzce ve köylerinde başlık parası vermek hemen hemen yok gibidir. Yalnız fakir ailelerde kızına çeyiz yapabilmek için bir miktar para ödenir. Başlık parası verme Laz ve Gürcü ailelerde, Rizeli  toplumlarda daha az uygulanır. Abazalarda başlık parası alınmaktadır.
Kız Kaçırma Olayları .:Laz larda düğün çok masraflı olduğu için, özellikle birbirini seven çiftler kaçarlar. Bu danışıklı dövüştür. Kız kaçırılmadan önce nüfus cüzdanı kaçırılır. Kızın yaşı on sekizden küçük ise kız kaçırılınca erkeğin akrabalarından birinin evinde saklanır. Daha sonra aileler arasında anlaşmaya gidilir. Kaçırılan kızın yanında kıza yakınlığı ile bilinen kızın arkadaşı ile kaçırılır. Bu kıza tasavize denir. Kız emin bir ailenin yanına misafir edilir. Düğün yapılıncaya kadar kız o evde kalır. O evde her akşam eğlence yapılır. Bunun adına taşamhara denir. Kız-erkek anlaşarak kaçmışlarsa iki tarafın aileleri bir müddet birbirleriyle görüşmez. Daha sonra aracılar yardımıyla taraflar barıştırılır. Ancak yıllar süren küskünlükler söz konusudur. Kız kaçırmada kızın rızası yoksa olay kan davasına kadar gidebilir.
Kız İsteme Geleneği: Ön hazırlıklar tamam olunca kız babasının sevdiği birisi erkek tarafı ile birlikte kız istemeye gider. Erkek tarafından ağzı laf yapan biri sözü açar.“Biz Allah’ın emri, Peygamberin kavli ile kızınız .’yı oğlumuz .’ya istemeğe geldik” der. Baba da; Allah yazdıysa olur. Amma bir düşünelim. Soracak adamlarımız var onlara soralım” der. Bu biraz naz etmek ve kendi akrabalarına paye çıkarmak için söylenmiş bir sözdür. Bir müddet biçilir. Bu arada istiyorlarsa, el altından erkek tarafını cesaretlendirecek haberler iletilir. Bu dönemde, kız ile erkek karşılaştıklarında kaş göz işaretleri ile birbirlerine cesaret verirler. Kız belli bir süre sonra istenir.
Söz Kesme ve Nişan Olayı :Eskiden erkek askere gitmeden nişanlanırdı. Nişanlık süresi, askerlik, para yokluğu ile ilgili olarak 2-3 hafta ile bir yıl arasında değişir. Yerli halk arasında beşik kertmesi kesinlikle yoktur. Göçmen köylerinde beşik kertmesine rastlandığı söylenmekte ise de tespit edemedim.Kız istemede erkek tarafından hediye olarak getirilen “kutu şekeri” ertesi gün iade edilmez açılırsa, kızı erkeğe verildiğine işarettir.Taraflar tarafından söz kesiminden sonra oğlan tarafından akrabaları kızın evine yüzük, kutu şekeri ile elbiseler, çorap ve terlik alıp giderler. Nişanda yüzükler takılır. Bazı köylerde nişanda erkeğin bulunmadığı, akrabası tarafından kızın parmağına yüzük takıldığı söylenmekte ise yerli köylerde böyle bir gelenek bulunmamaktadır.Bir süre sonra kız tarafı, yüzük, bir kat çamaşır, kaynanaya elbise alıp oğlan evine getirirler.
Çeyiz Geleneği :Çeyiz olarak sandık, yatak, yorgan, yelek, şalvar, bakırdan mutfak eşyası, elde dokunmuş yer hasırı, hasır seccade, ottan duvar yastığı, kanaviçe işler ve örtüler vardır. Çeyizin miktarı ailenin mali durumu ile ilgilidir. Yerli halkta çeyiz eşyası, Doğu Karadeniz kökenli ailelerde olduğu kadar fazla olmakla beraber, kızlar mirasta erkek kadar hakka sahiptir.
Kına Gecesi ;Düğün geleneğinin ilk kademesi kına gecesidir.Kına gecesi Çarşamba günü yapılır. Kına gecesi için erkek tarafı beraberlerinde taraftarları ile birlikte yanlarına kına alıp gelin evine gidilir. Dört kız çarşaf veya büyük bir yazmanın altına gelini alırlar. Bir kız gelinin eline tabaktan kına yakar. Elleri temiz beyaz bezlerle yumrukları bağlanır. Bir taraftan da maniler söylenir. Hem gelin ağlar, hem etrafındakiler.
İzzet ve ikramdan sonra erkek tarafı evlerine gelir. Damadın evi önünde büyük bir ateş yakılır. Kız tarafı tavuk istemeğe gelir. Her evden birer tavuk alınır. Ateş yanınca baklavalar getirilir. İkramlar yapılır. Kız tarafı darıltılmadan uğurlanır.Kına gecesi bayramlık elbiselerini giyen genç kızlar çiftetelli, topal oyunu, orta oyunu gibi oyunlar yaşlı bir kadın denetiminde oynanır
Düğün Günü üğün genellikle nişandan en az bir yıl sonra yapılır. Bindallı ve benzer gelenekler yoktur. Eskiden gelin renkli ve temiz ipekli elbise damat ise don pantolon üzerine beyaz gömlek ve işlemeli yelek giyerdi. Güvey fakirse beyaz elbise ödünç alınırdı.Eskiden olduğu gibi gelin kayın baba ve yakın akraba arasına giderdi. Gelin evden çıkarken, kız kardeşlerden biri, yoksa akraba kızlardan biri çeyiz sandığı üzerine oturup sandık haracı isterdi. Ayrıca kapıdan çıkarken erkek kardeş, kapı haracı olarak bir miktar para talep eder.Köylerde, genellikle bir öküz arabası süslenirdi. Üstüne halı ve kilimlerle bir örtü yayılır. Araba çan ve zillerle bezenir, köylüler şık giysilerini giymiş, arabanın önündü, ardında, yanında yürüyerek giderlerdi. İkide birde araba durdurulur:- Ala ala hay... diye bağırarak düğün evine varılır. Yolda devamlı halaylar çekilir. Kasap oyunu, Kastamonu zeybeği gibi oyunlar oynanır. Gelin alayı, çeşitli yollardan dolaşarak damat evine varırdı.Gelin alınmadan o köylülere veya mahalleliye pilavlık parası verilir. Gelin arabaya binmeden bolluk ve bereketli olsun diye ya damadın babası veya yakını bozuk paralar içinde şekerler, buğdaylar serper, çocuklarda bunları birbiri üzerine yığışarak kapış kapış toplardı.Köyden çıkıncaya kadar çeşitli yollardan dolaşarak damat evine varılır. Gelin arabadan inmez, bahşiş ister. Bir inek ya da tosun getirilir. Kulağı kesilerek işaret verilir. Kapı önünde kurulan bir masada kız tarafı tatlı, şeker, sigara, mermi gibi isteklerde bulunur. Bu istekler karşılanıncaya kadar gelin bekletilir. Bu durum bazen üç dört saat kadar sürer.Gelin eve girerken eğilip eşiği öper. Bolluk getirmesi düşünülerek mısır, buğday, şeker, bozuk para atılır. Akraba ve komşular başlarında birer tepsi baklava alarak erkek evine giderler. Tepsiler üst üste kümelenir.Erkeklerde evin önünde yakılan ateş etrafında oynarlar. Bu oyunlar kadın kıyafetine girmiş köçekler tarafından oynanır. Eğer aile varlıklı ise dört köçek, dört davul, dört zurna ve dört keman bulunur.Diğer köylerden geleneklerde kafileler halinde düğüne katılırlar. Kimileri koç, kimileri koyun getirir. Meydanda ikramlar yapılır.Yenip içilir. Sonunda köylüler misafirlerini evlerine götürürler.Hoca nikahı yapılır, bu adet yaygındır. Hoca nikahı yapılırken gelinin yanında dadı veya bibi (teyze, hala) denilen kadınlar bulunur.Gürcü köylerinde düğün gecesi, güveyin gerdeğe girmesi yasaktır. O akşam kızın akrabası olan kızlar sabaha kadar beklerler. Düğünün ertesi günü gerdeğe girilir. Düğün genellikle üç gün devam eder. Lazlar ve Hemşinlilerde de benzer gelenekler vardır.Diğer köylerde ise hoca nikahı kıyılır. Sonunda güveyi arkadaşlarının kolunda gelinin odasını getirilir. Arkasından yumruklanarak odaya itilir. Damat odaya girer. Hazır bulunan seccadede iki rekat namaz kılıp duasını yapar ve gelinle tanışmaya gider. Damat bu arada gelini konuşturmaya çalışır. Ona hediyeler verip konuşturur. Konuşturulunca da pencereyi açıp iki el silah atar. Bundan sonra herkes dağılıp gider.Gelinle damat, gidip kayınvalidenin elini öperler. Tekrar odalarına giderler. Orada baklava yerler. Bazense baklava kesmelerinin yarısını yiyip bırakırlar. Ertesi gün bunları evlenmemiş erkek ve kızlar yer. Darısı sizin başınıza gibi bir gelenektir bu. Ertesi gün sabah, köçekler, davetliler düğün evinin önüne gelirler. Oyunlar oynanır. Damat elinde bir tepsi baklava ile herkese birer kesme baklava sunar. Sonra da herkes dağılıp gider. Ev kadınlarla dolar. Duvak günü damat sağdıçla gider. Gelinle sabahtan ikindiye dek oyunlar oynanır, şarkılar söylenir ve derken düğün biter
Duvak :Güvey gecesi sabah gelini eğlendirmek için eğlence düzenlenir. Gelin oynar ve etrafa para atar.Bekar kızlar gelinin duvağından teller koparırlar. Duvaktan sonra erkek ve kız evlerinde yemekli davetler yapılır.
Düğün Davetleri :Bütün akraba ve hısımlar gelin ile damadı davet ederler. Bunlar taşıma davetleridir. Her gidilen eve gelinin yaptığı bir el işi işleme götürülür. Onlarda onlara çeşitli hediyeler verirler.
Doğum Olayı Genellikle ilk çocuğun erkek olması istenir. Çocuklar genellikle beşikte büyütülür. Çocuğun adı üç gün içinde yaşlı bir erkek veya hoca tarafından üç defa kulağına okunarak konulur. İsimden sonra ezan okunur. Komşular ve akraba loğusaya evvela geçmiş olsun derler sonrada hediyeler getirirler. Doğumun kırkıncı günü çocuk ve loğusa yıkanır. Buna çocuk kırklandı denilir.
Diş Çıkarma :Küçük çocukların diş çıkarmaları aile için ayrı bir sorun olur. Ailenin bireyleri yeni çıkan dişi görmeyi uğur sayarlar. Onun içinde sık sık çocuk güldürülür, ağzına bakılır. Hatta bazıları ekmek kabuğunu gevlettirmek suretiyle dişin çabuk çıkmasının sağlarlar. Bazıları da parmağını rakıya batırarak çocuğun diş etlerini oğalar. Çocuk bundan çok hoşlanır.Dişin çıktığını gören kişi mutlaka diş çıkaran çocuğa ya elbise alır ya entarilik alsınlar diye anne babasına para verir.
Sünnet Olayı.Düzce ve köylerinde bölgesinde kirvelik olayına rastlanmaz. Eskiden gezginci sünnetçilerin gelmesiyle hiçbir hazırlık yapılmaksızın çocuklar sünnet edilirdi. Günümüzde eğlenceler düzenlemektedir. Sünnetçiye, bazen para almadığı için sabun, havlu gibi şeyler verilirdi.
Dini Bayramlar ini bayramların Düzce ve köylerinde örf ve adetleri içinde çok büyük yeri vardır. Üç aylar girince Recep, Şaban ve Ramazan gelinceye kadar bazı kimseler ramazana alışmak için ayda bir belli oruçlar tutar, kutsal geceler, cumalar yavaş yavaş ayrı bir kalabalık olmaya ve cemaat artmaya başlar.Ramazana hazırlık olmak üzere, makarnalar kesilir, erişteler yapılır. Yufkalar açılır, kuskuslar hazırlanır. Mevsime göre çeşit çeşit reçeller, hoşaflar ve şuruplar hazırlanır.Hele bayram gecesi yeni esvaplar giyilir, Provalar biter. Küçükler giyeceklerini başlarının altına koyar. Ayakkabılarını yatağın içine yerleştirir. Herkes banyosunu yapıp yatar. Küçük erkek çocuklar sabahleyin sabah namazına herkesle birlikte camiye gider. Namazdan sonra vaiz dinlerler. Bayram namazı kılınır. Hoca dikilir, en yaşlı adam hoca ile bayramlaşır, ondan sonraki hoca ile yaşlı bayramlaşır ve yerini alır. Böylece sıralanır. Cemaatin en yaşlısı ile en genci bayramlaşıncaya kadar sürer. Sonra birlikte hoca dua eder.
“Bu bayrama eriştiren Allah’a senalar ve amin” denilip çıkılır. Yolda görülenlerle bayramlaşırlar. Mezarlıklara gidilir. Ölülere dua edilir. Hastalar ziyaret edilir.”
Her köyün ramazanında davulcular bahşiş toplar. Birinin elinde bir sırık, birini elinde bir sepet. Davulcu davulu çala çala her evin önünde maniler söyler. Bahşiş; havlu, mendil, yazma sırığa bağlanır. Baklavalar, el altıda tepsi bulunan sepete konur. Paralarda davulcunun cebine konur.
Bayramlar :Yerli köylerde bayram sözcüğü eğlence anlamına gelir. Bayram olacağı gece, bayramı bilen köydeki misafirler, bayramın olacağı köye yakın eş dost ve akrabalar ile birlikte giderler. O akşam onlara misafir olurlar. Kadın ve kızlar yemekten sonra daha geniş evlerde, erkekler ya kahvede ya da başka bir evde toplanırlar. Erkekler orta oyunları yaparlar. Mutaassıp olmayan yerlerde içkide içilir. Çalgılar çalarak oyunlar oynanır
Eğlenceler  :Eskiden patoz makineleri yokken, fındık harmanda kurutulur, sabahları tırmıklar vurulur, sonrada altından tanesi alınırdı. Kalan fındıklarda kabuklarından ellenmek suretiyle bulunup ayrılırdı. Köylerde bu işler imece halinde yapılırdı. Kabuk ayırma işi erken bitimi, orası düğün evine döner, oyunlar şarkılar, gülme, eğlence, yeme içme başlardı. Kızlar erkekleri, erkekler kızları burada seçerdi. Çalışkan mı? Tembel mi? Dili tatlı mı? Nobran mı? Şaka kaldırır mı? Yoksa içine kapanıp arpacı kumrusu gibi düşünür mü? Yapıcımı yıkıcı mı? Hepsi burada denenirdi. Bu eğlencelerde maniler söylenirdi. Atmaca tabir edilen karşılıklı mani atmaları da yapılırdı.
Folklör ve Müzik ve halk dansları
Şimşir kaval ve kemençenin seyrek de olsa kullanımına karşın temel geleneksel enstruman tulum, geleneksel halk danslarının yegane adı ise horondur. Laz ve Hemşin horonlarının Trabzon horonlarından başlıca farkı horonlara sözlü iştirak edilmesi ve omuz silkme figürünün eksikliğidir. ,Karadeniz folkloru hakimdir,Davul,Zurna,Saz,karşılıklı zille oynanan oyunda çalınan zil  oyunu Kemençe,Tulum gibi enstrümanlar çalınır Lazların yerel oyun gurupları sözlüdür,5-6 kişilik 2 gurup oluşturulur el ele tutmuş oyuncular seri ayak hareketleriyle birbirine yaklaşıp uzaklaşırlar,her gurupta bir türkü söyleyen vardır,türkücü karşı guruba türküler deyişler dokundurmaktadır,bu oyunda önemli olan türkü sözleriyle karşıdakini mat etmektedir,bu oyunun adı gelino dur.Rize Hemşin üç ayak oyunu da laz oyunudur,dairede oynanır Hemşin üç ayak oyunudur 2/4 veya4/4 lük ezgiler halinde oynanır Bar,Halay,Horon,Sallama,Hara ve karşılama,üç ayak,Kolbastı,laz kültüründe çok önemlidir Bar,Halay,Horon,Sallama,Karşılıklı zille oynama,Hura,ve karşılama,Köçek oyunları da oynanır.Laz oyunlarındandır. Kına gecesinde kadınlar daire şeklinde oynarlar. Kadınlar ağıt yakarak gelini evin içinde dolaştırarak en son mutfağa götürürler. Orada bu oyunu oynayarak oyunu bitirirleri.
Oyunun Kuruluş Formu
 
(A)
A1 (Sağ ayakla üçleme)
A2 ( Sağ ayak yerinde adım)
Oyunun biçimsel formu tıpkı “Topal” oyununda olduğu gibidir.
RİZE- HEMŞİN ÜÇ AYAK OYUNU
Laz oyunlarındandır. Dairede oynanan horondur. Hemşin, Rize ve Üçayak Horonları 2/4 lük veya 4/4 lük ezgiler halinde çalınır.
RİZE
Oyun kuruluş formu:
A-                Adım cümlesi ( Sağ ayakta üçleme)
B-                 Adım cümlesi ( Sağa ve sola yürüyüş)
 
Oyun indeksi:
(A)
A1- (Sağ ayakta üçleme)
 
A2 ( Sağ ayak yerinde adım)
(B)
B1- (Sağa yürüme)
B2- (Sol ayak yerinde adım )
B3- (Sola yürüme)
B4- (Sağ ayak yerinde adım)
 
DAV

KEMENÇE  :Klasik ve Karadeniz kemençesi olmak üzere iki türü vardır Akçakoca da Karadeniz kemençesi çalınır,ince uzundur,sol el ile havada tutularak çalınır,kemençenin telleri çeliktendir.Akortları la,re,sol,mi,yahut sol,re,la,mi veya 3 telli için re,la,mi dir,tellerin üzerine basılarak,tek olarak çalınır.Sazın şekli bir takayı andırır,gövde kısmı dut ve ceviz ağaçlarından oyularak yapılır,ses tablası ise 1,5-2 mm kalınlığında ladin veya köknar ağacından yapılır,kısa sapı ve çelikten üç teli vardır re-la-mi sesleri akort edilir,bir buçuk oktav çalar.Yayının kılları gevşek olarak takılır ve sol el ile havada veya dize dayanmış olarak tutularak kemençenin 3 teline aynı anda sürülerek çalınır Kemençe anadoluya oğuz Türklerinden gelmiştir Kemençe ,Özbekistan,Kırgızistan ada Anadoluda ıklık göbekli kemençe olarak çalınır Arapçada Keman Türkçede ç demektir bu iki kelime birleşmesinden Kemençe doğmuştur ,Kıpçak Türkleri tarafının dan Mısıra götürülmüştür Özbeklerin girjası kemençeye benzer, kıyak kemençe denir.Trabzon dada Gagavuz Türkleri kemençeleri vardır,Trabzon’da kemençeye kıyak denir,Türkmenistan,Özbekistan, Kırgızistan Gagavuz Türklerin kemençeleri vardır 2 sesle çalışır 2 telden ses alınır 4-6-7 aralıklıdır.

TULUM: Tulum Karadeniz bölgesinde kullanlıan nefesli halk sazıdır,deri,nav ve ağızlık olmak üzere 3 kısımdan oluşur.Deri,tulum olarak anılır, tulum,koyunveya oğlak derisinin tüyleri temizlendikten sonra ayakları yukardan kesilir,sağ ön ayak ile arka sol ayağın dışında kalan delikler hava kaçırmayacak şekilde sıkıca bağlanır,ön ayağa bir tahta boru,arka ayağada üzeri delikli iki boru tespit edilir.Deri hava ile
Delikli borulardan ses çıkmaya başlar, koltuk altına yerleştirilen tulum zurna analık üzerindeki parmaklar delikleri açıp kapamak suretiyle istenen ezginin çalınmasını sağlar,nav sazın zurna dediğimiz kısımdır,ağızlık ise hava üflenen kısımdır
 


KAVAL: Orta asyadan gelmiştir Balasau Türkleri icat etmiştir,Çağatay Turan Türkleri haval derdi Karadenize bunlar getirmiştir ,bir göçebe çalgısıdır Of,Tokat,kavalı meşhurdur. Tulum Türkçe kelimedir Çağatay Türkleri icat etmiştir Anadoluya Peçenek Turan Türkleri Karadenize getirmişlerdir Kıpçıklarda tuluk,duluk geçer
 
KINAGECESİ  : Düğünden bir gün önce gelinin ve yakınlarının eline kına yakılır,kına erkek tarafından getirilir kına yakma töreni boyunca maniler söylenir gelin ağlatılır kına gecesi kızlar çiftetelli ve çeşitli oyunlar oynarlar koy lisanı ile mani ve türküler söylerler.
Yukarı köyün çakalları         Kınan gecen hoş olsun
Aşağı köyün bakalları           Evin bereket dolsun
Damat beyin sakalları           Damat bey eşin olsun
Gelin kınan kutlu olsun        Gelin yuvan mutlu olsun
Yukarı köyde çakal yok        Köyümüzden çıkıyorsun
Aşağı köyde bakal yok Bize veda ediyorsun
Güveyin sakalı yok              Yeni yuva kuruyorsun
Gelin kınan kutlu olsun Gelin kınan kutlu olsun
KIYAFETLER
Giyim
Laz erkeğinin geleneksel kıyafeti Samsun - Batum arasında Osmanlı döneminde giyilmiştir Laz kıyafeti olarak adlandırılmıştır: Başta kabalak, kukul adı verilen siyah başlık, zipka adı verilen siyah körüklü şalvar, çuha adı verilen burnu kalkık çarık, omuz başları ve dirseklerine meşin şeritler dikilmiş siyah aba ceket, belde kalça üzerinde şal (trablus ya da lahor) kuşağı, Çerkez kemeri, ayrıca aksesuar olarak yağdanlık, kama, pazubent, hamayıl, zincir. Laz kadını, Anadolu kadınından farklı olarak şalvar giymemekte eteğine ortkapu adı verilen bir kemerle bağlamakta, başını keşanveya tülbentle örtüp, beline fota adı verilen peştemalisarıp, boyunlarına altın liralar takmaktaydı.
Düzce ve köylerinde 25-30 yıl öncesine göre  kıyafette önemli değişmeler olmuştur.Erkekler tamamen şehir kıyafetini benimsemişlerdir. Erkeklerde gündelik kıyafetlerden başka önemli günlerde, törenlerde giyilen ve içine beyaz eşarp bağlanan lacivert takım elbise en beğenilen giyim eşyasıdır. Ancak yaşlı erkeklerden bazıları köy içinde geleneksel kıyafetle ilgili olarak paçaları dar pantolon, üzerine gömlek ve yeleği giymeye devam etmektedirler. Kösele kunduranın yanında lastik ayakkabı, plastik ayakkabı, özellikle çocuklarda  çok görülmektedir. Erkeklerde pijama, şapka, şemsiye kullanılan giyim eşyaları arasındadır. Burada dikkati çeken husus pijamanın yatak kıyafeti olmaktan başka, bazen iş kıyafeti olarak kullanılması suretiyle ikinci bir iş görmüş olmasıdır.Kadın giyimi erkeklere oranla daha az değişmiştir.Eskiden kadınlar evlerde basit tezgahlarda keten ve kendirden giysiler dokurdu. Bugün ise köylüler malzemesi köy dışından sağlanan koyu renkli şalvar ve üzerine bluz giymekte, başlarına lacivert örtü (örtme)  örtmektedirler. Kadın giyiminde dış görünüş bakımından erkeğe nazaran değişme daha azdır. Evde elbisesi ile dolanan bazen başını örtmeyen kadın, sokağa çıkınca elbisesinin üzerine şalvar giymekte ve başını örtmektedir.Genç kadınlar arasında elbise giyenler, başlarını örtmeyenler az da olsa bulunmaktadır..Köyde gündelik kıyafette olduğu gibi gelin ve güvey kıyafatide tamamen şehirleşmiştir. Ancak köyde giyilenler, kasabadan ucuz sağlanan ve nispeten eski model olan giysilerdir.Kadın ve çocukların kısmen evde hazırlanan giysilerinin kumaşları dışarıdan satın alınmaktadır.“Yüzyıllar boyunca Anadolu’nun Ünye’den Hopa’ya kadar uzanan Karadeniz yalısı halkının gemicilik ile geçinenleri ile yalı boyu gerisindeki dağlı köylülerin kendilerine has bir kılık ve kıyafeti ola gelmişti; baştan ayağa kapkara gayetle tipik bir giyim kuşam olup “Laz Kıyafeti” diye anılagelmiştir. XVI. Ve XVII. Yüzyıllarda korsan ve dağ haydudu kılığı iken giderek o yalının bütün gemicileri ile dağ köylülerinin sırtında görülmüştür. Başa, üstlüğe bağlanmayan müstakil kara bir kukuleta geçirilir; “Başlık”, “Kara Puşu” veya “Kukula” isimleri ile anılır; bu kukuletanın gayetle uzun iki ucu, kukuletanın üstünden sarık gibi dolanarak uzun kulaklı bir düğümle bağlanır; o düğüm kulakları kukuletaya, başlığa kendine has bir manzara verir. Sırta, gömlek ve mintan üstüne bir kara cebken giyilir; bu cebkene “Yelek” de denilir; uzun kollu olup kolların üst kısmı dar, alt kısmı geniş, hatta bazan yırtmaçlı olup yenler bilek üstüne kolayca kıvrılır. Cebkenin göğsünde bazan sağlı sollu iki fişeklik-ceb yapılır. Kışın cebkenin altına ve mintanın üstüne omuzdan ilikli kara bir zıbın-yelek giyilir; cebkenin önü bu zıbın-yelek üstüne kavuşuk kapanır. Bacaklara “Zıbka” denilen kara bir potur giyilir, buna “Laz Poturu”, “Laz Donu” da denilir; Zıbka bir iç donu üstüne giyilir ve iç donu gibi bele uçkur ile bağlanır; kalçadan ayak bileğine kadar bacağa sımsıkı yapışır, fakat ağı körüklüdür; yüze yakın kırma ile yapılan bu körüklü ağ, zıbka giymiş kimsenin bacaklarına, tamamen çıplak bir insanın bacak hareketindeki mutlak serbestiliğini temin eder; zıbkalı bir gemici veya dağlı dilediği gibi koşar, zıplar, atlar, tırmanır. Bele karaya boyanmış hafif bir pamuk kuşak sarılır; kuşağın üstüne geniş bir meşin kemer bağlar; bu kemerin, gümüşden yapılmış yaprakcıklar, dilcikler halinde sarkıtılmış bir sıra süsü vardır. Hallice olanlar beş altı kolan halinde uzun bir gümüş saat kösteği takarlar; boyundan geçme bu uzun kösteğin ucundaki iri bir koyun saati kuşakda muhafaza edilir. Gemiciler yazın daima yalın ayak olurlarr, karaya çıkar iken ayaklarına Çapula denilen, kendilerine mahsus ayakkabılarını giyerler; kışın ayağa yün çorap giyilir. Dağlılar ise kış ve yaz ayaklarına “Salenk” giyerler, Salenk hem mest hem çizme, Çapula gibi bu yalı halkına mahsus bir ayakkabıdır. Başlık-Kukula, Zıbın-Yelek, Cebken-Yelek ve Zıbka kara çuhadan, bazan kalın ve yüzü parlak saten-bezden yapılır; ve hepsi yine kara şeridden zırhlarla süslenir.”
ŞALVAR         : 90 cm eninde üç boy kumaştan çıkar daha ziyade eflatun pembe,yaşlılar koyu renkleri tercih ederler,genellikle çimen yeşili,zeytin yeşili tercih edilir,şalvarın içine şalvar ( havsa) dikilir pamuklu veya şile bezinden dikilir
MİNTAN           : Şalvarın üstüne giyilir mintan ve şalvar işlemelidir,kadife kutnu,janjanlı ve yollu kumaşlardan dikilir
YELEK             : Şalvar üzerine kolsuz fakat işlemeli yelek giyilir,içine bezden buluz giyilir.
ÖRTÜLER       :Kare şeklinde üzeri baskı tekniği ile işlenmiştir,çiçek desenlidir
YAZMA            : Oyalar işlenir dikdörtgendir
ÇORAPLAR    : Yün çoraplar giyilir kadın çoraplar motif işlemelidir
AYAKKABILAR : Rugan ayakkabı giyilir,çarıkta giyilir,genellikle lastik ayakkabılar tercih edilir.Yelek ve zıpka giyerler,Kafkas kökenliler düğün törenlerde kalpak dik yakalı siyah satenden yapılmış diz boyu elbise ve yumuşak deriden çizme giyilir.Elbisenin üzerine dışardan fişeklik,kama,kemer gibi ayrıntılar vardır,kadınlar ise simli motiflerle süslenmiş kadife elbiseler giyerler bunları .Karamandal,Trablus,kuşak,Başlık,Bartın yemenisi,Lastik ayakkabı,Yemeni,Şal,Peştamal,Fes,Para kesesi,Yatak tekkesi,Şayak bunlar Lazların giyimidir
Ayrıca Tepelik,Tapla,Koursi,Kamis,Keşan,Kondagon,Kadife,Trapuluz,Lahor,Zibun dur
YEMEKLER:Mutfak:Geleneksel Laz mutfağının temel besin öğeleri Trabzon ve Rize’de olduğu gibi mısır, karalahana ve hamsi olmakla birlikte geleneksel pişirme teknikleri ve pek çok özgün yemek değişen yaşam koşulları sebebiyle terkedilmiştir. Laz mutfağının en çok bilinen yemekleri şunlardır: Çirbuli, Pilavi Makarina, Kveli kağimağoni, luku, Ağani lobia, kumhi lobia, kotumeş dolma, Princoni, papa (mamalika), bureği,baklava, patlicani tağaneri, patlicaniş dolma, mtkui patlicaniş giyai, turşi tahaneyi, kabağiş sutli, termoni
YEMEKLER
EKMEKLER                    :Yufka ekmeği,Bazlama,Gözleme,Cızlama,Mısır ekmeği,Buğday ekmeği.Hamsili ekmek
ÇORBALAR                    :Tarhana,Mercimek,Un,Çılbır,Kızılcık çorbası,Isırganotu çorbası
HAMUR İŞLERİ            :Mantı,Börekler,Erişte,Kuşkuş,Kaşık makarna,Mancarlı pide.Silor,Kate,Puçuka,
ET YEMEKLERİ            :Karadolma,Korçan,Sebze dolmaları,Kebaplar,Lahana sarma.,
TATLILAR                      :Melen güççegi,Laz böreği,Güllaç,Sütlaç,Baklava.Kabak tatlısı,Laz helvası
ÇEŞİTLİ YEMEKLER  :Kaygana,Sağanda yumurta,Sebze yemekleri ,Zeytin yağlılar,mantar yemekleri,Kaldırık mamursa kiremitte balık,Balık buğulama,Hamsı yemekleri,yumurtalı sebzeli kaygana.Kara lahana yemekleri,Muhlama,Pazı kavurma,Hamsi köfte,Luqu Kankeyi (Karalahana dövmesi),Kumhi Lobia(Kuru fasulye),Brinconi,Luqu Haşhaşi,Luqu Geşiyeli,Lahana ezme,Turşu kavurma
AKRABA İLİŞKİLERİ
Laz larda ailelerin çoğunluğu, geniş aile geleneğinin çeşitli tiplerini göstermektedir. Dar aile tiplerinin sayısı günden güne artmaktadır.Düzce ve köylerinde eskiden baba soyundan olan akraba ile evlenme şekli çok yaygındı.Akrabayla evlilikte amca oğlu, amca kızı öncelik taşırdı. Bugün gençler eskisi gibi bu geleneklere uymamaktadırlar Bu gün, köy dışından evlenmeler ve köy dışına kız vermeleri ve kız almalar eskiye oranla artmıştır. Bu toplumda boşanma olayı nadir görülmektedir
HIDIRELLEZ
6 Mayıs günü kutlanır,köyün piknik alanlarında,salıncaklar kurulur,yemekler pişirilir,ıp atlanır,salıncaklarda sallanılır,birçok oyunlar oynanır,kızlar erkeklere,erkekler kızlara bakarlar orada birbirini beğenirler,arkadaşlıklar kurarlar,balık tutmalar olur,erkeğin beğendiği kız eğer salıncağa biner sallanır ise erkek hemen silahını çıkartarak iki el ateş eder ona onu beğendiğini gösterir,hıdrellezin en iyi yemeği helvadır.Mevlit okutulup yemekler yedirilir komşu köyler davet edilir,eğlenceler düzenlenir. Bu törenleri anlatmadan önce pilavlık parası üzerinde duralım. Daha öncede belirttiğimiz gibi köyden başka bir köye gelin giden kızlardan pirinç parası alınır. Bu para hemen harcanmaz biriktirilir. Pirinç parasının anlamı şudur. Köy gençleri bu kızı o zamana kadar o şekilde korumuşlardır ki, kızın namusuna halel getirmemişledir. Pirinç parası bunun mükafatı bir bahşiş sayılır. Alınan pirinç paralar yedi emin olarak köylünün saygı duyduğu birine telim ederler. Köyden ne kadar çok kız gelin giderse parada o kadar çoğalır. Hıdrellezde bu para ile bir koç satın alınır. Pirinç alınır, un yağ alınır. Kesilen koçun etinden ya etli pilav yapılır, helva kavrulur, ballanır. Öğleyin gençler toplanır ve bu pilav yenir. En sonunda da helva yenilir. Hıdrellez bayramının ayrı bir güzelliği vardır. İp salıncaklar, zincirli salıncaklar, büyük ağaçlara bağlanır. Kızlar ayrı yerde, erkekler ayrı yerde sallanırlar. Ama bazen kızlar erkekleri, bazen da erkekler kızları seyretmeye giderler. Eğer beğendiği bir kız salıncak biniyorsa orada çıkarır silahını bir şarjör boşaltır. Bu olaya kimse ses çıkarmaz. Böylece kimin beğenilip beğenilmediği bu hıdrellez bayramı vesilesi ile belli olur. Bazı köylerde güreşler tutulur. Bazı köylerde derelerde balık tutulur eğlenilir.Düzce köylerinde hemen hemen hepsinde geleneksel olarak her yıl kutlanır köydeki küskünler barıştırılır geleneksel oyunlar spor etkinlikleri,folklorik oyunlar ve bunun gibi,Düzce ve köylerde  mülki amirlerde davet edilerek etkinlikler yapılır herkes baharı böyle karşılar.
Kaynak: Akçakoca Köyleri 2010 kıt.İbrahim Tuzcu Derl:İbrahim Tuzcu
 
LAZCADA ŞİVELER
Lazların tarihi incelendiğinde, bir zamanlar krallıkla yönetilen bu toplumun kökünün taa KOLHETİ’lere kadar uzandığını görürüz. Milattan öncesine dayanan ve son yıllara kadar kişisel çalışmaların dışında yazıya dökülmeden günümüze kadar gelmeyi başaran bu lisanın, her yerde aynen muhafaza edilebilmesi elbette ki mümkün değildi. Doğal olarak,bir dalganın sönümlenmesi gibi merkezden uzaklaşıp dış etkilere maruz kaldıkça yavaş yavaş dejenerasyon başlamış ve yer yer şiveler ortaya çıkmıştır.Bu şiveler incelendiğinde esas farklılıkların; alfabedeki harf sayısında, gelecek zaman kipinin çekiminde ve ismin hallerinde olduğu ortaya çıkar.Günümüzde, köyler arasında bile farklılıklar gösterdiğini görmekte olduğumuz bu dilin şivelerini biz yukarıda belirttiğimiz ana kriterlerden yola çıkarak, yapısal olarak iki ana grupta toplayabiliriz.

BİRİNCİ GRUP: Bu grup ikiye ayrılır.

1- HOPA-SARP Şivesi:
Bu yörelerde konuşulmakta olan Lazcada 38 ses mevcuttur. Bu grupta, gelecek zamana ait fiil çekiminde, (istemek) yardımcı fiilinden istifade edilmektedir. Ayrıca ismin halleri 8 tanedir. (Yalın hal, İ hali, K hali, S hali, Şi hali, Şa hali, Şen hali, Ten hali)

2-İÇKESİMLER:
 
Yurdumuzda 93 Harbi olarak anılan 1897 Osmanlı-Rus savaşından sonra Türkiye’ye gelerek çeşitli yörelerde yerleşenlerin konuşmakta oldukları şive,bazı kelimelerin telaffuzu dışında HOPA-SARP şivesinin aynıdır.
 
- Birinci gruba ait bütün fiil çekimleri belli kurallara göre yapılabilmektedir.
- Bu gruptaki hiçbir Lazca kelimede “H” harfi kullanılmamaktadır (KO=HO dışında). H harfi kullanılan kelimeler ya Lazca değildir veya Lazcaya yerleşmiş kelimelerdir. Bu grupta (H) harfinin yerine (X) kullanılmaktadır.

İKİNCİ GRUP:
Bu grup da ikiye ayrılır.

1- ARHAVİ-FINDIKLI Şivesi:
Bu yörelerde ismin halleri, genelde birinci grupta olduğu gibi 8 tane, alfabe ise 37 harftir. (Q sesi kullanılmamaktadır.)

2-ARDEŞEN-PAZAR Şivesi:
Yer yer ismin halleri 5e kadar düşmektedir. (K, S ve ŞEN halleri yoktur)
İkinci grupta konuşulan şivelerin hiçbirinde, (Q)harfi ile ifade edilen ses kullanılmamaktadır. 37 sesten ibaret olan bu şivede (H) harfi de sadece işaret sıfatı ve işaret zamirlerinde yer almakta olup bazı yörelerde, “G ve Z`” harfleri de kullanılmamaktadır.
- İkinci grupta yapılan fiil çekimleri, geçmiş zamanda; (DO...REN=VE....İDİ ile DO....RT`U=VE....DİR ) yardımcı kelimelerinden istifade edilerek yapılmakta olup bu kelimeler; “DOREN ve DORT`U” şeklinde bitişik olarak kullanılmaktadır.
- Bu gruptaki gelecek zamana ait fiil çekimleri de o fiilin şart kipindeki çekimine; “RE” eki ulanarak yapılmaktadır.
- Bu gruptaki kelimeler, daha yumuşak ve yuvarlak bir şekilde konuşulmaktadır. Diğer bir deyişle, daha kolay konuşulması amacıyla Lazca dilinin erozyona uğradığını söylemek mümkündür. Zira, tüm Kafkas dillerinde ve Lazca'nın da içinde bulunduğu dil ailesinden olan Megrelce ve Gürcüce'de de yer aldığı gibi birinci grupta da konuşulmakta olan “Q” sesi bu grubun tamamından düşmüş olup, “H”sesinin de sadece işaret sıfatları ve zamirlerinde yer alması, bu harfin bu şiveye sonradan girdiğini göstermektedir
Kaynak: Lazimarktan Ayazlıya 2010 kıt. Derl:İbrahim Tuzcu
LAZ TARİHİNDE KISA KISA KRONOLOJİLER
M.Ö.12-11.yy.. Kolheti kültürünün oluşmaya başlaması( Kolheti kültür ve yönetim alanı,batıdaki Psov nehri , kuzeyde Kafkas sıradağları , doğuda Surami etekleri , güneyde ise Karadeniz’i izleyerek Trabzon’a kadar uzanıyordu) 
8.yy.: Kolh ve Kolheti’den Urartu yazıtlarında bahsedilmesi
7.yy:Grek kolonicilerin ,Trabzon Batumi , Poti , Sohumi , Pitsunda gibi ticaret merkezlerini doğu ve güney doğu Karadeniz’e de kurmaya başlamaları.
4.yy:Doğu ve güney Karadeniz’den ordusuyla geçen Ksenopon’un onbinlerin dönüşü Anabasis adlı eserinde yöre kavimleri hakkında bilgi vermesi.
3.yy:Rodoslu Apollonius’un Argonotika adlı eserinde Kolh ve Kolheti’den bahsetmesi
1.yüzyıl:Kolheti( Ergisi-Lazika)ve Kartli(İberya-Gürcistan) krallıkları arasında birbirleri üzerine egemenlik kurmayı amaçlayan sürekli savaşların yaşanmaya başlaması.Roma imparatorluğunun 66-67 de Albana’yı 65’de Kartli’yi 64-63’de Kolheti’yi ele geçirmesi
M.S .69-67: Milad’la birlikte Kolh yerine Laz olarak adlandırılan Lazların liderleri Anicetus önderliğinde önce Pontus krallığına sonrada Romalılara karşı bağımsızlık savaşı başlatmaları.Plinius’un ilk defa Laz etnik adıyla Lazlardan bahsetmesi , Doğu Karadeniz bölgesine Kafkasyadan gelen büyük Laz  göçünden tedirgin olan , Pontus Kralı 2. Polemon’un hükümetini Roma’ya teslim etmesi ve Roman’ın bir eyaleti haline gelmesi .
2.yy:Kolhetide Etno oluşumun tamamlanmasıyla birlikte , Lazika(Ergisi),Apsilla , Abasgia prensliklerin ortaya çıkması
3.yy:Romalıların Lazika , Abhazaların ve Gürcülerin Ergisi adını verdikleri krallığın güçlenmesi
4.yy:Roma imparatorluğu’nun ikiye bölünmesi Kolhetinin doğrudan mirasçısı olduğu çeşitli tarihi kaynaklarda belirtilir.Lazika’nın Apsilialıları , Abasgaları , Avanları yönetimi altına alması.
5.yy: Perslerin ve Bizanslıların aralarındaki amansız mücadelenin başlaması ve Kolheti coğrafyasına yönelmeleri.
465: Lazika da , Bizans karşıtı mücadelenin sona ermesi, Laz kralı Gubaz’ın tahtan indirilerek yerine Tsate’nin geçirilmesi , Abasgia’ların Lazika’dan ayrılarak , Lazlarla aynı statüde Bizans’a bağlanmaları.
6.yy: Svanların , Lazika’dan ayrılmaları , Lazika’nın sınırları daralarak , sadece etnik Lazlardan oluşan bir krallığa dönüştürülmesi.
523: Lazika’nın Hıristiyanlığı resmi din olarak benimsemesi , Lazika’da Hıristiyanlığın 1.yy’da Havari Endrü tarafından yayılmaya başlandığına inanılır.Perslerin kendilerine başkaldıran Kartli kralı Gurgen’in Lazika’ya sığınmasını bahane ederek Kolheti coğrafyasına saldırması
528:Lazika’ya yeni bir pers saldırısının olması
532:Persler ve Bizanslılar arasında , Lazika’ya ilişkin bir anlaşmanın imzalanması.
542-555 : Abhaz - Abazave Mergel-Laz halklarının yardım isteği üzerine Kolheti coğrafyasına Perslerin gelmesi ve Bizans’a karşı 13 yıl sürecek savaşların başlaması.Laz kralı Gubaz’ın katledilmesi , süren savaşlar sonucunda Lazika’nın persler ve Bizanslıların arasında pay edilmesi , Güney Kafkasya da ki coğrafyalarından Güney - Doğu Karadeniz’e büyük Laz göçlerin olması , Lazların , Lazika topraklarında kalanların Mergel , göç edenlerin Laz olarak adlandırılması , Lazların boşalttıkları yörelere Gürcülerin yerleşmesi ve Mergellerle Lazlar arasında ayrılmalar olması
622-629:Tüm şiddetiyle devam eden Pers-Bizans savaşlarında Mergel-Laz , Gürcüler , Abazaların yer alması
689:Lazika’nın etkinliğinin azalmaya başlaması
697:Abasgia’lılar ve Mergel-Lazlar’ın Bizans’tan bağımsızlıklarını ilan etmeleri ve Arapları , Kolheti coğrafyasına yardım için çağırmaları.Bölgenin 40 yıl Arap işgalinde kalması.
8.yy ve 7.yy’da güçlenmeye başlayan Abhazya prensliği’nin Lazikayı, Abhazya sınırlarına katması. Bu yüzyılda, Bizans yönetimi dışarıda Araplarla savaşmaktan, içerde ise isyanlarla uğraşmaktan yıprandığı için Abhazya prensi bunu fırsat bilip bağımsızlık ilan etti. Abhaz prensi Leon, 780’lerde sınırlarını Nikosia’dan Çoruh Irmağına, Karadeniz’den Surami sıradağlarına kadar genişletti. Bu krallığın sınırları içinde Abhaz-Abazalar, Mergel-Lazlar ve bölgeye sonradan yerleşen gürcüler yaşıyorlardı. Bugünkü Trabzon’un doğusundan başlayarak Çoruh’a kadar olan bölgede yaşayan Mergel-Lazlar Bizans yönetiminde kalmıştı. Abhazya krallığı, bugünün standartları içinde bir ulus devlet değil bir anlamda gönüllü birliğe dayanan bir yapıydı.
10.yy: Abhazya krallığı, en parlak dönemini bu yüzyılda yaşadı. Ermenistan krallığı ile Abhazya krallığı arasında günümüzde Doğu Gürcistan denilen, Gürcistan’a sahip olma mücadelesi başladı. 904’te Ermeni krallığı yıkılınca Gürcistan , Kahetya , Eretya ve Güney Kafkasya’nın tamamında Abhazya krallığı güçlendi.
1184:Gürcistan tarihinin yüz akı olan kraliçe Tamara’nın Güney Kafkasya Birleşik Krallığının başına geçmesi.Tamara’nın kraliyet unvanı , Abhaz , Ran , Kahet , Somet  kraliçesi idi.Mergel-Lazlar , Abhaz yönetiminde idi.Kraliçe Tamara bu coğrafyayı yönetmeye başladığında , Bizans en karışık dönemlerinden birini yaşıyordu.1204’de Latinlerin İstanbul’u işgal etmeleri. Bu tarihlerde Bizans’ın parçalanması , bu gelişmenin güney Kafkasyalıların için önemli rol oynaması.Güney Kafkasya Birleşik ordularının Paflongayı ele geçirmeleri ve Trabzon yöresine de Lazların yerleştirilmeleri.
1204: Kommenoslar Aleksios David’in Trabzon devleti kurması , yine aynı tarihte , 1461’e kadar yaşayacak olan Trabzon-Batum arasında Lazia Theması oluşturulması
13.yy:Moğol istilaları
14.yy:İkinci Moğol istilası
1451: 2.Mehmet , tahta çıkar çıkmaz Karadenizi bir Osmanlı gölü haline getirmek için doğu Karadeniz kıyılarına 50 kadırga göndererek Batümi ve Sohümi civarında etkinlik kurmaya çalışması
1453:İstanbul’un Osmanlıların eline geçmesi
1461: Osmanlıların, Trabzon krallığını ele geçirmesi
16.yy: Rusların Astırahan hanlığını ele geçirmeleri ve kendilerine hazar yolunun açılması
1519: Trabzon , Batumi’ninde dahil edilmesi ile ayrı bir eyalet haline getirilmesi
1580:Lazların bu tarihe kadar özerk bir yapıda yaşaması
1774: Osmanlı-Rus antlaşması ile Osmanlıların Kırım üzerindeki haklarını kaybetmesi
1783: Kırımın Rusların eline geçmesi , Rusların , Gürcü’lerle Georgievsk Antlaşmasını imzalamaması.Böylelikle Hıristiyan Otesya ile Hıristiyan Gürcü askeri yolunun açılması.Bu dönemde Gürcistan coğrafyada üç krallık bulunuyordu.Başkenti Tiflis olan Kartli krallığı kuzey doğuda Katehya krallığı ve batıda Kutayisi civarını elinde bulunduran İmeretya krallığı idi.Bu krallıklardan ilk iki tanesi İranlılar , sonuncusu da Osmanlılar tarafından denetleniyordu. Karadeniz kıyıları , adı geçen bu üç krallığın egemenlik alanı dışında idi. Kuzeyde ,Soçi-Sohumi arası Abhazya’ya Sohumi-Poti arası Mergelyaya , güneyde Poti-Batumi arası Guryaya aitti , bu üç prenslik , Osmanlıya haraçla bağlı idi.Güney – batıda Samstre ve Saatabego prenslikleri vardı bu prensler zamanla İslamiyeti benimsediler ve Osmanlıya doğrudan bağlı birer valilik haline geldiler
19.yy.Son Gürcü kralı ölürken , 1802’de yaptığı bir vasiyette krallığını Rusya’ya bırakması.1803 Demergelya , 1804’de İmeretya ve Gürya Rusların eline geçmesi , 1814-1817-1818-1821-1832-1834 de doğu ve güney-doğu Karadeniz’de Tuzcuoğlu isyanların yaşanması.
Kaynak: Lazimarktan Ayazlıya 2010 kıt. Derl:İbrahim Tuzcu
 
 
 
DÜZCE DEKİ LAZ LARIN BULUNDUĞU YERLER
 
AKÇAKOCA  : Döngellı,Edilli,Aktaş,Tahirli (%10),Göktepe,Nazımbey,Kalkın (%10),,Hasançavuş,Uğurlu,Kirazlı (%10)
BOĞAZİÇİ:…...Ballar,,Şekerpınar,Yazlık,Dokuzpınar,Çaylık,Yeşilköy,
KONURALP     Kabalak,Osmanca,Suncuk,,Düzköy,Yaka,Yayla
DÜZCE MERKEZ : Uğur,Küçükahmetler,Ballıca,Dağdibi,Dereli tütüncü
Kaynak; Akçakoca köyleri 2010 İbrahim Tuzcu kıt. Derleyen :İbrahim Tuzcu
 
DÜZCE MERKEZ ,İLÇE VE BELDE TOPLAM  NÜFUSLARI
DÜZCE            :335.156
AKÇAKOCA  :   38.354
KONURALP   :     5.849
BOĞAZİÇİ      :     2.895
LAZ LARIN BULUNDUĞU YERLERİN NÜFUSLARI
 
DÜZCE MERKEZ
Köy ve Mahalle          Nüfus
Ballıca                         1.011
Dağdibi                          274
Dereli tütüncü             2.135                 
Küçük Ahmetler            313
Uğur                               575
Not: Düzce nin 38 mahallesi 84 köyü vardır
AKÇAKOCA
Ayazlı mah.                 : 4.100
Osmaniye mah.            :
Aktaş                            :  147
Döngelli                       :  802
Edilli                            :  268
Göktepe                       :  170
Hasançavuş                 :   344
Kalkın                         :   402
Kirazlı                         :   228
Nazımbey                   .    132
Paşalar                        :    289
Tahirli                        :     145
Uğurlu                        :     719
Not .Akçakoca nın 8 mahallesi 43 köyü bulunmaktadır
KONURALP
Düzköy                        :   791                  
Kabalak                        :  967
Osmanca                      :   342
Suncuk                         :   383
Yayla                            :   529
Yaka                             :   581
 
Not. Konuralp beldesinin 25 köyü, 6 mahallesi vardır
 
BOĞAZİÇİ
Ballar                                :  
Çayırtarla
Dokuzpınar
Şekerpınar
Yazlık
Yeşilköy
 
Not : Boğaziçi beldesinin 6 mahallesi vardır
 
Kaynak; Akçakoca köyleri 2010 İbrahim Tuzcu kıt. Derleyen :İbrahim Tuzcu
 
LAZCA MANİLER
 
 
ÖİÛA BİRAPA

Buûücik topuri ikips, murik wüari moiğaps(muğaps),
Buûüuci ubecğaşi, murik timuşi ewazdups,
İsina mot öup, ixik pukiri moiğaps (komuğaps),
Pukirepe doüorobups, wiôuriş dudis eşiğaps(kaeşiğaps),
Gverdi muşişeni do gverditi çkimişeni oüoibğaps(koüibğaps).
KÜÇÜK ŞARKI
İşçi arı bal yapar, erkek arı su getirir,
İşçi arı bağırınca ,erkek arı gözünü kaldırır,
İsina’yı neden yakıyorsun, rüzgar çiçek getirir,
Çiçekleri toplar, gürgen’in tepesine çıkarır,
Yarısını kendisi için ve yarısınıda benim için biriktirir.
 
 
PUKİROBA(PURKİNORA)
Purkinora, wanaş mskvana,
Moxtimu skanik maxelinu!
Vowüer germas, vowüer qonas,
Bâirop ağani skidala.
Ncati gamiğu purcik buûüa,
Dopukires pukirepe.
İri üele goinpines,
Larde tipiş kilimepe.
 
İLKBAHAR
İlkbahar, yılın güzelliği,
Gelişin beni sevindirdi!
Bakıyorum ormana, bakıyorum tarlaya,
Görüyorum yani yaşantıyı,
Ağaçta çıkardı sürgün yaprak,
Açıverdiler çiçekler.
Her tarafa yayıldılar,
Gür otların kilimleri.
 
OGURUŞA
Hayde keyiselit, vigzalat,
Oguruşi diqu ora!
Supara çkini üayi viüitxat.
Raüanis keşaxtu mjora..
 
ÖĞRENMEYE
Haydi kalkın, gidelim,
Öğrenmenin oldu vakti!
Kitaplarımızı iyi okuyalım.
Tepeye çıktı güneş..
.
XALİDİ
Sorûi, sorûi Xalidi
Çxomis vorûi, nandidi.
Gaöopuri Xalidi?
Var maöopu nandidi.
Mu ôöüomaten Xalidi
Luqu ôöüomaten nandidi.
HALİT

Neredeydin, neredeydin Halit
Balıktaydım, büyükanne.
Tutabildin mi, Hailt
Tutamadım büyükanne.
Ne yiyeceğiz Halit
Lahana yiyeceğiz büyükanne.
 
BAĞİ
Mu oxelu ren, owüedit!
Baği çkinis uşkirepe,
Méxuli, mtxiri, qomurepe,
Tolepe çkini oxelapan,
Ek qurâeni mçxu toloni,
Ak porûoüali gomjoreri,
Mskvana muşi mowirapan.
BAĞ
Ne sevinçtir, bakın!
Bizim bağda elmalar,
Armut, fındık, erikler,
Gözlerimizi sevindiriyorlar,
Orada üzüm iri gözlü,
Burada portakal güneşli,
Güzelliğini gösteriyorlar
Kaynak: Lazuru net, Derl: İbrahim Tuzcu
MUTFAK EŞYALARI
Angepe - Mutfak Eşyaları
 
Çambre:
Çxvari, lazuûi, mdiüa onçxvaru şeni ixmarinen. Didi kfalepe oûaxinute çambre ixenen. Çambreşi doloxe mutu nçxvarenan-na kocobğaman do manganate ceçaman. Hişote  inçxvaren.
Darı, mısır ve buğday gibi tahılları kırıp ayıklamak için kullanılır. Büyük taşlar oyularak yapılır. İçine ayıklanacak tahıl konur ve mangana adı verilen büyük bir tokmakla dövülür. Böylece tahıl ayıklanmış olur.
 
 
Öuüali:
Didi na-onpe mca oüoğu şeni ixmarinen. Ar-ti cindo muşi na-uğun xiûite üremulişe celiben do cari iciben. 
İçinde süt biriktirilir. Ayrıca  üremuliye ( açık ateş üzerinde bulunan kanca) asılmak suretiyle içinde yemek pişirilen bakır kaptır.
 
 
Dreôani / Draôani / Xangami / Mangali :
Limxona do tipi oşüoru şeni ixmarinen. Dişüaşe xiûi uğun.
 
Eğrelti ve çayır biçmeye yarar. Tahtadan sapı vardır.
 
 
Dergi:
Leûaşe ixenen. Doloxemuşi ûuüşi cedgaman, petmezi işinaxaman. Wulu na-onpe puciyaği şeni on. ôici muşi demeûulate moyiüoren.
Topraktan yapılmış boy boy küplerdir. İçinde turşu kurulur, pekmez saklanır. Küçüklerine tereyağı konur. Ağız kısmı, eritilmiş balmumu içine batırılarak sertleştirilen ve adına Demeûula denen kalınca bir bezle bağlanır.
 
 
Dolonçaxaşe:
Dolonçaxaşe leûaşe na-ixenen ar dergi on. Mca onçaxu şeni ixmarinen. Ar doloni ora na-oüiğen mca  dolvobaman do nçaxuman. Cindo muşi, tudele üale ar mugvala na-uğun ar bigate ticin do titude montxute inçaxen. Haşote mcaşi cindo yaği iyen do yaği eyiöopasi-ti tani kodoskudun.
Bir hafta boyunca öuüalide biriktirilen süt topraktan yapılan  dolonçaxaşenin içine konur. Üst tarafındaki, ucunda tahta bir daire bulunan çubukla yukarı aşağı vurularak çalkalanır. Böylece yüzeyde yağ birikir. Yüzeydeki yağlar alınır, yağ alınınca kalanı ayran olur.
 
 
Gobi:
Sicaşi şeçerleme ikumûanşa ixmarinen. Şeçerite dido ora oşolu na-diöin şeni dişüaşi sağra vrosi on. Vana şeçeri, sağraşi ûanci eway do oşüomaleşa unûalay. Hamu-ti zara on.
Sicaşi şeçerleme yapılırken özellikle kullanılır. Şekerle çok uzun süre yoğrulması gerektiği için tahta kap iyidir. Aksi halde şeker kabın bakırını kaldırır ve yemeğe karışmış olur. Bu da zararlıdır.
 
 
Gresta:
Gresta büyük taşlar oyularak yapılır. Açık ateşe ters kapaklanıp kızarana kadar ısıtılır. Daha sonra grestanın boyutlarına göre küçük boyunda özellikle Kapça Ceöveri (ûaüimoni Kapçanın daha sulu kıvamda hazırlanıp Grestada pişirilen bir çeşidi) yapmak için kullanılır. Orta boyu Möüudi / Möüidi / Lazuûi Cari pişirmek için kullanılır. Büyük boyu ise Kovali / Mdiüa Cari pişirmek için uygundur. Yoğrulan Möüudi / Möüidi / Lazuûi Cari veya Kapça Ceöveri grestaya konur. Üzeri mşüeri (kumar ağacı) yaprakları ile örtülür. Üzerine köz konarak bir köşede grestanın ısısıyla pişmeye bırakılır. Kovali / Mdiüa caride ise  yoğrulan hamur tepsiye konur, tepsi Grestanın içine oturtulur. Üzerine sac ve sacın üzerine köz konularak Grestanın kendi ısısıyla pişmeye bırakılır.
 
 
Gudeli:
Méxuli, mbuli do oşkuri steri oşkomalepe owilu şeni ixmarinen. Tude muşi mwuli on. Himu şeni ncaşe ciyonamûanşa soti var ekvağen. Cindo ar xiûi kuğun.
Armut, kiraz ve elma gibi yemişleri toplamak için kullanılır. Alt kısmı sivridir. Bu sebeple ağaçtan indirirken bir yere takılmaz. Üst tarafında sapı vardır.
 
 
Xenöüeli:
Balucaği, lobca, oşkuri, méxuli steri oşkomalepe owilu şeni ixmarinen. Sum kuçxe na- uğunti, kuçxe na-var uğun-ti kon. Cindo muşi ar xiûi uğun.
Domates, fasulye, elma, armut gibi yiyecekleri toplamak için kullanılır. Üç ayaklı olanı da, ayaksız olanı da vardır. Üstte bir sapı vardır.
 
 
Xeşi msüibu:
Lazuûi omku şeni ixmarinen. Xete ikten.
 
Mısır öğütmek için kullanılır. El ile çevrilir.
 
 
Xiûoni ûağani:
Didi na-onpe ûaüimoni Kapça oûağanu şeni ixmarinen. Wulu na-onpe Minci, Muxlama oûağanu şeni ixmarienen. 
Büyük boyları Ûaüimoni Kapça için, küçük boyları Minci ve Muxlama gibi tavalamalar için kullanılır.
 
 
Karmaûe / Msüibu:
Lazuûi omku şeni ixmarinen. Warite ikten.
 
Mısır öğütmek için kullanılır. Suyla döner. ”Yarım metre genişliğindeki bir arkla derenin suyu oluğa (ğurni) kadar gelir. Oluk bir bayır üzerine kuruludur. Uzunlukları değişmekle birlikte beş metrenin altında değildir çoğunlukla. İç çapları kırk santim kadar olabilir. Suyun çıktığı noktada beş santim çapında yuvarlak “sôina” denen odundan yapılmış bir huni bulunur. Yukarıdan basınç yapan su “sôina”da sıkışarak daha güçlü bir basınçla çarka çarpar ve çarkı hızla döndürür. Çarkın ortasından değirmeninin içine uzanan demir ya da ahşap direğin ucunda işte o öğütücü taş vardır. Değirmen taşı (Karmaûe kva) adı verilen bu taşın çapı yarım metre kadardır. Altında yine düz ve yuvarlak sabit bir taş bulunur ki mısır taneleri bu iki taşın arasında sıkışarak öğütülür ve un dışarı atılır.
Değirmen taşı on santimlik bir kalınlıktan sonra dairesel yapısı bozulmadan daralır ve yaklaşık on santime kadar incelir. En tepede mısırın döküldüğü delik yer alır.
“Moconi” ya da “maydoni” adı verilen, mısırın aniden dökülmesini engelleyecek şekilde piramit gibi aşağıya doğru daralan ahşap kap tam değirmen taşının üzerinde yer alır. Mısır buraya dökülür. Piramidin daraldığı alt noktada “üaiüa” adı verilen, kayığa benzeyen, otuz santim uzunluğunda, on santim genişliğinde, uç kısmı değirmen taşı genişliği kadar daralan üstü açık ahşap bir kutu vardır. “üaiüa”nın ucu tanelerin biranda dökülmesini engelleyecek şekilde hafif yukarıya kalkıktır. Taşa dökülecek taneler burada birikir. “üaiüa”ya bağlı olan ve dönen taşa değen “ûoüûoüoro” taşın hareketini buraya aktararak titreşim yaratır ve azar azar tanelerin değirmen taşına dökülmesini sağlar.
“üaiüa” bir iple üstündeki moconiye bağlıdır. İpin ucunda irice bir taş bulunur. üaiüa’nın deliğe yakınlığı bu taşla dengelenir.
Ayrıca öğütülen unun kalınlığını ayarlamakta kullanılan “Edanâaşe” denen mekanizma, dönen kısmın yüzeydeki taşla arasında kalan mesafeyi ayarlayarak unun istenen irilikte öğütülmesini sağlar. Öğütülen un değirmen taşının etrafını çevreleyen alana dökülür.
 
 
Karmaûe nçaxi:
Karmaûeşi tudele üale, wari na-oktay nçaxi on. Him iktasi karmaûe kva-ti itken. Hişote karmaûe içalişay.
 
Değirmenin alt kısmında, suyun çevirdiği çarktır. O döndüğünde değirmen taşı da döner ve böylelikle değirmen çalışır.
 
 
üalati:
Ûiüinaşi didi on. Nçai do ntxiri otoru şeni ixmarinen.
 
“ûiüina” nın büyüğüdür. Çay ve fındık taşımak için kullanılır.
 
 
üoôali:
Petmezi ixenerûaşa urâeni, m3xuli do xurma steri oşüomalepe onwilaxu şeni oşüomalepe oöinaxu koceduman do üoôali te ceçaman. Dişüaşe ixenen. Ozaşe nungvay mara daha mçxu on.
 
Pekmez yapılırken, üzüm, armut yada hurma gibi meyvelerin suyunu çıkarmak için “oöinaxu” denilen tahtadan yapılan araca meyveler konularak, üoôali ile vurulur. üoôali tahtadan yapılır. “Ozaşe”ye benzer fakat daha kalındır.
 
 
Üremuli:
Eveli lazepeşi oxori, oxomonduli (oxoşüaguri) sva ar daçxuri iyerûu. Üremuli, daçxurişi cindo na-celiben ar üuüari on. Üremulişe öuüali celiberûu do cari hey iciberûu.
Eskiden laz evlerinde zemini toprak olan, hem salon hem de mutfak olarak kullanılan oxomonduli adı verilen bir bölüm olurdu. Oxomondulide bir açık ateş ve açık ateşin üzerinde de üremuli asılırdı. Üremuliye öuüali asılır ve yemek orda pişirilirdi.
 
 
Üuüari:
Ntxiri wilamûanşa na-var eyinöuşinen ülemape üuüarite moyizden.
Fındık toplanırken erişilemiyen dallar üuüari adı verilen ucu kıvrık ağaç dalıyla çekilir.
 
 
Üuüma – Üuümina:
Wari otoru şeni, üremulişe üowoberi do kuzinaşi cindo wari oûu3anu şeni ixmarinen. Didi na-onpe üuüma, wulu na-onpe üuümina onan. Baüirişe ixenen.
Su taşımak için, üremuliden asılı olarak ve kuzinanın üzerinde su ısıtmak için kullanılır. Büyük boyu üuüma, küçük boyu üuüminadır. Bakırdan yapılır.
 
 
Üuzepe – Üoôape:
Eveli üuzepe do koôape dişüaşi do baüirişi iyerûu. Dido-muşi, dişüaşi ixmarûey. Üoôa, oşüomalepe öuüalişe sağanişa cedu şeni ixmarinen.
Eskiden kaşık ve kepçeler tahtadan ve bakırdan olurdu. Daha çok tahtadan olanlar kullanılırdı. Üoôa yemekleri öuüaliden tabağa aktarmak için kullanılır.
 
 
Mosaüali:
Méxuli do oşkuri steri oşkomalepe owilu şeni ixmarinen. Na-var eyinöuşinen ülemapeşa mosaüalite eyunöişinen do iwilen. Mbelaşe vana mosaşe ar torba na-uğun gunâe ar biga on.
Armut ve elma gibi yemişleri toplarken uzanılmayacak kadar uzaktaki dallardaki meyveler mosaüali yardımıyla toplanır. Ucunda bezden bir torba ya da bir ağ bulunan uzunca bir sopadır.
 
 
Muxlamaşi ûağani:
Muxlama ikumûanşa ixmarinen tağanepe onan. Baüirişe ixenen.
Muxlama yapılırken kullanılan tavalardır. Bakırdan yapılır.
 
 
Ndula:
Leûaşe na-ixenen üvanwa on.
Topraktan yapılan testidir.
 
 
Oöinaxu:
Petmezi oxenu şeni, urâeni, m3xuli do xurma steri oşüomalepe na-inwilaxen sva on. Dişüaşe ixenen.
 
Pekmez yapmak için, üzüm, armut ve xurma gibi meyvelerin suyunu çıkarmak için konduğu tahtadan araçtır.
 
 
Onçaxule:
Dolonçaxaşe steri mca onçaxu şeni ixmarinen. Leûaşe na-ixenen dergi ar xiûi uğun. Himute oxinüanen do inçaxen. Ôici muşi demeûulate moyiüoren do mca gale var niyoren. Ar doloni ora na-oüiğen mca  dolvobaman do nçaxuman. Haşote mcaşi cindo yaği iyen do yaği eyiöopasi-ti tani kodoskudun.
Dolonöaxaşe  ile aynı işlevi görür. Bunda küp kulpundan tutularak ileri geri çalkalanır. Ağız kısmına eritilmiş balmumu içine batırılarak sertleştirilen ve adına Demeûula denen kalınca bir bez bağlanır. Bir hafta süreyle biriktirilen süt konur ve çalkalanır. Böylece sütün yüzeyinde yağ birikir, yağ alındığında ise geriye ayran kalır.
 
 
Onéore /  Onéiru:
Dişkaşe do naylonişi mosaşe ixenen, mçveri onéoru şeni ixmarinen.
Tahta ve plastik bir ağdan yapılır, un elemek için kullanılan elektir.
 
 
Onwore:
Baüirişe ixenen do üaüaloni oşkomalepe onworu şeni ixmarinen.
Bakırdan yapılır ve taneli yiyecekleri süzmek için kullanılan süzgeçtir.
 
 
Onwure:
Ntxiri do urâeni steri oşkomalepe owilu şeni ixmarinen. Ncaşi éeplate işven.
Fındık ve üzüm gibi yemişleri toplamak için kullanılır. Ağaç kabuğundan örülür.
 
 
Ozaşe:
Lu-zeri ikumûanşa na-iciben lu ozaşete izliôen. Dişkaşe ixenen. Xiûi muşişe diüaçen do öuüali na-iciben lu vrosi dizliôen.
Lu zeri pişirilirken öuüalide pişen lahana, ozaşe ile iyice ezilir. Tahtadan yapılır.
 
 
Ozumaşe:
Ntxiri, nezi, lazuûi steri üaüaloni oşkomalepe ozumu şeni ixmarinen.
Fındık, ceviz, mısır gibi taneli tahılları ölçmek için kullanılır.
 
 
Parçina:
Baüirişe na-ixenen üvanwa on. Puci onövalu şeni-ti ixmarinen.
Bir çeşit bakır sürahidir. Süt sağmak için de kullanılır.
 
 
Sağani:
Cari na-işkomen baüirişi angepe on.
Yemek yenen bakır kaptır.
 
 
Sağra:
Cari oşolu şeni ixmarinen. Baüirişe ixenen. 
Ekmek yoğrulan bakır teknedir.
 
 
Sicaşi Tepsi:
Baklava do Paponi şeni ixmarinen. Cur xiûi uğun. öanda ora noğamisaşi oxorişe sicaşa baklava na-iğen tepsi on.
Baklava ve Paponi için kullanılır. Normal baklava tepsisinden farkı iki ucunda bulunan tutacaklarıdır. Bu tepsinin özelliği düğünlerde kız evinden enişteye götürülen baklavanın tepsisi oluşudur.
 
 
Sini:
Üulinaşi cindo sini goidven, üulepe dixunen do cari işüomen.
Üulina ( küçük arkalıksız iskemle) üzerine konulan Sini yemek masası olarak kullanılır. Etrafına üuliler (iskemleler) dizilerek oturulur.
 
 
Siviöi
Luşi fide dvorgamûanşa siviçi´te leûa dolonöoruman do hişote dvolorgaman.
Karalahana fidesi dikmek için siviç´i ile toprakta delik açılır ve fide içine dikilir.
 
Tencere:
Oşkomalepe eveli baüiri tencerepete iciberûu.
Yemekler eskiden bakır tencerelerde pişirilirdi.
 
 
Ûepuri:
Ûepuri -ti sini steri cari oşüomu do arti  maüarina oşüoru şeni ixmarinen. Dişüaşe ixenen.
Ûepuri de sini gibi yemek yemek için kullanılır. Aynı zamanda makarna kesmek için de kullanılır. Tahtadan yapılır.
 
 
Ûiüina:
Nçai do ntxiri otoru şeni ixmarinen. Noğaşa gzalineri na cilerûu orape oxorzalepe na-iyindrey dorûun mutxanepe opuûeşa ûiüinate eşkiğamûey.
Sırtta taşınan bir çeşit sepet. Çay, fındık taşıma işlerinde kullanılır. Çarşıya yürüyerek inilen dönemlerde kadınlar satın aldıkları şeyleri bu sepetlerle köye çıkarırlardı.
Kaynak: Lazimarktan Ayazlıya 2010 Derl: İbrahim Tuzcu  
 
 
 
 
 
 
 
 
RESİM ALBÜMÜ
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
DÜZCE
 
 
 
 
 
 
 
 
AKÇAKOCA
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
KONURALP BELEDİYESİ
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
BOĞAZİÇİ BELDESİ
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
AYAZLI MAHALLESİ
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
AKÇAKOCA OSMANİYE MAHALLESİ
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
AKÇAKOCA AKTAŞ KÖYÜ
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
AKÇAKOCA DÖNGELLİ KÖYÜ
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
AKÇAKOCA EDİLLİ KÖYÜ
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
AKÇAKOCA GÖKTEPE KÖYÜ
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
AKÇAKOCA HASANÇAVUŞ KÖYÜ
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
AKÇAKOCA KALKIN KÖYÜ
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
AKÇAKOCA NAZIMBEY KÖYÜ
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
AKÇAKOCA KİRAZLI KÖYÜ
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
AKÇAKOCA PAŞALAR KÖYÜ
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
AKÇAKOCA UĞURLU KÖYÜ
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
AKÇAKOCA TAHİRLİ KÖYÜ
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
KONURALP
 
 
 
 
 
 
 
KONURAPL SUNCUK KÖYÜ
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
KONURAPL YAKA KÖYÜ
 
 
 
 
 
 
 
KONURALP                                                                                            
                                     
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
BOĞAZİÇİ YAZLIK
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
BOĞAZİÇİ ŞEKERPINAR
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
BOĞAZİÇİ DOKUZPINAR
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
BOĞAZİÇİ BALLAR
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
BOĞAZİÇİ ÇAYLIK
 

İBRAHİM TUZCU WEB SİTESİ KURULUŞ:09.09.2017
SİTEYİ KURAN ve DÜZENLEYEN: MEHMET GÜVEN
EĞER TELİF HAKKININ İHLAL EDİLDİĞİNİ DÜŞÜNÜYORSANIZ LÜTFEN İLETİŞİMDEN BİZE YAZINIZ.



Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol