Düzce Hakkında Herşey2
EVLİYA ÇELEBİNİN DÜZCE’ YE GELİŞİ
İzmit seyahati esnasında Bolu'nun batısına kadar gelmiş, Sakarya ve Sapanca Gölünden bahsederken, kereste nakliyatı için Düzce Pazar'ın, Bolu'nun vaziyeti üzerinde fikir beyan etmiştir. Evliyâ Çelebi, Trabzon gezisi sırasında, bu defa Bolu'nun Karadeniz kıyısındaki kasabalarına uğramıştır. Kefken'den sonra, Melen Ağzı'nı geçen Evliyâ Çelebi'nin ilk anlattığı yöre Kazak hücûmundan tahrib edilmiş Akça Şehir'dir. Alaplı ve Ereğli gibi iskeleleri de kısaca tasvir etmekte, Hisarönü, Bartın ve Amasra'dan bahsetmektedir. 1645'de, Erzurum'a giderken, takip ettiği yol üzerinde İzmit, Sapanca, Hendek, Düzce pazarı, Üskübi, Bolu, Çağa ve Gerede vardır. Bu münasebetle Bolu için şunları yazmaktadır: "Üskübi'den dokuz saat uzaklıktadır. Kalesini Bursa tekfuru yaptırmıştır. Topraklı yüksek bir tepe üzerinde dört köşe harabe içinde, imârı çok küçük bir kaledir. Anadolu'da Sancak Beyi tahtıdır. On dört zeâmet ve ellibeş tımarı vardır. Çeribaşısı ve alaybeyi vardır. Kanun üzere atlıları ile iki bin sekız yüz kılıç askeri bulunmaktadır. Bolu, Gökçesu, Sazak, Gerede, Dörtdivan ve Yığılca gibi nahiyeleri vardır. Kadı ve yöneticiler adaletli davranmak zorundadır. Zira reayası üç günde istanbul'a gidip, şikayet ederek, zalim hakimin hakkından gelirler. Yeniçeri serdarı, sipahi kethüdası yeri, nakib el-eşraf-ı vardır. Her ne kadar Türklük ise de ayan ve eşrafı, tüccarı çoktur. Gerçekten mamur ve abadan bir büyük şehirdir ki, topraklı bir dağ arasındadır. Otuz dört mahalle, otuz dört cami vardır.Üç bin kadar zarif binası mevcuttur. Bazı ailelerin evleri ve hanları kiremit örtülüdür. Paşa Sarayı, Şemsi Paşa Sarayı, Zülfikar Ağa Sarayı da bakımlıdır. Camilerin en güzeli çarşı içindeki Mustafa Paşa Camii'dir". Osmanlı devresinde de Bolu zengin orman örtüsüne sahipti. Çam, kayın ve meşe başta olmak üzere her türlü ağaç cinsi göze çarpıyordu. Bolu kerestesi, İstanbul'da tanınmıştı. Bütün ahşap yapılarda bu kereste kullanılıyordu. Ancak, sık sık meydana gelen yangınlar, Bolu'dan sürekli kereste nakliyatını devam ettirmiştir. Öküz arabaları ile İzmit, Akçaşehir, Alaplı, Ereğli ve Bartın iskelelerine indirilen keresteler, yelkenlilerle İstanbul'a gönderilmekteydi. Akçaşehir'de, hususi kereste depoları vardı. Tahtalar burada ızgaralanarak kurutulur ve daha da sertleşmiş, hafiflemiş olarak İstanbul piyasasına arzedilirdi. Tersane-i Amire için en elverişli kereste yine Bolu ormanlarından temin edilmekte idi. Verdinar ve serenler iç kısımlardan kesiliyor, Sakarya, Mudurnu Suyu, Melen, Filyos veya Bartın Çayı vasıtası ile denize kadar taşınıyordu. Bartın, Ereğli, Alaplı, Akçaşehir, Kefken gibi merkezlerde kalyon inşaası yapılmakta idi. Tersane-i Amire'nin İzmid (İznikmid) kolu için Bolu Konur Apa, Akyazı, Ab-Safi ve Sapanca Dağlarından kesilen keresteler, miri yani devlet ormanlarından görevlendirilmiş öküz arabaları ile İzmit Tersanesine nakledilmekte idi. Buna dair belgelere sık sık rastlanmakta bazı anlaşmazlıklar için de ilgili merkezler kadılarının dikkati çekilmekte idi. İstanbul ve Saray'ın kömür, odun ihtiyacını da yine Bolu ormanları karşılamakta idi. Kömür, meşeden yapıldığı için, bazen özel meşe ormanları da vücuda getirilmiştir. Diğer taraftan kereste kesimi de belirli kaidelere bağlanmıştı. Miri ormanları yakan ve tahrip eden, açma yapan insanlara da sık sık rastlanıyordu. Evliya Çelebi'nin ve bazı arşiv belgelerinin de vurguladığı gibi orman ürünlerine bağlı su yolu taşımacılığı da gündeme getirilmiş ise de hayata geçirilememiştir. Evliya Çelebi'nin geliş-gidişlerinden de anlaşıldığına göre, Bolu önemli yollar üzerinde bulunuyordu. Sahil yolu, İstanbul, Şile, Kefken, Karasu, (bazen Deniz Köy), Melenağzı, Akçaşehir, Alaplı, Ereğli, Hisarönü, Bartın ve Amasra çizgisini teşkil etmekte idi. Deniz yolculuğu kolay olmasına rağmen fırtınalı havalarda tehlike arz ediyordu. Başlıca sığınaklar Kefken, Ereğli ve Bartın Çayı ağzı olmakta idi. Karadeniz'de bir çok yelkenli, Kafkas ve Kırım hatta Rumeli sahillerinden yükledikleri tahıl vs. ile fırtınaya tutulmakta ve Bolu sahillerine düşmekte idi. İstanbul'dan Sinop ve Trabzon yolunu takip eden yelkenlilerin Bolu'daki yegane yön bulma işareti Ereğli'de Baba Burnundaki fener idi.
KAYNAK: Bolu Valiliği Sayfasından alıntıdır.
http://www.bolu.gov.tr/default.asp?s=1_2,Akçakoca köyleri 2010 İbrahim Tuzcu kıt. Derleyen: İbrahim Tuzcu
DÜZCE’ DE AKÇAKOCA’DA İLK TÜRK BOYLARI
Soldan sağa; Akçakoca beyi, Orhan beyi, Konurapl bey
Akçakoca bölgesine ilk gelenler Üçokların Kınık aşiretine bağlı obalardır. İlk gelenlerin Koçar Bey ve O’nun yakınları olduğu söylenmektedir. Selçuk kollarının orman bölgelerinde kurdukları köyler şunlardır:
Gökçeli (Munkeriz), Doğancılar, Beyören, Balatlı, Kınık Ketmenli, Kepenç, Göktepe, Keramettin (Munkeriz), Kapkirli, Cumayanı, Tahirli, Arabacı ve Fadıllar (Munkeriz) köyleridir
OĞUZLAR
Oğuzlar, Selçuklular, Osmanlılar, Türkmen beylikleri, Türkmenistan da, Azerbaycan da, Irak’ta yaşamışlardır. Oğuz hanın 6 oğlu ve onların 4 er oğlundan 24 boyu meydana gelmiştir, Oğuz kelimesi Türkçe de ağız demektir.
KINIK
Oğuzların Bozok kolundan Oğuz Kaan ın oğlu Deniz han ın soyundan geldikleri kabul edilir,Kınık bir kuş türü olan Çakırdoğan erkeği demektir, Farsçada da kuşların erkeği denmektedir.
KAYI
Damgası bir kuş türü olan Şahinlerin en büyüğü olan Akdoğandır,ayrıca kuvvet ve kudret sahibi de denmektedir, 2 ok 1 yaydan ibarettir,Oğuz hanoğlu Günhan kayının bu boyun bir ceddidir.Sultan 2 ci Murat kayı boyundan olduğu için 2 ok 1 yay damgasını koydurmuştur,bu damga Kanuni ye kadar devam etmiştir Oğuzların 24 boyundan biridir. Gün Han Oğulları koluna bağlı olup, Ongunu (kutsal hayvanı) şahindir. Oğuz boylarıyla ilgili ilk bilgiler Kaşgarlı Mahmud’un Divanü Lugati’t-Türk adlı eserinde derlenmiştir. Reşideddin’in Camiü’t-Tevarih ve Yazıcıoğlu Ali’nin Selçuk namesi (Tarih-i Al-i Selçuk) sinde Kayı boyu ile ilgili bilgilere yer verilmektedir.Reşideddin’in verdiği bilgiler Oğuzların İslam dinini benimsemelerinden önceki dönemi kapsadığından dolayı büyük önem taşır. Bu kaynakta ve diğer kaynaklarda boylar listesinin en başında yazılması, Kayı boyunun Oğuzlar arasındaki toplumsal ve siyasal konumunun yansımasıdır.Kayı Boyu (Kayılar) Oğuzların Bozok kolundan, Osmanlıların da mensup olduğu bir boy.
Kayı kelimesi; “muhkem, kuvvet ve kudret sahibi” demektir. Kayı boyunun damgası, iki ok ve bir yaydan ibaretti. Oğuz Han oğlu Gün Han oğlu Kayı’nın, bu boyun ceddi olduğu söylenir. Yirmi sene hükümdarlık yapan Kayı’nın nesli, uzun yıllar bu makamda kalmıştır. Bu sebeple Kayı boyu, Oğuz boyları arasında ilk sırada gösterilmektedir. Dede Korkut da eserinde, gelecekte hanlığın geri Kayı’ya döneceğini bildirerek, Osmanlıları haber vermiştir.Kayılar, Selçuklularla birlikte, fetih esnasında ve daha sonraları Anadolu’ya gelip, değişik bölgelerde yerleştiler. Osmanlı Devletinin kuruluşunda, esas nüveyi teşkil ettiler. Osmanlılar zamanında, Rumeli’nin fetih ve iskânına katıldılar.Sultan İkinci Murad, soyunun bu boya mensubiyetini göstermek için, sikkelerine, Kayı boyuna ait iki ok ve bir yaydan müteşekkil damgayı koydurmuştur. Sonraki padişahların bastırdıkları sikkelerde görülmeyen Kayı damgasının, Kanunî’ye kadar çeşitli eşya ve silâhlar üzerine konulmasına devam edilmiştir.Kayı boyuna mensup Karakeçili göçebe oymağı, eski zamanlardan beri her yıl, Söğüt’teki Ertuğrul Gâzi Türbesini ziyaret etmekte ve bununla ilgili şenlikler yapmaktaydı. Sultan İkinci Aldülhamid Han, bu ziyaret ve şenliklere resmî bir hüviyet kazandırdı. Kendi oymağı saydığı Karakeçili gençlerinden, Ertuğrul Alayını teşkil ettirdi. Bu oymak mensuplarını, ziyarete gelen Alman imparatoruna, “akrabalarım” diyerek takdim etti.“Ertuğrul’un ocağında uyandım, Şehitlerin kanlarıyla boyandım.”beytiyle başlayan bir marş bestelenip, yıllarca dillerde söylenip, gönüllerde yaşatıldı.Bugün, Kayı boyu mensupları, genellikle; Eskişehir, Mihalıççık, Orhaneli, Isparta, Burdur, Fethiye, Muğla, Aydın ve Ödemiş civarındaki köylerde yerleşmişlerdir.
KAYNAK:http://www.selcuklular.com/Der:İbrahim Tuzcu
GAGAVUZ TÜRKLERİ
Türkçe konuşan Ortodoks Türklerdir. Ukrayna'da, Moldova’nın Bucak bölgesinde, İsmail ve Bender yörelerinde, Basarabya'da, Bulgaristan'ın Varna ve Balçık bölgelerinde, Romanya'nın Dobruca bölgesinde, 20 yüzyılın başlarından itibaren de Kazakistan'da Taşkent ve Fergana'da, Akyubinsk'te, Semipalantisk'te ve Balkanlar'ın bazı bölgelerinde yaşamaktadırlar. 20. yüzyılın başlarında bir kısmı Türkiye'ye yerleşmiş bunlardan bazıları Hıristiyanlığı'nı sürdürmüş, bazıları da İslamiyet'i seçmiştir. 20. yüzyılın başlarında Moşkov Gagavuz Türkleri'ni yaşadıkları bölge ve ülkelere göre şöyle gruplandırır : I) Makedon Gagavuzları: Makedonya'nın güney-doğusunda yaşarlar. II) Gacallar: Bulgaristan'ın Deliorman bölgesinde yaşayan Peçenek Türkleri'nin Müslüman olan torunlarıdır. Konuştukları ağız Gagavuz Türkçesi'ne çok yakındır. III) Sürgüçler (Surguçlar): Dobruca'nın Yılanlık (Mai) ve Kokarca (Pietrani) köylerinde yaşarlar. Soy bakımından Oğuz ve Peçenek Türkleri ile ilgilidirler. IV) Yunanistan Gagavuzları: Keserya bölgesinde yaşarlar. Bugün bu ülke ve bölgelerin bir kısmında önemli bir Gagavuz varlığından söz edilemez. Ancak Gagavuz Türkleri'nin bu kadar dağınık yaşamaları sebebi ile özellikle Yunanistan ve Bulgaristan, aralarındaki din ve nüfuz çekişmelerinde Gagavuz Türkleri'ni kullanmaya çalışmışlar; bu iki ülke de kendi hesabına Gagavuzları Türkleştirilmiş Yunan veya Bulgar gibi göstermeye çalışmışlardır. Bu iddiaların aksine Gagavuzlar, içinde yaşadıkları millet veya topluluğa uyma mecburiyetinden dolayı Yunanca, Bulgarca, Romence veya ,Rusça konuşmak ve bu milletler gibi görünmek mecburiyetinde kalmışlardır. Gagavuzların kökeni çok tartışılan bir konudur. Paul Wittek Yazıcıoğlu Selçuk namesi’ne dayanarak Gagavuzları Selçuklu hükümdarı II.İzzeddin Keykavus’la Anadolu'dan Dobruca'ya gelen Türklerden getirmeye çalışmışsa da ortaya atılan yeni belge ve fikirlerden; Peçenek, Uz ve Kumanlarla Anadolu Selçuklu Türkleri'nin sentezi olan bir Türk topluluğu oldukları anlaşılmıştır. Gagavuz adı; Gag Oğuz. Gag Uz, Kara Uz, Gök Oğuz, Kalauz gibi boy adları ve Selçuklu hükümdarı Keykavus'un adından getirilmektedir. Gagavuzların inançlarında ve sosyal hayatlarında eski Türk kültürünün ve İslamiyet'in bazı unsurlarının bütün canlılığı ile yaşadığı görülmektedir. Hıristiyanlıkta kurban kesme emri olmadığı halde kurban kesip fakirlere dağıtırlar. Zekat ve fitreye benzer bir yardımlaşma usulleri vardır. Fakirlere yardımda bulunur, bağış yaparlar. Domuza duydukları nefreti ifade eden domuz düğünü adlı bir oyun oynarlar. Bozkurt’u kutsal bilirler ve onu yüceltmek için "canavar yortusu" yaparlar. Gagavuzların dini ayinlerinde Slavca kelimeler geçse de, Müslümanlar gibi Arapça ve Farsça kaynaklı Allah, peygamber, melek, cennet, cehennem, din ve günah kelimelerini kullanırlar . 1989 nüfus sayımına göre, Bağımsız Devletler Topluluğu'nda 197.164 Gagavuz Türkü yaşamaktadır.
KAYNAK:http://aduod.sitemynet.com/turkdunyaşı/gagavuz.htm.Derl:İbrahim Tuzcu
BOZOKLAR VE ÜÇOKLAR
Bu boyların Bozoklar ve Üçoklar olarak ikiye bölünmesi ise daha sonradır. Bu iki ana kol arasında çıkan anlaşmazlıklar, boyların bir kısmının batıya göçmesine neden oldu, bir kısmı da Göktürk Devleti'nin kurulması ve Ötüken'i işgali nedeniyle batıya göçmüştür(6.yy). Kalanlar Göktürk egemenliği altına girmiştir.630'da ilk Göktürk devletinin zayıflayıp Çin kontrolü altına girmesiyle tekrar birleşmeye başlamışlarsa da ikinci Göktürk Devleti kurulunca fazla direniş gösteremeden tekrar egemenlik altına girdiler. (7.yy sonları). 745 yılında ikinci Göktürk Devleti de yıkılınca batıya ve Çin'e göçmüş birçok Oğuz Boyu da Ötüken'e geri dönerek Kutluk Bilge Kağan'ın kurduğu Uygur Devleti çatısı altında birleşti. Altayların batısındaki ve Tanrı Dağları bölgesindeki Oğuz toplulukları ise Gök Türklerin batı kolu olan Türgiş ya da Türkeş Kağanlığına bağlı olarak varlıklarını sürdürdüler. 760'lı yıllarda bölgeyi ele geçiren Karluk boyunun kurduğu devlette yer aldılar. Bu boyun öncülüğünde Yağma ve Çiğil boylarının da katılımıyla kurulan Karahanlı Devleti içinde Oğuz boyları da vardı. 10. yüzyılda Hazar Denizi'nin doğusunda Oğuz Yabgu önderliğinde ilk devletlerini kurdular.1000 yılında Kıpçaklar tarafından yıkılan bu devletten sonra Oğuzlar ikiye bölündü, bir kısmı kuzeye giderek bugünkü Kırım, Kazak, Bulgar ve Tatarların atası oldular; bir kısmı da Selçuk bey önderliğinde güneye indiler, İslami kabul edip İslâm orduları hizmetine girdiler. Doğu'daki Oğuz kitlelerinin tarihi başka yönde gelişti. 840 yılında Uygur Devleti Kırgızlar tarafından yıkılınca Oğuzların asıl büyük göçü başladı ve Asya'nın dört bir tarafına ama daha çok kitleler halinde batıya göçtüler ve öteki kandaş boylarla birleştiler. Oğuz kitleleri içinde Kınık boyundan olup, ataları Selçuk'un adından ötürü Selçuklular olarak anılmaya başlayan bir kol Tuğrul Bey önderliğinde 1038 yılında Irak ve İran'da Büyük Selçuklu İmparatorluğunu kurdu. Etrafta dağınık yaşayan diğer Türk boyları da bu İmparatorluğa katıldı. 1040'da Merv yakınlarındaki Dandanakan Savaşı'nda Gaznelileri yendiler. Selçukluk egemenliği İran, Horasan, Merv, Irak, Suriye, Güney Kafkasya ve Anadolu'da bir asırdan fazla sürdü. Son büyük sultanları Sencer'in 1141'de Semerkant ile Buhara arasında bulunan Katavan mevkiinde Moğol kökenli Karahıtaylılar'a yenilmesi ile devlet çözülmeye başladı. 1153'te kuzeydoğudan gelen Karahıtaylar ve Karluklar tarafından imparatorluk yıkılınca Oğuzlar dağıldı. Dağılan bu boyların kimi Harzemşahlara bağlandı, kimi Horasan'a, Kirman'a göçtü, kimileri de daha batıya gidip Irak'a, Suriye'ye yerleşti, kimileri de Anadolu Selçuklu Devleti 'ne katıldı. Bunlardan sonra kurulan Akkoyunlu, Karakoyunlu, Safevi Devletleri, Alemdarlar, Anadolu beylikleri, Osmanlı İmparatorluğu, Suriye, Irak ve Azerbaycan'da çeşitli beyliklerde de Oğuz Kağan Destanı mevcuttu. Göktürkler ve Oğuzlar Vergi memuruna Amga (veya Imga) derlerdi,
YÖRÜK’LER
Türkçe ve yabancı sözlüklerde ‘göçebe Türkmen’dir. Türkistan’da konuşulan Türkçelerde ve eski Osmanlıcada Yüvrük kelimesi güçlü ve atılgan manasına gelir. Horasan’da Makedonyalı İskender ordusuna karşı tek geldiği için Salurlara Yüvrük (kahraman) adı verilir. Bu adı Anadolu’ya Salurlar getirmişlerdir. Türkmen kelimesi Türk-İman’dan türemiştir. Oğuz Türklerine Müslüman olduktan sonra bu ad verilmiştir. Bozoklar Türkistan’dan 11′inci asırda gelip Yozgat yöresine yerleşmişlerdir. Bunların bir kısmı ayrılıp Halep ve Şam’a göç etmiştir. Daha sonra 17′nci yüzyılda Dördüncü Murat Bağdat seferi dönüşünde bunların çoğunu beraberinde getirip Anadolu’nun sıcak güney bölgelerinde iskan ettirmiştir. Bunlara Anadolu’da genel olarak Arapçi, Arapgir, Saçıkara veya Hayta Yörükleri denir.İlk Cepniler Hacı Bektaşı Veli ile birlikte Horasan’dan gelip Kırşehir ve Sivas’a yerleşmişlerdir. Daha sonra 14′üncü yüzyılda Türkistan’dan (Türkmenistan) gelen ve Karadeniz bölgesine yerleşen çok sayıda Cepniler vardır. Yakup Han ile Bayram Han gibi kahramanlar bunlardandır. Bayram Han’ın oğlu Hacı Emir Bey ve torunu Süleyman Bey yıllarca Pontuslara karşı savaşmıştır. Süleyman Bey 1397′de bütün Giresun bölgesini beyliğine katmıştır.Kayılar anavatanı olan Türkmenistan Balkan eyaletlerinden gelmişlerdir.Yeni Osmanlılar Osmanlı padişahlarının boyundan (Karakeçili) olup, İmparatorluğun sonuna doğru gelenlerdir.Solaklar dinlenme manasına, Meller (Melliler) göçten geri kalma, Çakıllar göç etmeyip, yere çakılıp kalma manasındadır. Hona erkek geyik demektir. Kara Hacı Adana Toroslarında yaşamış Avşar beylerinden Kara Receb’in oğlu Kara Mustafa’dır.Teke Türkmenleri İran, Horasan, Türkmenistan ile Afganistan sınır bölgesinde şu an yaşayanlardan olup, Anadolu’ya ilk gelen Türkmenlerdendir. Kendilerine Yüvrük denen Türkmenlerdendir. Alparslan’ın askerlerinin çoğu Teke Türkmen’iydi. Türkmenistan’ın en kalabalık halkı Ahılteke’dir. Bunlara Eski Yörükler de denir. Yarış atları dünyada emsalsizdir.Tonguç Türkmencemde düğümlemek anlamındadır, tangmaktan gelir. Tonguç ayrıca bir Moğol kabilesidir.
Not: Bu soy kütüğünde adı geçmeyen Yörükler bu boylara bağlı olup, ufak ve meşhur olmayan oymaklardır.Bugün, Kayı boyu mensupları, genellikle; Eskişehir, Mihalıççık, Orhaneli, Isparta, Burdur, Fethiye, Muğla, Aydın ve Ödemiş civarındaki köylerde yerleşmişlerdir.Tarih boyunca Kayı Boyunun yerleştiği bölgeler; Hindistan: Babür devleti, İran, Irak, Suriye, Urfa: Karacadağ da ikamet etmişlerdir. Yörüklük Türklüğün orjinidir, lakabıdır, ta kendisidir. Otantik ismidir. Bilindiği gibi Türklerin ilk yurdu Orta Asya idi. Türkler Çin Seddinin ötesinde, Orta Asya’ da çok çetin iklim ve arazi şartlarında göçebe hayvancılıkla geçinmeye çalışıyorlardı. Türklerin bundan sonraki yurdu olan, Hazar Denizinin doğusundaki Maveraünnehir ve Horasan Bölgesi de büyük ölçüde çölden ibaretti. Derken Türkler Anadolu’ ya geldiler. Buranın coğrafi özellikleri Türklerin toplumsal gelişmesinde büyük bir paya sahiptir. Anadolu’ nun önemli ölçüde yayla ve dağlık oluşu hayvancılık yapan Yörükler’ e bildikleri ve ihtiyaçları olan bir ortamı sağlıyordu. Fakat bu yaylanın pek çok yerinde tarıma elverişli ova ve vadiler de vardı. Örneğin, Konya, Ankara, Eskişehir gibi büyük ovalar. Yaylayı çevreleyen dağların ötesinde de bereketli kıyı ovaları sıralanıyordu. Yörükler bu kıtada tedricen, alıştıra alıştıra – bu sayede toplumsal ve kişilikselçok büyük bunalımlara fazla düşmeden – yerleşikliğe, çiftçiliğe geçişin ideal koşullarını buldular. Anadolu’ da nüfus yoğunluğunun fazla olmaması yerleşik düzene geçişin nispeten kavgasız gürültüsüz olmasını sağladı.Türkiye genelinde en çok yörükler nerelerde yaşamaktadır.Malazgirt zaferinden sonra bütün Anadoluya, 24 Oğuz boyuna mensup kabileler fetih heyecanı, yeni yurtlar bulma hevesiyle akmağa başladılar. Türkiyede 24 Oğuz boyunun oymak ve aşiret adını almış binlerce köyü mevcuttur. Bu Türkmen aşiretleri bütün Anadolu’ yu Türkmenleştirmişlerdir. Bundan da anlaşıldığı gibi Türkiye’ de yörüklerin çok bulunduğu yer diye bir şey söz konusu değildir. Çünkü Türkiye yörüklerden oluşmuştur. Türkiye’nin mayası yörüklerdir.
Osman Bey, Söğüt civarındaki küçükyörük grubunun liderliğini babası Ertuğrul Bey’ den 1281 yılında devralmıştı. Fakat bu sıralarda başkanı olduğu grup tarih sahnesinde tanınmayacak kadar küçük ve önemsizdi. Ancak Osman Bey’in başkanlığında yirmi yıl yaşadıktan sonra bu küçük toplum Aşiretten Beyliğe – Beylikten Cihan Devletine ulaşmıştır.Şu anda yurdumuzda kaç boy ve aşiret olarak yörük yurttaşımız yaşamaktadır ve bu boy ve aşiretler hangileridir?
Şu an yurdumuzun her köşesinde yerleşmiş yörük boyları ve aşiretleri vardır. Isparta – Antalya civarında Hayta Aşireti, Burdur – Konya civarında Honamlı Aşireti, Korkuteli – Kozan – Kadirli civarında Varsak Aşireti, Erdemli – Mersin – Nevşehir civarında Boynuinceli Aşireti, Kayseri de Avşarlar, Söğüt – Bilecik – Eskişehir – Kütahya – Bursa – Ankara civarında Karakeçilli Aşireti Belli başlılarındandır.
Yörük yemeklerini sayar mısınız?
Yörük yemekleri arasında; Bulgur aşı (Etli pilav), Tarhana Çorbası, Yoğurtlu Yayla Çorbası, Gözleme, Mantı, Hamuraşı, Höşmerim, Keşkek, Lokma sayılabilir.
Bir Yörük kıyafeti kadın ve erkek olarak nasıl oluyor? Açıklar mısınız.
Balıkesir, Bilecik’ den Antalya’ ya kadar eski Yörük erkek kılığı zeybek kılığıdır. Üç etek zıbın bir arkada etek iki de yanda etek. Ayakta kısa zeybek donu veya pamuklu, yünlü uzun pantolon. Yakasız gömlek, işlemeli cepken. Belde büyük kuşak üzerinde silahlık. Silahlığın içinde koca bıçak, kulaklı bıçak, tabanca, tarak, ayna, makas, çakmaktaşı vs. bulunuyor. Başta fes, oyalı yazma. Kadın giyimi ise ayakta edik veya çarık, üç tek entari, cepken, kuşak, başta fes. Fesin üzerine çekilen bir örtü (Poşu, yağlık, yazma vs.)
Yörük yayla ve oba çadırlarının özelliklerini anlatır mısınız?
Anadolu’ da Yörükler üç türlü çadır kullanırlar.
a) Kara Çadır (Kıl Çadır, Çul Çadır da denir)
b) Keçe Ev (Alaçık, Alıcık da denir)
c) Topağ Ev (Topak Ev, Bekdik Çadırı, Derim Ev de denir)Kara Çadır keçi kılının ıstar denen dokuma tezgahında dokunmasıyla yapılıp tek katlı, uzunca bir ev biçimindedir. Anadolu’ da Manisa ve Kütahya’ dan Adana ve Maraş’ a kadar Kıl Çadırlar kullanılmaktadır.Çadır çok kutludur, saygılıdır, dualıdır. Çadır için ataların duası denir. Bu sarsılmaz inanışı ocak ve atalar kültürünün devamı olarak düşünebiliriz. Çadıra kıtlık, bereketsizlik gelmez. Bir kurban kesip dua etmeden yeni çadıra girilmez. Türkiye’ nin dört tarafında Türk aşiretleri ufak farklar dışında aynı maddi kültüre sahiptirler. Bu da onların bir orijin, bir kültür ve bir medeniyetten geldiklerini gösterir.
Kaynak:Hamit Kemal Türkmen,Akçakoca köyleri 2010 İbrahim Tuzcu,Derleyen: İbrahim Tuzcu
OĞUZLAR
BOZOKLAR ÜÇOKLAR
GÜN HAN AY HAN YILDIZ HAN - GÖK HAN DAĞ HAN DENİZ HAN
KAYI YAZIR AVŞAR - BAYINDIR SALUR İĞDİR
BAYAT DÖĞER KIZIK - BEÇENEK EYMÜR BÜĞDÜZ
ALKEVLİ DODURGA BEDİRLİ - ÇAVULDUR ALAYUNTLU YİVA
KARAEVLİ YAPARLI ARKIN - ÇEPNİ YÜREĞİR KINIK
ONGUNU ONGUNU ONGUNU - ONGUNU ONGUNU ONGUNU
ŞAHİN KARTAL TAVŞANCIL - SUNGUR ÜÇKUŞ ÇAKIR
DÜZCE ‘DE TARİHİ OLAYLAR
· İÖ -1200-660- Frigler
· İÖ- 660-546 – Lidyalılar
· İÖ-546-333-Persler
· İÖ-333-181-Helenistik dönem
· İÖ-328-75-Bitinya krallığı
· İÖ-75-İS-395-Romalılar
· 395-1080-Bizans dönemi
· 1080- Süleyman şah’ ın Bolu yöresine egemen olması
· 1086- Süleyman şah’ ın ölümü
· 1092-1.Kılıçarslan bölgenin valiliğini teslim alması
· 1299- Osman gazi döneminde Bolu’ ya akınların başlaması
· 1323 -Osman Gazi, Konuralp tarafından Konrapa zapt edilmesi(Üskübü-Düzce)
· 1330- Sancak beyliği kuruldu1564 -Konrapa’da Kadılığın Düzce’ye devri
· 1640-Evliya Çelebi ‘nin Düzceye gelmesi
· 1668-Bolu-Düzce depremi
· 1670- Bolu-Düzce isyanı
· 1692 -Diapolisin Bolu’ya bağlanması
· 1692-Bolu ‘da Voyvodalık devrin başlaması
· 1718- Düzce depremi
· 1811-2ci Mahmut tarafından Voyvodalığın kaldırılışı
· 1885 –Akçakoca- Düzce yolun yapılması
· 1864 -Kastamonu vilayetine Bolu – Düzce’ nın bağlanması
· 1865-Düzce-Akçakoca birleşik olarak yönetilmesi
· 1870 -Düzce’nin Göynük,ten ayrılıp kaza olması, Akçaşehir’in Nahiye olması Düzce’ye bağlanması
· 1877 -Rus harbinde Doğu Karadeniz’den göç başladı
· 1884- Düzce belediyesinin kuruluşu
· 1889 -Akçaşehir’in kuruluşu
· 1901- Saat kulesinin açılışı
· 1908-1V.Mutasarrıfık kurulması
· 1902-Bolu depremi
· 1912-Büyük caminin açılışı
· 1914-İlk futbol takımının kurulması
· 1915-Ermenilerin İcadiye mahallesinden gidişleri
· 1919-Bolu’ nun Damat Ferit paşa hükümetin ilişkisinin kesilmesi
· 1920 -Düzce – Adapazarı isyanı
· 1920- Çerkez Ethem in Düzce’ ye gelişi
· 1921- Çerkez Ethem isyanı
· 1921 -Düzce – Adapazarı isyanının büyük millet meclisinde affedilmesi
· 1923- İtfayeninin kurulması
· 1925- Azmili caminin yapılışı
· 1934- Atatürkü’n Düzce’ye gelmesi
· 1938-Sesli sinemanın olması
· 1938- Kapalı alışveriş yerin kurulması
· 1938- Elektrik işletmesinin kuruluşu
· 1944- Düzce depremi
· 1947 -Jeoloji raporu hazırlandı
· 1948- Yeşilyurt otelin yapılması
· 1951-Düzce postası gazetesi çıktı
· 1953- İlk panayırın kurulması
· 1954- Yığılca’nın Düzce ‘den ayrılması
· 1956 – İmar planının yapılması
· 1957- Su işletmesinin kurulması
· 1957- Elektriğin gelmesi
· 1957- Abant depremi
· 1958 –İlk kitaplığın açılışı
· 1967- Adapazarı depremi
· 1968- Halkevinin açılışı
· 1978- Kütüphane açılışı
· 1999- Deprem yaşanmıştır
· 1999- Düzce il olmuştur
KAYNAK erleyen: İbrahim Tuzcu
TEMETTUAT DEFTERİNDE DÜZCE
1844 YILINDA TEMETUAT DEFTERİNDE DÜZCE ‘DE YERLEŞİM BİRİMLERİ
Akpınar Divanı, Bakraz Divanı, Bakraz Dıvanı Mıcırlı Köyü, Bakraza tabi Akçaşar köyü, Bataklı Divanı, Calur Divanı,Darıyeri Divanı, Efteni Bey Divanı, Efteni İmamlar Divanı, Eğerciler Divanı, Karapınar Divanı, Karye-i Akçalar Tab-i Divanı Eğerciler, Karye-iCalur tabi-iMtekler, Karye-i Keydani tabi-i Aşağı Milan Divanı, Karye-iMerhem tabi-i Divan-ı Eğerciler ve Şeyh Bezenli Aşireti-Ekrad taifesi dir. 19. yüzyılda yönetsel alanda meydana gelen değişiklik ve özellikle mali gereksimeler nedeniyle köylerin bir kısmı “Divan” adı verilen birliklere bağlanmıştır, fakat Düzce kazası’ında hangi köylerin hangi divana bağlı olduğu konusunda gerek şeriye sicillerinde gerkese de Başbakanlık arşivinde bulunan kayıtlarda herhangi bir toplu kayıt rastalanmamıştır.
1844 YILINDA İLK KAZA MÜDÜRÜ
1844 Yılında Kaza müdürü Töntioğlu hacı Ahmed Ağa’dır. Metekler bağlı Calur köyünden çifçilik yapıp,kaza müdürlüğüne kadar yükselmiştir.
1844 YILINDA İLK KAYMAKAM
1864 Yılında ilk Kaymakam Hüseyin Hüsnü Efendidir
1844 Yılında ilk muhtar Efteni Bey divanı olarak Kragözoğlu ailesinden Hasan adı geçmektedir
1844 YILINDA DÜZCE NÜFUSU
1844 Yılında 886 hane Müslüman dan oluşan 4430 nüfusu vardı. 18. yüzyılda Düzce nüfusu 600 iken 126 yıl sonra 4430 olmuştur. 1899 Yılında Kastamonu salnamesine göre 7532 hane, 31876 kişi vardı, yalnız 103 hane 103 kişi gayrı Müslim idi. Salnameye göre 130 köy vardı. Şerefiye, Cedidiye, Hamidiye, Nusrettin köyleri kent merkezinde idi
1844 YILINDA KAZA MUKAYYİDİ
1844 Yılında Düzce kaza Mukayyidi Metekoğlu ailesine mensup Calur köyünden Ali Efendidir
1844 YILINDA İLK İMAM
1844 Yılında ilk imam Metek Calur köyünden Beykoloğlu Hüseyin efendidir.
1844 YILINDA KEMANECİLER
1844 Yılında eğlence sektöründe ilk kemaneci Bataklı divanından Bostanoğlu ailesinden Hüseyin bin Memhed dir,ayrıca arabacılıkta yapardı.Tarımlada uğraşan Hüseyin efendi Bolu Akmescit mahalesine giderek çeltik ekmiştir
1844 YILINDA POSTA SÜRÜCÜSÜ
1844 Yılında ilk posta sürücüsü Darıyeri divanından Boyacı oğlu ailesinden Ahmed dir
1844 YILINDA İLK HANCILAR
1844 Yılında ilk Hancı Akpınar, Calur, Eğerciler, Darıyeri hanları vardı
1844 YILINDA İLK ZAPTİYELER
1844 Yılında ilk zaptiyeler Bataklı divanı, Calur divanı, Kraye-i Keydani tabi-i Aşağı Melan dıvanında zaptıyelik yapılmıştır.
1844 YILINDA DÜZCE’YE İLK GELEN AŞİRETLER
1790 Yılında Üskübü’ye yerleşen Kürd Şeyh Bezenli aşiretidir,Haymana kökenli dir
1844 YILINDA EKONÖMİ
1844 Yılında Düzce kaza müdürü Töntizade HacıAhmed, Otluoğlu, Safuoğlu, Kahvecioğlu, İbrahimoğlu. Bu aile kendi adı ile Düzcede pasaj kurmuştur. Düzce‘de ençok Efteni bölgesinde 1251 dönüm Çeltik yetiştiriciliği yapılmış, 387 adet pirinç işletmesi vardır. Bu işletmeler sahibleri ise Bolu merkezi Akmescid mahallesinden Arapkirli Mustafa ağadır, İbrahim, Tiryaki, Kamer, Kocaali, Abdullah Alemdar oğlu ailelerinin işletmeleri vardır. Ayrıca Üskübüde 1.4 dönüm çeltik yetiştiriliciği yapılmıştır. Pirinç enaz Bakraz ve Darıyeri divanlarında az yapılmıştır, en fazla ise Efteni imamlar, Eğerciler Akçaşehir ve Mıcırlı ve Karapınar divanlarında fazla yapılmıştır. 1844 yılında 427,25 dönüm tütün arazisi vardı, 343 işletme sahibi olduğu tespit edilmiştir, en fazla Darıyerinde tütün ekimi yapılmıştır. Bostan cılık ta ise Düzcede 59.5 dönüm 63 adet arazide yapılmıştır. En büyük arazi Metekler Calur köyünde Töntizade Hacı Ahmed Ağa ve Kara Hasanoğlu Ailesinden Ali oğlu Ali dir. Bundan başka Darıyeri, Efteni, Eğerciler ve Karapınar divanları ve Bakraz-Akçaşehir köyü Aşağı Milan-Keydani köyünde Bostan yetiştirildi. Keten üretimi 3255 dönümde yapılmıştır en fazla Akpınar, Calur, Aşağı milanKeydani köyü, Eftenide yapılmıştır, Bataklı ve Karapınar divanlarında yapılmamıştır. Ayrıca Üskübüde de 2681 dönüm de yapılmıştır. Meyvecilikte en fazla Eğerciler divanında yapılmıştır. Büyükbaş hayvan yetiştiriliciğinde %18.63 Karasığır inek, %12.20 Sağman manda inek,%9.89 Manda öküzü, %16.07 Karasığır öküz tespit edilmiş en çok Aşağı Milan bağlı köylerde olmuştur. Küçükbaş hayvanda ise Aşağı Milan bağlı Keydani köyünde olmuştur, 30 ailede tespit edimiştir yine Tönti zade Ahmed ağa Büyük ve Küçük baş hayvan yetiştiriliğinde rol oynamıştır. Arıcılıkta Aşağı Melan Keydani köyünde, Darıyerinde, Efteni bölgesinde 26 ailenin yaptığı 1029 adet arı kovanı tespit edimiştir. Düzce de 4 adet terzi vardı, 1 adette saraç vardı bu saraç Eğerciler’den Süleyman oğlu ailesinden Hacıosman‘dır. Terziciler tespit edilememiştir, ayrıca Üskübü kazasında 4 adet debdağ ve 1 adet kılabbcı esnafı vardı, deri ve dokumacılık yapılmakta idi.Değirmecilikte ise Bakraz divanında Velioğlu ailesinden 4 aile, Karye Merhem Tab-i Divanında Eğerciler’de bulunan Hcı İbrahim oğuna ailesine ait 2 aile, Karapınar bölgesinde bulunan Kazazoğlu ailesi ve Calur divanından Çakman ailesinden değirmenleri olanlar vardı. Ayrıca Efteni İmamlar dan 3 aileden 2 si Bolu merkezi Akmescid mahallesinden Arapkirli Mustafa ağa,Üskübü kazasından Hacı Murat oğlu dur.Demirci kolunda ise 23 adet demirci esnafı vardır,Eğerciler divanında oturan Süleymanoğlu Hacıosman’dır, ve Calur köyünde oturan Canbaz oğlu ailesinden Hacıhüseyin oğulları Osman ve Tahir ‘dir. Bu demircilere Kiptiler denıyordu, ayrıca kalaycılık ve kazancılık yapan esnaflarda vardı. Ulaşılımda ise 217 aile de 108 kiracı, 30 bargirci, 79 arabacı vardır bunları yapanlar ise Calur divanında oturan kipti Şeyh Bezenli aileleridir, kısrak ve taylar var iken merkebe rastlanmaması dikkat çekicidir. Düzce’de355 adet keresteciye rastlanmıştır, en fazla Efteni imamlar, Aşağı Milan bağlı Keydani köyü ve Darıyeri Bataklı divanında yapılmıştır, arabalarla Akçakoca iskelesine taşınana keresteler Osmanlı için İstanbul’a sevkiyatı yapılmıştır.Su hızarları 126 aileden 127 adet su hızarı tespit edilmiştir, en çok Efteni bey divanı, Darıyeri, AşağıMilan bağlı Keydani köyünde yapılmıştır, suyun hareketinden faydalanaraktan yapılan bir işlem dir. Rençber olarakta Calur divanı, Darıyeri, Efteni bey, Efteni imamlar bölgesinde vardır. Düzce’de tespit edilen sanayi mesleği ise 927 adet meslek vardır. Karapınar divanı %1.31, Bakraz divanı%1.56, Calur divanı Kiptiler bölgesi %1.62, Eğerciler divanı Akçalar köyü %1.75, Şeyh Bezenli Aşireti bölgesinde %2.18, Darıyeri bölgesi %21.88 dir
KAYNAK:Doç.Dr.Zeynel Özlü Batı Karadeniz Kenti Düzce kit. Derl:İbrahim Tuzcu
DÜZCE ‘DE YAŞAM BİÇİMİ VE NÜFUS HAREKETLİLİĞİ
Büyük göç hareketlerinin başlatan Osmanlı-Rus savaşları (1877 – 1878) sırasında Anadolu’ya Abaza, Çerkez, Gürcü, Laz, Boşnak, Arnavut, Tatar, Kürt, Makedon ve Rumeli göçmenleri gelmişlerdir. Göçmenlerden bir kısmı Bolu İline, durumları iyi olmayan Kırım, Kafkasya ve Rumeli göçmenleri ise Düzce Ovası ve Akçakoca çevresinde çoğunlukla orman açmalarına yerleştirilmiştir. 1830 ve 1864 yıllarındaki göçlerden sonraki bu büyük göçler, Abdülaziz döneminden II. Abdülhamit dönemine kadar sürmüştür. 1924 ve 1940 lardaki göçlerden sonra 1946 ve 1952 yıllarında Bulgaristan, Yugoslavya ve Yunanistan’dan gelenler olmuştur. Doğu Anadolu’dan gelen Ermenilerin de Düzce, Adapazarı ve İzmit’e yerleşmesiyle Düzce Ovasında etnik çeşitlilik artmıştır. Bu dönemde bir nahiye ve 133 köyü ile Düzce nüfusu 34861′dir. 1888-1891 yılları arasında İsmail Kemal Beyin çalışmaları ile Düzce’ye yeni bir kasaba kimliği kazandırılmış, Cedidiye, Şerefiye, Nusretiye ve İcadiye gibi yeni mahalleler oluşturulmuştur.Yüzölçümü 2593 km2 olan Düzce İli’nde 1997 nüfus sayımına göre 307 bin 056 kişi yaşamaktadır. Nüfus yoğunluğu km2′ ye yaklaşık 111 kişi olup Türkiye ortalaması olan 83 kişinin üstündedir. İki nüfus sayımı sonuçlarına göre toplam nüfusun yüzde 56’sı köylerde yaşarken yüzde 43′ü kent merkezlerinde bulunmuştur. 2000 sayım sonuçlarına göre ise köylerde yaşayan nüfus oranı yüzde 52′ye gerilerken kent merkezlerinde yaşayanların oranı ise yüzde 48′e yükselmiştir. İki nüfus sayımı arasında kent merkezlerinde yaşayanların artış oranı yüzde 4 olarak gerçekleşmiştir. İlimizin nüfusu toplam 335.156 olup bunun 162.505’i kadın, 160.823’ü erkektir. İl nüfusunun 157.894’ü şehirde, 165.434’ü köyde yaşamaktadır.
KAYNAK:.Düzce belediyesi int.sit Derleyen: İbrahim Tuzcu
NÜFUS
Düzce İli’nde 2000 nüfus sayımına göre yıllık nüfus artış ortalaması ‰ 13,82’dir. İl nüfusu 1990 yılı tespitlerine göre 273.679 iken 2000 yılı Genel Nüfus Sayımı sonucuna göre 314.266, 2007 yılı Nüfus Sayım sonucuna göre 323.328, 2008 yılı Nüfus Sayım sonucuna göre ise 328.611’e yükselmiştir. 2009 yılı nüfusu ise 335.156’dır. 2009 yılı sonuçlarına göre nüfusun %56,88’i şehir merkezlerinde, % 43,12’si ise köylerde yaşamaktadır.
DÜZCE İL, İLÇE VE KÖY NÜFUSU
|
|
|
Toplam
|
Erkek
|
Kadın
|
|
Türkiye - toplam nüfus
|
|
72.561.312
|
36.462.470
|
36.098.842
|
||
Düzce - il nüfusu
|
|
335.156
|
167.696
|
167.460
|
||
Düzce - il/ilçe merkezleri nüfusu
|
|
190.625
|
95.163
|
95.462
|
||
Düzce - belde ve köyler nüfusu
|
|
144.531
|
72.533
|
71.998
|
||
İl
|
İlçe
|
|
Belde/Köy
|
Toplam
|
Erkek
|
Kadın
|
Düzce
|
Akçakoca
|
|
|
|
|
|
|
Şehir
|
23.378
|
11.573
|
11.805
|
||
Akkaya
|
603
|
302
|
301
|
|||
Aktaş
|
147
|
79
|
68
|
|||
Altınçay
|
575
|
295
|
280
|
|||
Arabacı
|
326
|
163
|
163
|
|||
Balatlı
|
610
|
301
|
309
|
|||
Bayhanlı
|
234
|
107
|
127
|
|||
Beyören
|
685
|
326
|
359
|
|||
Çayağzı
|
649
|
318
|
331
|
|||
Çiçekpınar
|
199
|
94
|
105
|
|||
Dadalı
|
642
|
320
|
322
|
|||
Davutağa
|
154
|
76
|
78
|
|||
Deredibi
|
349
|
177
|
172
|
|||
Dereköy
|
199
|
91
|
108
|
|||
Dilaver
|
117
|
63
|
54
|
|||
Doğancılar
|
458
|
236
|
222
|
|||
Döngelli
|
802
|
394
|
408
|
|||
Edilli
|
268
|
133
|
135
|
|||
Esmahanım
|
236
|
128
|
108
|
|||
Fakıllı
|
349
|
166
|
183
|
|||
Göktepe
|
170
|
91
|
79
|
|||
Hasançavuş
|
344
|
181
|
163
|
|||
Hemşin
|
322
|
159
|
163
|
|||
Kalkın
|
402
|
191
|
211
|
|||
Karatavuk
|
293
|
140
|
153
|
|||
Kepenç
|
115
|
56
|
59
|
|||
Kınık
|
180
|
81
|
99
|
|||
Kirazlı
|
228
|
118
|
110
|
|||
Koçar
|
229
|
107
|
122
|
|||
Koçullu
|
188
|
92
|
96
|
|||
Kurugöl
|
448
|
216
|
232
|
|||
Kurukavak
|
481
|
250
|
231
|
|||
Küpler
|
142
|
81
|
61
|
|||
Melenağzı
|
641
|
316
|
325
|
|||
Nazımbey
|
132
|
68
|
64
|
|||
Ortanca
|
128
|
53
|
75
|
|||
Paşalar
|
289
|
137
|
152
|
|||
Sarıyayla
|
235
|
121
|
114
|
|||
Subaşı
|
292
|
151
|
141
|
|||
Tahirli
|
145
|
66
|
79
|
|||
Tepeköy
|
794
|
398
|
396
|
|||
Uğurlu
|
719
|
345
|
374
|
|||
Yenice
|
249
|
121
|
128
|
|||
Yeşilköy
|
208
|
108
|
100
|
|||
Bucak toplamı
|
14.976
|
7.416
|
7.560
|
|||
İlçe toplamı
|
38.354
|
18.989
|
19.365
|
|||
|
DÜZCE
|
Merkez
|
|
|
|
|
|
|
|
Şehir
|
125.240
|
62.647
|
62.593
|
|
|
|
Akbıyıklar
|
319
|
163
|
156
|
|
|
|
Aktarla
|
172
|
88
|
84
|
|
|
|
Altınpınar
|
426
|
212
|
214
|
|
|
|
Asar
|
503
|
259
|
244
|
|
|
|
Aydınpınar
|
2.656
|
1.357
|
1.299
|
|
|
|
Bahçeköy
|
809
|
411
|
398
|
|
|
|
Ballıca
|
1.011
|
515
|
496
|
|
|
|
Bataklıçiftlik
|
215
|
104
|
111
|
|
|
|
Beyköy
|
3.250
|
1.611
|
1.639
|
|
|
|
Büyükaçma
|
515
|
270
|
245
|
|
|
|
Çakırhacıibrahi m
|
420
|
224
|
196
|
|
|
|
Çınardüzü
|
514
|
258
|
256
|
|
|
|
Çınarlı
|
318
|
161
|
157
|
|
|
|
Çiftlikköy
|
845
|
427
|
418
|
|
|
|
Dağdibi
|
274
|
155
|
119
|
|
|
|
Değirmenbaşı
|
796
|
398
|
398
|
|
|
|
Derdin
|
381
|
203
|
178
|
|
|
|
Develi
|
271
|
130
|
141
|
|
|
|
Doğanlı
|
2.137
|
1.083
|
1.054
|
|
|
|
Duraklar
|
547
|
260
|
287
|
|
|
|
Esençam
|
471
|
231
|
240
|
|
|
|
Esentepe
|
389
|
208
|
181
|
|
|
|
Eskimengencik
|
472
|
227
|
245
|
|
|
|
Fevziye
|
718
|
382
|
336
|
|
|
|
Fındıklıaksu
|
147
|
71
|
76
|
|
|
|
Gökçe
|
558
|
270
|
288
|
|
|
|
Gölormanı
|
2.006
|
1.037
|
969
|
|
|
|
Gümüşpınar
|
1.127
|
552
|
575
|
|
|
|
Günbaşı
|
874
|
466
|
408
|
|
|
|
Gündolaması
|
490
|
250
|
240
|
|
|
|
Güven
|
448
|
229
|
219
|
|
|
|
Hacıahmetler
|
349
|
167
|
182
|
|
|
|
Hacıaliler
|
576
|
298
|
278
|
|
|
|
Hasanlar
|
271
|
122
|
149
|
|
|
|
Hocaoğlu
|
362
|
171
|
191
|
|
|
|
İhsaniye
|
965
|
489
|
476
|
|
|
|
İslahiye
|
658
|
339
|
319
|
|
|
|
İstilli
|
574
|
278
|
296
|
|
|
|
Kaledibi
|
100
|
52
|
48
|
|
|
|
Karaçalı
|
468
|
234
|
234
|
|
|
|
Karaderehasana ğa
|
621
|
328
|
293
|
|
|
|
Kavakbıçkı
|
700
|
356
|
344
|
|
|
|
Kızılcık
|
191
|
109
|
82
|
|
|
|
Kirazlı
|
896
|
442
|
454
|
|
|
|
Konaklı
|
180
|
93
|
87
|
|
|
|
Köprübaşı
|
534
|
257
|
277
|
|
|
|
Kuşaçması
|
416
|
200
|
216
|
|
|
|
Kutlu
|
405
|
212
|
193
|
|
|
|
Küçükahmet
|
313
|
164
|
149
|
|
|
|
Küçükmehmet
|
475
|
223
|
252
|
|
|
|
Mamure
|
381
|
191
|
190
|
|
|
|
Muncurlu
|
1.297
|
651
|
646
|
|
|
|
Muradiyemengencik
|
574
|
295
|
279
|
|
|
|
Musababa
|
811
|
394
|
417
|
|
|
|
Otluoğlu
|
1.018
|
524
|
494
|
|
|
|
Ovapınar
|
184
|
89
|
95
|
|
|
|
Ozanlar
|
594
|
310
|
284
|
|
|
|
Paşakonağı
|
186
|
100
|
86
|
|
|
|
Paşaormanı
|
567
|
265
|
302
|
|
|
|
Pınarlar
|
287
|
139
|
148
|
|
|
|
Samandere
|
340
|
182
|
158
|
|
|
|
Sinirci
|
551
|
274
|
277
|
|
|
|
Soğukpınar
|
663
|
351
|
312
|
|
|
|
Taşköprü
|
600
|
288
|
312
|
|
|
|
Turaplar
|
420
|
210
|
210
|
|
|
|
Uğur
|
575
|
275
|
300
|
|
|
|
Üçyol
|
917
|
452
|
465
|
|
|
|
Yayakbaşı
|
378
|
184
|
194
|
|
|
|
Yenikaraköy
|
455
|
235
|
220
|
|
|
|
Yenitaşköprü
|
2.049
|
1.020
|
1.029
|
|
|
|
Yeşilçam
|
530
|
271
|
259
|
|
|
|
Yeşilçimen
|
237
|
124
|
113
|
|
|
|
Özyanık
|
210
|
105
|
105
|
|
|
|
Şaziye
|
888
|
433
|
455
|
|
|
|
Bucak toplamı
|
47.845
|
24.108
|
23.737
|
DÜZCE
|
|
Konuralp
|
Konuralp
|
5.849
|
2.852
|
2.997
|
|
|
|
Akyazı
|
457
|
221
|
236
|
|
|
|
Aybaşı
|
230
|
118
|
112
|
|
|
|
Aynalı
|
412
|
192
|
220
|
|
|
|
Boğaziçi
|
2.895
|
1.460
|
1.435
|
|
|
|
Çamlısu
|
198
|
111
|
87
|
|
|
|
Düverdüzü
|
458
|
236
|
222
|
|
|
|
Düzköy
|
791
|
394
|
397
|
|
|
|
Eminaçma
|
281
|
143
|
138
|
|
|
|
Erdemli
|
87
|
38
|
49
|
|
|
|
Güldere
|
181
|
93
|
88
|
|
|
|
Hatipliketenciler
|
556
|
279
|
277
|
|
|
|
Kabalak
|
967
|
491
|
476
|
|
|
|
Kadıoğlu
|
416
|
213
|
203
|
|
|
|
Kemerkasım
|
634
|
344
|
290
|
|
|
|
Kozluk
|
165
|
83
|
82
|
|
|
|
Kurtsuyu
|
556
|
274
|
282
|
|
|
|
Nasırlı
|
613
|
311
|
302
|
|
|
|
Osmanca
|
342
|
173
|
169
|
|
|
|
Suncuk
|
383
|
192
|
191
|
|
|
|
Yayla
|
529
|
283
|
246
|
|
|
|
Yeniaynalı
|
569
|
294
|
275
|
|
|
|
Yörük
|
849
|
478
|
371
|
|
|
|
Sancakdere
|
131
|
66
|
65
|
|
|
|
Nuhlar
|
276
|
135
|
141
|
|
|
|
Yaka
|
581
|
300
|
281
|
|
|
|
Kaymakçı
|
353
|
167
|
186
|
|
|
|
Bucak toplamı
|
19.759
|
9.941
|
9.818
|
|
|
|
İlçe toplamı
|
192.844
|
96.696
|
96.148
|
DÜZCE
|
Yığılca
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Şehir
|
3.141
|
1.605
|
1.536
|
|
|
|
Akçaören
|
300
|
156
|
144
|
|
|
|
Aksaklar
|
1.166
|
561
|
605
|
|
|
|
Asar
|
261
|
133
|
128
|
|
|
|
Aydınyayla
|
285
|
143
|
142
|
|
|
|
Bekirler
|
598
|
312
|
286
|
|
|
|
Çamlı
|
844
|
439
|
405
|
|
|
|
Çiftlikköy
|
134
|
63
|
71
|
|
|
|
Çukurören
|
415
|
208
|
207
|
|
|
|
Dibektaş
|
397
|
196
|
201
|
|
|
|
Doğanlar
|
303
|
148
|
155
|
|
|
|
Dutlar
|
383
|
196
|
187
|
|
|
|
Gaziler
|
122
|
60
|
62
|
|
|
|
Gelenöz
|
185
|
83
|
102
|
|
|
|
Geriş
|
361
|
181
|
180
|
|
|
|
Gökçeağaç
|
725
|
371
|
354
|
|
|
|
Güney
|
284
|
141
|
143
|
|
|
|
Hacılar
|
526
|
284
|
242
|
|
|
|
Hacıyeri
|
533
|
266
|
267
|
|
|
|
Hebeler
|
422
|
215
|
207
|
|
|
|
Hocaköy
|
409
|
193
|
216
|
|
|
|
Hocatman
|
318
|
176
|
142
|
|
|
|
Hoşafoğlu
|
405
|
201
|
204
|
|
|
|
İğneler
|
303
|
142
|
161
|
|
|
|
Karakaş
|
350
|
174
|
176
|
|
|
|
Kırık
|
1.001
|
505
|
496
|
|
|
|
Kocaoğlu
|
354
|
175
|
179
|
|
|
|
Köseler
|
181
|
94
|
87
|
|
|
|
Mengen
|
118
|
57
|
61
|
|
|
|
Naşlar
|
382
|
193
|
189
|
|
|
|
Orhangazi
|
123
|
61
|
62
|
|
|
|
Redifler
|
620
|
314
|
306
|
|
|
|
Sarıkaya
|
450
|
213
|
237
|
|
|
|
Tıraşlar
|
395
|
208
|
187
|
|
|
|
Tuğrul
|
133
|
72
|
61
|
|
|
|
Yağcılar
|
394
|
208
|
186
|
|
|
|
Yaylatepe
|
77
|
39
|
38
|
|
|
|
Yeniyer
|
279
|
146
|
133
|
|
|
|
Yılgı
|
364
|
200
|
164
|
|
|
|
Yoğunpelit
|
461
|
221
|
240
|
|
|
|
Bucak toplamı
|
15.361
|
7.748
|
7.613
|
|
|
|
İlçe toplamı
|
18.502
|
9.353
|
9.149
|
DÜZCE
|
Cumayeri
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Şehir
|
7.824
|
3.917
|
3.907
|
|
|
|
Akpınar
|
161
|
77
|
84
|
|
|
|
Avlayan
|
626
|
305
|
321
|
|
|
|
Büyükmelen
|
89
|
49
|
40
|
|
|
|
Çamlıpınar
|
121
|
60
|
61
|
|
|
|
Dokuzdeğirmen
|
397
|
202
|
195
|
|
|
|
Esentepe
|
108
|
49
|
59
|
|
|
|
Hamascık
|
344
|
177
|
167
|
|
|
|
Harmankaya
|
102
|
60
|
42
|
|
|
|
Iğdır
|
200
|
104
|
96
|
|
|
|
Kızılüzüm
|
189
|
94
|
95
|
|
|
|
Mısırlık
|
298
|
153
|
145
|
|
|
|
Ordulukaradere
|
273
|
132
|
141
|
|
|
|
Ören
|
514
|
255
|
259
|
|
|
|
Sırtpınar
|
137
|
73
|
64
|
|
|
|
Subaşı
|
208
|
100
|
108
|
|
|
|
Taşlık
|
132
|
68
|
64
|
|
|
|
Üvezbeli
|
151
|
79
|
72
|
|
|
|
Yenitepe
|
201
|
104
|
97
|
|
|
|
Yeşiltepe
|
99
|
47
|
52
|
|
|
|
Yukarıavlayan
|
477
|
247
|
230
|
|
|
|
Çelikdere
|
143
|
75
|
68
|
|
|
|
Bucak toplamı
|
4.970
|
2.510
|
2.460
|
|
|
|
İlçe toplamı
|
12.794
|
6.427
|
6.367
|
DÜZCE
|
Gölyaka
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Şehir
|
8.793
|
4.370
|
4.423
|
|
|
|
Açma
|
750
|
369
|
381
|
|
|
|
Aksu
|
314
|
162
|
152
|
|
|
|
Bakacak
|
698
|
345
|
353
|
|
|
|
Çamlıbel
|
419
|
215
|
204
|
|
|
|
Çayköy
|
226
|
112
|
114
|
|
|
|
Değirmentepe
|
367
|
178
|
189
|
|
|
|
Bekiroğlu
|
311
|
158
|
153
|
|
|
|
Güzeldere
|
379
|
199
|
180
|
|
|
|
Hacısüleymanbe y
|
295
|
144
|
151
|
|
|
|
Hacıyakup
|
1.605
|
785
|
820
|
|
|
|
Hamamüstü
|
628
|
316
|
312
|
|
|
|
İçmeler
|
859
|
431
|
428
|
|
|
|
Kemeryanı
|
630
|
302
|
328
|
|
|
|
Muhapdede
|
144
|
77
|
67
|
|
|
|
Saçmalıpınar
|
1.308
|
676
|
632
|
|
|
|
Sarıdere
|
507
|
250
|
257
|
|
|
|
Taşlık
|
277
|
138
|
139
|
|
|
|
Yazlık
|
343
|
181
|
162
|
|
|
|
Yeşilova
|
301
|
147
|
154
|
|
|
|
Yunusefendi
|
761
|
370
|
391
|
|
|
|
Zekeriyaköy
|
457
|
249
|
208
|
|
|
|
Bucak toplamı
|
11.579
|
5.804
|
5.775
|
|
|
|
İlçe toplamı
|
20.372
|
10.174
|
10.198
|
DÜZCE
|
Çilimli
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Şehir
|
6.348
|
3.161
|
3.187
|
|
|
|
Alacamescit
|
545
|
276
|
269
|
|
|
|
Bıçkıbaşı
|
240
|
129
|
111
|
|
|
|
Çalılık
|
280
|
146
|
134
|
|
|
|
Dikmeli
|
819
|
403
|
416
|
|
|
|
Döngelli
|
616
|
319
|
297
|
|
|
|
Esenli
|
748
|
385
|
363
|
|
|
|
Hızardere
|
195
|
96
|
99
|
|
|
|
İshaklar
|
532
|
283
|
249
|
|
|
|
Kafyayla
|
187
|
88
|
99
|
|
|
|
Karaçörtlen
|
420
|
216
|
204
|
|
|
|
Kırkharman
|
555
|
271
|
284
|
|
|
|
Kiraztarla
|
282
|
137
|
145
|
|
|
|
Kuşoğlu
|
301
|
150
|
151
|
|
|
|
Pırpır
|
1.462
|
718
|
744
|
|
|
|
Sarımeşe
|
609
|
307
|
302
|
|
|
|
Söğütlü
|
244
|
120
|
124
|
|
|
|
Tepeköy
|
390
|
198
|
192
|
|
|
|
Yeniköy
|
305
|
154
|
151
|
|
|
|
Yenivakıf
|
1.029
|
526
|
503
|
|
|
|
Yukarıkaraköy
|
501
|
238
|
263
|
|
|
|
Bucak toplamı
|
10.260
|
5.160
|
5.100
|
|
|
|
İlçe toplamı
|
16.608
|
8.321
|
8.287
|
DÜZCE
|
Gümüşova
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Şehir
|
6.483
|
3.219
|
3.264
|
|
|
|
Adaköy
|
334
|
164
|
170
|
|
|
|
Ardıçdibi
|
276
|
132
|
144
|
|
|
|
Çaybükü
|
568
|
280
|
288
|
|
|
|
Dededüzü
|
436
|
206
|
230
|
|
|
|
Dereköy
|
283
|
152
|
131
|
|
|
|
Elmacık
|
699
|
329
|
370
|
|
|
|
Hacıkadirler
|
733
|
364
|
369
|
|
|
|
Halilbey
|
177
|
96
|
81
|
|
|
|
Kahveleryanı
|
343
|
172
|
171
|
|
|
|
Kıyıköy
|
814
|
427
|
387
|
|
|
|
Pazarcık
|
379
|
211
|
168
|
|
|
|
Selamlar
|
814
|
385
|
429
|
|
|
|
Soğuksu
|
119
|
61
|
58
|
|
|
|
Sultaniye
|
312
|
144
|
168
|
|
|
|
Yakabaşı
|
774
|
377
|
397
|
|
|
|
Yeşilyayla
|
477
|
250
|
227
|
|
|
|
Yıldıztepe
|
577
|
303
|
274
|
|
|
|
Yongalık
|
292
|
143
|
149
|
|
|
|
Bucak toplamı
|
8.407
|
4.196
|
4.211
|
|
|
|
İlçe toplamı
|
14.890
|
7.415
|
7.475
|
DÜZCE
|
Kaynaşlı
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Şehir
|
9.418
|
4.671
|
4.747
|
|
|
|
Altunköy
|
98
|
43
|
55
|
|
|
|
Bıçkıyanı
|
402
|
216
|
186
|
|
|
|
Çakırsayvan
|
178
|
90
|
88
|
|
|
|
Çamlıca
|
103
|
50
|
53
|
|
|
|
Çamoluk
|
266
|
134
|
132
|
|
|
|
Çatalçam
|
269
|
132
|
137
|
|
|
|
Darıyeribakacak
|
384
|
192
|
192
|
|
|
|
Darıyerihasanbe y
|
1.790
|
878
|
912
|
|
|
|
Darıyerimengenc ik
|
843
|
422
|
421
|
|
|
|
Darıyeriyürükler
|
648
|
328
|
320
|
|
|
|
Dipsizgöl
|
800
|
383
|
417
|
|
|
|
Fındıklı
|
376
|
183
|
193
|
|
|
|
Hacıazizler
|
68
|
34
|
34
|
|
|
|
Muratbey
|
104
|
49
|
55
|
|
|
|
Sarıçökek
|
856
|
414
|
442
|
|
|
|
Sazköy
|
136
|
67
|
69
|
|
|
|
Tavak
|
397
|
207
|
190
|
|
|
|
Üçköprü
|
2.474
|
1.227
|
1.247
|
|
|
|
Yeniyurt
|
447
|
229
|
218
|
|
|
|
Yeşiltepe
|
735
|
372
|
363
|
|
|
|
Bucak toplamı
|
11.374
|
5.650
|
5.724
|
|
|
|
İlçe toplamı
|
20.792
|
10.321
|
10.471
|
|
|
Belde/Köy
|
|
Toplam
|
Erkek
|
Kadın
|
|
|
İl toplamı
|
|
335.156
|
167.696
|
167.460
|
2009 NÜFUS SAYIMI SONUÇLARI
2011 yılı TÜİK nüfus verileri :Yukarıda da görüldüğü üzere Düzce ilinin şehir nüfusunun köy nüfusuna göre fazla olduğu görülmektedir. Toplam nüfusun % 42,59’ u köyde yaşamakta % 57,41’i ise şehirde yaşamaktadır. Tarımsal yapıda ilçelerin ağırlığı, köy nüfusunun büyüklüğü ile bir ilgileşim içindedir. Ya da bir başka değişle, tarımsal gelirin önemli bir kısmını sağlayan ilçelerde köy nüfusu daha büyük bir oran teşkil etmektedir.
İdari Yapı : İlimiz 2.567 km2’lik yüzölçümü içerisinde, 8 İlçe (merkez ilçe dâhil), 3 Belde, 11 Belediye ve 280 köy barındırmaktadır. İl genelindeki mahalle sayısı 112’dir.
KAYNAK: : Düzce Belediyesi int .sit. Bolu tarihi, M.Z.Konropa Bolu tarihi kıtabından s.637 Bolu 1964, Akçakoca köyleri İbrahim Tuzcu 2010 Kıt..Yerel net, Düzce81.com., Derleyen: İbrahim Tuzcu
GÖÇ’LER VE DÜZCE NÜFUSU
X1X.yy ın ikinci yarısından XV111 .yy başlarına kadar uzayan göçler, Çarlık Rusya sı güçlendikçe,başta Kırım olmak üzere Kafkasya, Küzey İran ve Asya daki Rus olmayan etnik guruplara baskı yapmaya başladı,bu baskı politikası, Çekezistan ın Kırım hanlığı ın bir bölgesi sayılması, Kırım’ında Osmanlı imparatorluğuna bağlı olması nedeniyle Rusya ile Osmanlı yönetiminin çatışmasına yol açtı. Uzun savaşlardan sonra 1774 Küçük Kaynarca antlaşması ile Kırım hanlığı, önce bağımsız bölge olup sonradan tamamen Rusya nın egemenliği altına girince, henüz Osmanlı toprağı sayılmakla birlikte, Çekezistan üstündeki baskı artı. Osmanlı giderek gücünü yitirmesi, kendi iç sorunlarıyla uğraşması ve coğrafi uzaklık gibi nedenler, Çerkezler i kendi başlarına çaresiz bakmaya itti ve İngiltere nin yardımı ile 1837 de bağımsızlıklarını ilan ettiler. Şeyh Şamil önderlik ettiği bu hareket onun 1859 daki yenilgisiyle son bulunca özellikle 1854-1856 Kırım savaşı yla birlikte, Kafkasya dan göçler yoğunluk kazandı, Çarlık Rusyası, Şehy Şamil in yenilgisinden sonra Kafkasyada Rus olmayan bütün etnik gurupları bölgede yaşamalarına izin vermedi yada başka yerlere iskana yada Türkiye ye göçe zorladı. 1855-1863 arasındaki ilk göç dalgasıiKafkasya dan Anadolu ve Rumeli ye gelen göçmen sayısı 311.330 u buldu. Çoğunluğu gemilerle gelen göçmenler Samsun, İstanbul, Varna, Köstence gibi limanlara çıktı imparataorluğun çeşitli bölgelerine dağıtıldı,Osmanlı yönetimi 1860 ta kurduğu komisyon ,göçmenlerin iskanı ile uğraştı. 1853 te Çerkezistan daki son direnişin de kırılması, Kafkasya dan göçler büyük ölçüde çoğaldı. 1864 te 283.00 kişi,1865 de Toman dan 27.337, Anapa dan 16.433, Novoroziko dan 61. 995, Torosba dan 63.449, Kunan dan ve Soçi den 64.754, Hosti den 20.731 kişi Osmanlı topraklarına göç ettiler büyük bölümü Amasya, Tokat, Sivas, Çankırı, Adapazarı, Koceli, Bursa, Aydın, İçel ve Adana ye yerleştirildi, Doğudan gelenler ise Anadolu da kaldı ,bir bölümü de Suriye ve Ürdüne gönderildi, Rumeli ye gelenler ise Edirne, İslimiye, Vidin, Niş, Sofya, Berkofça, Lofça, Niğbolu dur. Yine 1877 de Osmanlı –Rus savaşında ikinci büyük göç başlamıştır,bu göçte Doğu Karadeniz ve lazistan bölgelerinden 300.000 kişi Türkiye ye göç etmiştir. 1911-1912 Balkan savaşları ertesinde daha önce Rumeliye yerleştirilen Kafkas göçmenleri bu kez de Rumeli den Anadolu ya yerleştirilmeleri istendi akın akın Anadoluya bu göçler yapıldı çoğu Marmara bölgesinde nufusun yoğunlaşmasına yol açtı, özellikle Bolu ve yöresinde iskan edilen Kafkas göçmenleri bu dönemde gelmişlerdir.
Büyük göç hareketlerinin başlatan Osmanlı-Rus savaşları (1877 - 1878) sırasında Anadolu'ya Abaza, Çerkez, Gürcü, Laz, Boşnak, Arnavut, Tatar, Kürt, Makedon ve Rumeli göçmenleri gelmişlerdir. Göçmenlerden bir kısmı Bolu İline, durumları iyi olmayan Kırım, Kafkasya ve Rumeli göçmenleri ise Düzce Ovası ve Akçakoca çevresinde çoğunlukla orman açmalarına yerleştirilmiştir. 1830 ve 1864 yıllarındaki göçlerden sonraki bu büyük göçler, Abdülaziz döneminden II.Abdülhamit dönemine kadar sürmüştür1924 ve 1940 lardaki göçlerden sonra 1946 ve 1952 yıllarında Bulgaristan, Yugoslavya ve Yunanistan'dan gelenler olmuştur.Doğu Anadolu'dan gelen Ermenilerin de Düzce, Adapazarı ve İzmit'e yerleşmesiyle Düzce Ovasında etnik çeşitlilik artmıştır. Bu dönemde bir nahiye ve 133 köyü ile Düzce nüfusu 34861'dir. yılları arasında İsmail Kemal Beyin çalışmaları ile Düzce'ye yeni bir kasaba kimliği kazandırılmış, Cedidiye, Şerefiye, Nusretiye ve İcadiye gibi yeni mahalleler oluşturulmuştur. Türkiye genelinde en kalabalık yaş grubu 15-19 yaş grubu olduğu halde, Düzce’de en kalabalık grup 20-24 yaş grubu olduğu halde, Düzce’de en kalabalık grup 20-24 yaş grubuna kaymaktadır. Diğer taraftan bu görünüm kent merkezi, ilçe merkezleri ve köyler için çok büyük farklılıklar göstermektedir. Bu farklılıkların nedeni, özellikle kent merkezi ve ilçe merkezlerinin nüfus hareketliliğine çok açık oluşudur. Nüfusun bu hareketliliğine 12 Kasım depreminin de katkı yaptığı söylenebilir. Nüfus hareketlerindeki bu kararsızlık Düzce köylerinde daha azdır.
Büyük göç hareketlerinin başlatan Osmanlı-Rus savaşları (1877 - 1878) sırasında Anadolu'ya Abaza, Çerkez, Gürcü, Laz, Boşnak, Arnavut, Tatar, Kürt, Makedon ve Rumeli göçmenleri gelmişlerdir. Göçmenlerden bir kısmı Bolu İline, durumları iyi olmayan Kırım, Kafkasya ve Rumeli göçmenleri ise Düzce Ovası ve Akçakoca çevresinde çoğunlukla orman açmalarına yerleştirilmiştir. 1830 ve 1864 yıllarındaki göçlerden sonraki bu büyük göçler, Abdülaziz döneminden II.Abdülhamit dönemine kadar sürmüştür1924 ve 1940 lardaki göçlerden sonra 1946 ve 1952 yıllarında Bulgaristan, Yugoslavya ve Yunanistan'dan gelenler olmuştur.Doğu Anadolu'dan gelen Ermenilerin de Düzce, Adapazarı ve İzmit'e yerleşmesiyle Düzce Ovasında etnik çeşitlilik artmıştır. Bu dönemde bir nahiye ve 133 köyü ile Düzce nüfusu 34861'dir. yılları arasında İsmail Kemal Beyin çalışmaları ile Düzce'ye yeni bir kasaba kimliği kazandırılmış, Cedidiye, Şerefiye, Nusretiye ve İcadiye gibi yeni mahalleler oluşturulmuştur. Türkiye genelinde en kalabalık yaş grubu 15-19 yaş grubu olduğu halde, Düzce’de en kalabalık grup 20-24 yaş grubu olduğu halde, Düzce’de en kalabalık grup 20-24 yaş grubuna kaymaktadır. Diğer taraftan bu görünüm kent merkezi, ilçe merkezleri ve köyler için çok büyük farklılıklar göstermektedir. Bu farklılıkların nedeni, özellikle kent merkezi ve ilçe merkezlerinin nüfus hareketliliğine çok açık oluşudur. Nüfusun bu hareketliliğine 12 Kasım depreminin de katkı yaptığı söylenebilir. Nüfus hareketlerindeki bu kararsızlık Düzce köylerinde daha azdır.
Düzce genelinde hanelerin yüzde 25,7’si 4 kişilik haneler, yüzde 67,6’sı da 4 veya daha az üyeli hanelerdir. Kent merkezinde 5 kişilik hanelerin payı yüzde 37’ye çıkmaktadır. Köylerde en yaygın aile büyüklüğü tipi 5-6 kişilik ailelerdir (yüzde 29,8). Diğer taraftan, Düzce genelinde 7 ve daha fazla üyeli ailelerin payı yüzde 12,9 iken, bu pay ilçe merkezlerinde yüzde 8,2’ye, kent merkezinde yüzde 5,4’e düşmekte, köylerde ise yüzde 19,8’e kadar çıkmaktadır. Büyüklük olarak Düzce köyleri geleneksel yapıyı korumaktadır.Benzer şekilde, Düzce kent merkezi ortalama yaşı, Düzce köyleri ortalama yaşından 0,039 anlamlılık düzeyinde düşüktür. Düzce’de de köylerde yaşlı nüfus yaşamakta, genç nüfus başka yerlere göçmektedir. 1998’e göre hane halkı büyüklükleri Türkiye geneli için 4,3’tür. Düzce araştırmasında hane büyüklüğü ortalama 4,33 kişi olarak bulunmuştur.
Düzce’nin demografik yapısı ile ilgili gösterge değerleri için beklenti, İlimizin coğrafi konumuna uygun olarak, ülkemizin gelişmiş bölgesi olan Batı Anadolu değerlerine yakın olmasıdır. 12 Kasım 1999 depremi Düzce’yi derinden sarsmıştır. Çok yüksek sosyal ve demografik hareketliliği olan İlimizin sosyal ve demografik yapısı yeni bir dengeye kavuşmak üzere hareketliliğini sürdürmektedir. Düzce’nin nüfus artış hızı yılları arasında Türkiye nüfus artış hızına çok yakındır. 1935 yılından sonraki Genel Nüfus sayımı yıllarında Düzce nüfus artış hızı hep Türkiye Nüfus artış hızının altında kalmıştır. Özellikle 1960’dan sonra dönemi dışında, nüfus artış hızında ciddi bir yavaşlama izlenmektedir. Düzce nüfusunun yarısı köylerde yaşamaktadır. Geri kalan yarısı da, yine birbirine yakın miktarlarda il merkezi ve ilçe merkezlerinde yaşamaktadırlar. Yerleşim yerlerinde nüfusun dağılımı cinsiyete göre farklılık göstermemektedir. İl nüfusunun kent merkezinde yığılma eğiliminde olması nüfusun kır-kent dağılımının giderek bozulması riskini taşımaktadır. Kırsal alandan kentlere doğru bir akım vardır. Kırsal alanın boşalmasına, kentlerinde üretici olmayan bir kalabalıkla dolmasına neden olabilir. Bunun sonucu olarak, kentler plansız büyüme sürecine girerek uygur bir kent olmaktan çok, uygar hizmetlerin verilemediği çok kalabalık köylere dönüşür. Göç, Düzce İlinde durmamakta, Düzce dışına da taşmaktadır. Genelde Düzce’ye dışardan gelenlerin Düzce’yi atlama tahtası gibi kullandıkları söylenebilir.Yaş bağımlılık oranı büyük bir genç, üretici insan kaynağının varlığını göstermektedir. Toplam doğurganlık hızı, çok az olmakla beraber, Türkiye değerlerinin üzerindedir. Özellikle, yaşa özel doğurganlık hızları, genç nüfusun doğurganlık hızının son yıllarda artış eğilimine girdiğini göstermektedir. Kadınların ideal çocuk ortalaması, gerçekleştiği taktirde, nüfus artış hızını sabit veya sıfıra yakın tutacak düzeydedir. Düzce’de kadınların aile planlaması yöntemleri konusunda bilgi düzeyleri çok yüksektir. Özellikle modern ve etkili yöntem kullanımı Türkiye’dekinden daha yaygındır. Hem bebek ölümleri, hem de yetişkin ölümleri çok düşük düzeydedir. Doğuşta beklenen ömür süresi çok uzundur.
DÜZCE ALDIĞI VE VERDİĞİ GÖÇ
2008-2009 Verilerine göre verdiği göç 9.046,aldığı göç 11.752 dir
TÜRKİYE GENELİNDE YAŞIYAN DÜZCE’LİLER
Adana 190, Adıyaman11, Afyonkarahisar 132, Ağrı 112,Amasya 209, Ankara 6775, Antalya 2133, Artvin, 61, Aydın 403, Balıkesir 705, Bilecik 565, Bingöl 41, Bitlis 51, Bolu 7984, Burdur 190, Bursa 2914, Çanakkale 356, Çankırı 99, Çorum 60, Denizli 176, Diyarbakır 106, Edirne 269, Elazığ 51, Erzincan 119, Erzurum 160, Eskişehir 706, Gaziantep, 133, Giresun 146, Gümüşhane 35, Hakkari 80, Hatay 456, Isparta 354, İstanbul 44938, İzmir 2794, Mersin 332, Kars 58, Kastamonu 280, Kayseri 306, Kırklareli 309, Kırşehir 33, Kocaeli 18664, Konya 393, Kütahya 307, Malatya 94, Manisa 622, Kahramanmaraş 76, Mardin 104, Muğla 1122, Muş 21, Nevşehir 65, Nigde 36, Ordu 159, Rize 105, Sakarya 13053, Samsun 558, Siirt 48,Sinop 73, Sivas 197, Tekirdağ 1640, Tokat 124, Trabzon 383, Tunceli 39, Şanlıurfa 95, Uşak 87, Van 84,Yozgat 49, Zonguldak 5839, Aksaray 58, Bayburt 23, Karaman 34, Kırıkkale 91, Batman 51, Şırnak 83, Bartın 261, Ardahan 41, Iğdır 26, Yalova 675, Kilis 16, Osmaniye 51,
KAYNAK: Tuik.gov.tr adnks-2008-2009 nufus sayımı, Derleyen:İbrahim Tuzcu
NÜFUSU EN FAZLA OLAN İLÇELER
Akçakoca, Kaynaşlı, Gölyaka
NÜFÜSU EN AZ OLAN İLÇELER
Çilimli, Gümüşova, Cumayeri
NÜFUS ARTIŞI EN FAZLA OLAN İLÇELER
Merkez (%24.92), Çilimli (%6.06), Cumayeri(%-2.11)
NÜFUS ARTIŞI EN DÜŞÜK İLÇELER
Akçakoca(%-14.50), Yığılca(%-48.67), Gümüşova(%-10.06)
DÜZCE BAŞKA İLLERDEN EN FAZLA ALDIĞI GÖÇ
İstanbul(2944), Sakarya(1001), Kocaeli(954), Zonguldak(769), Ankara(664), Kırşehir(17), Erzincan(12), Karaman(10), Tunceli(8), Kilis(4)
DÜZCE BAŞKA İLLERE EN FAZLA VERDİĞİ GÖÇ
İstanbul(2821), Kocaeli(1174), Sakarya(1080), Ankara(731), Bolu(714), Bayburt(11), Karaman(11), Tunceli(11), Iğdır(8), Bingöl(5), Kilis(2), Ardahan(5)
DÜZCE İL VE İLÇELERİN ALDIĞI VERDİĞİ GÖÇ ORANLARI
İl ve ilçe Aldığı göç Verdiği göç
Merkez 13661 9750
Akçakoca 2506 2968
Cumayeri 715 975
Çilimli 867 813
Gölyaka 1275 1320
Gümüşova 714 832
Kaynaşlı 918 1147
Yığılca 1369 1514
KAYNAK: Tuik.gov.tr adnks-2008-2009 nufus sayımı,Derleyen:İbrahim Tuzcu
DÜZCE’ DE KURTULUŞ SAVAŞI ÖNCESİNDE NÜFUSU
Düzce’ de Kurtuluş savaşından önce 137 köy, 6618 hane, 36.088 nufüsu vardır.
DÜZCE’ DE KURTULUŞ SAVAŞINDA ŞEHİT OLANLAR
DÜZCE= 305, AKÇAKOCA= 34, KAYNAŞLI= 12, KONURALP=13, GÖLYAKA= 8, ÇİLİMLİ= 5, CUMAYERİ= 8, BEYKÖY= 1, YIĞILCA= 5 Adet şehit vermiştir.
NOT: Bununla ilgili ayrıntılar (KURTULUŞ SAVAŞINDA DÜZCE) İbrahim Tuzcu nun derlediği kıtapta bulabilirsınız
KAYNAK: Geltag net, Akçakoca köyleri İbrahim Tuzcu 2010 kıt. Derleyen :İbrahim Tuzcu
İLK DÜZCE’LİLER KİMDİR
Tarihler’deki kayıtlar Düzce’ nin ilk yerlilerinin ABDALLAR olduğunu yazmaktadırlar,bunlar GAYSEL ABDALLARI adı ile bilinmektedir, gizli bir dilleri olduğu söylenmektedir, orta asya kökenli olduklarına dair bilgiler vardır, nitekim ki orta asya Türkleri arasında ABDOTİL denen bir dilin konuşulduğu görülmektedir. Araştırmacılar iki dilin aynı kökten geldiğni ortaya koymaktadır. Bazı sözcükleri vermek gerekirse şöyledir. Ales: Geldi-An: Getirdi-Asala:Gülüyor-Asgar: Güldü-Asdar: Tut-Baş:Otur-Bıkın:At-Cino:Adam-Çavo: Erkek çocuk-Çav: Kız çocuğu-Garav:Sakla-Lova: Para-Manoş: Jandarma-Maru: Ölmek-Nngav:Vur-Pi: İşKanili: Çirkin-Ker:Ev-Rovala:Ağlamak-Yaguli:Tüfek gibi
Daha sonra bölgeye Mardin Arapları bu bölgeye gelip Düzce ‘nin kurulmasında çok büyük emekleri olmuştur, yine daha sonrada,1870 yılında ilçeye Çerkez ve Abazaların yanı sıra Karadeniz’den gelen göçler ile kültürel önemli değişiklikler getirmiştir, Düzce ili son zamanlarda sanayi bölgesi olması buraya çok göç gelmesi ilin nüfusunu artırmıştır.
DÜZCE’DEKİ ABDALLAR
Bakacak, Çilimli, Cumayeri bunlar Çingane değildir çalgıcı değillerdir.
KAYNAK: Bolu tarihi, Damla Gazetesi Düzce Lütfü Şimşek Kıt. Derleyen:İbrahim Tuzcu
DÜZCE’ DEKİ AYANLAR
Ayan’ın sözlüklerde “Bir yerin ileri gelenleri, bir kasaba ya da şehrin önde gelen aileleri ve kişileri” olarak tanımlanıyor.18. yy.a girerken Osmanlı Devleti’nin merkezi otoritesinin zayıflaması ve buna bağlı olarak askeri teşkilatın da bozulması sonucunda devlet, vergi toplama işini seçtiği yerel halktan kişilere devretmiş, bu idari tercih de Ayanların sahneye çıkmasına neden olmuş. Yerli halk arasından veya dışarıdan gelip halka söz geçirebilecek durumdaki kimselerden meydana gelen Ayanlar zamanla güçlenerek, nüfuz sahibi kişiler haline gelmişler. Osmanlı, Yeniçeri ve tımar sisteminin bozulması nedeniyle ihtiyacı olan askeri gücü oluşturamayınca, bu kez de Ayanların nüfuzundan faydalanmayı tercih etmiş. 1768–1774 Osmanlı-Rus savaşı sırasında Osmanlı devleti, kaza merkezlerinde idareyi ele geçirmiş olan Ayanlara başvurarak para ve asker desteği almış. Devletin giderek güçsüzleşmesi sonucunda, Ayanlar üzerindeki hükümet kontrolü kalkmış ve taşrada idareye tamamen Ayanlar hâkim olmuşlar.III. Selim ve II. Mahmud devrinde etkinlikleri görülen önemli Ayanlar arasında Kolçakpaşazade Hacı Bey, Çorazoğlu Halil Ağa, Emir Haliloğulları, Ramazanzadeler, Velioğulları, Kalınbacakoğulları, İsmail ve Hasan Beyoğulları, Küçük Haliloğlu, Hendekçioğulları, Topçuzadeler, Sarhoş Osman, Paşabeyzade Abdullah, Ali Molla, Çalıkzade, Haydudoğlu, Tölemenoğlu sayılabilir. Bolu, Üskübü, Akçaşehir, Gökçesu, Ereğli ve Gerede Ayanları uzun zaman kendilerinden söz ettirmişler, ancak bunların çoğu Hüsrev Paşa`nın yöneticiliği sırasında ortadan kaldırılmışlar.tıdır
KAYNAK:Düzce Esnaf ve Sanatkarlar int.sit Derleyen: İbrahim Tuzcu
DÜZCE İLİ ‘NDE BULUNAN KÖY DAĞILIMLARI
KÖYLER MAHALLELER
MERKEZ : 84 38
AKÇAKOCA : 43 8
CUMAYERİ : 21 5
ÇİLİMLİ : 20 7
GÖLYAKA : 21 10
GÜMÜŞOVA : 18 6
KAYNAŞLI : 20 7
YIĞILCA : 39 4
BEYKÖY : 7
BOĞAZİÇİ : 6
KONURALP :25 6
-------------------------------------------------------------------------
TOPLAM : 304 91
KAYNAK: Düzce belediyesi int .sit.Derleyen: İbrahim Tuzcu
DÜZCE YERLEŞİM BİRİMLERİ MERKEZ MAHALLE
Aziziye, Cedidiye, Hamidiye, Kiremitocağı, Bahçelievler, Yeşiltepe, Azmimilli, Cumhuriyet, Karaca, Nusrettin, Çamlıevler, Günlü, Beyciler, Çay, Hacımusa, Şerefiye, Demetevler, Derelitütüncü, Burhaniye, Fatih, Körpeşler, Uzunmustafa, Esentepe, Aydınpınar, Camıkebir, Feziçakmak, Kültür, Yenimahalle, Güzelbahçe, Beyciler, Şıralık, Darıcı, Sarayyeri, Arapçiftliği, Çamköy, Ağaköy, Karacamusa
KÖYLER
Asar, Beslambey, Develi, Gölormanı, Hacıahmetler, İstilli, Kazukoğlu, Köp.Ömerefendi, Küçükmehmetler, Nalbantoğlu, Paşakonağı, Üçyol, Yeşilçam, Akbıyıklar, Çınardüzü, Dedeler, Doğanlı, Eskimengencik, Gümüşpınar, Hacıaliler, Kaledibi, Kızılcık, Kuşaçması, Mamure, Ozanlar, Paşaormanı, Sinirci, Taşköprü, Çerkeztaşköprü, Yahyalar, Yeşilçimen, Aktarla, Bahçeköy, Büyükaçma, Çınarlı, Değirmenbaşı, Duraklar, Fevziye, Günbaşı, Hasanlar, Karaçalı, Çalıcuma, Kirazlı, Kutlu, Muncurlu, Otluoğlu, Pınarlar, Soğukpınar, Tokuşlar, Yayakbaşı, Y.Yahyalar, Çavuşlar, Akpınar, Ballıca, ÇakırHalilibrahim, Çiftlık, Derdin, Esençam, Fındıklıaksu, Gündolması, Hocaoğlu, K.Hasanağa, Koçyazı, Kuyumcu Hacıali, Mur.Mengencik, Ovapınar, Sallar, Samandere, Turanlar, Y.Karaköy, İslahiye, Altınpınar, BataklıÇiftlık, Çakırlar, Dağdibi, Esenköy, Gökçe Güven, İhsanıye, Konaklı, Kavakbıçkı, KüçükAhmetler, Musababa, Özyanık, Sancaklar, Şaziye, Y.Taşköprü.
İLÇELERİN MERKEZ VE KÖYLERİ
|
|
GÖLYAKA
|
|||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
|
||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
|
||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
|
|
|||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
|
|
|||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
|
|
|||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
|
|
|||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
|
|
|||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
|
|
|||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
|
|
|||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
|
|
|||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
|
|
|||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
|
|
|||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
|
|
|||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
|
|
|||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
|
|
|||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
|
|
|||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
|
|
KAYNAK: Düzce Esnaf ve sanatkarlar odası Derleyen: İbrahim Tuzcu
DÜZCE’ DE YAŞAM BİÇİMİ
Düzce, yüzölçümü ve nüfusu bakımından küçük bir il olmasına karşın, değişik yaşam biçimlerini barındırır. İlin doğu ve güneyindeki ilçeler kültürel açıdan birbirine benzer. Akçakoca Düzce'ye göre oldukça büyük kültürel ayrılıklar göstermektedir. Akçakoca nüfusunun yarıdan çoğunu Doğu Karadeniz göçmenleri oluşturmaktadır. 1877'de başlayan göç, yakın zamanlara kadar sürmüştür. Bunlar gelenek, görenek, dil ve törelerini yerleştikleri yerlerde de korumuş ve sürdürmüşlerdir. Örneğin diğer ilçelerde pek az rastlanan "kan davası" Akçakoca yöresinde oldukça yaygındır.Düzce'nin başka bir özelliği de nüfusun bir bölümünün Çerkez, Abaza ve Gürcü’lerden oluşmasıdır. Bu topluluklar, gelenekleri ve töreleri bakımından bağımsız birer bütün oluşturmaktadır. Sıkı aile bağları, topluluk içi evlenmeleriyle geleneksel yapılarını korumuşlardır Göçmenler yerleştikleri çevreyi de kendi alışkanlıklarına göre biçimlendirmişlerdi. Hemşinköy, Vakfıkebir, Ordulu Dağı, Hemşinli Yeri gibi yer adları, Doğu Karadeniz kültürünün Akçakoca yöresindeki en belirgin izleridir.Göçmenlerin yöreye getirdikleri en köklü değişiklik ise ekonomik alanda gözlenmektedir. Geçmişte temel ekonomik etkinlik olan tahıl üretimi, göçmenlerin gelmesiyle birlikte yerini önce mısır, daha sonra fındık üretimine bırakmıştır. 1935′ten sonra giderek gelişen fındık üretimi, zamanla yörenin yaşam biçimini belirleyen tek öge durumuna gelmiştir. Tahıl, keten, kenevir ekim alanlarının fındık bahçelerine dönüşmesi, yörenin beslenme bakımından kendine yeterliğini ortadan kaldırdığı gibi, dokumacılığın da unutulmasına neden olmuştur. Sonuçta bazı köyler ekmeklerini bile kasabadaki fırınlardan almaya başlamışlardır. Bunun yanında fındıktan elde edilen gelirin diğer ürünlerden elde edilenden fazla olması ve fındık üretiminin çetin bir çalışmayı gerektirmemesi, yöre halkına oldukça yüksek bir yaşam düzeyi sağlamıştır.Bu zenginlik köylerin ilçe ve il merkeziyle olan ilişkilerini yoğunlaştırmış, kent yaşamına olan ilgiyi arttırmıştır. Ayrıca; Akçakoca’da turizm çevre köylerinin halkını pansiyonculuğa yöneltmiştir. Yabancılarla bu bağlamda kurulan toplumsal yaşamda önemli değişikliklere neden olmuş, birçok alışkanlık ve davranış biçiminin yerini yenileri almıştır.Son yıllardaki hızlı gelişme ve hızlı nüfus artışı, Düzce’nin önemini daha da arttırmıştır. Temel ekonomik etkinliğin endüstri bitkileri tarımına yönelmesi, köylerin dış pazarla ve Düzce ile olan ilişkilerini sıkılaştırmıştır. Buna bağlı olarak, geleneksel tarım toplumu yapısı gözle görülür bir çözülme sürecine girmiştir.
KAYNAK:Yurt ansk.il,il,dünü,bugünü,yarını ,cilt-2 -1980,Derleyen: İbrahim Tuzcu
DÜZCE’ NİN EN KALABALIK KÖYLERİ VE MAHALLERİ
KÖY:Yığılca-15.361 en çok kalabalık köy,Boğaziçi-2.895 en az kalabalık köy
MAHALLE:Akçakoca-23.378 en çok kalabalık ilçe,Yığılca-3.141 en az kalabalık ilçe konumundadır
KAYNAK:Derleyen,İbrahim Tuzcu
DÜZCE’ YE 18 Cİ VE 19 CU YÜZYILDA GÖÇ GELEN ETNİK GURUPLAR
18. ve 19. yy.da Düzce ayanların kontrolü altında yaşamıştır. Abdüllaziz ve Abdülmecit döneminde, Kafkasya'dan, Doğu Karadeniz'den, Doğu Anadolu'dan ve Rumeli'den gelen göçmenler Düzce'nin nüfusunun artmasında ve şehrin büyümesinde önemli rol oynamışlardır. Hükümet yeni gelenlere ücretsiz toprak sağlamıştır.
Düzce'ye göç eden Türkler; Çerkez, Abhaz, Laz, Gürcü, Ordulu, Hemşinli, Batumlu, Hopalı, Tatar, Boşnak, Arnavut ve Bulgaristanlı geldikleri yerlerin isimleri ile anılmışlardır.
KAYNAK:Yurt ansk.il,il,dünü,bugünü,yarını ,cilt-2-1980, Derleyen: İbrahim Tuzcu
GÖÇ’LER VE GÖÇENLER
Osmanlı İmparatorluğu Döneminde Dışardan Göç Edenler 18.yy sonu ve 19.yy başından itibaren Anadolu’ya dışardan göçenler, Türkçe konuşulan bölgelerden göç etmek zorunda kalanlar ile Osmanlı İmparatorluğu’nun dağılması sonucu yaşadıkları bölgelerden göç etmek zorunda bırakılanlar olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. 1771 yılında Kırım’da yaşanan nüfusun Osmanlı yanlısı olan kesimi Rusların silahlı saldırısı nedeniyle topraklarını bırakarak Osmanlı yönetimi altındaki bölgelere göç etmek durumunda kalmışlardır. Bu olay Osmanlı İmparatorluğu’nun karşılaştığı ilk dış göç olgusudur. 1788-1792 Osmanlı - Rus - Avusturya Savaşları süresince ve sonrasında da, Osmanlı topraklarına Kırım, Kazan, Kafkasya ve Özi bölgelerinden kitleler halinde göçler başlamış ve göç edenlerin sayısı dörtyüzbin kişiye ulaşmıştır. (Oğuz Arı s.5)
Rusların Azerbaycan’ı da işgali üzerine göçler, İran üzerinden Anadolu’ya yönelmiş, Kuzey İran’ın işgali sonucu Kafkasya limanlarından yüzbinlerce insan Osmanlı Devleti tarafından temin edilen deniz araçları ile Trabzon, Samsun, Sinop ve Varna limanlarına getirilmişlerdir. Kafkasya’dan yapılan göçler yaklaşık yüzelli yıl boyunca sürmüştür. Kafkasya’dan gelenler arasında Türkler, Avarlar, Çeçenler ve Çerkezler vardır. Göçmenler değişik illere iskan edilmişlerdir ve hatta Halep’e, Ürdün’e kadar gönderilen göçmenlerin olduğuda ileri sürülmektedir. (Oğuz Arı s.5).
Osmanlı İmparatorluğu’nun dağılmaya başlaması ve 1806 - 1812 Türk- Rus savaşı sonucu Balkanlarda yaşayan Türklerin çoğu güneye doğru göç etmeye başlamışlardır. Sayılarının iki yüzbini bulduğu tahmin edilen göçmenler, başta İstanbul olmak üzere Rumeli’deki kent, kasaba ve köylere yerleşirken, bir bölümü de İstanbul yolu ile Anadolu’ya göçmüştür. Osmanlı Devleti bu göçmenlere iyi davranılması ve kolaylık gösterilmesi için Rumeli ve Anadolu’daki eyaletlere talimatlar göndermiş ise de göçenlerin düzenli şekilde yerleştirilmeleri sağlanamamıştır. (Özbay - Balpınar). 1820 yılında Mora Yarımadasında bağımsız bir Yunan Devleti’nin kurulması ile Osmanlı İmparatorluğu’na yapılan baskılar sonucu bu bölgede yaşayan Türkler 1830 tarihinden itibaren Anadolu’ya göç etmek durumunda kalmışlardır (Özbay Balpınar). 1854 - 1856 yıları arasında yapılan Kırım Savaşı’ndan sonra samsun Limanı yoluyla yaklaşık altıyüzbin göçmenin Anadolu’ya geldiği bilinmektedir.1905 - 1908 Rus Devrimi’nden sonra ise Kazan ve Azerbaycan’dan göçler başlamış, gelenler Amasya ve Kars illerinde yerleşmişlerdir. 1920 yılındaki Sosyalist Devriminden sonra ortadan kaldırılan Kafkas Cumhuriyeti’nden, Gürcistan’dan ve Ermenistan’dan çok sayıda aile Anadolu’ya göçederek, Muş ve Kars gibi genelde Doğu Anadolu illeri ile Konya ili civarına yerleşmişlerdir. (Oğuz Arı s.5). 1912 - 1913 Balkan Savaşı sırasında 1173.52, 1914 -1915 Birinci Dünya Savaşı sırasında da yaklaşık 120.556 göçmenin Anadolu’ya geldiği tahmin edilmektedir. Birinci Dünya Savaşına kadar Kafkasya’dan, Balkanlardan ve Ege adalarından Anadolu’ya gelen göçmenlerin sayısı bir milyonun üstündedir (Oğuz Arı s.5).
GÖÇMEN’LERİN YERLEŞTİRİLMESİ
Göçmenlerin yerleştirilmesi işlemleri Tanzimat Fermanı’nın ilanına kadar Bab-ı Ali’nin eyaletlere göçmenler geldikçe gönderilen fermanları doğrultusunda oluyor veya göçmenlerin başvuruları üzerine kendilerine para ve malzeme yardımı yapılıyordu. 1859 yılına kadar Şehramenetine bırakılan göçmenlerin yerleştirilmesi işleri, Kırım savaşı sonrası hızla artan göçler nedeni ile yoğunluk kazanmış ve şehramenetinin sorunun çözümünde yeterli olamayışı sonucu Devlet, sorun ile uğraşacak bir komisyon kurulmasına ilişkin yasa çıkartmak zorunda kalmıştır (Oğuz Arı s.7).
Yasa ile “İskanı-ı Muhacirin” adı altında kurulan ve göçmenlerin yerleştirilmesine ilişkin tüm işlemleri yürütmekle sorumlu olan komisyonun adı daha sonra “Muhacirin ve Aşair Müdiriyeti Umumiyesi” olarak değiştirilmiş ve bu kurum çalışmalarını Cumhuriyet’e kadar sürdürmüştür (OğuzArı s.7). Bu komisyon tarafından çok sayıda göçmen Amasya, Tokat, Sivas, Çankırı, Adana, Aydın, İçel, Bursa, Adapazarı ve İzmit çevresine yerleştirilmiştir (Özbay - Balpınar). Osmanlı Devleti 1877 yılına kadar gelen göçmenlerden yüksek memur, ilmiye sınıfı mensubu veya zanaatleri ancak kentlerde yapılabilenlere kentelrde yerleşme izni vermiş, diğerlerinin kent merkezlerinde yerleşmesini istememiştir. Ancak göçmenlerin sayısının artması sonucu birçok kunduracı, marangoz, berber ve benzeri küçük esnaf ile kent hayatına ve ticarete alışmış olan çok sayıdaki göçmen yerleştirildikleri köy ve kasabalara uyum sağlayamadıkları için kentlere göç etmek zorunda kalmışlardır.Ayrıca özellikle kırsal kesimdeki yerli halkın tepkisinin giderek büyümesi ve rahatsız edici boyutlara ulaşması Devleti 1878 yılında yeni bir karar alma gereği ile karşı karşıya bırakmış ve yayınlanan bir talimatla göçmenlerin kentlerin çevresine yerleşmelerine izin verilmiştir (Özbay - Balpınar). Bu karardan sonra Anadolu kentlerinde kısa bir süre içinde göçmen mahallesi olgusu ortaya çıkmıştır. Ankara’daki Boşnak, Eskişehir’deki Tatar mahalleleri bu gelişmenin en iyi örnekleridir. Göçmen yerleşmelerinin, kırsal kesimde geleneksel Anadolu köy dokusundan, kentlerde ise mahalle dokusundan kolaylıkla ayırt edilebilmesi, bu yerleşimlerin en belirgin ortak özellikleridir. Anadolu’da 19.yy ikinci yarısına kadar süregelen geleneksel dokunun organik görünüşüne karşın göçmen mahalleleri çok daha düzenli, geometrik bir görünüme sahiptirler. Bu yerleşmeler çıkartılan yönetmelikler doğrultusunda kamu eliyle yapılan bir plan tipine göre tümünün birden yapılması şeklinde gerçekleştirilmiştir (Özbay-Balpınar).
CUMHURİYET DÖNEMİNDE DIŞARDAN GÖÇ EDENLER
YUNANİSTAN’DAN GÖÇLER
Cumhuriyet döneminin en öenmli ve en yoğun göç hareketi 1922 yılında imzalanan Lozan Anlaşması hükümleri uyarınca gerçekleştirilen Türk-Yunan halkları değişimidir. Bu değişim sonucu 100 bin Türkiyeli Rum Yunanistan’a gitmiş, yaklaşık 100 bin aileye mensup 400 bin Türk’te Anadolu’ya göç etmiştir (Oğuz Arı s.4). Yunanistan ve Balkanlardan gelen göçmenlerin malları ve iskanına ilişkin olarak çıkartılmış olan kanunlar doğrultusunda, “Mübadil” olarak tanımlanan göçmenler Anadolu’dan Yunanistan’a gönderilen Rumların bıraktıkları evlere, ticarethanelere ve topraklara mesleklerine göre yerleştirilmişlerdir. Bu göç hareketi 1949 yılına kadar devam etmiştir (OğuzArı s.4). 1952 - 1969 yılları arasında da Yunanistan’dan serbest göçmen olarak 7600 aileye mensup 24.625 kişinin geldiği bilinmektedir. Bu yıllardan sonra Yunanistan’dan aralıklarla 4 aile daha Türkiye’ye göç etmiştir (Köy Hizm.Env.s.139).1923 - 1995 yılları arasında Türkiye’ye göç eden nüfusun % 25’i olan, 424.645 kişiyi Yunanistan göçmenleri oluşturmakta olup, bunların büyük çoğunluğu ( % 95 ) mübadil olarak gelen göçmenlerdir (Köy Hizm.Env.s.139).
BULGARİSTAN’DAN GÖÇLER
Cumhuriyetin kurulmasını izleyen yıllarda Anadolu’ya ikinci büyük göç dalgası Bulgarisatn’dan gelmiştir. Bulgaristan’dan göçler aralıklarla 1989 yılına kadar sürmüştür. Cumhuriyet döneminde ülkeye gelen toplam göçmenlerin % 48’ini oluşturan 790.717 Bulgaristan göçmeninin, göç hareketi dört aşamada gerçekleşmiştir (Köy Hizm.Env.s.138).
* 1925 yılındaki Türk - Bulgar ikamet sözleşmesi ile 1949 yılına kadar 19.833 ailede 75.877 kişi iskanlı, 37.073 ailede 143.121 kişi serbest göçmen olmak üzere toplam 56.906 ailede 218.998 kişi Türkiye’ye göç etmiştir (DPT, s.6).
* 1950 - 1952 yılları arasında Bulgaristan’ın tehcir ve göçe zorlaması sonucu 37.851 aileye mensup olmak üzere 154.393 kişi iskanlı göçmen olarak Türkiye’ye gelip yerleşmişlerdir (DPT, s.6).
* 1968 - 1979 yılları arasında da Türkiye-Bulgaristan Yakın Akraba Göçü Anlaşması çerçevesinde 32.356 aileye mensup 116.521 kişi Türkiye’ye göç etmiş ve bu göç ile 1950 -52 yılları arasında gelen göçmen ailelerinden büyük bölümünün Bulgaristan’da kalan yakınlarının Türkiye’ye serbest göçmen olarak gelmeleri sağlanmış ve böylece parçalanmış ailelerin birleşmesi gerçekleştirilmiştir (DPT, s.10).
* Bulgaristan’dan son göç hareketi 1989 yılında Türk kökenli müslüman Bulgar vatandaşlarının, Bulgar hükümeti tarafından Türkiye’ye göçe zorlanmaları ile başlatılmıştır. Göçmenler kitleler halinde trenlerle Türk sınırına bırakılmışlardır. Böylece Türkiye, II nci Dünya Savaşı’ndan sonra Avrupa’da görülen en yoğun ve zorunlu göç akımını yaklaşık üç aylık bir süre içinde kabul etmek durumunda kalmıştır. Bu dönemde 64.295 aileye mensup 226.863 kişi serbest göçmen olarak Türkiye’ye gelmiştir. Bu tarihten itibaren 1995 yılına kadar da aralıklı olarak gelen serbest göçmenlerin sayısı 27.224 ailede 73.957 kişiye ulaşmıştır (Köy Hizm.Env.s.138).
Bulgaristan’dan 1950 - 52 yılları arasında gelen ve devlet tarafından yerleştirildikleri için iskanlı göçmen olarak kabul edilen göçmenler iskan yasasına göre yapılan planlamalar doğrultusunda ülkenin çeşitli il-ilçe ve köylerine dağınık veya mahalleler eklenmek suretiyle yerleştirilmişlerdir. 1950 - 1960 döneminde toplam 35.496 ailenin yerleşiminin sağlandığı görülmektedir. Bunlardan 25.583 çiftçi ailesinin büyük çoğunluğunun Adana (1.442 aile), Ankara (1.136 aile), Balıkesir (1.474 aile), Bursa (2.185 aile), Konya (1.523 aile), Manisa (1.383 aile), Tekirdağ (1.619 aile) illerine, zanaatkar ailelerin çoğu Bursa (1.356 aile), İstanbul (3.100 aile), Eskişehir (1.116 aile), İzmir (1.1160 aile) illerinde yerleşimleri gerçekleştirilmiştir. İskan için yapılan 36.292 evin 22.761’i köy tipi; 12.219’u şehir tipi ve 1.312’isi hazır evdir. Kırsal alanda yerleşmek isteyenler için 13 müstakil köy kurulmuştur. Evlerin %70’i kırsal alana serpiştirilmek suretiyle yapılmıştır. % 25’i kentlere eklenen göçmen mahallelerinde inşa edilmiş olup, % 5’i müstakil köylerde yapılan evleri kapsamaktadır (Geray, s.54-55).
Bulgaristan’dan 1968 - 1979 yılları arasında gelen göçmenler serbest göçmen stasüsünde oldukları ve parçalanmış ailelerin birleştirilmesine yönelik anlaşmalar çerçevesinde Türkiye’ye göç ettikleri için daha önce gelen akrabalarının bulunduğu il, ilçe ve köylerde kendi olanakları ile yerleşmişlerdir (DPT s.7).
1989 yılında Bulgaristan’dan gelen serbest göçmenlerin büyük bir bölümü daha önce Türkiye’ye göç eden akraba veya komşularının yoğun olduğu bölgelere kendi imkanları ile yerleşirken bir bölümü de devlet tarafından 14 il merkezi ile 23 ilçe ve beldede göçmen ailelerin parasal katkısı ve borçlandırılması esasına dayalı bir yöntemle yapılan toplam 21.438 konuta 5 yıllık süreç içinde yerleşmişlerdir. Sözkonusu konutlar kentlerin dışında siteler olarak planlanmıştır (Köy Hizm.).
YUGOSLAVYA’DAN GÖÇLER
Yugoslavya’dan Türkiye’ye Cumhuriyet döneminde toplam77.431 ailye mensup olarak 305.158 kişi göç etmiştir. Bu ailelerden 1950 yılına kadar gelenlerden 14.494 kişi devlet tarafından iskan edilmiştir. Ailelerin diğer bölümü serbest göçmen olarak Türkiye’ye yerleşmişlerdir (Köy Hizm.Env. s.138). Yugoslavya’dan yapılan göçün Yunanistan ve Bulgaristan’dan olduğu gibi politik zorlamalardan kaynaklanmadığı, göçün sosyo-ekonomik nedenlere dayandığı kabul edilmektedir (Arı, s.6).
ROMANYA’DAN GÖÇLER
Romanya’dan 19.865 aileye mensup 79.287 kişi 1923 - 49 yılları arasında iskanlı göçmen olarak Türkiye’ye gelmiştir. Ayrıca11.280 aileye mensup 43.271 kişide serbest göçmen olarak gelmiş ve daha önce gelen yakınlarının yerleştiği yerlere yerleşmişlerdir.
DİĞER ÜLKELERDEN GÖÇLER
Cumhuriyet döneminde Anadolu’ya Balkan ülkeleri dışında özellikle, müslüman olan veya Türk Dil grubuna bağlı olan ülkelerden iskanlı ve serbset göçmen olarak göç eden ailelerde olmuştur. Örneğin Türkistan’dan toplam 695 ailede 2.194 nüfus iskanlı, 214 ailede 684 nüfus serbest göçmen olarak, Afganistan’dan 1.006 ailede 4.163 nüfus iskanlı göçmen olarak gelmişler ve özellikle İç Anadolu, Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da kırsal ve kentsel kesimde yerleştirilmişlerdir (Köy Hizm.Env. s. 140). Türkiye’ye son göç 1993 yılında olmuş ve Rusya’da yaşayan 150 Ahıska Türk ailesi iskanlı göçmen olarak getirilmiştir. Iğdır ilinde yapılmakta olan konutlara yerleştirilmeleri planlanmaktadır.
GÖÇMENLERİN GENEL ÖZELLİKLERİ
Türkiye’ye gelen göçmenlerin en önemli özelliği tümünün müslüman oluşudur. Gelenlerin büyük bölümü şive farklılığına rağmen Türkçe konuşmaktadırlar, diğer bölümü de Türk Dili’nin akrabası olan dilleri konuşan topluluklara mensupturlar. Türkiye'ye gelen göçmenlerin yaş, cinsiyet,öğrenim, meslek, anadil, medeni durumu vb. niteliklerini gösteren istatistik bilgiler yetersiz olup, belli yıl ve gruplara ait bazı bilgiler toplanabilmektedir.
Örneğin, 1950- 51 yıllarında gelen göçmenlerin büyük çoğunluğunun anadili Türkçe’dir. Göçmenler, o yıllardaki Türkiye nüfusu ortalamasından daha yüksek oranda okur-yazar nüfusa sahiptirler. Özellikle kadınlar arasında oku-yazarlık oranı daha yaygındır. Göçmen nüfusun % 70’i 45 yaşın altındaki genç nüfustur. Bu nüfusta, yüksek öğrenim ve mesleki teknik öğrenim gören nüfusun oranı çok düşüktür, gelenlerin % 85’inin mesleği çiftçiliktir (Geray, s.24).
Örneğin, 1950- 51 yıllarında gelen göçmenlerin büyük çoğunluğunun anadili Türkçe’dir. Göçmenler, o yıllardaki Türkiye nüfusu ortalamasından daha yüksek oranda okur-yazar nüfusa sahiptirler. Özellikle kadınlar arasında oku-yazarlık oranı daha yaygındır. Göçmen nüfusun % 70’i 45 yaşın altındaki genç nüfustur. Bu nüfusta, yüksek öğrenim ve mesleki teknik öğrenim gören nüfusun oranı çok düşüktür, gelenlerin % 85’inin mesleği çiftçiliktir (Geray, s.24).
1989 yılında Bulgaristan’dan gelen göçmenlerin % 29’unun ilkokul, %34’ünün ortaokul, % 18’inin Lise, % 2’sinin meslek okulu, % 2’sinin ise yüksek okul mezunu oldukları ve % 14’ünün eğitimsiz olduğu saptanmıştır (DPT, s.28).
Bu dönemde gelen Bulgaristan göçmenlerinin mesleklerine bakıldığında gelenlerin %23’ünün işçi olduğu, bunların % 9’unun tarım, % 5’inin sanayi ve % 8’inin hizmetler sektöründe çalıştığı belirlenmiştir. Ayrıca gelenlerin % 18’ini öğrenci, % 13’ünü de emekliler oluşturmaktadır (DPT, s.30). 1950 yılında Bulgaristan’dan gelen göçmenlerle, 1989’ da gelenlerin meslekler itibariyle karşılaştırılmasında, çiftçiliğin % 85 oranında olduğu, 1950 yılı göçmenlerinin tarım sektöründen gelmelerine karşın, son gelen grubun daha farklı özellikler taşıdığı görülmektedir.
GÖÇMEN’LERİN TÜRKİYE’DEKİ YAŞAMA UYUMLARI
1923 - 1960’lı yıllara kadar Türkiye’ye gelen göçmenlere, devlet tarafından uygulanan politikalar doğrultusunda barınma ve iş olanakları sağlanmıştır. Gelenlerin büyük çoğunluğunun çiftçi olması, kırsal alana yapılacak yerleşime uyum sağlamaları açısından, iklimin ve geldikleri yerlerdeki üretim tarzlarının önemini artırmıştır. Ayrıca göçmenlerin büyük çoğunluğunun il, ilçe ve köylere serpiştirilmek suretiyle yerleştirilmelerinin, onların sosyal bakımdan çevreye ve topluma uyması, kaynaşması yönünden daha az sakıncalı olacağı düşünülmüştür (Geray, s.55). Göçmenlere iş imkanlarının sağlanması ve çalışma şartlarının iyileştirilmesi amacıyla aynı ve nakdi yardım yapılmış, bu çerçevede çiftçi ailelere toprak, tohumluk, çevirme ve donatım kredisi, zanaatkar göçmen ailelerine de konutun yanısıra döner sermaye kredisi verilmiştir (DPT. s.20).1960 yılından sonra gelen göçmenlerin büyük çoğunluğun kentlere yerleştiği görülmektedir. Bu dönemde ülkeye çok az sayıda iskanlı göçmen kabul edilmiştir. Gelen göçmenlerin serbest göçmen statüsünde oldukları için, daha önce Türkiye’ye göç etmiş yakınlarının bulunduğu yerleşim yerlerini tercih ettikleri gözlenmiştir. Bu tercihte istihdam, iklim ve kültürel yakınlık boyutlarının önem kazandığı bilinmektedir. Göçmenlerin uyum sorunları konusunda bilgilerimiz çok yetersizdir. Mevcut bilgiler, göçmenlerin geldiği yıllarda yapılan sınırlı bazı araştırmaların verilerine dayanmaktadır. Göçmenlerin yerleşim programları çerçevesinde tip projeler esas alınarak planlanan konutlar, ya bu yerleşim için kurulan köylerde ya kentlere veya yerli köylere eklenen mahallelerde yapılmıştır. Ancak özellikle kırsal kesimlerde yapılan yerleşmelerin başarılı oldukları söylenemez, yerleştirilenlerin büyük bölümü iklimsel koşullara uyamamak ya da yerli halkın gösterdiği tepkiye dayanamayarak büyük kentlere göç etmek zorunda kalmışlar ve kentlerin dış mahallelerinde yoğunlaşmışlardır. İstanbul’un Zeytinburnu, Ümraniye, Ankara’nın Telsizler, Altındağ, Ayaş ve Kayaş ilçeleri ile Bursa, Eskişehir, İzmir illeri bu yoğunlaşmanın tipik merkezleri olmuşlardır (Özbay - Balpınarı).Kentlerde yerleştirilen göçmenler için yapılan konutlar, genelde kentlerin dış semtlerinde ve 300 - 400 m2’lik parsellerin içinde tek katlı yaklaşık 65-90 m2 ‘lik tip planlara göre yapılmıştır. Günümüzde büyük kentlerin önemli yerleşim merkezleri konumuna gelmiş olan İstanbul’un Taşlı Tarla semti ile Ankara Varlık mahallesi, bu uygulamaların ilginç örnekleridir. Bu mahallelere yerleştirilenlerin çok az sayıdaki bölümü konutlarını terketmiştir. Kırsal alanlarda kurulan köylerde bir avlu içine konut ve işletme binaları yapılmış ve imar planı doğrultusunda ortak kullanım alanları belirlenmiş okul, cami, köy konağı gibi bazı sosyal tesislerde kurulmuştur. Tüm bu olanaklara rağmen özellikle Güneydoğu, Doğu ve İç Anadolu bölgesindeki kırsal yerleşmelerde göçmenlerin büyük bir bölümü köylerini terk ederek ya da yerli halka satarak, batı bölgelerine yerleşmeyi tercih etmişlerdir. Ege ve Akdeniz bölgesindeki kırsal yerleşmelerden göç çok düşük oranda olmuştur. Yerli halkla olan uyuşmazlık dışında, eğitim ve istihdam sorunlarının çözülemeyişi de göçmenleri ülke içinde yeniden göçe zorlamıştır. 1980 yılından itibaren göçmenlerin yerleşim ve özellikle konut sorunlarına daha farklı yaklaşımların olduğu görülmektedir. Herşeyden önce 2510 sayılı iskan yasasının göçmenlerin ülkede yerleştirilmesinde yeterli olamadığı kabul edilmiş ve toplu olarak gelen Afganlı göçmenler, Bulgaristan’dan göçe zorlanarak gelen göçmenler, Birleşik Devletler Cumhuriyetlerinden getirilen Ahıska Türkleri için ayrı ayrı yasalar çıkarılarak yerleşim uygulamalarının çerçevesi belirlenmiştir. Bu doğrultuda yapılan çalışmalar içinde Bulgaristandan 1989 yılında gelen göçmenler için yapılan uygulamalar farklılık göstermektedir. Göçmenlerin yerleşim projelerine başlangıçtan itibaren katılımları sağlanmış ve göçmenler istedikleri yerlerde parasal katılımları ölçüsünde konut tiplerine sahip olma hakkını kazanmışlardır. Bu dönemde göçmenlerin konut sorununu toplu konut yaklaşımı ile çözmeyi amaçlayan projeler üretilmiş ve Anadolu’nun küçük ilçelerinde bile yapılan uygulamalarda yerleşmeler ya toplu konut alanlarında olmuş ya da bu yerleşmeler için belirlenen alanlar daha sonra toplu konut alanlarına dönüştürülmüştür.
KAYNAK: Yurt ansk.il,il,dünü,bugünü,yarını ,cilt-2-1980, Derleyen: İbrahim Tuzcu
TÜRKİYE’DEKİ ETNİK GURUPLAR
Türk : Avşar, Yörük, Manav, Türkmen, Tahtacı, Tatar, Nogay, Pomak, Kırgız, Karapapak, Terekeme, Gacal, Azeri, Özbek, Harzem, Çepni, Oğuz, Kırımçak, Karaçay, Balkar, Kazak, Kumuk, Karakalpak, Uygur, Ahıska, Muhacır, Gagavuz, Salurlu, Yerli, Pallık, Dadaş, Gakkoş, Efe, Abdal, Aydınlı, Aşiret, Sıraç, Nalcı, Çaylak, Teber, Beydili, Barak, Şirvan, Karabağlı, Şaman, Torbeş, Oratakçı, Amuca, Bedrettinli, Karamanlı, Patriot, Kırım Tatarı, Yakut, Hazar, Karakeçili, Sarıkeçili, Karakoyunlu, Akkoyunlu, Torlak, Kasap, Kıvırcık, Peçenek, Kıpçak, Göçmen, Çıtak, Eybek, Zeybek, Sancaklı, Dobrucalı, Afgan Türkü.
Kürt: Kurmanc
Kürt: Kurmanc
Zaza: Kırmanc, Dimili, Kırd
Gürcü: Acar, Kartveli, Kart, Svan, Svan-Megrel, Melaşvili, Gurian ,İngilo
Kafkasyalı: Abhaz (Kavimleri: Aşıwua, Aşkarıwua, Apsuwa), Adige (Kavimleri: K'emguy,Yegerukay, Abadzeh, Şapsığ,Hak'uç, Hatukay, Natuhay, Kabardey, Besleney, Mahoş, Mamhığ, Bejduğ, Jane), Ubıh, Dağıstan (Kavimleri: Avar, Lezgi, Dargi, Lak), Çeçen, İnguş, Oset
Boşnak: Bosnalı, Sancaklı.
Arnavut: Şiptar, Toska ve Gega (Kosova)
Arap : Fellah, Nusayrı, Sason, Bitlis, İdil, Urfa, Bedu, Diyarbakır
Laz: Mohdi, Megrel
Hemşinliler
Ermeni
Süryani: Türoyo, Qıltu, Mlahsö
Ermeni
Süryani: Türoyo, Qıltu, Mlahsö
Musevi
Rum
Rum
Roman : Rom, Çingene, Poşa
Nasturi: Türoyo
Keldani: Surit
Bahai
Yezidi: Ezidi, İzdi, Azidi, İzid, Izdi, Darsın, Rasni
Yezidi: Ezidi, İzdi, Azidi, İzid, Izdi, Darsın, Rasni
Sudanlı
Pontus
Leh
Rus: Malakan
Pontus
Leh
Rus: Malakan
Bazı Türk Boylarının Yaşadığı Şehirlere Örnek
KIPÇAK: Ardahan, Artvin, Erzurum
TEREKEME: Ardahan, Kars, Iğdır, Ağrı, Sivas, Muş, Amasya
AHISKA: Iğdır, Bursa, İzmir
AZERİ: Iğdır, Kars, Ağrı, Ardahan
YÖRÜK: İzmir, Antalya, Afyonkarahisar, Bursa, Ankara, Mersin, Muğla, Aydın, Balıkesir
MANAV: Bursa, Bilecik, Sakarya, Bolu, Düzce, Eskişehir
TÜRKMEN: Ardahan, Ş.Urfa, Tunceli, G.Antep, Kilis, Afyonkarahisar
AVŞAR: Kayseri, Adana, Kastomonu, Bolu, Isparta, Muğla, Antalya, Ardahan, Kars
KASAPLI: Mersin, Antalya, Karaman, Konya, Adana
Bazı Kafkas Boylarının Yaşadığı Şehirlere Örnek:
ADİGE(ÇERKES):Samsun, Tokat, Kars, Sivas, Kayseri, Bingöl, Sinop, Adapazarı, Balıkesir, İzmit, Eskişehir, Denizli, Antalya, K.Maraş, Düzce, Bolu, Afyon, Kütahya, Uşak, İzmir, İstanbul, Manisa, Aydın, Çanakkale, Adana, Erzurum, Niğde, Nevşehir, Mersin, Yozgat
ABHAZ(ABAZA): Adapazarı, Balıkesir, Eskişehir, Samsun, Tokat, Sivas, Kayseri, Sinop, Denizli, K.Maraş, Düzce, Bolu, Afyon, Kütahya, İstanbul, Adana, Muğla, Zonguldak, İzmit, Yozgat
GÜRCÜ(ACAR): Artvin, Rize, Trabzon, Ordu, Giresun, Erzurum, Sinop, Adapazarı, Balıkesir, Eskişehir, Samsun, Tokat, Kars, Sivas, Kayseri, Denizli, Antalya, K.Maraş, Düzce, Bolu, Afyon, Kütahya, Uşak, İzmir, İstanbul, Çanakkale, Adana
LAZ: Düzce,Artvin, Rize, İstanbul, Trabzon, Ordu, Giresun, Erzurum, Sinop, Adapazarı, Balıkesir, Eskişehir, Samsun, Tokat, Kars, Sivas, İzmir, Zonguldak, Gümüşhane, Bayburt, Van
ÇEÇEN-İNGUŞ: K.Maraş, Mardin, Muş, Kars, Konya, Çanakkale, Kayseri, Sivas,
AVAR-DİDO: Tokat, Sivas, K.Maraş, Yalova, Bursa, İstanbul, Erzurum, Muş, Adapazarı, Kars, İzmit, Giresun
LEZGİ: İzmir, Balıkesir, Bursa, Denizli, Sivas, Tokat, Erzurum, Kars, İstanbul
DARGİ: Tokat, Sivas, Yalova, Bursa, İstanbul, Trabzon, Hatay, İzmit, Samsun
LAK: Kars, Samsun, Sivas, Tokat, İstanbul, Trabzon, Ankara, İzmir
OSET: Kars, Muş, Kayseri, Yozgat, Sivas
TAT: Kars, Ağrı, Bursa, Balıkesir, Van
KAYNAK: Haluk Akçam -2007 kıt.
DÜZCE MERKEZ’ DE İKAMET EDEN ETNIK GURUPLAR
Merkez Mahalle
Aziziye,Günlü: Abaza,Çerkez
Hamidiye:Karadeniz göçmeni Hemşin,Yığılca manavı
Kiremitocağı (Hüseyinbey): Abaza, Çerkez,
Beyciler,: Manav
Çay,: Roman.Abaza
Hacımusa,: Bulgar göçmeni, Gürcü
Derelitütüncü,: Laz, Doğu karadeniz
Körpeşler,: Ağrı kürtü, Kardeniz göçmeni
Uzunmustafa,: Abaza,Çerkez
Aydınpınar (Şaguç,Hacıibrahim): Çerkez, Gürcü, Karadeniz Ordu,Trabzon
Şıralık, Kasap Eski ismi: Çerkez, Doğukaradeniz göçmeni
Darıcı,: Manav
Sarayyeri,: Çerkez
Arapçiftliği, Bostanyeri, Kazuk-Hable, Shap-Sug, Eski ismi: Çerkez
Çamköy,: Roman, Çerkez
Ağaköy,: Ağrı kürtü
Karacamusa:Abaza, Çerkez,
KÖYLER
Aksu (Albuz efendi)= Abaza, Gürcü
Beslambey, Eski ismi, Birge-Hable-Çerkezce, Akın, Yeni ismi= Abaza, Çerkez
Darıcı,= Yörük
Develi, Çerkez, Karadeniz göçmeni
Gölormanı,= Karadeniz Ordu, Gürcü, Çerkez
Hacıahmetler,=Laz,Çerkez, Manav
İstilli, Abaza, Çerkez, Muhacir
Kazukoğlu,Kazuko-Hable,Çerkezce=Çerkez,
Köp.Ömerefendi,=Çerkez, Abaza, Muhacir, Gürcü
Küçükmehmetler,=Çerkez,Doğu karadeniz
Nalbantoğlu,=Manav,Yörük
Paşakonağı,=Irak Kürtleri
Üçyol,Saduva,Balkanca,Hedemiye=Muhacir,Gürcü
Yeşilçam,, Gürcü
Akbıyıklar,
Çınardüzü,=Karadeniz Trabzon Ağasar,Rize
Dedeler,=Abaza
Doğanlı,Hakho-Hable,Çerkezce,Civit,Eski ismi=Çerkez,Gürcü
Eskimengencik=Muhacir,Manav
Gümüşpınar,Hacı Atıf,Eski ismi:Abaza,Çerkez
Hacıaliler,=Abaza
Kaledibi,=Abaza
Kızılcık(Suruh efendi)=,Çerkez,Karadeniz göçmeni
Kuşaçması,=Çerkez,Muhacir
Mamure,=Haymana Kürtleri
Ozanlar,=Manav
Paşaormanı,Kestane,Eski ismi=Çerkez,Karadeniz göçü
Sinirci,=Roman,Manav,Çerkez,Doğu karadeniz
Y.Taşköprü,Muhacir,Roman,Türkmen Yörük,Kürt
Çerkeztaşköprü,=Çerkez
Yahyalar,=Muhacir,Gagavuz türkleri
Yeşilçimen,=Muhacir,Yörük
Aktarla,=Abaza,Karadeniz göçmeni,Karadeniz Ordu
Bahçeköy,=Haymana Kürtü,
Büyükaçma,:Abaza,Çerkez
Çınarlı,Hacımusa,Eskiadı=Çerkez,Karadeniz göçmeni
Değirmenbaşı,(Mehmet bey)Kıralpınar,Eski adı,Soğukpınar,Yeni adı = Muhacır
Duraklar,Tahirağa,Mehmet efendi,Eski adı=Abaza,Çerkez,Manav,Karadeniz göçmenleri
Fevziye,Bostanlık,Eski adı:=Muhacir,
Günbaşı,Bakraz,Eski adı=Manav,Muhacir,Ordu
Hasanlar,=Manav
Karaçalı,(HacıHasan efendi)Çalıcuma,Eski adı=Doğukaradeniz,Çerkez
Kirazlı,Siyakoğlu,Eski adı=Doğukaradeniz,Çerkez
Kutlu,(Am ce Hasn efendi)=Çerkez,Abaza,Doğukaradeniz,Yomra
Muncurlu,=Çerkez,Gürcü,Giresun,Trabzon,Ordu,Kürt,Yörük(Söğüt)
Otluoğlu=Abaza,Çerkez,Manav
Pınarlar,Hampınaz,Eski adı=Çerkez
Tokuşlar,=Manav,Trabzon
Yayakbaşı,Şavsav,Çerkezce =Çerkez,Trabzon,Yomra
Y.Yahyalar,=Muhacir,Gagavuz Türkleri,Çerkez
Çavuşlar,=Türkmen,Manav,Trabzon,Rize,Ordu
Ballıca,=Muhacir,Kürt,Çerkez,Karadeniz göçmenleri,
ÇakırHalilibrahim,Hapip-Hable,Kestaneköy,Eski ismi=Çerkez,Abaza,Ordu,Trabzon
Çiftlık,=Çerkez,Gürcü,
Derdin,Güma,Eski adı,=Abaza,Ordu,Trabzon,Yomra
Esençam,=Abdal,Manav
Fındıklıaksu=Gürcü,Karadeniz göçmeni,Abaza
Gündolması (Hacı Talustan bey)= Manav
Hocaoğlu,=Muhacir
K.Hasanağa=Muhacir,Türkmen
Koçyazı,Metek,Eski adı=Çerkez
KuyumcuHacıali,:Abaza,Çerkez
Mur.Mengencik,=Muhacir
Ovapınar,=Abaza,Çerkez
Sallar,=Muhacir,Manav
Samandere,=Karadeniz Giresun
Turaplar,=Abaza,Çerkez
Y.Karaköy,=Çerkez,Muhacir,Karadeniz göçmeni
İslahiye,Taraş,Eski adı=Muhacir
Altınpınar,HacıAtıf,Eski adı=Çerkez,Karadeniz göçmeni
BataklıÇiftlık=Çerkez
Çakırlar,=Karadeniz göçmeni
Dağdibi,=Çerkez,Laz
Esenköy,=Gideni
Güven,Çapyak Çerkezce=Abaza,Çerkez,Karadeniz göçmeni
Gökçeköy,(Naş Hacıİsmail)Ortaköy,Eski adı=Karadeniz göçmeni,Çerkez
İhsanıye,Kapıcı=Muhacir
Konaklı,Bayramcı,Küçükibrahim,Eski adı=Çerkez,Abaza
Kavakbıçkı,Karadeniz Ordu
KüçükAhmetler,Çerkez,Manav
Musababa,:Muhacir,Gürcü
Sancaklar,=Doğukaradeniz
Şaziye,Bekirler=Muhacır
Erdemli=Abaza,Muhacir
Kabalak=Laz,Ordu
Düzköy= Laz
Düverdüzü=Giresun,Ordu
Çamlısu=Manav,Ordu,Gümüşhane
Aybaşı=,Abaza ,Çerkez daha sonra Karadeniz göçmeni
Aynalı=Çerkez,Hemşin,Ordu
Osmanca=Laz
Kurtsuyu=Rum,Doğukaradeniz,Giresun
Kozluk,Makaralık Eski ismi=Rum,Doğukaradeniz göçmeni
Kemerkasım=Manav
Suncuk=Laz
Uğur,(Mehdibey),Eski ismi=Abaza,Laz,Ordulu
Yaka=Manav,Laz,Ordulu
Yeniaynalı=Ordu
Yayla=Ordu
Hatipliketenci=Manav
Kemerkasım=Manav
Nasırlı=Manav,Trabzon
İçmeler= Haymana Kürtü
Sultaniye=Haymana Kürtü
Tınaş= Haymana Kürtü
Akyazı=Muhacir
Selamlar,İbrahimağa=Muhacir
Çaybükü,Bosantı=Muhacir
Sarıdere= Muhacir
Şimşir,=Manav,Gürcü
Güzeldere=,Karadeniz Giresun Tirebolu
Cevizli,=Gürcü
Yunusefendi =Karadeniz Ordu
Turaplar =Manav
Keçiağalıköy=Manav
Yazıpınar=Karadeniz göçmeni
Zekeriyaköy=Abaza Karadeniz göçmeni
Kuyudüzü= Karadeniz göçmeni
Güneyköy=Karadeniz göçmeni
Kuraklıköy=Abaza
Hacısüleyman bey köy=Abaza,Arap
Çayköy=Abaza
Saçmalıpınar=KaradenizTrabzon Ağasar
NOT: Tespit edebildiklerim bu kadar, unuttuğum olduysa af ola
KAYNAK: Derleyen:İbrahim Tuzcu
TÜRKİYE’ DEKİ ETNİK GURUPLARIN NÜFUS’LARININ DAĞILIMI
TÜRKLER: Türkmen, Yörük, Tatar, Tahtacı, Terekeme, Karaçay, Azeri gibi Türk soyundan gelen gruplar, Türkler’i oluşturuyor. Kökenleriyle ilgileri kalmayan bu grup 50 milyon civarında ve diğer Türkleşme sürecinde olanlar da dâhil edildiğinde bu sayı 55 milyona çıkıyor.
KÜRTLER: Raporda ikinci grup olarak Kürtler gösteriliyor. Sayıları 3 milyon civarında olan bu gruba Zazalar da dâhil edildiğinde Kürt nüfusu 12 milyon 600 bini aşıyor. Ancak bu sayının 2.5 milyonu ciddi derecede Türkleşme sürecinde ve bazı yerlerde Kürtlüğünü kabul etmeyen bile çıkıyor.
GÜRCÜLER: Ağırlıklı olarak Ordu, Artvin, Samsun ve Marmara bölgesinde yaşıyorlar. 1 milyona yaklaşan nüfusuyla Gürcüler, Karadeniz'deki birkaç ilde yaşayanların dışında Gürcüce'yi unutmuş durumda. Ancak son yıllarda Gürcistan'ın kurulmasıyla Gürcülüğe yönelik bir artış olduğu dikkat çekiyor.
BOŞNAKLAR: Adapazarı, İzmir ve Manisa'da toplu halde yaşayan Boşnaklar'ın nüfusu da 2 milyonu buluyor.
ÇERKEZLER: Değişik şehirlerde yaşayan Çerkezler de 2.5 milyon civarında ve Çerkezler’in yüzde 80'i Çerkezce'yi unutmuş görünüyor.
ARAPLAR: Başta Siirt, Şırnak, Mardin, Diyarbakır, Şanlıurfa, Hatay, Adana ve İstanbul'da yaşıyorlar. Türkiye'deki nüfusları 870 bin olarak gösteriliyor.
ARNAVUTLAR: Türkiye'deki nüfusları 1 milyon 300 bini aşmış durumda. Arnavut nüfusunun yarıdan çoğunun, Türkleşme süreci sonunda Arnavutluk'la hiçbir ilgisi kalmadı. 500 bin Arnavut da ise çok canlı bir şekilde 'Arnavutluk şuuru' var.
LAZLAR: Bütün Doğu Karadenizliler'in Laz sanılması yanlışından dolayı kalabalık sanılan Lazlar'ın gerçek sayısı 80 bin civarında. Çünkü bir Kafkas halkı olan ve Lazca konuşan gerçek Lazlar, Rize ve Artvin'in birkaç köyünde ve göç ettikleri birkaç Marmara şehrinde yaşıyorlar.
HEMŞİNLER: Lazlar gibi Rize ve Artvin'in bazı ilçelerinde yaşıyorlar ve sayıları 13 bin civarında.
POMAKLAR: Bazılarına göre Türk, bazılarına göre Slav ırkından olan Pomaklar da 600 bin civarındalar ve tamamıyla Türkleşmiş durumdalar.
DİĞER ETNİK GRUPLAR: Türkiye'de yaşayan diğer etnik grupların sayısı da 1 milyonu aşıyor. Bunların arasında çingeneler 700 binlik nüfusuyla başı çekiyor. Türkiye'de ayrıca 60 bin Ermeni, 20 bin Yahudi ve 15 bin Rum kökenli vatandaşın yanı sıra çok az sayıda Süryani de hayatını sürdürüyor.
TÜRK NÜFUSU ARTIYOR
Raporun en çarpıcı başlıklarından biri ise Türkler’in nüfus artış hızında yatıyor. Buna göre Türk nüfusu son 15 yıldır az oranda artış gösteriyor. Buna karşılık Kürtler her yıl yüzde 2,5 oranında artış gösteriyor. Araştırmaya göre Boşnaklar her yıl binde 12, Türkler binde 8, Arnavutlar binde 5 oranında azalıyorlar. Buna karşılık Türkleşme oranının en fazla Kürtler’de olduğu, onları Boşnaklar’ın, Çerkezler’in ve Arnavutların takip ettiği görülüyor. Güneydoğudan göç eden Araplar’da da yoğun bir Türkleşme hızı olduğu belirtiliyor.
KAYNAK: www.Tüik.gov .tr.Derleyen.:İbrahim Tuzcu
KAFKASYA HALKLARI
Menşei Türk dillerine göre olanlar:
KARAÇAYLILAR: 1943 kışında Stalin'in marifetiyle, 80000 Karaçaylı kadın ve çocuk, Kazakistan, Kırgızistan ve Özbekistan'ın meskûn olmayan çöl kısımlarına sürüldü ve erkekler de Rus ordusunun ön saflarında yerleştirilerek Nazilere kırdırıldı. Bu katliamda, sürgündekilerin büyük bir kısmı açlık, sefalet ve salgın hastalıklar yüzünden, savaşa zorlananlar da soğuk ve cephanesizlikten öldüler. Ondört sene sonra, geriye kalan Karaçaylılar için Kafkasya'daki öz vatanlarına dönme izni çıkarıldı. Günümüzde, Karaçay-Çerkes Cumhuriyetinde yaşayan Karaçaylı nüfusu 185000 kadardır. Türkiye'de Eskişehir ve Konya illeri çevresinde, Özbekistan'da, Kazakistan'da, Rusya'da, ABD'de ve Almanya'da yaşayanlar ile birlikte toplam Karaçaylı nüfusu 300000 kadardır. Karaçaylılar Türk ve Müslümandır. Alanların soyundan geldiklerine inanırlar.
Karaçay-Çerkes Cumhuriyeti 14100 km² olup başkenti Çerkesk'tir. 480000 nüfusun beşte ikisini oluşturan Karaçaylılar burada en büyük etnik gruptur. İkinci sırada olan Çerkesler ise nüfusun dokuzda biri kadardır. Ülkedeki Karaçaylı ile Çerkes oranı yediye ikidir. Kıpçak Türkçesinin bir kolu olan Karaçay dili, Malkar dili ile büyük bir benzerlik taşır. Nalçık ve Maykop kazılarından elde edilen bulgular, Türklerin bu bölgeye beşbin yıl önce yerleştiklerini kanıtlamaktadır.
MALKARLAR: İkinci Dünya Harbi sırasında, Malkarlar da Karaçaylılar ile birlikte Ruslar tarafından sürgün edilmişlerdir. Günümüzde, Kabardino-Balkar Cumhuriyeti'nde 120000 Malkar Türkü yaşamaktadır. Bir milyon nüfusu olan Kabardino-Balkar Cumhuriyeti'nin alanı 12500 km² olup başkenti Nalçık'tır. Malkar dili Kıpçak Türkçesinin bir koludur. Türkiye'de Konya ili çevresinde de yaşayan Malkarların dünya genelinde nüfusu 150000 kadardır. Kafkasya'da yaşadıkları bölgenin adına (Malkar > Balkar) izafeten aslında Malkarlılar denilmesi gereken Malkarlar Türk ve Müslümandır.
Karaçaylılar ve Malkarlar önceleri Kafkasya'da, Kuban, Terek ve Kuma nehirlerini kapsayan geniş bir alanda yaşamaktaydılar. 15. yüzyılın sonunda bölgeye giren Kaberteylerin sürekli saldırıları yüzünden Elbruz dağının (Mingi tav) etrafına çekilmek zorunda kalmışlardır. Kıpçak kökenli bu iki Türk ulusu aslında dil ve kültür açısından birbirine son derece benzer.
KUMUKLAR: Hazar kolundan gelen Kumuklar çoğunlukla Dağıstan'ın kuzey ve doğusunda (420000) yaşarlar. En çok Sulak ile Terek nehirleri arasında bulunurlar. Osmanlı döneminde Türkiye'ye sığınan Kumuklar ise Tokat, Sıvas, Çanakkale gibi illerimize yerleşmişlerdir. Kumuk dili Kıpçak Türkçesinin bir koludur. Kumuklar Türk ve Müslümandır.
NOGAYLAR: Günümüzde, kuzey Dağıstan'da sadece 42000 Nogay bulunmasına karşın, Nogay nüfusu oldukça geniş bir alana yayılır. Azak Denizi'nin kuzeyinde, Kırım'da (Cedişkul, Camboyluk), Dinyester nehri civarında (Bucak, Cedsan), Çeçenistan'da, Stavropol eyaletinde, Romanya'da (Dobruca) yaşayan Nogayların 100000 kadarı da Türkiye'de Ceyhan, Ankara, Eskişehir illeri ve Tuz Gölü civarında bulunmaktadır. Yakın tarihte Rusların hışmına uğrayan Nogaylar özellikle Kırım'da büyük bir katliamın kurbanı olmuşlardır. Dünyadaki Nogay nüfusunun yarım milyona yakın olduğu kabul edilir. Dilleri gibi, Nogaylar Türklerin Kıpçak kolundan gelirler ve Müslümandırlar. Dağıstan'dakiler Kara Nogay olarak bilinirler. Nogay adı, Cengiz Han'ın torunu Nogay Han'dan gelir.
TÜRÜKMENLER: 17. yüzyılda Türkmenistan'dan Kafkasya'ya ve Stavropol eyaletine göçeden Türkmenler kendilerine Türükmen ve bazen de Türken derler. Oğuz Türkçesi konuşurlar ve Müslümandırlar. 1958 yılında nüfusun 15000 olduğu belirtilmiştir. Sonraki nüfus sayımlarında Rus olarak kaydedildikleri için sayıları bilinmiyor.
AZERÎLER: Hun İmparatorluğu döneminden beri bölgede yerleşik Azerilerin 8.5 milyonu bugün 86600 km² alanı kaplayan ve başkenti Bakü olan bağımsız Azerbaycan Cumhuriyeti'nde yaşamaktadır. Diğer yandan, dünyadaki Azeri nüfusu yaklaşık 35 milyon kadardır ve hepsi Müslümandır. Türkiye'de bir milyon Azeri vardır. Ancak, en büyük çoğunluk 24 milyon nüfus ile İran'ın kuzeybatısında yaşamaktadır. Türkiye Türkleri gibi, Azeriler ve dilleri Oğuz Türklerinden gelir. Azerbaycan dışında, özellikle Ermenistan (15000?), güney Dağıstan (125000) ve Gürcistan'ta (310000) olmak üzere, Kafkasya'da yarım milyonu aşkın Azeri yaşamaktadır. Rusların desteği ile, Ermeniler 1918'de 12000 ve 1992'de 20000 Azeriyi vahşice katletmişlerdir. Halen de Azerbaycan'ın Dağlık Karabağ bölgesinde Ermenilerin kışkırtıcılığı devam etmektedir.
NAHÇIVAN ve GÖKÇAY TÜRKLERİ: Azerbaycan'ın sınırötesi parçası olan Nahçıvan Özerk Cumhuriyeti'ndeki Azeriler ve Ermenistan sınırları içinde kalan Zangezur bölgesi ile Gökçe gölün (Sevan) güneydoğusunda yaşayan Azeri toplulukları, Ermeniler tarafından sistemli olarak katledilmiştir. 1992 yılındaki büyük katliamdan sonra oldukça azalan Gökçay Türklerinin bugünkü nüfusu bilinmemektedir. Ermenistan'ın güneydoğusunda 8000 kadar oldukları tahmin ediliyor. Nahçıvan adı, 12. yüzyılda bölgenin hakimi olan İldenizli Atabeyi Cihan Pehlivan'dan gelmedir (Nakş-ı Cihan Pehlivan = Cihan Pehlivan'ın eseri). Bugün 380000 nüfusunun %98'i Azeri olan Nahçıvan Cumhuriyeti'nin alanı 5500 km² ve başkenti Nahçıvan Şeher (Babek)'dir. Nahçıvan'ın 11 km'lik sınırı ile Türkiye'ye coğrafi bağlantısı vardır.
MESKET - AHISHA TÜRKLERİ: Bugünkü Türkiye'nin Gürcistan sınırındaki Ahıska (Mesket) bölgesinden 1944 yılında Stalin tarafından Orta Asya'ya sürülen Türklerin çoğu Kırgız, Kazak ve Özbek çöllerinde açlık ve sefalet içinde telef oldular. Günümüzde nüfusu 350000 kadar olan Ahıska Türkleri Müslüman ve Kıpçak boyundandır. Sürgünün etkisiyle modern Kıpçak diline kayan Oğuz Türkçesi konuşurlar. Gürcistan'ın güney kısmı uzun bir süre Kıpçak Atabeylerinin egemenlik alanı olmuş, 16. yüzyılda da Osmanlı İmparatorluğu'na dahil edilmiştir. Batıda Acaristan, ortada Mesketistan ve doğuda da Borçalistan olan üzere bu bölgeye Güney Kıpçak İli denirdi. 1829 Edirne anlaşması ile Ruslara bırakılan bölgedeki Türkler sürekli soykırımına uğradılar ve 2. Dünya Savaşı sonunda Stalin'in marifetiyle topluca sürgün edildiler. M.Ö. 6. yüzyıldan beri Ahıska Türklerinin anavatanı olan bölge, günümüzde Samtske-Cavaketi adı ile Gürcistan'a bağlıdır ve Ermeniler buraya da göz dikmişlerdir.
KARAPAPAKLAR: Ermenistan ile Gürcistan'ın sınır bölgesinde, batı Azerbaycan'ın kuzeybatı kısmında, Sulduz bölgesinde ve Türkiye ile Gürcistan sınır bölgesinde yaşayan Karapapaklar'a Terekeme Türkleri de denir. Bu sözcük, Arapçada Türkler anlamındaki "Terâkime"nin bozulmuş halidir. İran'da yaşayanlar Azeri sayılmaktadır. Oğuz boyundan ve Müslüman olan Karapapak nüfusu 300000 civarındadır. Karapapakların bir kolu olan Borçalı Türkleri de Gürcistan'ın eyaletleri olan Kartli'de ve Kakheti'nin güneyinde yaşarlar. Türkiye'de Kars, Ardahan, Adana, Sıvas, Tokat, Amasya gibi illerimizde Karapapak nüfusu vardır. Karapapak dili, Azeri Türkçesinin bir lehçesidir.
KALMUKLAR: Adları hernekadar geride kalan anlamında Türkçe "kalmık"dan türemiş ise de, dillerinden ötürü batılılar Kalmukları Moğol halkından sayarlar. Ancak, Kalmuklar Moğol olmadıklarını savunurlar. Oyratlar, Buryatlar ve Halkalar gibi, Kalmukların soy olarak Türklerle yakın bağları vardır. Kalmuklar, şamanizm ile karışık bir Budist inancını benimsemişlerdir. Uygur dillerine benzeyen Kalmuk dilinin ne ölçüde Moğol grubundan sayıldığı tartışmalıdır. Nüfusunun yarısı Ruslar tarafından katledilen ve sürülen Kalmuklar, bugün genellikle Kalmukya'da, Moğolistan'ın batı kesiminde, Sibirya'da ve Çin'in batısında yaşarlar. Sürgündekilerin bir kısmı, örneğin Kırgızistan'daki Sart Kalmuklar Türk dilini konuşurlar ve Müslümandırlar. Bütün dünyadaki toplam nüfusları 600000 civarındadır. Rusya Federasyonu'na bağlı cumhuriyet olan Kalmukya'nın nüfusu 300000, alanı 76100 km² ve başkenti Elista'dır.
Menşei Kafkas dillerine göre olanlar:
I - KUZEY KAFKASYA
A - Kuzey-Batı Kafkasya
ÇERKESLER: Aslında bugün Karaçay-Çerkes Cumhuriyeti'nde 55000 ve Adıge Cumhuriyeti'nde 5000 civarında olmak üzere, Kafkasya'da Çerkes varlığı azınlıktadır. Ancak, Adıgeler, Kabarlar, Abhazlar, Abazalar ve Ubıkhlara toplu olarak Çerkes dendiği düşünülürse, bu sayı elbette ki artar. Esasen, tarih boyunca bütün bu kabilelere toplu olarak verilen addan kaynaklanır "Çerkes" deyişi. Çerkesler önceleri Don nehri ve Azak denizi ile Karadeniz'in kuzeydoğu sahilinden Kuzey Kafkasya'ya kadar uzanan geniş bir alanda yaşayan iki milyonu aşkın nüfusa sahiplermiş. Çok eski devirlerden beri var olan Çerkesleri, Romalılar ve Bizanslılar "Kerketes" veya "Sirakes" gibi adlarla anmışlardır. Çerkesler, 18. yüzyılın ortasından 19. yüzyılın ortasına kadar sürekli Rus saldırıları ile boğuşmuşlar. Sonunda, Rusların katliamından kaçabilenler Osmanlı İmparatorluğu'na sığınmışlar. 1864 yılındaki sürgünde büyük bir kısmı telef olan Çerkeslerin yaklaşık bir milyonu veya biraz fazlası Osmanlı toprağına sığınabilmiştir. Günümüzde, nüfusu iki milyona yakın olan Çerkeslerin yarıdan fazlası Türkiye'de, biri Düzce'den Çanakkale'ye ve diğeri de Samsun'dan Hatay'a kadar uzanan iki geniş bölgede yaşıyorlar ve ana dilleri çoğunlukla Türkçedir. Çerkes dili dendiğinde de genellikle akla Kabar ve Adıge dilleri gelir.
Toplam iki milyona yakın Çerkes nüfusunun yarıdan fazlasını Kabarlar (% 57.0), üçte birini Adıgeler (% 32.7), onda birini de Abhazlar (% 7.6) ve Abazalar (% 2.7) oluştururlar. Çerkeslerin yarıdan fazlası (% 51.5) Türkiye Cumhuriyeti'nde yaşayan ve Türkçe konuşan vatandaşlarımızdır. Kabarların % 56'sı, Adıgelerin % 50'si, Abhazların % 30'u ve Abazaların % 24'ü ülkemizde yaşamaktadır. Abhazya'daki Abhazlar (% 5.3) dışında bütün Çerkesler Müslümandır. Günümüzde, Çerkeslerin toplam nüfusunun sadece üçte biri Kafkasya'da bulunuyor. Çerkes çoğunluğunun Türkiye'de olmasının yanısıra, örneğin Adıgelerin üçte biri bölgenin ötesindeki diğer ülkelerde yaşamaktadır.
KABARLAR: Adıgelerin bir kolu olarak kendilerine "Kabertey" diyen Kabarlar yaklaşık bir milyon nüfüsa sahiptir. Karaçay-Çerkes (55000 Çerkes) ve Kabardino-Balkar (500000 Kabar) Cumhuriyetlerinde yaşayanların dışında büyük bir kısmı Türkiye'de özellikle Kayseri-Uzunyayla bölgesine yerleşmişlerdir. Az bir kısmı da Gürcistan'da bulunmaktadır. Kabar dilinin Terek ve Besleney lehçeleri vardır. Kabarlar Müslümandır. Bir milyon nüfusa sahip Kabardino-Balkar Cumhuriyeti 12500 km² olup başkenti Nalçık'tır.
ADIGELER: Toplam nüfusu yaklaşık 600000 olan Adıgeler Müslümandır ve büyük bir çoğunluğu Samsun, Balıkesir, Sakarya, Düzce, Kayseri, Tokat, Kahramanmaraş gibi Türk kentlerinde yaşarlar. Kabileye göre lehçeleri olan Adıge dilini konuşanların sayısı yaklaşık 300000 kadardır ve Kafkasya'dakiler genellikle Bzeduğ ve Kemirgöy lehçelerini kullanırlar. Türkiye'de ise genellikle Abzek ve Şapsığ hakimdir. Adıgabze denilen bu dilin Besleney kabilesince konuşulan Kabertey diline yakınlığı yüzünden, her ikisini de Çerkes dilinin batı ve doğu dalları olduğunu düşünenler vardır. Nitekim, Kabarlar da kendilerini Adıgelerin bir kolu olarak görürler. Çoğu kez Çerkes olarak anılan Adıgelerin yaklaşık 120000'i Rusya'nın Krasnodar eyaleti içinde yer alan Adıge Cumhuriyeti'nde (Adıgeya) bulunmaktadır. Yarım milyonluk nüfusunun yaklaşık üçte ikisi Rus olan Adıge Cumhuriyeti'nin alanı 7600 km² ve başkenti Maykop'tur. Adıge'de azınlık olsalar da politik yetki Ruslar tarafından Adıgelere verilmiştir.
ABHAZLAR: Toplam nüfusun yaklaşık 160000 olmasına rağmen, Gürcistan'da otonom bir cumhuriyet sayılan Abhazya'da nüfusun sadece %44'ünü oluşturan 95000 Abhaz yaşamaktadır. Günümüzde, Abhazların yaklaşık üçte biri (50000) Türkiye'de Çoruh, Bolu, Sakarya gibi illerde bulunuyor. Abhazya'dakilerin kıyı şeridinde oturanlar Rus baskısı yüzünden Ortodoks Hıristiyan dinini kabullenmelerine karşın, iç ve dağlık bölgedekiler ile Türkiye'deki çoğunluk Müslümandır. Kafkasya'da Abhaz dilini konuşanlar yaklaşık 50000 kadardır ve burada Abzıva lehçesi hakimdir. Osmanlı İmparatorluğu döneminde Türkiye'ye yerleşmiş olan Abhazlar'ın ana dilleri ise Türkçedir. Ancak, yaşlılar arasında az sayıda da olsa bu dilin Bzıb ve Sadz lehçelerini bilenler vardır. Abhazya 23 Temmuz 1992'de Gürcistan'dan bağımsız olduğunu ilan etmiş ise de bu girişimi sadece Ruslar destekledi. Ayrılıkçı parlamentonun 18 Ekim 2006'da aldığı bağımsızlık kararını da Ruslardan başka destekleyen çıkmadı. Başkenti Sukhum ve nüfusu tahminen 220000 olan Abhazya yaklaşık 8600 km² kadardır.
ABAZALAR: Toplam nüfusu yaklaşık 50000 olan Abazalar, genellikle Karaçay-Çerkes Cumhuriyetinde yaşarlar. Bir kısmı Adıge Cumhuriyetinde ve yaklaşık 12000 kadarı da Türkiye'dedir. Müslüman olan Abazaların dili Abhazcaya yakındır ve Aşkereva ile Tapanta lehçeleri vardır. 1991'den bu yana özerk bir Abazinya kurmaya çalışan Abazalar, 2006'da Rus Federasyonu'nun izniyle başkenti Psız olan Abazinski'nin 2009 yılında ilan edileceği vaadini aldılar.
UBIKHLAR: Rusların 1864 yılında Çerkesleri toplu olarak sürdükleri sırada, bütün Ubıkhlar Osmanlı İmparatorluğu'na sığındılar. Bugün sayıları gayet az olmakla birlikte, Ubıkhlar Balıkesir ve Manyas civarındaki köylerde çiftçilikle geçiniyorlar ve ana dilleri Türkçe olup hepsi Müslümandır. Bu dili konuşan son kişi olarak merhum T. Esenç'in 1992'deki vefatı ile Ubıkhça tarihe karıştı.
B - Kuzey-Orta Kafkasya (Nakh kolu)
ÇEÇENLER: Yaklaşık birbuçuk milyon Çeçenin büyük çoğunluğu Çeçenistan'da yaşamaktadır. Çeçenler Müslümandır. Kadiri ve Nakşıbendi tarikatlarına ilgi duyarlar. Çeçenler kendilerine Nokhçı derler. Dağıstan'da ve Moskova'da yoğunlaşmış olan Çeçenlerin bir kısmı da Türkiye'de, özellikle Sivas, Muş ve Mardin kentlerinde yaşamaktadır. Çeçen dili, Vaynakh da denilen Nakh dil grubunun en önemli koludur. Rus Federasyonu'nda yer alan Çeçenistan 15300 km² olup başkenti Grozni'dir ve ülke nüfusunun (1300000) % 95'ini Çeçenler oluşturmaktadır. İçkerya ise, bağımsızlık için savaşan Çeçenlerin kendi cumhuriyetlerine verdikleri isimdir ve başkentlerinin adını da Caharkale olarak değiştirmişlerdir. Bağımsızlık savaşında bugüne kadar ikiyüz binden fazla Çeçen, Ruslar tarafından katledilmiştir.
İNGUŞLAR: Kendilerine Galgay adını veren İnguşların nüfusu yaklaşık 450000 kadardır. Stalin döneminde Sibirya ve Kazakistan bölgelerine sürüldüklerinde büyük bir kısmı telef olan İnguşlar Müslümandır. Çoğunluk (380000) İnguşetya Cumhuriyetinde yaşar. Bir kısmı halen Kazakistan, Çeçenistan ve Türkiye'de bulunmaktadır. İnguş dili, Nakh dil grubunun önemli bir koludur. 4000 km² kadar bir alanı olan İnguşetya'nın nüfusu yaklaşık yarım milyon ve başkenti Magas'tır.
KİSTLER: Gürcistan'ın kuzeydoğusunda, Argun ile Aksay havzalarında ve Grozni çevresinde yaşayan Kistlerin nüfusu yaklaşık 7500 kadardır. Kistler Müslümandır. Kist dili Nakh dil grubuna aittir.
BATSLAR: Gürcistan'ın kuzeyinde yaşayan Batsların nüfusu yaklaşık 3600 kadardır. Batslar Müslümandır. Sadece konuşulan bir dil olan Bats dilinin Nakh dil grubuna ait olduğu varsayılır.
C - Kuzey-Doğu Kafkasya
AVARLAR: Nüfusu 900000 civarında olan Kafkas Avarlarının tamamına yakını (860000) Dağıstan'ın dağlık kısmında yaşar. Başta kuzeybatı Azerbaycan olmak üzere, Çeçenistan, Kalmukya, Gürcistan ve Türkiye'nin Marmara bölgesinde, Balıkesir ve Tokat'ta yaşayan Avarlar da vardır. Kuzey ve güney kabilelerine göre belirlenen iki ana kolda onbeş lehçesi olan Avar dili, daha çok Nakh dil koluna ait dillere benzer ve kuzeydoğu Kafkas dillerinin Avar-Andi-Tsez alt grubunu oluşturur. Tarihteki büyük Türk imparatorluklarından birini kurmuş olan Avarlar ile Kafkas Avarlarının akrabalığı konusu oldukça tartışmalıdır. Kafkas Avarları Müslümandır. Yaklaşık üç milyon nüfusu olan Dağıstan Cumhuriyeti'nin alanı 50300 km² ve başkenti Makaçkale'dir. Dağıstan'ın tarihi kahramanı olan Şeyh Şamil Avarlardandır.
Avar dilinin hakim olduğu kuzeybatı ve batı Dağıstan'da yine aynı dil grubuna giren Andi lehçelerini konuşan az sayıda halklar da vardır. Andi, Botlik, Godoberi, Karata, Akvakh, Bagvalal, Tindi, Çamalal gibi Müslüman küçük gruplardan oluşan bunların toplam nüfusu 50000 kadardır. Tsez veya Dido adını alan üçüncü alt grup ise güneybatı Dağıstan'da yerleşik yaklaşık 15000 kişi tarafından konuşulan Tsez ile birlikte Hinukh, Bezta, Kvarşi, Hunzib dil veya lehçelerini kapsar. Müslüman olan bu kabileler okur-yazar değillerdir.
LEZGİLER: Yaklaşık 750000 nüfusu olan Lezgilerin yarısı güney Dağıstan'da, üçte biri kuzey Azerbaycan'da ve altıda biri de dağınık olarak Kafkasya'da ve Türkiye'de Tokat ile Balıkesir civarında yaşamaktadır. Lezgiler Müslümandır. Kuzeydoğu Kafkas dillerinden sayılan Lezgice, aslında lehçe niteliğindeki on dilden oluşan bir dil grubuna aittir. Grubun diğer dilleri veya lehçeleri, kabile adlarına göre şöyle sıralanır: Tabasaran, Mıhabişdı (Rutul), Yıkbı (Tsakur), Agul, Udi, Arçi, Budukh, Krız ve Kınalug. Lezgi dili ile birlikte bu gruptaki dilleri konuşanlar yaklaşık bir milyon kadardır ve genellikle Dağıstan'ın güneyi ile Azerbaycan'ın kuzeyinde yaşarlar. Nüfusu 10000 olan Udiler dışında hepsi Müslümandır. Lezgiler genellikle Türkçe konuşurlar.
DARGALAR: Yarım milyon kadar olan nüfusunun büyük bir çoğunluğu (480000) Dağıstan'ın ortasında yaşayan Dargalar Müslümandır. Lezgi diline yakın olan Darga dilinin Kaytag, Kubaçi, İtsari, Çirag lehçeleri vardır. Kaytag kabilesinden olanlar genellikle Türkçe konuşurlar.
LAKLAR: Yaklaşık 140000 kadar Lak güney Dağıstan'da ve 20000 kadarı da ülkenin orta kısmında yaşamaktadır. Az bir kısmı da kuzeybatı Azerbaycan'da bulunur. Gazi-Kumuk da denilen Lak dili Lezgi diline çok yakındır. Laklar Müslümandır.
II - GÜNEY KAFKASYA
GÜRCÜLER: Toplam beş milyon nüfusun dört milyonu Gürcistan'da yaşamaktadır. Türkiye'de beşyüz bin Gürcü vardır. Genellikle Artvin ili çevresinde, Çoruh nehrinin batısında, Ordu'da, Sakarya'da yaşarlar. Diğerleri ise Rusya, ABD ve AB ülkelerindedir. Türkiye'deki Gürcülerin Müslüman olmasına karşın, diğerleri Ortodoks Hristiyandır. 1828/29 ve 1877/78 Türk-Rus savaşlarında Rus katliamından kaçan Müslüman Gürcüler, başta Artvin ve Ardahan olmak üzere doğu Karadeniz sahilindeki muhtelif illere yerleşmişlerdir. Çveneburi olarak da anılan göçmen Gürcüler, Türk kökenli olduklarını savunurlar.
Güney Osetya, Abhazya ve Acaristan dışında 54300 km² alanı olan Gürcistan'ın nüfusu bu alanda dörtbuçuk milyon ve başkenti Tiflis'dir. Üçe ayrılan güney Kafkasya dil ailesinde, Kartvel grubunda Gürcü dili ve lehçeleri, Zan grubunda Megrelian ve Laz dilleri, üçüncü kolda da Svan dili vardır. Başka bir hipoteze göre de Gürcü (Kartul) dili, Megrelian (Margalur) ve Svan (Luşn) dilleri ile güney Kafkasya'nın Kartvelian dil ailesine dahildir. Gürcü dilinin bir lehçesi sayılan Kivrul (Gruzi) dili ise sayıları az olan Gürcistan Yahudileri tarafından konuşulmaktadır. Gürcü ulusunun, Kartvel, Megrel ve Svan adını alan etnik gruplardan oluştuğu varsayılır. Ancak, Müslüman Gürcüler kendilerini ayrı tutmayı yeğlerler.
LAZLAR: Lazur adını verdikleri dilleri Megrellerin Margalur diline benzediğinden, Lazlar güney Kafkasya kökenli sayılırlar. Tamamına yakını Türkiye'de, özellikle Karadeniz Bölgesi'nin doğu kesimindeki kıyı şeridinde, Rize, Arhavi, Hopa, Artvin'de ve bir kısmı da Sakarya, Kocaeli, Bolu gibi yerleşim alanlarında yaşayan Lazlar Müslümandır. Acaristan'da da küçük bir grup oluşturan Lazların yeryüzündeki toplam sayısı ikiyüz bin kadardır. Gürcüler ile etnik bağı olmayan Lazlar, Kartvel kimliğinin dışında kalan Megreller ile birlikte, dilleri açısından güney Kafkasya'nın Zan grubunu oluştururlar. Laz dilinin Hopa, Arhavi, Düzköy, Pazar ve Ardeşen gibi yerleşim alanlarına göre belirlenen lehçeleri vardır. Laz dilinin fazla kullanılmaması ve bu farklı lehçeler arasında anlaşmanın zor olması yüzünden Lazlar genellikle Türkçe konuşurlar.
ACARLAR: Sovyet döneminde Müslüman Gürcüler olarak nitelenen Acarlar, Kıpçak Türkleri ile Gürcülerin birleşmesinden oluşmuş bir halktır. 12. yüzyılda Kıpçakların Gürcistan ve çevresine yerleşmeleri ile, gerek Gürcü asilleri gerekse halkı ile Kıpçaklar arasında yıllar boyu süren evlenmeler sonunda, zaten Gürcüler bir anlamda yarı Türk sayılan bir ulus haline gelmişlerdi. Daha sonra, Gürcü asimilasyonuna başkaldıranları ve Hıristiyanlığı benimsemeyenleri dışlayan bir politika uygulandı. Güneybatıya sürülen Müslüman Kıpçak-Gürcüler, Batum civarına yerleştiler. 1479-1878 arasında Osmanlı İmparatorluğu'nun bir parçası olan Acaristan, daha sonra Rus mezaliminden etkilenmiş ve Acarlar sürgüne uğramıştır. 1918'de Acaristan tekrar kurtarılmış ise de 1921 Kars antlaşması ile Türkiye'nin garantörlüğü altında olmak kaydıyla Gürcistan'a bağlı özerk cumhuriyet konumuna gelmiştir. Acaristan'ın alanı 2900 km² olup nüfusu 400000 kadar ve başkenti Batum'dur. Yoğun bir misyonerlik faaliyetine ve süregelen devlet baskısına rağmen, Acarlar günümüzde de Müslümandır. Acar dili Gürcücenin bir lehçesi olarak kabul edilse de Acarlar genellikle Türkçe konuşurlar.
Menşei diğer dillere göre olanlar:
OSETLER: Bilimsel açıdan kanıtlanmamış bir varsayım ile, Osetlerin Alanlar, Sarmatlar ve İskitler ile tarihsel bağları olduğu ve bunların da İran kökenli kavimler sayılması gerektiği söylenir. Oset dili de Kuzeydoğu İran dil grubunun tek kolu olarak kabul edilir. Bu gruptan sayılan Yagnubi dilini ise doğu Tacikistan'da sadece 2000 kişi konuşmaktadır. Osetçe konuşanların sayısı da günümüzde gittikçe azalmaktadır. Osetlerin çoğunluğu Ortodoks Hıristiyan dininden sayılsa da önemli bir kısmı Müslümandır. Yaklaşık 700000 civarında nüfusu olan Osetlerin beşte dördü, adına İrıston dedikleri ve kuzey bölümü Rus federasyonu, güney bölümü de Gürcistan sınırları içinde sayılan Osetya'da yaşarlar. Türkiye'de elli bin Müslüman Oset, Kars, Bitlis, Yozgat, Erzurum, Sarıkamış, Muğla, Antalya dolaylarında bulunmaktadır.
Kuzey Osetya'nın alanı 8000 km², nüfusu 780000, başkenti Vladikafkas'dır. Nüfusun üçte ikisini (490000) Osetler oluşturur. Güney Osetya'nın alanı 3900 km², nüfusu 100000, başkenti Tskinvali'dir. Burada da nüfusun üçte ikisini (65000) Osetler oluşturmaktadır. Kafkasya'nın jeopolitik öneminden ötürü, Güney Osetya günümüzde büyük güçlerin savaş alanlarından biri olmuştur.
TATLAR: Yaklaşık 15000 Tat Dağıstan'da, 25000 kadarı da Azerbaycan'da yaşamaktadır. Dillerinden ötürü İran kökenli bir ulus olduğu varsayılan Tatların % 95'i Müslümandır ve bunlara genellikle "Dağlı" derler. Geri kalanlar ise Dağıstandaki Hıristiyan ve Musevi Tatlardır. "Dağçıfıtı" veya Dağlıçıfut" denilen Musevi Tatlar Azerbaycan'ın kuzeydoğusundaki Oğuz boyları arasında da yaşarlar. Kafkasya Yahudileri, Dağ Yahudileri veya Cuhuro gibi adlar verilen bu Musevilerin Hazar Hanlığından kaldığı varsayılır. Konuştukları dil de Yahudice unsurlar taşıyan Tat dilidir. Tati denilen Tat dilinin İran dil grubunun batı kolunda yer aldığı öne sürülür. Musevi azınlığın dışındaki Tatların Kafkasya'da Pers ordusundan kalan kişilerden türediği düşünülmektedir. Tat adını bu ulusa Türkler vermiştir.
ERMENİLER: Kendilerine Hay derler. Tarihsel geçmişleri hakkında yeterli belgeye dayanmayan ve masal niteliğindeki hikayeler bir kenara bırakılırsa, Kafkasya'nın güneyinde yer alan küçük bir bölgede yaşayan Ermeniler, geçmişte kısa süreli dönemlerde küçük krallıklar kurmuşlarsa da, genellikle başka devletlerin egemenlik alanı içinde varlıklarını sürdürmüşlerdir. Hıristiyan dünyasından ayrı olarak, kendilerine mahsus bir Hıristiyan inancını benimserler. 16. yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu ile Safevi Devleti arasında paylaşılan bölge, daha sonra Osmanlıların Ermenilere otonomluk bahşettiği bir yer olmuştur. 19. yüzyılda Rusya'nın işgaline uğrayan Ermenistan, 1. Dünya Savaşında Ruslarla birlikte Osmanlı ordularına karşı savaşmıştır. Bu savaşın sonlarında, Rusların himayesindeki Ermenilerin doğu Anadolu'da ve Azerbaycan'da Türklere uyguladıkları katliamda binlerce kadın ve çocuk vahşice öldürülmüştür. Rus arşivlerindeki belgelere göre, katledilen Türklerin sayısı yarım milyondan fazladır. Keza, Osmanlı arşivlerinde bu katliam ile ilgili ikiyüz kadar toplu mezarın kaydı vardır. Sadece Erzurum'da, iki sene içinde ellibin Türk, Ermeni çetelerince öldürülmüştür. Ancak, batılı ülkelerin politik çıkarları gereğince, daha sonra bu katliamın Ermenilere yapıldığı şeklinde bir hikaye uyduruldu.
1991 yılında SSCB'nin çöküşü ile bağımsızlığını ilan eden Ermenistan'ın alanı 29800 km², nüfusu 3250000 ve başkenti Yerevan'dır. İran ve Türk dillerinden çok sayıda kelime barındıran Ermeni dili hakkında bir sürü spekülasyon yapılmıştır. Hind-Avrupa dil ailesinden sayılan izole bir dildir. Günümüzde, 70000 civarında Ermeni Türkiye'de yaşamaktadır. Keza, Müslüman Ermeni olan Hemşinliler İstanbul, Sakarya, Düzce, Kocaeli, Zonguldak, Rize, Artvin kentlerinde yaşarlar ve konuştukları Hemşince dili Anadolu Türkçesinin bir lehçesidir. İstanbul, Samsun, Ordu, Giresun, Trabzon gibi kentlerde yaşayan Ermeniler ise Hıristiyandır.
SLAVLAR: Kafkasya bölgesinde Slav kökenli Rusların ve Ukraynalıların sayısı her ülkede azınlıkta olmak üzere muhteliftir.
KAYNAK: M.HALUK AKÇAM-2007
ÇERKES’LER VE KÜLTÜRÜ
Çerkes’ lerde fölklorik giyim kuşam
TARİHİ: Çerkesler Çarlık Rusya’sının uyguladığı yayılımcı politikaların bir sonucu olan savaşlarda yenilgiye uğrayarak, 1864’lü yıllar öncesi ve sonrasında Anavatanları Kafkasya’dan zorla koparılıp Osmanlı topraklarına sürgün edildiler. Söz konusu yıllar ve 1877-1878 Osmanlı Rus Harbi sonucunda Düzce’de yaklaşık olarak 13 bin 500 Çerkes ve 6 bin Abaza iskan edilmiştir. İkinci Abdülhamit döneminde (1876-1908) nüfusu 36 bin civarı olan Düzce’de büyük bir nüfus hareketinin yaşandığı görülmektedir. Vital Cuinet adlı Fransız’ın 1891-1894´de Paris'te dört cilt olarak yayımlanan “La Turquie d´Asie” adlı eserinin Bursa ve Kastamonu’yu anlatan cildinde Düzce’ye bağlı 133 köy gözükmekte ve genel nüfus 34 bin 691 olarak verilmektedir. 1884-1885’de Doğu Cephesi'ndeki savaşları anlatan “Başımıza Gelenler” kitabının yazarı Mehmet Arif Bey, 1885-1886 senelerinde adliye müfettişi olarak teftiş ettiği Düzce’den kitabında şöyle bahseder, “Bu kazada, hemen çoğu çeşitli Kafkas kabilelerinden olmak üzer 35 bin kadar nüfus var.”Konuyu daha etraflı işlememizi sağlayacak iskan yıllarına ait bilgi ve belge eksikliği had safhadadır.1864 Çerkes sürgünü ile anavatanları Kafkasya’dan koparılarak Osmanlı topraklarına sürülen ve büyük bölümü Rumeli’de iskan edilen ancak 1877-1878 Osmanlı-Rus harbinin sonucunda Hıristiyan Batılı devletlerle Rusya’nın Çerkesleri Rumeli’den çıkarmak için Osmanlı devletine yaptıkları baskılar neticesi ikinci bir göçle Rumeli’den çıkartılarak Ortadoğu ve Anadolu’ya serpiştirilen Çerkeslerin yaşadıkları insanlık dramını anlatan yada bu konuya değinen mevcut kitap ve kaynakların hiçbirinde Düzce’deki iskan ile ilgili aydınlatıcı bilgi bulmak mümkün olmamaktadır. Dünyanın en önde gelen arşivleri arasında yer alan Osmanlı arşivlerinin Çerkeslerin sürgünü, göçü ve iskanı ile ilgili yüzlerce belge barındırdığını tahmin edebiliyoruz. Son dönemlerde Osmanlı Arşivlerindeki dokümanların tasnifi neticesi ortaya çıkan belgeler bunu desteklemektedir. Temennimiz bu belgeleri bilgimize sunacak bilimsel çalışmaların çoğalması ve özelde Düzce’deki iskanla ilgili bilgilere ulaşabilmektir.Düzce’de iskan edilen Çerkes ve Abaza nüfusu için yukarıda verdiğimiz yaklaşık rakamlara, 1898 Kastamonu Vilayeti Salnamesi'nin köy nüfusları ve hane sayıları ile ilgili verilerini gözden geçirdiğimizde (Özellikle iskan sırasında ve iskandan sonra bazı Çerkes ailelerin bölünmüş ailelerine kavuşmak isteği, hastalıklar, ekonomik sıkıntı v.b. nedenlerle yerleştikleri yerleri kısa süre içinde terk etmelerini de göz önünde bulundurarak) ulaşabilmekteyiz. İskan yıllarında Düzce ovasında kurulan Çerkes köylerini derlemek için, daha önce bu konuda yapılan araştırmaları dikkate alarak bir saha çalışması ile köylerin yaşlıları ve bu konuda bilgi sahibi gençleriyle görüşüp topladığımız bilgileri bir tablo haline getirdik. Çerkeslerin Kafkasya’dan sürgünü ile ilgili kaynak kitap ve dokümanları tarayarak Düzce özelindeki bilgilere ulaşmaya çalıştık. Yetersizlikler ve eksiklikler için anlayış bekliyor ve yapılabilecek her türlü katkıyı değerlendirmeye hazır olduğumuzu ifade etmek istiyoruz. Çalışmamız inşallah bu konudaki boşluğu dolduracak daha güzel çalışmalara öncü olur. Elimizdeki kaynaklar vasıtasıyla o yıllarla ilgili bir durum tespiti yapacak olursak 1864 yılında yayınlanan yeni vilayetlerin teşkili nizamnamesi ile Düzce’de Kastamonu Vilayeti'ne bağlı Üçüncü Mutasarrıflık Devri başlamıştı. Bu dönemde Düzce, Bolu Mutasarrıflığı'nın Göynük kazasına bağlı bir nahiye idi daha sonra 1871 yılında Düzce Göynük'ten ayrılarak müstakil kaza oldu.(1864-1908) Kastamonu Vilayeti, Bolu Mutasarrıflığı’na bağlı dönemi gösterir harita (1967 Bolu İl Yıllığı) Kafkasya’dan küçük gruplar halinde göçmenlerin gelmeye başlaması 1858 yılında Rusların Kuban nehrinin güneyindeki ovada ve dağlara uzanan toprak şeridinde oturan Nogay ve Çerkes kabileleri sıkıştırmaları ve bölgeyi ele geçirmeleri ile başlamıştır.1858 yılının Kasım ayı ile 1859’un aralık ayı arasında İstanbul’a hatırı sayılır sayıda göçmen gelmiştir. 1858’den önceki yıllarda da göçler olduğuna dair Başbakanlık arşivlerinde belgelerin mevcut olduğu bilinmektedir.
Düzce ovasındaki ilk iskanlarla ilgili edindiğimiz bilgilerse şu şekildedir. Düzce şehir merkezinin batısında 7 km uzaklıkta bulunan İstilli Köyü (Yedigey, Kanoko Habl) sakinlerinin bugünkü Adigey Cumhuriyeti'nin başkenti Maykop’un yaklaşık 160 km kuzeydoğusundaki Armavir şehrine 25 km mesafede ve Kuban nehri kıyısında bulunan Konokovo yerleşim biriminde yaşadıkları, 1854’lü yıllardaki Rus işgali nedeniyle verdikleri kayıplar ve uygulanan baskı politikaları neticesinde köyleri Kanoko Habl’de barınamaz hale geldikleri ve sonuçta bir kısmı civar köylere giderken bir kısmının da zorunlu olarak Osmanlı topraklarına göç ettikleri, köy yaşlılarından dinlenerek kayıtlara geçirilmiş ve bugüne ulaştırılmıştır.Kafkasya’daki köyleri bugün tamamen Kazak nüfusun yaşadığı bir yerleşim birimidir. Çerkeslerin Besleney kabilesine mensup olan köylüler Pşı Kanoko Adilgeri (Rus belgelerine göre Kinyaz Kanoko Adilgeri) önderliğinde Düzce’ye gelerek, Osmanlı padişahınca verilen tapu senediyle bugünkü İstilli köyünü kurdular. Aynı kafilede yer alan Pşı Anjoko Rıza Bey’de mahiyetiyle Develi köyünü (Anjokuey, Besni habl) kurdu. Düzce şehir merkezinin doğusunda 10 km uzaklıkta bulunan Muncurlu köyüde (Azobekey, Hatxı habl) büyük ihtimalle 1859’lu yıllarda, Kafkasya’nın aynı bölgesinden Rus işgali nedeniyle zorunlu olarak göç eden Besleney kabilesine mensup Çerkesler tarafından kurulmuştur. Düzce şehir merkezinin güneybatısında 18 km uzaklıkta bulunan Sarıdere Köyünün (Aşebey, Kabardey habl) kuruluşu da Kafkasya’nın aynı bölgesinden zorunlu olarak göç eden Kabardey kabilesine mensup Çerkesler tarafından 1860’lı yıllarda gerçekleştirilmiştir.21 Mayıs 1864 tarihinde iki asır devam eden Rus-Kafkas savaşları Çerkeslerin mağlubiyeti ile sonuçlanınca, insanlık tarihi 1863’ün sonbaharı ile 1864 yılının kış ayları arasında Çerkes halkının %90’ının anavatanlarından sürülmelerine tanıklık etti. Bu yıllarda yurtlarından sürgün edilen Çerkesler deniz yoluyla, Kafkasya’nın, Taman, Tuapse, Anapa, Soçi, Sohum, Batum limanlardan gemilere bindirilip Osmanlı Devleti'nin Trabzon, Samsun, Sinop, İstanbul, Varna, Burgaz ve Köstence limanlarında indirildi. O yıllarda Karadeniz sahillerine indirilen göçmenlerin bir kısmının bugün Düzce’ye bağlı bir ilçe olan Akçakoca’nın sahillerinde toplanarak, buradan iç kesimlerdeki en yakın ve en uygun yerleşim yeri olan Düzce’de iskan edildiklerine dair bilgiler vardır. Düzce merkeze bağlı Sarayyeri köyüne pek çok ailenin Akçakoca yolu ile geldiği söylenir. Anlatıldığına göre aileleri taşıyan gemi limana yanaşınca seyir için Akçakoca limanına yerel halktan gelenler olmuş. Bu meraklı kalabalığı gören Hakuyko adındaki bir Çerkes her ne his ve düşünce içinde ise gemiden atlayıp sahile çıkmış ve “biz seyirlik miyiz” diyerek herkesi kovalamış.Karadeniz kıyılarında Trabzon, Samsun ve Sinop limanlarına indirilen göçmenlerin bir bölümü iç kesimlere gönderilmeye çalışıldı. 1862 yılında kurulan “Muhacirin Komisyonu” göçmenlerin iskan edilecekleri yörelere “İskan-ı Muhacirin Memuru” gönderiyordu. 1864 yılında bu memurlar Kastamonu Vilayeti, İzmit ve Bolu Sancakları'na da gönderildi. İskan memurlarının görevi, bulundukları yerlerdeki boş ve devlete ait uygun arazileri tespit ederek göçmenlere dağıtmaktı. O yıllarda Düzce’nin Kastamonu Vilayeti Bolu Sancağı'na bağlı bir kaza olması, İzmit Sancağı'na olan yakınlığı ve iskanla görevlendirilen memurların bu merkezlerde çalışması sebebi ile hatırı sayılır miktarda göçmene ev sahipliği yapmıştır. 1869 yılına ait Kastamonu Vilayeti Salnamesi'nde Düzce için; “Kasaba-ı mezküre, Akçaşehir’in müdüriyet merkezi olup, Vilayetin cihet-i garbisinde, 69 saat mesafede düz bir ovada vaki bir muntazam kasaba olarak, oralarda külliyetli muhacirin-i Çerakese iskan olunmak hesabıyla Kasaba-ı mezküre günden güne imar olunmakta ve kesb-i cesamet eylemektedir” denmektedir. Buradan anlaşıldığı üzere 1864 Çerkes sürgününden sonra Anavatanlarından sürülen Çerkeslerin bir bölümü de bu yıllarda Düzce ovasında iskan edilmeye başlanmıştı. Osmanlı devlet yönetiminin belirlediği iskan bölgelerine yerleştirilen Çerkes göçmenlere tapuları da verilmiş ancak başka yerlere göç etmeleri hatta Kafkasya’ya geri dönmeleri yasaklanmıştır.1870 yılında Günbaşı köyünde iskan olunan, Çerkes muhacirlerinden Habis bin Kocaş’a verilen tapu senedi araştırmamızın ekinde bilgilerinize sunulmuştur.
Tapu Senedinin Orijinali
(OSMANLICA)
(Sultan Abdülaziz’in tuğrası)
(Sultan Abdülaziz’in tuğrası)
(TÜRKÇE)
(Sultan Abdülaziz’in tuğrası)
(Sultan Abdülaziz’in tuğrası)
solda: Kamu arazisi
sağda: Tapu senedi
"Padişah imzasının konmasının sebebi odur ki"
Bolu Sancağında Düzce Kazasına bağlı Bakras? Köyünde açık tarla denilen, etrafı Rehusegün?, İshak ve İmam Halil tarlaları ile çevrili tahminen üç dönüm kadar sahipsiz yoz ve boş yeri yeniden açarak ziraat yapmak üzere muhacirlerden Habis bin Kocas ruhsat talebinde olduğuna ve bu gibi yoz ve boş yerlerin isteklilerine ihale edilip bırakılması, beldenin imarı yanında ziraat faaliyetini canlandıracağından dolayı, adı geçen yerin şu andan itibaren anılan kişi tarafından sahiplenilip kullanılması için, nizamına uygun olarak düzenlenen bir sened verilmesi yerinden bildirilmiş, bunun üzerine Defterhane-i Hakani’de (Tapu Sicili’nde) yerine kayıt konmasıyla, kanun gereği imar etmek ve her sene şer’i öşürlerini memuruna vermek üzere adı geçen şahsın tasarrufuna izin verildiğini bildiren işbu sened eline verildi. Sene 1870,Tapu Negoer Fethi Güngör tarafından transkribe edilerek sadeleştirilmiştir.
“O dönemde muhacirler için köyler inşa olurken, çocuklarının eğitilebilmeleri için mektep yapılması gündeme gelmiş ve 1866 yılında Düzce Üskübü’de bir mektep inşa edilmişti.”(Saydam,1997: 176) 1869 yılında Batum'da iskan edilen Çerkes Hacı Bata Bey’in arazisinin verimsizliği yüzünden Düzce’nin Gümüşova denilen mahallinde iskan edilmeyi istediği görülmektedir.(Saydam,1997: 171-172) Anlaşılacağı üzere bugün Hendek ilçesine bağlı Beylice Köyü (Hacıbatbey) o yıllarda kurulan bir Abaza köyüdür.1877-1878 Osmanlı Rus harbi sonunda imzalanan Ayastefanos ve Berlin antlaşmalarına, Rusya tarafının ısrarı ile Çerkeslerin Rumeli’den çıkarılarak Osmanlı Rus sınırlarından uzak yerlere gönderilmeleri maddesi kondu. Böylece Rumeli’ye 1859-1876 yılları arasında yerleştirilen Çerkesler, bir kez daha yerlerinden edilerek Anadolu içlerine ve Ortadoğu’ya zorunlu olarak göç ettirildiler. Çerkesler Anadolu’ya iki yol takip ederek geçmişlerdir. Birinci grup İstanbul üzerinden Anadolu’ya geçerken diğer grup Varna, Ahyolu Bergosu, Tekirdağ, Dedeağaç ve Selanik gibi Rumeli sahilindeki liman ve iskelelerden Anadolu’ya geçmiştir.(İpek, 1999: 172)
Samsun ve Sinop limanlarında biriken Çerkesler Ankara ve Kastamonu Vilayetleri ile Bolu ve Canik sancaklarına gönderilmişlerdir. “Ağustos 1878’den itibaren Samsun ve Sinop iskelelerinin Çerkes muhacirlerle dolması üzerine Akçaşehir (Akçakoca), Amasra, Bartın, Ereğli, İnebolu ve Ünye gibi Karadeniz’in diğer iskelelerine de muhacir sevk edilmiştir. 4 Mayıs 1878 tarihine kadar Ahyolu Bergosu’ndan Bartın da iskan edilmesi için vapurlarla taşınacak muhacirlerden dörder bininin Sinop, İnebolu ve Akçaşehir’e (Akçakoca) üç bininin de Ereğli’ye taşınmasına karar verildi.”(İpek,1999: 38-39) 1878’de Akçakoca da bulunan Çerkes göçmenler arasında bazı hastalıkların arttığı ve burada memleket tabibi ve ilaç olmadığından, Kastamonu Vilayeti yetkililerinin merkezden tabip, eczacı ve ilaç talebinde bulundukları bilinmektedir. Bugün Akçakoca ilçesine bağlı bulunan Hasançavuş köyü sakinleri o yıllarda Kızılkese mevkiinden karaya çıkarak Zıkoji lakaplı Hasan Çavuşun önderliğinde köylerini kurmuşlardır. Çerkeslerin Jane kabilesine mensup olan köy sakinlerinin büyük bölümü çeşitli sebeplerden ötürü 1900’lü yılların başlarında Düzce’deki akrabalarının yanına göç etmişlerdir.Tahmin edilebileceği üzere 1877-1878 Osmanlı Rus Harbi sonrası Düzce’de iskan edilen Çerkeslerin Düzce’ye İstanbul ve İzmit Sancağı üzerinden karayolu ile, Rumeli’nin yukarıda bahsi geçen limanlarından gemilere binerek Akçakoca ve Ereğli kıyıları vasıtasıyla, Samsun ve Sinop gibi Karadeniz limanlarından, Kastamonu Vilayeti Bolu Sancağına sevk edilerek ve iskan edildikleri diğer yörelerden sonradan kendi istekleri ile (Düzce’deki akrabalarına yakın olmak, yerleştikleri yere uyum sağlayamama ve arazi şartlarının uygunsuzluğu) gelerek iskan edildikleri düşünülebilir. O dönem Kafkasya cephesinde de Osmanlı Rus harbi sürerken 17 Ağustos 1877’de Osmanlılar Sohum’da Abazaları da gemilere dolarak gitmeye hazırlandığında Rus orduları Sohum'a ulaşmıştı ve bu bindirme işlemine hiçbir engellemede bulunmadılar. Aksine durumdan memnundular. Savaşın Osmanlı için yenilgiyle neticelenmesinden sonra vatanlarında kalan Abazaların çoğuna Osmanlı ile işbirliği yaptıkları gerekçesiyle baskı, yıldırma ve iç bölgelere göç ettirme politikası uygulandı. (Berzeg,1996: 162-163) Neticede Abazaların %70’i 1878 ve izleyen yıllarda vatanlarından edildi. İstanbul’a gemilerle gelen Abaza göçmenlerin büyük bir bölümü de Adapazarı ve Düzce kazalarında iskan edilmişlerdir.1877-1878 Osmanlı Rus Harbi sonrası Düzce de iskan edilen Abazaların çoğunluğunun gemilerle sevk edildikleri İstanbul’dan karayolu ile yada vapurlarla ulaştırıldıkları İzmit Sancağından Adapazarı üzeri ile ve Sohum limanından bindirildikleri gemilerin yanaştığı yakın kıyı kasabaları yada limanlardan (Sinop, Ereğli, Akçakoca, Kefken) Düzce’ye geldikleri düşünülebilir. O yıllarda arazi tahsisi ile ilgili talimatların bir kısmında göçmenler için tahsis edilecek arazilerin verimli ve düzayak yerlerde olması istenmekteydi. 1864 yıllarında Düzce’deki iskanda bu nitelikteki araziler önemli ölçüde dolmuştu. “1864 de ve 1867 yıllarında gelen Abaza göçmenleri (daha önce yer kalmadığı bildirilmiş olan ) İzmit Sancağına bağlı Düzce Adapazarı kazaları ile merkez kazasında iskan edilmişlerdi. (Muh. D. 758/38-1 de no:185, Ayn.Def. 1136 da 17 B 1284 ve 1441 de 2 Ra 1286 tar. tez. Buralarda arazi kalmadığı Muh. D. 761/38-4 de 10 S 1281 ve 21 Ca 1281 tarihli yazıda belirtilmişti.)” (Habiçoğlu,1993: 155) Abaza göçmenlerin daha ziyade ova düzlüğünü değil de yüksek ve ormanlık alanları tercih etmiş olmaları kendilerine bu nitelikte arazi tahsis etmeyi o yıllarda kolaylaştırmış olabilir. 1877-1878 Osmanlı Rus harbi sonrası yaşanan ikinci göçte daha önce dolduğu ifade edilen yerlerin (O yıllarda genellikle bataklık ve ormanlık olan Adapazarı, Düzce, Manyas ovaları) iskana tekrar açıldığı bu yıllarda yapılan yerleşimlerden anlaşılmaktadır. Bu göç dalgası ile birlikte bataklık ve elverişsiz sahalarında iskana açılması ile bu sağlıksız alanlar üzerinde kurulan yerleşim birimlerinin bir kısmı kısa sürede hastalıklardan kırılmış ve neticesinde aileler çevre köylere ve şehir merkezine dağılmışlardır.1864-1876 yılları arasında Düzce de iskan edilen Çerkeslerin özellikle şehrin merkezine göre güneyde kalan düz arazilerle, ova düzlüğü ile güneydeki yükseltilerin birleştiği alanlara daha yoğun olarak yerleştikleri ve şehrin kuzeyinde nispeten ovaya göre daha yüksek düz arazilere de yoğun olmamakla birlikte yerleştikleri bilinmektedir. 1877-1878 yılları ve sonrasında iskan edilen Çerkesler de özellikle şehir merkezine çok yakın alanlarda ve şehri bir daire şeklinde genişleyerek kuşatacak şekilde kuzey,güney ve doğu istikametlerinde yerleşmişlerdir. Düzce’de genel olarak tamamına yakını 1877-1878 Osmanlı Rus harbi sonrası Abazalar ovadaki düz arazilerden ziyade şehir merkezine göre güneydoğu,güneybatı ve batı istikametlerinde ova ile yükseltilerin birleştiği alanlarla, yüksek ve ormanlık kesimlerde iskan edilmişlerdir. Düzce şehir merkezindeki Çerkes yerleşimi ise özellikle Cedidiye mahallesinde yoğunlaşmıştır. O yıllarda Çerkeslerin Osmanlı topraklarında iskanında güdülen amaçlar arasında; Ziraatla uğraşan sayısının arttırılması ve bataklık bölgelerin iyileştirilmesi, Hıristiyanların çoğunlukta olduğu bölgelerdeki Müslüman nüfusun arttırılması ve devlet otoritesinin zayıf olduğu bazı iç bölgelerde Osmanlının kalbi İstanbul’u korumaya alacak tampon bölgeler oluşturulmasını sayabiliriz.Düzce özelinde bu amaçların ne denli ön planda tutulduğunu anlayabilmek için elimizde vesika olmamakla birlikte sadece tahminde bulunulabilir. Düzce’ye en yakın yerleşim birimlerinden biri olan “Adapazarı’na gönderilen Çerkesler 40 bine ulaştığında şehirdeki Hıristiyanlar İstanbul’daki İngiliz elçiliğine temsilciler göndererek durumlarından yakındılar. Elçi Layard Osmanlı Dışişleri Bakanlığına 20 gün arayla iki kez resmi yazı göndererek Adapazarı’na Çerkeslerin yerleştirilmesinin önlenmesini istedi. 1871’den sonra Düzce’nin arz ettiği ticari önem dolayısıyla Rum ve Ermeni gibi azınlıklarda Düzce’ye yerleşmişler ve hatırı sayılır nüfus sayılarına ulaşmışlardı. Çerkes göçmenlerin Çanakkale, Biga, Bandırma, Balıkesir, Bursa, İzmit, Adapazarı, Düzce yörelerinde İstanbul’u yarım ay şeklinde bir koruma çemberine alacak şekilde yerleştirilip İstanbul’a çıkan yolların kontrol altına alınarak denetimin sağlanması isteğini dillendirmek sanırız kahinlik olmaz. Her ne kadar göçmenlerle ilgili bu tip siyasete dayalı hesapların o dönemlerde uygulandığı düşünülse de Osmanlı hükümetinin Çerkes göçmenlere kucak açarak sağlamış olduğu uygun yerleşim imkanı ve sosyal, ekonomik yardımlarla ilgili pek çok vesikada mevcuttur.Çerkes göçmenlerinin yerleştirildikleri araziler o dönem şartlarında fazla verimli değildi. Ancak tarımda kat edilen teknolojik gelişmeler zamanla bu arazilerin değerlenmesini sağladı. Adapazarı, Düzce gibi ovalara yerleşen göçmenler sağlıklarını tehdit eden sivrisinek ve diğer haşere türleri ile ve bunların sebep olduğu hastalıklarla mücadele ettiler. Düzce’deki Çerkeslerin bugün çok değerli olan bu arazilerin büyük kısmını ne pahasına ve ne amaçlar uğruna elden çıkarttıkları bu araştırma dışında incelemeye değer sosyal bir olgudur. Günümüzde o yıllarda şehir merkezine yakın kurulan Çerkes köyleri zamanla şehir ile birleşerek mahalle olmuş yada mücavir alan sınırları içine dahil edilmiştir. Kiremitocağı, Uzunmustafa 1986 yılında, Aziziziye 1990 yılında, Karahacımusa da 2000 yılında belediye sınırları içine alınarak mahalle oldu. 1963 yılı imar planına göre Esen ve 1985 yılı imar planına göre de Bostanyeri, Beslanbey, Sarayyeri, Çamköy mücavir alan kapsamına alındı. Düzce ovasında Çerkeslerin yerleştiği alanların yerel olarak ifade edilişi şöyledir; Düzce şehir merkezinin güneyinde kalan ve ova düzlüğünden güneydeki dağ yükseltilerinin yamacına kadar uzayan alandaki Çerkes köylerinin oluşturduğu kısıma “Mezç’ağ”. Mezç’ağın kuzeyinde kalan ve şehir merkezinin doğu,batı ve kuzeyindeki ova düzlüğünde bulunan köylerin oluşturduğu kısma “Kucur”. Şehir merkezine de “Şahar” denilir. Düzce ovasında Çerkes ve Abazalar tarafından kurulan köyleri elimizdeki mevcut bilgiler ışığında,1898 Kastamonu Vilayeti Salnamesini esas alarak derledik. Köyler tablosunda belirtilen hane sayılarından da anlaşılacağı üzere günümüzde bu köylerin büyük bir kısmı Çerkes köyü olma hüviyetini kaybetmiştir. İskan yıllarındaki kurulan ve 1898 Kastamonu Vilayeti Salnamesinde kaydı olan Hatiphacıibrahim köyü (Açuen habl) hastalıklar ve harbe gidenlerin geri dönmemesi neticesi 1930’lu yıllarda 6-7 haneye düşerek Aydınpınar köyüne (Şaguc habl) katılmıştır. Düzce ovasının birçok yerinde Çerkes hanelerin oluşturduğu ve kayıtlara geçmeden dağılan yerleşim ünitelerinin olduğuda bilinmektedir. Bunlardan en bilineni bugünkü Çocuk Esirgeme Kurumunun arkasında Karaca deresi kıyısında yerleşimi olan Şeveş'u hable idi.
1864 Sürgünü ve zorunlu olarak yapılan göçlerden sonra Çerkesler yaklaşık yüzyıl kadar, diğer kültürlerle iletişimin az olduğu dışa kapalı köy yaşantılarında geleneklerini, kimliklerini koruyabildiler. Köyden köye mızıka sesleri yankılandı, kızlı erkekli kafileler halinde köyden köye düğünlere gittiler. Fakat 2. Dünya savaşından sonra bütün dünyada olduğu gibi Türkiye’de de hızlı bir sosyal ve ekonomik değişim ve nüfus hareketinin başlamasıyla birlikte Çerkes köyleri de çözüldüler ve kentlere yöneldiler, köyden çıkınca toprak önemsiz hale geldi, kentleşmenin artmasıyla orantılı olarak hızlı bir kültür ve kimlik değişimi yaşandı. Kentlerde geçmişini bilmeyen, kültürüne yabancılaşmış kuşaklar yetişti ve bu güne gelindi. Çerkeslerin tarihte yaşadıkları sürgün, göç gibi toplumsal yaşamlarını derinden etkileyen olumsuzluklara göğüs gererek zorlu yaşam koşullarına alışmışlarını sağlayan yegane unsur, birbirlerine destek olmaları, acılarını sıkıntılarını paylaşarak güç birliği yapmaları ve onlara her türlü güzel vasıfları kazandıran kültürlerine sahip çıkmalarıydı. Günümüzde bu unsurların ne denli korunabildiği bizce gözlenmeye muhtaçtır.
Araştırmamızın ortaya koyduğu ve günümüze kadar yaşayan kültürel değerlerin, yitirdiğimiz bir geleceğe dönüşmemesi temennisiyle.
KÜLTÜR
Çerkes gelenekleri:Çerkez toplumunun çesitli toplumsal alıskanlıkları bulunmaktadır ve bu alıskanlıklar, 130 yil önce göç yoluyla getirdikleri ülkede bile halen geçerliligini koruyorsa, baska bir değişle bu süreye karsı dayanıklılık gösterebildiyse, bu durum yüzyıllardan beri sahip olunan bir yerleşiklik’le açıklanabılır. Günüzde bile izlerine rastlanan gelenek ve göreneklere bakacak olursak; toplumda olabildiğince özgür bir ilişki yasayan Çerkes’lerde gelenek ve göreneklere, değerlere taki bir bağlılık söz konusudur. İnsan ilişkilerinde yaratılan bu uyumlu atmosfer, bireylerin topluma ve kendilerine karsı duydukları uyum davranısı sorumluluğuyla ilgilidir. Tarihsel süreç çinde olmus ve toplum tarafindan benimsenmis kurallar ve gelenekleri, Çerkesler "Xhabze" diye adlandırılır. Çerkesler Kafkasya’dan getirdikleri Türkiye'dede bir süre devam eden Feodal özelliklerinden, "Asil"lik ve "Köle"lik kurumlarının, Çerkes toplumunun kesin çizgilerle olmasada sınıflara ayıdığı söylenebilir. Ayrımın daha çok kesinlik kazandığı boylarda, boy tekrar kendi bünyesinde küçük prensliklere ayrılmış olup, bu prenslikler genellikle diğerlerinden bağımsızdır, ancak tamamen birbirinden kopuk değildir. Çünkü Çerkes toplumunda yürürlükte olan yasam biçimi kollektivizm üzerine kurulur. Asil sınıfta olanların çıkarlarıda bu yasam biçimine uygun düstüğü çin sınıflar arası sürtüşme ve çatışmalara pek rastlanmaz. Toplumdaki sınıfsal farklılığın kopuk olmasına karşın yinede Türkiye'de yakın tarihe kadar Çerkesler arasında asil sınıftan birinin köle sınıftan birisiyle evlenmesi şeklindeki kuralların geçerliliğini koruduğu söylenebilir. Bunun yanında Çerkes olmayanlardan kız alıp vermemek şeklinde sürdürülen bir tavır gelenek ve göreneklerin daha az değişime uğramasında etkili olmustur, günümüz’de ise bu tür iliskilere girilmesi sıkça raslanan bir davranış denilebilir. Çerkes’lerde kız kaçırma yaygın bir gelenektir. Kız kaçırma eyleminin ilginç yönü bu eylemde zor kullanılmaması’dır, yani kızın rızası olmadan böyle bir işe kesinlikle kalkışılmaz. Kızı kaçırmak için erkeğin, kız ailesinden birilerini haberdar etmesi gerekir. Kız kaçırmaya kendisinin gitmesi şart değildir. Kızı erkeğin arkadasları kaçırır ve yakın bir aileye teslim eder. O aile kızın, artı ikinci ailesi demektir. Kızın kaçırırıp getirildiği aile kız evi rollerini yüklenir. Ailelerin anlasması ise topluluğun yaslılarına düşer. Geleneklere uygun biçimde evlilik törenleri düzenlenir ve gençler yeni yuvalarını kurar. Kaçma-Kaçırma geleneğinde, ailedeki kız ya da erkeğin büyük olanın dururken küçüğün evlenmemesinde etkisi olduğu söylenebilir. Yine aile içi evlilik yasağı, annenin sülalesinden bile en uzak kimselerle evlenmeme gibi bir gelenek önemlikle korunmaya çalışılan gelenekler’dendir. Çerkeslerin gelenekleri içerisinde belki en önemlisi sayılan geleneklerden biri büyüklere saygıdır. Hatta bu konuda en iyi örnek, yaslıların bulunduğu büyük Çerkes ailelerinde, evdeki gelin konumdaki hanımin yaslıların yanında yemek yememesi, konusmaması, oturmaması ve saygılı davranmaması bunun ifadesidir, denebilir. Bunun dışında Çerkeslerde; bulunan mekana biri geldiğinde küçük-büyük herkesin onu ayağa kalkarak karşılamaması, namus ve saygı içinde onurlu yasam, insanları ayırmadan tümüne sevgiyle yaklasmak, güçsüze yardımcı olmak, yedirip-içirmek, konukseverlilik, iyi ve kötü günlerde bir arada olma, yardımlaşma gibi geleneklerde yine önemle korunan ve uygulanan geleneklerdir. Çerkeslerin, Kafkasya'da tarim ve hayvnacılıkla uğraşan köylü toplulukları olduğunu herkes tarafindan bilinmektedir. Göç yoluyla gelip bu ülkeye yerleşirken de köy yasamına dayalı yerlesimler kurmaları bununla açıklanabilir. O dönemde sahip oldukları toplumsal iliskiler reodal toplumsal ilişkileriydi ve bu iliskilerde kötü yasamına denk düşüyordu. Çerkesler sahip oldukları toplumsal ilişkileri en iyi bu tip yasam biçimlerinde gerçeklestirebilirlerdi. Bu yasam biçimi ile ifade etmek istediğimiz şey tabiki sahip oldukları degerler ve kurallardır.
Kıyafetler: Abhazya köylerinde 25-30 yıl öncesine göre kıyafette önemli değişmeler olmuştur.Erkekler tamamen şehir kıyafetini benimsemişlerdir. Erkeklerde gündelik kıyafetlerden başka önemli günlerde, törenlerde giyilen ve içine beyaz eşarp bağlanan lacivert takım elbise en beğenilen giyim eşyasıdır. Ancak yaşlı erkeklerden bazıları köy içinde geleneksel kıyafetle ilgili olarak paçaları dar pantolon, üzerine gömlek ve yeleği giymeye devam etmektedirler. Kösele kunduranın yanında lastik ayakkabı, plastik ayakkabı, özellikle çocuklarda çok görülmektedir. Erkeklerde pijama, şapka, şemsiye kullanılan giyim eşyaları arasındadır. Burada dikkati çeken husus pijamanın yatak kıyafeti olmaktan başka, bazen iş kıyafeti olarak kullanılması suretiyle ikinci bir iş görmüş olmasıdır. Kadın giyimi erkeklere oranla daha az değişmiştir. Eskiden kadınlar evlerde basit tezgahlarda keten ve kendirden giysiler dokurdu. Bugün ise köylüler malzemesi köy dışından sağlanan koyu renkli şalvar ve üzerine bluz giymekte, başlarına lacivert örtü (örtme) örtmektedirler. Kadın giyiminde dış görünüş bakımından erkeğe nazaran değişme daha azdır. Evde elbisesi ile dolanan bazen başını örtmeyen kadın, sokağa çıkınca elbisesinin üzerine şalvar giymekte ve başını örtmektedir. Genç kadınlar arasında elbise giyenler, başlarını örtmeyenler az da olsa bulunmaktadır. Köyde gündelik kıyafette olduğu gibi gelin ve güvey kıyafatide tamamen şehirleşmiştir. Ancak köyde giyilenler, kasabadan ucuz sağlanan ve nispeten eski model olan giysilerdir. Kadın ve çocukların kısmen evde hazırlanan giysilerinin kumaşları dışarıdan satın alınmaktadır. Kuzey Kafkasyalılar'ın kullandığı kostümler, hem işlemecilik hem de göz zevki açısından hep dikkat çekmiştir. Hazar Denizi'nden Karadeniz'e kadar uzanan bir bölgeyi kapsayan Kuzey Kafkasya, farklı halkların birbirinden yoğun biçimde etkilendiği, hatta zamanla kültürel anlamda içiçe geçtiği bir bölge. Kültürel etkileşim ve ortak tarihi geçmişleri nedeniyle Kuzey Kafkasyalılar'ın gündelik yaşamlarında kullandıkları kıyafetleri de birbirine çok benzer. Erkeklerin eskiden kullandıkları "çerkeska"nın tüm Kuzey Kafkasyalı erkekler tarafından kullanılması bunun bir göstergesi. Çerkeskanın son derece kullanışlı olması, aynı zamanda Rus çarlarını da cezbetmiş, pek çok Rus çarı çerkeska giymeyi tercih etmiştir. MÖ. 5. yüzyılda ilk modellerini vermeye başlayan Kafkas giysileri, MS. 19. yüzyılda gelişimini tamamladı. Kullanımlarının rahat olmasının yanısıra vücut hatlarını düzgün gösteren Çerkez giysileri, zarafetin ve sadeliğin simgesi adeta. Bu nedenledir ki, 19. yüzyılda Rusya'da Kazak kökenli süvariler Çar'ın emriyle Çerkez kıyafetlerini askeri üniforma olarak kullanmaya başlamıştır. Bir zamanlar, giyimleri üzerinde titizlikle duran Çerkez kızları için, giysilerinin zarafeti kadar kaftanları üzerine takılan kemerlerin ve başa geçirilen keplerin estetik açıdan taşıdığı değer de önemliydi. İnsanlar örtünmek ve korunmak için giysiler giyerler. Korunmak için olsa bile giyilen giyisiler, onlari giyen insan topluluklarinin yasayis biçimlerinin göstergelerindendir. Anavatanlari Kafkasya olan ve orada yasayan insanlarin giysileride dogal olarak o bölgenin cografyaşıni ve insanlarinin etkilerini tasir.insanlari giyim ve kusamlari; o insanlarin yaşamını, kisiligini, sosyo-ekonomik durumunu, toplumsal statüsünü yansitan göstergedir. Çerkes topluluklarinda da böyledir, giyim ve kusamlari yasam biçimlerine uygunlu gösterir.Çerkes erkekleri " Çerkeska" diye adlandirlilan bir giysi giyerlerdi, bu giysinin etekleri diz boyunu geçecek sekilde uzun ve geniştir, gögsünde agaçtan yapilmis fiseklikler ve bunlarin gümüsten kapaklari vardır. içine açik tonda gömlek giyilir, kendi rengi ise çogunlukla koyu tonda olur. Başlarina evde kadınlar tarafindan elle yapilmis Kalpak takarlardi, bunlarin üzerine keçi kilindan dövülerek yapilmis yamçi adi verilen bir giysi giyerlerdi. Yasamlarini önemli kismi at üzerinde geçtigi için yamçinin uzun olmasina dikkat edilirdi.Yamçinin boydan boya açik olan önünde boyun kisminda gümüs bir tutturmalik bulunur. Ayaklara bazen diz boyunu asan yumusak deriden yapilmis altin yada gümüs tokalarla baglanabile çizmeler giyilir, bel'de ise üzerinde kilinç, yagdanlik, kama bulunan beli saran deri kemer bulunurdu.Kamalarin sapi kemik, gümüs yada altin islemeli ve iki agzida keskin olurdu. Kilinçlarin agzinin daha düz, kesici ve delici özelligi olmasina dikkat edilirdi. Boyun yada basa sarilan siyah yada beyaz Çuha'dan yaplmis baslik ise; basi yagmurdan korumak içindir.
Çerkes’lerde bayanlarda föklorik giyim
Çerkes kadınlari ise zerafet ve asaletlerini yansitan giyecekler giyerlerdi. Kaftan diye adlandirilan giysinin üst kismi vücüda tam oyurmuştur, bel'e takilan kemerin asagisinda kalan kisim uzun ve yere kadar açiktir. Açiktan iç giysi görülür, bel'den baslayan gümüs, altin, pirinç dügmeler üçgen biçiminde ve boyun altina dogru uzanir. Kaftan mat renklerde olup kadife, ipek, atlas gibi kumaslardan dikilmistir. Kollar geniş ve uzun olup üzerinde süsleme sanati örnekleri vardır. iç'lik Kaftan'in içine gelir Üzerinde ve alt etek önünde gümüs,sim-sirma islemeler görülür. Basa kep biçiminde baslik, üzerinde alti, gümüs, sirma, inci islenmistir. Basa dik olarak giyilmasine dikkat edilir. Basa yine basliktan tutturularak ipekli kumastan yapilmis genellikle beyaz basörtüsü örtülür.
Çerkeslerin geleneksel kadın ve erkek iysileri oalrak tanimlanabilecek bu giysiler, Çerkesler tarafindan göç yoluyla geldikleri Türkiye'de terk edilmistir. Göçten sonra bir süre bu giysileri giymeye devam etmisler, daha sonra içerisinde yasadiklari toplumun giysilerini giymeye baslamislardir.
Ayakkabı ve Mest: Ayakkabı siyah sahtiyandan yapılır. Kırmızı sahtiyandan ayakkabı giymek büyüklere mahsus gibidir. Güzel terbiye edilmiş, tüyleri alınmış sığır derisinden yapılmış yumuşak ayakkabıları daha çok fakirler ve özellikle piyadeler giyerler. Sahtiyandan mamul ayakkabının ağzı, kenarları sırma şeritlerle süslenir. Çerkez ayakkabıları hafif olduğu gibi sahtiyan ya da yumuşak deri ayağın ihtiyacı nispetinde genişlemekte ve ayağa uygun bir şekil almakta olduğundan rahattır. Ayakkabı ile yalnız çorap giymek ayıp sayıldığından her halde sahtiyandan yapılmış mest ile giyilir. Mestte ayakkabının biçiminde olup, topuktan 4-5 parmak kadar yükse olur. mestin dikiş yerleri sırma şeritlerle donatılır.
Kaptan: Kaptan dedikleri eteği uzunca, mintan aynen setrenin şeklindedir. Ancak kaptanın yakası kapı olup beş santimetrelik kola yakaları kadar yüksektir.
Kaptan genelde siyah ipekli satenden ve bazen de beyaz pakistandan imal edilir. Kaptanın eteğinin uzunluğu azami diz kapağına kadar olup, ev dahilinde setresiz giyildiği için, genellikle uzun yapılır. Kaptanın kolları geniş olmayıp bilekte kendi renginde küçük ve zarif düğmeleri vardır.
Don ve Gömlek: Don ve gömlek daima beyaz pakistandan yapılır. Fakir kısmı; kadınların dokudukları ince bezden yaptırırlar. Donun biçimi aynen Çerkez pantolonu gibidir. Gömlek ise alaturka gömlekler biçiminde olup yalnız kaptan gibi dik ve yüksek yakası vardır.
Yamçı – Ş’ague: Yamçı, askeri pelerinleri şeklinde olup, üzeri kıvırcık olmak üzere siyah yünden imal edilir. Önü yakanın iki tarafına dikilmiş olan sahtiyandan düğme ile tutturulur ve yaka ile düğme şeritlerle süslenir. Beyaz ve kıza zarif yamçılar kadınlara mahsus omuz atkısıdır.
Kürk – Şibe: Çerkezler; kuzu derisinden soğuğa karşı kısa kürk (şibe) giyerler. Özellikle karlı havalarda bununla kendilerin muhafaza ederler. Kürkün tüylü kısmı içeride bulunur.
Başlık – Shorkan: Başlık yalnız beyaz sayaktan yapılır. Kenarlarında ve dikiş aralarında beyaz, nadiren de siyah ip konur. Başlığın kenarları bazen sırma şeritlerle süslenir.
Kumaşlar: İç çamaşırları kaptanlık kumaşlar müstesna olmak üzere erkek elbiseleri levazımatı tamamen Çerkez kadınlarının imalatıdır. Yünden, deriden bu elbiseleri dokuyup yapmak hususunda kadın ve kızlar takdire değer gayretler gösterirler. Evinde genç kadın ve kız bulunmayanlar komşularının genç kadın ve kızlarına elbise dikmek, kumaş dokumak için başvurmakta olduklarından kadınların bu hususdaki çalışması yalnız kendi hanelerinin ihtiyacına inhisar etmez. Müracaat edenlerin işlerini de yaparlar. Karşılık beklemezler.
Kadın Elbiseleri: Çerkez kadın elbisesi sade ve zariftir. Kadının narin ve ince endamını fidan gibi güzel göstermek, genellikle güzelliğini arttırmak gibi hususlarda büyük bir üstünlük taşır. Latif endamlarıyla ün salmış bu Kafkas kadınlarının doğanın kendilerine bahşettiği güzellik ve modeli; insan eli vücuda getiremez. Çünkü o; yüksek bir zevki selimin ürünüdür. Tabiat kadar sade ve güzeldir. Çerkez kadın elbisesinin parçalarına bakacak olursak:
Dişepoa – Sırma Saç: Çerkez kızları, sırma kaytan ve şeritlerden yapılmış zarif ir taç giyerler. Büyüklüğü yüze güzellik verecek derecededir. Zülüfleri, perçemlerini kapamayacak şekilde biraz tepede bulunur. Tacın üstünde birde altın ve gümüş top vardır. Tepesi bazen düz, bazen de biraz koni biçimindedir. Altında perçem: alın üzerine dökülür. Zülüfleri kulaklara doğru iner. Tek ve büyük saç örgüsü de belden şagıya doğru iner.Bu sırma saç bazen yalnız olarak giyilmez. Üstüne gayet ince ve ŞAMHA dedikleri bir beyaz ya da pembe tül örtülür.Bu serpuş (İsa’nın milat ağacı) gibi her rengi, her çeşidi olan, dallı, budaklı biçimsiz Avrupa kadın şapkalarından çok güzeldir.
Korak Say: Korak denilen kız mantosu, erkek setresine benzer. Ancak korakın kolları dar ve omuzdan itibaren giyilmeyip serbest bırakılır. Setre gibi yakasız, haydari biçiminde göğse kadar açık olup göğüste bulunun çapraz gümüş yada altın düğmelerle tutturulur. omuzdan bele kadar vücuda yapışacak derecede dardır. Etek topuğa kadar ve erkek setresi eteklerinden biraz dardır. Bundan dolayı biraz açık duran önde entari görünür. Korak siyah yada koyu kırmızı ve kahverengi sırma süslü güzel ve parlak gösterecek koyu renkli ince çuhadan yapılır. Korakın bütün kenarları, dikiş araları şeritlerle süslenir.
Entari – Can: Çerkez kadın entarileri alaturka düz entarilerin aynısıdır. Uzunluğu topuğu geçmez. Yakası gerdan görünecek şekilde açıktır. Resmi yerlerde kızlar korak altında düz ince ipekten yapılmış entari giyerler ve açık renkleri tercih ederler. Ev içinde basma entari giyerler. Entarilerde süsü yapmazlar.
Ayakkabı: Kadın ayakkabısı ve mest daima kırmızı sahtiyandan yapılır. Şekilce erkek ayakkabı ve mestlerinin aynısıdır. Çok resmi görünmek istedikleri yerde ayakkabı ile beraber üzeri şeritlerle işlenmiş yüksek takunya giyerler.
Şamiha – Başörtüsü: Ev içinde yada resmi olarak görünmeyeceği yerlerde kızlar taç giymezler. Yalnız başlarına bir eşarp atarlar. Başı açık tutmak saygısızlık olduğu için başa atılan bu tül, eşarp güzelliği saklamak için değil, tersine güzel göstermek içindir.
Kemer: Çerkez kız ve kadınları resmi ve resmi olmayan her yerde kemer takarlar. Kemersiz bulunmayı ayıp sayarlar. Genelde kemerler kırmızı sahtiyan üzerin araları birer parmak arayla gümüş yada altın düğmeler konmuş ve önde bir mili olacak şekilde yapılır.
Korsa – Şuktan: Çerkez kadınları çok eski zamanlardan beri korsa kullanırlar. Vücutlarının düzgün durmasına ve endamlarına önem verirler.
Silah ve At Takımları
Çerkez silahlarının da her şey gibi zamanın, değişik ve gelişmelerine uyarak biçim değiştirdiği anlaşılmıştır. Ecdattan kalan eserler ve kazılardan çıkan savaş malzemesi bunun er. büyük delilidir. En sonra bıraktıkları silah ok ve yaydır. Eski zamanda bunu yalnız kibarlar taşırmış. 1722 yılında başlayıp 1864 yılına kadar kanlı bir şekilde devam eden Çerkez-Rus harplerinde hasmın silahına üstün, hiç olmazsa eşit silah kullanmak icap ettiğinden bu savaşlarda ok ve yay kullanılması terk edilmişti. Sonraları bunu sadece kibarlık nişanesi olarak savaş haricinde taşırlardı.Çerkez silahları zamanlarına göre en zarif, en iyi silah idi. Ruslarla yapılan savaşlar sırasında koca Avrupa arkasında yardımcı olduğu halde Rusların silahına; Çerkez silahlarının üstün olduğu konusunda batı yazarları hemfikirdirler. İyi çelik yapmakta Çerkezler çağdaşlarından ileri idiler. Bundan dolayı kama ve kılıçları iyi kesmek hususunda eşsizdi.Tüfekleri hafif ve zarif olmasının yanında atış gücü ve kolay kolay şişmemesi bakımından diğer tüfeklerden üstündür. "Yiv"i icat ederek şişhane usulünü meydana getiren Çerkezler, silah tarihinde önemli bir değişiklik meydana getirdiler. Kendileri yivli tüfek kullandıklarından kaval tüfek taşıyan Avrupalılarla alay ederlerdi. Bir Çerkez şiiri:
"İngiliz cesur, atları güzel, takımları mükemmel, fakat tüfekleri kavaldır" diyor. Çerkez zevki selimi, tabiat güzelliği silah takımlarının umumundaki zarafet ve isabeti göstermektedir
Aile ve akraba ilişkileri: Çerkes ailelerinde akrabalık ilişkileri çok yaygın ve önemlidir. Akrabalık ilişkilerinde bir iç içelik sözkonusudur. Genelllikle THAMADE (yaşlı ve bilge kişi, bütün toplantılarda topluluğun şefi durumundadır) statüstündeki kişilerin aldığı kararlar bu akrabalık ilişkisi içerisinde onların tümü için geçerlidir. Aynı zamanda olaylar, toplantılar dışındaki bir araya gelişenlerin hepsinde (yaşlı-genç) bir Thamade'lik kurumu bulunur. Bu thamde topluluğun en yaşlısıdır ve topluluğa başkanlık eder. Toplulukta bulunan her birey onun aldığı kararlara uymak zorunda olduğu gibi, onun izniyle davranışlarda bulunabilir. Çerkeslerde aile genellikle geniş aile olup, ana, baba, çocuklar ve torunlardan oluşmaktadır. Aile bireyleri arasında sert ve siki bir disiplin vardır, aile küçüklerinin alınacak kararlarda önemli bir katkısı ve etkisi yoktur, fakat kararların uygulayıcısı durumundadırlar. Yaşlılara ailede ve toplumda ayrı bir deger verilir, ailenin reise babadır, kararları o alır, diger üyeleri ise uygular. Aile reisinin kararları emir niteliğindedir. Erkeğin ailedeki bu otoritesi yaşı ileledikçe artar ve kabilelerde de etkili olmaya, şefi durumuna geçmeye başlar. Çerkeslede, çocuklar evlendikten sonra ayrı ev kursalar bile, "Büyük Ev" yada " Ana Ev" dedikleri baba evi ile ilişkilerini koparmazlar. Büyük ailede yönetim "ata-baba"dadır. Her is ondan sorulur. Aileyi bir arada tutan, toparlayan odur. Kimse ona sormadan aileyi ilgilendiren önemli bir karar alamaz. Ata-Baba'nin yetkisi yanlızca çocukları üzerine değildir. Kendisinde küçük olan kardeşleri ve aileleri üzerinde de, kendi ailesi üzerindeki haklara sahiptir. Böyle bir aile büyügü yaşamını yitirdiginde, aile fertleri yine aynı hiyerarşiyi korumak koşuluyla, es ve çocuklarını çevrelerine toplayıp yeni büyük aileler oluştururlar. Ancak yasayacaklari ev eski büyük evin yakinlarinda olmak zorundadır. Kardeşlerin bu sekilde ayrılamasına rağmen, uzun süre mal ortaklari devam eder. Mallar bölüşüldüğünde baba miras sadece erkeklere düşer kızlar bu mirastan yararlanamaz. Kızlar evlenene kadar baba ya da erkek kardeşlerinin evinde kalırlar. Sahip olabilecekleri mallar; giyimleri, takıları ve çeyizleridir. Kadının evindeki yasam çok rahattır, genç kızların baba evinde büyük özgürlüğe sahip olmamalarına karşın evlendikten sonra bu rahatlıkları ortadan kalkar. Kardeşler her ne kadar ailede bir arada oturuyor olsalar bile, evlenen kardeşlerinin ayrılması, isini ve malını ayırmasıda söz konusudur. Ancak eve bir konuk geldiğinde veya dışarıdan gelebilecek haksızlıklara karşı tek vücut olurlar. Ailede bir is bölümü vardır. Ailede kadın; yeme-içme,ev temizligi, çamaşır, çocuk bakimi gibi ev içi islerle uğraşır. Dışarda yaptığı isler ise, inek ve koyunları sağmak, kümes hayvanlarına bakmaktır. Genç kızlar annelerine, erkekler ise babalarına yardım ederler. Erkekler bir taraftan da ise ev dışındaki islere bakarlar ve evi geçindirir. Ailede çocukların yetiştirilmesinde temel hareket noktası, saygı ve sevgidir. Çerkeslerde çocuk yetistirme görevi sade anne ve babanın görevi olmaktan öte daha çok toplumun ortak görevidir. Okul eğitimi dışındada aileler çocuklarına; insan sevgi, dürüstlük, çalışkanlık, vatan ve millet sevgisi" büyüklere saygı duygusu aşılarlar. Çocuk yetiştirmeyi toplum borcu olarak bilirler. Çerkeselr atasözlerinde bile bunu, "Çocuk iyi yetişirse, hem ailesinin hemde toplumun çocugudur; ama kötü yetişirse yanlizca ailesinin çocugudur" şeklinde vurgularlar.
Evlilik
Kaşenlik: Çerkeslerin günümüze kadar devamlılığını sürdüren geleneklerin birisi de “kaşenlik adetidir. Bu adet bekar genç kız ve erkekler arasında evlilik öncesi dönemde gerçekleşmektedir. Diğer geleneklerde olduğu gibi habze adı verilen kurallarla sınırlıdır. Kaşenlik birbirinden hoşlanan genç kız ve erkekler arasındaki arkadaşlık ilişkisine denmektedir.Çerkes kız ve erkekleri birbirleri ile düğünlerde, toplantılarda, muhabbet ortamlarında birlikte olurlar. Bu toplantılar en yaygın olarak köylerde görülür.Bu tür toplantılarda genellikle bir kaç köyün gençleri biraraya gelir. Sabahlara kadar süren sohbetler, oyunlar ve eğlenceler yapılır. Bu geceler gençlerin birbirlerini tanımalarına yardımcı olmaktadır. Muhabbet geceleri bir eğlence kaynağı olduğu kadar aynı zamanda eğitim yereri de sayılmaktadır. Kızlar ve erkekler belirli bir yaştan başlayarak bu tip toplantılarda Çerkes adet ve görenekleri çerçevesinde eğitilirler. Bütün eğlence, düğün ve toplantılarda “thamate” adı verilen bir kişi bulunur.
Kim Kimle Kaşen Olabilir?Aynı sülaleden olan kişiler kaşen olamazlar. Akrabalık derecesi ne kadar uzak olursa olsun yasaktır. Aynı köyden kişilerin kaşen olmaları hoş karşılanmaz. Bu kural günümüzde biraz yumuşamıştır. Artık aynı sülaleden olmamak koşuluyla kaşenliğe fazla tepki duyulmamaktadır. Muhabbet toplantılarında kızlar ve erkekler karşılıklı otururlar.
Birden Fazla Kaşen,Gençlerin her toplantıda farklı kaşeni olabildiği için bir Çerkez kızının ya da erkeğinin evleninceye kadar çok fazla kaşeni olabilmektedir. Toplantıda amaç tanışmak, eğlenmek ve kendine uygun bir eş seçmek olduğu için kaşenlik bazen ciddi bazen de şaka şekliyle ortaya çıkmaktadır. Sayısı fazla olan şaka kaşenliğinin çok fazla bir ciddiyeti yoktur.Kız ya da erkek birbirlerinin daha önceki kaşenlerine karşı herhangi bir olumsuz tavır takınmazlar. Eski kaşenlerle sosyal ilişkiler kesilmez. Çünkü daha önceki kaşenlerin şaka olduğunu her iki tarafta kabullenmiştir. Kadın ya da erkek eski kaşenleriyle bu benim eski kaşenim diye espri yapabilir. Dolayısıyla kızın ya da erkeğin birden fazla kaşeni olması yadırganmamaktadır.
Evlenmeye Aracı Olan Kaşenlik: Pseluk ile başlayıp daha sonra da devam eden kaşenlik iki bölümü ayrılmaktadır. Bunlardan birisi şaka diğeri ise ciddi kaşenliktir.Şaka kaşenliğine semerko denmektedir. Bu durumda kişiler ciddi olmasalar bile yalnız o geceye ya da bir kaç geceye mahsus kaşen olabilirler. Burada amaç eğlenmek, birbirlerini tanımak bunu yaparken de hoş zaman geçirmektir. Şaka kaşenliğinde kız ve erkek birbirlerine sanki evleneceklermiş gibi övgü dolu sözler söyler.Kaşenliğin bir de ciddi boyutu vardır. Bu durumda birbirlerini beğenen kız ya da erkek evlenmek için arkadaşlık kurmak isterler. Eğer karşı taraf kabul etmişse diğer toplantılarda da görüşerek bu ilişkiyi devam ettirirler. Ancak ciddi kaşenlikte daha çok pisehluk ile başlamaktadır. Erkek bir kaç arkadaşını alarak kızın ya da onun herhangi bir akrabasının evine gider. Kızın da mutlaka yanında bir ya da bir kaç arkadaşı bulunmak durumundadır. Burada kıza kaşenlik teklifini sunar. Bu durumda kız ve erkek arkadaşlarının yanında teklifi değerlendirirler. Birbirlerinden beklentilerini ve isteklerini söylerler. Kaşenliğin her iki boyutunun da kendine özgü kuralları vardır. Kaşenlik eğer ciddi ise ve sonuçta evlilik düşüncesi ile kişiler birbirlerini tanımaya çalışıyorsa bu durumda toplantılarda şaka kaşenliği gibi ulu orta gündeme getirilmez. Bu durumda bir çok muhabbette bir araya gelebilirler, bir çok konudan konuşarak birbirlerini daha iyi tanımaya çalışırlar. Ancak ilişkileri diğer kaşenliğe göre resmiyet kazanır. Diğeri kadar serbest değildir. Her ne kadar bu kişiler evlilik kararıyla birbirlerini tanımaya çalışsalar da mutlaka evlenecekler diye bir koşul yoktur. Eğer bir engel söz konusu ise her iki taraf bu durumdan vazgeçebilir.
Evlenme Sözü: Kişiler evlenmeye karar verirlerse bu kez kendi aralarında sözleşirler. Bu durumda da euç denilen bir armağan verilir. Euç söz karşılığı verilen maddi bir armağandır. Söz verdi anlamına gelir. Kaşenlik sonucunda evlenmeyi kabul etti demektir. Bu armağanı erkek bayandan ister. Bayan da kendi insiyatifinde bir armağan verir. Bu armağan bir boyun bağı, mendil, yüzük, bilezik olabilir. Erkek de bunun karşılığında kıza bir yüzük vermektedir.Bu karşılıklı amağan verme durumu yalnız kız ve erkek arasında olmaz. Kızın ve erkeğin yanında arkadaşlarından ya da akrabalarından birkaç kişi bulunmak durumundadır. Söz verme ve armağan verme olayı onların tanıklığında olmaktadır. Evlenmek amacıyla kaşen olan ve bunu söz altına alan genç kız ve erkekler bu durumda toplumdan ayrı bir yerde yalnız başlarına konuşamazlar. Onların yanlarında mutlaka arkadaşları da olmak durumundadır. Toplumun dışında ve toplumdan habersiz bir yerde konuşmaları yasaktır. Bu durum evleninceye kadar böyle devam eder.Eş Seçimindeki İncelikGerek evlenmeye karar veren gerek yalnız bir kaç toplantıda kaşen olan kişiler birbirlerini aileleri ile tanıştırmazlar. Arkadaşları ve o ortamda bulunan kişiler onların kaşen olduklarını bilir. Anne ve babalarına kaşen olduklarını söyleyip birbirlerini tanıştırmaları ayıp olarak karşılanır. Aileler kızın ya da erkeğin kaşenini toplumlardaki diğer kişilerden öğrenerek haberdar olurlar. Ancak evlenme zamanında ailelere bildirilir. Bu durumdan da yalnız anneye sözedilir. Kaşenlik adeti Çerkez toplumunda kızın ya da erkeğin evleneceği kişi hakkındaki kararı kendilerinin vermesini sağlar. Büyükler müdahale etmezler. Ancak evlenmek üzere kaşen tercihi yapan kişiler daha çok aile yapılarına uygun toplumsal kurallara ve adetlere uyacak kişileri tercih ederler. Bu nedenle birçok toplantıda kız, erkeğin ya da erkek de kızın hal ve hareketlerini kontrol eder.. Evlilik tercihi yaparken bu tip kişilerle yapmayı isterler. Çünkü Çerkes kültüründe toplumsal normlara uygun olarak hareket etmek gerekmektedir. Bireylerden görgü kurallarına gelenek ve göreneklere uygun davranış göstermesi beklenmektedir.
Kız Kaçırma: Kaşenlik ile başlayan evlilik aşamasında nişanlılık ve söz gibi durumlara pek rastlanmaz. Bunun en önemli nedeni kaçırma şeklinde evlenmenin gelenek ve göreneklerinde yer almasıdır. Gençler evlenmeye karar verdikten sonra maddi olanaksızlıklar, kendisinden büyük başka birinin evlenecek olması gibi nedenlerden dolayı kaçırma biçiminde evlenmeyi tercih ederler. Ancak Çerkes kültüründeki kaçırma şekli diğer uluslardan farklı olarak kendine özgü bir nitelik gösterir. Bu şekilde evliliğin olması nişan ve söz gibi törenlerin yapılmasını gerekli kılmamaktadır.
Yine kişiler zaten kaşenlik dönemlerinde birbirlerini yeterince tanıdıkları için ayrıca bu tür dönemlere gerek duymazlar. Ayrıca Çerkeslerde adetler kişilerin ilişkilerine çok fazla sınırlama getirdiği için bu döneme her iki tarafında katlanabilmesi zor olur. Çünkü nişanda büyüklerde işin içine girerler. Onlarla olan iletişimde konuşma ve görüşme yönünden bir takım güçlükler olduğu için kişiler nişanlı olarak kalmayı pek tercih etmezler. Ancak günümüzde söz ve nişanlılık dönemi Çerkesler arasında da yaygınlık kazanmıştır. Çerkes ulusundaki genç kız ve erkekler genellikle aynı ulustan olan kişilerle evlenmeyi tercih etmektedirler.
Folklör: Yöresel oyunları Abaza’lar için Apsuva,koşara ve rinadır.Abaza’ların neredeyse tüm oyunları kızlı erkekli eşli olarak oynanır.Karadeniz folkloru, hakimdir, Davul, Zurna, Saz, karşılıklı zille oynanan oyunda çalınan zil, kemençe, mızıka ve akordeon ile çalınan ve oynanan oyunlar vardır. Köyde kendilerine göre iki kişiyle oynanan Abaza oyunları vardır.Bir bay bir bayan ortaya çıkar mızıka çalınır ve bazı kişiler ellerini vurur ya da tahtalara vurarak oyuncuların ayak figürlerine uydurarak oyunlara eşlik ederler, oyunda oyuncu başı vardır herkese iyi oyun seyrettirmek için iyi oynayanları oyuna davet eder tek tek ve oyunda yaşlı erkeklere genç kızlar eşlik eder genç kızlar sıraya dizilir sırası gelen yaşlı erkek oyuncuya eşlik eder bu şekilde oyunlar devam eder.
Davul: Davul savaş sırası, sonrası, askere giderken, törenlerde, ramazanlarda, güreş yapılırken çalınır. Davulun eski adı Tavuldur, Çağatay Türkleri tarafından yapılmıştır, bir haber aracıdır, 7 üstte 5 altta deliği vardır, Avrupa’ya Türkler tarafından götürülmüştür, Oğuz Türkleri Anadolu’ya getirmiştir, kemençe ve davula eşlik eder, 4000 yıldan beri devam eden bir enstrümandır. Davul, Kaval, Zurna, göçer enstrümandır, köyde son zamanlarda bunların yerini taverna müziği almıştır org ile çalınan müzik aletidir eski neşe eski düğünler artık tarihe gömülmüştür, evlerde yapılan düğünler artık düğün salonlarına taşmıştır.
Zurna: Davul ve zembeleklerle çalınır ağaç maden, boynuzdan yapılır, 7 üstte 5 altta deliği vardır, Avrupa’ya Türkler tarafından götürülmüştür, Oğuz Türkleri Anadolu’ya getirmiştir, kemençe ve davula eşlik eder, 4000 yıldan beri devam eden bir enstrümandır. Davul, Kaval, Zurna, göçer enstrümandır, köyde son zamanlarda bunların yerini taverna müziği almıştır org ile çalınan müzik aletidir eski neşe eski düğünler artık tarihe gömülmüştür, evlerde yapılan düğünler artık düğün salonlarına taşmıştır
Mızıka : Armonika, üflemeli bir çalgıdır. İngilizce harmonica kelimesinden türemiştir, daha çok mızıka olarak bilinir. Nefes ve dil ile çalınan delikli bir çalgıdır. Blues, Country ve Western gibi müzik dallarında oldukça yaygındır.
Diatonik Mızıka Diatonik Mızıkalar daha çok Blues ve Rock müzisyenleri tarafından kullanılır. Her farklı ton şarkı için farklı Diatonik mızıka kullanmak gerekir. Diatonik mızıkanın tonu ilk deliği üflediğinizde çıkan sesdir. Blues mızıkası farklı pozisyonlardan çalınabilir.
Birinci pozisyon; birinci delikten üflenerek başlanan gamdır ve mızıkanın tonu ile aynıdır.
İkinci pozisyon; ikinci deliği çekerek başlanan gamdır ve mızıkanın tonunun beş yarım ton pesidir. (crossharp)
Üçüncü pozisyon; üçüncü deliği çekerek başlayan gamdır ve mızıkanın tonunun iki yarım ton tizidir.Diatonik mızıkada, İlk öğrenilmesi gereken teknik, Tek ses çıkarmaktır. Üç çeşit tek ses tekniği vardır; Dil Kapama, Dil Kıvırma, Dudak Büzme. İkinci öğrenilmesi gereken teknik ise Ses Bükmedir. Ses bükme Üfleyerek bükme ve Çekerek bükme olarak ikiye ayrılır. Diatonik mızıkanın ilk 6 deliği çekerek bükülebilir, son üç deliği ise üflenerek bükülebilir. Üfleyerek veya çekerek bükmek o deliğin orjinal sesinin yarım ton ile üç yarım ton arası pesleşmesini sağlar.
İkinci pozisyon; ikinci deliği çekerek başlanan gamdır ve mızıkanın tonunun beş yarım ton pesidir. (crossharp)
Üçüncü pozisyon; üçüncü deliği çekerek başlayan gamdır ve mızıkanın tonunun iki yarım ton tizidir.Diatonik mızıkada, İlk öğrenilmesi gereken teknik, Tek ses çıkarmaktır. Üç çeşit tek ses tekniği vardır; Dil Kapama, Dil Kıvırma, Dudak Büzme. İkinci öğrenilmesi gereken teknik ise Ses Bükmedir. Ses bükme Üfleyerek bükme ve Çekerek bükme olarak ikiye ayrılır. Diatonik mızıkanın ilk 6 deliği çekerek bükülebilir, son üç deliği ise üflenerek bükülebilir. Üfleyerek veya çekerek bükmek o deliğin orjinal sesinin yarım ton ile üç yarım ton arası pesleşmesini sağlar.
Kromatik Mızıka: Bir yaylı mekanizma ile delikler kapatılıp açılır. Kromatik gamdaki her ses üfleyerek veya çekilerek çıkartılabilir. Tek mızıka ile her ton şarkı çalınabilir.
Akerdion: Kafkas müziğin vazgeçilmez çalgısıdır, tek tuşa basarak akort çıkabilecek körüklü ilginç enstümandır, soleli kullanarak çalınırişin en zor yanı budur, sol elin altındaki minik tuşlar, ilk sıra kontrbaşlar, 2ci sır başlar, 3-3-4 sıralar major mınor ve 7 lı akortlardır, bazı akerdiyonlarda 6 sıra olarak eksik 7 ler vardır, sesin çıkması körüğün açılıp kapanması ile oluşan hava basıncının metal dilciklere çarpması, titremesi sonucunda sağlanankörüklü bir çalgıdır. Akordeon'un ilkel şeklinin 1822'de Berlin'de Christian Friedrich Ludwig Buschmann tarafından icat edildiğine inanılır. Ama yakın zamanda akordeon oalrak adlandırılabilecek bir enstrümanın 1816'da veya daha önceki bir tarihte Nürnbergli Friedrich Lohner tarafından kullanıldığı saptanmıştır. Akordeon ismine ilk patent ise 1829'da, Viyanalı org ve piyano yapımcısı Cyrillus Demian tarafından günümüzdeki akerdeona çok da benzemeyen tek klavyeli küçük bir çalgı alındı. Kısa sürede, birçok firma bu yenin çalgının üretimine girişti. "Diyatonik akordiyon" denilen ve diyezli ya da bemollü sesleri veremeyen bu çalgı, köylere kadar yayıldı. 1880'de,iki klavyeli kromatik akordiyon gerçekleştirildi. Diyezli ve bemollü sesleri de verebilen bu yeni akordiyon, kısa sürede çok tutundu. 1940'da daha da gelişti ve konser akordiyonu adını aldı. George Auric ve Jean Françaix gibi besteciler bu çalgı için birçok parça bestelediler Ülkemizde Kafkas halklarının veya Romanların çalgısı olarak bilinir. Özellikle Çerkes kültüründe büyük yer tutar: Çerkes düğünlerinin ve toplantılarının en ünlü çalgısıdır. Özellikle Sivas'ın Yavu Köyünde çokca kullanılır.Türkiye'de virtüöz Ciguli sayesinde kısmen yeniden popülerlik kazanmıştır.
Tahta ve sopa: Bir adet kalas, 2 adet iskele üzerine konur ve insanlar 2 adet ufak sopaları bulunur.
Telli çalgılar
Aphartsa
Aphartsa Abhazların eski iki telli, yaylı ulusal çalgısıdır. Günümüze kadar hemen hemen ilk şekliyle korunmuştur. Çeşitli zamanlarda Abhazların yaşantısını anlatan bazı yazarların (1) ifadeleri dışında aphartsa, ardında hiçbir yazılı belge bırakmamıştır ve bu çalgı yavaş yavaş halkın kullanımından çıkmıştır. 18. yüzyılın sonunda aphartsa henüz bütün Abhazya'da yaygın olarak kullanılıyordu. Dal,Tsabal, Abjua ve Bzıb'ta, ülkenin her yöresinde bu çalgı eşliğinde daha çok epik-kahramanlık özelliği taşıyan şarkılar söyleniyordu. Günlük yaşama o kadar yerleşmişti ki hemen her evde duvara asılı bir aphartsa görmek mümkündü. Asmak için çalgının sapına küçük yuvarlak bir delik açılıyordu.
Bugün aphartsaya en çok Gudauta Abhazları arasında rastlanıyor. Kaldahuara, Cırhua, Othara ve Lıhnı köylerindeki şarkı ve halk oyunları ekiplerinde aphartsa çalanlar bulunuyor.Bu çalgı Oçamçira bölgesinde daha az yaygındır. 1963’te bu bölgedeki köylerde aphartsası olan ve çalabilen sadece iki kişi bulabildik. Sohum ve Gagra'da aphartsaya artık çok nadir rastlanmaktadır; Gal'de ise bugün artık bu çalgıyı unutulmuş saymak gerekir.Aphartsanın bu bölgelerde kaybolmasının nedeni, buradaki köylerde bunu çalan Abhazların 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı'nda tamamen Türkiye'ye göç etmiş olmasıdır. Gal bölgesinde Abhaz aphartsasının yerini Gürcü çongurisi almıştır.
Ayümaa
Bütün Abhaz çalgıları içinde en fazla türü olan telli-pizzikato (2) çalgılardır. Bunlar ayümaa, ahımaa, açamgur ve apandurdur. Ayümaa köşeli bir arptır ve artık kullanılmamaktadır. Halk tipi son örneği A.A. Miller tarafından Leningrad Etnografya Müzesi için 1900’lerin başında Açandara köyünden Halil Çiçba'dan elde edilmiştir. Bu çalgı şimdi Abhazya Devlet Müzesi'nde sergilenmektedir. Bu ayümaanın asıl sahibi olan Halil'in babası Kobluh Çiçba, iktidardaki son Abhaz prensinin saray müzisyeniydi.Ayümaa ıhlamur ağacından, bükülerek gövde üzerine oturtulmuş bir yay biçimindedir. Gövde, içi oyulmuş yarı silindir şeklindedir. Üst taraftan ağaç bir kapakla kapatılmıştır. Kapak gövdeye küçük deri şeritler aracılığıyla sabitlenmiştir. Kapak üzerinde, 14 küçük yuvarlak delik açılmış ağaç bir çıta bulunur. Bu deliklerden, uçları düğümlenmiş teller geçirilir ve teller, bu deliklere çakılan küçük ağaç çubuklarla tutturulur. Yay üzerine, sol tarafa, ayar yaparken telleri germek için ağaç burgular yerleştirilmiştir. Ayümaanın telleri at yelesindendir, yönleri çaprazdır. Tellere paralel olarak her iki tarafta da, yay ile gövde arasına ağaçtan destek çubukları yerleştirilmiştir. Ayümaanın düzeni V.V. Ahobadze tarafından Svanların benzer çalgısı çanginin düzeniyle karşılaştırılarak yeniden yapılmıştır. V. Ahobadze'ye göre ayümaanın telleri İyon perdesinin basamaklarına göre düzenlenmiştir. Fakat biz Abhaz halk çalgısı ayümaanın tellerinin İyon perdesinin basamaklarına göre düzenlenmiş olduğu kanısında değiliz.Ayümaanın nasıl bir düzeni olduğu sorusuna cevap vermekte zorlanıyoruz. Çünkü tınısı hakkında hiçbir ipucu vermeyen çok kısıtlı bilgiye sahibiz ve esas aldığımız tek halk tipi örnek çok kötü durumda. (Gövde kapağı kırılmış, telleri kopmuş).Ayümaa esas olarak eşlik eden (akkompanent) bir çalgıdır. A. Miller, ayümaa eşliğinde tarihi ve savaş şarkılarının söylendiğini yazıyor. (3)Ayümaa sağ dize konularak çalınır. Her iki elin işaret ve orta parmak uçlarıyla yuvarlak hareketlerle teller çekilip bırakılarak çalınır; sol elle alt oktav, sağ elle üst oktav kullanılır. Çalgının adının kökeni Abhazcadır; "iki saplı" anlamına gelir.
Ahımaa
Eski arplar telli-pizzikato çalgılardır ve Kafkasya'da da, özellikle Abhazya'da kullanılmıştır. Ne yazık ki bu çalgının Abhaz tipi halk örneği günümüze kadar korunmamıştır. Lıhnı köyünden Elıf Kobahiya'nın (120 yaşında) tarifiyle İ.E. Kortua onu yeniden çizmiş ve bu çizime göre Hacarat Ladariya tarafından yeniden yapılmıştır. Yeniden yapılan bu ahımaa Abhazya Devlet Müzesi'nde sergilenmektedir. Çerçevesi trapez şeklindedir. Ortasından dayanak kirişlerine dikey olarak ağaç bir lata geçer. Bunun altına da gövde yerleştirilir. Çerçevenin küçük dayanak kirişinin uzunluğu 530 cm., büyüğünün 915 cm, boyu ise 520 cm'dir. Gövde, ağaç kapakla kapatılmış düz bir kutu görünümündedir. Gövdenin uzunluğu 210, eni 130 cm'dir.
Üst gövde kapağının üzerinde çapı 1 cm. olan küçük delikler bulunur. Gövde üzerindeki latada ve çerçevenin yan taraflarında tellerin tutturulduğu küçük ağaç çubuklar (burgular) çakılıdır. Orijinalinde teller aslında at kılındandır, fakat şimdi metal teller kullanılmaktadır. Teller her iki tarafta dayanak kirişlerine paraleldir. (Her iki tarafta 14'er tane). Sağ tarafta teller kalın perdeyi, sağ tarafta ise yüksek perdeyi oluşturur. Ahımaa, dar tarafı çalanın tarafında olacak şekilde dizlerin üzerine konur, her iki elin parmaklarıyla tellere dokunularak çalınırdı.
Bu çalgının kökeni hakkında İ.A. Acincal'ın kaydettiği bir efsaneye göre ‘ahımaa’, acıyı ifade etmek için bir araç olarak ortaya çıkmıştır. Kazayla oğlunu öldüren bir baba, küçükken çocuğu yıkadıkları teknenin üzerine at kılları germiş. Teknenin bir ucu, yıkarken çocuğun başını koyması için geniş yapılmış. Bunun üzerinde de üç sap varmış. Bu yüzden bu çalgıya da "üç saplı" anlamına gelen ahımaa adını vermişler. Zamanla bu alet gelişerek eşkenar trapez biçiminde bir çerçevenin ortasına oturtulmuş ve rezonatör olarak kullanılmaya başlanmış.Kafkasya'da bu çalgılara Gürcistan'da (santur), Ermenistan'da (kanon santur) ve Azerbaycan'da rastlanır. Hepsi birbirine benzer ve dışarıdan alınmadır. Bunların güneyden geldiği tahmin edilmektedir. Çalgının bu tipinin Kuzey Kafkasya' da olmaması, sadece Güney Kafkasya'da bulunması ve benzeri çalgıların eski zamanlarda Ön Asya ülkelerinde çok yaygın olmasına dayanarak böyle bir tahminde bulunulabilir.
Açamgur
Diğer çalgılarla birlikte dört telli - pizzikato bir çalgı olan açamgur da Abhazya'da geniş bir alana yayılmıştı. Açamgurun alttan kesik armut biçimindeki gövdesi ince uzun bir sap şeklinde devam ederek helezon bir kıvrımla sona erer. Gövdenin üzeri ince ağaç kapakla kapatılmıştır. Gövde kapağının üzerine birçok küçük, yuvarlak ses deliği açılmıştır. At kılından dört tel, bir uçlarından deri parçasıyla gövdeye tutturulmuştur. Diğer uçlarından ise, üç tanesi baş kısmının sapla birleştiği yerdeki deliklerden geçirilerek başın yan taraflarına çakılmış (ikisi bir tarafta, üçüncüsü karşıda), ağaç çubuklara sarılmıştır. Kısa olan dördüncü tel de aynı şekilde, sapın hemen hemen ortasındaki bir delikten geçirilerek yanda bulunan çubuğa sarılmıştır. Tellerin altındaki gövde kapağının üzerinde dört kertikli yüksek bir eşik bulunur. Tellerin düzeni farklıdır ve çalınan parçanın perdesine bağlıdır. Açamgur kısa tele göre akort edilir. Teller birinciden kısa olana doğru derece derece incelir.Açamgur oturarak çalınır. Boynu yukarı gelecek şekilde tutulur ve gövde sağ bacağa dayanır. Açamgur, tellerine boynun gövdeyle birleştiği yerden vurularak çalınır; bu da ayrı bir tarafta duran kısa tele gerek kalmadan çalmaya yarar. N. Canaşiya'nın (4) bildirdiğine göre, erkek çocuğun ilk kez kesilen tırnakları erkek çalgısı aphartsanın, kız çocuğunkiler ise açamgurun içine atılırdı. Gerçekten de açamgur çalanlar istisnasız kadınlardır ve genellikle çaldıklarına söyledikleri şarkıyla eşlik ederler.Açamgur esas olarak eşlik eden (akkompanent) bir çalgıdır. Boğulan birinin ruhunu bulma gibi ayinlerde, ölüyü gömdükten sonra yapılan yemekli törenlerde, hastanın başucunda geceyi geçirme sırasında çalınırdı. Açamgur Abhazların müzik yaşamına öylesine yerleşmiştir ki Abhazya'da açamgur grubu olmayan hiçbir ekip yoktur. Son zamanlarda Abhazların kullandığı çalgılar arasına Gürcü telli-pizzikato çalgısı pandur da girmiştir. Abhazların apandur olarak adlandırdığı bu üç telli çalgı, dış görünüş olarak açamgura benzer. Ancak apandurun gövdesi daha geniştir ve sapında birkaç perde vardır.
Üflemeli çalgılar: Her türlü bitki sapı ve kabuğu (bazen delikli), düdük ve flüt tipi çalgılar bu türe girer. Eski zamanlarda bunlardan savaşta veya avda işaret vermek için yararlanılırdı. Bugün de Abhazya'da çobanların çeşitli bitkiler yardımıyla basit melodiler çaldıklarını görmek mümkündür.Çeşitli otlar, yapraklar ve parmaklar kullanarak ses çıkarma, üflemeli dilli çalgıların temelini oluşturmuştur. Çalma sırasında dilcik titreşerek deliği açar kapatır. Bu periyodik titreşim havaya iletilir ve ses çıkar.
Açarpın
Günümüzde, üflemeli çalgılar içinde müzik aleti olarak korunan sadece açarpın kalmıştır. Uzunlamasına tek bir gövdeden ibaret olan bir tür flüttür. Geçmişte Abhazlar arasında bu çalgının yaygın olduğuna dair birçok bilgiyi etnografların çalışmalarında buluyoruz. Abhazya Devlet Müzesi'nde üç Abhaz açarpını sergilenmektedir. (Resim 52). Hepsi aşağıya doğru daralmaktadır. Her birinin uç tarafında üçer ses deliği vardır. Dış kenarları, baş tarafta biraz inceltilmiştir. Abhaz açarpını her iki tarafı açık, ters koni kesitli, içi boş bir borudur. Üzerinde üç, seyrek olarak da altı ses deliği (uç tarafında) vardır. Bazılarında bu deliklerin karşı tarafında, hemen hemen başa yakın küçük, dört köşeli bir delik daha bulunur. Bu açarpınlardan birin?isini örnek alırsak, uzunluğu ortalama 710 mm.dir. Borunun çapı başta 20, sonda ise 18 mm.dir. Boru kanalının çapı ise başta 18, sonda 9 mm.dir. Dış çeperinin kalınlığı başta 1, sonda ise 4 mm.dir. Baştan ilk ses deliğine kadar olan mesafe 519, ilk ve ikinci ses deliklerinin arası 56, ikinci ve üçüncü delikler arası 61, üçüncü delikten sona kadar 67 mm'dir. Ses deliklerinin çapı: birinci 7, ikinci 5, üçüncü 4 mm.dir.
Açarpın şemsiye benzeri bitkilerin sapından, genellikle de açarpın denilen bir ağaçtan (Lat. merac1eum) yapılırdı. Çalgının adı da buradan gelmektedir. Ağustos-eylül aylarında (Yılın bu mevsimi bitkinin, en iyi ses için kullanılabilecek şekilde kuru olduğu zamandır) çobanlar yüksek yerlerde bu çalıdan, gövdenin biraz uzağından 7 el boyu uzunlukta bir dal keserlerdi.Dalın halka kısmı borunun ucuyla denk düşecek şekilde kesilirdi. Dal ne kadar kuru olursa ses o kadar berrak olurdu. Baş kısmı bıçakla dış tarafından yontularak temizlenir, gövde üzerinde, en alt ucunda ses delikleri için birbirinden 3 parmak mesafede işaretler konurdu. Daha sonra kızgın çiviyle veya kömürle yakılarak oyulur, sonra da kurutulurdu. Eğer açarpın istenilen ölçülerde olmuşsa, kururken daralmaması için içine küçük bir çubuk yerleştirilirdi.Sonraları açarpın mürver ağacından (Abh. atıp; Lat. sambucus nigra) veya yabani havuçtan (Abh. ahış, Lat. davrus carota) yapılmaya başlandı. Kabak sapından, ceviz veya hurma dallarından da açarpın yapılırdı. Önce düzgün bir dal kesilir, içinin temizlenmesi için hafif hafif vurulur. Bu işlemden sonra içi bütün olarak çıkar. Bu gövdenin üzerinde iki veya üç yuvarlak ses deliği açılır ve açarpın gibi üflemeli müzik aleti olarak kullanılır.
Açarpın kılıf içinde korunurdu. Dağlarda kılıf yerine tüfeğin namlusunun içine de konurdu. Evde ise yatay olarak duvara asılırdı. Üzerinde çatlama gibi bazı zararlar görülse bile açarpın atılmazdı. Bu durumda açarpının üzerine, kuruduktan sonra hiç fark edilmeyen keçi bağırsağı geçirilir ve bunun üzerine ses delikleri açılırdı. Kullanmadan önce açarpın, borusunun içine 2-3 kez su dökülerek ıslatılır. Uzunlamasına tutularak ve her iki elin parmaklarıyla sırayla iki ses deliğini kapatarak çalınır. İlk ses deliği sol elin parmaklarıyla, üçüncüsü sağ elin, ikincisi ise hem sol hem de sağ elin parmaklarıyla kapatılır. Çalma sırasında açarpının başı ağzın sol köşesinde, dudakların arasında tutulur. Deliğin bir yarısı üst dudakla, diğer yarısı da dille kapatılır. Çalma sırasında çalgıcının kendisi de alçak burdo ses çıkarır, bu şekilde iki seslilik elde edilir. Açarpın gelişmiş bir çoban kavalıdır. Onunla en başta pastoral yaşam tarzıyla ilgili melodiler çalınır. Abhaz halk şarkılarını ilk derleyenlerden biri olan K.V. Kavan'ın belirttiğine göre açarpın "sadece eğlence aracı değil, çobanların elinde bir silahtır." Gerçekten Abhaz çobanlar, avuasırhüıga ("koyuna ot yedirten") adı verilen özel bir melodiyle sabahları keçileri ve koyunları otlağa çağırırlardı. Özel şarkılarla at sürüsünün içinden iki yaşındakiler, üç yaşındakiler v.d. ayrılırdı. "Ritsa Gölü Şarkısı"nda açarpın çalarak gölde boğulan bir sürü geri çağrılır. Efsaneye göre, gölden her gece beyaz bir koç çıkar ve damızlık bir koyunla çiftleşir. Çobanın hiç sesini çıkarmaması gerekir; aksi takdirde koç göle atlar, arkasından da bütün sürü... Bir gün çobanın yerine sürüye bakmak için küçük kardeşi gelir. Koçu görünce şaşkınlıktan bağırır. Koç suya atlar, ardından da bütün sürü onu izler. Ağabeyi bunu öğrenince gölün kenarına oturur, açarpın çalmaya başlar. Sürü yavaş yavaş sudan çıkar. Fakat kardeşi kendini tutamaz ve bu kez sevinçten bağırır. Koç yeniden suya atlar ve yine bütün sürü onu izler. Bunun üzerine büyük kardeş yamçısına sarınır ve kendini bir tepeden göle atar. Abhazlar sürü yayılırken açarpın çalmanın hayvanların daha çok yemelerini ve daha çok süt vermelerini sağlayacağına inanırlardı. (“Sürüyü besleme şarkısı”). Büyük olasılıkla bu gelenek, müziğin kötü ruhlara karşı koruyucu gücü olduğu inancıyla bağlantılıydı. Açarpının melodilerine büyülü bir anlam yüklenir ve hasta çobanın bunlarla ıstırabını hissetmeyeceğine, bu melodilerin kötü ruhları kovacağına inanılırdı. Bir efsaneye göre, Mulpıyecua kayalarda asılı kalan kardeşi Şarpıyecua'nın uyumaması için bütün gece açarpın çalardı. (“Kayalık Şarkısı”). Açarpın boğulan veya kayalıktan düşen birinin ruhunu bulma töreninde de çalınırdı. Abhazlar, boğulanın birinin cesedini ararken, nehir kıyısı boyunca yürüyerek açarpın çalarlardı. Cesedin bulunduğu yerde açarpın susarmış. Aynı şekilde Karaçaylar da sıbızga çalarak boğulanın cesedini ararlar. Abhazların kullandığı üflemeli dilli çalgılardan diğer ikisi de aşamşıg ve abıktır. Köken olarak daha eski olan abıktır. Bunlar genellikle ceviz ağacından yapılan, 370 mm.'ye kadar uzunlukta, koni biçiminde borulardır. Baş tarafına tek parça, kertikli bir dilcik yerleştirilmiştir.Yapraksız kabak sapı da dilli üflemeli çalgı olarak kullanılıyordu. Dilcik burada, baş tarafta bir yarık biçimindedir. Aşağıya doğru gövde üzerinde 3 ses deliği vardır. Bu çalgı akabak huçı, yani ‘kabak sapı’ olarak adlandırılır. Kabak sapından aşamşıg da yapılır. Bu da dilli bir çalgıdır, fakat dil bunda biraz farklıdır; baş tarafında borunun çeperi ? biçiminde kesilmiştir. Dilin içeri kaçmaması için içine bir ot yerleştirilir. Boru kalın ve 300-350 mm. uzunluktadır. Üst kısmı, yani baş tarafı açıktır, altı ise kapalıdır. Borunun alt tarafında iki ses deliği vardır. Üflemeli çalgılar içinde ayrı bir grup oluşturan tür, çalanın gövdenin üstteki dar ucuna dayadığı dudaklarını gererek ve titreştirerek ses çıkardığı çalgı türüdür. Bu çalgı türüne, Abhazların uzunluğu 1 metreden fazla, bakırdan dövülerek yapılmış geniş ağızlı borusu abık da girer. Bu çalgı artık kullanılmıyor, fakat görenlerin hatırladığına göre 19. yüzyılın ikinci yarısında, son Abhaz kralının iktidar zamanında sarayda kullanılıyormuş. Gal (Samurzakan) bölgesinde bu borular 20. yüzyılın başında işaret aleti olarak kullanılıyordu. Abık dini amaçlar için de kullanılıyordu. Cırhua köyünden Damey Dzkuya'nın anlattığına göre, köyün tapınağındaki din adamı birini lanetleyeceği zaman abık çalıyordu. Böylece abıkın sesi lanet yüklü, büyülü bir özellik kazanıyordu. Ya da bir hırsızlık olduğunda, bir şey kaybolduğunda mağdur bunu din adamına bildiriyordu; o da kutsal tapınağa çıkıyor ve abık çalıyordu. Diğer köylerden sesi duyan herkes hırsızlık olduğunu anlıyordu.
Vurmalı çalgılar: Vurmalı çalgıların kökeni insanlığın en eski çağlarına kadar uzanmaktadır. Vurmalı çalgının en basit prototipi insan vücududur. Abhazlar da bugün şarkılara ve özellikle oyunlara eşlik ederken el çırparak veya telli çalgıların kenarına vurarak tempo tutarlar. Tempo hızlandığında melodinin ritmini otururken masaya vurarak tutarlar. Oyunu izleyenler sık sık bıçağın sapıyla, başka bir şeyle tempo tutabilirler. Tempo tutmak için bu şekilde ses çıkarmaya anapeynka, yani ‘el vurma’ denir. İnsanların benzeri ‘ses üretme’ gayretleri zamanla vurmalı çalgıları ortaya çıkarmıştır. Abhazların korudukları bu çalgılardan biri açardır (veya açats). Bugün bu alet artık dansa veya şarkıya eşlik etmek için değil, sadece atların eğitiminde kullanılır. Terbiyeci açarı sağ elinde tutar ve zaman zaman atın kuyruk sokumuna vurur. At korkudan kuyruğunu kısar ve sallamaz.Bu alet 500 mm. uzunluktadır ve kuru fındık sopasından yapılır. Bir ucundan ortasına kadar ikiye yarılır. Uçlar, vurulduğunda bir araya gelecek ve ses çıkaracak kadar birbirinden ayrılır. Abhazların kullandığı ritim aletlerinden biri de değişik türleri bulunan akapkaptır. Gudauta bölgesinde oyunlar sırasında açıj kullanılır. Bu, kalın ve yontulmuş bir ağaç çarkın üzerine oturtulmuş, dikdörtgen şeklinde ceviz çerçevedir. Çerçevenin enine, çarka dikey olarak ve ona temas eden bir lata geçirilir. Latanın bir ucu sıkıca tutturulur, diğer ucu ise boş bırakılır.
Açıj
Oçamçira'nın Cigerda köyünden 80 yaşındaki Teba Şarmat'ın anlattığına göre, eskiden oyun sırasında el çırpılır, fakat bu zor duyulduğu için ağuçmakakua denilen, sallandığı zaman birbirine vurarak oyunun ritmine uygun ses çıkaran düz ağaç plakalar kullanılırmış. Tarife göre ağuçmakakua, Çerkeslerin kullandığı phaçıçtan başka bir şey değildir.
Açandara köyünden Lıt Kuarçaliya, kaybolan bir Abhaz vurmalı çalgısı ainkagâyı tarif ediyor. 1964'de bulunan orijinal ainkagâ kürek biçiminde, incir ağacından yapılmış, biri dar, yuvarlak bir sapla biten 12 plakadan oluşuyor. Bu plakalar sapın iki tarafına açılmış deliklerden geçirilen deri bir sicimle birbirine bağlanıyor.
Ainkâga
Esas plakanın uzunluğu 417, sapın uzunluğu 188, üst köşesinin eni 20, alt köşesinin eni 33, sap dışında plakaların uzunluğu 223, sapta eni 123, ucunun yarıçapı 45, kalınlığı 2, üst köşeden deliklere kadar mesafesi 13 mm'dir. Ainkagâ çalınırken sapından tutulur ve elin sert veya yumuşak hareketleriyle ritmik vuruşlar yapılır. Ainkagâ oyunlara eşlik etmek için çalınırdı. Abhazların inançlarına göre, bu tür aletlerin yardımıyla gürültü çıkarılarak kötü ruhlar kovulurdu. Bunların koruyucu gücünü artırmak için üzerleri süslenirdi. Tempo tutmaya ve ses çıkarmaya yarayan aletler en eski ve ilkel vurmalı çalgılar olarak kabul edilebilir. Bu türden, başka bir alet de akakan kılcua veya arasa kılcuadır. Bu, şimdi çocukların eğlence aracı olan bir çift cevizdir. İki cevizin içinden uçları bağlanmış bir ip geçirilir. İp her iki elle tutularak periyodik olarak gerilip bırakılır ve cevizlerin birbirine çarpması sağlanır.Cevizden, bazen de fındıktan yapılan başka bir alet de ağırğındır. İçi dolu kurumuş cevizin ya da fındığın içinden çapraz olarak ip geçirilir. Akakan kılcua gibi ip gerip bırakılarak çalınır; ‘ğır’ ya da ‘vır’a benzer bir ses çıkardığı için adına ağırğın ya da avırvır denmiştir.Abhazların ağırğın-avırvır, akakan kılcua v.b. aletleri şimdi çocukların oyuncağı durumundadır. Fakat ilk ortaya çıktıklarında ilkel "müzik aletleri" olarak kullanıldıkları kesindir.
Sesin kaynağı bizzat kendisi olan saydığımız bu aletler dışında, gerilmiş deriye vurularak ses çıkarılan bir vurmalı çalgı grubu daha vardır. Bunlara genel olarak adaul denir. Adaul tek taraflı trampet biçiminde bir işaret aracıdır.
Adaul
Bükülerek birleştirilmiş tahta bir kasnağın üzerine keçi derisi geçirilerek yapılır. Deri önceden suda bekletilir, sonra güneşte kurutulur. Ağaç kasnak üzerinde delikler vardır. Adaul kaşık biçiminde sopalarla çalınır.Bugün Abhazya'da dans müzikleri çalınırken iki taraflı, ağaç kasnaklı davul kullanılır. (5) Derisi dana ya da koyun derisindendir ve bir tarafındaki deri diğerinden oldukça kalındır. Deri, ipler yardımıyla gerilir. Kasnak genellikle kırmızıya boyanır. Ölçüleri farklı olabilir. (Örn. eni 300-400 mm., çapı 340-500 mm.) Her iki elin parmaklarıyla ve avuç içleriyle çalınır. Bu tür davullar Abhazya'daki çeşitli halk oyunları ekiplerinde geniş ölçüde kullanılmaktadır.
Abhaz halk çalgıları, Çerkeslerin benzeri çalgılarıyla karşılaştırıldığında gerek dış görünüş, gerekse işlevsel benzerlikleri bu halkların genetik akrabalıklarını da doğrulamaktadır. Abhaz ve Çerkeslerin çalgılarındaki bu benzerlik, prototipleri bile olsa bu çalgıların çok eski zamanlarda, en azından Abhaz-Çerkes halklarının farklılaşmasından önce ortaya çıktığını düşünmemize dayanak sağlamaktadır. Çalgıların ilk dönemlerdeki adlarının bugün halkın belleğinde korunuyor olması da bu düşünceyi destekliyor.Diğer Kafkas halklarının çalgıları, küçük farklılıklarla birlikte görünüş ve işlev olarak Abhaz halk çalgılarıyla hemen hemen aynıdır. Ancak günümüzde hem Abhazlarda, hem de diğer Kafkas halklarında en çok kullanılan ve artık "ulusal" sayılabilecek müzik aleti "mızıka" olarak bilinen armonika veya giderek onun yerini almaya başlayan akordeondur. Ayrıca “garmon”, “bayan” gibi akordeon benzeri çalgılar da kullanılmaktadır.
KAYNAKÇA:Meri Haşba, müzikbilimci
Der. ve Çev.: Murat Papşu
ABHAZYA ve ÇERKES DANSLARI
Apsni aspuva Koşara: Abaza Oyunu olarak ta bilinen bu dans, Abhazya'da unutulmuş olan ve diasporadaki Abhazların orjinal figürleri koruyarak oynadıkları dansın kareografize edilmiş şeklidir.
Apsni aspuva Koşara: Tarihin bilinen ilk dönemlerinden beri Abhazya topraklarında yaşayan, bağımsızlık mücadelelerinden alnı açık çıkan Abhazların hareketli ve coşkulu dansıdır.
Apsni aspuva Koşara: Tarihin bilinen ilk dönemlerinden beri Abhazya topraklarında yaşayan, bağımsızlık mücadelelerinden alnı açık çıkan Abhazların hareketli ve coşkulu dansıdır.
Akita Koşara: Abhazların Hasat sonunda oynadıkları eğlenceli ve esprili bir danstır.
Avapa Koşara: Erkeklerin Avapa adı verilen kalın keçeden yapılmış giysiler ile oynadıkları savaşçı ve sert mizaçlarını yansıttıkları, özünde cesaret, yiğitlik gibi erdemleri barındıran, kızların zerafet ve estetiklerini yansıttıkları bir danstır.
Aşha Koşara: Dağlı erkeklerin oynadığı bir oyundur. Yiğit gözü pek kafkas delikanlıları ortaya atlayıp asaletlerini sergilerler. Yaptıkları hareketlerle güçlülüklerini gösterirler. Figürler çok keskindir.
Kızların Avar Dansı Bu oyun; yaptıkları haraketlerle erkeklerin taklidini yapan kızların oynadıkları bir oyundur, ritim hızlıdır ve içinde esprili bir yaklaşım oyuna güzel bir hal katar.
Kep-Kep Koşara: Kızların ritm vermeye yarayan tahtadan yapılmış Kep-Kep lerle oynadıkları ritmik karakteristik, bir danstır.
Koçaina: Koçarina Şarkısı eşliğinde, kızların ve erkeklerin beraber oynadığı Abhazya'ya özgü karakteristik bir danstır.
Mahalli Çeçen: Diasporada yaşayan Kafkasyalıların Düğün cemiyet vb. toplantılarda oynadığı Türkiyede Şeşen olarakta bilinen dansın sahneye uyarlanmış halidir.
Simd:Osetlerin oynadığı asaleti ve ağırlığı temsil eden bir danstır.
YEMEKLER
Ekmekler : Cokatabe, Çümen, Haluğ, Mayasız ekmek, Galnış, Haluvçih, Hingel Mecage, Mejağ Mısır, Mayalı saç, Siskil, Sütlü Tandır
Çorbalar : Tarhana, Mercimek, Un, Çılbır, Kızılcık,Yoğurt, Yarma, Veynih, Sütlü pirinç, Sütlü mısır, Sütlü darı, Hıngıl, Hantagups, Hacığaps, Garzınış, Çerkez ayran çorbasıdır
Hamur işleri : Mantı, Börekler, Erişte, Kuskus, Kaşık makarna, Mancarlı pide
Et yemekleri : Bağırsak dolma, Böbrek ezmesi, Pirzola, Kuzu Kızartma, Çişse, Haşlama et, Kavurma et, Kuru et, Lersi, Nekulh Tandır Kara dolma, Korçan, Sebze dolmaları, Kebaplar, Lahana sarma
Tatlılar : Abaza tatlısı, Balkabağı, Peçelibedijin, Fetguçin Fırında bal kabağı, Halıbj İran helva Kabaş, Aşure, Natuh, Şake helva, Melen güççeği, Laz böreği, Güllaç, Sütlaç Baklava
İçecekler : Boza,Üzüm şarabı, Sütlü çay, Şıra
Pastalar: Şir peynirli mısır, Malay, Kosi, Jert, Hudur darı
Tavuk yemekleri : Çerkez tavuk, Abaza tavuk, Ahırdıgış, Ciğerli Çerkez Haggısri, Vokumuş iran fıh, Patatesli şipsi, Şipsi baste tulen Yumurtalı şipsi
Sütlü yiyecekler : Asıc çemuka,Çerkez peyniri, Çiğsütten tereyağ, Galdet hayage, ihşırı simge, Jemikoc, Ekşimek kudusu, Koyun yoğurdu, Japkha kundusu, Küp peynir, Meteköy peynir yemeği, Yağsız ekşimek
Salatalar : Asapa salata, Lezgi, Erik ezmesi, Ahulçapa, gaşeğin, Kartafizikga, Lahana salata, Patlıcan Sarmusak Domates salata
Turşular : Çerkez ve Abaza erik ezmesi,Kararlahana,sızbalı,Turp sızbalı,Yer elması sızbalı
Çeşitli yemekler : Gaygana, Soğanlı yumurta, Sebze yemekleri, Zeytin yağlılar, Mamursa, Kaldırık, Mantar yemekleri, Tirit, Malay, Hoşmanım, Mancarlı fırında pide, abısta (Abazalara özgü ekmek) haluj (abhaz mantısı) sızbal (genellikle erikten yapılan bir tür meze) Aktısızba (Çerkez tavuğu) Acıka (Fasülye ezmesi) Atukril, hampal, açaç, halij abhazya üsülü balık, enişte çöreği, abhazya pastası, abhazya peyniri, çöğür gibi çeşitleri mevcuttur
KAYNAK. Çerkes’lerin Düzce iskanı
www.Kafkas.org.tr/Ajans/2003/Aralig/04.12.2003_Düzce Kenan Okan, Hasan Aşık, İrfan Kap, Kemal Kap, Görsel yayınları 3, İ.Ersoy, B.Habiçoğlu Kafkasya göçleri, H.Ersoy Kafkasya gerçeği 1992,S.Berzog 1990 Kafkasya federasyonlar derneği, Düzce Kafkasya Eğitim ve Kültür Derneği, Vedia, www.haberhit.net, diaspora'nın sesi. Düzce Kafkas Dern.Akçakoca Köyleri-2010 İbrahim Tuzcu Derleyen :İbrahim Tuzcu
ABHAZYA’LAR VE KÜLTÜRÜ
Abhazalarda at ve erkeklerde fölkorik giyim
TARİHİ: Güney Kafkasya' nın batı yöresinde dağlarla deniz arasında uzanan, dört mevsimi bağrında barındıran, kıyılarında subtropikal bitki örtüsü, dağlarında bembeyaz karları eksik olmayan bu masal diyarına eskiden beri "Abhazya " (Apsnı), insanoğlunun yer yüzüne ayak bastığı en eski çağlardan beri insanların yaşadığı bu ülka halkına " Abhaz " ( Apsuva ) derler. Küçük Asya' da yaşamış Hititlerle, Kuzey Kafkasya' daki Adigeler' in akrabası olan Abhazlar' ın adına ilk kez Prinç Dönemi' ne ait yazılı kaynaklarda " Abeşla " olarak rastlanır. Asıl atalarının " Apsil, Snig ve Abazg " denen antik dönem Abhaz boyları olduğunu bildiğimiz bu halklar Kafkasya' nın Karadeniz kıyılarında feodal beylikler kurdular. Bu beylikler kültürel olarak Bizans ve Roma uygarlıklarına yakın yaşadı. Bizanslılar o döneme kadar Diyoskurya ve Pitunt adında ticari merkezler kurdular. İsa' nın doğumuna dört- beş yüzyıl kala oluşan bu merkezlerde yerleşen kolonistler miladi yılların başlangıcında Roma lejyonerleri tarafında püskürtüldü. Diyoskurya harabelerinin üzerine Sebastopolis adıyla askeri bir kale inşa ettiler. " En büyük " dedikleri İmparator Oktavya' nın anısına buraya Avgust-Sebastos adını koydular. VI. Yüzyılda Abhazya, Bizans Kolonisi oldu. Aynı zamanda da bir Hristiyan ülkesi haline geldi. İşte ozaman yukarıda adını saydığımız Abhaz feodal beylikleri konsolidasyona geçti. VIII. Yüzyılda Abhazlar, tüm Kafkasya' yı titretecek Abhaz Krallığı' nı kurmuş oldular. X. yüzyılın sonunda Feodisi adındaki Abhaz Kralı' nın çocuksuz oluşu, varis bırakamaması, onu; tahtına kızkardeşinin oğlunu oturtmak zorunda bıraktı. O III. Bagrat adıyla tarihe geçen kraldı. Babası Gürcü, annesi Abhaz olan bu kral dayıları tarafından yetiştirilmiş olduğundan uzun süre bu krallığa Abhaz Krallığı dendi.Babasının Gürcü olmasına rağmen Bagrat hanedanlığının kurduğu krallığa " Abhaz Krallığı" denmesinin nedeni, bu krallığın temelinin Abhaz kralları tarafından atılmış ve desteklenmiş olmasıdır. XV. Ve XVI. Yüzyıllarda Abhazlar tekrar kendi krallıklarını kurup Abhaz-Gürcü Birleşik Krallığından ayırdılar. Ama bu kez Osmanlı İmparatorlığu' nun gölgesinde yaşamak zorunda kaldılar. Yüzlerce yıl Hıristiyan din kültürünü alan Abhazlar' ın önemli bir kısmı Müslüman oldu. 1810 yılında Abhaz Krallığı, Rusya' nın himayesine girdi. Çok geçmeden Kafkasya' da ulusal bilinçlenme güçlendi. Abhazlar da bu bilinç içindeydi. 47 yıl süren Kafkas Savaşları bitene dek silahlarını teslim etmediler. O yıllarda, yani 1864 yılından itibaren Rus Çarlığı Abhazya' nın batısında yaşayan Abhazlar' ı, Adigeler' le birlikte anayurtlarından sürdü. Abhaz Krallığı' na da son verdi. Abhazya bir uçtan öbür uca Kazak çizmesi altında ezildi. Halk nüfus kaybına uğradı.1866 yılında Abhazlar bağımsızlık uğruna tekrar silaha sarıldı. Adeta intihar savaşına giriştiler. Ama ne yazıkki buna güçleri yetmedi. Ertesi yıl Ruslar silah zoruyla, kalan Abhazlar' ı da sürdü. Ülke boşaldı. On yıl sonra Abhazlar tekrar silaha sarıldı. Ulusal bağımsızlık adına verdikleri her savaşın ardından bir kez daha sürüldüler. Bu kez ulus tamamıyla yok olma tehlikesi geçirdi.1918 yılında Anayurdunda kalmayı başarabilen Abhazlar kaybettikleri " Ulusal devlet " yaşamın dizginlerini yeniden ele geçirdiler. Ama demokratların başındaki Gürcü Menşevikler, dizginlerin yeniden elden kaymasına, ülkenin karanlığa gömülmesine neden oldu. 1921 yılında Abhaz gençleri, Rus Bolşevikleri' nden de destek alarak Abhazya' yı, can yurtlarını bağımsız kıldı. Abhazya, " Sovyet Sosyalist Cumhuriyet " oldu. Bağımsız devlet statüsüne kavuştu.. Abhaz ulusu yeniden canlandı. Ama ne yazık ki zamanla Abhazya' nın devlet olma konusundaki başarısı engelnmeye, hakları kısıtlanmaya başlandı. 1922 yılında Abhazya, Gürcistan S.S. Cumhuriyeti' ne bağlandı. On yılda böyle geçti.1931 yılında Otonom cumhuriyet olarak Gürcistan' a bağlandı. Lakoba' yı öldürdükten sonra Abhazya sadece görüntüde bir Otonom Cumhuriyet haline geldi. Gerçekte bir Otonomi hakkı bile kalmamıştı. Artık Abhazya Gürcistan' ın bir rayonu ( bölgesi ) gibi görülüyordu. 30' lu yılların sonunda Abhazlar' ın derdine tercüman olabilecek tüm Abhaz aydınlarını, gençlerini yok ettiler. Latin alfabesine dayalı Abhaz yazı dilini kaldırıp, Gürcü alfabesini ve dilini yerleştirmeye çalıştılar. Gürcistan' ın doğu bölgesinden insanları getirip Abhazya' ya yerleştirdiler. Savaş yıllarıydı, Sovyet halkının başı tutusa söndürecek hali ve vakti yoktu. Herkes kendi derdindeydi, Abhazlar' ın problemleriyler uğraşacak tek bir merci yoktu. 1944 yılında Abhaz okullarını kapatmaya, Abhaz çocuklarına ana dillerini unutturup, Gürcüce öğretmeye başladılar. Gürcü faşistleri, Abhaz yer adlarını ( toponim ) değiştirmeyi de ihmal etmediler. 1948 yılından 1951 yılına kadar Abhazya' da 147 yer ve köy ismi değiştirilip Gürcüleştirildi. Gürcüler asimilasyonu hızlandırmak, halkı yok etmek için akıl almaz yöntemler uyguluyorlardı. Bu asimilasyonun ötesinde bir şeydi, adeta bir soykırım, bir uluısu yaşarken yok etme yöntemiydi. Abhaz ulusunun kökünü Abhazya' dan tamamen kazımak istiyorlardı. Abir grup Abhaz' ı II. Dünya Savaşı' nda Almanlar' a yardım etti diye karalayıp imha ettiler. " Abhazya, Sovyetlerden ayrılmak istiyor." , şeklinde provakasyonlar yaparak Abhaz tarihini saptırmaya çalıştılar.İşte, Pavle İngorakva gibi fanatik teorisyenler " Antik Abhaz boyları olan Abasglar ve Apsiller Abhaz kökenli değil, Gürcü kökenlidir. AbkazlAr' ın bunlarla hiçbir ilgisi yoktur. Abhazlar Abhazya' ya iki üç yüzyıl önce kuzeyden geldiler" gibi düzmece tarihlerle Abhazlar' ı yeniden yok etme teorileri üretmeye başladılar. Abhazya 70 yıl Sovyet egemenliği altındaydı. Ama değişen bir şey yoktu. Her seferinde yeni bir ulusal sorun yaşıyorlardı. Sovyet döneminde Abhazlar, Abhazya' da nüfusun %18' ini teşkil edecek duruma düşürüldü. Her an başlarına kakılan nüfus azlığının nedeninin kendileri olduğunu, bir an olsun akıllarına bile getirmediler. XIX. yüzyılda tüm Kafkas uluslarının kökünü kurutan sürgün dramını Abhazlar da ziyadesiyle yaşadı. Bu yüzden boşalan Abhaz toprakları yabancı uluslar tarafından yağmalandı. Bütün olumsuzluklara rağmen 1866 yılında Abhazya' da kalan Abhaz sayısı nüfusun % 60' ını teşkil ediyordu. Gürsüler ve Mingreller durmadan gelip yerleştiği halde onlarınsayısı o tarihlerde 26.000' i geçmiyordu.Daha sonra Abhazya' da yaşayan Gürcü, Mingrel nüfusu 240.000' e ulaştı. Abhaz nüfusu ise kendi anayurdunda 100.000' e düştü. Bu yüzden Abhazlar demografik anlamda çok sıkıntılar çektiler. Her an karşılarına bir koz olarak çıkarılan bu problemin müsebbibleri, bunu ileri sürelnlerden başkası değildi.
Kaynakça: Doç. Dr. Valeri Beygua ABHAZYA TARİHİ, Abhazcadan Çeviren Papa-pha Mahinur Tuna As Yayın
KÜLTÜR
İsa’dan önce 331 tarihinden itibaren Abhazya Kafkasya’daki yurtlarında 1864 yılına kadar genellikle bağımsız olarak yaşamışlardır. Abhazya geçmiş yüz yıllarda sıra ile Türklerin ve Gürcülerin işgali altında kalmıştır. Nüfusunun büyük bir çoğunluğu Türk hakimiyeti esnasında islamiyeti kabul etmiştir. Müslüman olmuş büyük bir nüfuz Abhazya’ da oluşmuştur. 1864 yılında Rusların hakimiyetine giren Abhazya’da, 1866 yılında başlattıkları bir ayaklanma başarısız kalmıştır. Bu dönemde birçok Abaza Türkiye’ye göç etti.yy.dan itibaren Abhazya ve Gürcistan’ın ayrı bölümleri yavaş birleşmeye başladı.İlk Abhaz kıralı Lav’on tarafından birleştirilen Abhaz grupları; Abhazgia, Apsilla ve Misimya, Lazikika’yı ve Batı Gürcistan’ı da katarak kendini yörenin tek hakimi ilan etmişti. Abhazya 3 ve 4. yüzyıllarda Hıristiyan oldu. Pitsunda şehri bu dinin merkezi oldu. 5. ve 6. yüzyıllarda bu din Abhazya’nın resmi dini olmuştur. Abhazya 6. yüzyılda en parlak dönemini yaşadı. Abhazya 8. yüzyılda Arapların işgaline uğradı. 16. yüzyıldan itibaren Abhazya Osmanlı hakimiyetine girdi. İslam kültürünün etkisi altında kaldı. 1810 yılında Abhazya Rus hakimiyetine girdi. Abhazya lar, 1821, 1894, 1830 ve 1840 ve daha sonraki yıllarda Ruslara karşı çetin mücadeleler vermeye başladı.Şeyh Şamil, Muhammet Emin ve Maenkats liderliğinde diğer Kafkas Boylarıyla birlikte uzun yıllar Ruslara karşı savaştılar.11-22 Mayıs 1864 te Abhazlar Ruslarla intihar savaşı yapmaya başladılar. 1864 te ilk göçler başladı. 1877- 1878 Osmanlı- Rus Savaşı, bölgede büyük bir nüfus kaybına neden oldu.Köyün genel nüfusu bir kuzey Kafkas topluluğu olan Abhazlar'dan oluşmaktadır. kısmen Hemşinli bulunmaktadır. Yöresel yemekleri, Abhaz ve Hemşin yemekleridir. Bunlar içinde Abısta (Abhazlara özgü bir ekmek türü), haluj (abhaz mantısı), sızbal (genellikle erikten yapılan bir tür meze) gibi çeşitler mevcuttur. Gelenek bakımından abhaz geleneklerine bağlı kalınmıştır. Yöresel oyunları; Abhazlar için Apsuva koşara ve Rinnadır. Abhazların neredeyse tüm oyunları kızlı-erkekli eşler şeklinde oynanır. Hemşinlilere özgü oyunlar ise horondur ve tulum ile onlara da kızlı erkekli oynarlar Abhazların geleneksel çalgıları akordeon ve mızıkadır. Aynı zamanda da düğünler de tahtalara vurularak da ritim tutulur. Abhazların sadece kendilerinde özgü bir gelenekleri vardır. Abhazlar kendi aralarında soylara (sülalelere) ayrılır. Düzce’deki Abhazlar, Kabba,Suktar(Kutarba), Koadzba, Aşuba, Argun, K'eçba, Kurua, Kurkunaa, Akhba, Çiüşba, Khikuba vb. sülalelerden oluşur. çoğunlukla Kabba ve "Koadzba" soyundandır. Başka soylardan da aileler de bulunmaktadır.
Doğum olayı.:Abazalarda çocuk dünyaya geldiği zaman doğum olayını köy halkına duyurmak için silah atılırmış. Bu durumda çocuğun kız veya erkek olması önemli değildir. Yeni doğan çocuğun adını dede koyar.
Düğün gelenekleri:Abaza düğünlerinde çalgı olarak mızıka, akordeon ve tahta çalınır. Tahtaya 10-15 delikanlı dizilir. Tempo tutarak vurulur. Akordeon eşliğinde ellerle tempo tutulur. Ortada bir kız ve bir oğlan oynar. Oyun bitimine doğru ortadaki kız ile oğlan kendini yerlerine oynayacak olanları, kendileri ortada iken seçerler. Onlar kalkar, ortadakiler oturur.Bir ağaca yumurta asılır, onu silahı ile kim kırarsa Tasayüzeden çorap hediye alır Ayrıca ortaya bir masa konur bu masada bir kişi düğün evine hediye getirenleri deftere yazar sonunda düğün sahibine verir düğün sahibi bu defteri saklar ona hediye getirenleri deftere bakar ona göre hareket eder.
Gelenekler :Abazalarda eğlenmek için, muhabbet yapmak için düğün dernek olması şart değildir. Örneğin herhangi bir Abaza köyünde bir iki kız veya erkek köye akrabasına ziyarete gelse, o köyün gençleri o eve toplanır. Misafirin onuruna muhabbet, eğlence düzenlenir.Abazalarda, bir kişi bir kahveye, bir cemiyete girdiğinde herkes ayağa kalkar ve ona saygı gösterirler. Gelen kişi eğer, cemiyettekilerin yaşça büyüğü ise onu oturanların en başına oturturlar O, müsaade eder, her kes oturur. Eğlence nerde kaldı ise oradan devam eder.Abaza köylerinde kahvehanelerde ortaya perde gerilir. Gençlerin yeri ayrıdır. Ortadaki perde, saygıda kusur olursa, büyüklere karşı kusuru örter.
İmece :Ekin ekmek ve biçmede herkes birbirine yardım eder. İmece usulü vardır.
Dini :Abhazya larda kahve veya eve bir kişi gelirse herkes ayağa kalkar ona saygı gösterir,kahvelerde gençler ve yaşlı ayırımı vardır,orta yere perde çekilir Abhazalar müslümandırlar hacca giderler Müslümanlığı tam yaparlarAbazalar müslümandırlar.
Cenaze adetleri:Ölüm olayında cenazeye tüm Abazalar gelirler. Eskiden araba olmadığından atla gelirlerdi.Atın bakımı, yem, köylüler tarafından karşılanırdı. İlk günü ev halkı yemek yapmaz, cenaze evine köylüler yemek getirirler. Ölümüm 40 ve 52.c. günü mevlit okunur. Bir hafta cenaze evinde kuran okunur. Her gece lokma yapılır. Kurandan sonra helva ve gülsuyu dağıtılır.
At çalma adeti :Abazalarda at çalmak bir şereftir. Özellikle asil ailelerden at çalan kahraman olur ve asil bir aileden kız bile isteyebilir.
Sülale :Abazalar ad ve soyadı hariç birde sülale adı kullanır. Geçerli olan sülale adıdır. Örneğin:İfrar Demir (Ceniya) gibi.
FOLKLÖR
Yöresel oyunları Abaza’lar için Apsuva, koşara ve rinadır. Abaza’ların neredeyse tüm oyunları kızlı erkekli eşli olarak oynanır. Karadeniz folklöru, hakimdir, Davul, Zurna, Saz, karşılıklı zille oynanan oyunda çalınan zil, kemençe, mızıka ve akordeon ile çalınan ve oynanan oyunlar vardır. Köyde kendilerine göre iki kişiyle oynanan Abaza oyunları vardır.Bir bay bir bayan ortaya çıkar mızıka çalınır ve bazı kişiler ellerini vurur ya da tahtalara vurarak oyuncuların ayak figürlerine uydurarak oyunlara eşlik ederler, oyunda oyuncu başı vardır herkese iyi oyun seyrettirmek için iyi oynayanları oyuna davet eder tek tek ve oyunda yaşlı erkeklere genç kızlar eşlik eder genç kızlar sıraya dizilir sırası gelen yaşlı erkek oyuncuya eşlik eder bu şekilde oyunlar devam eder.
Davul : Davul savaş sırası,sonrası,askere giderken,törenlerde,ramazanlarda, güreş yapılırken çalınır.Davulun eski adı Tavuldur,Çağatay Türkleri tarafından yapılmıştır, bir haber aracıdır,7 üstte 5 altta deliği vardır,Avrupa’ya Türkler tarafından götürülmüştür, Oğuz Türkleri Anadolu’ya getirmiştir, kemençe ve davula eşlik eder, 4000 yıldan beri devam eden bir enstrümandır. Davul, Kaval, Zurna, göçer enstrümandır, köyde son zamanlarda bunların yerini taverna müziği almıştır org ile çalınan müzik aletidir eski neşe eski düğünler artık tarihe gömülmüştür, evlerde yapılan düğünler artık düğün salonlarına taşmıştır.
Zurna : Davul ve zembeleklerle çalınır ağaç maden, boynuzdan yapılır, 7 üstte 5 altta deliği vardır, Avrupa’ya Türkler tarafından götürülmüştür, Oğuz Türkleri Anadolu’ya getirmiştir, kemençe ve davula eşlik eder, 4000 yıldan beri devam eden bir enstrümandır. Davul, Kaval, Zurna, göçer enstrümandır, köyde son zamanlarda bunların yerini taverna müziği almıştır org ile çalınan müzik aletidir eski neşe eski düğünler artık tarihe gömülmüştür,evlerde yapılan düğünler artık düğün salonlarına taşmıştır.
Mızıka : Armonika, üflemeli bir çalgıdır. İngilizce harmonica kelimesinden türemiştir, daha çok mızıka olarak bilinir. Nefes ve dil ile çalınan delikli bir çalgıdır. Blues, Country ve Western gibi müzik dallarında oldukça yaygındır.
Diatonik Mızıka, Diatonik Mızıkalar daha çok Blues ve Rock müzisyenleri tarafından kullanılır. Her farklı ton şarkı için farklı Diatonik mızıka kullanmak gerekir. Diatonik mızıkanın tonu ilk deliği üflediğinizde çıkan sesdir. Blues mızıkası farklı pozisyonlardan çalınabilir.
Birinci pozisyon; birinci delikten üflenerek başlanan gamdır ve mızıkanın tonu ile aynıdır.
İkinci pozisyon; ikinci deliği çekerek başlanan gamdır ve mızıkanın tonunun beş yarım ton pesidir.(crossharp)
Üçüncü pozisyon; üçüncü deliği çekerek başlayan gamdır ve mızıkanın tonunun iki yarım ton tizidir.Diatonik mızıkada, İlk öğrenilmesi gereken teknik, Tek ses çıkarmaktır. Üç çeşit tek ses tekniği vardır; Dil Kapama, Dil Kıvırma, Dudak Büzme. İkinci öğrenilmesi gereken teknik ise Ses Bükmedir. Ses bükme Üfleyerek bükme ve Çekerek bükme olarak ikiye ayrılır. Diatonik mızıkanın ilk 6 deliği çekerek bükülebilir, son üç deliği ise üflenerek bükülebilir. Üfleyerek veya çekerek bükmek o deliğin orjinal sesinin yarım ton ile üç yarım ton arası pesleşmesini sağlar.
Üçüncü pozisyon; üçüncü deliği çekerek başlayan gamdır ve mızıkanın tonunun iki yarım ton tizidir.Diatonik mızıkada, İlk öğrenilmesi gereken teknik, Tek ses çıkarmaktır. Üç çeşit tek ses tekniği vardır; Dil Kapama, Dil Kıvırma, Dudak Büzme. İkinci öğrenilmesi gereken teknik ise Ses Bükmedir. Ses bükme Üfleyerek bükme ve Çekerek bükme olarak ikiye ayrılır. Diatonik mızıkanın ilk 6 deliği çekerek bükülebilir, son üç deliği ise üflenerek bükülebilir. Üfleyerek veya çekerek bükmek o deliğin orjinal sesinin yarım ton ile üç yarım ton arası pesleşmesini sağlar.
Kromatik Mızıka:Bir yaylı mekanizma ile delikler kapatılıp açılır. Kromatik gamdaki her ses üfleyerek veya çekilerek çıkartılabilir. Tek mızıka ile her ton şarkı çalınabilir.
Akerdion : Kafkas müziğin vazgeçilmez çalgısıdır,tek tuşa basarak akort çıkabilecek körüklü ilginç enstümandır,soleli kullanarak çalınırişin en zor yanı budur, sol elin altındaki minik tuşlar,ilk sıra kontrbaşlar,2ci sır başlar, 3-3-4 sıralar major mınor ve 7 lı akortlardır, bazı akerdiyonlarda 6 sıra olarak eksik 7 ler vardır,sesin çıkması körüğün açılıp kapanması ile oluşan hava basıncının metal dilciklere çarpması, titremesi sonucunda sağlanan körüklü bir çalgıdır Akordeon'un ilkel şeklinin 1822'de Berlin'de Christian Friedrich Ludwig Buschmann tarafından icat edildiğine inanılır. Ama yakın zamanda akordeon oalrak adlandırılabilecek bir enstrümanın 1816'da veya daha önceki bir tarihte Nürnbergli Friedrich Lohner tarafından kullanıldığı saptanmıştır. Akordeon ismine ilk patent ise 1829'da, Viyanalı org ve piyano yapımcısı Cyrillus Demian tarafından günümüzdeki akerdeona çok da benzemeyen tek klavyeli küçük bir çalgı alındı. Kısa sürede, birçok firma bu yenin çalgının üretimine girişti. "Diyatonik akordiyon" denilen ve diyezli ya da bemollü sesleri veremeyen bu çalgı, köylere kadar yayıldı. 1880'de,iki klavyeli kromatik akordiyon gerçekleştirildi. Diyezli ve bemollü sesleri de verebilen bu yeni akordiyon, kısa sürede çok tutundu. 1940'da daha da gelişti ve konser akordiyonu adını aldı. George Auric ve Jean Françaix gibi besteciler bu çalgı için birçok parça bestelediler Ülkemizde Kafkas halklarının veya Romanların çalgısı olarak bilinir. Özellikle Çerkes kültüründe büyük yer tutar: Çerkes düğünlerinin ve toplantılarının en ünlü çalgısıdır.Özellikle Sivas'ın Yavu Köyünde çokca kullanılır.Türkiye'de virtüöz Ciguli sayesinde kısmen yeniden popülerlik kazanmıştır.
Tahta ve sopa: Bir adet kalas, 2 adet iskele üzerine konur ve insanlar 2 adet ufak sopaları bulunur.
Telli çalgılar
Aphartsa
Aphartsa: Aphartsa Abhazların eski iki telli, yaylı ulusal çalgısıdır. Günümüze kadar hemen hemen ilk şekliyle korunmuştur. Çeşitli zamanlarda Abhazların yaşantısını anlatan bazı yazarların (1) ifadeleri dışında aphartsa, ardında hiçbir yazılı belge bırakmamıştır ve bu çalgı yavaş yavaş halkın kullanımından çıkmıştır. 18. yüzyılın sonunda aphartsa henüz bütün Abhazya'da yaygın olarak kullanılıyordu. Dal,Tsabal, Abjua ve Bzıb'ta, ülkenin her yöresinde bu çalgı eşliğinde daha çok epik-kahramanlık özelliği taşıyan şarkılar söyleniyordu. Günlük yaşama o kadar yerleşmişti ki hemen her evde duvara asılı bir aphartsa görmek mümkündü. Asmak için çalgının sapına küçük yuvarlak bir delik açılıyordu.
Bugün aphartsaya en çok Gudauta Abhazları arasında rastlanıyor. Kaldahuara, Cırhua, Othara ve Lıhnı köylerindeki şarkı ve halk oyunları ekiplerinde aphartsa çalanlar bulunuyor.Bu çalgı Oçamçira bölgesinde daha az yaygındır. 1963’te bu bölgedeki köylerde aphartsası olan ve çalabilen sadece iki kişi bulabildik. Sohum ve Gagra'da aphartsaya artık çok nadir rastlanmaktadır; Gal'de ise bugün artık bu çalgıyı unutulmuş saymak gerekir.Aphartsanın bu bölgelerde kaybolmasının nedeni, buradaki köylerde bunu çalan Abhazların 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı'nda tamamen Türkiye'ye göç etmiş olmasıdır. Gal bölgesinde Abhaz aphartsasının yerini Gürcü çongurisi almıştır.
Ayümaa
Ayümaa :Bütün Abhaz çalgıları içinde en fazla türü olan telli-pizzikato (2) çalgılardır. Bunlar ayümaa, ahımaa, açamgur ve apandurdur. Ayümaa köşeli bir arptır ve artık kullanılmamaktadır. Halk tipi son örneği A.A. Miller tarafından Leningrad Etnografya Müzesi için 1900’lerin başında Açandara köyünden Halil Çiçba'dan elde edilmiştir. Bu çalgı şimdi Abhazya Devlet Müzesi'nde sergilenmektedir. Bu ayümaanın asıl sahibi olan Halil'in babası Kobluh Çiçba, iktidardaki son Abhaz prensinin saray müzisyeniydi.Ayümaa ıhlamur ağacından, bükülerek gövde üzerine oturtulmuş bir yay biçimindedir. Gövde, içi oyulmuş yarı silindir şeklindedir. Üst taraftan ağaç bir kapakla kapatılmıştır. Kapak gövdeye küçük deri şeritler aracılığıyla sabitlenmiştir. Kapak üzerinde, 14 küçük yuvarlak delik açılmış ağaç bir çıta bulunur. Bu deliklerden, uçları düğümlenmiş teller geçirilir ve teller, bu deliklere çakılan küçük ağaç çubuklarla tutturulur. Yay üzerine, sol tarafa, ayar yaparken telleri germek için ağaç burgular yerleştirilmiştir. Ayümaanın telleri at yelesindendir, yönleri çaprazdır. Tellere paralel olarak her iki tarafta da, yay ile gövde arasına ağaçtan destek çubukları yerleştirilmiştir. Ayümaanın düzeni V.V. Ahobadze tarafından Svanların benzer çalgısı çanginin düzeniyle karşılaştırılarak yeniden yapılmıştır. V. Ahobadze'ye göre ayümaanın telleri İyon perdesinin basamaklarına göre düzenlenmiştir. Fakat biz Abhaz halk çalgısı ayümaanın tellerinin İyon perdesinin basamaklarına göre düzenlenmiş olduğu kanısında değiliz.Ayümaanın nasıl bir düzeni olduğu sorusuna cevap vermekte zorlanıyoruz. Çünkü tınısı hakkında hiçbir ipucu vermeyen çok kısıtlı bilgiye sahibiz ve esas aldığımız tek halk tipi örnek çok kötü durumda. (Gövde kapağı kırılmış, telleri kopmuş).Ayümaa esas olarak eşlik eden (akkompanent) bir çalgıdır. A. Miller, ayümaa eşliğinde tarihi ve savaş şarkılarının söylendiğini yazıyor. (3)Ayümaa sağ dize konularak çalınır. Her iki elin işaret ve orta parmak uçlarıyla yuvarlak hareketlerle teller çekilip bırakılarak çalınır; sol elle alt oktav, sağ elle üst oktav kullanılır.Çalgının adının kökeni Abhazcadır; "iki saplı" anlamına gelir.
Ahimaa
Ahımaa: Eski arplar telli-pizzikato çalgılardır ve Kafkasya'da da, özellikle Abhazya'da kullanılmıştır. Ne yazık ki bu çalgının Abhaz tipi halk örneği günümüze kadar korunmamıştır. Lıhnı köyünden Elıf Kobahiya'nın (120 yaşında) tarifiyle İ.E. Kortua onu yeniden çizmiş ve bu çizime göre Hacarat Ladariya tarafından yeniden yapılmıştır. Yeniden yapılan bu ahımaa Abhazya Devlet Müzesi'nde sergilenmektedir. Çerçevesi trapez şeklindedir. Ortasından dayanak kirişlerine dikey olarak ağaç bir lata geçer. Bunun altına da gövde yerleştirilir. Çerçevenin küçük dayanak kirişinin uzunluğu 530 cm., büyüğünün 915 cm, boyu ise 520 cm'dir. Gövde, ağaç kapakla kapatılmış düz bir kutu görünümündedir. Gövdenin uzunluğu 210, eni 130 cm'dir.Üst gövde kapağının üzerinde çapı 1 cm. olan küçük delikler bulunur. Gövde üzerindeki latada ve çerçevenin yan taraflarında tellerin tutturulduğu küçük ağaç çubuklar (burgular) çakılıdır. Orijinalinde teller aslında at kılındandır, fakat şimdi metal teller kullanılmaktadır. Teller her iki tarafta dayanak kirişlerine paraleldir. (Her iki tarafta 14'er tane). Sağ tarafta teller kalın perdeyi, sağ tarafta ise yüksek perdeyi oluşturur. Ahımaa, dar tarafı çalanın tarafında olacak şekilde dizlerin üzerine konur, her iki elin parmaklarıyla tellere dokunularak çalınırdı.Bu çalgının kökeni hakkında İ.A. Acincal'ın kaydettiği bir efsaneye göre ‘ahımaa’, acıyı ifade etmek için bir araç olarak ortaya çıkmıştır. Kazayla oğlunu öldüren bir baba, küçükken çocuğu yıkadıkları teknenin üzerine at kılları germiş. Teknenin bir ucu, yıkarken çocuğun başını koyması için geniş yapılmış. Bunun üzerinde de üç sap varmış. Bu yüzden bu çalgıya da "üç saplı" anlamına gelen ahımaa adını vermişler. Zamanla bu alet gelişerek eşkenar trapez biçiminde bir çerçevenin ortasına oturtulmuş ve rezonatör olarak kullanılmaya başlanmış.Kafkasya'da bu çalgılara Gürcistan'da (santur), Ermenistan'da (kanon santur) ve Azerbaycan'da rastlanır. Hepsi birbirine benzer ve dışarıdan alınmadır. Bunların güneyden geldiği tahmin edilmektedir. Çalgının bu tipinin Kuzey Kafkasya' da olmaması, sadece Güney Kafkasya'da bulunması ve benzeri çalgıların eski zamanlarda Ön Asya ülkelerinde çok yaygın olmasına dayanarak böyle bir tahminde bulunulabilir.
Açamgur
Açamgur: Diğer çalgılarla birlikte dört telli - pizzikato bir çalgı olan açamgur da Abhazya'da geniş bir alana yayılmıştı. Açamgurun alttan kesik armut biçimindeki gövdesi ince uzun bir sap şeklinde devam ederek helezon bir kıvrımla sona erer. Gövdenin üzeri ince ağaç kapakla kapatılmıştır. Gövde kapağının üzerine birçok küçük, yuvarlak ses deliği açılmıştır. At kılından dört tel, bir uçlarından deri parçasıyla gövdeye tutturulmuştur. Diğer uçlarından ise, üç tanesi baş kısmının sapla birleştiği yerdeki deliklerden geçirilerek başın yan taraflarına çakılmış (ikisi bir tarafta, üçüncüsü karşıda), ağaç çubuklara sarılmıştır. Kısa olan dördüncü tel de aynı şekilde, sapın hemen hemen ortasındaki bir delikten geçirilerek yanda bulunan çubuğa sarılmıştır. Tellerin altındaki gövde kapağının üzerinde dört kertikli yüksek bir eşik bulunur. Tellerin düzeni farklıdır ve çalınan parçanın perdesine bağlıdır. Açamgur kısa tele göre akort edilir. Teller birinciden kısa olana doğru derece derece incelir.Açamgur oturarak çalınır. Boynu yukarı gelecek şekilde tutulur ve gövde sağ bacağa dayanır. Açamgur, tellerine boynun gövdeyle birleştiği yerden vurularak çalınır; bu da ayrı bir tarafta duran kısa tele gerek kalmadan çalmaya yarar. N. Canaşiya'nın (4) bildirdiğine göre, erkek çocuğun ilk kez kesilen tırnakları erkek çalgısı aphartsanın, kız çocuğunkiler ise açamgurun içine atılırdı. Gerçekten de açamgur çalanlar istisnasız kadınlardır ve genellikle çaldıklarına söyledikleri şarkıyla eşlik ederler. Açamgur esas olarak eşlik eden (akkompanent) bir çalgıdır. Boğulan birinin ruhunu bulma gibi ayinlerde, ölüyü gömdükten sonra yapılan yemekli törenlerde, hastanın başucunda geceyi geçirme sırasında çalınırdı. Açamgur Abhazların müzik yaşamına öylesine yerleşmiştir ki Abhazya'da açamgur grubu olmayan hiçbir ekip yoktur. Son zamanlarda Abhazların kullandığı çalgılar arasına Gürcü telli-pizzikato çalgısı pandur da girmiştir. Abhazların apandur olarak adlandırdığı bu üç telli çalgı, dış görünüş olarak açamgura benzer. Ancak apandurun gövdesi daha geniştir ve sapında birkaç perde vardır.
Üflemeli çalgılar : Her türlü bitki sapı ve kabuğu (bazen delikli), düdük ve flüt tipi çalgılar bu türe girer. Eski zamanlarda bunlardan savaşta veya avda işaret vermek için yararlanılırdı. Bugün de Abhazya'da çobanların çeşitli bitkiler yardımıyla basit melodiler çaldıklarını görmek mümkündür.Çeşitli otlar, yapraklar ve parmaklar kullanarak ses çıkarma, üflemeli dilli çalgıların temelini oluşturmuştur. Çalma sırasında dilcik titreşerek deliği açar kapatır. Bu periyodik titreşim havaya iletilir ve ses çıkar.
Açarpın
Açarpın: Günümüzde, üflemeli çalgılar içinde müzik aleti olarak korunan sadece açarpın kalmıştır. Uzunlamasına tek bir gövdeden ibaret olan bir tür flüttür. Geçmişte Abhazlar arasında bu çalgının yaygın olduğuna dair birçok bilgiyi etnografların çalışmalarında buluyoruz.Abhazya Devlet Müzesi'nde üç Abhaz açarpını sergilenmektedir. (Resim 52). Hepsi aşağıya doğru daralmaktadır. Her birinin uç tarafında üçer ses deliği vardır. Dış kenarları, baş tarafta biraz inceltilmiştir. Abhaz açarpını her iki tarafı açık, ters koni kesitli, içi boş bir borudur. Üzerinde üç, seyrek olarak da altı ses deliği (uç tarafında) vardır. Bazılarında bu deliklerin karşı tarafında, hemen hemen başa yakın küçük, dört köşeli bir delik daha bulunur. Bu açarpınlardan birin?isini örnek alırsak, uzunluğu ortalama 710 mm.dir. Borunun çapı başta 20, sonda ise 18 mm.dir. Boru kanalının çapı ise başta 18, sonda 9 mm.dir. Dış çeperinin kalınlığı başta 1, sonda ise 4 mm.dir. Baştan ilk ses deliğine kadar olan mesafe 519, ilk ve ikinci ses deliklerinin arası 56, ikinci ve üçüncü delikler arası 61, üçüncü delikten sona kadar 67 mm'dir. Ses deliklerinin çapı: birinci 7, ikinci 5, üçüncü 4 mm.dir.
Açarpın şemsiye benzeri bitkilerin sapından, genellikle de açarpın denilen bir ağaçtan (Lat. merac1eum) yapılırdı. Çalgının adı da buradan gelmektedir. Ağustos-eylül aylarında (Yılın bu mevsimi bitkinin, en iyi ses için kullanılabilecek şekilde kuru olduğu zamandır) çobanlar yüksek yerlerde bu çalıdan, gövdenin biraz uzağından 7 el boyu uzunlukta bir dal keserlerdi. Dalın halka kısmı borunun ucuyla denk düşecek şekilde kesilirdi. Dal ne kadar kuru olursa ses o kadar berrak olurdu. Baş kısmı bıçakla dış tarafından yontularak temizlenir, gövde üzerinde, en alt ucunda ses delikleri için birbirinden 3 parmak mesafede işaretler konurdu. Daha sonra kızgın çiviyle veya kömürle yakılarak oyulur, sonra da kurutulurdu. Eğer açarpın istenilen ölçülerde olmuşsa, kururken daralmaması için içine küçük bir çubuk yerleştirilirdi.Sonraları açarpın mürver ağacından (Abh. atıp; Lat. sambucus nigra) veya yabani havuçtan (Abh. ahış, Lat. davrus carota) yapılmaya başlandı. Kabak sapından, ceviz veya hurma dallarından da açarpın yapılırdı. Önce düzgün bir dal kesilir, içinin temizlenmesi için hafif hafif vurulur. Bu işlemden sonra içi bütün olarak çıkar. Bu gövdenin üzerinde iki veya üç yuvarlak ses deliği açılır ve açarpın gibi üflemeli müzik aleti olarak kullanılır.
Açarpın kılıf içinde korunurdu. Dağlarda kılıf yerine tüfeğin namlusunun içine de konurdu. Evde ise yatay olarak duvara asılırdı. Üzerinde çatlama gibi bazı zararlar görülse bile açarpın atılmazdı. Bu durumda açarpının üzerine, kuruduktan sonra hiç fark edilmeyen keçi bağırsağı geçirilir ve bunun üzerine ses delikleri açılırdı. Kullanmadan önce açarpın, borusunun içine 2-3 kez su dökülerek ıslatılır. Uzunlamasına tutularak ve her iki elin parmaklarıyla sırayla iki ses deliğini kapatarak çalınır. İlk ses deliği sol elin parmaklarıyla, üçüncüsü sağ elin, ikincisi ise hem sol hem de sağ elin parmaklarıyla kapatılır. Çalma sırasında açarpının başı ağzın sol köşesinde, dudakların arasında tutulur. Deliğin bir yarısı üst dudakla, diğer yarısı da dille kapatılır. Çalma sırasında çalgıcının kendisi de alçak burdo ses çıkarır, bu şekilde iki seslilik elde edilir. Açarpın gelişmiş bir çoban kavalıdır. Onunla en başta pastoral yaşam tarzıyla ilgili melodiler çalınır. Abhaz halk şarkılarını ilk derleyenlerden biri olan K.V. Kavan'ın belirttiğine göre açarpın "sadece eğlence aracı değil, çobanların elinde bir silahtır." Gerçekten Abhaz çobanlar, avuasırhüıga ("koyuna ot yedirten") adı verilen özel bir melodiyle sabahları keçileri ve koyunları otlağa çağırırlardı. Özel şarkılarla at sürüsünün içinden iki yaşındakiler, üç yaşındakiler v.d. ayrılırdı. "Ritsa Gölü Şarkısı"nda açarpın çalarak gölde boğulan bir sürü geri çağrılır. Efsaneye göre, gölden her gece beyaz bir koç çıkar ve damızlık bir koyunla çiftleşir. Çobanın hiç sesini çıkarmaması gerekir; aksi takdirde koç göle atlar, arkasından da bütün sürü... Bir gün çobanın yerine sürüye bakmak için küçük kardeşi gelir. Koçu görünce şaşkınlıktan bağırır. Koç suya atlar, ardından da bütün sürü onu izler. Ağabeyi bunu öğrenince gölün kenarına oturur, açarpın çalmaya başlar. Sürü yavaş yavaş sudan çıkar. Fakat kardeşi kendini tutamaz ve bu kez sevinçten bağırır. Koç yeniden suya atlar ve yine bütün sürü onu izler. Bunun üzerine büyük kardeş yamçısına sarınır ve kendini bir tepeden göle atar. Abhazlar sürü yayılırken açarpın çalmanın hayvanların daha çok yemelerini ve daha çok süt vermelerini sağlayacağına inanırlardı. (“Sürüyü besleme şarkısı”). Büyük olasılıkla bu gelenek, müziğin kötü ruhlara karşı koruyucu gücü olduğu inancıyla bağlantılıydı. Açarpının melodilerine büyülü bir anlam yüklenir ve hasta çobanın bunlarla ıstırabını hissetmeyeceğine, bu melodilerin kötü ruhları kovacağına inanılırdı. Bir efsaneye göre, Mulpıyecua kayalarda asılı kalan kardeşi Şarpıyecua'nın uyumaması için bütün gece açarpın çalardı. (“Kayalık Şarkısı”). Açarpın boğulan veya kayalıktan düşen birinin ruhunu bulma töreninde de çalınırdı. Abhazlar, boğulanın birinin cesedini ararken, nehir kıyısı boyunca yürüyerek açarpın çalarlardı. Cesedin bulunduğu yerde açarpın susarmış. Aynı şekilde Karaçaylar da sıbızga çalarak boğulanın cesedini ararlar. Abhazların kullandığı üflemeli dilli çalgılardan diğer ikisi de aşamşıg ve abıktır. Köken olarak daha eski olan abıktır. Bunlar genellikle ceviz ağacından yapılan, 370 mm.'ye kadar uzunlukta, koni biçiminde borulardır. Baş tarafına tek parça, kertikli bir dilcik yerleştirilmiştir.Yapraksız kabak sapı da dilli üflemeli çalgı olarak kullanılıyordu. Dilcik burada, baş tarafta bir yarık biçimindedir. Aşağıya doğru gövde üzerinde 3 ses deliği vardır. Bu çalgı akabak huçı, yani ‘kabak sapı’ olarak adlandırılır. Kabak sapından aşamşıg da yapılır. Bu da dilli bir çalgıdır, fakat dil bunda biraz farklıdır; baş tarafında borunun çeperi ? biçiminde kesilmiştir. Dilin içeri kaçmaması için içine bir ot yerleştirilir. Boru kalın ve 300-350 mm. uzunluktadır. Üst kısmı, yani baş tarafı açıktır, altı ise kapalıdır. Borunun alt tarafında iki ses deliği vardır. Üflemeli çalgılar içinde ayrı bir grup oluşturan tür, çalanın gövdenin üstteki dar ucuna dayadığı dudaklarını gererek ve titreştirerek ses çıkardığı çalgı türüdür. Bu çalgı türüne, Abhazların uzunluğu 1 metreden fazla, bakırdan dövülerek yapılmış geniş ağızlı borusu abık da girer. Bu çalgı artık kullanılmıyor, fakat görenlerin hatırladığına göre 19. yüzyılın ikinci yarısında, son Abhaz kralının iktidar zamanında sarayda kullanılıyormuş. Gal (Samurzakan) bölgesinde bu borular 20. yüzyılın başında işaret aleti olarak kullanılıyordu. Abık dini amaçlar için de kullanılıyordu. Cırhua köyünden Damey Dzkuya'nın anlattığına göre, köyün tapınağındaki din adamı birini lanetleyeceği zaman abık çalıyordu. Böylece abıkın sesi lanet yüklü, büyülü bir özellik kazanıyordu. Ya da bir hırsızlık olduğunda, bir şey kaybolduğunda mağdur bunu din adamına bildiriyordu; o da kutsal tapınağa çıkıyor ve abık çalıyordu. Diğer köylerden sesi duyan herkes hırsızlık olduğunu anlıyordu.
Vurmalı çalgılar : Vurmalı çalgıların kökeni insanlığın en eski çağlarına kadar uzanmaktadır. Vurmalı çalgının en basit prototipi insan vücududur. Abhazlar da bugün şarkılara ve özellikle oyunlara eşlik ederken el çırparak veya telli çalgıların kenarına vurarak tempo tutarlar. Tempo hızlandığında melodinin ritmini otururken masaya vurarak tutarlar. Oyunu izleyenler sık sık bıçağın sapıyla, başka bir şeyle tempo tutabilirler. Tempo tutmak için bu şekilde ses çıkarmaya anapeynka, yani ‘el vurma’ denir. İnsanların benzeri ‘ses üretme’ gayretleri zamanla vurmalı çalgıları ortaya çıkarmıştır. Abhazların korudukları bu çalgılardan biri açardır (veya açats). Bugün bu alet artık dansa veya şarkıya eşlik etmek için değil, sadece atların eğitiminde kullanılır. Terbiyeci açarı sağ elinde tutar ve zaman zaman atın kuyruk sokumuna vurur. At korkudan kuyruğunu kısar ve sallamaz.Bu alet 500 mm. uzunluktadır ve kuru fındık sopasından yapılır. Bir ucundan ortasına kadar ikiye yarılır. Uçlar, vurulduğunda bir araya gelecek ve ses çıkaracak kadar birbirinden ayrılır. Abhazların kullandığı ritim aletlerinden biri de değişik türleri bulunan akapkaptır. Gudauta bölgesinde oyunlar sırasında açıj kullanılır. Bu, kalın ve yontulmuş bir ağaç çarkın üzerine oturtulmuş, dikdörtgen şeklinde ceviz çerçevedir. Çerçevenin enine, çarka dikey olarak ve ona temas eden bir lata geçirilir. Latanın bir ucu sıkıca tutturulur, diğer ucu ise boş bırakılır.
Açıj :Oçamçira'nın Cigerda köyünden 80 yaşındaki Teba Şarmat'ın anlattığına göre, eskiden oyun sırasında el çırpılır, fakat bu zor duyulduğu için ağuçmakakua denilen, sallandığı zaman birbirine vurarak oyunun ritmine uygun ses çıkaran düz ağaç plakalar kullanılırmış. Tarife göre ağuçmakakua, Çerkeslerin kullandığı phaçıçtan başka bir şey değildir.Açandara köyünden Lıt Kuarçaliya, kaybolan bir Abhaz vurmalı çalgısı ainkagâyı tarif ediyor. 1964'de bulunan orijinal ainkagâ kürek biçiminde, incir ağacından yapılmış, biri dar, yuvarlak bir sapla biten 12 plakadan oluşuyor. Bu plakalar sapın iki tarafına açılmış deliklerden geçirilen deri bir sicimle birbirine bağlanıyor.
Ainkaga
Ainkâga :Esas plakanın uzunluğu 417, sapın uzunluğu 188, üst köşesinin eni 20, alt köşesinin eni 33, sap dışında plakaların uzunluğu 223, sapta eni 123, ucunun yarıçapı 45, kalınlığı 2, üst köşeden deliklere kadar mesafesi 13 mm'dir. Ainkagâ çalınırken sapından tutulur ve elin sert veya yumuşak hareketleriyle ritmik vuruşlar yapılır. Ainkagâ oyunlara eşlik etmek için çalınırdı. Abhazların inançlarına göre, bu tür aletlerin yardımıyla gürültü çıkarılarak kötü ruhlar kovulurdu. Bunların koruyucu gücünü artırmak için üzerleri süslenirdi. Tempo tutmaya ve ses çıkarmaya yarayan aletler en eski ve ilkel vurmalı çalgılar olarak kabul edilebilir. Bu türden, başka bir alet de akakan kılcua veya arasa kılcuadır. Bu, şimdi çocukların eğlence aracı olan bir çift cevizdir. İki cevizin içinden uçları bağlanmış bir ip geçirilir. İp her iki elle tutularak periyodik olarak gerilip bırakılır ve cevizlerin birbirine çarpması sağlanır.Cevizden, bazen de fındıktan yapılan başka bir alet de ağırğındır. İçi dolu kurumuş cevizin ya da fındığın içinden çapraz olarak ip geçirilir. Akakan kılcua gibi ip gerip bırakılarak çalınır; ‘ğır’ ya da ‘vır’a benzer bir ses çıkardığı için adına ağırğın ya da avırvır denmiştir.Abhazların ağırğın-avırvır, akakan kılcua v.b. aletleri şimdi çocukların oyuncağı durumundadır. Fakat ilk ortaya çıktıklarında ilkel "müzik aletleri" olarak kullanıldıkları kesindir.
Sesin kaynağı bizzat kendisi olan saydığımız bu aletler dışında, gerilmiş deriye vurularak ses çıkarılan bir vurmalı çalgı grubu daha vardır. Bunlara genel olarak adaul denir. Adaul tek taraflı trampet biçiminde bir işaret aracıdır.
Adaul
Adaul: Bükülerek birleştirilmiş tahta bir kasnağın üzerine keçi derisi geçirilerek yapılır. Deri önceden suda bekletilir, sonra güneşte kurutulur. Ağaç kasnak üzerinde delikler vardır. Adaul kaşık biçiminde sopalarla çalınır.Bugün Abhazya'da dans müzikleri çalınırken iki taraflı, ağaç kasnaklı davul kullanılır. (5) Derisi dana ya da koyun derisindendir ve bir tarafındaki deri diğerinden oldukça kalındır. Deri, ipler yardımıyla gerilir. Kasnak genellikle kırmızıya boyanır. Ölçüleri farklı olabilir. (Örn. eni 300-400 mm., çapı 340-500 mm.) Her iki elin parmaklarıyla ve avuç içleriyle çalınır. Bu tür davullar Abhazya'daki çeşitli halk oyunları ekiplerinde geniş ölçüde kullanılmaktadır.
Abhaz halk çalgıları, Çerkeslerin benzeri çalgılarıyla karşılaştırıldığında gerek dış görünüş, gerekse işlevsel benzerlikleri bu halkların genetik akrabalıklarını da doğrulamaktadır. Abhaz ve Çerkeslerin çalgılarındaki bu benzerlik, prototipleri bile olsa bu çalgıların çok eski zamanlarda, en azından Abhaz-Çerkes halklarının farklılaşmasından önce ortaya çıktığını düşünmemize dayanak sağlamaktadır. Çalgıların ilk dönemlerdeki adlarının bugün halkın belleğinde korunuyor olması da bu düşünceyi destekliyor.Diğer Kafkas halklarının çalgıları, küçük farklılıklarla birlikte görünüş ve işlev olarak Abhaz halk çalgılarıyla hemen hemen aynıdır. Ancak günümüzde hem Abhazlarda, hem de diğer Kafkas halklarında en çok kullanılan ve artık "ulusal" sayılabilecek müzik aleti "mızıka" olarak bilinen armonika veya giderek onun yerini almaya başlayan akordeondur. Ayrıca “garmon”, “bayan” gibi akordeon benzeri çalgılar da kullanılmaktadır.
Kaynakça:Meri Haşba, müzikbilimci,Der. ve Çev.: Murat Papşu
ABHAZYA VE ÇERKES DANSLARI
Apsni aspuva Koşara: Abaza Oyunu olarak ta bilinen bu dans, Abhazya'da unutulmuş olan ve diasporadaki Abhazların orjinal figürleri koruyarak oynadıkları dansın kareografize edilmiş şeklidir.
Apsni aspuva Koşara: Tarihin bilinen ilk dönemlerinden beri Abhazya topraklarında yaşayan, bağımsızlık mücadelelerinden alnı açık çıkan Abhazların hareketli ve coşkulu dansıdır.
Apsni aspuva Koşara: Tarihin bilinen ilk dönemlerinden beri Abhazya topraklarında yaşayan, bağımsızlık mücadelelerinden alnı açık çıkan Abhazların hareketli ve coşkulu dansıdır.
Akita Koşara :Abhazların Hasat sonunda oynadıkları eğlenceli ve esprili bir danstır.
Avapa Koşara :Erkeklerin Avapa adı verilen kalın keçeden yapılmış giysiler ile oynadıkları savaşçı ve sert mizaçlarını yansıttıkları, özünde cesaret, yiğitlik gibi erdemleri barındıran, kızların zerafet ve estetiklerini yansıttıkları bir danstır.
Aşha Koşara: Dağlı erkeklerin oynadığı bir oyundur.Yiğit gözü pek kafkas delikanlıları ortaya atlayıp asaletlerini sergilerler. Yaptıkları hareketlerle güçlülüklerini gösterirler. Figürler çok keskindir.
Kızların Avar Dansı Bu oyun; yaptıkları haraketlerle erkeklerin taklidini yapan kızların oynadıkları bir oyundur, ritim hızlıdır ve içinde esprili bir yaklaşım oyuna güzel bir hal katar.
Kep-Kep Koşara: Kızların ritm vermeye yarayan tahtadan yapılmış Kep-Kep lerle oynadıkları ritmik karakteristik, bir danstır.
Koçaina: Koçarina Şarkısı eşliğinde, kızların ve erkeklerin beraber oynadığı Abhazya'ya özgü karakteristik bir danstır.
Mahalli Çeçen:Diasporada yaşayan Kafkasyalıların Düğün cemiyet vb.toplantılarda oynadığı Türkiyede Şeşen olarakta bilinen dansın sahneye uyarlanmış halidir.
Simd:Osetlerin oynadığı asaleti ve ağırlığı temsil eden bir danstır.
KIYAFETLER
Abhazya köylerinde 25-30 yıl öncesine göre kıyafette önemli değişmeler olmuştur.Erkekler tamamen şehir kıyafetini benimsemişlerdir. Erkeklerde gündelik kıyafetlerden başka önemli günlerde, törenlerde giyilen ve içine beyaz eşarp bağlanan lacivert takım elbise en beğenilen giyim eşyasıdır. Ancak yaşlı erkeklerden bazıları köy içinde geleneksel kıyafetle ilgili olarak paçaları dar pantolon, üzerine gömlek ve yeleği giymeye devam etmektedirler. Kösele kunduranın yanında lastik ayakkabı, plastik ayakkabı, özellikle çocuklarda çok görülmektedir. Erkeklerde pijama, şapka, şemsiye kullanılan giyim eşyaları arasındadır. Burada dikkati çeken husus pijamanın yatak kıyafeti olmaktan başka, bazen iş kıyafeti olarak kullanılması suretiyle ikinci bir iş görmüş olmasıdır.Kadın giyimi erkeklere oranla daha az değişmiştir.Eskiden kadınlar evlerde basit tezgahlarda keten ve kendirden giysiler dokurdu. Bugün ise köylüler malzemesi köy dışından sağlanan koyu renkli şalvar ve üzerine bluz giymekte, başlarına lacivert örtü (örtme) örtmektedirler. Kadın giyiminde dış görünüş bakımından erkeğe nazaran değişme daha azdır. Evde elbisesi ile dolanan bazen başını örtmeyen kadın, sokağa çıkınca elbisesinin üzerine şalvar giymekte ve başını örtmektedir. Genç kadınlar arasında elbise giyenler, başlarını örtmeyenler az da olsa bulunmaktadır. Köyde gündelik kıyafette olduğu gibi gelin ve güvey kıyafatide tamamen şehirleşmiştir. Ancak köyde giyilenler, kasabadan ucuz sağlanan ve nispeten eski model olan giysilerdir.Kadın ve çocukların kısmen evde hazırlanan giysilerinin kumaşları dışarıdan satın alınmaktadır.Kuzey Kafkasyalılar'ın kullandığı kostümler, hem işlemecilik hem de göz zevki açısından hep dikkat çekmiştir. Hazar Denizi'nden Karadeniz'e kadar uzanan bir bölgeyi kapsayan Kuzey Kafkasya, farklı halkların birbirinden yoğun biçimde etkilendiği, hatta zamanla kültürel anlamda içiçe geçtiği bir bölge. Kültürel etkileşim ve ortak tarihi geçmişleri nedeniyle Kuzey Kafkasyalılar'ın gündelik yaşamlarında kullandıkları kıyafetleri de birbirine çok benzer. Erkeklerin eskiden kullandıkları "çerkeska"nın tüm Kuzey Kafkasyalı erkekler tarafından kullanılması bunun bir göstergesi. Çerkeskanın son derece kullanışlı olması, aynı zamanda Rus çarlarını da cezbetmiş, pek çok Rus çarı çerkeska giymeyi tercih etmiştir. MÖ. 5. yüzyılda ilk modellerini vermeye başlayan Kafkas giysileri, MS. 19. yüzyılda gelişimini tamamladı. Kullanımlarının rahat olmasının yanısıra vücut hatlarını düzgün gösteren Çerkez giysileri, zarafetin ve sadeliğin simgesi adeta. Bu nedenledir ki, 19. yüzyılda Rusya'da Kazak kökenli süvariler Çar'ın emriyle Çerkez kıyafetlerini askeri üniforma olarak kullanmaya başlamıştır. Bir zamanlar, giyimleri üzerinde titizlikle duran Çerkez kızları için, giysilerinin zarafeti kadar kaftanları üzerine takılan kemerlerin ve başa geçirilen keplerin estetik açıdan,taşıdığı değer de önemliydi. İnsanlar örtünmek ve korunmak için giysiler giyerler. Korunmak için olsa bile giyilen giyisiler, onlari giyen insan topluluklarinin yasayis biçimlerinin göstergelerindendir. Anavatanlari Kafkasya olan ve orada yasayan insanlarin giysileride dogal olarak o bölgenin cografyaşıni ve insanlarinin etkilerini tasir.insanlari giyim ve kusamlari; o insanlarin yaşamını, kisiligini, sosyo-ekonomik durumunu, toplumsal statüsünü yansitan göstergedir. Çerkes topluluklarinda da böyledir, giyim ve kusamlari yasam biçimlerine uygunlu gösterir.Çerkes erkekleri " Çerkeska" diye adlandirlilan bir giysi giyerlerdi, bu giysinin etekleri diz boyunu geçecek sekilde uzun ve geniştir, gögsünde agaçtan yapilmis fiseklikler ve bunlarin gümüsten kapaklari vardır. içine açik tonda gömlek giyilir, kendi rengi ise çogunlukla koyu tonda olur. Başlarina evde kadınlar tarafindan elle yapilmis Kalpak takarlardi, bunlarin üzerine keçi kilindan dövülerek yapilmis yamçi adi verilen bir giysi giyerlerdi. Yasamlarini önemli kismi at üzerinde geçtigi için yamçinin uzun olmasina dikkat edilirdi.Yamçinin boydan boya açik olan önünde boyun kisminda gümüs bir tutturmalik bulunur. Ayaklara bazen diz boyunu asan yumusak deriden yapilmis altin yada gümüs tokalarla baglanabile çizmeler giyilir, bel'de ise üzerinde kilinç, yagdanlik, kama bulunan beli saran deri kemer bulunurdu.Kamalarin sapi kemik, gümüs yada altin islemeli ve iki agzida keskin olurdu. Kilinçlarin agzinin daha düz, kesici ve delici özelligi olmasina dikkat edilirdi. Boyun yada basa sarilan siyah yada beyaz Çuha'dan yaplmis baslik ise; basi yagmurdan korumak içindir.
Abhazalarda bayanlarda föklorik giyim
Çerkes kadınlari ise zerafet ve asaletlerini yansitan giyecekler giyerlerdi. Kaftan diye adlandirilan giysinin üst kismi vücüda tam oyurmuştur, bel'e takilan kemerin asagisinda kalan kisim uzun ve yere kadar açiktir. Açiktan iç giysi görülür, bel'den baslayan gümüs, altin, pirinç dügmeler üçgen biçiminde ve boyun altina dogru uzanir. Kaftan mat renklerde olup kadife, ipek, atlas gibi kumaslardan dikilmistir. Kollar geniş ve uzun olup üzerinde süsleme sanati örnekleri vardır. iç'lik Kaftan'in içine gelir Üzerinde ve alt etek önünde gümüs,sim-sirma islemeler görülür. Basa kep biçiminde baslik, üzerinde alti, gümüs, sirma, inci islenmistir. Basa dik olarak giyilmasine dikkat edilir. Basa yine basliktan tutturularak ipekli kumastan yapilmis genellikle beyaz basörtüsü örtülür.Çerkeslerin geleneksel kadın ve erkek iysileri oalrak tanimlanabilecek bu giysiler, Çerkesler tarafindan göç yoluyla geldikleri Türkiye'de terk edilmistir. Göçten sonra bir süre bu giysileri giymeye devam etmişler, daha sonra içerisinde yaşadıkları toplumun giysilerini giymeye başlamışlardır.
Ayakkabı ve Mest: Ayakkabı siyah sahtiyandan yapılır. Kırmızı sahtiyandan ayakkabı giymek büyüklere mahsus gibidir. Güzel terbiye edilmiş, tüyleri alınmış sığır derisinden yapılmış yumuşak ayakkabıları daha çok fakirler ve özellikle piyadeler giyerler. Sahtiyandan mamul ayakkabının ağzı, kenarları sırma şeritlerle süslenir. Çerkez ayakkabıları hafif olduğu gibi sahtiyan ya da yumuşak deri ayağın ihtiyacı nispetinde genişlemekte ve ayağa uygun bir şekil almakta olduğundan rahattır. Ayakkabı ile yalnız çorap giymek ayıp sayıldığından her halde sahtiyandan yapılmış mest ile giyilir. Mestte ayakkabının biçiminde olup, topuktan 4-5 parmak kadar yükse olur. mestin dikiş yerleri sırma şeritlerle donatılır.
Kaptan: Kaptan dedikleri eteği uzunca, mintan aynen setrenin şeklindedir. Ancak kaptanın yakası kapı olup beş santimetrelik kola yakaları kadar yüksektir. Kaptan genelde siyah ipekli satenden ve bazen de beyaz pakistandan imal edilir. Kaptanın eteğinin uzunluğu azami diz kapağına kadar olup, ev dahilinde setresiz giyildiği için, genellikle uzun yapılır. Kaptanın kolları geniş olmayıp bilekte kendi renginde küçük ve zarif düğmeleri vardır.
Don ve Gömlek: Don ve gömlek daima beyaz pakistandan yapılır. Fakir kısmı; kadınların dokudukları ince bezden yaptırırlar. Donun biçimi aynen Çerkez pantolonu gibidir. Gömlek ise alaturka gömlekler biçiminde olup yalnız kaptan gibi dik ve yüksek yakası vardır.
Yamçı – Ş’ague: Yamçı, askeri pelerinleri şeklinde olup, üzeri kıvırcık olmak üzere siyah yünden imal edilir. Önü yakanın iki tarafına dikilmiş olan sahtiyandan düğme ile tutturulur ve yaka ile düğme şeritlerle süslenir. Beyaz ve kıza zarif yamçılar kadınlara mahsus omuz atkısıdır.
Kürk – Şibe: Çerkezler; kuzu derisinden soğuğa karşı kısa kürk (şibe) giyerler. Özellikle karlı havalarda bununla kendilerin muhafaza ederler. Kürkün tüylü kısmı içeride bulunur.
Başlık – Shorkan: Başlık yalnız beyaz sayaktan yapılır. Kenarlarında ve dikiş aralarında beyaz, nadiren de siyah ip konur. Başlığın kenarları bazen sırma şeritlerle süslenir.
Kumaşlar: İç çamaşırları kaptanlık kumaşlar müstesna olmak üzere erkek elbiseleri levazımatı tamamen Çerkez kadınlarının imalatıdır. Yünden, deriden bu elbiseleri dokuyup yapmak hususunda kadın ve kızlar takdire değer gayretler gösterirler. Evinde genç kadın ve kız bulunmayanlar komşularının genç kadın ve kızlarına elbise dikmek, kumaş dokumak için başvurmakta olduklarından kadınların bu hususdaki çalışması yalnız kendi hanelerinin ihtiyacına inhisar etmez. Müracaat edenlerin işlerini de yaparlar. Karşılık beklemezler.
Kadın Elbiseleri:
Çerkez kadın elbisesi sade ve zariftir. Kadının narin ve ince endamını fidan gibi güzel göstermek, genellikle güzelliğini arttırmak gibi hususlarda büyük bir üstünlük taşır. Latif endamlarıyla ün salmış bu Kafkas kadınlarının doğanın kendilerine bahşettiği güzellik ve modeli; insan eli vücuda getiremez. Çünkü o; yüksek bir zevki selimin ürünüdür. Tabiat kadar sade ve güzeldir. Çerkez kadın elbisesinin parçalarına bakacak olursak:
Dişepoa – Sırma Saç: Çerkez kızları, sırma kaytan ve şeritlerden yapılmış zarif ir taç giyerler. Büyüklüğü yüze güzellik verecek derecededir. Zülüfleri, perçemlerini kapamayacak şekilde biraz tepede bulunur. Tacın üstünde birde altın ve gümüş top vardır. Tepesi bazen düz, bazen de biraz koni biçimindedir. Altında perçem: alın üzerine dökülür. Zülüfleri kulaklara doğru iner. Tek ve büyük saç örgüsü de belden şagıya doğru iner.
Bu sırma saç bazen yalnız olarak giyilmez. Üstüne gayet ince ve ŞAMHA dedikleri bir beyaz ya da pembe tül örtülür.
Bu serpuş (İsa’nın milat ağacı) gibi her rengi, her çeşidi olan, dallı, budaklı biçimsiz Avrupa kadın şapkalarından çok güzeldir.
Korak Say: Korak denilen kız mantosu, erkek setresine benzer. Ancak korakın kolları dar ve omuzdan itibaren giyilmeyip serbest bırakılır. Setre gibi yakasız, haydari biçiminde göğse kadar açık olup göğüste bulunun çapraz gümüş yada altın düğmelerle tutturulur. omuzdan bele kadar vücuda yapışacak derecede dardır. Etek topuğa kadar ve erkek setresi eteklerinden biraz dardır. Bundan dolayı biraz açık duran önde entari görünür. Korak siyah yada koyu kırmızı ve kahverengi sırma süslü güzel ve parlak gösterecek koyu renkli ince çuhadan yapılır. Korakın bütün kenarları, dikiş araları şeritlerle süslenir.
Entari – Can: Çerkez kadın entarileri alaturka düz entarilerin aynısıdır. Uzunluğu topuğu geçmez. Yakası gerdan görünecek şekilde açıktır. Resmi yerlerde kızlar korak altında düz ince ipekten yapılmış entari giyerler ve açık renkleri tercih ederler. Ev içinde basma entari giyerler. Entarilerde süsü yapmazlar.
Ayakkabı: Kadın ayakkabısı ve mest daima kırmızı sahtiyandan yapılır. Şekilce erkek ayakkabı ve mestlerinin aynısıdır. Çok resmi görünmek istedikleri yerde ayakkabı ile beraber üzeri şeritlerle işlenmiş yüksek takunya giyerler.
Şamiha – Başörtüsü: Ev içinde yada resmi olarak görünmeyeceği yerlerde kızlar taç giymezler. Yalnız başlarına bir eşarp atarlar. Başı açık tutmak saygısızlık olduğu için başa atılan bu tül, eşarp güzelliği saklamak için değil, tersine güzel göstermek içindir.
Kemer: Çerkez kız ve kadınları resmi ve resmi olmayan her yerde kemer takarlar. Kemersiz bulunmayı ayıp sayarlar. Genelde kemerler kırmızı sahtiyan üzerin araları birer parmak arayla gümüş yada altın düğmeler konmuş ve önde bir mili olacak şekilde yapılır.
Korsa – Şuktan: Çerkez kadınları çok eski zamanlardan beri korsa kullanırlar. Vücutlarının düzgün durmasına ve endamlarına önem verirler.
Silah ve At Takımları
Çerkez silahlarının da her şey gibi zamanın, değişik ve gelişmelerine uyarak biçim değiştirdiği anlaşılmıştır. Ecdattan kalan eserler ve kazılardan çıkan savaş malzemesi bunun er. büyük delilidir. En sonra bıraktıkları silah ok ve yaydır. Eski zamanda bunu yalnız kibarlar taşırmış.
1722 yılında başlayıp 1864 yılına kadar kanlı bir şekilde devam eden Çerkez-Rus harplerinde hasmın silahına üstün, hiç olmazsa eşit silah kullanmak icap ettiğinden bu savaşlarda ok ve yay kullanılması terk edilmişti. Sonraları bunu sadece kibarlık nişanesi olarak savaş haricinde taşırlardı.
Çerkez silahları zamanlarına göre en zarif, en iyi silah idi. Ruslarla yapılan savaşlar sırasında koca Avrupa arkasında yardımcı olduğu halde Rusların silahına; Çerkez silahlarının üstün olduğu konusunda batı yazarları hemfikirdirler. İyi çelik yapmakta Çerkezler çağdaşlarından ileri idiler. Bundan dolayı kama ve kılıçları iyi kesmek hususunda eşsizdi. Tüfekleri hafif ve zarif olmasının yanında atış gücü ve kolay kolay şişmemesi bakımından diğer tüfeklerden üstündür. "Yiv"i icat ederek şişhane usulünü meydana getiren Çerkezler, silah tarihinde önemli bir değişiklik meydana getirdiler. Kendileri yivli tüfek kullandıklarından kaval tüfek taşıyan Avrupalılarla alay ederlerdi. Bir Çerkez şiiri: "İngiliz cesur, atları güzel, takımları mükemmel, fakat tüfekleri kavaldır" diyor. Çerkez zevki selimi, tabiat güzelliği silah takımlarının umumundaki zarafet ve isabeti göstermektedir
Şalvar : 90 cm eninde üç boy kumaştan çıkar daha ziyade eflatun pembe,yaşlılar koyu renkleri tercih ederler, genellikle çimen yeşili, zeytin yeşili tercih edilir, şalvarın içine şalvar (havsa) dikilir pamuklu veya şile bezinden dikilir
Mintan : Şalvarın üstüne giyilir mintan ve şalvar işlemelidir,kadife kutnu,janjanlı ve yollu kumaşlardan dikilir
Yelek : Şalvar üzerine kolsuz fakat işlemeli yelek giyilir, içine bezden buluz giyilir.
Örtüler :Kare şeklinde üzeri baskı tekniği ile işlenmiştir, çiçek desenlidir
Yazma : Oyalar işlenir dikdörtgendir
Çoraplar : Yün çoraplar giyilir kadın çoraplar motif işlemelidir
Ayakabılar : Rugan ayakkabı giyilir, çarıkta giyilir, genellikle lastik ayakkabılar tercih edilir
Erkeklerse : Yelek ve zıpka giyerler, Kafkas kökenliler düğün törenlerde kalpak dik yakalı siyah satenden yapılmış diz boyu elbise ve yumuşak deriden çizme giyilir. Elbisenin üzerine dışardan fişeklik, kama, kemer gibi ayrıntılar vardır, kadınlar ise simli motiflerle süslenmiş kadife elbiseler giyerler.
YEMEKLER
Ekmekler : Cokatabe, Çümen, Haluğ, Mayasız ekmek, Galnış, Haluvçih, Hingel Mecage,Mejağ Mısır, Mayalı saç, Siskil, Sütlü Tandır
Çorbalar : Tarhana, Mercimek, Un, Çılbır, Kızılcık, Yoğurt, Yarma, Veynih, Sütlü pirinç, Sütlü mısır, Sütlü darı, Hıngıl, Hantagups, Hacığaps, Garzınış, Çerkez ayran çorbasıdır.
Hamur işleri : Mantı, Börekler, Erişte, Kuskus, Kaşık makarna, Mancarlı pide
Et yemekleri : Bağırsak dolma, Böbrek ezmesi, Pirzola, Kuzu Kızartma, Çişse, Haşlama et, Kavurma et, Kuru et, Lersi, Nekulh Tandır Kara dolma, Korçan, Sebze dolmaları, Kebaplar, Lahana sarma
Tatlılar : Abaza tatlısı, Balkabağı, Peçelibedijin, Fetguçin Fırında bal kabağı, Halıbj İran helva Kabaş, Aşure, Natuh, Şake helva, Melen güççeği, Laz böreği, Güllaç, Sütlaç Baklava
İçecekler : Boza, Üzüm şarabı, Sütlü çay, Şıra
Pastalar : Şir peynirli mısır, Malay, Kosi, Jert, Hudur darı
Tavuk yemekleri : Çerkez tavuk, Abaza tavuk, Ahırdıgış, Ciğerli Çerkez Haggısri, Vokumuş iran fıh, Patatesli şipsi, Şipsi baste tulen Yumurtalı şipsi
Sütlü yiyecekler : Asıc çemuka, Çerkez peyniri, Çiğsütten tereyağ, Galdet hayage, ihşırı simge, Jemikoc, Ekşimek kudusu, Koyun yoğurdu, Japkha kundusu, Küp peynir, Meteköy peynir yemeği, Yağsız ekşimek
Salatalar : Asapa salata, Lezgi, Erik ezmesi, Ahulçapa, gaşeğin, Kartafizikga, Lahana salata, Patlıcan Sarmusak Domates salata
Turşular : Çerkez ve Abaza erik ezmesi,Kararlahana,sızbalı,Turp sızbalı,Yer elması sızbalı
Çeşitli yemekler : Gaygana, Soğanlı yumurta, Sebze yemekleri, Zeytin yağlılar, Mamursa, Kaldırık, Mantar yemekleri, Tirit, Malay, Hoşmanım, Mancarlı fırında pide, abısta (Abazalara özgü ekmek) haluj (abhaz mantısı) sızbal (genellikle erikten yapılan bir tür meze) Aktısızba (Çerkez tavuğu) Acıka (Fasülye ezmesi) Atukril, hampal, açaç, halij abhazya üsülü balık, enişte çöreği, abhazya pastası, abhazya peyniri, çöğür gibi çeşitleri mevcuttur
KAYNAK. Kenan Okan 2006, Hasan Aşık, İrfan Kap, Kemal Kap, Görsel yayınları 3,İ.Ersoy, B.Habiçoğlu Kafkasya göçleri, H.Ersoy Kafkasya gerçeği 1992, S.Berzog 1990 Kafkasya federasyonlar derneği, Düzce Kafkasya Eğitim ve Kültür Derneği, Vedia Emiroğlu, Akçakoca köyleri-2010 İbrahim Tuzcu, Derl.İbrahim Tuzcu
TÜRKİYE’DE ABHAZYA VE ÇERKESLER
Adana-Tufanbeyli POLATPINAR
Adana-Tufanbeyli İĞDEBELİ
Adana-Tufanbeyli AKPINAR
Adana-Tufanbeyli K.PINARI
Amasya-Merzifon ÇAYIRKÖY
Artvin-Hopa MAKRİYAL
Balıkesir-Gönen ÜÇPINAR
Bilecik- Bozüyük KOVALCA (Bibardkıt)
Bilecik-Bozüyük NANEDERE
Bilecik-Bozüyük DÜZDAĞ
Bilecik-Bozüyük KARAÇAYIR
Bilecik-Bozüyük NEMLİ
Bilecik-Bozüyük YENİKÖY
Bilecik-Bozüyük AKPINAR
Bilecik-Merkez KÜNÇEĞİZ
Bilecik-Merkez ELMABAHÇE
Bilecik-Merkez ARPALI
Bilecik-Merkez MASKARA
Bilecik-Pazaryeri ALINCA
Bilecik-Pazaryeri ELMALI
Bilecik-Pazaryeri HASANDERE
Bilecik-Pazaryeri RÜŞDİYE (Kayüa)
Bilecik-Pazaryeri SARNIŞ (Çuijba)
Bilecik-Pazaryeri K.ELMALI
Bursa-İnegöl GÖMCÜK (Gedikpınar)
Bursa-İnegöl KANLIKONAK (Kuarakıt)
Bursa-İnegöl GÜNEYKESTANE
Bursa-İnegöl MEZİT (Sulhiye)
Bursa-İnegöl KESTANEALAN (Kemsekuay)
Bursa-İnegöl RÜŞTİYE (Kavarköy, Akayüaa)
Bursa-İnegöl OSMANİYE (Kguarakuay)
Bursa-İnegöl KARACAKÖY
Çorum-Alaca SULTANKÖY
Çorum-Alaca GÖKÖREN (Bzagokıt)
Düzce-Akçakoca Malan-ESMAHANIM (Gran)
Düzce-Akçakoca Malan-DİLAVER (Glöyra)
Düzce-Akçakoca Malan-DAVUTAĞA (Acıelma, Ağüdzaa)
Düzce-Gölyaka ÇAYKÖY (Aygdzaa)-Efteniye-
Düzce-Gölyaka HACISÜLEYMANBEY -Efteniye-
Düzce-Gölyaka AKSU (Elbuzbey, Maan Elbuz) -Efteniye-
Düzce-Gölyaka KURAK mah. (Yazlık, Kguarak) -Efteniye-
Düzce-Gölyaka ZEKERİYA -Efteniye-
Düzce-Gümüşova YEŞİLYAYLA (Hücacbey)
Düzce-Gümüşova Nüfren-SOĞUKSU (Apsara)
Düzce-Gümüşova HALİLBEY-Nüfren-(Tsikhinara)
Düzce-Kaynaşlı SAZKÖY
Düzce-Kaynaşlı Darıyeri-HASANBEY
Düzce-Kaynaşlı Darıyeri-MURATBEY (Argunaa)
Düzce-Kaynaşlı TAVAK (Katsbey)
Düzce-Kaynaşlı ÇAMOLUK(Katsbey)
Düzce-Konuralp AYBAŞI
Düzce-Konuralp ERDEMLİ
Düzce-Merkez DERDİN (Gumaa)
Düzce-Merkez KALEDİBİ (Amtcaa, Cicibey)
Düzce-Merkez FINDIKLI
Düzce-Merkez GÜVEN (Çapyak, Mıtsara)
Düzce-Merkez UĞUR (Mehdibey)
Erzurum-Narman ŞEKERLİ
Erzurum-İspir ÇAMLIKAYA
Erzurun-Şenkaya BARDIZ
Eskişehir- Hekimdağ BEKTAŞPINAR
Eskişehir-Hekimdağ TANDIR
Eskişehir-Hekimdağ TAŞKÖPRÜ
Eskişehir-Merkez YENİKÖY
Eskişehir-Merkez MUSAÖZÜ (Bağhable)
Eskişehir-Merkez KAVALCA
Eskişehir-Merkez BÜYÜKELMALI
Eskişehir-Merkez AĞAPINAR
Eskişehir-Merkez KARTAL
Eskişehir-Merkez AHILAR
Eskişehir-Merkez KARAALAN
Eskişehir-Merkez KARAÇAYIR
Eskişehir-Merkez KIZILCAÖREN
Eskişehir-Merkez KARACAÖREN
Eskişehir-S.Gazi ÇEKİNGİÇ
Eskişehir-S.Gazi MAHABAŞ
Kayseri-Pınarbaşı KAZANCIK
Kayseri-Pınarbaşı AŞAĞI BORANDERE
Kayseri-Pınarbaşı YUKARI BORANDERE (Eylahua)
Kayseri-Pınarbaşı ALTIKESEK (Loukt)
Kayseri-Pınarbaşı HALİTBEYÖREN (Gunaşey)
Kayseri-Pınarbaşı YUKARI POTUKLU (İsmeylkıt)
Kocaeli-Gölcük SELİMİYE (Beyipa)
Kocaeli-Kandıra FETHİYE (Aturabana, Ağaçlı)
Kocaeli-Merkez HİKMETİYE (Abbas)
Kütahya-Altıntaş AYKIRIKÇI (Kırcınakıt)
Manisa-Merkez BEYDERE
Manisa-Merkez TEVFİKİYE
Manisa-Salihli KIRVELİ
Muğla-Merkez ÇAKALLIK
Muğla-Köyceğiz GÖĞÜŞBELEN
Ordu-Ünye KABATAŞ
Sakarya- Karasu KARAPINAR (Cıl ykıta, Çjlaw)
Sakarya-Akyazı GEBEŞ
Sakarya-Akyazı AKBALIK (Açba yikıta)
Sakarya-Akyazı ORMANKÖY (Osmanşevkiye)
Sakarya-Akyazı HARMANLI (Tsikhinara, İrfanıevvel)
Sakarya-Akyazı BUĞDAYLI (Psırdzkha, İrfanısâni)
Sakarya-Akyazı MESUDİYE (Tsankıt, Tahirbey yikıta)
Sakarya-Akyazı TAŞBURUN
Sakarya-Akyazı YONGALIK (Beyzir yikıta)
Sakarya-Akyazı KEPEKLİ
Sakarya-Akyazı BEYNEVİT (Kuç yikıta, Yenikonak)
Sakarya-Akyazı KUZULUK(Geç yikıta)
Sakarya-Akyazı HASANBEY
Sakarya-Akyazı PAZARKÖY (Law yikıta)
Sakarya-Akyazı ALAAĞAÇ (Mahmutsabit)
Sakarya-Akyazı Bedil-TAHİRBEY (Khaldaxuraa, Balballı)
Sakarya-Akyazı Bedil-KADİRBEY (Khadirbey yikıta)
Sakarya-Akyazı BIÇKIDERE (Kaldakhara)
Sakarya-Geyve BOĞAZKÖY (Cıwaa rkıta, Şahanbey)
Sakarya-Geyve DOĞANÇAY (Arınaa)
Sakarya-Hendek SOĞUKSU (Cgerda)
Sakarya-Hendek SARIYER (Lakraa)
Sakarya-Hendek ESKİBIÇKI (Bıçkıatik, Tepsek)
Sakarya-Hendek KALAYIK (Cuvar yikıta, Afdzucaa)
Sakarya-Hendek YARICA (Kguaraçugea)
Sakarya-Hendek Nüfren-ÇAKALLIK (Khazlataa)
Sakarya-Hendek Nüfren-BEYLİCE (Hacıbetbey)
Sakarya-Hendek Nüfren-BEYKÖY (Amçkuay, Punabey )
Sakarya-Hendek HÜSEYİNŞEYH (Çıwaa)
Sakarya-Hendek KARADERE (Simeyhe kıta, Çiğdere)
Sakarya-Hendek ZOYBEK mah.(Adzagua Taguarakg, Zorbekbey)
Sakarya-Hendek UZUNCAORMAN (Tapşaa)
Sakarya-Hendek AKTEFEK
Sakarya-Hendek SİVRİTEPE (Awublaa yikıta)
Sakarya-Hendek KARAÇÖKEK (Çuıjbaa)
Sakarya-Hendek ÇUKURHAN (Apsara)
Sakarya-Karasu ADATEPE
Sakarya-Kcaali SELAHİYE (Kobaşlar, Bganaa)
Sakarya-Kocaali CAFERİYE (Malan du)
Sakarya-Merkez ACIELMALIK
Sakarya-Merkez ORTAKÖY
Sakarya-Merkez ŞÜKRİYE (Dağlacaa)
Sakarya-Merkez KEMALİYE (Xuamışaa)
Sakarya-Merkez ÇAYBAŞI (Açaa rkıta, Yeniköy)
Sakarya-Merkez Kayalar-REŞİTBEY (Şakhrıl yikıta, Lıkhaa)
Sakarya-Merkez Balballı (Bedil)
Sakarya-Merkez Kayalar-MEMDUHİYE (Maan yikıta)
Sakarya-Merkez HARMANTEPE (Apşaarıxua)
Sakarya-Merkez KOYUNAĞILI
Sakarya-Sapanca KURTKÖY
Samsun-Çarşamba TEPEALTI
Samsun-Havza HURDAZ(Cevizlik, Xuırdaz)
Samsun-Havza KARAMEŞE (Blatkıt)
Samsun-Havza KOCAPINAR
Samsun-Havza GÜRÜN
Samsun-Havza HIRLAZ
Samsun-Kavak ÇARIKLIBAŞI (Apsuvara)
Samsun-Vezirköprü AĞCAALAN
Samsun-Vezirköprü AĞCAYAZI (Üçgöz, Abazalar)
Sinop-Merkez DİZDAROĞLU
Sinop-Merkez ORDU
Sinop-Merkez KARABAĞ
Sinop-Merkez İNCEMEYDAN
Sinop-Merkez SARIKUM
Sinop-Merkez DEMİRCİ
Sinop-Merkez YENİSOKU
Sinop-Merkez ORTAKÖY
Sinop-Merkez OSMANİYE
Sinop-Merkez KARAGÖL
Sinop-Merkez ERİKLİ
Sinop-Ayancık SAKARA
Sinop-Ayancık KALASA
Sivas-Şarkışla TAVLADERE (Tarkulere)
Sivas-Şarkışla DEMİRBOĞA
Sivas-Şarkışla MERKEZ (Çerkes) KARACAÖREN
Sivas-Şarkışla YENİYAPAN (Sidkıt)
Sivas-Yıldızeli DIRMICKIT ?
Sivas-Yıldızeli HALKAÇAYIR
Sivas-Yıldızeli ÇIRÇIR (Kaledes)
Sivas-Yıldızeli BULAMUR
Sivas-Yıldızeli CİZÖZÜ
Tokat-Artova ALPUDERE
Tokat-Erbaa FINDICAK (Tramktdu)
Tokat-Turhal HAMİDİYE
Tokat-Zile UĞURLUÖREN (Khamardkıt, Zehledin)
Tokat-Zile KÜÇÜKÖZLÜ (Kazıklı, Kılçkıt)
Yozgat-Aydıncık BAKIRBOĞAZI (Darıkokıt, Çerkesbakır)
Yozgat-Aydıncık MERCİMEKÖREN (Tramktçguın)
Yozgat-Aydıncık AĞILLI (Ağılkıt)
Yozgat-Çekerek FUADİYE (Kendirlik, Khuzğuın)
Yozgat-Çekerek ÇAYIRÖZÜ (Çervez)
Yozgat-Saraykent KESİKKÖPRÜ(Tambikhuay)
Yozgat-Sorgun AYVALI
Yozgat-Sorgun OSMANİYE(Loukt)
Zonguldak-Merkez Aşağıihsaniye
Zonguldak-Merkez Yukarıihsaniye
Adana-Tufanbeyli İĞDEBELİ
Adana-Tufanbeyli AKPINAR
Adana-Tufanbeyli K.PINARI
Amasya-Merzifon ÇAYIRKÖY
Artvin-Hopa MAKRİYAL
Balıkesir-Gönen ÜÇPINAR
Bilecik- Bozüyük KOVALCA (Bibardkıt)
Bilecik-Bozüyük NANEDERE
Bilecik-Bozüyük DÜZDAĞ
Bilecik-Bozüyük KARAÇAYIR
Bilecik-Bozüyük NEMLİ
Bilecik-Bozüyük YENİKÖY
Bilecik-Bozüyük AKPINAR
Bilecik-Merkez KÜNÇEĞİZ
Bilecik-Merkez ELMABAHÇE
Bilecik-Merkez ARPALI
Bilecik-Merkez MASKARA
Bilecik-Pazaryeri ALINCA
Bilecik-Pazaryeri ELMALI
Bilecik-Pazaryeri HASANDERE
Bilecik-Pazaryeri RÜŞDİYE (Kayüa)
Bilecik-Pazaryeri SARNIŞ (Çuijba)
Bilecik-Pazaryeri K.ELMALI
Bursa-İnegöl GÖMCÜK (Gedikpınar)
Bursa-İnegöl KANLIKONAK (Kuarakıt)
Bursa-İnegöl GÜNEYKESTANE
Bursa-İnegöl MEZİT (Sulhiye)
Bursa-İnegöl KESTANEALAN (Kemsekuay)
Bursa-İnegöl RÜŞTİYE (Kavarköy, Akayüaa)
Bursa-İnegöl OSMANİYE (Kguarakuay)
Bursa-İnegöl KARACAKÖY
Çorum-Alaca SULTANKÖY
Çorum-Alaca GÖKÖREN (Bzagokıt)
Düzce-Akçakoca Malan-ESMAHANIM (Gran)
Düzce-Akçakoca Malan-DİLAVER (Glöyra)
Düzce-Akçakoca Malan-DAVUTAĞA (Acıelma, Ağüdzaa)
Düzce-Gölyaka ÇAYKÖY (Aygdzaa)-Efteniye-
Düzce-Gölyaka HACISÜLEYMANBEY -Efteniye-
Düzce-Gölyaka AKSU (Elbuzbey, Maan Elbuz) -Efteniye-
Düzce-Gölyaka KURAK mah. (Yazlık, Kguarak) -Efteniye-
Düzce-Gölyaka ZEKERİYA -Efteniye-
Düzce-Gümüşova YEŞİLYAYLA (Hücacbey)
Düzce-Gümüşova Nüfren-SOĞUKSU (Apsara)
Düzce-Gümüşova HALİLBEY-Nüfren-(Tsikhinara)
Düzce-Kaynaşlı SAZKÖY
Düzce-Kaynaşlı Darıyeri-HASANBEY
Düzce-Kaynaşlı Darıyeri-MURATBEY (Argunaa)
Düzce-Kaynaşlı TAVAK (Katsbey)
Düzce-Kaynaşlı ÇAMOLUK(Katsbey)
Düzce-Konuralp AYBAŞI
Düzce-Konuralp ERDEMLİ
Düzce-Merkez DERDİN (Gumaa)
Düzce-Merkez KALEDİBİ (Amtcaa, Cicibey)
Düzce-Merkez FINDIKLI
Düzce-Merkez GÜVEN (Çapyak, Mıtsara)
Düzce-Merkez UĞUR (Mehdibey)
Erzurum-Narman ŞEKERLİ
Erzurum-İspir ÇAMLIKAYA
Erzurun-Şenkaya BARDIZ
Eskişehir- Hekimdağ BEKTAŞPINAR
Eskişehir-Hekimdağ TANDIR
Eskişehir-Hekimdağ TAŞKÖPRÜ
Eskişehir-Merkez YENİKÖY
Eskişehir-Merkez MUSAÖZÜ (Bağhable)
Eskişehir-Merkez KAVALCA
Eskişehir-Merkez BÜYÜKELMALI
Eskişehir-Merkez AĞAPINAR
Eskişehir-Merkez KARTAL
Eskişehir-Merkez AHILAR
Eskişehir-Merkez KARAALAN
Eskişehir-Merkez KARAÇAYIR
Eskişehir-Merkez KIZILCAÖREN
Eskişehir-Merkez KARACAÖREN
Eskişehir-S.Gazi ÇEKİNGİÇ
Eskişehir-S.Gazi MAHABAŞ
Kayseri-Pınarbaşı KAZANCIK
Kayseri-Pınarbaşı AŞAĞI BORANDERE
Kayseri-Pınarbaşı YUKARI BORANDERE (Eylahua)
Kayseri-Pınarbaşı ALTIKESEK (Loukt)
Kayseri-Pınarbaşı HALİTBEYÖREN (Gunaşey)
Kayseri-Pınarbaşı YUKARI POTUKLU (İsmeylkıt)
Kocaeli-Gölcük SELİMİYE (Beyipa)
Kocaeli-Kandıra FETHİYE (Aturabana, Ağaçlı)
Kocaeli-Merkez HİKMETİYE (Abbas)
Kütahya-Altıntaş AYKIRIKÇI (Kırcınakıt)
Manisa-Merkez BEYDERE
Manisa-Merkez TEVFİKİYE
Manisa-Salihli KIRVELİ
Muğla-Merkez ÇAKALLIK
Muğla-Köyceğiz GÖĞÜŞBELEN
Ordu-Ünye KABATAŞ
Sakarya- Karasu KARAPINAR (Cıl ykıta, Çjlaw)
Sakarya-Akyazı GEBEŞ
Sakarya-Akyazı AKBALIK (Açba yikıta)
Sakarya-Akyazı ORMANKÖY (Osmanşevkiye)
Sakarya-Akyazı HARMANLI (Tsikhinara, İrfanıevvel)
Sakarya-Akyazı BUĞDAYLI (Psırdzkha, İrfanısâni)
Sakarya-Akyazı MESUDİYE (Tsankıt, Tahirbey yikıta)
Sakarya-Akyazı TAŞBURUN
Sakarya-Akyazı YONGALIK (Beyzir yikıta)
Sakarya-Akyazı KEPEKLİ
Sakarya-Akyazı BEYNEVİT (Kuç yikıta, Yenikonak)
Sakarya-Akyazı KUZULUK(Geç yikıta)
Sakarya-Akyazı HASANBEY
Sakarya-Akyazı PAZARKÖY (Law yikıta)
Sakarya-Akyazı ALAAĞAÇ (Mahmutsabit)
Sakarya-Akyazı Bedil-TAHİRBEY (Khaldaxuraa, Balballı)
Sakarya-Akyazı Bedil-KADİRBEY (Khadirbey yikıta)
Sakarya-Akyazı BIÇKIDERE (Kaldakhara)
Sakarya-Geyve BOĞAZKÖY (Cıwaa rkıta, Şahanbey)
Sakarya-Geyve DOĞANÇAY (Arınaa)
Sakarya-Hendek SOĞUKSU (Cgerda)
Sakarya-Hendek SARIYER (Lakraa)
Sakarya-Hendek ESKİBIÇKI (Bıçkıatik, Tepsek)
Sakarya-Hendek KALAYIK (Cuvar yikıta, Afdzucaa)
Sakarya-Hendek YARICA (Kguaraçugea)
Sakarya-Hendek Nüfren-ÇAKALLIK (Khazlataa)
Sakarya-Hendek Nüfren-BEYLİCE (Hacıbetbey)
Sakarya-Hendek Nüfren-BEYKÖY (Amçkuay, Punabey )
Sakarya-Hendek HÜSEYİNŞEYH (Çıwaa)
Sakarya-Hendek KARADERE (Simeyhe kıta, Çiğdere)
Sakarya-Hendek ZOYBEK mah.(Adzagua Taguarakg, Zorbekbey)
Sakarya-Hendek UZUNCAORMAN (Tapşaa)
Sakarya-Hendek AKTEFEK
Sakarya-Hendek SİVRİTEPE (Awublaa yikıta)
Sakarya-Hendek KARAÇÖKEK (Çuıjbaa)
Sakarya-Hendek ÇUKURHAN (Apsara)
Sakarya-Karasu ADATEPE
Sakarya-Kcaali SELAHİYE (Kobaşlar, Bganaa)
Sakarya-Kocaali CAFERİYE (Malan du)
Sakarya-Merkez ACIELMALIK
Sakarya-Merkez ORTAKÖY
Sakarya-Merkez ŞÜKRİYE (Dağlacaa)
Sakarya-Merkez KEMALİYE (Xuamışaa)
Sakarya-Merkez ÇAYBAŞI (Açaa rkıta, Yeniköy)
Sakarya-Merkez Kayalar-REŞİTBEY (Şakhrıl yikıta, Lıkhaa)
Sakarya-Merkez Balballı (Bedil)
Sakarya-Merkez Kayalar-MEMDUHİYE (Maan yikıta)
Sakarya-Merkez HARMANTEPE (Apşaarıxua)
Sakarya-Merkez KOYUNAĞILI
Sakarya-Sapanca KURTKÖY
Samsun-Çarşamba TEPEALTI
Samsun-Havza HURDAZ(Cevizlik, Xuırdaz)
Samsun-Havza KARAMEŞE (Blatkıt)
Samsun-Havza KOCAPINAR
Samsun-Havza GÜRÜN
Samsun-Havza HIRLAZ
Samsun-Kavak ÇARIKLIBAŞI (Apsuvara)
Samsun-Vezirköprü AĞCAALAN
Samsun-Vezirköprü AĞCAYAZI (Üçgöz, Abazalar)
Sinop-Merkez DİZDAROĞLU
Sinop-Merkez ORDU
Sinop-Merkez KARABAĞ
Sinop-Merkez İNCEMEYDAN
Sinop-Merkez SARIKUM
Sinop-Merkez DEMİRCİ
Sinop-Merkez YENİSOKU
Sinop-Merkez ORTAKÖY
Sinop-Merkez OSMANİYE
Sinop-Merkez KARAGÖL
Sinop-Merkez ERİKLİ
Sinop-Ayancık SAKARA
Sinop-Ayancık KALASA
Sivas-Şarkışla TAVLADERE (Tarkulere)
Sivas-Şarkışla DEMİRBOĞA
Sivas-Şarkışla MERKEZ (Çerkes) KARACAÖREN
Sivas-Şarkışla YENİYAPAN (Sidkıt)
Sivas-Yıldızeli DIRMICKIT ?
Sivas-Yıldızeli HALKAÇAYIR
Sivas-Yıldızeli ÇIRÇIR (Kaledes)
Sivas-Yıldızeli BULAMUR
Sivas-Yıldızeli CİZÖZÜ
Tokat-Artova ALPUDERE
Tokat-Erbaa FINDICAK (Tramktdu)
Tokat-Turhal HAMİDİYE
Tokat-Zile UĞURLUÖREN (Khamardkıt, Zehledin)
Tokat-Zile KÜÇÜKÖZLÜ (Kazıklı, Kılçkıt)
Yozgat-Aydıncık BAKIRBOĞAZI (Darıkokıt, Çerkesbakır)
Yozgat-Aydıncık MERCİMEKÖREN (Tramktçguın)
Yozgat-Aydıncık AĞILLI (Ağılkıt)
Yozgat-Çekerek FUADİYE (Kendirlik, Khuzğuın)
Yozgat-Çekerek ÇAYIRÖZÜ (Çervez)
Yozgat-Saraykent KESİKKÖPRÜ(Tambikhuay)
Yozgat-Sorgun AYVALI
Yozgat-Sorgun OSMANİYE(Loukt)
Zonguldak-Merkez Aşağıihsaniye
Zonguldak-Merkez Yukarıihsaniye
DÜZCE’ DEKİ ABHAZYA VE ÇERKES’LERİN BULUNDUĞU YERLER
Akçakoca- Esmahanım-Dılaver-Davutağa
Akçakoca-Hasançavuş Çerkez% 5
Düzce Bostanyeri
Düzce Küçükahmet
Düzce Küçükmehmet (Sıracevizler)
Düzce Kutlu (Amcahasanbey)
Düzce Kuyumcuhacıali
Düzce Taşköprü (Çerkeztaşköprü)
Düzce Uzunmustafa
Düzce Muncurlu
Düzce Paşaormanı (İbrahimbey)
Düzce Pınarlar (Hanpinas)
Düzce Sarayyeri
Düzce Şıralık (Kasapköy)
Düzce Çay (Efteniçay)
Düzce Hacısüleymanbey
Düzce Kurak
Düzce Sarıdere
Düzce Zekeriya
Düzce Elmacık
Düzce Aksu (Elbüzbey, Elbruzbey)
Düzce Harmankaya
Düzce Soğuksu
Düzce Yeşilyayla (Hüçaçbey)
Düzce Yayakbaşı (Yeniköy)
Düzce Yenikaraköy (Çerkezkaraköy)
Düzce Çakırlar
Düzce Halilbey
Düzce Ağaköy
Düzce Aydınpınar (Şaguş)
Düzce Ballıca
Düzce Batakçiftlik
Düzce Beslambey (Akınlar)
Düzce Aynalı (Çerkezaynalı)
Düzce Büyükaçma
Düzce Çakarlar
Düzce Çam
Düzce Çınarlı
Düzce Dağdibi
Düzce Değirmenbaşı
Düzce Develi
Düzce Doğanlı
Düzce Çalılık (Hatipköy)
Düzce Esenköy
Düzce Esenköy (Mergic)
Düzce Gökçe
Düzce Gülormanı (Haıcımusa)
Düzce Gümüşpınar
Düzce Günlü (Aziziye)
Düzce Güven
Düzce İstilli
Düzce Kaledibi
Düzce Karaçalı
Düzce Karahacımusa
Düzce Kazıkoğlu
Düzce Yongalık
Düzce Kirazlı (SiyokoğluHacıismailoğlu)
Düzce Dolay (Derdin)
Düzce Konaklı (Bayramcı)
Düzce Köprübaşı (Ömerefendi)
Düzce Kuşaçması (Hacıtalustanbey)
Düzce Sazköy
Düzce Tavak
Düzce Üçköprü (Darıyeri, Süleymanbey)
Düzce Çamoluk (Kasbeykköyü)
Düzce Bıçkıyanı (Bıçkı)
Düzce Kiremitocağı (Hüseyinbey)
Düzce Darıyerihasanbey
Düzce Muratbey (Muratlar)
Düzce Bostanyeri
Düzce Küçükahmet
Düzce Küçükmehmet (Sıracevizler)
Düzce Kutlu (Amcahasanbey)
Düzce Kuyumcuhacıali
Düzce Taşköprü (Çerkeztaşköprü)
Düzce Uzunmustafa
Düzce Muncurlu
Düzce Paşaormanı (İbrahimbey)
Düzce Pınarlar (Hanpinas)
Düzce Sarayyeri
Düzce Şıralık (Kasapköy)
Düzce Çay (Efteniçay)
Düzce Hacısüleymanbey
Düzce Kurak
Düzce Sarıdere
Düzce Zekeriya
Düzce Elmacık
Düzce Aksu (Elbüzbey, Elbruzbey)
Düzce Harmankaya
Düzce Soğuksu
Düzce Yeşilyayla (Hüçaçbey)
Düzce Yayakbaşı (Yeniköy)
Düzce Yenikaraköy (Çerkezkaraköy)
Düzce Çakırlar
Düzce Halilbey
Düzce Ağaköy
Düzce Aydınpınar (Şaguş)
Düzce Ballıca
Düzce Batakçiftlik
Düzce Beslambey (Akınlar)
Düzce Aynalı (Çerkezaynalı)
Düzce Büyükaçma
Düzce Çakarlar
Düzce Çam
Düzce Çınarlı
Düzce Dağdibi
Düzce Değirmenbaşı
Düzce Develi
Düzce Doğanlı
Düzce Çalılık (Hatipköy)
Düzce Esenköy
Düzce Esenköy (Mergic)
Düzce Gökçe
Düzce Gülormanı (Haıcımusa)
Düzce Gümüşpınar
Düzce Günlü (Aziziye)
Düzce Güven
Düzce İstilli
Düzce Kaledibi
Düzce Karaçalı
Düzce Karahacımusa
Düzce Kazıkoğlu
Düzce Yongalık
Düzce Kirazlı (SiyokoğluHacıismailoğlu)
Düzce Dolay (Derdin)
Düzce Konaklı (Bayramcı)
Düzce Köprübaşı (Ömerefendi)
Düzce Kuşaçması (Hacıtalustanbey)
Düzce Sazköy
Düzce Tavak
Düzce Üçköprü (Darıyeri, Süleymanbey)
Düzce Çamoluk (Kasbeykköyü)
Düzce Bıçkıyanı (Bıçkı)
Düzce Kiremitocağı (Hüseyinbey)
Düzce Darıyerihasanbey
Düzce Muratbey (Muratlar)
EFTENİYE Elbuzbey
|
Süleymanbey
|
Çayköy
|
ESMAHANIM
|
DİLAVER
|
Pıta
Kupal Hışba Tarba Kaba Cıba Canba |
Yaşba
Babal Trıpşı Kozba Aşba Hıgsu Gıysa Kucba Humsıcu Bütipa Arzınba Jiyba Kuntış Çundi Lahipa Keçba Hüpat Beygua Cıra Gogen |
Aygba
Karaçı Sıba Jiyba Vardaniya Yaşba Naşba Kozba Çımsı Kosipa |
Kabba
Suktar Aşba Kurknia Kozba Argun Tönba Koçba Heyka Keçba Şamba Yardapa Koruşa Ahba Açışba |
Ahba
Kozba Beşliya Suktar Vatanipa Agırba Kolağiya |
ACIELMA
|
KOBAÇLAR
|
DARIYERİ
|
SAZKÖY
|
FINDIKLI
|
Ayüzba
Tönba Andabıva |
Bgınba
Kaba Cıcba Hılpanca |
Kaba
Arzınba Vardaniya Kozba Bıjnıva Ahosba Palba Atayba Hurhmal Bıca Lamiya Agumba Akusba Gamsaniya Kilba Şargaliya Ayüzba Bgavipa Kıçın Hugşı Şamba Argun Guliya Catana Tırkil Taniya Lakora Bağa Hütiş Briskıl Kika Yaşa Başipa |
Ayüzba
Sugba Trıpşı Neheriya Agırba Abazba |
Ayıga
Töha |
NÜFREN
|
Nüfren Soğuksu
|
Muratbey
|
Tavak
|
Kurakmahalle
|
Apsara
Kalsba Ayıgba Ahba Kozba Hütiş Masipa Lapsipa Palba Keçba Çımsı |
Vanaça
AltaçCatana Ayüzba |
Argun
Camguliya Cbımıgu Babala Agırba Trıpşı Ayıga Tırkil Ahba |
Neheriya
Grina Agırba Tarba |
Kozba
Mamata Ağanipa |
Derdin- Guma
|
Caferiye
|
Çapyak
|
Kışla
|
Üskübü-Aybaşı
|
Ayüzba
Tukba Cudar Sagaria |
Abuhba
Ayüzba Argun Skuva Açba Cica Hılpahcö |
Kutubla
Kozba Fünzı Agırba Sıbla Kabba Geheria Gısba Haşıg Gursan Kuriya Ayüzba Mukba Tukba Catana |
Vanaca
Pıta Hötupa Ajiyba |
Açüyba
|
Erdemli
|
Çukurhan
|
Bıçkı
|
Cicibeyköy ( Beyköy )
|
Karapınar
|
Caniya
Ayüzba Palba Camha Atiyba Bırsıs |
Laçış
Pıta Mamatipa Hracipa Azuhba Hötipa Lapş Grinipa |
Koçba
Sacınıpa Anasba Ahba Başipa Dohma Kaba Mazah Ajiyba Hosba Yaşba Trışba Briskıl Avassa Gildız Haga Pıta Ayüzba |
Agıpba
Tukba Mgalipa Aşba |
Gugua
Açba Aşba Abhac Hacıma Calakya Aguba Adliyba Kozba Abuhba |
Mehti Bey
|
|
|
|
|
Ayüzba
Vardaniya Cıra |
|
|
|
|
KAYNAK : Düzce Kuzey Kafkas Derneği alıntı, Akçakoca köyleri 2010 kıt. Derleyen İbrahim Tuzcu
DÜNYADAKİ ABAZA VE ÇERKEZLER
İRAN, LİBYA, MISIR, SURİYE, İSRAİL, ÜRDÜN, TÜRKİYE
KAYNAK: Görsel yayınları, Derleyen İbrahim tuzcu
LAZ’LAR VE LAZ KÜLTÜRÜ
Lazlarda föklorik giyim kuşam
TARİHİ: Eski Abhazya’ nın bir bölgesi olan Tuapse ve Kolkhide’ de toplum adı olarak geçen Lazos dan dan gelir eski dili Kolkhi dilidir Laz’ın kökeni Lezgi’ dir. Mavi gözlü, kumral saçlı, pembe tenli demek Laz demektir Laz ismi buradan dolayı doğmuştur, Lazlarda Hıristiyanlardan dönmedir o zaman yaşadıkları bölgeye Lazika adı verilmiştir, Lazika kıralı Gobozes dir, Lazistan sancağı günye idi kazaları, Pazar (Atina), Ardeşen (Artaşin) Fındıklı (Viçe) Hopa (Makreali) Akrabi (Arhabiidi). 1878’de sancak Rize olur ve Batı Karadeniz’e göç başlar. Zonguldak, İzmit, Bolu, Bursa ya gelinir. Akçakoca çuhallı iskelesine gelen Lazlar denizci oldukları için deniz kenarlarını seçerler denize yakın yerde ikamet ederler Döngelli, Ayazlı, Göktepe, Edilli, Osmaniye, Aktaş, Uğurlu köyüne yerleşirler. Akçakoca adı Bizans zamanında Dia polis Osmanlı zamanında Akçaşar cumhuriyet zamanında (1934) Akçakoca olur. Lazlar, Gürcü (İBER) kavminin bir koludur. (1) Bu açıdan her ikisi de Yafetik ırktandır. Yani Türkler ile akrabadır. Atalarımız birdir, aynıdır. En eski Grek yazarlar Laz diye bir topluluktan bahsetmez. Lozoi kelimesine ancak Hıristiyanlığın ilk devirlerinden itibaren rastlanabilir. Plinius, Arianus, Preplus, Batlamyus'un yazılarında Lozoi kelimesi, belki eski bir şehir olan Lazos veya Lahika’dır. Kıessıng'e göre, Lozoi, Kerketay halkının bir koludur. Kerketay lar ise Gürcü'dür. Bunlar Hıristiyanlığın ilk döneminde kendilerine Adige (Adzige) diyen Zygonin (Çerkez) halkının baskısı ile güneye göç etmek zorunda kalmışlardı. Hakikatte ise Lozoi halkı Arrianus zamanında (M.S. 2. asır yazarı ) Suhumda yaşamakta idiler. Trabzon'un doğusundaki sahillerde oturan diğer halklar ise sırasıyla şunlardı: Kolçi (Sannoi ), Maçolenes, Hennioçi, Zyderitae, Roma’ya tâbi kral Malasus'un teb'ası Lazai Apsilae, Abazki(Abaza), ve Suhumcivarında Sanigae. Sonraki asırlarda Lazlar önem kazanınca, bütün eski Kolçi ülkesine Lazika dendi. Diokletian (M.S. 284–303) döneminde Kimmer (Bosfor) Kralı Sauramatus, bütün Lazai topraklarını işgal etti. O tarihte Lazika'ya tâbi olanlar Prokopios, Aboskoiyi Suania ve Sykmnia halkları idi. Bu sebeple, Lazika adının hâkim bir grup (Lazlar) ve onlara bağlı bir kaç kabileye işaret etiği düşünülebilir. Lazlar, 500'lerde Hıristiyanlaştılar. İmparator Justinyen (527–565) bölgede "Kudüs Çölü" diye bilinen yerdeki bir Laz mabedini tamir ettirmiştir. (Prokopius, De aedificiis, V, 9) Lazlar komşularına papaz bile göndermekteydiler. (Prokopius, Bell, Gct, IV, 2) .Kolçi'deki Lazlar, Roma imparatoru tarafından kendi içlerinden tayin edilen krallarca idare edilirlerdi. Bu kralların görevi, Kafkasya'nın batı geçitlerini kuzeyden gelen göçebelere karşı koruma idi. Yani Roma'nın bir nevi üçbeyi şeklinde idiler. Kral kelimesi bizi yanıltmamalıdır, sahip olduğu toprak ancak beylik kadardır. Bu görev değil de, Romalıların ticareti inhisarlarında tutmaları Kolçi halkını tedirgin ediyordu. Bu yüzden Kral Gobozes, M.S. 458'den itibaren Sasani hükümdarı 2. Yezdicürd'in yardımına başvurdu. Bu yüzden M.S. 539-562 tarihleri arasında Bizans İmparatoru Justinyen ile İran Şahı 1. Hüsrev arasında Lazika topraklarında savaşlar oldu. Ordu kumandanı Belisarius'un seferlerine iştirak eden yazar Prokopius'un bildirdiğine göre, o tarihte Lazlar, Phasis Irmağı'nın iki sahilinde yaşamaktaydılar. Ne var ki, Archaeopolis, Sebastopolis, Pitius, Skanda, Sarapanis Rhodopolis, Morchoresis gibi Laz şehirleri nehrin hep kuzey yakasında idi. Nehrin sol tarafı ıssızdı. Lazlar'ın ellerindeki topraklar ancak atla bir gün yol tutardı. Daha ötesinde Trabzon'a kadar Roma pontikleri vardı ki, bu da o toprakların Lazlara ait olmadığını, doğrudan doğruya İmparatorluğa bağlı olduğunu gösterir. Bundan sonraki (600’ler–1200) Laz tarihi karanlıktır. 1204'de Gürcistan kraliçesi Tamara'nın verdiği askerî yardım ile Alexis Kommenoes adında biri Trabzon İmparatorluğu'nu kurdu!.. Bu imparatorluğun tarihi ki ömrü 1204–1461 yılları arasındadır, Kuzey Kafkasya ile yakından ilgilidir. Burada dikkat edilmesi gereken iki husus var. Birincisi, adı "imparatorluk"tur ama hükmünün geçtiği topraklar bir beylik kadar küçüktür İkincisi, Alexis Kommones, bir Laz değil; bir Bizans prensidir. Bizans İmparatoru Andronikos Kommenos'un oğludur. Yani, kurulan devlet; Latinler'in (katolik Hıristiyanlar) haçlı seferi bahanesiyle gelip İstanbul’u ele geçirmeleri ve imparatoru kovmaları, orada bir Latin krallığı kurmaları sonucu oluşmuştur. Kaçan imparator İznik'te varlığını sürdürmeye çalıştı, bu arada bir kısım Bizanslılar da Trabzon'a kaçmışlardı. İşte kurulan "imparatorluk" onlara aittir.Yazar Gregroas'a göre, Kommenos'un ilk işi Kolçi halkının ve Lazlar'ın topraklarını zapt etmek oldu!.. 1282'den itibaren Johannes Kommenos, "doğunun, İberya'nın (Gürcistan), ve deniz aşırı ülkelerin imparatoru" unvanını aldı! Yani ortada ne Laz kralı kaldı, ne de Lazistan!.. 'ın Rumlar idaresi altında yaşayan Laz halkı kaldı, o kadar!..Ancak Bizans usulü iktidar kavgaları sürdüğü için, 1341'de Laz halkının desteği alan Bizanslı prenses Anna Anakhutlu tahta çıktı. O dönemde Trabzon İmparatorluğu'na bağlı toprakların Makrial'ye kadar uzandığı, Gonia’nın ise mahalli hükümdarlar (bey statüsünde) elinde kaldığı sanılmaktadır. Gürcüler, Lazlara Çan, i der, Lazlar bunu pek bilmez. Kelime bir ihtimal Grekçe Sannoi/Tzannoi kelimesinden gelmedir. Tarihî bakımdan Ça'niler ile Lazlar arasında bir akrabalık var ise de, kopmuş görülmektedir. Arrianus zamanında Sanoiler, Trabzon’a komşu idi. Eskilerden PROKOPİUS, "Tzannoi diye anılan yerin eskiden Sannoi olduğunu ve Çoruh vadisini denizden ayıran dağların sahil yakasında bulunduğunu " belirtir. (Balhar dağları )… Koch, "Of ahalisinin özel bir dil ile konuştuğunu", Marr da "Hoşnişin ahalisinin anlaşılmaz bir dil konuştuğunu" söyler…. Yani bölgede farklı bir halk vardır. N.marr'ın tespitlerine göre Ça'niler (TZANNOİ ), önceleri Çoruh havzasında geniş bir sahayı işgal etmekte idiler. Burasını kısa bir süre için Ermeniler, sonra Gürcüler (KHARTHLİ ) almıştı.Trabzon tarihçileri Lazları Tsinaidler'den ayrı tutmaya devam etmişlerdir…. Tsinaidler, Müslümanlar ile birleşerek 1348'de Trabzon topraklarına hücum ettiler. Sonra Trabzon İmparatoru tarafından cezalandırıldılar. (1377) Bu dönemde Canik (Samsun) Sancağı tarafında oldukları sanılıyor. Kısacası, Gürcüler iki halkı (Lazlar ileTsinaidler) birbirine karıştırdıkları için Lazlara Ça'ni demeye başlamıştır... Hakiki Ça'niler iki grup halinde Lazistan denen bölgenin güneyinde ve batısında yaşarlar. Bunlardan biri sonradan Trabzon'un batısına göç etmiştir. 1461' de hayatı boyunca 17 devlete son vermiş olan Fatih Sultan Mehmet, Trabzon'u zapt etti. Böylece o tarihe kadar Rum hükümdarlara tabi olan Laz halkı Osmanlıların idaresine girdi ve İslamıyetle'le tanıştı. Lazlar, nasıl oldu bilinmez, Şafi mezhebini kabul ettiler. Aslında bu Mezhep diğer Kafkas halkları arasında da yaygındır. Belki onlardan gelmiştir. Lazlar en geç Müslüman olan Kafkas topluluklarındandır. Gürcüler bile, aşağı yukarı yüz yıl önce gruplar halinde Müslüman olmaya başlamışlardı. (N. Marr, Bulletin de l'Academia de St. Petersburg, 1917, sf. 415-446) 1519'da, Yavuz Sultan Selim döneminde, Batum'un da ilavesiyle Trabzon ayrı bir eyalet haline getirildi. Bölgeyi 1640'da dolaşmış olan Evliya Çelebi, 5 sancak bulunduğunu açıklar: Canik, Trabzon, Günye(GONİA), aşağı Batum ve yukarı Batum… Lazlar'ın yaşadığı yerin merkezi Günye idi. Evliya Çelebi, Trabzon’a, "eski Lezgi vilâyeti" der… Halbuki, hem o, hem Katip Çelebi, hem de yabancı yazar Vivien De ste. Martin yanılmışlar, ses benzerliğinden Laz ile Lezgi (3) kelimelerini aynı sanmışlardır. Hele Kâtip Çelebi, bölge kavimlerine Lezgi adını verdikten sonra alt kabileleri şöyle sayar:,Megrel, Gürcüler, Abhaz (Abaza), Çerkez, Laz. Arkasından Lazlar'ın Trabzon bölgesinde oturduklarını söyler. Ayrıca Trabzon'un güneydoğusunda Çepni dağlarındaki "İran şahına Allah gibi tapan" Şii Türk boylarından söz eder... Hem o, hem de Evliya Çelebi, Trabzon'un 41 nahiyesinden çoğunun "itaatsizliği"ni dile getirir. (Kâtip Çelebi, Cihannüma, sf.429; Evliya Çelebi, cilt 2, sf. 81, 83) Bundan bu nahiye beylerinin bir ölçüde Devlet otoritesi tanımadıkları, bildikleri gibi hareket ettiği anlaşılmaktadır. 1814-1817, 1818-1821 ve 1832-1834'de bölgede devlet'e karşı ayaklanmalar oldu. Bu dere beylere ilk darbe Trabzon Valisi Osman Paşa tarafından indirildi. Ancak dağlık arazi yüzünden Laz derebeyleri tam kontrole alınamadı ve Osman Paşa'dan sonra, tıpkı Güneydoğu Anadolu'daki Kürt beyleri gibi, başlarına buyruk harekete devam ettiler. Bölgeyi dolaşmış olan Koch, serbestiyetleri kısıtlanmış olmasına rağmen bu derebeylerin çoğunu yerinde bulduğunu belirtir ve 15 derebeylik sayar: Athina (Pazar), Bulep, Artişan (Ardeşen), Viçe, Kapisite, Arhavi, Kisse, Hopa, Hemşin, Makria (Makrial ), Gonia (Günye), Batum, Maradit (Maradidi), Perlevan ve Çat. Bu nahiyelerden bir kısmında Gürcüler'in hâkim olduğu görülmektedir. (Batum Arhavi) .Bir kısmı da Lazistan diye tanımlanan bölgenin sınırları dışında, Çoruh Nehri üzerinde idi. (Maradit, Perlevan, Çat) … Hemşin’de yaşayan halk ta diğerlerinden farklıdır.1851'de Acara bölgesi, Yukarı Gurya ile birlikte Lazistan sancağı haline getirildi, Batum sancak merkezi oldu. 1878'de Batum Ruslar'ın eline geçince, Rize sancak merkezi yapıldı. Rize, Atina (Pazar), Hopa ve 6 nahiye, 364 köy bu sancağa bağlı idi. Cumhuriyet ile birlikte Lazistan sancağı dağıtıldı, Pazar, Ardeşen, Fındıklı ilçeleri Rize'ye, Arhavi, Hopa da Artvin'e bağlandı. Laz tabiri bugün, halk arasında ayırım yapılmaksızın Karadeniz bölgesinin güneydoğu kısmında yaşayan herkes için kullanılır. Ancak gerçek Lazlar sadece Pazar ve Hopa ilçelerinde yaşıyanlar ve buradan göç edenlerdir. Batum'un güneyinde kalan bölgedeki az sayıda Lâz da 16.3.1921 tarihli antlaşma ile Türkiye'ye alınmıştır.Diğerleri yanlış olarak "Laz" sanılan başka boylardandır. Laz kökenli vatandaşlarımız iyi denizcidirler, hamsiye düşkünlükleri meşhurdur.Çay, tütün, mısır, kara lahana yetiştirirler, meyvecilikle uğraşırlar. Fırıncılık yaygın meslektir. Eskiden Rusya'ya gider, ekmek pişirirler, evlenip Müslüman yaptıkları Rus kadınlarla ülkeye dönerlerdi. Şimdi Rus kadınlar bölgeye geliyor, ve gene bizimkilerle evleniyor!.Laz kökenli vatandaşlarımız İslam'a taassup derecesinde bağlıdırlar. Lazca, iki gruba ayrılır: Doğu Lazcası, Batı Lazcası.Ayrıca küçük kollar vardır, meselâ Çala lehçesi.Ancak Lazca baştan başa Türkçe kelimelerle doludur. Lazcanın yazısı yoktur. Yazılı bir Lazca edebiyat yoktur. Bu da Lazcanın bir dil değil; "ağız" olduğunu ortaya koyar.Yine de Reşit Hilmi Pehlivanoğlu gibi bazı şairler yetişmiştir. Lazlar zamanla bu ağzı unutmuşlar, Kendilerine has bir şive ile Türkçe konuşmaya başlamışlardır.
KÜLTÜR
Küçük bahçesinde kendine yetecek miktarda mısır karalahana kendir, patates, fındık, meyve, salatalık ekiminin yanı sıra evinin altındaki ahırında küçük çaplı hayvancılık, balıkçılık, kuş avcılığı, fırıncılık ve inşaat ustalığı geleneksel Laz meslekleridir. 1930'lu yıllardan itibaren bölgede ekimine başlanan çay tarımı Laz halkının sosyo-ekonomik seviyesini yükseltmiş, başta İstanbul olmak üzere göçtükleri büyük şehirlerde küçük esnaflık yapabilecek sermaye oluşturabilmelerine yardım etmiştir.Lazlar 6. yüzyılda Bizanslıların etkisinde kalarak Hiristiyanlığı benimsediler,doğu Karadeniz sahil kesimi 1461 yılından itibaren Fatih Sultan zamanında Osmanlı egemenliği altında Lazistan sancağı ilan edildi ,bu bölgedeki Lazlar kendi yönetimleri altında yaşadılar.Yavuz Sultan Selim bu bölgeye beylikler kurdu,17. yüzyılda Lazlar müslüman olurlar,1925 yılına kadar Lazistan sancağı altında yaşamlarını sürdürdüler,1788 Berlin antlaşması ile Lazlar iki ülke topraklarına bölündü bu arada Lazlar batıya göç ederler Lazlar ve Mergeller aynı kökten gelmektedir. Tarihi kaynaklar, Lazların Doğu Karadeniz yöresine Kafkaslardan indikleri konusunda görüş birliği vardır. Tarih sahnesine ilk kez Karadeniz’de çıkmışlardır. XI-XII. Yüzyıllarda Karadeniz’in doğusunda kurulan ve KOLKHİS/Rothis devletini oluşturan topluluklardan biri de Mergrel- Lazlardır. Lazlar, 6. Yüzyılda Bizans etkisinde kalarak Hıristiyanlığı benimsediler. Kolkhis Devleti yıkılınca Bizans egemenliği altında LAZİKA krallığı seçimle iş başına gelerek, Bizans’a vergi vermeyip, bunun karşılığında doğu sınırını korumayı üstlendiler Doğu Karadeniz’in sahil kesimi 1461 yılından itibaren Fatih Sultan Mehmet döneminde Osmanlı egemenliği altında Lazistan Sancağı olarak ilan edildi. Bu bölgedeki Lazlar kendi yönetimleri altında yaşadılar.Yavuz Sultan Selim bölgede beylik sistemini kurdu. Bölge 11 beylikten oluşuyordu. Lazlar da yarı bağımsız statüde Laz derebeyliği olarak Osmanlılara asker ve vergi vermekteydi. Lazlar 17. Yüzyıldan itibaren Müslümanlaşmaya başladılar. Bölge 1925 yılına kadar Lazistan olarak kayıtlara geçmiştir.
Dil:Lazca (Lazuri nena) Güney Kafkasya dil ailesinden Zan ve Kokhian kolundan Gürcüce, Svanca ama özellikle Megrelce ile oldukça yakın bir dildir. Türkiye Lazlarının tamamı Türkçe'yi anadil seviyesinde konuşabilmekte ve yazabilmektedir. Köklü bir sözlü geleneğe sahip Lazca'nın yazılı bir dili bulunmamaktadır. Laz destan, masal ve şiirleri ancak 20. yüzyılda yazıya dökülebilmiş, 1984 yılında Fahri Kahraman tarafından Dumezil'in transkripsiyon sistemine dayanan Latin tabanlı bir alfabe önerilmiştir. Gürcistan'da yaşayan Lazlar ise dillerini Gürcü alfabesi ile yazmaktadır. Lazların ataları olduğu sanılan Kolhların yazılı dilleri olmamasına rağmen, incelenen antik çağa ait mezarlarda Laz asillerin adlarının Yunan alfabesiyle yazılı olduğu görülmüştür Lazca Yunanca ve Türkçe'den ödünçlenmiş çok sayıda kelime barındırmakta ve kendi içinde bir kaç lehçeye ayrılmaktadır. Cumhuriyet döneminde Türkçe'nin Trabzon ağzının yaygınlık kazanması Lazca’nın varlığını tehdit eder bir hal almıştır.
Din:Roma İmparatorluğu döneminde MS. 5 yüzyılda Paganizm'i terkederek topluca Hıristiyanlığa geçen Lazlar 16. yüzyılda Ortodoks Hıristiyanlıktan İslam'a toplu olarak geçmişlerdir. Günümüzde Lazların tamamı Hanefi mezhebinden Sünni müslümandır
El sanatları:Osmanlı döneminde Lazlar inşaat ustalığıyla ünlü olup sanatlarını 1917 Ekim Devrimi'ne dek çalışmak amacıyla gittikleri Rusya ve Anadolu'da icra etmekteydiler. Kesme taş veya tamamen ahşap malzemeden yapılan (ahşap-çatma) geleneksel Laz evleri, kışlık tahılı saklamak amacıyla kullanılan serenderler ve ahşap oyma sanatının icra edildiği yapıların ayakta kalabilmiş örneklerine bölgede halen rastlanmaktadır. Yakın zamana değin gerçekleştirilen, şekil, büyüklük ve kullanım amacına göre hentskeli, kalati, gudeli olarak adlandırılan sepet örme sanatı da günümüzde terk edilmek üzeredir.
Avcılık:Laz balıkçısı feluka (< filika)adını verdikleri av kayıklarını kendileri inşa etmekte, ağlarını kendileri örmekteydi. Laz balıkçılar zargana, hamsinin yanı sıra çakmaklı tüfeklerle 1970'lere dek yağı için yunus balığı avlamışlardı. Lazlar aynı zamanda ağ kullanarak ya da atmaca evcilleştirerek kuş avlama sanatında da ustadırlar.Lazca ve Megrelce aynı kökten gelmektedir.
Kız ve Erkeğin Tanışması üzce ve köylerinde mısır bitkisinin fazla ekildiği, fındığı kozalarından ayırma makinelerinin daha ortaya çıkmadığı dönemlerde mısır soyma, fındık ayıklama imeceleri yapılırdı. Bu imecelere kız ve erkekler bir arada katılırlardı. Mısır çapalama, fındık toplama işleri de imece şeklinde yapılırdı. Laz kız ve erkek gençler birbirlerini bu imecelerde, kasabaya inme sırasında, dereye suya giderken, nişan, düğün gibi eğlencelerde tanırdı.Kız ve erkeğin ortaklaşa güvendikleri bir kadını aracı olarak kabul eder ve sevgi nişanelerini birbirlerine bu aracılar ile gönderildi. Bu günde buna benzer olaylara şahit olunmaktadır. Çoğu kez kız erkeğe, kendi işlediği bir mendili, oğlanda kıza gülyağı, şeker, lokum, küpe, yüzük gibi hediyelerde gönderirdi.
Sevdalık Günleri .Laz gençleri arasında sevdalık günleri çok önemliydi. Sevenlerin arkadaşları vardır. Bu arkadaşlar erkek ise, hep seven erkeğin etrafındadır, arkadaşları için pervane olurlar, hep beraber gezerler. Başkaları seven erkekmiş izlenimi yaratırlar. Örneğin; Sevdiği kız salıncağa binerse, önce aşık olan silahını boşaltır. Bunun anlamı: Bu “Seni başkası severse onu öldürürüm” anlamına bir mesajdır. Ardından aşığın arkadaşları silahlarını boşaltırlar. Bunun da anlamı: “Bir arkadaşımızın arkasındayız” demektir Durum herkes tarafından anlaşılır, kimse kimsenin sahasına girmez. Erkek evlenme arzusunu ailesindeki kadınlara açar. Zaman içinde gelişen olaylar oğlanın anası tarafından babasına iletilir. Günler ve gecelerce ne olup olmayacağı, aileler arasında düşünülüp tartışılır. Sonunda kız tarafının kıramayacağı bir elçi bulunur. Elçi baba ve annenin ağzını arar. Olumlu yanıt alınca kızı istemek için girişimlerde bulunur.Toplum kız isteme konusunda çok duyarlıdır. İstenilen bir kızın verilmemesi ya da söz kesiminden sonra dönülmesi erkek tarafından hakaret kabul edilir. Bu tür olaylar genellikle kan davası gibi olaylara sonuçlanır.
Sıra Gözetme :Ablası bekar olan, evlenme çağındaki erkek bu kuralı bozup evlenebilir. Erkek toplunda kadından önce gelir. Erkek kardeşler arasında da sıra gözetilir. Miras taksiminde kızın payı erkeğe göre yok gibidir. (Bu gelenek Lazlarda daha çoktur.)Son zamanlarda Bölgede kızlar arasında sıra gözetme geleneği vardır. Büyük kız varken küçük kız evlenmesi ayıplandığı gibi baba buna kesinlikle karşı koyar herkes hakkını yavaş yavaş alma yolunu tutmaya başladı.
Sıra Gözetme :Ablası bekar olan, evlenme çağındaki erkek bu kuralı bozup evlenebilir. Erkek toplunda kadından önce gelir. Erkek kardeşler arasında da sıra gözetilir. Miras taksiminde kızın payı erkeğe göre yok gibidir. (Bu gelenek Lazlarda daha çoktur.)Son zamanlarda Bölgede kızlar arasında sıra gözetme geleneği vardır. Büyük kız varken küçük kız evlenmesi ayıplandığı gibi baba buna kesinlikle karşı koyar herkes hakkını yavaş yavaş alma yolunu tutmaya başladı.
Başlık Parası üzce ve köylerinde başlık parası vermek hemen hemen yok gibidir. Yalnız fakir ailelerde kızına çeyiz yapabilmek için bir miktar para ödenir. Başlık parası verme Laz ve Gürcü ailelerde, Rizeli toplumlarda daha az uygulanır. Abazalarda başlık parası alınmaktadır.
Kız Kaçırma Olayları .:Laz larda düğün çok masraflı olduğu için, özellikle birbirini seven çiftler kaçarlar. Bu danışıklı dövüştür. Kız kaçırılmadan önce nüfus cüzdanı kaçırılır. Kızın yaşı on sekızden küçük ise kız kaçırılınca erkeğin akrabalarından birinin evinde saklanır. Daha sonra aileler arasında anlaşmaya gidilir. Kaçırılan kızın yanında kıza yakınlığı ile bilinen kızın arkadaşı ile kaçırılır. Bu kıza tasavize denir. Kız emin bir ailenin yanına misafir edilir. Düğün yapılıncaya kadar kız o evde kalır. O evde her akşam eğlence yapılır. Bunun adına taşamhara denir. Kız-erkek anlaşarak kaçmışlarsa iki tarafın aileleri bir müddet birbirleriyle görüşmez. Daha sonra aracılar yardımıyla taraflar barıştırılır. Ancak yıllar süren küskünlükler söz konusudur. Kız kaçırmada kızın rızası yoksa olay kan davasına kadar gidebilir.
Kız İsteme Geleneği: Ön hazırlıklar tamam olunca kız babasının sevdiği birisi erkek tarafı ile birlikte kız istemeye gider. Erkek tarafından ağzı laf yapan biri sözü açar.“Biz Allah’ın emri, Peygamberin kavli ile kızınız .’yı oğlumuz .’ya istemeğe geldik” der. Baba da; Allah yazdıysa olur. Amma bir düşünelim. Soracak adamlarımız var onlara soralım” der. Bu biraz naz etmek ve kendi akrabalarına paye çıkarmak için söylenmiş bir sözdür. Bir müddet biçilir. Bu arada istiyorlarsa, el altından erkek tarafını cesaretlendirecek haberler iletilir. Bu dönemde, kız ile erkek karşılaştıklarında kaş göz işaretleri ile birbirlerine cesaret verirler. Kız belli bir süre sonra istenir.
Söz Kesme ve Nişan Olayı : Eskiden erkek askere gitmeden nişanlanırdı. Nişanlık süresi, askerlik, para yokluğu ile ilgili olarak 2-3 hafta ile bir yıl arasında değişir. Yerli halk arasında beşik kertmesi kesinlikle yoktur. Göçmen köylerinde beşik kertmesine rastlandığı söylenmekte ise de tespit edemedim.Kız istemede erkek tarafından hediye olarak getirilen “kutu şekeri” ertesi gün iade edilmez açılırsa, kızı erkeğe verildiğine işarettir.Taraflar tarafından söz kesiminden sonra oğlan tarafından akrabaları kızın evine yüzük, kutu şekeri ile elbiseler, çorap ve terlik alıp giderler. Nişanda yüzükler takılır. Bazı köylerde nişanda erkeğin bulunmadığı, akrabası tarafından kızın parmağına yüzük takıldığı söylenmekte ise yerli köylerde böyle bir gelenek bulunmamaktadır.Bir süre sonra kız tarafı, yüzük, bir kat çamaşır, kaynanaya elbise alıp oğlan evine getirirler.
Çeyiz Geleneği : Çeyiz olarak sandık, yatak, yorgan, yelek, şalvar, bakırdan mutfak eşyası, elde dokunmuş yer hasırı, hasır seccade, ottan duvar yastığı, kanaviçe işler ve örtüler vardır. Çeyizin miktarı ailenin mali durumu ile ilgilidir. Yerli halkta çeyiz eşyası, Doğu Karadeniz kökenli ailelerde olduğu kadar fazla olmakla beraber, kızlar mirasta erkek kadar hakka sahiptir.
Kına Gecesi ; Düğün geleneğinin ilk kademesi kına gecesidir.Kına gecesi Çarşamba günü yapılır. Kına gecesi için erkek tarafı beraberlerinde taraftarları ile birlikte yanlarına kına alıp gelin evine gidilir. Dört kız çarşaf veya büyük bir yazmanın altına gelini alırlar. Bir kız gelinin eline tabaktan kına yakar. Elleri temiz beyaz bezlerle yumrukları bağlanır. Bir taraftan da maniler söylenir. Hem gelin ağlar, hem etrafındakiler.
İzzet ve ikramdan sonra erkek tarafı evlerine gelir. Damadın evi önünde büyük bir ateş yakılır. Kız tarafı tavuk istemeğe gelir. Her evden birer tavuk alınır. Ateş yanınca baklavalar getirilir. İkramlar yapılır. Kız tarafı darıltılmadan uğurlanır.Kına gecesi bayramlık elbiselerini giyen genç kızlar çiftetelli, topal oyunu, orta oyunu gibi oyunlar yaşlı bir kadın denetiminde oynanır
Düğün Günü : Düğün genellikle nişandan en az bir yıl sonra yapılır. Bindallı ve benzer gelenekler yoktur. Eskiden gelin renkli ve temiz ipekli elbise damat ise don pantolon üzerine beyaz gömlek ve işlemeli yelek giyerdi. Güvey fakirse beyaz elbise ödünç alınırdı.Eskiden olduğu gibi gelin kayın baba ve yakın akraba arasına giderdi. Gelin evden çıkarken, kız kardeşlerden biri, yoksa akraba kızlardan biri çeyiz sandığı üzerine oturup sandık haracı isterdi. Ayrıca kapıdan çıkarken erkek kardeş, kapı haracı olarak bir miktar para talep eder. Köylerde, genellikle bir öküz arabası süslenirdi. Üstüne halı ve kilimlerle bir örtü yayılır. Araba çan ve zillerle bezenir, köylüler şık giysilerini giymiş, arabanın önündü, ardında, yanında yürüyerek giderlerdi. İkide birde araba durdurulur:- Ala ala hay... diye bağırarak düğün evine varılır. Yolda devamlı halaylar çekilir. Kasap oyunu, Kastamonu zeybeği gibi oyunlar oynanır. Gelin alayı, çeşitli yollardan dolaşarak damat evine varırdı. Gelin alınmadan o köylülere veya mahalleliye pilavlık parası verilir. Gelin arabaya binmeden bolluk ve bereketli olsun diye ya damadın babası veya yakını bozuk paralar içinde şekerler, buğdaylar serper, çocuklarda bunları birbiri üzerine yığışarak kapış kapış toplardı.Köyden çıkıncaya kadar çeşitli yollardan dolaşarak damat evine varılır. Gelin arabadan inmez, bahşiş ister. Bir inek ya da tosun getirilir. Kulağı kesilerek işaret verilir. Kapı önünde kurulan bir masada kız tarafı tatlı, şeker, sigara, mermi gibi isteklerde bulunur. Bu istekler karşılanıncaya kadar gelin bekletilir. Bu durum bazen üç dört saat kadar sürer.Gelin eve girerken eğilip eşiği öper. Bolluk getirmesi düşünülerek mısır, buğday, şeker, bozuk para atılır. Akraba ve komşular başlarında birer tepsi baklava alarak erkek evine giderler. Tepsiler üst üste kümelenir.Erkeklerde evin önünde yakılan ateş etrafında oynarlar. Bu oyunlar kadın kıyafetine girmiş köçekler tarafından oynanır. Eğer aile varlıklı ise dört köçek, dört davul, dört zurna ve dört keman bulunur. Diğer köylerden geleneklerde kafileler halinde düğüne katılırlar. Kimileri koç, kimileri koyun getirir. Meydanda ikramlar yapılır.Yenip içilir. Sonunda köylüler misafirlerini evlerine götürürler.Hoca nikahı yapılır, bu adet yaygındır. Hoca nikahı yapılırken gelinin yanında dadı veya bibi (teyze, hala) denilen kadınlar bulunur.Gürcü köylerinde düğün gecesi, güveyin gerdeğe girmesi yasaktır. O akşam kızın akrabası olan kızlar sabaha kadar beklerler. Düğünün ertesi günü gerdeğe girilir. Düğün genellikle üç gün devam eder. Lazlar ve Hemşinlilerde de benzer gelenekler vardır.Diğer köylerde ise hoca nikahı kıyılır. Sonunda güveyi arkadaşlarının kolunda gelinin odasını getirilir. Arkasından yumruklanarak odaya itilir. Damat odaya girer. Hazır bulunan seccadede iki rekat namaz kılıp duasını yapar ve gelinle tanışmaya gider. Damat bu arada gelini konuşturmaya çalışır. Ona hediyeler verip konuşturur. Konuşturulunca da pencereyi açıp iki el silah atar. Bundan sonra herkes dağılıp gider.Gelinle damat, gidip kayınvalidenin elini öperler. Tekrar odalarına giderler. Orada baklava yerler. Bazense baklava kesmelerinin yarısını yiyip bırakırlar. Ertesi gün bunları evlenmemiş erkek ve kızlar yer. Darısı sizin başınıza gibi bir gelenektir bu. Ertesi gün sabah, köçekler, davetliler düğün evinin önüne gelirler. Oyunlar oynanır. Damat elinde bir tepsi baklava ile herkese birer kesme baklava sunar. Sonra da herkes dağılıp gider. Ev kadınlarla dolar. Duvak günü damat sağdıçla gider. Gelinle sabahtan ikindiye dek oyunlar oynanır, şarkılar söylenir ve derken düğün biter
Duvak : Güvey gecesi sabah gelini eğlendirmek için eğlence düzenlenir. Gelin oynar ve etrafa para atar.Bekar kızlar gelinin duvağından teller koparırlar. Duvaktan sonra erkek ve kız evlerinde yemekli davetler yapılır.
Düğün Davetleri : Bütün akraba ve hısımlar gelin ile damadı davet ederler. Bunlar taşıma davetleridir. Her gidilen eve gelinin yaptığı bir el işi işleme götürülür. Onlarda onlara çeşitli hediyeler verirler.
Doğum Olayı Genellikle ilk çocuğun erkek olması istenir. Çocuklar genellikle beşikte büyütülür. Çocuğun adı üç gün içinde yaşlı bir erkek veya hoca tarafından üç defa kulağına okunarak konulur. İsimden sonra ezan okunur. Komşular ve akraba loğusaya evvela geçmiş olsun derler sonrada hediyeler getirirler. Doğumun kırkıncı günü çocuk ve loğusa yıkanır. Buna çocuk kırklandı denilir.
Diş Çıkarma : Küçük çocukların diş çıkarmaları aile için ayrı bir sorun olur. Ailenin bireyleri yeni çıkan dişi görmeyi uğur sayarlar. Onun içinde sık sık çocuk güldürülür, ağzına bakılır. Hatta bazıları ekmek kabuğunu gevlettirmek suretiyle dişin çabuk çıkmasının sağlarlar. Bazıları da parmağını rakıya batırarak çocuğun diş etlerini oğalar. Çocuk bundan çok hoşlanır.Dişin çıktığını gören kişi mutlaka diş çıkaran çocuğa ya elbise alır ya entarilik alsınlar diye anne babasına para verir.
Sünnet Olayı. Düzce ve köylerinde bölgesinde kirvelik olayına rastlanmaz. Eskiden gezginci sünnetçilerin gelmesiyle hiçbir hazırlık yapılmaksızın çocuklar sünnet edilirdi. Günümüzde eğlenceler düzenlemektedir. Sünnetçiye, bazen para almadığı için sabun, havlu gibi şeyler verilirdi.
Dini Bayramlar : Dini bayramların Düzce ve köylerinde örf ve adetleri içinde çok büyük yeri vardır. Üç aylar girince Recep, Şaban ve Ramazan gelinceye kadar bazı kimseler ramazana alışmak için ayda bir belli oruçlar tutar, kutsal geceler, cumalar yavaş yavaş ayrı bir kalabalık olmaya ve cemaat artmaya başlar. Ramazana hazırlık olmak üzere, makarnalar kesilir, erişteler yapılır. Yufkalar açılır, kuskuslar hazırlanır. Mevsime göre çeşit çeşit reçeller, hoşaflar ve şuruplar hazırlanır.Hele bayram gecesi yeni esvaplar giyilir, Provalar biter. Küçükler giyeceklerini başlarının altına koyar. Ayakkabılarını yatağın içine yerleştirir. Herkes banyosunu yapıp yatar. Küçük erkek çocuklar sabahleyin sabah namazına herkesle birlikte camiye gider. Namazdan sonra vaiz dinlerler. Bayram namazı kılınır. Hoca dikilir, en yaşlı adam hoca ile bayramlaşır, ondan sonraki hoca ile yaşlı bayramlaşır ve yerini alır. Böylece sıralanır. Cemaatin en yaşlısı ile en genci bayramlaşıncaya kadar sürer. Sonra birlikte hoca dua eder.
“Bu bayrama eriştiren Allah’a senalar ve amin” denilip çıkılır. Yolda görülenlerle bayramlaşırlar. Mezarlıklara gidilir. Ölülere dua edilir. Hastalar ziyaret edilir.”
Her köyün ramazanında davulcular bahşiş toplar. Birinin elinde bir sırık, birini elinde bir sepet. Davulcu davulu çala çala her evin önünde maniler söyler. Bahşiş; havlu, mendil, yazma sırığa bağlanır. Baklavalar, el altıda tepsi bulunan sepete konur. Paralarda davulcunun cebine konur.
Bayramlar :Yerli köylerde bayram sözcüğü eğlence anlamına gelir. Bayram olacağı gece, bayramı bilen köydeki misafirler, bayramın olacağı köye yakın eş dost ve akrabalar ile birlikte giderler. O akşam onlara misafir olurlar. Kadın ve kızlar yemekten sonra daha geniş evlerde, erkekler ya kahvede ya da başka bir evde toplanırlar. Erkekler orta oyunları yaparlar. Mutaassıp olmayan yerlerde içkide içilir. Çalgılar çalarak oyunlar oynanır
Eğlenceler :Eskiden patoz makineleri yokken, fındık harmanda kurutulur, sabahları tırmıklar vurulur, sonrada altından tanesi alınırdı. Kalan fındıklarda kabuklarından ellenmek suretiyle bulunup ayrılırdı. Köylerde bu işler imece halinde yapılırdı. Kabuk ayırma işi erken bitimi, orası düğün evine döner, oyunlar şarkılar, gülme, eğlence, yeme içme başlardı. Kızlar erkekleri, erkekler kızları burada seçerdi. Çalışkan mı? Tembel mi? Dili tatlı mı? Nobran mı? Şaka kaldırır mı? Yoksa içine kapanıp arpacı kumrusu gibi düşünür mü? Yapıcımı yıkıcı mı? Hepsi burada denenirdi. Bu eğlencelerde maniler söylenirdi. Atmaca tabir edilen karşılıklı mani atmaları da yapılırdı.
FOKLÖR VE DANSLARI
Kaval ve Kemençenin seyrek de olsa kullanımına karşın temel geleneksel enstruman tulum, geleneksel halk danslarının yegane adı ise horondur. Laz ve Hemşin horonlarının Trabzon horonlarından başlıca farkı horonlara sözlü iştirak edilmesi ve omuz silkme figürünün eksikliğidir. Köyün kendine has folklor ekibi yoktur, Karadeniz folkloru hakimdir, Davul, Zurna, Saz, karşılıklı zille oynanan oyunda çalınan zil oyunu Kemençe, Tulum gibi enstrümanlar çalınır Lazların yerel oyun gurupları sözlüdür, 5-6 kişilik 2 gurup oluşturulur el ele tutmuş oyuncular seri ayak hareketleriyle birbirine yaklaşıp uzaklaşırlar, her gurupta bir türkü söyleyen vardır, türkücü karşı guruba türküler deyişler dokundurmaktadır, bu oyunda önemli olan türkü sözleriyle karşıdakini mat etmektedir, bu oyunun adı gelino dur.Rize Hemşin üç ayak oyunu da laz oyunudur,dairede oynanır Hemşin üç ayak oyunudur 2/4 veya4/4 lük ezgiler halinde oynanır Bar, Halay, Horon, Sallama, Hara ve karşılama, üç ayak, Kolbastı, laz kültüründe çok önemlidir.
Bar, Halay, Horon, Sallama, Karşılıklı zille oynama, Hura, ve karşılama, Köçek oyunları da oynanır. Laz oyunlarındandır. Kına gecesinde kadınlar daire şeklinde oynarlar. Kadınlar ağıt yakarak gelini evin içinde dolaştırarak en son mutfağa götürürler. Orada bu oyunu oynayarak oyunu bitirirleri.
Oyunun Kuruluş Formu
(A)
A1 (Sağ ayakla üçleme)
A2 ( Sağ ayak yerinde adım)
Oyunun biçimsel formu tıpkı “Topal” oyununda olduğu gibidir.
RİZE- HEMŞİN ÜÇ AYAK OYUNU
Laz oyunlarındandır. Dairede oynanan horondur. Hemşin, Rize ve Üçayak Horonları 2/4 lük veya 4/4 lük ezgiler halinde çalınır.
RİZE
Oyun kuruluş formu:
A- Adım cümlesi ( Sağ ayakta üçleme)
B- Adım cümlesi ( Sağa ve sola yürüyüş)
Oyun indeksi:
(A)
A1- (Sağ ayakta üçleme)
A2 ( Sağ ayak yerinde adım)
(B)
B1- (Sağa yürüme)
B2- (Sol ayak yerinde adım )
Davul: Davul savaş sırası,sonrası,askere giderken, törenlerde, ramazanlarda, güreş yapılırken çalınır. Davulun eski adı Tavuldur, Çağatay Türkleri tarafından yapılmıştır, bir haber aracıdır
Davul
Zurna: Davul ve zembeleklerle çalınır ağaç maden, boynuzdan yapılır, 7 üstte 5 altta deliği vardır, Avrupa’ya Türkler tarafından götürülmüştür, Oğuz Türkleri Anadolu’ya getirmiştir, kemençe ve davula eşlik eder, 4000 yıldan beri devam eden bir enstrümandır. Davul, Kaval, Zurna, göçer enstrümandır, köyde son zamanlarda bunların yerini taverna müziği almıştır org ile çalınan müzik aletidir eski neşe eski düğünler artık tarihe gömülmüştür,evlerde yapılan düğünler artık düğün salonlarına taşmıştır
Zurna
Kemençe : Klasik ve Karadeniz kemençesi olmak üzere iki türü vardır Akçakoca da Karadeniz kemençesi çalınır, ince uzundur, sol el ile havada tutularak çalınır, kemençenin telleri çeliktendir. Akortları la, re, sol, mi, yahut sol, re, la, mi veya 3 telli için re,la,mi dir, tellerin üzerine basılarak, tek olarak çalınır. Sazın şekli bir takayı andırır, gövde kısmı dut ve ceviz ağaçlarından oyularak yapılır, ses tablası ise 1, 5-2 mm kalınlığında ladin veya köknar ağacından yapılır,kısa sapı ve çelikten üç teli vardır re-la-mi sesleri akort edilir,bir buçuk oktav çalar. Yayının kılları gevşek olarak takılır ve sol el ile havada veya dize dayanmış olarak tutularak kemençenin 3 teline aynı anda sürülerek çalınır Kemençe anadoluya oğuz Türklerinden gelmiştir Kemençe, Özbekistan, Kırgızistan ada Anadoluda ıklık göbekli kemençe olarak çalınır Arapçada Keman Türkçede ç demektir bu iki kelime birleşmesinden Kemençe doğmuştur ,Kıpçak Türkleri tarafının dan Mısıra götürülmüştür Özbeklerin girjası kemençeye benzer, kıyak kemençe denir.Trabzon dada Gagavuz Türkleri kemençeleri vardır,Trabzon’da kemençeye kıyak denir,Türkmenistan,Özbekistan, Kırgızistan Gagavuz Türklerin kemençeleri vardır 2 sesle çalışır 2 telden ses alınır 4-6-7 aralıklıdır.
Kemençe
Tulum: Tulum Karadeniz bölgesinde kullanlıan nefesli halk sazıdır, deri, nav ve ağızlık olmak üzere 3 kısımdan oluşur. Deri, tulum olarak anılır, tulum, koyunveya oğlak derisinin tüyleri temizlendikten sonra ayakları yukardan kesilir, sağ ön ayak ile arka sol ayağın dışında kalan delikler hava kaçırmayacak şekilde sıkıca bağlanır, ön ayağa bir tahta boru, arka ayağada üzeri delikli iki boru tespit edilir. Deri hava ile Delikli borulardan ses çıkmaya başlar, koltuk altına yerleştirilen tulum zurna analık üzerindeki parmaklar delikleri açıp kapamak suretiyle istenen ezginin çalınmasını sağlar,nav sazın zurna dediğimiz kısımdır, ağızlık ise hava üflenen kısımdır.
Tulum
Kaval: Orta asyadan gelmiştir Balasau Türkleri icat etmiştir,Çağatay Turan Türkleri haval derdi Karadenize bunlar getirmiştir, bir göçebe çalgısıdır Of, Tokat, kavalı meşhurdur. Tulum Türkçe kelimedir Çağatay Türkleri icat etmiştir Anadoluya Peçenek Turan Türkleri Karadenize getirmişlerdir Kıpçıklarda tuluk, duluk geçer.
Kaval
Kına gecesi : Düğünden bir gün önce gelinin ve yakınlarının eline kına yakılır,kına erkek tarafından getirilir kına yakma töreni boyunca maniler söylenir gelin ağlatılır kına gecesi kızlar çiftetelli ve çeşitli oyunlar oynarlar koy lisanı ile mani ve türküler söylerler.
Yukarı köyün çakalları Kınan gecen hoş olsun
Aşağı köyün bakalları Evin bereket dolsun
Damat beyin sakalları Damat bey eşin olsun
Gelin kınan kutlu olsun Gelin yuvan mutlu olsun
Yukarı köyde çakal yok Köyümüzden çıkıyorsun
Aşağı köyde bakal yok Bize veda ediyorsun
Güveyin sakalı yok Yeni yuva kuruyorsun
Gelin kınan kutlu olsun Gelin kınan kutlu olsun
KIYAFETLER
Laz erkeğinin geleneksel kıyafeti Samsun - Batum arasında Osmanlı döneminde giyilmiştir Laz kıyafeti olarak adlandırılmıştır: Başta kabalak, kukul adı verilen siyah başlık, zipka adı verilen siyah körüklü şalvar, çuha adı verilen burnu kalkık çarık, omuz başları ve dirseklerine meşin şeritler dikilmiş siyah aba ceket, belde kalça üzerinde şal (trablus ya da lahor) kuşağı, Çerkez kemeri, ayrıca aksesuar olarak yağdanlık, kama, pazubent, hamayıl, zincir. Laz kadını, Anadolu kadınından farklı olarak şalvar giymemekte eteğine ortkapu adı verilen bir kemerle bağlamakta, başını keşanveya tülbentle örtüp, beline fota adı verilen peştemalisarıp, boyunlarına altın liralar takmaktaydı.
Düzce ve köylerinde 25-30 yıl öncesine göre kıyafette önemli değişmeler olmuştur.Erkekler tamamen şehir kıyafetini benimsemişlerdir. Erkeklerde gündelik kıyafetlerden başka önemli günlerde, törenlerde giyilen ve içine beyaz eşarp bağlanan lacivert takım elbise en beğenilen giyim eşyasıdır. Ancak yaşlı erkeklerden bazıları köy içinde geleneksel kıyafetle ilgili olarak paçaları dar pantolon, üzerine gömlek ve yeleği giymeye devam etmektedirler. Kösele kunduranın yanında lastik ayakkabı, plastik ayakkabı, özellikle çocuklarda çok görülmektedir. Erkeklerde pijama, şapka, şemsiye kullanılan giyim eşyaları arasındadır. Burada dikkati çeken husus pijamanın yatak kıyafeti olmaktan başka, bazen iş kıyafeti olarak kullanılması suretiyle ikinci bir iş görmüş olmasıdır.Kadın giyimi erkeklere oranla daha az değişmiştir. Eskiden kadınlar evlerde basit tezgahlarda keten ve kendirden giysiler dokurdu. Bugün ise köylüler malzemesi köy dışından sağlanan koyu renkli şalvar ve üzerine bluz giymekte, başlarına lacivert örtü (örtme) örtmektedirler. Kadın giyiminde dış görünüş bakımından erkeğe nazaran değişme daha azdır. Evde elbisesi ile dolanan bazen başını örtmeyen kadın, sokağa çıkınca elbisesinin üzerine şalvar giymekte ve başını örtmektedir. Genç kadınlar arasında elbise giyenler, başlarını örtmeyenler az da olsa bulunmaktadır..Köyde gündelik kıyafette olduğu gibi gelin ve güvey kıyafatide tamamen şehirleşmiştir. Ancak köyde giyilenler, kasabadan ucuz sağlanan ve nispeten eski model olan giysilerdir.Kadın ve çocukların kısmen evde hazırlanan giysilerinin kumaşları dışarıdan satın alınmaktadır.“Yüzyıllar boyunca Anadolu’nun Ünye’den Hopa’ya kadar uzanan Karadeniz yalısı halkının gemicilik ile geçinenleri ile yalı boyu gerisindeki dağlı köylülerin kendilerine has bir kılık ve kıyafeti ola gelmişti; baştan ayağa kapkara gayetle tipik bir giyim kuşam olup “Laz Kıyafeti” diye anılagelmiştir. XVI. Ve XVII. Yüzyıllarda korsan ve dağ haydudu kılığı iken giderek o yalının bütün gemicileri ile dağ köylülerinin sırtında görülmüştür. Başa, üstlüğe bağlanmayan müstakil kara bir kukuleta geçirilir; “Başlık”, “Kara Puşu” veya “Kukula” isimleri ile anılır; bu kukuletanın gayetle uzun iki ucu, kukuletanın üstünden sarık gibi dolanarak uzun kulaklı bir düğümle bağlanır; o düğüm kulakları kukuletaya, başlığa kendine has bir manzara verir. Sırta, gömlek ve mintan üstüne bir kara cebken giyilir; bu cebkene “Yelek” de denilir; uzun kollu olup kolların üst kısmı dar, alt kısmı geniş, hatta bazan yırtmaçlı olup yenler bilek üstüne kolayca kıvrılır. Cebkenin göğsünde bazan sağlı sollu iki fişeklik-ceb yapılır. Kışın cebkenin altına ve mintanın üstüne omuzdan ilikli kara bir zıbın-yelek giyilir; cebkenin önü bu zıbın-yelek üstüne kavuşuk kapanır. Bacaklara “Zıbka” denilen kara bir potur giyilir, buna “Laz Poturu”, “Laz Donu” da denilir; Zıbka bir iç donu üstüne giyilir ve iç donu gibi bele uçkur ile bağlanır; kalçadan ayak bileğine kadar bacağa sımsıkı yapışır, fakat ağı körüklüdür; yüze yakın kırma ile yapılan bu körüklü ağ, zıbka giymiş kimsenin bacaklarına, tamamen çıplak bir insanın bacak hareketindeki mutlak serbestiliğini temin eder; zıbkalı bir gemici veya dağlı dilediği gibi koşar, zıplar, atlar, tırmanır. Bele karaya boyanmış hafif bir pamuk kuşak sarılır; kuşağın üstüne geniş bir meşin kemer bağlar; bu kemerin, gümüşden yapılmış yaprakcıklar, dilcikler halinde sarkıtılmış bir sıra süsü vardır. Hallice olanlar beş altı kolan halinde uzun bir gümüş saat kösteği takarlar; boyundan geçme bu uzun kösteğin ucundaki iri bir koyun saati kuşakda muhafaza edilir. Gemiciler yazın daima yalın ayak olurlarr, karaya çıkar iken ayaklarına Çapula denilen, kendilerine mahsus ayakkabılarını giyerler; kışın ayağa yün çorap giyilir. Dağlılar ise kış ve yaz ayaklarına “Salenk” giyerler, Salenk hem mest hem çizme, Çapula gibi bu yalı halkına mahsus bir ayakkabıdır. Başlık-Kukula, Zıbın-Yelek, Cebken-Yelek ve Zıbka kara çuhadan, bazan kalın ve yüzü parlak saten-bezden yapılır; ve hepsi yine kara şeridden zırhlarla süslenir.”
Şalvar : 90 cm eninde üç boy kumaştan çıkar daha ziyade eflatun pembe,yaşlılar koyu renkleri tercih ederler,genellikle çimen yeşili,zeytin yeşili tercih edilir,şalvarın içine şalvar ( havsa) dikilir pamuklu veya şile bezinden dikilir
Mintan : Şalvarın üstüne giyilir mintan ve şalvar işlemelidir,kadife kutnu,janjanlı ve yollu kumaşlardan dikilir
Yelek : Şalvar üzerine kolsuz fakat işlemeli yelek giyilir,içine bezden buluz giyilir.
Örtüler : Kare şeklinde üzeri baskı tekniği ile işlenmiştir,çiçek desenlidir
Yazma : Oyalar işlenir dikdörtgendir
Çoraplar : Yün çoraplar giyilir kadın çoraplar motif işlemelidir
Ayakabıla : Rugan ayakkabı giyilir,çarıkta giyilir,genellikle lastik ayakkabılar tercih edilir. Yelek ve zıpka giyerler, Kafkas kökenliler düğün törenlerde kalpak dik yakalı siyah satenden yapılmış diz boyu elbise ve yumuşak deriden çizme giyilir. Elbisenin üzerine dışardan fişeklik, kama, kemer gibi ayrıntılar vardır, kadınlar ise simli motiflerle süslenmiş kadife elbiseler giyerler bunları. Karamandal, Trablus, kuşak, Başlık, Bartın yemenisi, Lastik ayakkabı, Yemeni, Şal, Peştamal, Fes, Para kesesi, Yatak tekkesi, Şayak bunlar Lazların giyimidir
Ayrıca Tepelik,Tapla,Koursi,Kamis,Keşan,Kondagon,Kadife,Trapuluz,Lahor,Zibun dur
YEMEKLER
Mutfak:Geleneksel Laz mutfağının temel besin öğeleri Trabzon ve Rize’de olduğu gibi Mısır, Karalahana ve Hamsi olmakla birlikte geleneksel pişirme teknikleri ve pek çok özgün yemek değişen yaşam koşulları sebebiyle terkedilmiştir. Laz mutfağının en çok bilinen yemekleri şunlardır: Çirbuli, Pilavi Makarina, Kveli kağimağoni, Luku, Ağani Lobia, Kumhi Lobia, Kotumeş dolma, Princoni, papa (mamalika), Bureği, Baklava, Patlicani tağaneri, Patlicaniş dolma, Mtkui patlicaniş giyai, Turşi tahaneyi, Kabağiş sutli, Termoni
Ekmekler :Yufka ekmeği, Bazlama, Gözleme, Cızlama, Mısır ekmeği, Buğday ekmeği. Hamsili ekmek
Çorbalar : Tarhana, Mercimek, Un, Çılbır, Kızılcık çorbası, Isırganotu çorbası
Hamur işleri : Mantı, Börekler, Erişte, Kuşkuş, Kaşık makarna, Mancarlı pide. Silor, Kate, Puçuka,
Et yemekleri : Karadolma, Korçan, Sebze dolmaları, Kebaplar, Lahana sarma.
Tatlılar : Melen güççegi, Laz böreği, Güllaç, Sütlaç, Baklava, Kabak tatlısı, Laz helvası
Çeşitli yemekler : Kaygana, Sağanda yumurta, Sebze yemekleri, Zeytin yağlılar, mantar yemekleri, Kaldırık mamursa kiremitte balık, Balık buğulama, Hamsı yemekleri, yumurtalı sebzeli kaygana. Kara lahana yemekleri, Muhlama,Pazı kavurma,Hamsi köfte, Luqu Kankeyi (Karalahana dövmesi), Kumhi Lobia (Kuru fasulye), Brinconi, Luqu Haşhaşi, Luqu Geşiyeli, Lahana ezme, Turşu kavurma
Aile ve akraba ilişkileri :Laz larda ailelerin çoğunluğu, geniş aile geleneğinin çeşitli tiplerini göstermektedir. Dar aile tiplerinin sayısı günden güne artmaktadır.Düzce ve köylerinde eskiden baba soyundan olan akraba ile evlenme şekli çok yaygındı.Akrabayla evlilikte amca oğlu, amca kızı öncelik taşırdı. Bugün gençler eskisi gibi bu geleneklere uymamaktadırlar Bu gün, köy dışından evlenmeler ve köy dışına kız vermeleri ve kız almalar eskiye oranla artmıştır. Bu toplumda boşanma olayı nadir görülmektedir
Hıdırellez: 6 Mayıs günü kutlanır, köyün piknik alanlarında,salıncaklar kurulur, yemekler pişirilir, ıp atlanır, salıncaklarda sallanılır, birçok oyunlar oynanır, kızlar erkeklere, erkekler kızlara bakarlar orada birbirini beğenirler,arkadaşlıklar kurarlar,balık tutmalar olur,erkeğin beğendiği kız eğer salıncağa biner sallanır ise erkek hemen silahını çıkartarak iki el ateş eder ona onu beğendiğini gösterir,hıdrellezin en iyi yemeği helvadır.Mevlit okutulup yemekler yedirilir komşu köyler davet edilir, eğlenceler düzenlenir. Bu törenleri anlatmadan önce pilavlık parası üzerinde duralım. Daha öncede belirttiğimiz gibi köyden başka bir köye gelin giden kızlardan pirinç parası alınır. Bu para hemen harcanmaz biriktirilir. Pirinç parasının anlamı şudur. Köy gençleri bu kızı o zamana kadar o şekilde korumuşlardır ki, kızın namusuna halel getirmemişledir. Pirinç parası bunun mükafatı bir bahşiş sayılır. Alınan pirinç paralar yedi emin olarak köylünün saygı duyduğu birine telim ederler. Köyden ne kadar çok kız gelin giderse parada o kadar çoğalır. Hıdrellezde bu para ile bir koç satın alınır. Pirinç alınır, un yağ alınır. Kesilen koçun etinden ya etli pilav yapılır, helva kavrulur, ballanır. Öğleyin gençler toplanır ve bu pilav yenir. En sonunda da helva yenilir. Hıdrellez bayramının ayrı bir güzelliği vardır. İp salıncaklar, zincirli salıncaklar, büyük ağaçlara bağlanır. Kızlar ayrı yerde, erkekler ayrı yerde sallanırlar. Ama bazen kızlar erkekleri, bazen da erkekler kızları seyretmeye giderler. Eğer beğendiği bir kız salıncak biniyorsa orada çıkarır silahını bir şarjör boşaltır. Bu olaya kimse ses çıkarmaz. Böylece kimin beğenilip beğenilmediği bu hıdrellez bayramı vesilesi ile belli olur. Bazı köylerde güreşler tutulur. Bazı köylerde derelerde balık tutulur eğlenilir.Düzce köylerinde hemen hemen hepsinde geleneksel olarak her yıl kutlanır köydeki küskünler barıştırılır geleneksel oyunlar spor etkinlikleri,folklorik oyunlar ve bunun gibi,Düzce ve köylerde mülki amirlerde davet edilerek etkinlikler yapılır herkes baharı böyle karşılar.
TÜRKİYE GENELİNDE LAZ’ LAR
ARTVİN :
· BORÇKA Çifteköprü,Fındıklı,Düzköy
· HOPA : Yukarıkuledibi, Esenkıyı, Alimislah, Pınarlar, Eşmekaya, Güvercinlik, Koyuncular, Dereiçi, Kemalpaşa, Başköy, Yeşilköy, Çamlı, Yoldere, Üçkardeş, Kaya, Subaşı, Çamurlu, Büyükbaşı
RİZE
· ARHAVİ : Kale mahallesi, Cumhuriyet mahallesi, Kireçli, Dereüstü,Ulaş, Dikyamaç, Gürgenlık, Konaklı, Yolgeçen, Yıldızlı, Kavak, Sırtoba, Arılı, Güngören, Tepeyurt, Şahinler, Soğucak, Boyuncuk, Ulukent, Balıklı, Küçükköy, Şenköy, Dülgerli, Kestanealan, Kemerköy
· FINDIKLI : Aksu mahallesi, Tatlısu, Merkez, Liman, Ilıca, Hurriyet, Sahil, Yenimahalle, Çağlayan, Yeniköy Sulak Sümer, derbent Anılı Gürsu İlhamurlu Peynirciler, Saat Beydere MeyvalıÇınarlı
· ARDEŞEN : Barış Merkez Yayla,Camii,BeyazkayaYamaçdere Tunca Bahar, Elmalık, Şentepe, Kavaklıdere, Düzlük, Seslıkaya, Esentepe, Kirazlık, Köprüköy, Duygulu, Şenyurt, Gündoğan, Mamganez, Bayırcık, Güney, Sinan, Pirinçlik, Akkaya, Işıklı, Doğanay, Aşağı durak, Yukarı durak, Akdere, Eski armutluk
· PAZAR : Güzelyalı, Kirazlık, İkıztepe, Merkez, Cumhuriyet, Beyaztaş, Soğuksu, Zafer, Güney, Darılı, Suçatı, Bucak, Şendere, Handağı, Hamidiye, Örnek, Derinsu, Balıkçı, Sivrikale, Aktepe, Hisarlı, Dernek, Elmalık, Yücehisar, Irmak, Ortayol, Merdivenli, Akbucak, Hasköy, Papatya, Sesizdere, Ocak, Kayağantaş, Sivritepe, Dağdibi, Kuzayca, Tütüncüler, Şentepe, Derebaşı, Şehitlik, Alçılı, Subaşı, Kocaköprü, Aktaş, Sulak, Akmescit, Topluca, Uğrak, Kesikköprü
· ÇAMLIHEMŞİN : Köprübaşı, Dıkkaya, Topluca, Muratköy, Çayıdüzü
DÜZCE
· AKÇAKOCA : Döngellı, Edilli, Aktaş, Tahirli, Göktepe, Nazımbey, Kalkın, Hasançavuş, Uğurlu
· DÜZCE MERKEZ : Ballar, Kabalak, Osmanca, Suncuk, Şekerpınar, Dokuzlu, Yazlık, Çaylık, Yeşilköy, Enbiya, Düzköy
BURSA
· GEMLIK . Merkez, Katırlı
İSTANBUL
· BEYKOZ : Merkez, Dereseki, Kaynarca
· ÜSKÜDAR . Merkez, Reşadiye, Ataköy, Kadıköy, Paşaköy
· YALOVA
· MERKEZ : Kaplıca,Çınarcık,Vezpınar,Üvezpınar,Delipazarı,Kurtköy,Samanlı,Akköy,Kadıköy,Yenimahalle,Ortaburun
KOCAELİ
· MERKEZ . Çubuklu,Osmaniye, Suadiye, Derbent, Maşukiye, Kestanelik, Altınova, Çaççukur, Güzelyalı, Ereğli, Osmaniye, Suludere, Yalakdere, Altınova, Senayiye
SAKARYA
· MERKEZ : Çaybaşı, Yeniköy, Değirmendere, Karataş, Akyazı, Hasanbey, Kazancı, Dokurcun, Kayabaşı, Karapürçek, Hocaköy, Geyve, Doğançay, Maksudiye, Hendek, Kocadöngel, Sapanca, Akçay, Baklaya, Dibektaş, Erdemli, Fevziye, Hacımercan, İkramiye, Kurtköy, Memnuniye, Şükriye, Selamiye
ZONGULDAK
· MERKEZ .
· BARTIN
Amasra,Çakrazova