Akçakoca Köyleri 1

İBRAHİM TUZCU KİMDİR

1956 yılında Akçakoca Ayazlı mahallesinde dünyaya geldim. İlkokulu Ayazlı Barbaros, ortaokulu ve liseyi Akçakoca da Sanat endüstrisini Karadeniz Ereğli’de tamamladım.1973 yılında Erdemir e girdim. Çeşitli kademelerde çalışıp,2000 yılında emekli oldum. Sporu çok sevdiğimden Akçakoca İdmanyurdu, Akçakocaspor, Yeni Akçakocaspor, Düzcesporda yöneticilik yaptıktan sonra Ayazlı Tersanesporu kurduktan sonra,. Antaş idmanyurdunun kurulmasında çok emeğim olmuştur. Bolu merkez hakem komitesinde 3 yıl görev aldım. Düzce’de de 2 yıl saha komiserliğini yaptım,Yine Düzcesporda 3 yıl yöneticilik yaptım. Ayrıca Çuhallı çarşısı koruma ve güzelleştirme derneğinin kurulmasında öncülük yaptım. Akçakoca, Ayazlı, Akçakoca köyleri ile ilgili kitaplar hazırladım, evli iki erkek çocuğum vardır.azda olsa Fransızca bilmek teyim.Akçakoca ve Ayazlı mah. Aşığım.

 

GİRİŞ.

Aşığı olduğum Akçakoca nın 43 köyünü her yönü ile incelemek istedim. Bu nedenle bu kitap tarihi bir coğrafya kitabıdır.Bu kitap içinde yaşadığımız bizlerin, atalarımızın yaptığı mücadelenin hikayesini anlatan ve örf adetlerini içine alan gelecekteki araştırmacılara ışık tutacak belirli başlangıç noktalarını belirleyen bir çalışmayı içermektedir. Akçakoca’nın güzel şirin köylerinin, coğrafiyasın,dan, kültüründen, geleneklerinden, ekonomik potansiyeline kadar bir kitapta anlatmak mümkün değildir bu kitabın bir amacıda daha kapsamlı çalışma yapmak isteyenlere bir alt yapı oluşturmak ve yazı kültürümüzün gelişmesine katkıda bulunmaktadır, bölgemizin güzelliklerini paylaşmak, tanıtmak bir görev bildiğim için bir girişimim den dolayı çok mutluyum 8 yıldır yaptığım araştırmalarım neticesinde bana yardımları dokunan herkese  teşekkür etmek istiyorum.1085 yılından Selçukluların Akçakoca’da bazı köylerin kurmasıyla bugüne dek yaşanan bütün olayları incelemeye almam beni mutlu kılmıştır lakin bir çınar için toprak altındaki kökleri ne ise ve bu kökler kurudukça çınar nasıl kurumaya başlarsa bu millet içinde tarih odur, tarihini bilen millet sağlam çınar gibidir. Zamanla eski adet ve geleneklerini unutan yaşayış tarzını unutan, tarihini bilmeyen ecdadının ne yaptığını bilmeyen bir millet kendini ayakta tutan köklerden bir kaçını kurutmuş demektir tarih okuyarak onu sulamak lazımdır.Kitabın hazırlanışı 8 yıl sürmüştür. Kitabın hazırlanmasında bana katkıları olan oğlum Emrah Tuzcu ,, Doç.Zeynel Özlü ,Kenan Okan , Uğurlu Köyünden Hakkı Erdoğan ,Mustafa Kocadon,Şükrü Dönmez büyüklerime,Akçakoca kaymakamlığına,Düzce ünivertsıtesıne ,Akçakoca belediyesine,değerli bütün köy muhtarlarına,duyarlı halkıma teşekkür ederim .Benim yapmak istediğim olay Akçakoca nın  geçmiş insanlarına olan borcumuzu ödemeye çalışmaktan başka bir şey değildir.Onlar ki bizim bu günlere gelmemize sebep olmuşlardır.Unutulmamalıdır ki bilgi ve sevgi paylaştıkça çoğalır.Akçakoca ismi daima yaşandıkça yaşatılacaktır.

İBRAHİM TUZCU

 

 

AKÇAKOCA GENEL TARİHİ YAPISI

 

Akçakoca’nın 1934 yılından önceki adı AKÇAŞEHİR’ idi. Bu nedenle tarihi kaynaklarda Akçakoca adı yerine Akça şar, Akça şehir adı geçmektedir. Türklerin bu bölgeye yerleşmesinden çok önceki dönemlerde de bu kasaba Bolu’nun bir iskelesi olarak vardı. Kara ulaştırmasının çok güç şartlarda yapıldığı bir dönemde deniz ulaştırması büyük önem taşıyordu ve ulaştırma deniz yoluyla gerçekleştiriliyordu. Bu nedenle de o dönemlerden yakın dönemlere kadar Akçakocalıların en büyük geçim kaynağı deniz ulaştırmacılığı idi.
Akçakoca’nın tarih öncesi çağlarına ait dönemdeki yapılan çalışmalar: mevcut bilgilerin yetersiz oluşu nedeni ile tam olarak bilinmemektedir. Hitit dönemine ait bilgilerde yetersizdir. Bu nedenle bu dönemler hep karanlıkta kalmıştır. İncelediğimiz kaynaklar, Akçakoca ve çevresi ile ilgili tarihi hep Bithynialar ile başlatılmaktadır. Tarih süreci içinde Bolu ve çevresi ve Akçakoca’da Romalıların, Bizanslıların, Selçukluların ve Osmanlıların eserlerine rastlamaktayız. Bu, eserlerin, bazıları, günümüze, kadar, gelmiştir. Tarihte Trake Boğazı denilen İstanbul Boğazı’nın doğusu Anadolu Trakya sı olarak bilinmektedir. Bolu, Anadolu Trakyası’nın doğusunda yer almaktadır. Bu bölgeye, yerleşen kafilelere oranla Bebrisya ve Bitinya adları verildiği gibi, Bolu çevresi ve Kuzey- Batı Anadolu’ya Bithynia denmektedir. Bolu’nun en eski adı Bitinyum idi. Daha sonraki dönemlerde Bitinyum adı Kladyopolis (Cloudiopolis),olarak, değişmiştir. Genellikle Bitinya’nın deniz kıyılarında yerleşmeyi tercih eden Bebrislerin, Bitin yen’lerden olmadığı bilinmektedir. Ünlü ozan Homores’un Truva savaşlarını anlatan destanlarında Bebrislerden hiç söz etmemesi de Bebrislerin Trake kökenli olmadıklarının bir kanıtı sayılır. Önceleri Çanakkale çevresinde krallık kuran Bebrisler Karadeniz’de Akçakoca ve Karadeniz Ereğlisi çevresinde yerleşmişlerdir. Bebris’ler bir Firik boyudur. Bitinya krallığının kurucusu Bias’tır. Bias’ın ölümü üzerine Zipitis, Bitinya’nın ikinci kralı oldu. Bu dönemde Karadeniz Ereğli’sinin adı Herakleia’dır. Herakleia, krallıkla yönetiliyordu. Bitin yalılara karşı düşmanca davranıyorlardı. Zipitis M.Ö. 298–297 yıllarında Herakleia üzerine yürüdü ve Herakleia’yı zapt etti. Bu dönemde Akçakoca ve çevresi ormanlarla kaplı bir yerdi. Halk göçebe bir düzen içinde derme çatma kulübe ve çadırlarda yaşıyorlardı. Bu bölge, daha uygar bir düzen kuran Bitinyalılar için cazip görünüyordu. Zipitis, doğa olanaklarından yana zengin, insan emeğinden yana fakir olan bu geniş alanda kendi adına bir şehir kurdu. Dia veya Diapolis adları, Akçakoca’nın bilinen en eski adıdır. Diapolis, Zeüs’ün kenti anlamına da gelmektedir. Dia, Grekçe ve Latincede “arasından ayırmak” ya da “iki parçaya ayırmak” anlamlarına gelmektedir. Akça sözcüğünün ışıkla ilgisi vardır. Pisidya tarihi ile ilgili kaynaklarda ve rastlanan Pisidya haritalarında Dia veya Diapolis adları yer almaktadır. Bir başka kaynağa göre ise Akçakoca’nın ilk adı Tospolis idi. Şarl Teksiye’nin Küçük Asya adlı kitabında Akçaşehir’in adı Tospolis olarak geçmektedir.
Makedonya kralı Büyük İskender, İran hükümdarı III. Dara’ya karşı Asya seferini açtığı zaman, Bitinyalılar
savaş halinde idi. (Bolu Salnamesi, 1338, s.224) Bitinyaya bağlı Akçakoca ile Ereğli arası devamlı savaşların yapıldığı bir bölgedir. Bölge daha sonra Büyük İskender’in himayesine girdi. İskender’in Babilde ölmesi üzerine, bölge önce komutanlarından Antigon’un ve daha sonra da Lazirmark’ın eline geçti. Sezar, Pontos’u zapt ederek, Roma, İmparatorluğuna, kattı. Böylece Bitinya, Romalıların Anadolu’daki beş eyaletinden biri oldu. Roma İmparatorluğu M.S. 395 yılında ikiye ayrılınca Akçakoca bölgesi, merkezi, İstanbul olan, Doğu, Roma, İmparatorluğuna, katıldı. Akçakoca, Bizans döneminde Arap akınlarına uğradı. Halife Velid döneminde (705–714) Emeviler ikinci halifesi ve ilk İslâm parasını basan Birinci halife Abdül Melik bin Mervan’ın (685/705 oğlu) Karadeniz Ereğlisi’ni ve Amasra ‘yı yakıp yıktı. Mutamsım (833–842) zamanında, hassa ordusu, Türklerden kurulmuştu. Mütevekkil (847–861); Abbasilerin 10. Halifesi zamanında, Arap askerleri terhis edildi. Halife ordusu yalnız Türklerden ibaret kaldı. Bu dönemde Türkler, halife adına Abbasi Saltanatını yönetiyordu. Böylelikle Anadolu’da Türklerin eline geçmiş bulunuyordu. Bunlar Anadolu’ya fatih olarak değil, halife askeri sıfatıyla gelmişlerdi. Görünüşte halifeye bağlı, ama gerçekte bağımsız idiler. Hemen her sene gazaya çıkarlar, Anadolu’ya akın ederler, Bizans hücum ederler bir veya birkaç şehir alırlardı. Profesör Mükrimin Halil Yinanç derki; “Anadolu’da bunların akınına uğramayan hemen hiçbir şehir yoktur.” Yaklaşık iki buçuk üç asır süren bu “Gaza ve Cihad” devri, Bizanssın temeli sayılan Anadolu’daki şehirlerin yıkılmasına ve servetlerin mahvına neden oldu. Bu Türk akınları XI yüzyılda doğudan gelecek olan Türk fatihlerinin, Anadolu’da ki fetihlerini kolaylaştırmıştır. Bolu ve Düzce bölgesi de huduttaki, uç eyalet gazileri tarafından istilaya uğramıştı. Oğuzların, Binansa karşı yaptıkları akınlar on birinci yüzyılda (1019) başladı 1079 yılına kadar sürdü. 1071’de Alpaslan’a yenilen Bizanslılar Anadolu’yu terk etti ve Anadolu’da Selçuklu Devleti kuruldu. Kutulmuş oğlu Süleyman Bolu ve bölgesini zapt etti. Büyük Selçuk Sultanı Melikşah ile kıymetli veziri Nizamülmülk Anadolu’yu Türkmenlere yurt olarak göstermiş; Türkmen boyları Anadolu’nun her tarafına yayılmışlardı. Anadolu’ya gelen göçmenlerin miktarı yaklaşık yerli halk kadardı. Günümüzde ilçe, bucak ve köy isimleri Türkmenlerin,ulus,,boy,,oymak,isimlerini,saklamaktadır.” Prof. Dr. Vecdi Emiroğlu’nun “Bolu Yöresi Yer Adları” adlı araştırmasında şu ifadeler yer almaktadır. “11.yy. dan dan itibaren Anadolu’ya doğudan gelip yerleşen Türkler bu yerlere yeni adlar verirlerken bunların bir kısmını da eski şekliyle kullanmaya devam ettikleri veya dillerine uygun hale sokarak adlandırıldıkları görülmektedir. Bolu (Cloudiopolis), Mudurnu (Modrenae), Düzce (Dusea pros Olympum) vb.” Yörede özellikle öz Türkçe adlar Oğuz Türkleriyle verilmeye başlamış ve Osmanlıların, yükseliş, dönemine, dek,(1450)sürmüştür. Enver Konukçunun “Köroğlu’nun Yaşadığı Asırda Bolu’nun Siyasi Durumu XVI-XIII. Yüzyıllar, Ankara 1983 s
adlı araştırmasında, şu, ifadeler, yer, almaktadır.“Bolu Kuzey-Batı Anadolu’nun eski ve önemli yerleşme merkezlerinden biri idi. Bizans devrindeki Klaudiopolis’in son kısmındaki polis (şehir) den halk arasında Bolı, Bolı ve Bolu diye söylenmiştir.
Mesut’un Ankara Meliki olmasından az önce II. Kılıç Aslan (1155–1192)’in Selçuklu kuvvetleri, 1177’de bu kale önlerinde görünerek kısa müddet kuşatmışlardı. Ancak Mycrikephalon Meydan Savaşı mağlubu Manuel Komnenos burada kendi şerefini iade edecek küçük bir başarı kazanabilmişti. Melik Mesut Bolu’nun doğusunda yeni fetihlerde bulunmuş Kastamonu Bölgesini ve Safranbolu’yu kuşatarak ele geçirmiş ve Türk göçmenlerini iskân ettirmiştir. Gerede, Mengen, Köroğlu Dağları ve Bolu çevresi Oğuz kabileleri birliğine dâhil birçok Türkmen gruplarının yeni vatanı olurken, Mudurnu istikametinden de Sakarya vadisine doğru, yayılışları, görülmektedir.
Selçuklu zamanında 1202 yılında Selçuklu beyliği sona erdiğinde, Moğol istilası öncesi Kastamonu ve yöresinde Oğuzların kıyı boyundan olan Çoban oğulları’ndan Hüsamettin Çobanoğlu 1227 yılında kendi adını taşıyan beyliğini kurdu, ama Moğollar Çoban oğulları’na da el koyar, bu arada Candaroğulları’ndan Süleyman paşa ani baskın sonucunda Çobanoğlu son hükümdarı olan Mahmut beyi öldürür 1322 yılında Sinop’u da alarak yurtlarını genişletirler, Ceneviz ve Venediklilerle dost olurlar deniz ticareti yaparlar bu arada Akçakoca’daki Cenevizlilerle dostluklar kurarlar bunun neticesinde buraya gelip kalanlar olmuştur ayrıca Moğol istilasından bıkan bu obaların bir kısmı Akçakoca’ya gelir.1243 yılında Moğollar Sivas’ça Kösedağ harbinde Moğol kumandanı Baycu’ya yenilen Selçuklu kumandan Mesut tabalardan Bozok kolundan üçok obaları Akçakoca’ya gelmesiyle bazı köyler kurmuşlardır. Akçakoca’ya gelir, Aftuni sulfa, Aftuni ulvayı kurarlar buralar birer divandır divan demek toplanan biriken yer demektir. Bu Selçuklu obaları Kastamonu da 100.000 Çortlan dağında 30.000 kişi savaşlardan bıktıkları için batıya göç ederler, Çobanoğluları obaları 1309 yılında yok olmuştur. Selçuklu Devletinin yıkılmasından sonra Umur Hanlılar bu bölgeye hâkim oldular. Osmanlı ve Candar Beylikleri arasında kalan Umur Hanlıların yerini, Göynük, Bolu ve Gerede’de küçük beyler almışlardır ki, bunların askeri kuvvetleri 3000 – 5000,atlıyı, geçmiyordu. Anadolu’ya oranla Bolu yöresinde Oğuz boylarına ait yer adlarının oldukça fazla olduğu görülmektedir. Akçakoca’da Kınık ve yer adı olarak Yörük Yatağı Tepesi buna örnektir. Kınık adı ile 46 yerleşme bilinmektedir. Bunun 6 tanesine (0/0 13’ü) Bolu, yöresinde, rastlanmaktadır.”Bir başka kaynağa göre Akçakoca’ya Selçuklu Türkleri gelerek yerleşmeye ve köyler kurmaya başlamışlardı. İlk gelenlerin koçar Bey ve onun yakınları olduğunu söylemektedir. Koçar Beyin yerleştiği yer bugünkü koçar köyüdür. Selçuk kollarının orman bölgesinde kurdukları köyler şunlardır; Gökçe eli, Doğancılar, Beyören, Balatlı, Kınık, Ketmenli, Kepenç, Göktepe, Keramettin, Kapkirli ve Cumayeri vb
Cevdet Türk kaya’nın “Osmanlı İmparatorluğunda Oymak, Aşiret ve Cemaatler-İstanbul, ,adlı, eserinde: Kerameddinler bugünkü Akçakoca’ya yerleşmişlerdir. Denizden görünüşü beyaz olduğu için Kerameddinler buraya Akçaşar veya Akçaşehir adını vermişlerdir. Keramettin (Kazanın Merkezi); Akçaşehir’i, Bolu kazası (Bolu sancağı) olarak belirtilmekte, halkının yörükan tarifesinden olduğu (s. 507) ve Keramettinin mezarının ise, Orhan Gazi İlkokulunun
yakınında ve yolun sağında olduğu ifadesi yer almaktadır.
Osmanlılar batıdan doğuya doğru ilerledikçe şehir isimleri de değiştirildi. Dia/Diospolis, Akçaşehir ya da Akkent adını aldı. Bu sahil kasabasının ilk sakinleri Kerameddinlilerdir
Aynı şekilde Tahirli, Arabacılar, Fadıllar,( munkariz oldu) Kınık köyleri halkının da Yörük olduğu belirtilmektedir. Kınık, için, aynen, şu, ifadeler, yer, almaktadır.“Adana, Hama, Hums, Ankara, Aksaray, Konya, Karaman, Kütahya ve Çorum sancakları, Koçhisar kazası (Kengir sancağı), On iki Divan kazası (Bolu sancağı) Edirne kazası (Paşa sancağı), Çorlu kazası (Vize sancağı), Tekfur dağ kazası (Çimen sancağı) Türkmen yörükan taifesindendir. Kara koyun aşiretinden olan. Kınık, cemaati, Adana’da, kışlardı.(s.517)Halk arasında yaygın olarak kullanılan Manav Türkleri hakkında yaptığımız incelemede; Manavların; İçel sancağı, Anamur kazası (İçel sancağı), Manisa kazası (Saruhan sancağı) Düşenbe kazası (Ala iye sancağı) yörelerindeki yörükan taifesidir. Yörük deyimi; iyi ve çabuk yürüyen, göçebe, (Anadolu’da çadırda oturana) Türkmenler, bir yerde yerleşmeyen göçebe halkı anlamına kullanılmaktadır. Dördüncü Haçlı Ordusunun çoğu Fransızdır. Venedik gemileri ile Venedik’ten hareket ettiler. İstanbul’a gelerek konakladılar. O sırada Bizans’ta yine post kavgaları devam ediyordu. Haçlılar bu nedenle İstanbul’a davet edilmişlerdi. Cenevizler şehrin güzelliğine dayanamadılar ve İstanbul’u zapt ettiler. (MS 1204) Latin İmparatorluğunu kurdular. (1204–1261)Dördüncü Haçlı Seferi sırasında Karadeniz kıyılarında Cenevizliler müstemlekeler kurmuşlardı. Ticaret merkezlerini elde ederek limanlardan sahile doğru yayılmışlardır. Karadeniz sahilinde bulunan Ereğli ile Amasra ve havalisi Cenevizlilerin eline geçti. Gebe kilise (Aktaş), Kızılca kilise (Nazımbey) köylerinin bulunduğu arazi ile Ceneviz kalesi ve çevresinde bağcılık ve çiftçilikle geçinen Hıristiyan halk bulunuyordu. 1167- 1185 Yıllarında Ceneviz kalesi civarında kurulmuş olan Bizans köylerini buraya daha sonra gelen Selçuklu obaları tarafından yağma ve talan edilince buradaki Hıristiyan halkı imparatora şikâyet ederler, imparator bunun üzerine Romanya Dobruca’daki Gagavuz Türklerin silahşör oba Türklerini buralara getirip yerleştirir. Selçuklular daha sonra kaynaşırlar, bu arada da bu yağma ve talanlar sona erer. Selçuklular Moğol istilası karşısında yenilince (1227–1330) göçebe Türkler Moğollara karşı devamlı isyan etmeye başladılar ve beylikler kurmaya başladılar. Bolu’da Bolu Beyliği, Söğütte Osman oğulları bulunuyordu. Osman Bey, Bizans hududunda üç tane uç beylik kurdu. Kara Denize doğru olan yerlere Konuralp’i İzmit ve havalisine Akçakoca’yı İznik’e, Samsa Çavuşu uçbeyi seçti. Ancak Bitinye Bölgesinde bulunan şehirlerin alınması işi Orhan zamanında tamamlanabilmiştir. Orhan Bey tahta geçince İzmit havalisine, Konuralp’i Gerede nahiyesi, Akbaş Mahmut’u Karadeniz sahiline, Gazi Abdurramanı Yalova ve Gemlik bölgesinde görevlendirdi. Orhan Bey’in Akçakoca Bölgesine geldiği ve Göçürler köyünde Baki Çelebi’de ve Kepenç Köyünde Çavuşoğlu’nun evinde misafir kaldığı söylenir. (1323) Zaman içinde küçülen ve 17 hane kalan Göçürler Köyü bugünkü Ayazlı Mahallesi civarında idi. 1891 yılında, dağılmıştır. Akçakoca’nın Osmanlılar tarafından zapt edildiğine dair bir belgeye rastlanmamıştır. Akçakoca Beyin Akçakoca’yı zapt ettiğine dair bilgi yoktur. Bazı yazarlara göre, zaten Yörük olan Akçakoca yöresi kendiliğinden Osmanlılarla birleşmiştir. Bu görüşü destekleyen, bazı, kanıtlardan, söz,edelim1. 1337/1923 tarihli Bolu İl Salnamesi s. 550’de; “Orhan Gazinin akıncılarından Akbaş Mahmut’un Amasya’ya kadar uzanan Karadeniz kıyılarını zapt ettiği” yazılıdır. Akçaşehir’in zapt edildiğinden söz edilmemektedir.
2. Cevdet Paşanın Kısas-ı Enbiyasında da “Orhan Gazi”den bahsederken Akçakoca’yı İzmit havalisine, Konuralp’i Gerede nahiyesine, Akbaş Mahmut’u Karadeniz sahiline, Abdurrahman Gaziyi Yalova ve Gemlik havalisine izam eyledi”, denilmektedir. Burada da Akça, şehrin, fethedildiğine, dair, bir, ifade, bulunmamaktadır.
3. Orhan Gazi’nin Prusya’yı (Üskübü) ele geçirmek üzere 40 atlı ile Akçaşehir’e geldiği, Aftunağzı (Çayağzı) köyünde konakladığı, hatta oradaki caminin Orhan Gazi’nin buyruğu ile o zaman yapıldığı, Akçaşehir’den Baki Çelebi ile Çavuşoğlu’nu alıp Üskübü’nün fethine gittiği, yararlıklarını gördüğü bu iki kişiye Üskübü’den bol miktarda toprak verilerek ödüllendirildiği bugünde halk arasında söylenmektedir. Ayrıca, Akçaşehir’in güneyindeki dağlara Orhan Dağları, Yalı Mahallesindeki akan dereye Orhan Deresi denilmektedir.  Aynı derenin doğusundaki topraklara tapu kayıtlarında ise “Orhan Gazi vakfındandır.” Şeklinde kayıt, bulunmaktadır. Orhan Bey; Bizans Kontekuzenosun kızı Thedora ile evlenir çünkü bundan istifade etmiştir. Oğulları: Halil, İbrahim, Kasım, Sultan, Süleyman, Fatma,1.Murat tır bunlardan yalnızca 1. Murat padişahlık yapmıştır. Osmanlı beyliği döneminde 1323 akıncı beylerden Akçakoca Beyin silah arkadaşları tarafından feth edilerek Türklerin eline geçmiş ve günümüze kadar kesintisiz Türk egemenliği altında kalmıştır. Akçakoca Bey Osman beyin başyardımcılığını yapmış Ertuğrul gazinin Konur alp beyliğiyle beraber silah arkadaşıdır. Orhan gazinin de lalası (eğiticisi’dir).1308 yılına kadar Karasu’dan- Ereğliye kadar olan bölgeyi Osmanlı egemenliğine dâhil etmiştir. 94 yaşında 1328 yılında vefat etmiştir.
1692 yılına kadar Bolu sancak beyliğine bağlı bir voyvodalık ve Bolu iline idari şekil olarak bağlı kalmıştır,1934 yılına kadarda Akça şehir adıyla nahiye olan bölge 23 Haziran 1934 tarih ve 2529 sayılı kanunla Akça şehir ilçesine dönüştürülmüş 1943 yılın dada isim değişikliği yapılarak Akçakoca beyin adını alarak ‘Akçakoca ’ ilçesi olmuştur. 9 Aralık 1999 tarih ve 231901 sayılı resmi gazetede yayınlanan kanun hükmünde karar name ile de Düzce iline bağlanmıştır. Akçakoca Düzce iline bağlı şirin bir tatil ilçesidir. 25650 nüfusa sahip olan ilçe doğasıyla, deniziyle, misafir perver halkıyla kucaklaşmış İstanbul ve Ankara gibi 2 metropole uzaklığı sadece 2,5 saat olan mükemmel bir tatil incisidir. Akçakoca da dört mevsim yaşanır ve bu mevsimde tüm güzellini alan dokusuyla insanları büyüler bu güzel ilçenin en güzel kaynağı fındıkçılıktır. Halkın %90’ı fındıkçılıkla geçinir, balıkçılık, tavukçuluk, nakliyecilik, haklın diğer geçim kaynakları arasındadır. 1950 yıllarda Türkiye de ilk turizm hareketinin başladığı yer Akçakoca turizm de ilerleme yolunda yol kat etmiştir. Yazın nüfus atışı 100 bine ulaşmaktadır. Doğanın gizemin içine saklanmış olan ilçede her türlü ortamı bulmak mümkündür. Mesire alanlarıyla şaleleriyle, plajlarıyla ve koylarıyla el değmemiş yeşil dokusu ve masmavi deniziyle en yakın tatil yeridir. İlçede birçok otel kamping alanları ve restoranları bulunmaktadır günlük taze balığın tadı bir başkadır. Bunun yanın dada Laz böreği melen güçceğiz tatlısı bal-kaymak fındık çorbası, mısır ekmeği, hamsili ekmek, Macarlı pide, karalâhana yemek çeşitleri yöresel damak tatlarıdır. Akçakoca da doğayla iç içe geçmiş 43 köy bulunmaktadır. Rüzgâr sporları ve yat turizimciligine çok uygun olan Akçakoca 1997 yılında yeşil tur startıyla Karadeniz yat turizimciligine ev sahipliği yapmıştır. Ceneviz kalesi 1216 yılında Cenevizliler tarafından ticaret gemilerine yol göstermek ve iaşelerini temin etmek için kurulmuştur şehir merkezinden 3’lik bir yol vardır. Kale bir piknik mesire alanıdır. Plajı bulunmamakta olup birde bayanlar tahsis edilmiş bir plaj vardır. Gelen misariflerimizin hem doğal hem de denizle baş başa bir ortamda piknik yapması denizin tadını çıkarması ve insanların iyi vakit geçirmesi için harika bir ortamdır. Akçakoca İlçesi, Karadeniz bölgesinin batı ucunda yer alır ve Düzce İlinin denize açılan kapısı konumunda en büyük ilçesidir. Ankara’ya 2,5 saat, İstanbul’a 2.5 saat yakın mesafesiyle 1950 erde yıllardan itibaren Türkiye'mizde turizmi ilk başlatan merkezler arasında yer almıştır. 1950 lerde başlayan turizm faaliyetleri günümüze kadar artarak devam etmiştir.
Ulaşım kolaylığı, Karadeniz’in yeşil bitki örtüsünü tam olarak yansıtması,35 km'lik uzunluğundaki geniş kumsalı, ilçe merkezi ve köylerdeki temiz ve mavi bayraklı plajları, berrak ve temiz denizi, akarsuları, deniz ve ormanın muhteşem uyumuyla yansıtmış olduğu güzellikleri, tarihi evleri, tarihi hamam, camileri, mezarlıkları, kalesi, şelaleri, mağara ları ve hepsinden önemlisi turizm anlayışını kavramış, turizmde tecrübe sahibi olmuş konuksever halkının candan ve sıcak davranışları ile iş ve dış turizm bakımından daima aranan ve tercih edilen merkezler arasındadır. Akçakoca’nın ılıman iklimi dolayısıyla ege ve akdenizin bunaltıcı yaz sıcağından kaçan tatilcilere yeşilin ve mavinin her tonunu bulabilecekleri iyi bir tatil imkânı sunar. Akçakoca aynı zamanda zengin bir bitki örtüsüne sahiptir. Özellikle kayın, kestane, ıhlamur, çınar, meşe ağaçlarından oluşan bitki örtüsü tatilcilere doyumsuz bir seyir zevki verir. Akçakoca'nın insanları buraya çeken bir özelliği de zengin yöresel yemekleri ve deniz ürünlerinden oluşan mutfağıdır. Kalkan, lüfer, çinakop, mezgit, palamut, bar bun gibi balıklardan oluşan deniz ürünleri sahildeki balıkçı lokantalarında turistlere unutamayacakları damak tadı sunar. Halen yaz aylarında 100.000 civarında yerli ve yabancı turist ilçeye gelerek deniz, güneş ve kumdan yararlanmaktadır. Yabancı turist olarak genelde Kuzey Avrupa Ülkeleri ve özellikle Almanlar çoğunluğu teşkil etmektedir.
İlçemizde halen 480'i Turizm Bakanlığı'ndan işletme belgeli, 1200 kadarı da mahalli idarelerden ruhsatlı toplam 1680 resmi yatak kapasitesi bulunmaktadır. Özel sektöre ait 4 yıldızlı 2 otel, , 2 yıldızlı 1 otel, 1 yıldızlı 1 Otel bulunmaktadır. Mahalli idarelerden belgeli olarak faaliyet gösteren 31 otel, pansiyon bulunmaktadır.
Yine Turizm Bakanlığından işletme belgeli olarak faaliyet gösteren 1 Kampingde 15 çadır, 15 karavan ünitesi toplam 90 yatak vardır.
Kamuya ait başta Öğretmen evi olmak üzere, MTA, Meteoroloji ve Gençlik Spor'a ait turizm tesisler ide 500 kadar yatak kapasitesi ile ilçe turizmine hareket kazandırmaktadırlar.
Turizm mevsiminin kısalığı turistik alt yapısının gelişmesine imkân vermediğinden, ilçeye gelen tatilci yoğunluğu dolayısıyla çadır-karavan turizminin gerektirdiği mevsimlik campink'lerin doğmasına ve ev pansiyonculuğunun gelişmesine neden olmuştur. İlçede ev pansiyonculuğunda yatak kapasitesi 1500 civarındadır. Kampinglerde çadır, karavan, motor karavanlarıyla gelenlere yönelik 2000 kişilik konaklama kapasitesi bulunmaktadır. Ayrıca yatırım çalışmaları devam eden konaklama tesisleri inşaatları da devam etmektedir.
İlçemizde yazlık konut yapımı devam etmekte olup, mevcutta yaklaşık 500 kadar yazlık konut vardır.

Kaynak: KDZ. Ereğli Eczane Teknisyenleri Dergisi alıntı 7-ağustos–2009 ve ayrıca Mustafa Kocadon, s.ayfa13.s.ıra 4,Çele dergisi, M.Z. Konrapa Bolu tarihi s.273 Bolu 1964,Şükrü Dönmez, Kenan Okan, ,Derleyen İbrahim Tuzcu

BOLU SANCAĞINA BAĞLI KAZALAR

Bolu Sancağı: Bolu, Dörtdivan, Gerede, Çağa, Mudurnu, Kıbrısçık, Pavli, Düzce/Konrapa, Gümüşabad, Efteni, Üskübü, Akçaşehir, Bender Ereğli, Alaplı, Samako, Yılanlıca, Devrek, Dirgine, Sekiz Divan, Yenice, Tefen, Göynük/Torbalı ve Mihalgazi... Bolu'nun batısında küçük bir köy iken birden büyüme gösteren Konrapa'da da etkili değişmeler meydana gelmiştir. Konur Apa/Konrapa, iptal edilerek, yerine Düzce Kazası kuruldu (1871). Düzce pazarının merkezi olan Düzce, kaymakamın ikamet yeri oldu. Üskübü de nahiye daha sonra köy durumuna düşmüştür. Efteni, Gümüşabad, Çilimli gibi eksi kazalar da özelliğini yitirmiştir. Kerameddin ve Çuhalıdan oluşan Akçaşehir de, Düzce'den ayrılmış ve Bolu Sancağının kazası durumuna yükselmiştir. Yeni düzenlemede, vilayeti vali, mutasarrıflığı mutasarrıf, kazayı kaymakam ve nahiyeyi de müdür yönetmiştir. Köyler, ağalar yerine muhtarlara havale edilmiştir. Bolu zaman içerisinde, bazı küçük idari değişikliklere de uğramıştır. Abdülaziz, V. Murad, II. Sultan Aldülhamid Mehmed Reşad devri mutasarrıfları: 1877–1878 Osmanlı Rus Savaşlarında, Bolu, İzmit ve Adapazarı büyük ölçüde göçmen akınına uğradı. Kısa zamanda, Rumeli, Kafkasya, Doğu Karadeniz ve Anadolu'dan gelen insanlarla, Sefine-i Nuh'a benzedi. Kafkasya'dan, Çerkezler/Gürcüler ve Abazalar, Doğu Karadeniz'den Lazlar (Batum, Rize, Trabzon, Giresun ve Ordu), Doğu Anadolu'dan, Ahıskalılar, Karslılar, Erzurumlular ve Erzincanlılar ki bunlara Bayburt ve Gümüşhanelileri de ilave etmek gerekmektedir. Kırım ve Romanya'dan göç edenlere Tatar denilmiştir. Düzce'de bir mahalle onlara aittir. Rumeli'den gelenler ise Arnavutlar, Boşnaklar, Bulgaristanlılar Düzce-Adapazarı'nda iskân olundular. Rumeli göçmenleri, evlâd-ı fatihân çocukları idiler. Bunlar vakti ile yeni feth edilen topraklara, Yıldırım ve Fatih Sultan Mehmed zamanlarında iskân edilen Geredeli, Mudurnulu, Göynüklü ve Taraklılardı. Lazlar da yine Düzce, Ereğli, Karasu ve Adapazarı dolaylarında yerleştiler. Düzce kasabası yakınındaki Dereli Tütüncüler bunlardandır. Keza, Üskübü - Akçaşehir arasındaki dağlık yörede Kabalak- Haciz çizgisinde Lazlara senetle yer verilmiştir. Rize'deki, o zamanki tabirle, Lazistan'daki insanların Düzce yöresine getirdikleri, taşıdıkları coğrafi isim Hemşin'dir. Düzce, Hendek, Akçaşehir, Akyazı ve Adapazarı dolaylarındaki Kafkasyalı göçmenler yeni hayata kendi kültürleri çerçevesinde hemen uyum gösterdiler. Elbuz Bey, Mehdi Bey, Esma Hanım, Hasan Bey, Talustan Bey, Hacı İshak gibi kişiler de II. Sultan Hamid devrinin Kafkasyalı ileri gelenleridir. Bunlar saraya da akraba oldukları için, bununla her zaman öğünmüşlerdir. Elbuz Bey'in kızı İkbal unvanlı Behice Hanımefendiyi örnek verebiliriz. Göçmenler, daha çok Düzce'nin gelişmesinde etkili rol oynamıştır. Sultaniye, Aziziye, Mecidiye gibi köyler Padişah ailesine duyulan sevgiden kaynaklanmıştır. Bolu ise, yerleşmiş ilk Türk boyları bakımından saf kalabilmiştir. Yumrukaya, Bulgaristan'dan gelenlerin iskân yeridir. Açma yolu ile Elmalık Köyünü kuranlarda Kafkas asıllıdırlar. Bolu Mutasarrıfları döneminde dikkati çeken yönetici de İsmail Kemal Bey'dir. Daha sonraları Arnavutluk Devletinin kurucusu olarak karşımıza çıkan İsmail Kemal Bey, Hisar çevresinde, Bolu içinde, köylerde, kazalarda imar hareketlerini devam etmiştir. Kısa zaman öncesine kadar kullanılan yolları ona borçluyuz. Şose (chauss'e) denilen modern yolu Bolu'ya kazandıran odur. Trenin İzmit'e kadar ulaşmasından önce, bu kara yolları son derece önemli idi. Bolu, Bakacak, Darı yeri, Kaynaşlı, Üçköprü, Düzce şosesi ile eski Bağdat Caddesi artık eski önemini büyük ölçüde kaybetmiştir. Düzce, bir Alman gezgininin de vurguladığı gibi Osmanlı ülkesinde Avrupa tarzı yapıya kavuşmuştu. Hükümet binası etrafında, Büyük Cami çevresinde gelişen kasaba, Kiremit Ocağı, Mergiç şosesi ile Melen Çayına ulaştırılmıştır. Keresteden yaptırılan köprü, her zaman yolcuları bezdiren Melen üzerinde, anıtsal görünüşe sahipti. Kışla' dan sonra daha kısa olan Nuhviran Boğazındaki yol, Hendek ve Adapazarı'ndan geçiyor İzmit ile İstanbul'a ulaşıyordu.
İsmail Kemal Bey, sadece karayolu ile uğraşmamış, Bartın, Hisar Önü, Melen gibi akarsuları da inceletmiştir. Böylece, suyolu taşımacılığı için de teşebbüsleri olmuştur. Bolu insanı, her cephedeki savaşa katılmıştır. Plevre Savunmasında, Yunanistan-Teselya Harekâtında Bartın, Göynük, Düzce ve Bolu rediflerinin kahramanlığı, kendisini araştıracak tarihçileri beklemektedir. I. Meşrutiyet İdaresi ile de tanışan Bolu, Meclis-i Mebùsan-ı Osmaniye'ye, Kastamonu Vilayeti ile birlikte milletvekillerini göndermişti. Böylece yeni yönetime katkısı olmuştur. Vital Cuinet`ye göre Bolu'nun II. Abdulhamid devrindeki Kazaları: Merkez Bolu, Ereğli, Düzce, Bartın, Göynük, Gerede, Mudurnu, Hamidiye (Devrek) dir. Bu kazaların nahiyeleri Gökçesu, Amasra, Çağa, Akçaşehir ve Çarşamba (Seben) dır . Sancağın köy sayısı 1131, toplam nüfusu da dür. İzmit' de, Bahçecik ve Armaş (Ermeşe) Aslan Bey ve Ovacık' da; Adapazarı merkezinde, Sapanca'da: Düzce'de, İcâdiye mahallesinde ve Bolu'da ise ılıca yolu üzerinde yerleştiler. Sanat ve ticarete alışkın oldukları için, üst sosyal kurumlarda etki sahibi oldular. Köylere kadar giderek çerçi usulü ile zenginleştiler. Bolu'da gündelik hayatta en etkin yapılardan biri de "Saat Kulesi" idi. Bu kule hakkında ilk bilgiye, Bozoklu Osman Şâkir Efendi'nin 1810 yılına ait kaydında rastlamaktayız. Hatta gezi izlenimleri, resimlerle süslendiğinden, Bolu şehri yanında müstakil bir saat kulesi de çizilmiştir. A.D. Mortmann, 1856'da Bolu'ya geldiğinde Hisar' ın üstünde ve batı ucunda bir saat kulesi görmüştür. Gezgin, kuleyi incelediğinde, kitabe de görmüş ve 1836 tarihini okumuştur. S. Eyice ise, bu tarihin doğruluğundan şüphe etmekte, Osman Şâkir' e dayanarak, 1836'dan önce de var olduğunu ileri sürmektedir. Bolu Salnamesinde de açık bilgi yoktur. Burada"saat kulesi ile Muvakkithanenin tarih-i inşası hakkında kat'i bir malumat yoktur. Resmi kayıtlar ve Şer' i Sicillerde bu hususa dair belki resmi belgeye rastlanır. Söylenenlere göre, Saat kulesi ile Muvakkithane, Sultan Mahmud zamanında bina edilmiştir" ifadesine yer"25 Ekim 1888'de, meydana gelen fırtına, Ereğli'de üzüntüye sebep olmuştur. Kasabadan bize ulaşan resmi haberlere göre, gündüz saat onda fırtına başlamış, bu sırada iskelede Şîr-Efsân Vapuruna kömür taşımakta olan kayıklardan birisi batarak, içinde bulunan iki kişiden biri kurtarılabilmiş ise de diğeri yani Ali boğularak ölmüştür. Alaplı'da da bir mavna batmıştır. Üç kişiden meydana gelen tayfası da boğulmuştur. Bu sırada Ereğli İskelesi yakınında tahminen 5000 kıyye kadar tuz yüklü olup, yükünü boşaltmak için nöbet beklemekte bulunan bir kayık dahi batarak, sahilde yapılıp inşaatı bitmediği için içinde kimse bulunmayan iki katlı bir binada çarpma sonucu yıkılmıştır".Ayrıca İstanbul'un başkent oluşundan sonra halkın Bağdat yolu adını verdiği ve Kanuni Sultan Süleyman zamanında işlerlik kazanan kuzey yolunun başlıca uğrak yerleri şunlardı: İstanbul, Üsküdar, Bostancı, Kartal, Hareke, Gebze, İzmit, Sapanca. Sapanca'dan sonra yol ikiye ayrılıyordu. Biri, Geyve'ye dönüyor Bolu veya Ankara'ya ulaşıyordu. Geyve, Taraklı, Göynük, Mudurnu, Bolu. Göynük'ten sonra hemen doğuya Sakarya vadisine doğru inen yol, Nallıhan, Beypazarı, Ayaş üzerinden Ankara'da sona eriyordu. Göynük’ten sonra Mudurnu'ya oradan Aktaş Boğazı ile Bolu'ya bağlanan yol, kuzeyden geçen hat ile birleşiyordu. Sapanca'dan sonra, doğuya Akyazı ovasına giden yol. Sakarya ve Mudurnu suyunu aşarak Akyazı'ya uğramadan Hendek pazarına geçiyordu. Eğridere Vadisini aşan yol, Melen Köprüsü geçildikten sonra, Düzce Pazarı oradan Üskübiye bağlanıyordu. Üskübü, Bakraz, Muncurlu, Üçköprü Derbendi., Kaynaşlı'dan geçen yol Bolu Dağı dibindeki Darıyeri hanlarından, zikzaklar çizerek 700m kadar yükselerek, Derbende gidiyordu. Bolu'ya kadar ova içinde uzanan yol, Köroğlu Derbendi, Çağa ve Gerede'de hep ormanlık arazi içinde kalıyordu. Bolu, XVII. yy. dan itibaren kervanların geçtiği Erzurum ve Kayseri istikametine gidenlerin ikamet ettiği kasaba idi. Bu yüzden merkez ve kazalarda büyük değilse de normal hanlara rastlanmaktadır ki çok azı zamanımıza kadar gelebilmiştir. Sapanca'da Rüstem Paşa, Hendek’te Mustafa Paşa, Düzce'de Şemsi Paşa, Üskübü’de isimsiz, Darı yeri’nde Şemsi Paşa hanları göze çarpmaktadır. Göynük ve Mudurnu'da da büyük hanlar vardır. Rüstem Paşa'nın kervansaray ağının bir bölümünü de Mudurnu'daki Dibek Hanı teşkil ediyordu. XVIII. yy. da hala işler vaziyetteki Dibek Hanı, IV. Murad'ın sefer dönüşü civarında konakladığı yapıdır. Bolu'da da kiremit örtülü hanların varlığından bizi Evliya Çelebi haberdar etmektedir. Yedi kadar han Şemsi Paşalılara aittir. Ayrıca hususi şahıslara ait hanlar da vardır. Bolu Bedesteni de bölgenin en büyük ticari merkezi idi. Gerede ve Safranbolu hanları da Kastamonu'ya kadar yolcuların dinledikleri, kervanların da çeşitli gereçlerini karşıladığı yerlerdi. Gerede-Ankara bağlantısı ise basit bir yoldan ibaretti. Köylerin bir birinden çok uzak olması, dağların yarısının ormanlık ve yarısının da yaylalardan meydana gelmesi, nedense pek ilgi görmemiştir. Gerede'den üç dört konak sonra Yabanabad yani bugünkü Kızılcahamam vardı. Ancak, Kazan'a, sonra Ankara'ya ulaşabilmek için Bolu Dağı gibi arızalı Karga/sekmez Dağını aşmak zorunluluğu vardı. Bolu Hanlarının önde gelen örneklerinden biri olan Taşhan Büyük Cami batısındadır. Bugün bile aynı özelliğini korumaktadır. Üstü demir kaplı kapısı ve kemerin solundaki kitabe ilk defa Bolu Vilayeti Salnamesinde metin olarak verilmiştir. A. Gökoğlu Paphlagonia'sında günümüz alfabesi ile kitabeyi kamuoyuna sunmuştur;

Kaynak: Bolu Valiliği Sayfasından alıntıdır. http://www.bolu.gov.tr/default.asp?s=1_2

 

BOLUDA TÜRK YÖNETİMİNİN ÖNCÜLERİ
Ertuğrul, Osman, Orhan, Yıldırım, Çelebi Mehmed, II. Mehmed ve Fatih Sultan Mehmed. Bunlar Kayıların ve bu kabileden kaynaklanan Osmanlıların liderleridir. Bolu fetihleri onların zamanında başlamış ve XV. yy. da sona ermiştir. Ertuğrul, Sakarya'nın sol tarafında yurdu tutmuş, Bizans gâzâlarını devam ettirmiştir. Oğlu Osman, 1299'da kendi adı ile bilinen hanedanın kurucusudur. O ve halefleri zamanında Osmanlı Beyliği, Sultanlığı ve Devleti siyasi ve askeri hadiselerin neticesi olarak, büyümüştür. Cihan devleti olmaya hazırlanmaktadır. Osman Gazi, Sakarya boyundaki Geyve, Taraklı ve Göynük akınlarını gerçekleştirdi. Kendisine ahîler, şeyhler ve dost ileri gelenler yardımcı oldular. Orhan Gazi, beyliği en geniş sınırlarına kavuşturmak için askeri faaliyetlerini devam ettirdi. Geyve, Alp Suyu. Karaçebiş, Regio Tarsia, Kocaeli Yarım adası, Nikomedia, Karadeniz kıyıları, Bolu, Gerede tarafları, Ereğli dışında sahil bu akınlarda ele geçirilmiştir. Oğlu Süleyman paşa Göynük ve Mudurnu'da adaletle, insan sevgisi ile fetihler yaptı. Rum ahali onun yönetiminden son derece memnundu.  Bolu da dahil olmak üzere, Göynük, Mudurnu, Üskübü ve Akyazı'da bir çok hayır eseri bıraktı. Bunlara vakıf araziler ve gelirler tahsis etti. I. Murad devrinde, Ankara'daki ahîler himaye altına alındı. Bolu'daki faaliyetleri karanlıktır. Yıldırım Bayezid, Mudurnu, Bolu ve Çağa'da, Gerede'de aynı yolu takip etti. Bir çok mimari eserin sahibidir. Bundan başka, Candaroğulları ile nüfuz mücadelesine girişti. Bizans kaynaklarına göre, kesif bulut arkasından ışıklarını yayabilen yıldızlar arasında, Karadeniz kıyısındaki Herakleia da bulunuyordu. 1402, Ankara Meydan Savaşından sonra da Bolu'da siyasi dengeler bozuldu.  Fetret Devri mücâdeleleri sırasında Bolu ve Gerede'de heyecanlı günler yaşandı. Sahipkıran, Cihângir Timur Beg'in askerleri Göynük, İznik ve Bursa'yı harap ettiler. Süleyman Bey, Göynük’te gelişen hadiseleri Bey Kavağı'ndan izledi. Çelebi Mehmed, "kazaklık" günlerinin ilk anlarını yaşıyordu. Gerede ve Mudurnu yörelerinde, Timur'un hareketine göre siyaset takip etti. II. Murat, Candaroğulları’na karşı etkili seferlerde bulundu. 1425'deki Taraklı Borlu Savaşı, Bolu ve Gerede'nin ehemmiyetini bir kere daha artırmıştır.  Fatih Sultan Mehmed, İstanbul'u ele geçirdi. Sonra, Candarlıların halefi İsfendiyar meselesi ile meşgul oldu. Bölgede son olarak Amastris'i Osmanlı devletinin sınırlarına kattı. Böylece; Beğ, Han, Sultan gibi unvanlar altındaki Bolu fetihleri bu düzeyde bitmiş oluyordu. Samsa Çavuş ve kardeşi Sülemiş, Konur Alp, Akça Koca, Sungur Bey, Hızır Bey, Eflagan Bey ... Bunlarda Bolu'yu Türklüğe kazandıran fatihleridir. Konur Alp'in kimliği de karanlıktır. Ailesi hakkında bilgi hemen hemen yok gibidir. Osman Gazi Alplerinden olup, Abdurrahman Gazi ve Akça Koca ile birlikte akınlarda bulunmuştur. Şehzade Orhan ile önce Geyve'yi ele geçirmiş, sonra Alp Suyu ve Karaçebiş hisarlarını Osmanlılara kazandırmıştır. Akyazı Kalesi de bundan sonra ele geçirilmiş, gece gündüz at sırtından inmeyerek, Düzce Ovasını kâfirden temizlemiştir. Osmanlı kaynakları, Konur Alp'i, Konur Alp İli fatihi olarak göstermekte, bu akınların takip eden yıllarda veya zamanda, Mudurnu, Bolu, Gerede, Kocaeli Yarımadasında da sürdürüldüğünü yazmaktadırlar. Samandıra ve Aydos kalelerinin kuşatılması ve Tekfurun bertaraf edilmesi hikayesi de ilgi çekicidir. Konur Alp, kendi adını taşıyan ocaklıkta Konur Apa'da vefat etmiş ve burada toprağa verilmiştir. Akça Koca da, Abdurrahman Gazi de, Konur Alp'in gaza arkadaşları idi. Akçakoca soyu devam etmiş, II. Murad zamanında Bizans'a gönderilen Kadı Fazlullah da Gebze'de yaşamıştır. Akça Koca da Konur Alp ile aynı tarihlerde ölmüş, İzmit-Kandıra yolu üzerinde, Karadeniz'e hakim tepe üzerinde toprağa verilmiştir. O'nun adı da unutulmazlıktan kurtarılmış, merkezi İzmit olan Koca İli bu ilk devir Osmanlı kahramanını zamanımıza kadar yaşatmıştır. Neşrî ve Aşık paşazade’nin bahsetmemesine rağmen, Bolu yöresinin diğer üç fatihi de Sungur Bey, Hızır Bey ve Eflagan Bey'dir. Sungur'un, Evliya Çelebi'nin de yazdığı gibi Candaroğulları’ndan olması muhtemeldir. Bolulular XVII. yy ortalarına kadar bu hatırayı canlı tutmuşlar ve Evliya Çelebi'yi bilgilendirmişlerdir. Gerede, Mengen, Devrek ve civarında Osmanlının sesini duyuran Hızır ve Eflagan Beyler olmuştur. İbn Kemal, Tevârih-i Âl-i Osman'ında, her iki beyi zikretmektedir. Ki bu husûs resmi Osmanlı belgelerine de aksetmiştir. İlhanlı belgelerinde, El-Önerî’de ve İbn Battûta'da bahsedilen Emir Umur, Şah(in) Bey de Türkleşme ve İslamlaşmada rol oynamış şahsiyetlerdir. Çobanoğlularının da Bolu'nun ormanlık kuzey-doğu mıntıkalarında Bizans aleyhinde faaliyette bulunması düşünülebilir. Ancak, bu yöre fatihleri hep karanlık kalmıştır. Bu beyliğin halefi olan Candaroğulları nın, Şems ed-Dîn Yaman Candar gibi büyük beyleri olduğu biliniyor. I. Süleyman muhtemelen 1309-1340 yılları arasında saltanat sürmüştür. O, tımarlı 366 sipahiden biri idi. O, Eflagan ucunda Türkleri asker yazarak, güçlendi. Bir gece Kastamonu'da, Mahmud Bey'in sarayını muhasara ile geçirdi. Kastamonu'dan sonra Zâlifre denilen Borlu Kalesi üzerine yürüdü. Burası şimdiki Safranbolu kasabasıdır. Bir müddet sonra oğlu Ali Bey'i oraya tayin etti. Bir müddet sonra da Osmanlılarla hudûd olmuştur. Böylece Gerede ve Safranbolu, Bolu ve Kastamonu’nun sınır kaleleri haline gelecektir.

Kaynak: Bolu Valiliği Sayfasından alıntıdır. http://www.bolu.gov.tr/default.asp?s=1_2

AKCAKOCA TOPRAKLARINDA EGEMENLİK KURAN DEVLETLER

 

M.Ö ---377–74             BİTİNYA KRALLIĞI

M.Ö----280-M.S.20      PONTUS KRALLIĞI

M.Ö--- 400                   MAKEDONYA KRALLIĞI

M.Ö--- 500                   PERS İMPARATORLUĞU

M.Ö----670–547           LİDYA KRALLIĞI

M.Ö--  1090–1400        HİTİTKRALLIĞI

M.Ö--  1200–650         FİRİKYA KRALLIĞI

M.Ö ---345–1453        BİZANS KRALLIĞI

M.Ö -  1204–1261       LATİN İMPARATORLUĞU

M.Ö  - 1071–1308       TÜRKLERİN ANADOLUYA GELİŞİ

M.Ö -1323–1923         OSMANLI İMPARATORLUĞU

 

Hitit Krallığı

1-Anadolu’ya ilk yerleşen Türklerdir. Doğudan gelen bu ahaliye HİTİT’LER denir. Başkentleri Hatusas sonradan Cerablus olmuştur. Hitit kaynaklarında sözü edilen Pala memleketi Bolu’dur. Devlet yönetiminde özgür beylikler kurmuşlardır. Bunların halkına Etiler denir. M.Ö 1200 tarihinde Trak, Frieck akımlarında yıkılmıştır.

Frak Krallığı

M.Ö 1200′lardan sonra,Anadolu’ya Trakya’dan gelen Frik’ler Hititlerin yıkılmasıyla Frikya devletini kurmuşlardır.Devlet merkesi Gordium,ilk krallarıda Gordius’dur.

Lidya Krallığı

3-Ari kavimlerinin karışmasından teşekkül eden Lidler M.Ö 670 senelerinde Frikya krallığın yıkarak yerine Lidya Krallığını kurulmuştur,ilk kralıda Giges olup,hanedanında Mermnad’lar denir.

Pers İmparatorluğu

4-M.Ö 708′de kurulmuştur.2.Kyrus zamanında M.Ö 546′da Anadolu’yu ele geçirerek Satrap denilenvalilerle idare etmişlerdir.

Makedonya Krallığı

5-Makedonya kralı Büyük İskender M.Ö 333 yılında Dörtyol ovasında Persleri kesin yenilgiye uğratarak,Anadoluya hakim oldu.

Bitinya Krallığı

6-M.Ö 377-74 seneleri arasında 303 sene devam eden devletin ilk kralı Bias,merkezi önce Astakos sonradan Nikomedia olmuştur.Bitinyalılardan korkan Yunanlılar Makedon generalleri kullanarak senelerce savaştılar,nihayet 2.Prusias Bitinyayı tekrar birleştirdi.2.Nicomedes-Epifanes M.ö 91-74′de Bitinyayı tamamen Roma’ya verdi.

Pontos Devleti

7-Bergama kralı Atalis ölürken memleketini Roma’ya bıraktı.M.ö 133 böylece Anadoluda ilk Roma eyaleti kuruldu.

Doğu Karadenizde kurulu Pontos devleti kralı Mithridat aralıklarla 20 sene sürdü.Sonuçta Romalılar galip geldi.Bitinya kralı 3.Nicomedes ölürken memleketini Roma’ya bıraktı.M.Ö 74 Mithridat tekrar Karadeniz kıyılarını,Bitinya,Paflasgonya,Kapadokya’yı zaptetti.Bunun üzerine Roma konsülü Lucullus M.Ö 74′de Mithridata mislime Karadeniz komutanı Cotta’ya Heracliea,Diapolis,Alaplı(Somako)nun yakılmasını emretti.Fakat bölge Latin kültüründe kaldı,şehir isimleri değiştirildi.

Doğu Roma İmparatorluğu

395 yılında Roma imparatorluğu ikiye bölündü.Doğu Bitinyaya Honoriat denildi.Buranın merkezi Klodiopolis(Bolu) idi.

Latin İmparatorluğu

9-Kudüsün müslümanların elinden kurtarılması için girişilen Haçlı seferleri 1095 yılından başlayarak 175 yıl akımları zamanında Anadolu hakimi Selçuklar idi.1261 yılında Bizanslılar Latin hakimiyetine son verdiler.

Kaynak:M.Z.Konropa Bolu tarihi kıtabından s.637 Bolu 1964

 

 

BİTHYN'LILAR
Hitit İmparatorluğunun tarihe karışmasından sonra Anadolu güç dengeleri değişti. Phyrig ve Bithynler, Sakarya bölgesinde yerleştiler. Bithynlerden önce de Bebrykler, Mariandynler, Koukones'ler, Thynler ve Paphlagon'lar Bolu yöresinin ilk ahalisini teşkil ettiler. Lydler, Persler de Bolu'da hakim topluluklardı. Hellenler başka kültür ve görüşü Bolu'ya taşıdılar. İskender, sefer yolu üzerinde olmadığı için Bithyn ve Paphlagonlara boyun eğdiremedi. Fakat, onun ölümünden sonra, Helenistik krallıklar döneminde, Bithynler, Bolu'nun Güney Marmara'nın hakim unsuru oldular. Xnephon, Anabasis denilen onbinlerini Karadeniz sahilinden ülkesine getirirken, Bithyn arazisinden geçmiştir. Bu sırada Herakleia’lılar, onlara bazen dostane bazen de düşmanca tavır takındılar. Bolu'nun kuzey batısındaki Kalpe dolaylarında Bithyn ve Hellen çarpışmaları meydana gelmiş ise de taraflara pek zarar vermemiştir. Bithynlerin Bolu hakimiyeti M.Ö 279 - M.Ö 74 tarihleri arasında olmuştur. Kurucuları, I. Nikomedes'dir. Bu kral, İzmit Körfezinin bitim yerinde Astakos'un tam karşısında, kendi ismi ile anılan Nikomedia'yı kurmuş ve başkent yapmıştır. Böylece Bolu da siyasi ve askeri bakımdan Nikomedia'daki yönetime bağlı kalmıştır. Nikomedes'den sonra saltanat süren Bithyn kralları Ziaelas (255-235), I. Prusias (238-183), II. Prusias (183-149), II. Nikomedes Epiphanes (149-120), III. Nikomedes Eugergetes (120-92), ve IV. Nikomedes Philopator (92-74)'dir. Ziaelas Paphlagonia fetihleri sırasında Krateia'yı imar ettirdi. Bolu ovasında Bithynion önemli bir Bithyn üssü olarak göze çarptı. Prusias isimli krallar da daha çok Nikomedia-Herakleia çizgisinde, fetihlerde bulundular. Hypios kenarında kurdukları yeni şehre Prusias adını verdiler ve mimari eserlerle süslediler. Nikomedes ise, Galatların Orta Anadolu'da yerleşmesini sağladı. Galatlar, çevrelerindeki devletlere sürekli zarar verdiler. Bu arada Bolu arazisini de istila ve yağma ettiler. Bununla da kalmayarak, Herakleia/Karadeniz Ereğlisi'ne de saldırdılar. Alaplı vadisinde, inatla şehri düşürmek için kamp kurdular. II. Nikomedes zamanında, M.Ö 149'dan sonra, Hellenizmin tesiri arttı. 105 yılında Roma-Pontus meselesi Bithynlerin de etkisi altına aldı. 104 de Paphlagonia, yani Bolu'nun doğusundaki topraklar Bithyn ve Pontus’lular arasında paylaşıldı. III. Nikomedes ise, Bithynlerin değişik karakterli kralı olarak tanındı. Halkın desteğini alamadı. İç otoriteyi sağlamak için de dış yardımlara başvurdu. Pontus’lular böylece Bithynia'da söz sahibi olabildiler. Fakat Nicomedes'in değişen siyaseti üzerine, bu defa Romalılar Pont Kralı ile karşı karşıya geldiler. III. Nikomedes, Roma'lılara sığındı. Gnl. M. Uquillius'u kral ile Bithynia'ya gönderen Roma, kısa zamanda destekçisi olduğu kralın tahta geçmesini temin edebildi.Bithyn hazinesi, Romanın sürekli istekleri karşısında zayıfladı. Kral, her defasında ahaliyi ezmeye ve onları fakirliğe sürüklemeye başladı. Askerlerini toplayan III. Nikomedes, Paphlagonia'daki liman şehri Amastris'e hücum etti. Takiben, M.Ö. 98 de Pontus-Roma Harbi patlak verdi. Mithridates, güçlü bir ordu ile Bithynia'yı istila etti. Krateia, Bithynion ve Prusias pros Hypios, Pontus çizmesi altında kötü günler yaşadı. Bunun üzerine Kral Nikomedes, çaresiz olarak, Roma’ya sığındı. M.Ö 87 de, Consül Cornelius Sulla, önce Atina'ya saldırdı. M.Ö. 86da Pontus ordusu yenilgiye uğratıldı. L. Valerius Flaccus, Byzantion (İstanbul)'dan Anadolu'ya geçti. Böylece Roma ordusu Bithyn topraklarına ayak basmış oldu. Sonunda Mithridates kalıcı bir barışa mecbur kaldı. Dardanelles'de, taraflar arasında barış imzalandı. Mithridates Sangarius'un doğusunda istilâ ettiği bütün toprakları iade edecekti. M.Ö. 85 de III. Nikomedes, Roma'lıların sağladığı imkân ile tahtına oturdu. M.Ö. 94-M.Ö. 74 de saltanat süren IV. Nikomedes, Bergama Kralı Attalos'un yaptığı gibi ölümünden önce vasiyetname ile Bithynia'yı Roma'lılara bıraktı. Bu durum Roma-Pontus gerginliğini artırdı. Mithridates tekrar Bithynia'yı ve çevresini istilaya kalkıştı. Roma, önemli consüllerini Bithynia'ya savaş için gönderdi. M.Ö. 74 de, M. Aurelius Cotta'ya Bithynia Eyaleti valiliği verildi. Bu general Kadıköy önlerinde donanmasını demirledi. Bithynia'da görevli Romalılar bunu fırsat bilerek, kendisine katıldı. M.Ö. 72 de, Roma Pontus harbi Ege Denizine sıçradı. Sonunda, Romalılar, Mithridates'e büyük bir darbe indirdiler. Kral, Boğaz yolu ile Karadeniz'e açıldı. Fakat, büyük bir fırtınaya tutuldu. Mecburen, Prusias pros Hypios kenarından akarak, Pontus Euxinos'a dökülen Hypios Nehrağzına sığındı.Bir korsan gemisi ile de Herakleia üzerinden ülkesine gitti. M.Ö 71/70 de, Romalılar, Bithynia'nın liman kenti Herakleia'yı da ele geçirdiler ve Paphlagonia sınırına dayandılar. Tarihçilere göre, Bithynlerin son kralı M.Ö. 74 de ölen IV. Nikomedes'dir. Vasiyeti ile Bithynia, resmen Roma eyaleti haline getirilmiştir.

 

Kaynak: Bolu Valiliği Sayfasından alıntıdır. http://www.bolu.gov.tr/default.asp?s=1_2

 

 AKÇAKOCADA  YAŞIYAN BİTİNYA KRALLIĞINDA

YAŞIYAN KABİLELER

 

1-      BEBRİS 2- BEBRİK 3- BEBRON 4- BEBRİKAS 5- BİTİNYEN 6- TİNİYEN 7- MARYANDİNİ 8- MARİYANDAN 9- MOĞDAN 10- KOKANES LERDİR

Kaynak; Bolu tarihi kıtabından

 

 


ROMALILAR
M.Ö. 74 / M.S. 395Bithynhlerden sonra, yöre halkı bu defa Romalılara boyun eğdi. Helenleşmenin yerini bu defa Lâtinleşme aldı. Nikomedia yanında, doğuda Bithynium da merkezi şehir haline geldi. Latinleşmenin ilk etkisi Bithynium civarındaki şehirlerde de göze çarpmaktadır. Krateia/Crateia, Prusias pros Hypios/Prusias ad Hypium Herakleia da Herakleia gibi resmi yazışmalarda kullanıldı. M.Ö. 64 de Pompeius, Bithynia-Pontus Eyâletini düzenledi. Bithynia valisi de eskiden olduğu gibi Bithynium'da oturmaya başladı. Kitabeler ve paralardan anlaşıldığına göre, Roma döneminde, İulius, Claudius, Dört İmparatorlar, Flavius, Traianus, Hadrianus, Antoninus Severus, Asker İmparatorlar, Birlikçiler, Doğu Monarşizmi, Constantinus Magnus ve Valentinianus gibi sülaleler imparatorluğu yönettiler. Bithynium da bu imparatorların tebaası olarak yaşamışlardır. C. Papirius Carbo, Domitianus, Hadrianus, İulia Domna, Caracalla, Macrinus, Elagabalus, İulia Paula, Severus Alexandres, Maximinus, Philip, Galianus gibi idarecilerin paralarına çok miktarda rastlanmakta olup, bunların bir kısmı hususi ellerde ve müzelerde korunmaktadır. Bunlara ait paralar, Bithynium, Prusias ad Hypium, Herakleia Pontica ve Crateia'da bulunmuştur. Roma'lıların, Prusias ad Hypium'da da yerleştikleri kitabelerden anlaşılmaktadır. Zira, biri dışında bir çok kabile Roma kökenlidir. Bithynion hakkında ise aydınlatıcı bilgiler sınırlı kalmaktadır. Roma'lı memurlar, valiler ve din adamları muhtemelen şimdiki Hisar'da ikamet etmekte ve eyaleti idare etmekteydiler.
Bolu'nun da içinde bulunduğu Bithynia hakkında, M.Ö. 64 ile M.S. 21'de yaşamış olan meşhur coğrafyacı Strabon'un anlatımları, Roma'lıların ilk devresi için son derece önemlidir. Bithynia, Bithyn'ler, Herakleia Pontika, Mariandynler, Kimmerler, Paplagonia ve Paplagonlar, Prusa/Prusias şehirleri, İskit kökenli olması kuvvetle muhtemel Kaukonlar, Thyn'ler ve Thynia Adası yanında Bolu için de ilgi çekici ifadelere bu yazarda rastlanmaktadır. Strabon'a göre, Bithynia'nın iç kısımlarında, Tieion'un üst tarafında kurulmuş olup, sığırlar için en mükemmel otlak olan ve Salanites peynirinin yapıldığı Salona etrafındaki toprakları da içine alan Bithynion ve aynı zamanda Bithynia'nın merkezi olan (Bithynion) ve çok geniş ve verimli olduğu halde, yazın sağlık için hiç de iyolmayan bir ova tarafından çevrili bulunan Askania gölünün kenarında kurulmuş Nikeia da yer almaktadır.Bithynion, M.S I. yy. da, bir Roma şehri olarak karşımıza çıkmaktadır. Batısında Kieros/Prusias ad Hypium, doğusunda ise Paphlagonia yolu üzerindeki Krateia yer almaktadır. Strabon'un şehir ve çevresi hakkında verdiği bilgiler içerik bakımından şimdi de özelliğini korumaktadır. Bithynia'da Sangarios ile Paphlogonia arasında gösterilen Mariandynler, Kaukon'ların da komşusu idiler. Mariandynler, Bolu'nun Karadeniz sahilinde, Herakleia Pontika'da göze çarpıyorlardı. Herakleia Pontika'yı ilk kuranlar Mariandynlerdi. Kolonizasyon devrinde ise Miletoslular, destan kahramanı Herakles'in adına izafeten bu kaleyi-şehri daha da mükemmelleştirmişlerdir. Strabon'un da yazdığı gibi, Miletoslular, Mariandynlerdi toprağı ekip-biçmekle görevli Heliotes gibi kullanmak istediler. I. yy. da Bithynium ismi terk edildi. İmparator Claudius (41-54) adına yeni bir şehir inşa edildi. Burası da kalıntılardan anlaşıldığına göre, Bithynium harabesi üzerinde yükselmişti. Claudius, Tiberius Claudius Nero Germanicus adı ile tanınmakta idi. O, Nero ile Antonia'nın oğludur. Aynı zamanda, Tiberius'un yeğeni ve Augustus'un eşi Livia Drusilla'nun torunuydu. Claudius, 43 yılında Anadolu'ya geldi. Bazı bölgeleri egemenliği altına aldı. Roma geleneklerine sıkı sıkıya bağlılığı ile tanındı. Cloudiopolis şehri belki de onun emri ile tam bir Roma kenti özelliğine kavuşmuştur. Almanya'da kurulan ve Bolu ile aynı adı taşıyan şehir, Colonia Claudia Agrippinensis olup, şimdiki Köln ile aynı yerdir. Flaviuslar hanedanı sırasında, Bolu gibi Krateia da askeri nedenlerle, yenileştirildi. Bu sebeple kale ve şehre Flaviopolis denilmiştir. Ancak, sonraki belgelerden de anlaşıldığına göre Flaviopolis ismi uzun ömürlü olmamış, ahali tekrar Krateia'yı benimsemiştir. 98-117 tarihleri arasında saltanat süren Traianus, Bithynia'ya özel bir önem verdi. Plinius'u, legatus augusti unvanı ile Nikomedia’da görevlendirdi.
Bu yazar ile imparator arasında mektuplaşmalar olmuştur. Sangarius'un batısındaki, Nikomedia/İzmit tarafındaki Sophon Gölü'nün deniz veya körfez ile birleştirilmesi konusu üzerinde durulmuş ama proje hayata geçirilmemiştir. Claudiopolis'in güneyinde Olympus Bithynicus Ala Dağ eteğindeki sıcak su banyoları da Plinius ile Traianus arasındaki bir mektuba konu olmuştur. Plinus, "Claudiopolis'de bir dağın eteğinde bir hamam yeri kazıyorlar. Bu işler hakkında ne yapayım? Bana önerilerde bulunabilecek bir mimar gönderebilir misiniz?" diye mektup yazdığında Traianus da şu cevabı göndermişti; "Siz yerinde bulunuyorsunuz. Kendiniz karar veriniz. Mimarlara gelince; Roma'da olan bizler onları Yunanistan'dan çağırıyoruz. Siz de o civarında bulunanlarından temin yoluna gidiniz."Roma İmparatoru Hadrianus'un da Bolu'ya özel ilgisi olmuştur.
117-138 de saltanat süren Hadrianus, şehirde büyük törenle karşılanmış, ikametinde ilgi gösterilmiş ve sonra uğurlanmıştır. Şimdi bazı Avrupa müzelerinde de değişik heykelleri olan Antinous ile tanışması da Roma dünyasında akislere sebep olmuştur. G. Blum, L. Dietrichson ve A. J. Gayet'nin araştırmalarına konu teşkil eden Antinous, muhtemelen 110 da dünya gelmişti. Anavatanı Bithynion idi. İmparator tarafından himaye edilmiş, onunla Mısır ve daha bir çok yer gezilmiştir. 130 da Nil nehri kenarındaki Besa'da boğularak hayata veda etmiştir. Öldüğü yer yakınında Antinoupolis gibi muhteşem bir şehir inşa edilmiştir. Hadrianus'un Bithynia paraları üzerinde yapılan incelemede Antinous Tapınağı'nın şekline rastlanmıştır. Claudiopolis paralarında da Antinous'un profilden şekillendirilmiş portresine tesadüf edilmektedir. Burada görülen tapınağın cephesi sekiz sütunlu ve korint stilindedir. F.K. Dörner ve S. Eyice'nin de ifade ettiği gibi Roma devrinden kalma kitabe, bina parçaları ve heykeller şehrin tarihini aydınlatmaya yardımcı olmaktadır Örneklerini Bolu veya İstanbul'daki Arkeoloji Müzesinde görebilmek mümkündür. Fransız arkeologlarından G. Perrot, Bithynia'yı gezdiğinde, Prusias ad Hypium'da ilgi çekici bir kitabeye rastlanmıştır. Augusta, Tebai, Germanicus Sabien, Dionysios, Tiberius, Prusias, Megare, İulia, Hadrianus ve Antoninus gibi kabileler kitabede belirtilmektedir.Buradaki Prusias kabilesi haricindeki diğer bütün ahali yukarıda temas edildiği gibi Roma kökenlidir. Değerli araştırmacı Prof. Dr. S. Eyice de, İlkçağ Bolu'sunu anlatırken, özetle önemli haberler vermekte ve şunları yazmaktadır: "Bugün şehrin ortasında yükselen büyük tepe ise herhalde ilk yerleşmenin izlerini taşıyan yer olmalıdır. Bunun üstü, insan eli ile düzleştirilmiş olup, burasının bir höyük olduğuna da pek şüphe edilmez." Mortdman, 1854 de Bolu'ya geldiğinde bu tepe etrafında iri taşlardan yapılmış bir duvar ile tepenin üstünde ve tam ortada büyük ve uzun bir yapının temellerini görmüştür. O sırada bu kalıntı taş ocağı olarak kullanılmaktadır. Bolu'da her tarafta eski pek çok işlenmiş mimari parçalar görülür. Nitekim Vilayet Konağı'nın girişindeki sütunların başlıkları bile eski harabelerden devşirilmiş parçalardır... Bolu'da ilkçağ nekropolünden bazı izler bulunmuştur. Fakat değerli ve önemli buluntular veren mezar odası Bolu'nun uzağında Hıdırlar yakınında meydana çıkarılmıştır. İstanbul-Ankara yolunun yapımı sırasında Bolu tepesinin yamacında bazı mimari parçaların Bithynium-Claudiopolis şehrinin tiyatrosunun kalıntıları olabileceği ileri sürülmüştür." Konuralp'in koruyucusu tanrıça Tyche'yi tasvir eden M.S. 2. yy.a ait
. boyundaki heykel olup, 1931'de bulunmuştur. Şimdi İstanbul Arkeoloji Müzesindedir. Eser, güzel bir Roma devri kopyası olarak kabul edilmektedir... Nitekim Bolu'nun . güneydoğusunda Bünüş köyünde, tam tepede Roma devrine ait döşeme mozaikleri bulunmuştur. Roma Devrine ait bir heykel de, Konuralp'de, yakın zamanda tesadüfen ele geçirilmiştir. Ağırbaşlılığı ile şöhret kazanmış olan Gallia menşeli Antoninus Pius (138-161)'un mermer büstünün bir örneği halen British Museum'dadır. Claudiopolis, Dörtlü İdare zamanında da önemi korudu. Nicomedia'nın doğu başkenti olarak seçilmesi de bunda önemli rol oynamıştır. Diocletianus zamanında hrıstiyanlık Bithynia'da kalıcı bir suretle yayılmaya başlamış ve o da bu din taraftarlarına eziyette bulunmuştur. Buna rağmen paganizm hrıstiyanlık karşısında tutunamamış, kısa zamanda Bithynia'nın bir çok yeri kiliselerle dolup taşmıştır. Claudiopolis, Heracleia ve Prusias ad Hypium gibi merkezlerde de büyük kiliseler yapılmış ise de çeşitli nedenlerle zamanımıza kadar gelememiştir. Ancak, III. yy sonrası haçlı mezar taşları da mevcut olup, müzelerde korunmaktadır. Iulianus ve Jovianus devirleri de İranlılarla harplerle geçti. Nicomedia'ya dönmekte olan imparator Jovianus, 16 Şubat 364 de, Bolu yakınlarında ve güneyindeki Dadastana'da öldü. Bir rivayete göre soba dumanından zehirlendi. I. Theodosius zamanında Roma İmparatorluğu ikiye ayrıldı. Merkezi Roma olan Batı Roma; yine merkezi Bolu'nun batısındaki Nicomedia olan Doğu Roma İmparatorluğu. Böylece, 395 den sonra Bolu içinyenidönem başlamaktadır

Kaynak: Bolu Valiliği Sayfasından alıntıdır. http://www.bolu.gov.tr/default.asp?s=1_2

BİZANSLILAR

 Doğu Roma ve ondan sonra uzun zaman imparatorluk hayatını sürdüren Bizanslıların Caudiopolis/ Klaudiopolis hakimiyeti de genelde sükûnet içinde geçmiştir. On asırlık sürede Klaudiopolis ve çevresi Herakleios, Suriye Amorion, Makedonya, Dukas Kommenos Laskaris ve Palaiologos gibi Hanedanlara bağlı kalmıştır. Iustinianus'un saltanatı esnasında, Adapazarı yakınlarındaki Sangarios Nehri üzerine meşhur Pontogephyra inşa edilmiş ve yolcuların Bithynianın doğusuna, Paphlagonia'ya, Galatia'ya sağlıklı gidip-gelmeleri sağlanmıştır. Honorius Eyaletinin gözde şehirlerinden olan Klaudiopolis'in hrıstiyanlık bakımından da ön plana çıktığı gözlenmektedir. Kalikrates, Gerantius, Kalogeros, gibi metropolitler dini hayatın kopmaz parçaları olarak şöhret kazanmışlardır. Iustinianus'dan sonraki hanedanlar, ülkeyi eskiden olduğu gibi thema denilen askeri valilerle yönettiler. Opsikion, Optimatum, Bukellarion gibi isimler altında göze çarpan themaların idare yeri Klaudiopolis idi. Strabon'un tasvirine uygun olarak, yöre yine tarım memleketi olarak göze çarpmakta, yeşil düzlüklerinde bol miktarda hayvan yetiştirilmekte idi. Bunlar ulaşım ve yiyecek maddesi olarak büyük boşluğu doldurmaktaydılar. Ayrıca her türlü ağaç cinsinin bulunması, Bizans sosyal hayatındada rol oynamış ki Osmanlılar zamanında da aynı aktivite devam ettirilmiştir.
Makedonia sülalesi devrinde, bazı ekonomik ve askeri krizler, Bithynia'yı, dolayısıyla Kaudiopolis'i de etkiledi. İmparatorluk, Balkanlardan ve Doğu Anadolu'dan Türklerin baskısına maruz kaldı. I071 Malagirt Meydan Savaşı sonunda, Anadolu Türklerin eline geçti. İznik merkez olmak üzere Selçuklu Devleti kuruldu. Bunu Haçlıların fırtınası takip etti. 1177'de, Bolu Selçuklularca kuşatıldı. Myriokephalon'da bir yıl önce büyük bir bozguna uğramış olan Manuel Komnenos, eğer Bolu'daki kuşatmayı kaldırabilirse, yitirilen itibarını yeniden kazanmış olabilecekti.Bizans tarihçisi Niketas Khoniates, Türklerin Bithynia'daki ilk ciddi baskısını anlatırken şunları yazmaktadır: "Çok geçmeden Türkler, Roma İmparatoru Claudius'a nisbetle adlandırılmış Klaudiopolis şehri çevresinde ordugâh kurdular. Önce Bizans garnizonunun şehir dışına bir adım bile atmasını önlediler. Sonra da tam anlamı ile bir kuşatmaya geçtiler. Bu sebeple şehirleri içinde kuşatılmış olanlar imparatoru, bu kuşatmayı kaldırtacak bir kuvvet gelmediği takdirde şehri Türklere teslim etmekle tehdit ettiler. Çünkü, ne devamlı bir açlığa tahammülleri vardı, ne de, düşmanları kovalayacak güce sahiptiler. Şu hâlde Manuel Komnenos, iş işten geçinceye kadar beklemedi. Haberi aldığı günün ertesinde hareket ederek elinden gelen sür'atle Nikomedia üzerinden Klaudiopolis'e yürüdü. Yanına ne çadır, ne yatak, ne şilte ve ne de herhangi bir imparatorun yanında bulunması ve onun dinlenmesini mümkün kılmak için gerekli bir şey almıştı. Yanında sadece atının eyer takımı ve zırhı vardı. Hergün büyük mesafe alıyordu. Çünkü kuşatıcılardan daha önce davranmak ve kuşatılanların başına her hangi birşey gelmeden oraya ulaşmak hususunda öyle büyük bir arzu ve ihtiras vardı ki sözcükle tarif olunamaz. Geceleri uyumuyor, çıra ışıkları altında Bithynia'yı aşıyordu. Bu yöre, her tarafta uçurumlarla doludur. Sık ormanları yüzünden bir çok yerinde geçişe izin vermez. Eğer Manuel Komnenos bir az dinlenmek zorunda kalırsa toprak onun iskemlesiydi. Kuru otlar ona halı görevi yapmak zorunda idi. Arada yağmur yağdığında ve dinlenme yeri bataklık bir vadide ise, o zaman imparator, yukarıdan yağmur, aşağıdan rutubet sebebi ile uykusundan oluyordu.Ama, işte asıl bu anlarda, Manuel Komnenos, taç ve purpur içinde altın işlemeli eğeri ile atına bindiği zamandan çok daha fazla seviliyor ve kendisine karşı çok büyük bir hayranlık duyuluyordu. İmparator, hedefine yaklaştığında, Klaudiopolis etrafında bulunan Selçuklular bundan haberdar olup, derhal kaçmaya başladılar. Birliklerin alâmetlerini tanımışlar ve silahların parıltısını görmüşlerdi. İmparator onları, elinden geldiği kadar uzaklara kovaladı. Türklerin büyüklüğü karşısında bezginlik içine düşmüş olan Klaudiopolis, Bizanslılar için imparatorun gelişi zorunlu kürek çekmekten harap olmuş gemiciler için uygun bir rüzgarın esmeye başlaması, kışın verdiği zahmet ve hüzünden sonra gelen ilkbahar ve güç ve elemli bir başlangıçtan sonra işlerin düzelmesi gibi büyük sevinçle karşılanan bir olaydı ". Niketas Khoniates'in bu kaydı dışında, Selçuklular devri için Bolu'ya dair herhangi bir haber göze çarpmamaktadır. Ama Selçuklular, Paphlagonia'nın batısında, kuzeybatısında, sürekli hareket halinde idiler. Bizans daha sonra Paphlagonia'yı, Amastris ve Herakleia hariç olmak üzere, ebediyen kaybetti. Kastamonu, Çankırı ve Ankara'da Konya Selçukluları egemen hale geçtiler. Kılıç Arslan ölmeden önce, töre gereği devleti oğulları arasında paylaştırırken, Ankara'yı oğlu Muhyiddin Mesud'a bıraktı. Bundan sonra, Kuzeybatı Anadolu'daki fetihleri bu Selçuklu şehzadesi devam ettirecektir. Dadybra sınır kalesinin düşürülmesinden sonra Bolu ve Herakleia yolu da açılmış ve bu yerler Bizans'ın doğu sınırı haline gelmiştir. 1204'de, İstanbul Latinlerin eline geçti. Bazı ileri gelenler Nikeia'ya sığındılar. Laskarisler böylece Bizans İmparatorluğunu burada devam ettirdiler. Ayrıca merkezi Trabzon olan Komnenoslar ile Laskarisler arasında nüfuz mücadelesi de başladı. Sakarya nehrinin doğusundaki askeri harekat, Prusias yolu ile deniz kenarındaki Herakleia'ya kadar uzadı. Palailogoslar zamanı da Klaudiopolis için Türk baskılarının hızlandığı devre oldu. Herakleialı tarihçi ve yazar Nikephoros Gregoras ve Pachimeres, Moğolların etkili olduğu yıllarda, Türklerin de tehlikeye düştüğüne dikkati çekmektedirler. Nitekim, Paphlagonia'dan akıp gelen Türkmenler, Bizans sınırlarını hemen her noktada delmişler yeni hayat sahalarını meydana getirmişlerdir. Tekfur adı verilen kale yöneticilerinin de durumu bu şekilde güçleşmiştir. Askeri ve kendi mali ihtiyaçlarını temin için ağır vergiler koymuşlar bu hareketler de ahaliyi oldukça güç duruma sokmuştur. XIV.yy başlarından XV.yy.a kadar Bolu bölgesinde Türkleşme hareketleri başladı. Bizans ilk önce Sakarya Nehri kenarındaki Geyve'yi kaybetti. Bu fetihler zinciri, Türk hanedanlarınca devam ettirildi ve görüleceği gibi.Amasra'nın fethi ile noktalanmıştır.yeni bir dönem başlamaktadır.

Kaynak: Bolu Valiliği Sayfasından alıntıdır. http://www.bolu.gov.tr/default.asp?s=1_2

 

KLAUDIOPOLIS
XIV.yy başlarında, Bolu'yu da içine alan kuzeybatı Anadolu'nun görünüşü şöyledir. Merkezi Kastamonu olan Candaroğulları, Ankara'da Ahiler, Söğüt ve civârında Kayılar, Sakarya'nın doğusu ve batısında, sahillerde Bizanslılar veya Palaiologoslar. Ancak, Göynük, Gerede ve Bolu'da da tampon küçük beylikler de mevcuttur. Ertuğrul Gazi ile birlikte Söğüt taraflarına göç eden Samsa Çavuş Kabilesi de sonunda Sakarya nehrinin kuzey tarafına geçerek, ormanlık, çam ağaçları ile süslü yaylalara yerleşmiş haldedir.  Kayılar, Oğuz Kabilelerinden olup, Cengiz istilası ile Anadolu'ya göç etmiş, Sürmeli, Pasin, Erzurum ve Erzincan taraflarında dolaşmışlardı. Ertuğrul Gâzi, tarihi bir karar vererek, Anadolu'ya gitti. Selçuklu Sultanının izni ile gaza ucu olan Bithynia sınırlarına yerleşti. Bizans tarihçileri Sakarya ile Paphlagonia arasında Amurios Oğullarından bahsetmektedirler. Ancak bunların kimlikleri kesin olarak aydınlatılmış değildir. Mudurnu Dağlarında işaret edildiği gibi Samsa Çavuş ve kardeşi Sülemiş vardı.  Aşıkpaşazade ve Mehmed Neşri Efendi, ondan kısaca bahsederler ve Osman Gazi'nin çağdaşı olduğunu vurgulamaktadırlar. Samsa veya Samsama Türk-İslâm dünyasında kullanılan önemli isimlerden, unvanlardandır. Sülemiş isimli kardeşi de kendisine yardımcı olmuş, Osmanlı Beyliği ile ilk temaslarda rol oynamıştır. Bunların İlhanlılarla teması olduğu da ileri sürülmektedir. El-Ömeri ve İbn Battuta'nın kaydettiği Göynük, Gerede veBolu Ahileri hakkında bilgiler de azdır.Şihâp ed-Din el-Ömerî, Anadolu Beylikleri hakkında İbn Battûta gibi, önemli bilgiler vermektedir. Mesâlik el-Ebsar fî Memâlik el-Emsâr'ında, Göynük, Gerede ve Bolu hakkında yazdıkları da Anadolu'lu Sabar Hasr (?) kasabası ahalisinden Şeyh Haydar Uryan'ın İfadelerine dayanmaktadır: "Haydar el-uryan'ın haber verdiğine göre; Anadolu'da Cengiz Han'a ait olan ülkelerden başka sadece Türk elleri altında mevcut ülke ve memleket sayısı onbirdir. Bu sıralamada 8. olan Gerede memleketidir ki, Şâhin İlidir. Askeri beşbin atlı kadardır. Göynük Hisar memleketidir ki, Emir Umur İlidir. Askeri üçbin kadardır... Gelelim Cengiz Han ailesine ait yerlere; .... Bolu Sultanının ilidir. Burada uygur şehirler yoktur. Köylerden meydana gelen, çayır ve otlaklarla uzayıp giden bir çayırlıktan ibârettir. Burası Germiyan ülkesi ile Süleyman Paşa İli'nin arasında, yani Germiyan'ın doğusunda Süleyman Paşa'nın batısındadır. XIV. yy.ın ilk yarısında, 1333 yılında Tancalı Arap Gezgini İbn Battuta, Orhan Gazi ve Candaroğlu I. Süleyman Paşa zamanında Göynük, Mudurnu, Bolu, Gerede'den geçti. Bu kasabalar hakkında önemli bilgiler veren İbn Battûta, Göynük'ün Orhan Gaziye bağlı olduğunu, safran üretiminin yapıldığını yazmaktadır. Kış aylarında karlı bir zamanda Mudurnu'ya seyahat etmiş, Cuma namazı sırasında kasabaya varabilmiştir. Mudurnu, Bolu'ya bağlı ve o günün şartlarına göre de Kastamonu'ya on günlük uzaklıktadır. Bolu'ya yolculuk ederken, Büyük Su'dan geçmiştir. Gezgin'in Bolu'ya ait yazdıkları şöyledir: "Bolu şehrinde, Ahîlerden birinin tekkesine indik. Buradaki adetlere göre, tekkenin bir bölümündeki ocaklar, kış müddetince aralıksız yakılmaktadır. Dergâhın her bölümünde ayrı ayrı ocaklar da vardır. Ocağın bacası mevcut olup, duman oradan çıkmaktadır. Odaları gayet güzel şekilde ısıtır. Buna çoğul şekli ile Bahari derler. Tekili Buhayrî'dir. Burada, İbn Cuzey Buhayrî'yi hatırladım. Ona ait bir de beyit aklımdan geçti. "Buhayri'den ayrıldığımızdan beri dağın üzerini toz kapladı. Onun geceleri alev saçmasını dilersen, katırların, yük yük odunlarla gelmesi gerekir. Tekkeye girdiğimizde, bütün ocakları yanar hâlde bulduk. Üstümüzdekileri çıkarttık. Sadece tek kat giyimle kaldık. Öylece ateşin karşısına geçerek ısındık. Ahi, hemen çeşitli yemek ve meyveler getirdi. Allah, kerem sahibi ve cömert olan, yabancılara gariplere büyük şefkat ve sevgi gösteren, gelene geçene yardımlarını esirgemeyen bunları en güzel şekilde, sonsuz bir sevgi ile karşılayan bu dervişleri hayırlarla mükâfatlandırsın... O geceyi çok güzel bir şekilde, müsterih olarak geçirdik." İbn Battûta, Bolu'da fazla kalmadı. Ertesi günü, yine soğuk bir havada yola koyuldu. Gerede-i Bolu yâni Bolu'daki Gerede'ye hareket etti. Bu söyleniş devrin doğulu kaynaklarına uygunluk arzetmektedir. İlhanlıların mali defterlerinde Gerede'den Gerede-Bolu diye bahsedilmektedir. İbn Battûta, Gerede için şunları yazmaktadır: "Gerede-Bolu'ya vardık. Burası bir ovada kurulmuş, güzel ve büyük bir kasabadır. Çarşısı ve caddeleri geniştir. Dünya'nın soğuk yerlerindendir. Ayrı mahallelere bölünmüş olup, her mahalle kendi aralarında yaşamaktadır. Kasabanın hakimi Şah Bey'dir Orta derece sultanlar arasındadır. Bedeni, boyu, bosu, huyu itibari ile yakışıklı, güzel bir adamsa da yeteri kadar eli açık değildir. Namazı burada kıldık. Sonra, zâviyeye misafir edildik. Orada, Hatib el-Fatih Şems ed-Din eş-Şami ile tanıştık. Adı geçen; yıllardan beri burada yaşıyormuş. Çoluk-çocuğa karışmış ve kasabanın hâkimi olan Şah bey'in hem kâtibi ve hem de hocası olarak sözünü geçirecek kadar nüfuz sağlamıştı.Bir gün, yanımıza geldi. Gerede Hakiminin bizi ziyaret edeceğini haber verdi. Kendisine bu buluşmayı temin ettiği için teşekkür ettim. Şâh Bey, bizim yanımıza geldi. Kapıda karşılayarak, selâmladım. Bizimle birlikte oturdu ve bana sağlığımı, gezinin nedenini, şimdiye kadar hangi hakimlerle görüşebildiğimi öğrenmek istedi. Ben de başımdan geçenleri bir bir anlattım. Bir saat kadar süren görüşmeden sonra yanımızdan ayrıldı. Bizim için tam hazırlanmış bir binek atı ile bir kat elbise gönderdi." İbn Battûta, Gerede'den sonra Kastamonu yolu üzerindeki Safranbolu'ya hareket etti.
Burası Candaroğlu sultan el-Mükerrem Süleyman Paşa oğlu Ali Bey'in yönetiminde idi. Son devir Bizans tarihçileri, İslam kaynaklarından aynı şekilde, Kuxim Paxis'den de bahsetmektedirler. Bu şahıs, Nogaylardandı. Bağlı olduğu Han'ın ölümü üzerine Dobruca'dan ayrılmış, çoluk-çocuk ve adamları ile yelkenli ile Trabzon'a hareket etmişti. Niyeti Tebriz'deki İlhan'a sığınmak ve maiyetinde yer almaktı. Ancak, Karadeniz'in meşhur fırtınalarından birine tutularak, Herakleia iskelesine sığındı. Buranın tekfuru, durumu İstanbul'a, İmparatora bildirdi. Kuxim Paxis, hrıstiyan olmak ve Bizans ordusunda çalışmak kaydı ile ülke topraklarına kabul edildi. Bir müddet sonra da İstanbul'a gitti. Saray ile tanıştı. Kızı kendisi gibi aynı milletten olan Solyman Paxis ile evlendirildi. Damad, Bithynia'nın merkezi Nikomedia'da (İzmit) oturdu. Sangarios boylarından gelecek tehlikelere karşı tedbirler aldı. Paphlagonia'nın hakimi ise Candaroğulları idi. Onlardan önce de yöreye Çobanoğulları hakimdi. Hüsâm ed-din Çoban, Alp Yürek Muzaffer ed-Dîn Yavlak (Yölük) Arslan devirleri kaynakların yetersizliği nedeni ile karanlık kalmaktadır. Pachymeres'in bahsettiği Nâsır ed-Dîn'in Mahmut olduğu bilinmektedir. Bu şahıs son Çobanlı beyidir. Candaroğulları ise XIII. yy sonlarında tarih sahnesine çıkmaktadır. Kurucuları Şems ed-Dîn Yaman Candar'dır. Y. Yücel, bu sebeple ondan bahsederken, "...Bu emir hakkında P. Wittek, Pachymeres'de beyliklerin sayılması sırasında geçen Amiramini, Emîr Yaman'la izâh edilebilir ki, bu da Candaroğulları Beyliğinin kurucusu Şemseddin Yaman Candar'dır" demektedir. Candaroğullarının, bu tarihdeki batı sınırı Safranbolu/Taraklıborlu'da idi. XIV. yy başlarındaki duruma göre Bolu, üç taraftan Türk Beylikleri ile çevrili idi. Denizde ise Ceneviz hakimiyeti sürüyordu. Daphnusia, Diospolis, Herakleia Pontika

Kaynak:Bolu Valiliği Sayfasından alıntıdır. http://www.bolu.gov.tr/default.asp?s=1_2

ESKİ COĞRAFYA'DA BOLU
Bolu, tarihinin her devresinde ilgi çeken yörelerden olmuştur. Thrak asıllı kabile, Güney armara'da ve Bolu bölgesinde yayılmıştır. Thynler, Mariandyenler ve Kaukonlar birlikte yaşamışlar, zamanla, Bithyn adı altında göze çarpmışlardır. Romalıları, Doğu Roma ve Bizans takip etmiştir. Bithynia, doğuda Paphlagonia, güneyde Phyrygia sonra Galatia,kuzeyde Pontus Euxinos ile çevrili idi. Batıda ise Propontis denilen Marmara Denizi ile Bosphorus yani İstanbul Boğazı yer almakta idi.  Bithynia, sık el değiştirmesine rağmen, coğrafi ve askeri bakımdan aynı adı korumuştur. Honorias, Optimatum ve Bukellerion da thema yani askeri yönetim olarak karşımıza çıkmaktadır. Askeri valiler genelde, Nikomedia veya Bitthynion/ Klaudiopolis'de oturmuşlardır. Bithynia'nın tabii sınırları içinde kalan akarsular: Sangarios, Billieus,Hypios ve Gallaus'dur. Sangarios, Bolu'yu batıdan ve hem de güneyden sınırlamaktadır. Kaynağı Sivrihisar yakınlarındaki Sangia köyü idi. Billieus/Filyos , Bolu yakınından geçen yörenin en önemli akarsuyudur. Büyüksu ve gelen diğer kolları aldıktan sonra , Herakleia Pontika ile Tieion arasında, Tieion'a daha yakın yerde Pontus Euxinos'a dökülmektedir.  Hypios veya Hypius denilen bugünkü Melen Çayı da kaynaklarını, Bolu'nun kuzeyindeki dağlardan almakta, geniş bir yay çizerek, Daphnusius Gölü'nü terk ile kuzeye yönelmektedir. Dia ile Daphnusia Adası arasında, Sangarios'un doğusunda denizle birleşmektedir. Bu akarsular bol sulu olup, düzenli akışlarını hemen her mevsim yağmakta olan yağmura borçludur. Astakosx/Nikomedia Körfezinden doğuya doğru uzanan dağlar, Bithynia Olympusları olarak bilinmektedir. Bithynia'yı boydan boya katetmekte ve Paphlagonia'da Olygasus Sıradağları ile birleşmektedir. Bu dağlar arasında oldukça verimli vadiler ve ovalar bulunmaktadır. Nikomedia, Sophon, Tarsia, Lateas, Hypios, Salone ve Krateia Ovaları örnek verilebilir. Bol yağışlar nedeni ile ovalar, yemyeşil görünüm kazanmıştır.  Akarsu ağıda Tarsia, Hypios ve hatta Salone Ovasında bataklıklara sebebiyet vermiştir. Pontus Euxinos ile Sangarios arasındaki kuzey güney kesitinde, deniz, orman ve bozkır bulunmaktadır. Nikomedia ile Paphlogoni arasında ise gittikçe yükselen ovalar bir birini takip etmektedir. Krateia'da ise orman örtüsü azalmaktadır. Bithynia'nın ilk ve orta çağdaki meşhur yerleşme yerleri Nikomedia, Sophon, Tarsia, Demetrium, Lateas Prusias, Bithynion, Krateia, Koinon, Gallikanon, Dablis, Kabaia, Modrene sahilde ise Thynia, Dia ve Herakleia Pontika'dır. Şimdiki Bolu, Bithynion Harabeleri üzerinde yükselmektedir. Hz. İsa'nın doğumundan evvel, Bithyn'ler tarafından kurulmuştur. O yüzden Bithynion adını almıştır. Hayvancılığı meşhur olup, Salone Ovasında yapılan peynirleri ile şöhret kazanmıştır.  Bithynion Kalesinin izleri bugün mevcut değildir. Romalıların gözderinden Antinous, Bithynionlu olduğu için, bu Bithynia şehrinden haberdar olabilmekteyiz. Hellenleşmenin sona ermesi ve latinleşmenin iyice hissedilmeye başlaması üzerine, Bithynion eski karakterini kaybetti. Sık meydana gelen depremler sebebi ile Roma yöneticileri, burasını yeniden imar ettiler. O nedenle, Roma kaynaklarında Bithynion yerine Claudiupolis ismi benimsenmiştir. İmparator Claudius adına Claudius şehri denilmiştir. Claudius Latin, polis (şehir) ise Grek kökenli kelimelerdir. Bizanslıların yönetiminde ise Claudius/Klaudiupolis kullanılmaya devam edilmiştir. Gerek tarih coğrafya ve gerekse kitabelerde aynı adlara rastlanmaktadır.  İlk Selçuklu akınlarında bile aynı isim kullanılmaya devam edilmekte idi. Fakat XIII. ve XIV. yy başlarında Bizanslıların Klaudiopolisi, artık yerini yeni bir isme bırakacaktır. O da, Bolı/Bolu'dur. Bazı batılı seyyahların ve tercüme eserlerin etkisinde kalınarak grekçe polis: şehir ile ilgili olduğu ileri sürülmüşse de doğru değildir. Bor, eski Türkçede kullanılmaktadır. Kıpçak kabilelerinden biri Ulu-Kiçi Borlı diye anılmaktadır. Zağfiran/Safran - Borlı ve Taraklı - Borlı, yanında Klaudiopolis yerine sadece Borlı/Bolu da kullanılmıştır. İlhaniler devrinde daha çok "Bol" kökünden yapılan isimlere tesadüf etmekteyiz. Devlet idaresinde rol oynamış üç Bol-ı-gan Hatun'dan haberdarız. Pontus Euxisons sahilindeki Thyhia, şimdiki Kefken Adasıdır.  Bir ara, Daphnusia adası diye de tanınmıştır. İspanyol Seyyahı Ruj Gonzales de Clavijo da sonuncu ismi zikretmektedir. Roma ve Bizans devresinde, küçük bir yerleşim yeri olarak karşımıza çıkan Dia/Diospolis, XIV. yy.da, Bolu bölgesinden taşarak sahillere kadar yayılan, Eleaus Çayı kıyısında, bazen güneydeki tepelere yerleşen Kerameddinlilerin iskân sahasıdır. Denizden görünüşü beyaz olduğu için de buraya Akçaşar/Akçaşehir denilmiştir. Cumhuriyet döneminde, Dahiliye Vekaletinin kararı ile yöre, fatihi Akçakoca'dan dolayı şehir kaldırılmış ve "Koca" ilave edilmiştir (1934). Böylece Akçakoca ortaya çıkmıştır. Pontus Euxinos/Karadeniz, doğuda dik bir arazi yapısı ile kuzeye doğru yönelir. İşte, tam köşede yine bir çay kenarında "Alap" kabilesinin iskâna açtığı Alaplı kasabası da tarihi yörelerdendir. Arazi yukarıda tabii bir liman meydana getirir. Bu burun iyice denize doğru girer. Mariandynlerin ilk yerleştikleri, belki de iskâna açtıkları Herakleia, adını destan kahramanı meşhur Hercules/Herakles'den almaktadır. Miletos kolonisi olarak sakin bir koyda kurulan Herakleia, diğerlerinden ayırt edilmek için her zaman Pontike sıfatı ile kullanılmıştır. Böylece, Hellenistik zamanlardan Türklerin gelişine kadar Herakleia Pontika kendi kabı içinde kalmamış, kolonizasyon rüzgarına uyarak, Karadeniz'in şimdiki Kırım sahillerinde kendisine ekonomik güç sağlayacak "polisler" (şehirler) kurmuşlardır. XIV. yy.da, Herakleia'dan bozulma Erakle / Erekli - Ereğli kelimesi ortaya çıkmıştır. Osmanlılar döneminde, Mudurnu, Gerede ve Bolu'nun iskelesi durumundaki yerlerden biri de Bender-Ereğli idi. XIX. yy.da ise yine diğer Ereğlilerden ayırmak için de Bahr-ı Siyâh (Karadeniz) Ereğlisi mülki bölünüşte göze çarpmaktadır. 1921 yılına kadar Bolu Sancağındaki Ereğli, BMM'nin aldığı bir karar ile Zonguldak Vilayetine/İline bağlanmıştır. Eski coğrafyacılara göre, Bithynia'nın başkenti körfez sonundaki Nikomedia idi. Bithynia Kralı Nikomedes tarafından başkent olabilecek bir şekilde inşâ ettirilmiştir. Burası ile Klaudiopolis arasındaki yerler Sophon (Sapanca), Regio Tarsia, Lateas, Demetrium ve Prusias'dır. Sonuncusu Hypios Çayı (Melen) kenarında kurulmuştur. Hypia ve bir ara Kieros diye isimlendirilmiştir. Fakat, Herakleia'ya doğru arazisini yeniden genişleten Bithynia Kralı Prusias, Bithynion gibi Bithyn karakteri taşıyan yeni şehre Prusias adını verdi. Bithynia''ın başka iki Prusias şehri mevcuttu. Bunlar Olympos eteğindeki Prusias (Bursa) ve diğeri de Gemlik Körfezindeki Prusias pros Mare idi. Her ikisinden ayırt etmek için de Hypios kenarındaki şehre, bu çaya nisbetle Prusias pros Hypios denilmiştir. Anlamı, Hypios Prusias'ıdır. Üzerindeki kültürleri en iyi şekilde taşıyabilmiş olan Prusias, Klaudiopolis'in en gözde şehirlerindendi.XIV. yy.a kadar Prusias'i muhafaza edebilmiştir. Osman Gâzi'nin arkadaşlarından Konur Alp tarafından Türk hakimiyetine sokulmuştur. Bu yüzden Prusias adı unutulmuş, Eski Bağ olarak tarihi seyrini devam ettirmiştir. Ahâli arasında Eski Bağ, "ğ" kelime sonunda kullanılmadığı için, Eskiba / Üskübü ortaya çıkmıştır. Üsküdar ile Kayseri'deki, Erzincan'daki benzer isimleri örnek verebiliriz. XIX. yy.da bu resmi isim kullanılırken, halk arasında zaman zaman "Kasaba" da Üskübü yerine söylenmiştir. XIV. yy.da, bir köy halinde olan Düzce, geçen zaman zarfında gelişme kaydetmiş, 1871'de kaza yapılmıştır. Böylece Üskübü'nün yıldızı sönmeye başlamıştır. Osmanlı kaynaklarında Üskübü ve Düzce'yi içine alan yöreye Konur Alp İli deniliyordu. Fatihi Konur Alp'e izâfeten verilen isim zamanla Konrapa şekline dönüşmüştür. Ancak, üskübü ve Konrapa da uzun ömürlü olamadı. Ada, Han Dağı (Hendek) gibi bir Pazar yeri olarak sivrilen Düz Bazar, Düzce Bazar kaza merkezi haline gelmiş, Rumeli, Balkanlar, Doğu Karadeniz, Doğu Anadolu ve hepsinden önemlisi Kafkasya'dan göç edenlerin sağladığı imkânlarla hızla büyümüştür. İşte böylece Düzce Kazası, şimdiki Düzce İli olarak şekillenmiştir. Kuzeydoğusundaki Yığılca, batısındaki Gümüşâbâd, yörüklerin iskânına açılmış Darı Yeri Vâdisi ve Kaynaşlı, Düzce'nin büyümesinde etkili unsurlardır. İmamlar/Gölyaka, Cumayeri/Cumaovası, Bey Köyü gibi merkezler de Düzce'yi büyük ilçeler arasına sokmuştur. Bolu'nun güney-batısındaki, eski Bihynia, Phrygia ve Galatia kavşağındaki Koinon Gallikanon, Nikomedia-Ankyra (Ankara) yolu üzerinde bulunuyordu. Eski tarihi pek bilinmeyen yöre, Osmanlıların, belki de hrıstiyan Türklerin Bizans dünyasından ilk ayırdıkları kasabadır. Taraklı ile Mudurnu arasındaki yol XIV. XV. yy.da Bursa İpek Yolu diye nitelendirilmektedir. İşte son derece önem kazanan bu ara yol, İbn Battûta'nın gezisi ile etraflıca tanıtılmıştır. Göynümek fiilinden türetilen isim, "yanık" manasına gelmektedir. Göynük-Bolu yolu üzerindeki Modrene, Gallus Çayı üzerinde göze çarpmaktadır. Orman ile bozkır arasında geçiş noktasıdır. Kelimenin menşei karanlıktır. Muhtemelen Modrene'nin Türkçeye aktarılmış halidir. Mutırnı, Muturnı, Mudurnu ilk defa Osmanlı akıncıları ve Ertuğrul'un kader dostu Samsa Çavuş tarafından Türk idaresine kazandırılmıştır. Yıldırım zamanında cami ve hamam ile süslenmiştir. Bağdad Caddesi üzerinde oluşundan dolayı da Kanûni'nin Sadrazamı Rüstem Paşa kasaba yakınında büyük bir kervansaray yaptırmışsa da şimdi izi bile kalmamıştır. Bolu'nun doğu ve kuzey-doğusundaki önemli yerleşme merkezleri Gökçesu, Mengen, Devrek, Çağa, Dörtdivan ve Gerede'dir. Gerede, Bithynia'nın Paphlagonia sınırındaki stratejik mevkiindedir. Aynı şekilde, burası ile Galatia da kontrol edilmektedir. Bithynialılar zamanında varlığı bilinmektedir. O zamanlar, Krateia ismini alan yöre bir ara paralarda da görüldüğü gibi Flaviopolis diye söylenmiştir. Selçuklu akınları ile Türkleşmenin ilk görüldüğü bölge Krateia'dır Bu isim yeni fatihlerce ve ahalice Kerde / Gerede şekline sokulmuştur. Osmanlı- Çandaroğlu, sonra İsfendiyarlılar zamanında, sık sık mücadele sahası özelliğini taşımıştır. Bir ara Gerede Sultanlığından bile bahsedilmiştir. El-Ömerî ve İbn Buttûta'da kısa fakat ilgi çekici bilgilere rastlanmaktadır. Gerede, her zaman Osmanlı kasabası olarak kalmıştır. Soğuk bir iklimde bulunmasına rağmen, dericilikte, hayvancılıkta, Bolu'nun sanayi şehri özelliğini taşımıştır. Kuzeydeki Mengen ormanlık bir alanda göze çarpmaktadır. İlhanlı devri kaynaklarına göre Mengen/Mangan, Men/Man kökünden türetilmiştir. Devrek de, Türkçe menşelidir. Balıkesir yöresinde ve bazı Anadolu köylerindeki aşiretler "Devrekli" diye tanınmaktadır.
XIX. yy.da Bolu'ya bağlı gözüken Devrek, II. Abdülhâmid zamanında onun adıyla, Hamidiye diye söylenmiştir. Hamidiye, Kastamonu ve Bolu Salnamelerinde, şirin ormanlı bir kasaba olarak anlatılmaktadır. Bolu ile Gerede arasında, göl kenarında kurulan Çağa, civarındaki Roma devri eserleri dikkate alınacak olunursa, hayli eski bir geçmişe sahiptir. Mengen yolu üzerindeki boğazı çevreleyen Çağa, tam Türk karakteri taşımakta ve geçirdiği talihsiz yangın sebebi ile de köhneleşmeye yüz tutmuştur. Sultan Reşad adına teşkil edilen yeni kasaba, Reşadiye adını almıştır. Gölün güneyinde şimdiki yerinde Yeniçağa ise adını M. Kemal Atatürk'e borçludur. 1934'de, Dahiliye Vekaletinin kararı ile Reşadiye yerine Yeniçağa ortaya çıkmıştır. Osmanlı kaynaklarına göre, Bolu'nun doğusundaki yerler Konur Alp, Şahin Bey, Hızır Bey ve Eflagan Bey tarafından Türk hakimiyetine sokulmuştur. Düzce'deki Konur Alp İli gibi buralarda da "Hızır Bey İli", "Eflagan Bey İli" deyimleri tarihteki yerini almıştır. Bolu'nun Osmanlılar zamanında kuzeydoğu sınırı Amasra'da noktalanıyordu. Bartın ve çevresindeki yerler "Divan" ismi ile bilinmekteydi. Evliya Çelebi ve Osmanlı belgelerindeki "divân"lar, onikiye kadar ulaşmaktadır. Gerede'ye bağlı, Yeniçağı'nın hemen güneyindeki "Dört Divân"da, Türkmenlerin en yoğun bulunduğu alanlardı ki "Köroğlu" destanını da buraya taşıyanların çocuklarıdır. İlkçağdan Osmanlılara kadar şehirlerin, önemli boğazların ve vadilerin, kasabaların korunması "kale"ler vasıtası ile sağlanıyordu. Bolu ve çevresinde de sık savunma kaleleri ağı göze çarpmaktadır. Düzce'dekiler; Üskübü, Üçköprü, Beyköyü, Kadife Kale diye tanınmaktadır. Göynük, Mudurnu, Taraklı kale harabeleri günümüze kadar gelebilmiştir. Bolu Ovasında iki önemli kale vardır. Ova ortasında bir tepeyi taçlandıran Bolu Kalesi, şimdi mevcut değildir. Bithynion ve Romalıların inşa ettikleri Claudiopolis'in içinde kaldığı surlar, XVII. yy.da tamamen işlevini yitirmişti. XII. yy sonlarında ise, Türk baskılarına karşı, aşılmayan surlarının bulunduğu anlaşılmaktadır. Hisar Tepesi, iç kalenin bir hatırası olarak halk arasında yaşamaktadır. Kuzeydoğu tarafında bir de gölün yer aldığı bilinmekte olup günümüzde buraya Gölyüzü denilmektedir. George Perrot ve arkadaşlarının tanıttığı Hala/Halı Hisarı, Çakmaklar köyü üzerinde, Bizans karakterini taşımakta idi. Ancak, Halı Hisarı da, önemli ölçüde tahrip edilmiştir. Seben ile Kıbrıscık'da kale izlerine tesadüf edilmemiştir. Çağa'nın, XIV. yy.da kaleye sahip olduğu kayıtlardan anlaşılmaktadır. Evliyâ Çelebi, göl yanında kaleden de bahsetmektedir. Gerede Kalesi Bolu'daki gibi yüksek bir tepede kurulmuştur. Taraklı Borlu, Bolu ve Ankara taraflarını iyi bir şekilde kontrol altında bulundurabiliyordu. Keçi Kalesi de denilen, Gerede kalesi iç kale vaziyetine düştüğü için,onarımsızlıktan harap olmuştur.

Kaynak:Bolu Valiliği Sayfasından alıntıdır. http://www.bolu.gov.tr/default.asp?s=1_2

 

OSMANLILAR DÖNEMİ

 

Selçuklular Moğol istilası karşısında yenilince (1227-1330) göçebe Türkler Moğollara karşı devamlı isyan etmeye başladılar ve beylikler kurmaya başladılar. Bolu’da Bolu Beyliği, Söğütte Osman oğulları bulunuyordu. Osman Bey, Bizans hududunda üç tane uç beylik kurdu. Kara Denize doğru olan yerlere Konuralp’i İzmit ve havalisine Akçakoca’yı İznik’e, Samsa Çavuşu uçbeyi seçti. Ancak Bitinye Bölgesinde bulunan şehirlerin alınması işi Orhan zamanında tamamlanabilmiştir. Orhan Bey tahta geçince  İzmit havalisine, Konuralp’i Gerede nahiyesi, Akbaş Mahmut’u Karadeniz sahiline, Gazi Abdurramanı Yalova ve Gemlik bölgesinde görevlendirdi. Orhan Bey’in Akçakoca Bölgesine geldiği ve Göçürler köyünde Baki Çelebi’de ve Kepenç Köyünde Çavuşoğlu’nun evinde misafir kaldığı söylenir. (1323) Zaman içinde küçülen ve 17 hane kalan Göçürler Köyü bugünkü Ayazlı mahallesi civarında idi. 1891 yılında dağılmıştır.Akçakoca’nın Osmanlılar tarafından zapt edildiğine dair bir belgeye rastlanmamıştır. Akçakoca Beyin Akçakoca’yı zapt ettiğine dair bilgi yoktur. Bazı yazarlara göre, zaten Yörük olan Akçakoca yöresi kendiliğinden Osmanlılarla birleşmiştir. Bu görüşü destekleyen bazı kanıtlardan söz edelim

1. 1337/1923 tarihli Bolu İl Salnamesi s. 550’de; “Orhan Gazinin akıncılarından Akbaş Mahmut’un Amasya’ya kadar uzanan Karadeniz kıyılarını zapt ettiği” yazılıdır. Akçaşehir’in zapt edildiğinden söz edilmemektedir.

2. Cevdet Paşanın Kısas-ı Enbiyasında da “Orhan Gazi”den bahsederken Akçakoca’yı İzmit havalisine, Konuralp’i Gerede nahiyesine, Akbaş Mahmut’u Karadeniz sahiline, Abdurrahman Gaziyi Yalova ve Gemlik havalisine izam eyledi”, denilmektedir. Burada da Akça şehrin fethedildiğine dair bir ifade bulunmamaktadır.

 

3. Orhan Gazi’nin Prusya’yı (Üskübü) ele geçirmek üzere 40 atlı ile Akçaşehir’e geldiği, Aftunağzı (Çayağzı) köyünde konakladığı, hatta oradaki caminin Orhan Gazi’nin buyruğu ile o zaman yapıldığı, Akçaşehir’den Baki Çelebi ile Çavuşoğlu’nu alıp Üskübü’nün fethine gittiği, yararlıklarını gördüğü bu iki kişiye Üskübü’den bol miktarda toprak verilerek ödüllendirildiği bugünde halk arasında söylenmektedir. Ayrıca, Akçaşehir’in güneyindeki dağlara Orhan Dağları, Yalı Mahallesindeki akan dereye Orhan Deresi denilmektedir.  Aynı derenin doğusundaki topraklara tapu kayıtlarında ise “Orhan Gazi vakfındandır.” Şeklinde kayıt bulunmaktadır.

İdari bakımdan hep Bolu’ya bağlı kalmış olan Akçakoca, 1999 yılında il olan Düzce’ye bağlanmıştır. Akçakoca idari yönden şu aşamalardan geçmiştir.

 

ORHANGAZİ AKÇAKOCA’YA GELDİ Mİ?

 Akçakoca’da Orhan ve Orhan Gazi adı sık geçer. Orhan Deresi, Orhan Dağları, Orhangazi Okulu gibi. Orhangazi Akçakoca’ya geldi mi sorusuna yanıt arayalım:

  • Orhan Gazi, veliaht iken Konuralp’i kuşatmak üzere 40 atlı ile Akçakoca Bölgesine gelmiştir. O yıl kış çok soğuk geçliği için, askerlerinin soğuktan korunması için Çayağzı Köyüne gelmiş. Burada dere kenarında ordugahını kurmuştur. Askerleri için burada bir cami ve bir de hamam yaptırmıştır. Hamamın yeri bilinmemektedir. Çayağzı Köyünden Orhan Deresine kadar çok geniş alan cami için hayrat olarak bağışlanmıştır. Cami Vakıflar Bölge Müdürlüğü tarafından restore edilmektedir.
  • Orhan Camii 1323 yılında yapılmıştır. Cami bir mezarlığın ortasındadır. Çantı camii tekniğinde yapılmıştır.
  • Kastamonu Salnamesinde bu cami hakkında şu bilgiler yardır:
  • AFTUN DERE KÖYÜ

Aftun Dere Köyü’nde Orhan Camii

Akçakoca’nın . kadar şarkında Aftun Dere Köyündedir. Çantı camilerinin en küçüklerindendir. Mahallen Orhan Gazi Camii olarak bilindiği gibi vakıf kayıtlarında da” Nezaret-i Evkaf ı Hümayuna mülhak evkaftan Akçaşehir Bolu Kadısına tabi” Aftun-ı rüfla divanında vaki Sultan Orhan adına tabi, Aftun-ı rufla divanında vaki Sultan Orhan tabeserahü Hazretleri camii şerifi” olarak geçmektedir.” Bu defterin aynı sayfasında Aftun-u ulya divanında bir Orhan camii bildirilmektedir. Ancak bugün köyde camide mevcut değildir.”

 

ORHAN GAZİ HANGİ KÖYLERDE BULUNMUŞTUR?

Halk arasında söylenenlere göre Orhan Bey Göçürler Köyünde Baki Çelebi’nin ve Kepenç Köyünde Çavuşoğlu’nun evinde misafir kalmıştır.(1323). Göçürler Köyü zamanla küçülmüş 17 haneye kadar inmiştir. Köy bugünkü Ayazlı mahallesicivarındaidive1891yılındadağılmıştır.Karatavuk,Arabacı,Tahirli,Göktepe,Koçar,Başafton,ve Çayağzı’na gelir,buralardan yardımlar almıştır

NOT: Ceneviz Kalesi yakınlarında 1996 yılında Bolu Müzesi tarafından yapılan kurtarma kazısında15 x25 m. ölçütlerinde, 3 nefli beşgen apsisli, bazikal planlı bir kilisenin temelleri açığa çıkarılmıştır.M.S. 5-6. yüzyıllara tarihlenen ve Bolu da bulunan en büyük Bizans yapısı olan bu kilise Erken Bizans döneminde en önemli. kalıntısıdır.Kilise kazısında 5 adet bronz sikke ele geçmiştir. Kilisenin yangın geçirerek yıkıldığı tespit edilmiştir.

Kaynak:Bolu tarihi,Şükrü Dönmez-2000,Kenan Okan-1997,Derl.İbrahim Tuzcu

 

 

AKÇAKOCA’DA İLK TÜRK BOYLARI

  • Akçakoca bölgesine ilk gelenler Üçokların Kınık  aşiretine bağlı obalardır. İlk gelenlerin Koçar Bey ve O’nun yakınları olduğu söylenmektedir. Selçuk kollarının orman bölgelerinde kurdukları köyler şunlardır:

Gökçeeli, Doğancılar, Beyören, Balatlı, Kınık Ketmenli, Kepenç, Göktepe, Keramettin, Kapkirli,  Cumayanı, Tahirli, Arabacı ve Fadıllar köyleridir


OĞUZLAR

Oğuzlar,Selçuklular,Osmanlılar,Türkmen beylikleri,Türkmenistan da,Azerbaycan da,Irak ta yaşamışlardır.Oğuz hanın 6 oğlu ve onların 4 er oğlundan 24 boyu meydana gelmiştir,Oğuz kelimesi Türkçe de ağız demektir.

KINIK

Oğuzların Bozok kolundan Oğuz Kaan ın  oğlu Deniz han ın soyundan geldikleri kabul edilir,Kınık bir kuş türü olan Çakırdoğan erkeği demektir,Farsçada da kuşların erkeği denmektedir.

KAYI

Damgası  bir kuş türü olan Şahinlerin en büyüğü olan Akdoğandır,ayrıca kuvvet ve kudret sahibi de denmektedir, 2 ok 1 yaydan ibarettir,Oğuz hanoğlu Günhan kayının bu boyun bir ceddidir.Sultan 2 ci Murat kayı boyundan olduğu için 2 ok 1 yay damgasını koydurmuştur,bu damga Kanuni ye kadar devam etmiştir  Oğuzların 24 boyundan biridir. Gün Han Oğulları koluna bağlı olup, Ongunu (kutsal hayvanı) şahindir. Oğuz boylarıyla ilgili ilk bilgiler Kaşgarlı Mahmud’un Divanü Lugati’t-Türk adlı eserinde derlenmiştir. Reşideddin’in Camiü’t-Tevarih ve Yazıcıoğlu Ali’nin Selçuk namesi (Tarih-i Al-i Selçuk) sinde Kayı boyu ile ilgili bilgilere yer verilmektedir.Reşideddin’in verdiği bilgiler Oğuzların İslam dinini benimsemelerinden önceki dönemi kapsadığından dolayı büyük önem taşır. Bu kaynakta ve diğer kaynaklarda boylar listesinin en başında yazılması, Kayı boyunun Oğuzlar arasındaki toplumsal ve siyasal konumunun yansımasıdır.Kayı Boyu (Kayılar) Oğuzların Bozok kolundan, Osmanlıların da mensup olduğu bir boy.

Kayı kelimesi; “muhkem, kuvvet ve kudret sahibi” demektir. Kayı boyunun damgası, iki ok ve bir yaydan ibaretti. Oğuz Han oğlu Gün Han oğlu Kayı’nın, bu boyun ceddi olduğu söylenir. Yirmi sene hükümdarlık yapan Kayı’nın nesli, uzun yıllar bu makamda kalmıştır. Bu sebeple Kayı boyu, Oğuz boyları arasında ilk sırada gösterilmektedir. Dede Korkut da eserinde, gelecekte hanlığın geri Kayı’ya döneceğini bildirerek, Osmanlıları haber vermiştir.Kayılar, Selçuklularla birlikte, fetih esnasında ve daha sonraları Anadolu’ya gelip, değişik bölgelerde yerleştiler. Osmanlı Devletinin kuruluşunda, esas nüveyi teşkil ettiler. Osmanlılar zamanında, Rumeli’nin fetih ve iskânına katıldılar.Sultan İkinci Murad, soyunun bu boya mensubiyetini göstermek için, sikkelerine, Kayı boyuna ait iki ok ve bir yaydan müteşekkil damgayı koydurmuştur. Sonraki padişahların bastırdıkları sikkelerde görülmeyen Kayı damgasının, Kanunî’ye kadar çeşitli eşya ve silâhlar üzerine konulmasına devam edilmiştir.Kayı boyuna mensup Karakeçili göçebe oymağı, eski zamanlardan beri her yıl, Söğüt’teki Ertuğrul Gâzi Türbesini ziyaret etmekte ve bununla ilgili şenlikler yapmaktaydı. Sultan İkinci Aldülhamid Han, bu ziyaret ve şenliklere resmî bir hüviyet kazandırdı. Kendi oymağı saydığı Karakeçili gençlerinden, Ertuğrul Alayını teşkil ettirdi. Bu oymak mensuplarını, ziyarete gelen Alman imparatoruna, “akrabalarım” diyerek takdim etti.“Ertuğrul’un ocağında uyandım, Şehitlerin kanlarıyla boyandım.”beytiyle başlayan bir marş bestelenip, yıllarca dillerde söylenip, gönüllerde yaşatıldı.Bugün, Kayı boyu mensupları, genellikle; Eskişehir, Mihalıççık, Orhaneli, Isparta, Burdur, Fethiye, Muğla, Aydın ve Ödemiş civarındaki köylerde yerleşmişlerdir.

http://www.selcuklular.com/

 GAGAVUZ TÜRKLERİ

 

Türkçe konuşan Ortodoks Türklerdir. Ukrayna'da, Moldova’nın Bucak bölgesinde, İsmail ve Bender yörelerinde, Basarabya'da, Bulgaristan'ın Varna ve Balçık bölgelerinde, Romanya'nın Dobruca bölgesinde, 20 yüzyılın başlarından itibaren de Kazakistan'da Taşkent ve Fergana'da, Akyubinsk'te, Semipalantisk'te ve Balkanlar'ın bazı bölgelerinde yaşamaktadırlar. 20. yüzyılın başlarında bir kısmı Türkiye'ye yerleşmiş bunlardan bazıları Hıristiyanlığı'nı sürdürmüş, bazıları da İslamiyet'i seçmiştir. 20. yüzyılın başlarında Moşkov Gagavuz Türkleri'ni yaşadıkları bölge ve ülkelere göre şöyle gruplandırır : I) Makedon Gagavuzları: Makedonya'nın güney-doğusunda yaşarlar. II) Gacallar: Bulgaristan'ın Deliorman bölgesinde yaşayan Peçenek Türkleri'nin Müslüman olan torunlarıdır. Konuştukları ağız Gagavuz Türkçesi'ne çok yakındır. III) Sürgüçler (Surguçlar): Dobruca'nın Yılanlık (Mai) ve Kokarca (Pietrani) köylerinde yaşarlar. Soy bakımından Oğuz ve Peçenek Türkleri ile ilgilidirler. IV) Yunanistan Gagavuzları: Keserya bölgesinde yaşarlar. Bugün bu ülke ve bölgelerin bir kısmında önemli bir Gagavuz varlığından söz edilemez. Ancak Gagavuz Türkleri'nin bu kadar dağınık yaşamaları sebebi ile özellikle Yunanistan ve Bulgaristan, aralarındaki din ve nüfuz çekişmelerinde Gagavuz Türkleri'ni kullanmaya çalışmışlar; bu iki ülke de kendi hesabına Gagavuzları Türkleştirilmiş Yunan veya Bulgar gibi göstermeye çalışmışlardır. Bu iddiaların aksine Gagavuzlar, içinde yaşadıkları millet veya topluluğa uyma mecburiyetinden dolayı Yunanca, Bulgarca, Romence veya ,Rusça konuşmak ve bu milletler gibi görünmek mecburiyetinde kalmışlardır. Gagavuzların kökeni çok tartışılan bir konudur. Paul Wittek Yazıcıoğlu Selçuk namesi’ne dayanarak Gagavuzları Selçuklu hükümdarı II.İzzeddin Keykavus’ gelen Türklerden getirmeye çalışmışsa da ortaya atılan yeni belge ve fikirlerden; Peçenek, Uz ve Kumanlarla Anadolu Selçuklu Türkleri'nin sentezi olan bir Türk topluluğu oldukları anlaşılmıştır. Gagavuz adı; Gag Oğuz. Gag Uz, Kara Uz, Gök Oğuz, Kalauz gibi boy adları ve Selçuklu hükümdarı Keykavus'un adından getirilmektedir. Gagavuzların inançlarında ve sosyal hayatlarında eski Türk kültürünün ve İslamiyet'in bazı unsurlarının bütün canlılığı ile yaşadığı görülmektedir. Hıristiyanlıkta kurban kesme emri olmadığı halde kurban kesip fakirlere dağıtırlar. Zekat ve fitreye benzer bir yardımlaşma usulleri vardır. Fakirlere yardımda bulunur, bağış yaparlar. Domuza duydukları nefreti ifade eden domuz düğünü adlı bir oyun oynarlar. Bozkurt’u kutsal bilirler ve onu yüceltmek için "canavar yortusu" yaparlar. Gagavuzların dini ayinlerinde Slavca kelimeler geçse de, Müslümanlar gibi Arapça ve Farsça kaynaklı Allah, peygamber, melek, cennet, cehennem, din ve günah kelimelerini kullanırlar . 1989 nüfus sayımına göre, Bağımsız Devletler Topluluğu'nda 197.164 Gagavuz Türkü yaşamaktadır. http://aduod.sitemynet.com/turkdunyasi/gagavuz.htm

 

Bozoklar ve Üçoklar

Bu boyların Bozoklar ve Üçoklar olarak ikiye bölünmesi ise daha sonradır. Bu iki ana kol arasında çıkan anlaşmazlıklar, boyların bir kısmının batıya göçmesine neden oldu, bir kısmı da Göktürk Devleti'nin kurulması ve Ötüken'i işgali nedeniyle batıya göçmüştür(6.yy). Kalanlar Göktürk egemenliği altına girmiştir.

630'da ilk Göktürk devletinin zayıflayıp Çin kontrolü altına girmesiyle tekrar birleşmeye başlamışlarsa da ikinci Göktürk Devleti kurulunca fazla direniş gösteremeden tekrar egemenlik altına girdiler. (7.yy sonları). 745 yılında ikinci Göktürk Devleti de yıkılınca batıya ve Çin'e göçmüş birçok Oğuz Boyu da Ötüken'e geri dönerek Kutluk Bilge Kağan'ın kurduğu Uygur Devleti çatısı altında birleşti. Altayların batısındaki ve Tanrı Dağları bölgesindeki Oğuz toplulukları ise Gök Türklerin batı kolu olan Türgiş ya da Türkeş Kağanlığına bağlı olarak varlıklarını sürdürdüler. 760'lı yıllarda bölgeyi ele geçiren Karluk boyunun kurduğu devlette yer aldılar. Bu boyun öncülüğünde Yağma ve Çiğil boylarının da katılımıyla kurulan Karahanlı Devleti içinde Oğuz boyları da vardı. 10. yüzyılda Hazar Denizi'nin doğusunda Oğuz Yabgu önderliğinde ilk devletlerini kurdular.1000 yılında Kıpçaklar tarafından yıkılan bu devletten sonra Oğuzlar ikiye bölündü, bir kısmı kuzeye giderek bugünkü Kırım, Kazak, Bulgar ve Tatarların atası oldular; bir kısmı da Selçuk bey önderliğinde güneye indiler, İslami kabul edip İslâm orduları hizmetine girdiler. Doğu'daki Oğuz kitlelerinin tarihi başka yönde gelişti. 840 yılında Uygur Devleti Kırgızlar tarafından yıkılınca Oğuzların asıl büyük göçü başladı ve Asya'nın dört bir tarafına ama daha çok kitleler halinde batıya göçtüler ve öteki kandaş boylarla birleştiler. Oğuz kitleleri içinde Kınık boyundan olup, ataları Selçuk'un adından ötürü Selçuklular olarak anılmaya başlayan bir kol Tuğrul Bey önderliğinde 1038 yılında Irak ve İran'da Büyük Selçuklu İmparatorluğunu kurdu. Etrafta dağınık yaşayan diğer Türk boyları da bu İmparatorluğa katıldı. 1040'da Merv yakınlarındaki Dandanakan Savaşı'nda Gaznelileri yendiler. Selçukluk egemenliği İran, Horasan, Merv, Irak, Suriye, Güney Kafkasya ve Anadolu'da bir asırdan fazla sürdü. Son büyük sultanları Sencer'in 1141'de Semerkant ile Buhara arasında bulunan Katavan mevkiinde Moğol kökenli Karahıtaylılar'a yenilmesi ile devlet çözülmeye başladı. 1153'te kuzeydoğudan gelen Karahıtaylar ve Karluklar tarafından imparatorluk yıkılınca Oğuzlar dağıldı. Dağılan bu boyların kimi Harzemşahlara bağlandı, kimi Horasan'a, Kirman'a göçtü, kimileri de daha batıya gidip Irak'a, Suriye'ye yerleşti, kimileri de Anadolu Selçuklu Devleti 'ne katıldı. Bunlardan sonra kurulan Akkoyunlu, Karakoyunlu, Safevi Devletleri, Alemdarlar, Anadolu beylikleri, Osmanlı İmparatorluğu, Suriye, Irak ve Azerbaycan'da çeşitli beyliklerde de Oğuz Kağan Destanı mevcuttu.

Göktürkler ve Oğuzlar Vergi memuruna Amga (veya Imga) derlerdi, ve devlet kasasında Aglık

YÖRÜKLER

Türkçe ve yabancı sözlüklerde ‘göçebe Türkmen’dir. Türkistan’da konuşulan Türkçelerde ve eski Osmanlıcada Yüvrük kelimesi güçlü ve atılgan manasına gelir. Horasan’da Makedonyalı İskender ordusuna karşı tek geldiği için Salurlara Yüvrük (kahraman) adı verilir. Bu adı Anadolu’ya Salurlar getirmişlerdir.Türkmen kelimesi Türk-İman’dan türemiştir. Oğuz Türklerine Müslüman olduktan sonra bu ad verilmiştir. Bozoklar Türkistan’dan 11′inci asırda gelip Yozgat yöresine yerleşmişlerdir. Bunların bir kısmı ayrılıp Halep ve Şam’a göç etmiştir. Daha sonra 17′nci yüzyılda Dördüncü Murat Bağdat seferi dönüşünde bunların çoğunu beraberinde getirip Anadolu’nun sıcak güney bölgelerinde iskan ettirmiştir. Bunlara Anadolu’da genel olarak Arapçi, Arapgir, Saçıkara veya Hayta Yörükleri denir.İlk Cepniler Hacı Bektaşı Veli ile birlikte Horasan’dan gelip Kırşehir ve Sivas’a yerleşmişlerdir. Daha sonra 14′üncü yüzyılda Türkistan’dan (Türkmenistan) gelen ve Karadeniz bölgesine yerleşen çok sayıda Cepniler vardır. Yakup Han ile Bayram Han gibi kahramanlar bunlardandır. Bayram Han’ın oğlu Hacı Emir Bey ve torunu Süleyman Bey yıllarca Pontuslara karşı savaşmıştır. Süleyman Bey 1397′de bütün Giresun bölgesini beyliğine katmıştır.Kayılar anavatanı olan Türkmenistan Balkan eyaletlerinden gelmişlerdir.Yeni Osmanlılar Osmanlı padişahlarının boyundan (Karakeçili) olup, İmparatorluğun sonuna doğru gelenlerdir.Solaklar dinlenme manasına, Meller (Melliler) göçten geri kalma, Çakıllar göç etmeyip, yere çakılıp kalma manasındadır. Hona erkek geyik demektir. Kara Hacı Adana Toroslarında yaşamış Avşar beylerinden Kara Receb’in oğlu Kara Mustafa’dır.Teke Türkmenleri İran, Horasan, Türkmenistan ile Afganistan sınır bölgesinde şu an yaşayanlardan olup, Anadolu’ya ilk gelen Türkmenlerdendir. Kendilerine Yüvrük denen Türkmenlerdendir. Alparslan’ın askerlerinin çoğu Teke Türkmen’iydi. Türkmenistan’ın en kalabalık halkı Ahılteke’dir. Bunlara Eski Yörükler de denir. Yarış atları dünyada emsalsizdir.Tonguç Türkmencemde düğümlemek anlamındadır, tangmaktan gelir. Tonguç ayrıca bir Moğol kabilesidir.Not: Bu soy kütüğünde adı geçmeyen Yörükler bu boylara bağlı olup, ufak ve meşhur olmayan oymaklardır.Bugün, Kayı boyu mensupları, genellikle; Eskişehir, Mihalıççık, Orhaneli, Isparta, Burdur, Fethiye, Muğla, Aydın ve Ödemiş civarındaki köylerde yerleşmişlerdir.Tarih boyunca Kayı Boyunun yerleştiği bölgeler; Hindistan: Babür devleti, İran, Irak, Suriye, Urfa: Karacadağ da ikamet etmişlerdir. Yörüklük Türklüğün orjinidir, lakabıdır, ta kendisidir. Otantik ismidir. Bilindiği gibi Türklerin ilk yurdu Orta Asya idi. Türkler Çin Seddinin ötesinde, Orta Asya’ da çok çetin iklim ve arazi şartlarında göçebe hayvancılıkla geçinmeye çalışıyorlardı. Türklerin bundan sonraki yurdu olan, Hazar Denizinin doğusundaki Maveraünnehir ve Horasan Bölgesi de büyük ölçüde çölden ibaretti. Derken Türkler Anadolu’ ya geldiler. Buranın coğrafi özellikleri Türklerin toplumsal gelişmesinde büyük bir paya sahiptir. Anadolu’ nun önemli ölçüde yayla ve dağlık oluşu hayvancılık yapan Yörükler’ e bildikleri ve ihtiyaçları olan bir ortamı sağlıyordu. Fakat bu yaylanın pek çok yerinde tarıma elverişli ova ve vadiler de vardı. Örneğin, Konya, Ankara, Eskişehir gibi büyük ovalar. Yaylayı çevreleyen dağların ötesinde de bereketli kıyı ovaları sıralanıyordu. Yörükler bu kıtada tedricen, alıştıra alıştıra – bu sayede toplumsal ve kişilikselçok büyük bunalımlara fazla düşmeden – yerleşikliğe, çiftçiliğe geçişin ideal koşullarını buldular. Anadolu’ da nüfus yoğunluğunun fazla olmaması yerleşik düzene geçişin nispeten kavgasız gürültüsüz olmasını sağladı.

 Türkiye genelinde en çok yörükler nerelerde yaşamaktadır.

Malazgirt zaferinden sonra bütün Anadoluya, 24 Oğuz boyuna mensup kabileler fetih heyecanı, yeni yurtlar bulma hevesiyle akmağa başladılar. Türkiyede 24 Oğuz boyunun oymak ve aşiret adını almış binlerce köyü mevcuttur. Bu Türkmen aşiretleri bütün Anadolu’ yu Türkmenleştirmişlerdir. Bundan da anlaşıldığı gibi Türkiye’ de yörüklerin çok bulunduğu yer diye bir şey söz konusu değildir. Çünkü Türkiye yörüklerden oluşmuştur. Türkiye’nin mayası yörüklerdir.

Osman Bey, Söğüt civarındaki küçükyörük grubunun liderliğini babası Ertuğrul Bey’ den 1281 yılında devralmıştı. Fakat bu sıralarda başkanı olduğu grup tarih sahnesinde tanınmayacak kadar küçük ve önemsizdi. Ancak Osman Bey’in başkanlığında yirmi yıl yaşadıktan sonra bu küçük toplum Aşiretten Beyliğe – Beylikten Cihan Devletine ulaşmıştır.

Şu anda yurdumuzda kaç boy ve aşiret olarak yörük yurttaşımız yaşamaktadır ve bu boy ve aşiretler hangileridir?

Şu an yurdumuzun her köşesinde yerleşmiş yörük boyları ve aşiretleri vardır. Isparta – Antalya civarında Hayta Aşireti, Burdur – Konya civarında Honamlı Aşireti, Korkuteli – Kozan – Kadirli civarında Varsak Aşireti, Erdemli – Mersin – Nevşehir civarında Boynuinceli Aşireti, Kayseri de Avşarlar, Söğüt – Bilecik – Eskişehir – Kütahya – Bursa – Ankara civarında Karakeçilli Aşireti Belli başlılarındandır.

 Yörük yemeklerini sayar mısınız?

Yörük yemekleri arasında; Bulgur aşı (Etli pilav), Tarhana Çorbası, Yoğurtlu Yayla Çorbası, Gözleme, Mantı, Hamuraşı, Höşmerim, Keşkek, Lokma sayılabilir.

 Bir Yörük kıyafeti kadın ve erkek olarak nasıl oluyor? Açıklar mısınız.

Balıkesir, Bilecik’ den Antalya’ ya kadar eski Yörük erkek kılığı zeybek kılığıdır. Üç etek zıbın bir arkada etek iki de yanda etek. Ayakta kısa zeybek donu veya pamuklu, yünlü uzun pantolon. Yakasız gömlek, işlemeli cepken. Belde büyük kuşak üzerinde silahlık. Silahlığın içinde koca bıçak, kulaklı bıçak, tabanca, tarak, ayna, makas, çakmaktaşı vs. bulunuyor. Başta fes, oyalı yazma.Kadın giyimi ise ayakta edik veya çarık, üç tek entari, cepken, kuşak, başta fes. Fesin üzerine çekilen bir örtü (Poşu, yağlık, yazma vs.)

Yörük yayla ve oba çadırlarının özelliklerini anlatır mısınız?

Anadolu’ da Yörükler üç türlü çadır kullanırlar.

a) Kara Çadır (Kıl Çadır, Çul Çadır da denir)

b) Keçe Ev (Alaçık, Alıcık da denir)

c) Topağ Ev (Topak Ev, Bekdik Çadırı, Derim Ev de denir)Kara Çadır keçi kılının ıstar denen dokuma tezgahında dokunmasıyla yapılıp tek katlı, uzunca bir ev biçimindedir. Anadolu’ da Manisa ve Kütahya’ dan Adana ve Maraş’ a kadar Kıl Çadırlar kullanılmaktadır.Çadır çok kutludur, saygılıdır, dualıdır. Çadır için ataların duası denir. Bu sarsılmaz inanışı ocak ve atalar kültürünün devamı olarak düşünebiliriz. Çadıra kıtlık, bereketsizlik gelmez. Bir kurban kesip dua etmeden yeni çadıra girilmez. Türkiye’ nin dört tarafında Türk aşiretleri ufak farklar dışında aynı maddi kültüre sahiptirler. Bu da onların bir orijin, bir kültür ve bir medeniyetten geldiklerini gösterir.

Hamit Kemal TÜRKMEN

 

OĞUZLAR

 

 

 

              BOZOKLAR                                                                     ÜÇOKLAR

 

GÜN HAN         AY HAN           YILDIZ HAN       GÖK HAN     DAĞ HAN    DENİZ HAN

   KAYI                 YAZIR                AVŞAR            BAYINDIR      SALUR            İĞDİR     

   BAYAT              DÖĞER              KIZIK               BEÇENEK      EYMÜR           BÜĞDÜZ       

   ALKEVLİ           DODURGA       BEĞDİRLİ       ÇAVULDUR  ALAYUNTLU YIVA

   KARAEVLİ        YAPARLI          KARKIN          ÇEPNİ             YÜREĞR         KINIK       

 

    ONGUNU          ONGUNU          ONGUNU          ONGUNU       ONGUNU      ONGUNU

       ŞAHİN              KARTAL       TAVŞANCIL        SUNGUR         ÜÇKUŞ         ÇAKIR

 

EVLİYA ÇELEBİNİN AKÇAKOCAYA GELİŞİ

İzmit seyahati esnasında Bolu'nun batısına kadar gelmiş, Sakarya ve Sapanca Gölünden bahsederken, kereste nakliyatı için Düzce Pazar'ın, Bolu'nun vaziyeti üzerinde fikir beyan etmiştir. Evliyâ Çelebi, Trabzon gezisi sırasında, bu defa Bolu'nun Karadeniz kıyısındaki kasabalarına uğramıştır. Kefken'den sonra, Melen Ağzı'nı geçen Evliyâ Çelebi'nin ilk anlattığı yöre Kazak hücûmundan tahrib edilmiş Akça Şehir'dir. Alaplı ve Ereğli gibi iskeleleri de kısaca tasvir etmekte, Hisarönü, Bartın ve Amasra'dan bahsetmektedir. 1645'de, Erzurum'a giderken, takip ettiği yol üzerinde İzmit, Sapanca, Hendek, Düzce pazarı, Üskübi, Bolu, Çağa ve Gerede vardır. Bu münasebetle Bolu için şunları yazmaktadır: "Üskübi'den dokuz saat uzaklıktadır. Kalesini Bursa tekfuru yaptırmıştır. Topraklı yüksek bir tepe üzerinde dört köşe harabe içinde, imârı çok küçük bir kaledir. Anadolu'da Sancak Beyi tahtıdır. On dört zeâmet ve ellibeş tımarı vardır. Çeribaşısı ve alaybeyi vardır. Kanun üzere atlıları ile iki bin sekiz yüz kılıç askeri bulunmaktadır. Bolu, Gökçesu, Sazak, Gerede, Dörtdivan ve Yığılca gibi nahiyeleri vardır. Kadı ve yöneticiler adaletli davranmak zorundadır. Zira reayası üç günde istanbul'a gidip, şikayet ederek, zalim hakimin hakkından gelirler. Yeniçeri serdarı, sipahi kethüdası yeri, nakib el-eşraf-ı vardır. Her ne kadar Türklük ise de ayan ve eşrafı, tüccarı çoktur. Gerçekten mamur ve abadan bir büyük şehirdir ki, topraklı bir dağ arasındadır. Otuz dört mahalle, otuz dört cami vardır.Üç bin kadar zarif binası mevcuttur. Bazı ailelerin evleri ve hanları kiremit örtülüdür. Paşa Sarayı, Şemsi Paşa Sarayı, Zülfikar Ağa Sarayı da bakımlıdır. Camilerin en güzeli çarşı içindeki Mustafa Paşa Camii'dir". Osmanlı devresinde de Bolu zengin orman örtüsüne sahipti. Çam, kayın ve meşe başta olmak üzere her türlü ağaç cinsi göze çarpıyordu. Bolu kerestesi, İstanbul'da tanınmıştı. Bütün ahşap yapılarda bu kereste kullanılıyordu. Ancak, sık sık meydana gelen yangınlar, Bolu'dan sürekli kereste nakliyatını devam ettirmiştir. Öküz arabaları ile İzmit, Akçaşehir, Alaplı, Ereğli ve Bartın iskelelerine indirilen keresteler, yelkenlilerle İstanbul'a gönderilmekteydi. Akçaşehir'de, hususi kereste depoları vardı. Tahtalar burada ızgaralanarak kurutulur ve daha da sertleşmiş, hafiflemiş olarak İstanbul piyasasına arzedilirdi. Tersane-i Amire için en elverişli kereste yine Bolu ormanlarından temin edilmekte idi. Verdinar ve serenler iç kısımlardan kesiliyor, Sakarya, Mudurnu Suyu, Melen, Filyos veya Bartın Çayı vasıtası ile denize kadar taşınıyordu. Bartın, Ereğli, Alaplı, Akçaşehir, Kefken gibi merkezlerde kalyon inşaası yapılmakta idi. Tersane-i Amire'nin İzmid (İznikmid) kolu için Bolu Konur Apa, Akyazı, Ab-Safi ve Sapanca Dağlarından kesilen keresteler, miri yani devlet ormanlarından görevlendirilmiş öküz arabaları ile İzmit Tersanesine nakledilmekte idi. Buna dair belgelere sık sık rastlanmakta bazı anlaşmazlıklar için de ilgili merkezler kadılarının dikkati çekilmekte idi. İstanbul ve Saray'ın kömür, odun ihtiyacını da yine Bolu ormanları karşılamakta idi. Kömür, meşeden yapıldığı için, bazen özel meşe ormanları da vücuda getirilmiştir. Diğer taraftan kereste kesimi de belirli kaidelere bağlanmıştı. Miri ormanları yakan ve tahrip eden, açma yapan insanlara da sık sık rastlanıyordu. Evliya Çelebi'nin ve bazı arşiv belgelerinin de vurguladığı gibi orman ürünlerine bağlı su yolu taşımacılığı da gündeme getirilmiş ise de hayata geçirilememiştir. Evliya Çelebi'nin geliş-gidişlerinden de anlaşıldığına göre, Bolu önemli yollar üzerinde bulunuyordu. Sahil yolu, İstanbul, Şile, Kefken, Karasu, (bazen Deniz Köy), Melenağzı, Akçaşehir, Alaplı, Ereğli, Hisarönü, Bartın ve Amasra çizgisini teşkil etmekte idi. Deniz yolculuğu kolay olmasına rağmen fırtınalı havalarda tehlike arz ediyordu. Başlıca sığınaklar Kefken, Ereğli ve Bartın Çayı ağzı olmakta idi. Karadeniz'de bir çok yelkenli, Kafkas ve Kırım hatta Rumeli sahillerinden yükledikleri tahıl vs. ile fırtınaya tutulmakta ve Bolu sahillerine düşmekte idi. İstanbul'dan Sinop ve Trabzon yolunu takip eden yelkenlilerin Bolu'daki yegane yön bulma işareti Ereğli'de Baba Burnundaki fener idi.

Kaynak: Bolu Valiliği Sayfasından alıntıdır. http://www.bolu.gov.tr/default.asp?s=1_2

 


AKÇAKOCA COĞRAFYASI
Akçakoca, Batı Karadeniz coğrafi bölümünün en batısında ve Düzce ilinin deniz kenarındaki tek ilçesidir. 41.05 derece, Kuzey paraleli ile 31.07 Doğu boylamı üzerinde yer alır. Tem

Karayolu üzerinde Ankara’ya 270, İstanbul’a mesafededir.

Bazı İl ve İlçelerin Akçakoca’ya Km. Olarak Uzaklıkları:

Amasra            106                     İzmir                  585
Ankara             275                   
Karasu                  40
Antalya            701                    
Kastamonu          327
Bartın               179                    Konya                 549

Bolu                   83                    Muğla                 762

Bursa               263                    Nevşehir              551
Çanakkale        533                   Safranbolu          
 220
Denizli             609                    Sakarya              
 105
Edirne              480                    Sinop                   
519
Düzce                37                    Trabzon               
900
KDV. Ereğlisi     39                  Van                

İstanbul           243                     Zonguldak             90

Doğuda Zonguldak; Alaplı ilçesi ile hudut olan Kocaman Deresinden, Batıda Melen ağzı ile Kocaeli-Karasu ilçesi hududu arasında bulunur. İlçe 462 kilometrekarelik bir alana sahiptir. Bu alanın200.000 dekarlık kısmı fındık bahçesi, 100.000 dekarlık bölümü sebzelik ve diğer tarım ürünlerinin oluşturduğu alan, 180.000 dekar civarında ise ormanlık ve açık alandır İlçe 8 mahalle ve 43 köyden oluşmaktadır. Köylerin 5 tanesi Gümüşova ve Çilimli ilçelerine, 4 köy ise Kocaali İlçesine, 3 köyde Alaplı ilçesine yakın olduğundan ekonomik yönden bu ilçelere

Bağlı görülmektedir. Düzce merkez ilçesine . uzaklıktadır. İlçe Batı Kara Deniz sahil kuşağındadır. 30 km’ lif bir sahil şeridi, kilometrelerce uzanan kumluk ve doğal plajlarla doludur. Kent ise Sapak adı verilen Düzce-Ereğli asfaltının Akçakoca’ya saptığı yerden Ceneviz kalesi denen en batıdaki uca kadar 7 kilometreyi bulan uzun bir çarşı gibidir. Aşağı ve Yukarı Mahalle ile Hacı Yusuflar ve Kapkirli mahalleleri Akçakoca’nın en eski yerleşim birimleridir. Bu dört mahalle Divan-ı keramettin adıyla bilinen eski Akçakoca’yı temsil ederler. İlçe sınırları içinde 43 köy bulunmaktadır. İlçenin yüzölçümü 463 kilometrekaredir. Kasaba ise 300 hektarlık bir alana yerleşmiştir. Güneyde Kaplan dede (), Orhan dağları (905), doğuda Kuru göl sapağı () ve Tonton Tepesi () dir. Güneyde: Düzce merkez ilçesi ve Konuralp ilçesi, Batıda Kocaali, Doğuda Ereğli ilçeleri arasında 2 yüzölçümüne sahiptir.

Kaynak: Akçakoca kaymakamlık sitesi alıntı

 

AKÇAKOCA NIN ÖNEMLİ TARİHLERİ

1323 – Akçakoca’nın  Osmanlılara katılışı

1640 – Evliya Çelebinin Akçakocaya gelişi

1692 – Akçaşehrin Bolu Voyvodasına bağlanması

1809 – Akçakoca Voyvodası sarhoş Osman’ın öldürülüşü

1865- Düzce Maa Akçaşehir birleşik nahiyesi

1870 – Akçaşehir’in Düzce ye nahiye oluşu

1895- Akçaşehrin belediyesi kurulması

1906- Çuhallı çarşının yangın geçirmesi

1912- Kızlarağası çarşı yangını

1920- Abaza ve Çerkez lerin Akçaşehre basmaları

1921- Akçaşehir’de gümrük teşkilatı kurulması

1921- Çuhallı çarşıya tahta iskele yapılması

1926- Yukarı mahalle yangını

1947- Hacıyusuflar yangını

1947- Yukarı mahalle tekrar yanar

1915- Güzel Girit vapurun kömür yüklü iken Ruslar tarafından batırılışı

1914- Alman denizaltının yine Ruslar tarafından batırılışı ve bütün askerlerin ölmesi

1204 – Cenevizliler şimdiki kaleyi tekrar tadilat yapıp buraya yerleşmeleri

1617- Akkazak korsanları Akçaşehir’de 6 adet köyü yakıp yıkarlar

1632- Akkazak korsanları Akçaşehir’den kovulmaları Ahmet han zamanında

1934- Akçakoca ya isimi verilişi

1794- Akçaşehir’de Osmanlıya Şalape ( küçük yelkenli) yapılmıştır

1824 – Akçaşehir’de Osmanlıya Korvet (3 direkli savaş gemisi) yapılmıştır

1832 – Akçaşehir’de Osmanlıya Fıkratyn (Kalyondan küçük savaş gemisi) yapılmıştır

 

AKÇAKOCA KÖYLERİN YAPILANMASI

1–1204 yılında 4. Haçlı orduları Türkiye ye gelirler Karadeniz kıyılarında bazı memleketler kurdular bunlardan bir tanesıde Akçakoca’da Ceneviz kalesidir, fakat daha sonra, 1261 yılında Latin imparatorluğu çökünce tekrar Ceneviz kalesi Bizanslıların eline geçti. Kastamonu’dan Moğol istilasından bıkan Oğuz kayı boyu üçok obaları batıya göç ederler, ve Akçakoca’ya gelirler, Akçakoca’daki Selçuklu üçoklu obalarca buralardaki Ceneviz ve Bizanslıların köylerinin bağ, bahçelerini yağmalayınca imparatora şikayet ederler buradaki köylerin mal ve can güvenliğini korumak için daha önce Romanya Dobruca’daki Gagavuz Türklerinin silahşör obalarının 1150–1200 yıllarında Akçakoca’daki Ceneviz ve Bizans köylerin yakınlarına yerleştirirler. Gagavuz köyleri şunlardır 1-Kıran (Esma hanım  Uğurlu arasında kalan yer) şuan münkariz olmuş buradakiler Uğurlu ve Esma hanıma yerleşmişleridir,.2-Kızılca kilise(Nazımbey),3-Karkın (Kalkın-Paşalar) Paşalar ayrılmıştır,.4-Topuz (sonradan Kalkın olmuştur),5-Hemşin, 6-Gazcuma(Arabacı) ,7- Eskot (Aktaş), 8- Tahir-i (Tahirli),  9- Yenice, 11- Karatavuk ,12- Hasançavuş, 13-Koçullu,14-Küpler ,15-Melen(Melenağzı) köylerinde yaşamışlardır

 

2-Moğolların 1243 yılında Selçuklu devletini yenerek 1335 yılına kadar egemenliklerini sürdürdüler Moğollar Anadolu’dan çekilince Selçuklularının yerine birçok beylikler kuruldu.2.yüzyıl yarısından itibaren Anadolu ya gelen Türklerden 100.000 Kastamonu’dan 30.000 bin çadır halkı Çortlan dağlarında yaşamakta idi, bu Moğol zulmünden kaçan Oğuz Kınık boyundan üçok ve Bozoklu Türk obaları OĞUZ,:Oğuzlar,Selçuklular,Osmanlılar,Türkmen beylikleri Azerbaycan da,Türkmenistan da,Irak ta yaşamışlardır,Oğuz Hanın 6 oğlu ve onların 4 er oğlundan meydana gelmiştir, bunlardan meydana gelen 24 boyu vardır Oğuz kelimesi Türkçede Ağız demektir.KINIK : Oğuzların Bozok kolundan Oğuz Kaan ın oğlu Deniz hanın soyundan geldikleri kabul edilir,Kınık demek bir kuş ismi olan  Çakırdoğan erkeği demektir Farsçada da kuşların erkeği demektir.KAYI : Bir kuş türü olan Şahinlerin en büyüğü olan Akdoğan dır,ayrıca kuvvet ve kudret sahibi demektir,damgası 2 ok 1 yaydan ibarettir Oğuz han oğlu Günhan kayının bu boyun bir ceddidir,Sultan 2 ci Murat kayı boyundan olduğu için 2 ok 1 yay damgasını koydurmuştur bu damga Kanuniye kadar devam etmiştir.).Dia polise gelerek şu köyleri kurmuşlardı.1-Aftun-i ulva (Altunçay,Dereköy,Hekim oğlu,Değirmen köy,Subaşı,Tazeköy,Hacıköy,Yukarıdağ Hasan köy,Topcu köy) bu köyler munkariz olur yerine,Altunçay,Dereköy,Subaşı isimlerini alırlar, 2-Aftun-i sulfa (Altunağazı) Çayağzı 3-Geriş-i kibir (Fadıl,Döngelli arası) bu köy Akkazak korsanları tarafından yok edilmiştir yıl 1630, 4-Geriş-i sagir(Döngelli,Dadalı arası) münkariz oldu bu köyde Hamzaköy idi., 5-Bayhan-ı(Beyhanlı) 6-Fakıllı- Çiçekpınar arası (Güney münkariz oldu) 7-Gökçe-eli (Ayazlı-Doğancı arası münkariz oldu) buradakilerde Doğancılar köyüne ve Kapkirli (Koç köy) mahallesine göç giderler, 8-Akkie-ye ( Akkaya) 9-Dada-nı (Dadalı) 10-Hasancık(münkariz oldu) Çiçekpınar-Deredibi arası, 11-Döngelli (Gerişi-Sagir,.12- Beyler(Beyöeren) 13- Balatlı (Balatlı) 14-Koçar (  15- Kınık ( Kadıköy),16-Kentmenli (Ortanca),17- Kepenç (Genç-keleş),18- Göktepe 19-Tahir-(Tahirli),20-(Gazcuma) Arabacı 21- Koçulu (Koç-eli),22- Karkın ( Paşalar-Topuz),23-Hasançavuş (Karaağaçdibi) 24- Yeşilköy (Vakıf)  tır.

 

3- M.Ö 377 yılında Batı Anadolu Trakya dan dan gelen Bitinyalılar da buraya gelir bazı köyler kurarlar, bunların Kralları Bias tır, kurdukları köyler.1-Aftun-i Ülva( Dağhasanköy, Dağköy, Topçuköy, Tazeköy,) 2-Aftun-i Sulfa (Akkaya, Bayhan-ı,Çayağzı,) 3-Geriş-i Sagir, Fadıl  (Döngelli-Çayağzı –Dadalı arası),5- Geriş-i Kagir Gökçeli( Doğancı-Ayazlı),6-Dadalı,7-Güney (Fakıllı-Çiçekpınar arası) 8-Hasancık (Fakıllı- Deredibi arası) 9-Beyler (Beyören),10-Bolatlı(Balatlı) 11-Güneş(Dadalı-Çiçekpınar arası),12-Cinci (Fakıllı-Deredibi arası,13-Kurugöl (Kurucagöl) 14-Kepenç (Genç-Keleş) 15-Kınık ( Kadıköy),16-Koçar (Kuçar)17- Kentmen-i (Ortanca),18- Yeşilköy (Vakıf) 19-Melan(Melanağzı).dır .

 

4- 1204–1261 yılında Cenevizliler ve Bizanslılar, haçlı seferleri nedeniyle Akça kocaya gelirler bazı köyler kurarlar bunlar Eskot (Aktaş) ,  Kızılca Kilise ( Nazımbey),Melan ( Melanağzı) Karkın (Paşalar) Tahir-i (Tahirli) Kıran (Uğurlu-Esmahanım arası) munkariz oldu, Hemşin, Karatavuk, Yenice, Hasançavuş (Düzceköy, Erenler, Sarayköy) Arabacı(Gazcuma) Koçulu(Koçeli)  Kepenç(Genç keleş),Ortanca, Küpler dır .

 

5-Bizans kayıtlarına göre 1291 yılıcıda Rum ve Selçukluların kaynaşmasından gelen ve 17 ci yüzyılda batı Anadolu’da ve Çukurova bölgesinde bulunan Yörükler Akçakoca’ya gelip yerleşmişlerdir, bunların yaşadıkları köyler şunlardır, Akkaya, Bayhanlı, Çayağzı, Altunçay, Dereköy, Subaşı, Dadalı, Beyören, Balatlı, Kınık, Ortanca, Koçar, Tahirli, Arabacı, Göktepe, Kepenç tır.

 

6–1864 yılında Kafkaslarda Ruslarla yapılan mücadeleyi kaybeden adıgelerden Çerkezler gemi ve taka larla Akçaşara gelirler. Deniz yolculuğu sırasında çok kayıp vermişlerdir.

Bunların  bir kısmı Düzce’de bazı bölgelere, bir kısmı Akçakoca Hasan çavuş köyüne yerleşirler,şimdilerde bu köyde kalmamışlardır..

 

7–1877 yılında Osmanlı Rus harbinde kırımdan Tatarlar gelmiştir Akçaşehir’e, buradan Düzce Bolu, Eskişehir’e giderek yerleşmişlerdir. Bu Tatarlardan altı aile Çuhalı çarşıya yerleşip kerestecilik yapmışlardır.

 

8-1877 Osmanlı Rus harbi içinde Kafkaslardan göç eden Abhazalar, Akçaşehre gelir. Bunların bazıları Düzce ye yerleşir bazıları Kıran köyüne yerleşirler. Esme hanım, Davut ağa, Dilaver köylerini kurarlar 

 

9-1877 yılında Osmanlı Rus harbinde Kafkaslardan gemi ve takalarla gelen Gürcüler Akça şehre gelirler ve şu köyleri kurarlar Şipir köyü,,Acara köyü, Uğurlu,Melenağzıdır.

 

10-1877 yılında Osmanlı Rus harbinde Doğu Karadeniz’den gemi ve takalarla gelen Lazlar Akçaşehir’de şu köyleri kurarlar Osmaniye,Ayazlı,Edilli,Döngelli,Aktaş,Göktepe,,Uğurlu Kalkın. Hasançavuş. Nazımbey, köyleridir. Ayrıca 1935 de Kirazlı köyüne gelenler vardır

 

11–1916 yılında ikinci göç dediğimiz Doğu Kara denizden gelen Trabzon sürmene göçü Akça şehirde yukarı mahalle ve şehir içine yerleşmişlerdir

 

10-1916 yılında ayrıca Doğu Kara denizden ikinci göçte de Hemşin, Yenice, Kara tavuk ,Kurukavak, Kurugöl, Yeniköy, Yeşilköy,Tepeköy, Deredibi,Fakıllı,Küpler köylerini kurmuşlardır

 

12- 1975 Yılında, Doğu ve Güney doğu Anadolu’dan Akçakoca’ya Kürtler göç eder merkez ve değişik mahallelere yerleşirler, nüfusun 4/1 Nil teşkil ederler ekseriyetle ilk önceleri fındık taşıma, boşaltma yükleme, nakliyatçılık daha sonra ticaret yapmaya başladılar

 

13- 1975 yılında İnebolu göçmenleri gelir Ayazlı ve Döngelli köylerine yerleşirler, fındıkçılık daha sonrada ticaretle uğraşmaktadırlar

 

14–1985 yılında Yığılca Giresun, Ordudan tekrar göç gelir bunlar çoğunlukla Doğancılar, da aşağı mahalleye yerleşirler, Yığılcalılar belediye ye Giresun ulular Ordulular fındıkçılık yaparak geçimlerini sağlarlar

 

15- En çok göç veren köyler Aktaş, Arabacı Koçulu, Karatavuk, Ortanca, Kepenç,

 

16-,En çok göç alan köyler, Doğancılar, Döngelli Kurukavak, Uğurlu dir

 

17- 1630 yılında Ahmet HAN zamanında kazak korsanları tarafından yakıp yıkılıp yağmalanan Akçaşara bağlı köyler Geriş-i Sagir, Geriş-i Kâgir, Fadıllı, Gökçe eli, Hamza köy, Lazika, Emirköy, Güney Cinci köyleri korsanlar tarafından yağmalanınca Akçakoca voyvodası Keramettin tarafından yeni kurulan divanı Kerametine yerleştirilmişlerdir. Bu köyler 1-Yukarı Köy 2-Aşağı Köy 3- Koç Köydür.

 

18–18.yüzyılda 1718’de nüfusu 1232 dır.19. yüz yılda 1844’de 2970 dır dır.1898’de 5318 dır.2007 de 23.340 nüfusu vardır.1050 km2 yüzölçümü,700 km2 ormanlık,35 km2 fındıklık alanı vardır. En sığ kıyıları Döngelli,,Edilli,Akkaya,Melenağzı,Hasançavuş,Çayağzı,Bayhanlı dır dır.Değirmen ağzı ile Ceneviz kalesi arasında 30 mt yükseklikte yalıyarlar( beyaz kayalar) vardır,soyat yalıyarlardır,

 

Kaynak: Mustafa Kocadon, Şükrü Dönmez kitabından alıntı, derleyen İbrahim Tuzcu

 

 

AKCAKOCA ESKİ VE YENİ KÖY İSİMLERİ

 

(AKKİYE----AKKAYA)

 (BAYHAN-I------BEYHANLI)

(AFTUN-İ SULFA---ÇAYAĞZI )

(AFTUN-İ ULVA--ALTUNÇAY—DEREKÖY—HEKİMOĞLU-DEĞİRMEN KÖY)

(ŞİPİR—HASANCILAR---ÇİÇEKPINAR)

 (AFTUN-İ ULVA--TOPÇUKÖY—DAĞHASAN—TAZEKÖY—DAĞKÖY--SUBAŞI)

(GERİŞ-İ SAGIR---FADIL---MUNKARİZ OLMUŞTUR--DÖNGELLİ)

 (HAMZA KÖY----DADAN-I---DADAN---DADALI)

 (GÜNEY---FAKIRLİ---FAKILLI)

(BAYAT-I---BAYAT----BOL AT----BALATLI)

(BEYLER---BEYVİRAN----BEYÖREN)

(KENTMENL-İ----KETMENLİ

 (DE ORTOCO----ORTANCA)

GÖKTEPE (EMİRKÖY MÜNKARİZ OLMUŞTUR GÖKTEPE YENİ KÖY ARASI)

(KOÇ-ELİ---KOÇARLI---KOÇULLU)

 (KURUCAGÖL---KURUĞÖL)

 (GAZCUMA—ARABACI- KOÇULLU ARASI MÜNKARİZ OLMUŞTUR)

 (ARABACI)

 (KOÇER---KUÇAR---KOÇAR)

 (ESKİ YURT---GEBEKİLİSE ---AKTAŞ)

 (ARMUTLU---HEMŞİN)

(BEYLİK—KURUKKAVAK-- KUPLER ARASI MÜNKARİZ OLMUŞTUR)

 (MEZE---UĞURLU)

 (KIRAN--UĞURLU --ESMEHANIM ARASI MÜNKARİZ OLMUŞTUR)

(KIZILCA KİLISE---NAZIMBEY)

 (SARAYKÖY—ERENLER--DÜZEKÖY—HASANÇAVUŞ- UGURLU ARASI MÜNKARİZ OLMUŞTUR)

(MELAN---MELENAĞZI)

(TAHİR-İ---TAHİRLİ)

(VAKIF---YEŞİLKÖY)

 (KINIK---KADIKÖY)

(GENÇ---KELEŞ--KEPENÇ)

 (KIRGIZLAR---ÇAYCUMAYERİ ARASI MÜNKARİZ OLMUŞTUR)

 (DOĞANCI—GÖÇÜRLÜ)

 (KARKIN—I--TOPUZ—KALKIN--PAŞALAR)

(CİNCİ---DEREDİBİ)

(KURUKAVAK)

(KÜPLER)

(YENİCE)

 (KARABURUN---HASANÇAVUŞ)

(DİLAVER)

(DAVUTAĞA)

 (ESMEHANIM)

(DEPEKÖY---TEPEKÖY)

(EDİLLİ)

 (KİRAZLI)

)(SARIYAYLA)

Kaynak: Şükrü Dönmez Akçakoca kitabından alıntı, derleyen İbrahim Tuzcu

 

AKCAKOCA KÖYLERİNDEKİ ETNİK GRUPLAR

 

ÇERKEZLER

 

:Kafkasya’nın güneyinde Abhazya nın doğusunda küçük Abhazya ve Kabardin eyaletlerden ibarettir.kabiller halinde yaşarlar .1864 yılında Ruslar tarafından yurtlarından sürülen Çerkezler 270 yıl süren savaştan sonra nufusu azalmış ve 1864 yılında Anadoluya göç ederler.kafkasyada nüfusu azalmıştır.Rusya’nın Nouressky limanından vapurlarla her türlü teknelerle batı Karadeniz kıyılarına göç gelmişlerdir,Samsun,İnebolu,Sinop,Akçakocaya gelmişler Çuhallı daki iskeleye çıkmışlar ama gemilerde hastalık açlık susuzluktan ölenler olmuş denize atılanlar olmuş.Tifüs hastalığından çok ölen olmuştur, karaya çıkanlardan ölenler şu andaki Mustafa Açıkalın ilköğretim okulunun ve huzur evinin bulunduğu  yere ölüleri gömülmüşlerdir mezarlıklar münkariz olmuştur.Sağlıklarına kavuşanlar yaya yolu ile Düzce ye giderler burada çeşitli yerlere yerleşirler.Akçakocada kalanlar ise Hasan çavuş köyüne yerleşirler.devlet bunlara arazi verir buraya yerleşirler.Çerkez boyları Abadzalar,Şabsuglar,Noktedeler,Besleneyler,Mahoşlar,Temirgaylar,Matyukaylar,Bejeduhlar,Janeyler,Kabartaylar,Ubihgrewin,Khegah tır.1877 Osmanlı Rus harbinde gemi ve takalarla Batı Karadenize göç başlar. Ordu Samsun ve Akçakocaya Acar ya Zunduga köyünden Doğancılar Acara mahallesine, Batumdan Çiçek pınara, Acar ya Mahunset köyünden Uğurluya, Acar ya Mahunset ve Batum gürcüler ide Melenağzına navi denilen kayıklarla bu köye gelir ve yerleşirler. Çerkezler Çarlık Rusya’sının uyguladığı yayılmacı politikaların bir sonucu olan savaşlarda yenilgiye uğrayarak, 1864’lü yıllar öncesi ve sonrasında anavatanları Kafkasya’dan zorla koparılıp Osmanlı topraklarına sürgün edildiler. Söz konusu yıllar ve 1877-1878 Osmanlı Rus Harbi sonucunda Düzce’de yaklaşık olarak 13 bin 500 Çerkes ve 6 bin Abaza iskan edilmiştir. İkinci Abdülhamit döneminde (1876-1908) nüfusu 36 bin civarı olan Düzce’de büyük bir nüfus hareketinin yaşandığı görülmektedir1864 Çerkes sürgünü ile anavatanları Kafkasya’dan koparılarak Osmanlı topraklarına sürülen ve büyük bölümü Rumeli’de iskan edilen ancak 1877-1878 Osmanlı-Rus harbinin sonucunda Hıristiyan Batılı devletlerle Rusya’nın Çerkezleri Rumeli’den çıkarmak için Osmanlı devletine yaptıkları baskılar neticesi ikinci bir göçle Rumeli’den çıkartılarak Ortadoğu ve Anadolu’ya serpiştirilen Çerkezlerin yaşadıkları insanlık dramını anlatan yada bu konuya değinen mevcut kitap ve kaynakların hiçbirinde Düzce’deki iskan ile ilgili aydınlatıcı bilgi bulmak mümkün olmamaktadır. Dünyanın en önde gelen arşivleri arasında yer alan Osmanlı arşivlerinin Çerkezlerin sürgünü, göçü ve iskanı ile ilgili yüzlerce belge barındırdığını tahmin edebiliyoruz. Son dönemlerde Osmanlı Arşivlerindeki dokümanların tasnifi neticesi ortaya çıkan belgeler bunu desteklemektedir. Temennimiz bu belgeleri bilgimize sunacak bilimsel çalışmaların çoğalması ve özelde Düzce’deki iskanla ilgili bilgilere ulaşabilmektir.Düzce’de iskan edilen Çerkes ve Abaza nüfusu için yukarıda verdiğimiz yaklaşık rakamlara, 1898 Kastamonu Vilayeti Salnamesi'nin köy nüfusları ve hane sayıları ile ilgili verilerini gözden geçirdiğimizde (Özellikle iskan sırasında ve iskandan sonra bazı Çerkes ailelerin bölünmüş ailelerine kavuşmak isteği, hastalıklar, ekonomik sıkıntı v.b. nedenlerle yerleştikleri yerleri kısa süre içinde terk etmelerini de göz önünde bulundurarak) ulaşabilmekteyiz Elimizdeki kaynaklar vasıtasıyla o yıllarla ilgili bir durum tespiti yapacak olursak 1864 yılında yayınlanan yeni vilayetlerin teşkili nizamnamesi ile Düzce’de Kastamonu Vilayeti'ne bağlı Üçüncü Mutasarrıflık Devri başlamıştı. Bu dönemde Düzce, Bolu Mutasarrıflığı'nın Göynük kazasına bağlı bir nahiye idi daha sonra 1871 yılında Düzce Göynük'ten ayrılarak müstakil kaza oldu.Düzce ovasındaki ilk iskanlarla ilgili edindiğimiz bilgilerse şu şekildedir. Düzce şehir merkezinin batısında uzaklıkta bulunan İstilli Köyü (Yedigey, Kanoko Habl) sakinlerinin bugünkü Adigey Cumhuriyeti'nin başkenti Maykop’un yaklaşık kuzeydoğusundaki Armavir şehrine mesafede ve Kuban nehri kıyısında bulunan Konokovo yerleşim biriminde yaşadıkları, 1854’lü yıllardaki Rus işgali nedeniyle verdikleri kayıplar ve uygulanan baskı politikaları neticesinde köyleri Kanoko Habl’de barınamaz hale geldikleri ve sonuçta bir kısmı civar köylere giderken bir kısmının da zorunlu olarak Osmanlı topraklarına göç ettikleri, köy yaşlılarından dinlenerek kayıtlara geçirilmiş ve bugüne ulaştırılmıştır.Kafkasya’daki köyleri bugün tamamen Kazak nüfusun yaşadığı bir yerleşim birimidir. Çerkeslerin Besleney kabilesine mensup olan köylüler Pşı Kanoko Adilgeri (Rus belgelerine göre Kinyaz Kanoko Adilgeri) önderliğinde Düzce’ye gelerek, Osmanlı padişahınca verilen tapu senediyle bugünkü İstilli köyünü kurdular. Aynı kafilede yer alan Pşı Anjoko Rıza Bey’de mahiyetiyle Develi köyünü (Anjokuey, Besni habl) kurdu. Düzce şehir merkezinin doğusunda uzaklıkta bulunan Muncurlu köyü de (Azobekey, Hatxı habl) büyük ihtimalle 1859’lu yıllarda, Kafkasya’nın aynı bölgesinden Rus işgali nedeniyle zorunlu olarak göç eden Besleney kabilesine mensup Çerkesler tarafından kurulmuştur. Düzce şehir merkezinin güneybatısında uzaklıkta bulunan Sarıdere Köyünün (Aşebey, Kabardey habl) kuruluşu da Kafkasya’nın aynı bölgesinden zorunlu olarak göç eden Kabardey kabilesine mensup Çerkesler tarafından 1860’lı yıllarda gerçekleştirilmiştir.21 Mayıs 1864 tarihinde iki asır devam eden Rus-Kafkas savaşları Çerkeslerin mağlubiyeti ile sonuçlanınca, insanlık tarihi 1863’ün sonbaharı ile 1864 yılının kış ayları arasında Çerkes halkının %90’ının anavatanlarından sürülmelerine tanıklık etti. Bu yıllarda yurtlarından sürgün edilen Çerkesler deniz yoluyla, Kafkasya’nın, Taman, Tuapse, Anapa, Soçi, Sohum, Batum limanlardan gemilere bindirilip Osmanlı Devleti'nin Trabzon, Samsun, Sinop, İstanbul, Varna, Burgaz ve Köstence limanlarında indirildi. O yıllarda Karadeniz sahillerine indirilen göçmenlerin bir kısmının bugün Düzce’ye bağlı bir ilçe olan Akçakoca’nın sahillerinde toplanarak, buradan iç kesimlerdeki en yakın ve en uygun yerleşim yeri olan Düzce’de iskan edildiklerine dair bilgiler vardır. Düzce merkeze bağlı Saray yeri köyüne pek çok ailenin Akçakoca yolu ile geldiği söylenir. Anlatıldığına göre aileleri taşıyan gemi limana yanaşınca seyir için Akçakoca limanına yerel halktan gelenler olmuş. Bu meraklı kalabalığı gören Hakuyko adındaki bir Çerkes her ne his ve düşünce içinde ise gemiden atlayıp sahile çıkmış ve “biz seyirlik miyiz” diyerek herkesi kovalamış.Karadeniz kıyılarında Trabzon, Samsun ve Sinop limanlarına indirilen göçmenlerin bir bölümü iç kesimlere gönderilmeye çalışıldı. 1862 yılında kurulan “Muhacirin Komisyonu” göçmenlerin iskan edilecekleri yörelere “İskan-ı Muhacirin Memuru” gönderiyordu. 1864 yılında bu memurlar Kastamonu Vilayeti, İzmit ve Bolu Sancakları'na da gönderildi. İskan memurlarının görevi, bulundukları yerlerdeki boş ve devlete ait uygun arazileri tespit ederek göçmenlere dağıtmaktı. O yıllarda Düzce’nin Kastamonu Vilayeti Bolu Sancağı'na bağlı bir kaza olması, İzmit Sancağı'na olan yakınlığı ve iskanla görevlendirilen memurların bu merkezlerde çalışması sebebi ile hatırı sayılır miktarda göçmene ev sahipliği yapmıştır.1869 yılına ait Kastamonu Vilayeti Salnamesi'nde Düzce için; “Kasaba-ı mezküre, Akçaşehir’in müdüriyet merkezi olup, Vilayetin cihet-i garbisinde, 69 saat mesafede düz bir ovada vaki bir muntazam kasaba olarak, oralarda külliyetli muhacirin-i Çerakese iskan olunmak hesabıyla Kasaba-ı mezküre günden güne imar olunmakta ve kesb-i cesamet eylemektedir” denmektedir. Buradan anlaşıldığı üzere 1864 Çerkes sürgününden sonra Anavatanlarından sürülen Çerkeslerin bir bölümü de bu yıllarda Düzce ovasında iskan edilmeye başlanmıştı. Osmanlı devlet yönetiminin belirlediği iskan bölgelerine yerleştirilen Çerkes göçmenlere tapuları da verilmiş ancak başka yerlere göç etmeleri hatta Kafkasya’ya geri dönmeleri yasaklanmıştır “O dönemde muhacirler için köyler inşa olurken, çocuklarının eğitilebilmeleri için mektep yapılması gündeme gelmiş ve 1866 yılında Düzce Üskübü’de bir mektep inşa edilmişti.”(Saydam,1997: 176) 1869 yılında Batum'da iskan edilen Çerkes Hacı Bata Bey’in arazisinin verimsizliği yüzünden Düzce’nin Gümüşova denilen mahallinde iskan edilmeyi istediği görülmektedir.(Saydam,1997: 171-172) Anlaşılacağı üzere bugün Hendek ilçesine bağlı Beylice Köyü (Hacıbatbey) o yıllarda kurulan bir Abaza köyüdür.1877-1878 Osmanlı Rus harbi sonunda imzalanan Ayastefanos ve Berlin antlaşmalarına, Rusya tarafının ısrarı ile Çerkeslerin Rumeli’den çıkarılarak Osmanlı Rus sınırlarından uzak yerlere gönderilmeleri maddesi kondu. Böylece Rumeli’ye 1859-1876 yılları arasında yerleştirilen Çerkesler, bir kez daha yerlerinden edilerek Anadolu içlerine ve Ortadoğu’ya zorunlu olarak göç ettirildiler. Çerkesler Anadolu’ya iki yol takip ederek geçmişlerdir. Birinci grup İstanbul üzerinden Anadolu’ya geçerken diğer grup Varna, Ahyolu Bergosu, Tekirdağ, Dedeağaç ve Selanik gibi Rumeli sahilindeki liman ve iskelelerden Anadolu’ya geçmiştir.(İpek, 1999: 172)
Samsun ve Sinop limanlarında biriken Çerkesler Ankara ve Kastamonu Vilayetleri ile Bolu ve Canik sancaklarına gönderilmişlerdir. “Ağustos 1878’den itibaren Samsun ve Sinop iskelelerinin Çerkes muhacirlerle dolması üzerine Akçaşehir (Akçakoca), Amasra, Bartın, Ereğli, İnebolu ve Ünye gibi Karadeniz’in diğer iskelelerine de muhacir sevk edilmiştir. 4 Mayıs 1878 tarihine kadar Ahyolu Bergosu’ndan Bartın da iskan edilmesi için vapurlarla taşınacak muhacirlerden dörder bininin Sinop, İnebolu ve Akçaşehir’e (Akçakoca) üç bininin de Ereğli’ye taşınmasına karar verildi.”(İpek,1999: 38-39) 1878’de Akçakoca da bulunan Çerkes göçmenler arasında bazı hastalıkların arttığı ve burada memleket tabibi ve ilaç olmadığından, Kastamonu Vilayeti yetkililerinin merkezden tabip, eczacı ve ilaç talebinde bulundukları bilinmektedir. Bugün Akçakoca ilçesine bağlı bulunan Hasançavuş köyü sakinleri o yıllarda Kızılkese mevkiinden karaya çıkarak Zıkoji lakaplı Hasan Çavuşun önderliğinde köylerini kurmuşlardır. Çerkeslerin Jane kabilesine mensup olan köy sakinlerinin büyük bölümü çeşitli sebeplerden ötürü 1900’lü yılların başlarında Düzce’deki akrabalarının yanına göç etmişlerdir.Tahmin edilebileceği üzere 1877-1878 Osmanlı Rus Harbi sonrası Düzce’de iskan edilen Çerkeslerin Düzce’ye İstanbul ve İzmit Sancağı üzerinden karayolu ile, Rumeli’nin yukarıda bahsi geçen limanlarından gemilere binerek Akçakoca ve Ereğli kıyıları vasıtasıyla, Samsun ve Sinop gibi Karadeniz limanlarından, Kastamonu Vilayeti Bolu Sancağına sevk edilerek ve iskan edildikleri diğer yörelerden sonradan kendi istekleri ile (Düzce’deki akrabalarına yakın olmak, yerleştikleri yere uyum sağlayamama ve arazi şartlarının uygunsuzluğu) gelerek iskan edildikleri düşünülebilir.
 
1877-1878 Osmanlı Rus Harbi sonrası Düzce de iskan edilen Abazaların çoğunluğunun gemilerle sevk edildikleri İstanbul’dan karayolu ile yada vapurlarla ulaştırıldıkları İzmit Sancağından Adapazarı üzeri ile ve Sohum limanından bindirildikleri gemilerin yanaştığı yakın kıyı kasabaları yada limanlardan (Sinop, Ereğli, Akçakoca, Kefken) Düzce’ye geldikleri düşünülebilir.Abaza göçmenlerin daha ziyade ova düzlüğünü değil de yüksek ve ormanlık alanları tercih etmiş olmaları kendilerine bu nitelikte arazi tahsis etmeyi o yıllarda kolaylaştırmış olabilir. 1877-1878 Osmanlı Rus harbi sonrası yaşanan ikinci göçte daha önce dolduğu ifade edilen yerlerin (O yıllarda genellikle bataklık ve ormanlık olan Adapazarı, Düzce, Manyas ovaları) iskana tekrar açıldığı bu yıllarda yapılan yerleşimlerden anlaşılmaktadır. Bu göç dalgası ile birlikte bataklık ve elverişsiz sahalarında iskana açılması ile bu sağlıksız alanlar üzerinde kurulan yerleşim birimlerinin bir kısmı kısa sürede hastalıklardan kırılmış ve neticesinde aileler çevre köylere ve şehir merkezine dağılmışlardır.1864-1876 yılları arasında Düzce de iskan edilen Çerkeslerin özellikle şehrin merkezine göre güneyde kalan düz arazilerle, ova düzlüğü ile güneydeki yükseltilerin birleştiği alanlara daha yoğun olarak yerleştikleri ve şehrin kuzeyinde nispeten ovaya göre daha yüksek düz arazilere de yoğun olmamakla birlikte yerleştikleri bilinmektedir. 1877-1878 yılları ve sonrasında iskan edilen Çerkesler de özellikle şehir merkezine çok yakın alanlarda ve şehri bir daire şeklinde genişleyerek kuşatacak şekilde kuzey,güney ve doğu istikametlerinde yerleşmişlerdir.Düzce’de genel olarak tamamına yakını 1877-1878 Osmanlı Rus harbi sonrası Abazalar ovadaki düz arazilerden ziyade şehir merkezine göre güneydoğu,güneybatı ve batı istikametlerinde ova ile yükseltilerin birleştiği alanlarla, yüksek ve ormanlık kesimlerde iskan edilmişlerdir. Düzce şehir merkezindeki Çerkes yerleşimi ise özellikle Cedidiye mahallesinde yoğunlaşmıştır.Çerkes göçmenlerinin yerleştirildikleri araziler o dönem şartlarında fazla verimli değildi. Ancak tarımda kat edilen teknolojik gelişmeler zamanla bu arazilerin değerlenmesini sağladı. Günümüzün en değerli tarımsal toprakları olarak görülen ancak o yıllarda düzlüğü büyük ölçüde batak ve yükseltileri orman olan Adapazarı, Düzce gibi ovalara yerleşen göçmenler sağlıklarını tehdit eden sivrisinek ve diğer haşere türleri ile ve bunların sebep olduğu hastalıklarla mücadele ettiler. Düzce’deki Çerkeslerin bugün çok değerli olan bu arazilerin büyük kısmını ne pahasına ve ne amaçlar uğruna elden çıkarttıkları bu araştırma dışında incelemeye değer sosyal bir olgudur.
Günümüzde o yıllarda şehir merkezine yakın kurulan Çerkes köyleri zamanla şehir ile birleşerek mahalle olmuş yada mücavir alan sınırları içine dahil edilmiştir. Kiremitocağı, Uzunmustafa 1986 yılında, Aziziziye 1990 yılında, Karahacımusa da 2000 yılında belediye sınırları içine alınarak mahalle oldu. 1963 yılı imar planına göre Esen ve 1985 yılı imar planına göre de Bostanyeri, Beslanbey, Sarayyeri, Çamköy mücavir alan kapsamına alındı. Düzce ovasında Çerkeslerin yerleştiği alanların yerel olarak ifade edilişi şöyledir; Düzce şehir merkezinin güneyinde kalan ve ova düzlüğünden güneydeki dağ yükseltilerinin yamacına kadar uzayan alandaki Çerkes köylerinin oluşturduğu kısıma “Mezç’ağ”. Mezç’ağın kuzeyinde kalan ve şehir merkezinin doğu,batı ve kuzeyindeki ova düzlüğünde bulunan köylerin oluşturduğu kısma “Kucur”. Şehir merkezine de “Şahar” denilir. Düzce ovasında Çerkes ve Abazalar tarafından kurulan köyleri elimizdeki mevcut bilgiler ışığında,1898 Kastamonu Vilayeti Salnamesini esas alarak derledik. Köyler tablosunda belirtilen hane sayılarından da anlaşılacağı üzere günümüzde bu köylerin büyük bir kısmı Çerkes köyü olma hüviyetini kaybetmiştir. İskan yıllarındaki kurulan ve 1898 Kastamonu Vilayeti Salnamesinde kaydı olan Hatiphacıibrahim köyü (Açuen habl) hastalıklar ve harbe gidenlerin geri dönmemesi neticesi 1930’lu yıllarda 6-7 haneye düşerek Aydınpınar köyüne (Şaguc habl) katılmıştır. Düzce ovasının birçok yerinde Çerkes hanelerin oluşturduğu ve kayıtlara geçmeden dağılan yerleşim ünitelerinin olduğuda bilinmektedir. Bunlardan en bilineni bugünkü Çocuk Esirgeme Kurumunun arkasında Karaca deresi kıyısında yerleşimi olan Şeveş'u hable idi. 1999 yılı aralık ayında yapılan yasal düzenleme ile Düzce il statüsüne kavuşmuştur. Öncesinde Bolu iline bağlı olan Akçakoca, Cumayeri, Çilimli, Gölyaka, Gümüşova, Yığılca ilçeleri ve yasal düzenleme ile ilçe yapılan Kaynaşlı ilçesi Düzce’ye bağlanmıştır. Bugün Düzce İline bağlı, merkez ilçe ile birlikte 8 ilçe, 11 belediye (3 tanesi merkez ilçeye bağlı belde belediyesi.) ve 302 köy vardır. Düzce ovası Kuzey Anadolu fay kuşağındaki yer hareketlerinin etkisiyle oluşmuş genç bir çöküntü havzasıdır. Kabaca kare biçimli olup doğu-batı boyutu , kuzey-güney boyutu ise kadardır.Düzce ovası ve etrafını çeviren yükseltilerde 220 köy bulunmaktadır. Bu köylerin 117 tanesi Merkeze bağlı köylerdir.12 Kasım 1999 İzmit-Gölcük ve 17 Ağustos 1999 Düzce depremleri sonrasında, özellikle şehir merkezinde oturan hanelerden köyde yeri olan pek çok aile ya mevcut evlerine yada yeni yaptırdıkları evlere taşınmışlar ve böylelikle deprem sonrasında Çerkes köylerindeki hane sayılarında artış gözlenmiştir. Örnek verecek olursak Bostanyeri (Arapçiftliği) köyüne deprem sonrasında 40’a yakın Çerkes hane yerleşmiştir. 1864 Sürgünü ve zorunlu olarak yapılan göçlerden sonra Çerkesler yaklaşık yüzyıl kadar, diğer kültürlerle iletişimin az olduğu dışa kapalı köy yaşantılarında geleneklerini, kimliklerini koruyabildiler. Köyden köye mızıka sesleri yankılandı, kızlı erkekli kafileler halinde köyden köye düğünlere gittiler. Fakat 2. Dünya savaşından sonra bütün dünyada olduğu gibi Türkiye’de de hızlı bir sosyal ve ekonomik değişim ve nüfus hareketinin başlamasıyla birlikte Çerkes köyleri de çözüldüler ve kentlere yöneldiler, köyden çıkınca toprak önemsiz hale geldi, kentleşmenin artmasıyla orantılı olarak hızlı bir kültür ve kimlik değişimi yaşandı. Kentlerde geçmişini bilmeyen, kültürüne yabancılaşmış kuşaklar yetişti ve bu güne gelindi

 

ABHAZYALAR

Abhazyalar kafkasının güney ve kuzeyinde olmak üzere iki bölgede yaşarlar kuzey Kafkasya Abhaza ları Aşuwa Askharuwa dır.Güneyde yaşayanlar ise Ciget Ahcıpsa dal Tzabal Pıshoa Aşuwa Aybga Aamırz Agan dır.Abhazyalar köy kasaba eyalet çeklin de yaşarlar Abhazyalar 1871’de  Türkiye,Suriye ,Ürdün.İsrael.Mısır,Yunanıstana göç etmişlerdir.1877 de batı Karadeniz gelen göçler ise ABJWA-AŞUBA koluna mensup bir grup tavad prens sınıfından olanlar Akçakoca Çuhallı iskelesine çıkarlar bunlar, vadilerde yaşadıkları için (PSTA)denilen hayat anlamına gelen yer isterler devlet de Abhaza lara devlet arazisi olan (Kıran) münkariz olan güney kısmına yerleştirirler.buraya ilk gelen Esmahanım diye bir bayan çalışkanlıgı ile dikkati çekerek köyün kurulmasında öncülük etmiştir, bu köye onun içindir ki  bu köye Esmahanım köyü denir.

 

 

TÜRKİYE’DE Kİ ABHAZA VE ÇERKEZLER

Adana-Tufanbeyli POLATPINAR
Adana-Tufanbeyli İĞDEBELİ
Adana-Tufanbeyli AKPINAR
Adana-Tufanbeyli K.PINARI
Amasya-Merzifon ÇAYIRKÖY
Artvin-Hopa MAKRİYAL
Balıkesir-Gönen ÜÇPINAR
Bilecik- Bozüyük KOVALCA (Bibardkıt)
Bilecik-Bozüyük NANEDERE
Bilecik-Bozüyük DÜZDAĞ
Bilecik-Bozüyük KARAÇAYIR
Bilecik-Bozüyük NEMLİ
Bilecik-Bozüyük YENİKÖY
Bilecik-Bozüyük AKPINAR
Bilecik-Merkez KÜNÇEĞİZ
Bilecik-Merkez ELMABAHÇE
Bilecik-Merkez ARPALI
Bilecik-Merkez MASKARA
Bilecik-Pazaryeri ALINCA
Bilecik-Pazaryeri ELMALI
Bilecik-Pazaryeri HASANDERE
Bilecik-Pazaryeri RÜŞDİYE (Kayüa)
Bilecik-Pazaryeri SARNIŞ (Çuijba)
Bilecik-Pazaryeri K.ELMALI
Bursa-İnegöl GÖMCÜK (Gedikpınar)
Bursa-İnegöl KANLIKONAK (Kuarakıt)
Bursa-İnegöl GÜNEYKESTANE
Bursa-İnegöl MEZİT (Sulhiye)
Bursa-İnegöl KESTANEALAN (Kemsekuay)
Bursa-İnegöl RÜŞTİYE (Kavarköy, Akayüaa)
Bursa-İnegöl OSMANİYE (Kguarakuay)
Bursa-İnegöl KARACAKÖY
Çorum-Alaca SULTANKÖY
Çorum-Alaca GÖKÖREN (Bzagokıt)
Düzce-Akçakoca Malan-ESMAHANIM (Gran)
Düzce-Akçakoca Malan-DİLAVER (Glöyra)
Düzce-Akçakoca Malan-DAVUTAĞA (Acıelma, Ağüdzaa)
Düzce-Gölyaka ÇAYKÖY (Aygdzaa)-Efteniye-
Düzce-Gölyaka HACISÜLEYMANBEY -Efteniye-
Düzce-Gölyaka AKSU (Elbuzbey, Maan Elbuz) -Efteniye-
Düzce-Gölyaka KURAK mah. (Yazlık, Kguarak) -Efteniye-
Düzce-Gölyaka ZEKERİYA -Efteniye-
Düzce-Gümüşova YEŞİLYAYLA (Hücacbey)
Düzce-Gümüşova Nüfren-SOĞUKSU (Apsara)
Düzce-Gümüşova HALİLBEY-Nüfren-(Tsikhinara)
Düzce-Kaynaşlı SAZKÖY
Düzce-Kaynaşlı Darıyeri-HASANBEY
Düzce-Kaynaşlı Darıyeri-MURATBEY (Argunaa)
Düzce-Kaynaşlı TAVAK (Katsbey)
Düzce-Kaynaşlı ÇAMOLUK(Katsbey)
Düzce-Konuralp AYBAŞI
Düzce-Konuralp ERDEMLİ
Düzce-Merkez DERDİN (Gumaa)
Düzce-Merkez KALEDİBİ (Amtcaa, Cicibey)
Düzce-Merkez FINDIKLI
Düzce-Merkez GÜVEN (Çapyak, Mıtsara)
Düzce-Merkez UĞUR (Mehdibey)
Erzurum-Narman ŞEKERLİ
Erzurum-İspir ÇAMLIKAYA
Erzurun-Şenkaya BARDIZ
Eskişehir- Hekimdağ BEKTAŞPINAR
Eskişehir-Hekimdağ TANDIR
Eskişehir-Hekimdağ TAŞKÖPRÜ
Eskişehir-Merkez YENİKÖY
Eskişehir-Merkez MUSAÖZÜ (Bağhable)
Eskişehir-Merkez KAVALCA
Eskişehir-Merkez BÜYÜKELMALI
Eskişehir-Merkez AĞAPINAR
Eskişehir-Merkez KARTAL
Eskişehir-Merkez AHILAR
Eskişehir-Merkez KARAALAN
Eskişehir-Merkez KARAÇAYIR
Eskişehir-Merkez KIZILCAÖREN
Eskişehir-Merkez KARACAÖREN
Eskişehir-S.Gazi ÇEKİNGİÇ
Eskişehir-S.Gazi MAHABAŞ
Kayseri-Pınarbaşı KAZANCIK
Kayseri-Pınarbaşı AŞAĞI BORANDERE
Kayseri-Pınarbaşı YUKARI BORANDERE (Eylahua)
Kayseri-Pınarbaşı ALTIKESEK (Loukt)
Kayseri-Pınarbaşı HALİTBEYÖREN (Gunaşey)
Kayseri-Pınarbaşı YUKARI POTUKLU (İsmeylkıt)
Kocaeli-Gölcük SELİMİYE (Beyipa)
Kocaeli-Kandıra FETHİYE (Aturabana, Ağaçlı)
Kocaeli-Merkez HİKMETİYE (Abbas)
Kütahya-Altıntaş AYKIRIKÇI (Kırcınakıt)
Manisa-Merkez BEYDERE
Manisa-Merkez TEVFİKİYE
Manisa-Salihli KIRVELİ
Muğla-Merkez ÇAKALLIK
Muğla-Köyceğiz GÖĞÜŞBELEN
Ordu-Ünye KABATAŞ
Sakarya- Karasu KARAPINAR (Cıl ykıta, Çjlaw)
Sakarya-Akyazı GEBEŞ
Sakarya-Akyazı AKBALIK (Açba yikıta)
Sakarya-Akyazı ORMANKÖY (Osmanşevkiye)
Sakarya-Akyazı HARMANLI (Tsikhinara, İrfanıevvel)
Sakarya-Akyazı BUĞDAYLI (Psırdzkha, İrfanısâni)
Sakarya-Akyazı MESUDİYE (Tsankıt, Tahirbey yikıta)
Sakarya-Akyazı TAŞBURUN
Sakarya-Akyazı YONGALIK (Beyzir yikıta)
Sakarya-Akyazı KEPEKLİ
Sakarya-Akyazı BEYNEVİT (Kuç yikıta, Yenikonak)
Sakarya-Akyazı KUZULUK(Geç yikıta)
Sakarya-Akyazı HASANBEY
Sakarya-Akyazı PAZARKÖY (Law yikıta)
Sakarya-Akyazı ALAAĞAÇ (Mahmutsabit)
Sakarya-Akyazı Bedil-TAHİRBEY (Khaldaxuraa, Balballı)
Sakarya-Akyazı Bedil-KADİRBEY (Khadirbey yikıta)
Sakarya-Akyazı BIÇKIDERE (Kaldakhara)
Sakarya-Geyve BOĞAZKÖY (Cıwaa rkıta, Şahanbey)
Sakarya-Geyve DOĞANÇAY (Arınaa)
Sakarya-Hendek SOĞUKSU (Cgerda)
Sakarya-Hendek SARIYER (Lakraa)
Sakarya-Hendek ESKİBIÇKI (Bıçkıatik, Tepsek)
Sakarya-Hendek KALAYIK (Cuvar yikıta, Afdzucaa)
Sakarya-Hendek YARICA (Kguaraçugea)
Sakarya-Hendek Nüfren-ÇAKALLIK (Khazlataa)
Sakarya-Hendek Nüfren-BEYLİCE (Hacıbetbey)
Sakarya-Hendek Nüfren-BEYKÖY (Amçkuay, Punabey )
Sakarya-Hendek HÜSEYİNŞEYH (Çıwaa)
Sakarya-Hendek KARADERE (Simeyhe kıta, Çiğdere)
Sakarya-Hendek ZOYBEK mah.(Adzagua Taguarakg, Zorbekbey)
Sakarya-Hendek UZUNCAORMAN (Tapşaa)
Sakarya-Hendek AKTEFEK
Sakarya-Hendek SİVRİTEPE (Awublaa yikıta)
Sakarya-Hendek KARAÇÖKEK (Çuıjbaa)
Sakarya-Hendek ÇUKURHAN (Apsara)
Sakarya-Karasu ADATEPE
Sakarya-Kcaali SELAHİYE (Kobaşlar, Bganaa)
Sakarya-Kocaali CAFERİYE (Malan du)
Sakarya-Merkez ACIELMALIK
Sakarya-Merkez ORTAKÖY
Sakarya-Merkez ŞÜKRİYE (Dağlacaa)
Sakarya-Merkez KEMALİYE (Xuamışaa)
Sakarya-Merkez ÇAYBAŞI (Açaa rkıta, Yeniköy)
Sakarya-Merkez Kayalar-REŞİTBEY (Şakhrıl yikıta, Lıkhaa)
Sakarya-Merkez Balballı (Bedil)
Sakarya-Merkez Kayalar-MEMDUHİYE (Maan yikıta)
Sakarya-Merkez HARMANTEPE (Apşaarıxua)
Sakarya-Merkez KOYUNAĞILI
Sakarya-Sapanca KURTKÖY
Samsun-Çarşamba TEPEALTI
Samsun-Havza HURDAZ(Cevizlik, Xuırdaz)
Samsun-Havza KARAMEŞE (Blatkıt)
Samsun-Havza KOCAPINAR
Samsun-Havza GÜRÜN
Samsun-Havza HIRLAZ
Samsun-Kavak ÇARIKLIBAŞI (Apsuvara)
Samsun-Vezirköprü AĞCAALAN
Samsun-Vezirköprü AĞCAYAZI (Üçgöz, Abazalar)
Sinop-Merkez DİZDAROĞLU
Sinop-Merkez ORDU
Sinop-Merkez KARABAĞ
Sinop-Merkez İNCEMEYDAN
Sinop-Merkez SARIKUM
Sinop-Merkez DEMİRCİ
Sinop-Merkez YENİSOKU
Sinop-Merkez ORTAKÖY
Sinop-Merkez OSMANİYE
Sinop-Merkez KARAGÖL
Sinop-Merkez ERİKLİ
Sinop-Ayancık SAKARA
Sinop-Ayancık KALASA
Sivas-Şarkışla TAVLADERE (Tarkulere)
Sivas-Şarkışla DEMİRBOĞA
Sivas-Şarkışla MERKEZ (Çerkes) KARACAÖREN
Sivas-Şarkışla YENİYAPAN (Sidkıt)
Sivas-Yıldızeli DIRMICKIT ?
Sivas-Yıldızeli HALKAÇAYIR
Sivas-Yıldızeli ÇIRÇIR (Kaledes)
Sivas-Yıldızeli BULAMUR
Sivas-Yıldızeli CİZÖZÜ
Tokat-Artova ALPUDERE
Tokat-Erbaa FINDICAK (Tramktdu)
Tokat-Turhal HAMİDİYE
Tokat-Zile UĞURLUÖREN (Khamardkıt, Zehledin)
Tokat-Zile KÜÇÜKÖZLÜ (Kazıklı, Kılçkıt)
Yozgat-Aydıncık BAKIRBOĞAZI (Darıkokıt, Çerkesbakır)
Yozgat-Aydıncık MERCİMEKÖREN (Tramktçguın)
Yozgat-Aydıncık AĞILLI (Ağılkıt)
Yozgat-Çekerek FUADİYE (Kendirlik, Khuzğuın)
Yozgat-Çekerek ÇAYIRÖZÜ (Çervez)
Yozgat-Saraykent KESİKKÖPRÜ(Tambikhuay)
Yozgat-Sorgun AYVALI
Yozgat-Sorgun OSMANİYE(Loukt)
Zonguldak-Merkez Aşağıihsaniye
Zonguldak-Merkez Yukarıihsaniye

 

Kaynak : Düzce Kuzey Kafkas Derneği alıntı,derleyen İbrahim Tuzcu

 

DÜNYADAKİ ABAZA VE ÇERKEZLER

 

İRAN,LİBYA,MISIR,SURİYE,İSRAİL,ÜRDÜN,TÜRKİYE

Kaynak: Görsel yayınları,derleyen İbrahim tuzcu

 

LAZLAR VE LAZ KÜLTÜRÜ

Eski Abhazya nın bir bölgesi olan Tuapse ve Kolkhide de toplum adı olarak geçen Lazos dan dan gelir eski dili Kolkhi dilidir Laz’ın kökeni Lezgi dir. Mavi gözlü,kumral saçlı,pembe tenli demek Laz demektir Laz ismi buradan dolayı doğmuştur,Lazlarda Hıristiyanlardan dönmedir o zaman yaşadıkları bölgeye Lazika adı verilmiştir, Lazika kıralı Gobozes dir, Lazistan sancağı günye idi kazaları, Pazar (Atina), Ardeşen (Artaşin) Fındıklı(Viçe) Hopa (Makreali) Akrabi (Arhabiidi). 1878’de sancak Rize olur ve Batı Karadeniz’e göç başlar.

Zonguldak, İzmit, Bolu, Bursa ya gelinir. Akçakoca çuhallı iskelesine gelen Lazlar denizci oldukları için deniz kenarlarını seçerler denize yakın yerde ikamet ederler

Döngelli,Ayazlı,Göktepe,Edilli,,Osmaniye,Aktaş,Uğurlu köyüne yerleşirler .Akçakoca adı Bizans zamanında Dia polis Osmanlı zamanında Akçaşar cumhuriyet zamanında (1934) Akçakoca olur.Lazlar, Gürcü (İBER) kavminin bir koludur. (1) Bu açıdan her ikisi de Yafetik ırktandır. Yani Türkler ile akrabadır. Atalarımız birdir, aynıdır. En eski Grek yazarlar Laz diye bir topluluktan bahsetmez. Lozoi kelimesine ancak Hıristiyanlığın ilk devirlerinden itibaren rastlanabilir. Plinius, Arianus, Preplus, Batlamyus'un yazılarında Lozoi kelimesi, belki eski bir şehir olan Lazos veya Lahika’dır. Kıessıng'e göre, Lozoi, Kerketay halkının bir koludur. Kerketay lar ise Gürcü'dür. Bunlar Hıristiyanlığın ilk döneminde kendilerine Adige (Adzige) diyen Zygonin (Çerkez) halkının baskısı ile güneye göç etmek zorunda kalmışlardı. Hakikatte ise Lozoi halkı Arrianus zamanında (M.S. 2. asır yazarı ) Suhumda yaşamakta idiler. Trabzon'un doğusundaki sahillerde oturan diğer halklar ise sırasıyla şunlardı:
Kolçi (Sannoi ), Maçolenes, Hennioçi, Zyderitae, Roma’ya tâbi kral Malasus'un teb'ası Lazai Apsilae, Abazki(Abaza), ve Suhumcivarında Sanigae. Sonraki asırlarda Lazlar önem kazanınca, bütün eski Kolçi ülkesine Lazika dendi. Diokletian (M.S. 284–303) döneminde Kimmer (Bosfor) Kralı Sauramatus, bütün Lazai topraklarını işgal etti. O tarihte Lazika'ya tâbi olanlar Prokopios, Aboskoiyi Suania ve Sykmnia halkları idi. Bu sebeple, Lazika adının hâkim bir grup (Lazlar) ve onlara bağlı bir kaç kabileye işaret etiği düşünülebilir. Lazlar, 500'lerde Hıristiyanlaştılar. İmparator Justinyen (527–565) bölgede "Kudüs Çölü" diye bilinen yerdeki bir Laz mabedini tamir ettirmiştir. (Prokopius, De aedificiis, V, 9) Lazlar komşularına papaz bile göndermekteydiler. (Prokopius, Bell, Gct, IV, 2) .Kolçi'deki Lazlar, Roma imparatoru tarafından kendi içlerinden tayin edilen krallarca idare edilirlerdi. Bu kralların görevi, Kafkasya'nın batı geçitlerini kuzeyden gelen göçebelere karşı koruma idi. Yani Roma'nın bir nevi üçbeyi şeklinde idiler. Kral kelimesi bizi yanıltmamalıdır, sahip olduğu toprak ancak beylik kadardır. Bu görev değil de, Romalıların ticareti inhisarlarında tutmaları Kolçi halkını tedirgin ediyordu. Bu yüzden Kral Gobozes, M.S. 458'den itibaren Sasani hükümdarı 2. Yezdicürd'in yardımına başvurdu. Bu yüzden M.S. 539-562 tarihleri arasında Bizans İmparatoru Justinyen ile İran Şahı 1. Hüsrev arasında Lazika topraklarında savaşlar oldu. Ordu kumandanı Belisarius'un seferlerine iştirak eden yazar Prokopius'un bildirdiğine göre, o tarihte Lazlar, PhasisIrmağı'nın iki sahilinde yaşamaktaydılar. Ne var ki, Archaeopolis, Sebastopolis, Pitius, Skanda, Sarapanis Rhodopolis, Morchoresis gibi Laz şehirleri nehrin hep kuzey yakasında idi. Nehrin sol tarafı ıssızdı. Lazlar'ın ellerindeki topraklar ancak atla bir gün yol tutardı. Daha ötesinde Trabzon'a kadar Roma pontikleri vardı ki, bu da o toprakların Lazlara ait olmadığını, doğrudan doğruya İmparatorluğa bağlı olduğunu gösterir. Bundan sonraki (600’ler–1200) Laz tarihi karanlıktır. 1204'de Gürcistan kraliçesi Tamara'nın verdiği askerî yardım ile Alexis Kommenoes adında biri Trabzon İmparatorluğu'nu kurdu!.. Bu imparatorluğun tarihi ki ömrü 1204–1461 yılları arasındadır,

İBRAHİM TUZCU WEB SİTESİ KURULUŞ:09.09.2017
SİTEYİ KURAN ve DÜZENLEYEN: MEHMET GÜVEN
EĞER TELİF HAKKININ İHLAL EDİLDİĞİNİ DÜŞÜNÜYORSANIZ LÜTFEN İLETİŞİMDEN BİZE YAZINIZ.



Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol