Akçakoca köyleri 4

KIYAFETLER

Köyde 25-30 yıl öncesine göre  kıyafette önemli değişmeler olmuştur.Erkekler tamamen şehir kıyafetini benimsemişlerdir. Erkeklerde gündelik kıyafetlerden başka önemli günlerde, törenlerde giyilen ve içine beyaz eşarp bağlanan lacivert takım elbise en beğenilen giyim eşyasıdır. Ancak yaşlı erkeklerden bazıları köy içinde geleneksel kıyafetle ilgili olarak paçaları dar pantolon, üzerine gömlek ve yeleği giymeye devam etmektedirler. Kösele kunduranın yanında lastik ayakkabı, plastik ayakkabı, özellikle çocuklarda  çok görülmektedir. Erkeklerde pijama, şapka, şemsiye kullanılan giyim eşyaları arasındadır. Burada dikkati çeken husus pijamanın yatak kıyafeti olmaktan başka, bazen iş kıyafeti olarak kullanılması suretiyle ikinci bir iş görmüş olmasıdır.

Kadın giyimi erkeklere oranla daha az değişmiştir.Eskiden kadınlar evlerde basit tezgahlarda keten ve kendirden giysiler dokurdu. Bugün ise köylüler malzemesi köy dışından sağlanan koyu renkli şalvar ve üzerine bluz giymekte, başlarına lacivert örtü (örtme)  örtmektedirler. Kadın giyiminde dış görünüş bakımından erkeğe nazaran değişme daha azdır. Evde elbisesi ile dolanan bazen başını örtmeyen kadın, sokağa çıkınca elbisesinin üzerine şalvar giymekte ve başını örtmektedir.Genç kadınlar arasında elbise giyenler, başlarını örtmeyenler az da olsa bulunmaktadır..Köyde gündelik kıyafette olduğu gibi gelin ve güvey kıyafatide tamamen şehirleşmiştir. Ancak köyde giyilenler, kasabadan ucuz sağlanan ve nispeten eski model olan giysilerdir.Kadın ve çocukların kısmen evde hazırlanan giysilerinin kumaşları dışarıdan satın alınmaktadır.

 ŞALVAR         : eninde üç boy kumaştan çıkar daha ziyade eflatun pembe,yaşlılar koyu renkleri tercih ederler,genellikle çimen yeşili,zeytin yeşili tercih edilir,şalvarın içine şalvar ( havsa) dikilir pamuklu veya şile bezinden dikilir

MİNTAN            : Şalvarın üstüne giyilir mintan ve şalvar işlemelidir,kadife kutnu,janjanlı ve yollu kumaşlardan dikilir

YELEK              : Şalvar üzerine kolsuz fakat işlemeli yelek giyilir,içine bezden buluz giyilir.

ÖRTÜLER        :Kare şeklinde üzeri baskı tekniği ile işlenmiştir,çiçek desenlidir

YAZMA             : Oyalar işlenir dikdörtgendir

ÇORAPLAR     : Yün çoraplar giyilir kadın çoraplar motif işlemelidir

AYAKKABILAR : Rugan ayakkabı giyilir,çarıkta giyilir,genellikle lastik ayakkabılar tercih edilir

ERKEKLERSE : Yelek ve zıpka giyerler,Kafkas kökenliler düğün törenlerde kalpak dik yakalı siyah satenden yapılmış diz boyu elbise ve yumuşak deriden çizme giyilir.Elbisenin üzerine dışardan fişeklik,kama,kemer gibi ayrıntılar vardır,kadınlar ise simli motiflerle süslenmiş kadife elbiseler giyerler bunları

Karamandal,Trablus,kuşak,Başlık,Bartın yemenisi,Lastik ayakkabı,Yemeni,Şal,Peştamal,Fes,Para kesesi,Yatak tekkesi,Şayak bunlar Lazların giyimidir.

Aktaş,Edilli,Uğurlu,Yenice,Göktepe,Kirazlı,Hemşin köyleri giyerler

 

HIDIRELLEZ

6 Mayıs günü kutlanır,köyün piknik alanlarında,salıncaklar kurulur,yemekler pişirilir,ip atlanır,salıncaklarda sallanılır,birçok oyunlar oynanır,kızlar erkeklere,erkekler kızlara bakarlar orada birbirini beğenirler,arkadaşlıklar kurarlar,balık tutmalar olur,erkeğin beğendiği kız eğer salıncağa biner sallanır ise erkek hemen silahını çıkartarak iki el ateş eder ona onu beğendiğini gösterir,hıdrellezin en iyi yemeği helvadır.Mevlit okutulur yemekler yenir komşu köyler davet edilir halk kaynaşır ve değişik eğlenceler düzenlenir Bu törenleri anlatmadan önce pilavlık parası üzerinde duralım. Daha öncede belirttiğimiz gibi köyden başka bir köye gelin giden kızlardan pirinç parası alınır. Bu para hemen harcanmaz biriktirilir. Pirinç parasının anlamı şudur. Köy gençleri bu kızı o zamana kadar o şekilde korumuşlardır ki, kızın namusuna halel getirmemişledir. Pirinç parası bunun mükafatı bir bahşiş sayılır. Alınan pirinç paralar yedi emin olarak köylünün saygı duyduğu birine telim ederler. Köyden ne kadar çok kız gelin giderse parada o kadar çoğalır. Hıdırellezde bu para ile bir koç satın alınır. Pirinç alınır, un yağ alınır. Kesilen koçun etinden ya etli pilav yapılır, helva kavrulur, ballanır. Öğleyin gençler toplanır ve bu pilav yenir. En sonunda da helva yenilir. Hıdrellez bayramının ayrı bir güzelliği vardır. İp salıncaklar, zincirli salıncaklar, büyük ağaçlara bağlanır. Kızlar ayrı yerde, erkekler ayrı yerde sallanırlar. Ama bazen kızlar erkekleri, bazen da erkekler kızları seyretmeye giderler. Eğer beğendiği bir kız salıncak biniyorsa orada çıkarır silahını bir şarjör boşaltır. Bu olaya kimse ses çıkarmaz. Böylece kimin beğenilip beğenilmediği bu hıdrellez bayramı vesilesi ile belli olur. Bazı köylerde güreşler tutulur. Bazı köylerde derelerde balık tutulur eğlenilir.Akçakoca köylerinde hemen hemen hepsinde geleneksel olarak her yıl kutlanır köydeki küskünler barıştırılır geleneksel oyunlar spor etkinlikleri,folklorik oyunlar ve bunun gibi,Akçakoca’daki mülki amirlerde davet edilerek etkinlikler yapılır herkes baharı böyle karşılar

 

 

EVLERİ

Evler genellikle bahçe içinde olur.Avlu,avlu ağla ile çevrilidir ,çünkü sebze ve meyvecilik yapılır bu mezralarda da evler birbirine uzaktır,Kurukavak,Karatavuk evler arası 4-5 km’dir,okul ve cami yanlarında evler yapılmıştır,az dağınık meskenlerde cepheleri sokak tarafına doğrudur Arabacı köyü gibi,Mısır ziraatı çok olduğu için her evin yanında hemen hemen 1 adet serender yapı vardır,ahırlar evlere uzaktadır,ahır ile samanlık yan yanadır

 

SPOR

Köyde spora ilgi çok fazladır, sarı siyah olarak kurulan gayri federe kulüp,1978 yılında köy sakinlerinden Ömer Aktaş tarafından kulüp sarı lacivert forma rengi ile federe yapılmıştır.Bolu amatör futbol liginde yıllarca mücadele vermiştir en iyi derecesi lig 3 süsü olmuştur ,ayrıca inişli çıkışlı küme guruplarında şampiyonluklar yaşatmıştır ,halen Düzce amatör futbol 1ci liginde mücadele vermektedir. Akçakoca’nın köklü kulüplerindendir eski bir spor kulübüdür.Kulüp profesyonel olarak diğer takımlara ve Akçakoca spor alt yapısına birçok futbolcu vermiştir ayrıca valeybol da ve atletizimdede başarılar yaşamıştır,Bolu valeybol liginde 2 defa il birincisi olmuş Sakarya’da gurup maçlarında başarılar göstermiştir,atletizimdede il 2 iliğini yaşatmıştır,Akçakoca’ya spor konusunda çok emeği geçen kulüp görünümündedir,bundan dolayı bu köyü kutluyorum .Bu,köyde at yarışları  ,manda yarışları, güreşler, futbol müsabakaları yapılırdı köyde spora ilgi fazladır,yıllarca bayramlarda yapılan geleneksel güreş müsabakaları halen devam etmektedir,köyden birçok güreşçide yetişmiştir bu konuda da bu köyü örnek almalı alkışlamalıyız

 

 

YEMEKLER

EKMEKLER :       Yufka ekmeği,Bazlama,Gözleme,Cızlama,Mısır ekmeği,Buğday ekmeği

ÇORBALAR  :       Tarhana,Mercimek,Un,Çılbır,Kızılcık çorbasıdır

HAMUR İŞLERİ : Mantı,Börekler,Erişte,Kuskus,Kaşık makarna,Mancarlı pide

ET YEMEKLERİ : Kara dolma, Korçan,Sebze dolmaları,Kebaplar,Lahana sarma

TATLILAR           : Melen güççeği,,Güllaç incir-üzüm,Sütlacı

ÇEŞİTLİ YEMEKLER : Kaygana,Soğanlı yumurta,Sebze yemekleri,Zeytin yağlılar,Mamursa,Kaldırık,Mantar,  lahana  yemekleri,Tirit,Malay,Hoşmanım,Mancarlı cevizli fırında pide,keşkek,hamurlu kıymalı kulak denilen bir çeşit mantı.

 

ALTYAPI BİLGİLERİ

Doğancılar- Beyören arası lik asfaltı yapıldı,köy içi kanallar temizlendi,köy spor binası yapıldı,13.000 m² lik kilitli beton parke döşendi,içme suyu şebekesi tamamlandı,Beyören-Fakıllı lik yol stabilize edildi,Beyören semt sahası 12.500.000 ytl ödeneği yapıldı,1 ilköğretim okulu,2 cami,sağlık ocağı,1 köy kalkınma kooperatifi,ptt acentesi,içme suyu,elektriği,sabit telefonu, kanalizasyonu,1 değirmeni vardır. İlk ilkokul 1927 yılında açılmıştır,1988 yılında ortaokul açıldı,Fiskobirlik üye sayısı:329 dür.1935 te 356 ,1965 te 700 ,1997 de765,2000 de767 nüfusu vardı, yerli, dağınık köy statüsündedir,1925 dönüm tarla arazisi,1050 dönüm fındıklık,1000dönm ormanlık alanı vardır % 58 tarla arazisivardır,buğday ekim alanı geniş ,meyvecilik  çok olan bir köydür. İlköğretim okulu vardır,internet sistem ide vardır.Beyören gençlik ve spor kulübü derneği vardır

 

18. 19 . YÜZYILDA TEMETTUAT DEFTERİNDEKİ DURUMU

1864 Yılında Hacı İbrahim tarafından yapılan cami nin imamı Mustafa efendidir 50 hane 350 nüfusu vardı.

 

İSTİKLAL SAVAŞINA KATILANLAR

 

ŞEHİTLER: SADIK AYŞEOĞLU-HALİT    D.1304-Ö.1915 ÇANAKKALE SAVAŞI ER

HALİTOĞLU SADIK                                     :D.1295- Ö.1915 ÇANAKKALE SAVAŞI ER

HALİTOĞLU ISA  :                                         D.1291- Ö.1921 BATI GARP CEPHESİ ER ALİOĞLU  MUSTAFA                                   D.1304   Ö.1916 IRAK YEMEN CEPHESİ ER

 

GAZİLER  : MEHMET KAYALI – MUSTAFA-D,1895---FAİK YAPÇACIK -İSMAİL D.1898---İBRAHİM KUZU MEHMET  D. 1901-MEHMET ÇALI ALİ  D. 1901

 

ABAZA İSYANINDA MUSTAFA TÜTÜNCÜ ÇETESİNDE BULUNANLAR : AHMET AKTAŞ VE PERİŞAN MEHMET TİR

 

KÖYE GELEN İLK SÜLALELER

 

KÖYDEKİ YERLİ SÜLALELER

AKIN,-KAYALI-ÇALI-YAPÇACIKLAR-KUZU-AKÇALAR—BEYLERDEN UZUNLAR,ÜNLÜ LER -,ÖZBEKLER,-ÜNSALLAR,-EFESLER,-UYSAL-AYVAZ-BADANOZ-ÇOŞAR-ÇAKAL-ÇAVUŞOĞLU-ÇOLAK-GEDİKLİ-GÜZEL-HAS--KALAYCI-KARA-KARATAŞ-KARAYEL-KAYA--MENTEŞE-ÖZCAN-ÖZÇELIK-ÖZVEREN-PUSE-SARIOĞLU-ŞANLI-TEZVEREN-TÜRKOĞLU-UZBAK-ÜNAL-YANIK

KÖYE DIŞARDAN GELENLER

AKTAŞLAR( GIRESUN GÖÇMENİDİR KÖYE  İÇ GÜYEYE GİRMİŞTİR), HOŞÇALAR ( BALATLIDAN GÖÇ GELMİŞTİR),ÇELİKLER ( ARTVİN ARDANUÇ KAZASINDAN 1954 YILINDA),KÖYE DAHA SONRA ESKİ SU DEPOSUNUN ORAYA GİRESUN GÖRELE KAZASINDAN GÖÇLER GELMİŞTİR)   KÖY YERLİ HALKTAN OLUŞMAKTADIR

NOT : Yardımlarından dolayı değerli hocam Reşat Çelik ağabeyime teşekkür ediyorum

Kaynak

Coğrafi durumu : İbrahim Tuzcu

Köyün ismi        : Kenan Okan,Reşat Çelik,Köykent hb sitesi,Akç.Kaym.Sitesi,Derl. İbrahim Tuzcu

Tarihi yerler       . Kenan Okan,Şükrü Dönmez,Reşat Çelik,Köy sakinleri,Akç.Kaym..Sitesi,Derl.İbrahim Tuzcu

Coğrafi durumu . Kenan Okan,Mustafa Kocadon,Şükrü Dönmez,Derl.İbrahim Tuzcu

Turizm               : Kenan Okan,Reşat Çelik,Mustafa Kocadon,Köykent hb sitesi,Akç.Kaym.Sitesi,Vikipedi özgür ans,Derl.İbrahim Tuzcu

Camii ve Mez    : Kenan Okan,Reşat Çelik,Derl.İbrahim Tuzcu

Ekonomi            : Kenan Okan,Mustafa Kocadon,Reşat Çelik,İlçe Tarım.Md.,Şükrü Dönmez,Vikipedi özgür ans,Akç.Kaym.Sitesi,Derl.İbrahim Tuzcu

Kültür                : Vedia Emiroğlu,Sümeyye Köktürk,Kandıralılar dere,H.İ.Yavuz,Kenan Okan,Reşat Çelik,Akç.Kaym.Sitesi,Vikipedi özgür ans, http://www.sosyalsiyaset.com/documents/tarakli.htm ,Görsel yayınlar,s.4,Derl.İbrahim Tuzcu

Spor                   . Yaşar Abanoz,İbrahim Tuzcu

K.Alt Yapısı      : Akç.Kaym.Sitesi,Mustafa Kocadon,Kenan Okan,Reşat Çelik,Derl.İbrahim Tuzcu

İstiklal harbi      : Şükrü Dönmez,Geltog sitesi

Temettuat          .Dr Zeynel Özlü

Sülaleler            : Hüsamettin Kaya.Reşat Çelik,Derl.İbrahim Tuzcu

 

BEYHANLI KÖYÜ

 

 

COĞRAFİ BÖLGE    : KARADENİZ BÖLGESİ

İLİ                                : DÜZCE

İLÇESİ                        :  AKÇAKOCA

KAYMAKAMI           : MEHMET ÜNAL

B. BAŞKANI               :  FİKRET ALBAYRAK

KÖY MUHTARI        : ORHAN BÜLBÜL

TELEFONU                :  05326762644   EV-03806217252

POSTA KODU            :  81650

NÜFUSU                      : 85 HANE 223 NÜFUS VARDIR.

ESKİ MUHTARLAR : 2009 DA 0RHAN BÜLBÜL

                                                       2004- ERTAN BOZKAN

                                                       1999-İSMAİL BÜLBÜL

                                                       1994-İSMAİL BÜLBÜL

                                                       1989-İSMAİL BÜLBÜL

                                                       1984-İSMAİL BÜLBÜL

 

COĞRAFİ DURUMU

Düzce iline Akçakoca ilçesine uzaklıktadır,denizden 100 mt yüksektir ,rakım sıfırdır.Komşu köyleri Akkaya, Çayağzı komşu köyleridir

 

 

KÖYÜN İSMİ NEREDEN GELİYOR:

M.Ö. 377 yılında Batı Anadolu Trakya dan dan gelen Bitinyalılar da buraya gelir bazı köyler kurarlar,bunların Kralları Bias tır,bu köyde Beyhanlı dır.Kastamonu dan 1243 yılında Moğol istilası ve yenilgisinden bıkan 130.000 bin Oğuz Bozok boyu Günhan obaları batıya doğru göç ederler ve Akçakoca’ya gelerek bazı köyler kurarak  yerleşirler bunlardan bir tanesıde Beyhanlı köyüdür,yine Bizans kayıtlarına göre 1291 yılında Rum ve Selçukluların kaynaşmasından gelen ve 17 ci yüzyılda batı Anadolu’da ve Çukurova bölgesinde bulunan Yörükler Akçakoca’ya gelip yerleşmişlerdir,bu köyde Beyhanlı köydür,neticede bu köyde Bitinya,Oğuz Bozok boyu Günhan obaları,Osmanlı Türkleri, burada yaşamışlardır.( Oğuzların Bozok kolundan Oğuz Kaan’ın  oğlu Günhan soyundan geldikleri kabul edilir) Akçakocada M.Ö. 1200 yılında Frik,M.Ö. 670 Lidya,M.Ö.395 te Roma Pontos,M.Ö.1200 de Hitit ama bu kesin bilinmiyor,M.Ö.546 de Makedonya imp.,M.Ö.708 de Pers imp.kavimler,yaşamışlardır.,Osmanlı zamanında  ,buradaki yabancı kavimler burayı terk etmişlerdir az da olsa kalan aileler Müslümanlığı kabul edip Osmanlı imparatorluğuna katılır,buradaki yeni kurulan köylülerle iç içe yaşamlarını sürdürmüşlerdir ,yerli köydür,.Akçakoca-Ereğli,arasında.Bitinya kralı ile Hereklia kralları arasında yıllarca savaşlar yapılmıştır,Pers imparatorluğu da bu savaşlara burada katılmıştır bunları duyan  Makedon kralı büyük İskender bundan dolayı buraya gelmiş burada güvenliği sağlamıştır,daha sonra Osmanlı imparatorluğundan Orhan bey buraları zaptetmıştır,kalıntıları halen

mevcuttur,karargahı Çayağzı köydür,daha sonra en son İpsiz Recep te buraya karargah kurmuş buradan çete savaşlarını buradan yönetmiştir,karargahı şimdiki karayolları kampın bulunduğu yerdir.Günhan aşiretinin zamanla değişikliğe uğramasıyla ilk buraya gelenler Akçakoca’nın.Beyhanlı Köyü tek baba ve oğlu ilk hane kuranlarmış.1877 yılında köy Çayağzı-Altunçay-Akkaya-Alaplı’dan iç güveysi göç almıştır.Babaları Davut, oğulları da Ali,İlyas imiş Günhan aşiretinden olan Davut ağa bu köyün Rumlardan korunması ve asayişin sağlanması için görevlendirilmiştir. Davut ağaya başarılarında dolayı devlet bey ismini vermiştir bundan dolayı Beyhanlı ismini almıştır.Bu 3 haneden çoğalmışlardır.1968 yılına kadar Çayağzı muhtarlığına bağlıydılar,bu köyde %70 Bülbül sülalesi olarak gerçek kimliğini korumuş manav bir köydür.Bülbüller hariç diğerleri köye damat gelmişlerdir.Köyün koruculuğunu Halil Bülbül yapmaktadır.Şel mevki Beyhanlı köyüne değil,Çayağzı köyüne dahildir Köyün sınırı AKÇAKOCA-EREĞLİ yolu Beyhanlı köyü sapağından başlamaktadır

 

  

TARİHİ YERLER:

 

Köyün pek bilinen tarihi yerleri yoktur.Beyhanlı efendinin mezarı köyün mezarlığın içindedir büyük mezarlıktır,halende yeri bellidir.Ayrıca Beyhan aşiretinden beyin kızı nın mezarı da buradadır halen mevcuttur,tarihi otantik evleri de burada görmek mümkündür

 

AKARSU VE DERELERİ

Yalnızca Küçük dere. vardır .Su altı seviyeleri çok değişkendir,Pınar,ve kuyu suları faydalıdır ancak çok kireçlidir,serttir koli bakımından zengindir içilmesi mahsurludur,sıcak su ve göl yoktur

 

DAĞ VE TEPELERİ

Yıldırım sırtları eteklerinde kurulmuştur.Köy başı Tepesi,Aktaş Tepesi

 

İKLİMİ

En fazla yağış Eylül-Kasım-Aralık-Ocakta olur,kar Aralık ve Ocak ayında yağar ama uzun sürmez,Mayıs-Haziranda Karayel,Temmuz-Ağustos-Eylül ayında Poyraz eser,kış aylarında lodos eser,Temmuz- Ağustos-Eylülde güneş kendini daha iyi gösterir,Aralık,Mart ayları arası en düşük sıcaklık olur ılımaman Karadeniz iklimine sahiptir.

 

JEOLOJİK DURUMU

Eosen-Folişi,Muminitli Kalker mevcuttur.Dere ve vadi tabanları alüvyon,yamaçların büyük bir bölümü silis formasyonu,tepelerin üst kısmı da 3.derecede kumlu,çakıllı tabakalar halindedir.Depreme dayanaklı 3.bölgedir.Dağlar denize paralel uzanır.Paleozoik devre ve tersier arazilerde ibarettir.Eosen Folişi- Muminitli kalker toprağa sahiptir Jeolog Dr.Ervin Lan,Mühendis Zeki Erişir.

BİTKİ ÖRTÜSÜ

Akçakoca’da orman alanı 20477.77 hektardır.Çoğu bozuk orman alanıdır % 43 kayın % 0.8 gürgen %0.1 kestane % 6 meşe % 1 kavak % 0.25 ıhlamur % o.4 çınar bulunur,gerisi fındıklıktır.Maki bitki örtüsüne sahiptir,iklimin mutedil yağışlı olması bitki örtüsünün gür olmasını doğurmuştur.

TOPRAK YAPISI

Topraklar kırmızı kahverengidir.Toprak asitli,kireci azdır,topraklar erozyona maruzdur.Potas ve fosfor bakımından fakirdir,tuz oranı normaldir.Saha umumi olarak pedojenez bakımından genulik safhasındadır.Toprak killi ve tınlı kıvrıntılı karakterdedir.

 

 

TURİZM

 

Köy köydes yardımı ile modern köy halini almıştır, tepe de olması havadar sakin,güzel bir köydür .Sahile doğru inildiğinde Şel mevki dediğimiz yerde petrol istasyonu,pide salonları,temiz kumsalı,temiz denizi,misafirperver insanları bu köye çok şey kazandırmıştır,bazı köylüler sahile doğru evlerini bu yöne doğru yapmaktadır ,ayrıca 1980 yılları itibariyle buraya Düzce den yazlık olarak yada sürekli kalmak için buraya çok miktarda kalanlar vardır sahil kesimi tamamen evlerle dolmuştur ,yazın burada nüfus yoğunluğu yaşanmaktadır sahili,kumsalı ile köye çok şey kazandırmaktadır,son yıllarda en büyük gelişme gösteren bir köydür. Köyde otantik mimarı yapıda olan evler vardır görülmeye değerdir.Köyün alt kısmında yapılan lüks daireler de göz kamaştırmaktadır,bunlar denizken sitesi ve yukarıdaki lüks evlerdir, turizm ekonomik açıdan zayıftır,buradaki Şel mevki Beyhanlı köye dahil değildir Çayağzı köyüne aittir,Köyün sınırı AKÇAKOCA-EREĞLİ yolu Beyhanlı köyü sapağından başlamaktadır

 

CAMİLER

1966 yılında yapılan cami tek şerefeli 300 cemaatli kagir yapı mimarı Davut ve Kenan Bey’dir,camiyi köylü yaptırmıştır.Şel mevkindede yeni yapılan bir adette cami vardır

 

MEZARLIKLAR

Mezar taşlarındaki konular erkek mezar başlarına başlık,kadın mezarında süslemeler ön plandadır,erkek mezarlığında büyük sarıklı olanlar ulema ve paşaları,uzun külah üzerine sarık tasvirler,derviş ve tarikat şeyhlerini,sadece ince sarıklılar köy ağalarını,üstü geniş ve altı dar kavuk biçiminde olanlar yeniçeri ağalarını işaret etmektedir.Köyün içinde bir adet mezarlık bulunmaktadır,eski mezarlık münkariz olmuştur,eski mezarlıkta eski yatı mezar taşı vardır,Günhan aşiretinin bir beyin kızı bu mezarlık içindedir mezar taşı halen durmaktadır fakat yazılarını okuyamadık, olmuştur ayrıca bu mezarlığın yukarısında Bitinyalılar ait mezarlık vardır,birde şimdiki ilkokulun arka bahçesinde mezarlık vardır,bunlarda munkariz

EKONOMİSİ

TARIM:

HUBUBAT:Buğday,Mısır,

BAKLIYAT:Fasulye,Bezelye,Bakla,Soğan,Lahana,Marul,Pırasa,İspanak,Kaldırık,Patates Karalahana,Biber,Patlıcan

MEYVE       : Elma,Armut,Kestane,Ceviz,Üzüm,İncir,Dağ çileği,Muşmula,Ayva,Kızılcık,Kiraz

Ekonomisi Tarım ve Hayvancılığa dayanır.Köylü,bahçesinde yetiştirdiği sebzeleri Akçakoca pazarına götürür orada satar,kadınlar ev ekonomisine katkı sağlarlar.Artık günümüzde fındığın para etmemesi insanları başka işlere meşguliyetine zorluyor,köyde balıkçılık yapan REŞAT KOÇ tur,büyükbaş hayvancılığı revaçtadır,eski manda,malak,vb gibi hayvanlar kalmamıştır,yalnız sağman inekler vardır,elde edilen sütler pazara götürülüp satılmaktadır.,iki adet tavuk kümesi olmasına rağmen kümes hayvancılık da yok olmaya yüz tutmuştur.köydeki dokuma tezgahları da münkariz olmuştur,köyde hiçbir sanayi kuruluşu yoktur.Köyde eskiden keten dokuması da yapılıyordu. Buraya Düzce’den yazın gelip yerleşenler olmuştur ve yazın yaşanan nüfus yoğunluğu nedeni ile ekonomiye çok büyük katkısı vardır Akçakoca’dan eskiden. köyden armut,ceviz,kestane,dut,incir,dağ çileği başta Zonguldak,İstanbul’a takalarla sevki yapılıyordu.Ayrıca kesif ormancılığı vardı bunlarda aynı şekilde sevkıyatı yapılıyordu,fındık bahçesinin gelişmesi buraya ayrı bir önem kazandırmıştır.Mısır ve Buğday daha önceleri Bolu ve Gerededen karşılanıyordu.köyde tütün az miktarda yapılmıştır

İlçemizde tarımsal üretim içerisinde bitkisel üretim, özellikle fındık üretimi ağırlıklı yer tutmaktadır. Fındık üretimi dışında kasaplık tavuk üretimi, büyükbaş hayvan üretimi, balıkçılık, arıcılık,  mantar üretimi önemli tarımsal faaliyetler arasındadır. 1930 yıllarda ekonomi denize bağlı idi,bunun yanı sıra reçberlik,odunculuk,kerestecilik ön safhada yer alırdı,şehirlinin tümü denizci idi,gemi tüccarı,gemici,tekne sahibi,balıkçı,yada yükleme ve boşaltma amelesi idiler.Akkaya,Aftunağzı,Beyhanlı,Döngelli,Çuhalı,Kızlarağası,Değirmenağzı,Taşman Deresi,Karaburun,Melenağzı iskeleleri vardı,buralardan ticaret sağlanırdı.Ayrıca ilçede 4750 büyükbaş hayvan vardı ama son yıllarda azalma kaydedilmiştir,kümes hayvancılığı da son yıllarda azalma görülmüştür 190 adet kümes vardı,beyaz et üretimi 25.000 tonu geçmekte idi.2000 çıvarında fenni kovan varır Maden direkleri dışında ,Bolu Adapazarı’nda ,Düzce’de yetişen buğday,kavun,karpuz gibi toprak ürünleri manda ve öküz arabalarıyla deniz sahiline getirilir buradan da deniz yoluyla gelen gaz,ve tekel maddeleri aynı arabalarla taşınırdı,sahilde bulunan depolarda bu mallar stoklanır dı zaman içerisinde tuz ve benzeri şeyler şehir ve kasabalara sevkiyatı yapılırdı,ayrıca deniz yoluylada sandallarla başka şehirlere sevkiyatı yapılmakta idi. Beyhanlı köyü toprakları çok verimli olduğu için bahçelerde Öküz ve Manda hayvanlarından faydalanırdı,ayrıca şehir merkezlerine gitmek içinde kullanmışlardır,kereste taşımacılığı ön safhada olduğu içinde bu hayvanlardan faydalanılmıştır.Bu köyde balcılıkta fazla yapılmakta idi ,ama maalesef bu hayvanlar şimdilerde yok olmuştur

 

FINDIKÇILIK

Hemen hemen herkes fındıkçılıkla uğraşmaktadır.Devlet orman arazilerini açıp buralara,memleketten 1900 yılında Trabzon’dan gelen Bostancı hacı Ahmet efendi Akçakoca’ya fındığı getirir Osmaniye mahallesine fındığı ekmiştir,yine Mehmet Arifin getirttiği fındığı ekerler daha sonra Batum göçmeni olan zücaciyelik yapan Mustafa efendi Doğu Karadeniz sahillerinden aldığı fındık fidelerini Ereğli ve Akçakoca da satarmış.Bir gün Giresun’a uğrar o zamanın belediye başkanı limanda fındık fidesi dağıtıyormuş,Mustafa bey bunları alır gemi kaptanına da söyler,gemi kaptanı fideleri fıçılara koyarak Ereğli Akçakoca ya getirir,diğer rivayete göre de Yenice köyün kurucusu Kibaroğlu Hurşit,Kırıkoğlu Tahir,Keleşoğlu İbrahim,Alioğlu Tufan Tefik ilk fındık fidelerini ekmişlerdir.Bunların getirdiği fındık dallarından sopa ile dövülürmüş dalları çok büyükmüş,daha sonra Mehmet Arif kaliteli fındık fidelerini götürür,millete bunları tercih eder millet bu fındık fidelerini dikerler.1922 yılında 4000 fidan mevcuttu fındık sevkiyatı artınca millet fındık ekmeye başlar,fındık bahçelerde elle toplanır,çeşitli evrelerden geçtikten sonra yere sofralar kurulur altına büyük bezler serilirdi, sofra etrafına toplanan kişiler fındığı kırardı,bazıları da fındığı kabuğundan ayıklıyordu çok çetin olan bu sistem yerini 1930 yılında merkezde Kapkirli’de elle çalışan değirmen gücü ile çalışıyordu ve fındık böyle kırılıyordu,Sarı Hafızların Halit Arıkan bu değirmeni kurmuştu ,daha sonra Trabzonlu Abdulrezzak efendi elle kırma fabrikası kurar,daha sonra Küçükömerler’in Ömer Aydın 1932 yılında  şimdiki Özyuvam’ın olduğu yere ahşap bina içinde makaralarla çalışan fındık kırma makinesini kurar,1942 yılında da Diyarbakırlı lakaplı Cemil bey Osmaniye de bir değirmen kurar ama bu değirmen dizel motoru ile çalışmakta idi,yine bu sırada mebus Vahit Yöntem Osmaniye de deniz kenarında modern bir fabrika kurar1946 yılında,1947 yılında da Arabacı köyünde Hocaoğlu Mehmet dizel motoru ile çalışan bir fındık kırma fabrikasını kurar.Edilli köyünden olan Hüseyin Horoz da dizel motorun masrafını azaltmak için Değirmenağzı mevkiinde su gücü ile çalışan fındık kırma fabrikasını kurar,düşük alternör ilavesi ile akü şarj girişimi ile iyi bir fabrika idi ve en son 1954 yılında Orhan derenin denize döküldüğü yerde Fiskobirlik adına modern bir fabrika açılır,bu fabrika 2008 yılında tamamen yıkılır bunun yerine Sapak mevkiinde çok modern fabrika açılır üretimine devam etmektedir.İlk fındık yağını Kalfanın Bekir Üstünel yapmıştır,fındık eskiden tımar,çapalama,tırpan yapma,toplama,öküz arabalarla taşıma,sopalarla dövme,elle ayıklama,sık tellerden yapılmış bir aletle incesini kalınını tozunu ayıklama evrelerden geçerdi,ama şimdi toplama,ilaçlama,gübreleme,motorla tırpan yapmak,ayıklamayı patoz makineleri ile yapmak maliyeti yükseltiyor,Fisko’da fındık taban fiyatını da düşük tutunca halk artık fındıkçılık’a iyi bakmıyor.Fındık şubat mart ayında ekilir 2-3 yıl yetişmesi sürüyor,4-4 6-6 ara ile 6-8 fidan 60- ocak kuyular açılarak dikilir.En iyi fındık türleri şunlardır:, Çakıldak,Kargalak,Kan,İncekara,Kuş,Tombul,Paloz,Foşa,Kalınkara,Uzunmusa,Mincane,Cavcana,Badem,Yağlı fındık,Kara fındık,( yağlı fındığa benzer kabuğu siyah ve serttir)Sarı fındık (yuvarlak kabuğu ince verimi fazla),Yomra(yuvarlak vermi fazla),Sivri( ince uzun bademe benzer),Dilovası,ve Mehmet Arif fındığı ( yağlı  kabuğu ince verimi fazladır). Deli sava(Fındığın içini iyi doldurmaz)

 

HAYVANCILIK

Az sayıda Koyun,,Sığır,Tavuk,Hindi,Arıcılık yapılmaktadır,her evde hemen hemen sağman inek mevcuttur,süt besiciliği yoktur süt mandıra üretim tesisleri yoktur,köylü kendi süt mamullerini kendisi yapardı ama maalesef büyükbaş hayvan yetiştiriciliğinde düşüş yaşanmıştır.köyde kaz,ördek,tavuk bazı aileler vardır,tavuk kümesçiliği canlılığını yitirmiştir

 

 

ORMANCILIK

Çam,Kayın,Meşe,Kestane,Gürgen,İhlamur,Kavak,Çinar,Defne,Kocayemiş,Muşmula,Ayı üzümleri,Orman gülleri,Yer gülü,Erica ağaçları,Eğrelti otu,Çoban püskülü diye orman ürünleri var .Eskiden devlet orman arazisini talan edip fındık ekimi yapılmıştır,son zamanlarda orman kanununa göre kesif ormancılığı yapılmamaktadır orman işletme şefliği tarafından bölge kontrol edilmektedir,köyde hızar makinesi yoktur Ormancılığın önemli bir yer tuttuğu köyler listesindedir kıyıya yakın olması sebebiyle Cumayanı bölgesinde nakliye işleriyle uğraşanlar vardı

AVCILIK

Bölgede göçmen kuşlara daha çok raslanmaktadır,Sarıkuş,Çulluk,Bıldıcın,Ördek,Üveyikördek,Kaz,Kuğu,Tarakçın,Karakçun,Sığırcık,Bozbakal,Karabakal bulunur.Son zamanlarda,gerek ilaçlama gerek yanlış avlanma neticesinde çok azalma olmuştur Ördek,Çulluk avı çok meşhurdur.Çevredeki daimi kuşlar kestane kargası,çulluk,ördek,üveyik,sığırcıktır.Tavşan,çakal,tilki,domuz ayı,su samuru,kunduz,geyik,karaca vardı ne yazık ki bunlara da az rastlanmaktadır.Domuz avı devamlı yapılmaktadır.Köydeki devamlı hayvanlar domuz,ayı,kurt,tilki,çakal dır.Sahil kesiminde karabatak ve martılar vardır ama köylüler bunlarla ilgilenmezler.Avcılık turizmi yapılabilinecek köydür.

 

KÜLTÜR

Köyün hapsı müslümandır. Manav Türklerinin tüm örf ve adetleri vardır keşkek,hamurlu kıymalı kulak denilen bir ceşıt mantı,ve daha ceşıt yemekleri mevcuttur. misafir perver bir yapıya sahiptirler.fakat dışarıdan gelip köye sonradan yerleşenler için pek anlayışlı değillerdir.kendi dünyalarında yasamayı severler.borçlarına sadık efendi dinlerini gayet iyi yasalar. Köyde bayramlar çok güzel olur beklide başka hiçbir yerde olmayan sistem vardır,köy bayramda  evlerini ziyaret ederler,bu köy içinde çok güzel bir yaşlı genç kaynaşmasına vesile olur manav Türkleri kültürüne sahiptir düğünlerde Alaplı çiftelerlisi,misket,kasap havası oynanır ama bu kültür son zamanlarda yozlaşmıştır,Doğu Karadeniz üç ayak oyun kültürü girmiştir öz kültürel değerler yozlaşmıştır Manav Türkleri kültürüne sahiptir düğünlerde Alaplı çiftelerlisi,misket,kasap havası oynanır ama bu kültür son zamanlarda yozlaşmıştır,Doğu Karadeniz üç ayak oyun kültürü girmiştir öz kültürel değerler yozlaşmıştır Halil İbrahim Yavuz'a ait yüksek lisans tezinden alınmıştır:
Osmanlı Devleti’nin kurulduğu bölge olan Taraklı-Göynük ve çevresi, kültürel miras yönünden çok zengindir. Bu bölgenin
insanları, Osmanlı’nın kültür varlıklarını bugüne kadar koruyup yaşatabilmişlerdir. Bununla beraber kökü Eski Türk İnançlarına dayanan ve İslâm’la çatışmayan örf, âdet, gelenek ve göreneklerini yaşatmakta mahir davranmışlardır. Bayramlar, doğum, düğün, ölüm âdetleri gibi kültür unsurları, geçmiştekine benzer bir şekilde devam etmektedir. Taraklı, Göynük ve köylerinde yaşayan insanlara verilen ad olan Manav kelimesini ve Manavları kısaca açıklayalım. Manav bir yere sonradan gelenleri, yerleşik olanlardan ayırt etmek için kullanılan ve önceden yerleşmiş olan yerlileri ifade eden yöresel bir mefhumdur. Kırsal bölgelerde yaşayan Manavlar, genelde epey çekingen, uysal, mülayim ve başkası tarafından söylenenlere fazlı karşı çıkmayan sosyal uyumu ağır basan insanlardır. Kendi ifadelerine göre, “yedi kez düşünmeden adım atmayan, yavaş davranan, gereksiz tartışmalara girmeyen” temkinli bir insan portresi çizmektedirler [İşsever, 1994: 23-31].
Manavlar, Osmanlı Devletinin kurulduğu bölge sayılan Aşağı Sakarya, Batı Anadolu’da Bursa çevresi, Batı Karadeniz de Kastamonu ve çevresine
yaşamaktadırlar. Özellikle Aşağı Sakarya kesiminin Taraklı, Geyve, Pamukova çevresinde yoğun olarak yerleşmişlerdir. Buralarda kendilerine has yaşam süren manavlar örf ve adetlerini devam ettirmektedirler. Manav köylerinde eski Türk kültürüne ait izler çoktur. Bu bölgelerin hala tarım ve hayvancılıkla uğraşmasından, Bayat, Emirler, Demirler, Yahyalı, Akpınar gibi Türkmen boy ve oymaklarının isimlerini taşımasına barındırdıkları maddî ve manevî kültür kadar pek çok örnek verilebilir. Manavlar Türkmen gruplarında olup çok eskiden beri köy hayatına hatta şehir hayatına geçmiş yerlilerdir. Buna göre manav adının etnik bir manası yoktur, manavlardan Oğuz Türklerinden gelmektedirler [Yaşa, 1999: 293]. Sakaya ve çevresindeki manavlar, bu bölgenin 1290’larda Osman Gazi tarafından fethedilmesiyle buralara yerleşmişlerdir. İlk Türk yurdu olan bu bölgenin yerli Türklerine hep “manav” denilmektedir ve bu bölgede manav, “yerli Türk” manasında kullanılmaktadır [Yaşa, 1999: 288]. Manav sözcüğünün; Türkistan’daki Kazak-Kırgız ve Sibirya’daki Yakut Türklerinde kullanılan koruyucu soylu kişi ve boy beyi manasına gelen “manap” ve “manag”dan geldiği tahmin edilmektedir. Eski Türklerde “v” sesi olmadığı için “manap”taki “p” ve “manag” daki “g” sesleri yumuşayıp “manav” kelimesini oluşturmuşlardır [Yaşa, 1999: 289]. Çağatay Türklerinde “asilzade” manasına gelen manap, Kırgız Türkçesi’nde ağa, bey anlamında kullanılmaktadır. Türkçe dışında dil bilmeyen topluluk üyelerine yerli Türk anlamında manav denilmektedir [Aktaş,2002: 10]. Batı Anadolu’ya ve Taraklı’ya Türklerin ilk yerleşimi 1291’den hemen sonradır. Yıldırım Beyazıt döneminde İstanbul Sirkeci’de kurulan Türk mahallesinin halkı Taraklı ve Göynük’ten götürülmüş manavlardır [Aktaş, 2002:12].
Taraklı ve Göynük köylerinde yaptığımız araştırmalar neticesinde İslâmlaştırılmış olmakla beraber bir çok eski Türk inancının izlerini görmek mümkündür. Konuşma dilindeki ortak birçok kelime davranışlardaki, giyinişlerdeki bir çok benzerlik manavların oğuz Türklerinden olduğunun işaretleridir. Yerli Türk sanılan manavlar daha Osmanlı devleti kurulmadan bu bölgelere yerleştirilmişlerdir. Taraklı ve Göynük, Manav denilen yerli halkın kendi kültür ve geleneklerine bağlı olarak yaşadığı göçmen bulunmadığı Sakarya İli açısından istisnaî bir bölgedir. Manav kültürünün korunduğu ve yaşatıldığı bu bölgenin dilleri, beslenme, giyim, kuşam,
müzik ve eğlence biçimi tamamen kendi örf ve âdetlerine uygun olarak devam etmektedir [Sakarya Valiliği; t.y.: 130]. Dikkatle incelenir ve araştırılırsa, yöreye mahsus örf ve âdetlerin perde arkasında da Eski Türk İnançlarının gizli olduğu görülebilir. (04.02.2007 13:51) Manav Türkleri Anadolu ya 11.y.yılda gelmiş ve yerleşmiş yerleşik Türklerdir.Manavlar ilk geldiklerinde göçebe olarak yaşıyordu.Yani önceki adı Yörük idi.Bu özelliğini kaybetmemiş Türkler şu an Ege bölgesinde ve Akdeniz bölgesinde mevcuttur. Hiç bozulmamış Manav bölgeleri; Akçakoca,Göynük, Mudurnu, Geyve,Taraklı,Zonguldak(tamamı) ,Yığılca, Bilecik  dır.Ancak 1980 den sonra hızlanan doğudan batıya göç hareketleri başta Akçakoca olmak üzere diğer bölgelerimizi de tehdit etmektedir.İzmit,İzmir,İstanbul,Bursa,Muğla,Antalya,Düzce gibi şehirlerimiz önceleri sade manav kültürüne sahip idi.Ancak bu göçler sebebiyle kültürü yavaş yavaş yozlaştı ve hala yozlaşmaya devam ediyor.Bu sorunu benden başka gören yada sorun olduğunu kabul eden var mı acaba merak ediyorum. Ancak ben bir yerli Türk olarak bu durumdan çok rahatsızım. Akçakoca lı manavların bir kısmı (Altunçay köyü, Çayağzı köyü) oğuzların Bozok koluna mensup Günhan aşiretindendir.Bu köyler 1234 (1.Alaeddin keykubat zamanında) kurulmuştur.Diğer manav köyleri ise Balatlı köyü bayat boyundan,Kınık köyü Kınık boyundan,Beyören köyü de Oğuz boylarından biridir.Bu beş köy Akçakoca nın en eski köyleridir.Hatta Bolu,Sakarya,Akçakoca,Yığılca,Düzce,Ereğli Bizans ın elinde iken kurulmuştu Türkiye tarihi, 11 yy. Oğuz ve Türkmen denilen Türk ırkının en kalabalık bir kolunun Anadolu kapısını açarak kendine vatan yapmasıyla başlar. Tarihinin en büyük dönüm noktalarından biri olan 26 Ağustos 1071 Malazgirt Zaferi ile Bizans mukavemeti kırılınca artık Türkler karşısında bir ordu kalmayınca, Türkmenler Anadolu’ya yayılmaya ve yurt kurmaya başlamışlardır.Osman Turan, Malazgirt zaferinin “cihanşümul” bir mana taşıdığı ve tarihte bir dönüm noktası olduğunu ileri sürer. Malazgirt Zaferinin İslam ve Hıristiyan dünyalarının kaderine etki eden öneminden sonra, ilk büyük neticesinin “Anadolu Fethi ve Türkleşmesi” olduğuna dikkat çeker. Şu ifadeler oldukça önemlidir. İslam’ın ilk fetihleriyle sadece kanatları koparılan fakat 10. asırda tekrar kanatlanıp taarruza geçen Bizans, Anadolu fethi ile bel kemiğini kaybederek artık tedrici bir ölüme mahkum edilmiş oldu. Nitekim Malazgirt’ten sonra Bizans’ın mukavemeti kalmadığı için, Türkler birkaç yıl zarfında çadırlarını, Boğazlar, Marmara ve Adalar Denizi Ege sahillerinde dikmeğe başladılar.Türklerin Anadolu’ya yöneldiği 11.yy. başlarında, Bizans hem siyasi hem askeri, hem de sosyal ve ekonomik vaziyeti bakımından içi boşalmış, kof bir cüsse görünümündeydi. Türkler Anadolu’ya henüz yerleşmekteyken, Haçlı seferlerinin açtığı yeni bir mücadele evresiyle Anadolu’nun Türkleşmesinin bir asır kadar durakladığından, Orta Anadolu’ya çekilen Türklerin, bir taraftan da burada teşekkül eden öteki Türk devletleriyle cereyan eden kavgalarından ve bunların buhranları artırdığından söz eder. Vaziyetten faydalanan Bizanslılar sahilleri işgal ile Anadolu’yu geri alma ümitleri beslemektedir. Bizanssın bu ümitleri bir asır sürmüştür. Nihayet Anadolu’da bir Türk birliğinin kuruluşu ve bu vatanın ikinci kuruluşu 2. Kılıçaslan, Manuel Kommenos’a karşı kazandığı Kumdanlı Zaferi (1176) Bizanssın Anadolu’ya Kurtarma ümit ve teşebbüslerine ebediyen son vermiştir ve Malazgirt’ten sonra bu ikinci zafer sayesinde bu memleket artık kat’i şekilde “Türk Vatanı” olmuştur.Anadolu’ya 1071 tarihinden önce de bir Türk yurdudur. Daha 410 yıllarında Hun İmparatoru Atilla’nın amcası Rua İstanbul’a yaklaşmış ve Atilla’nın (441-442) Balkan seferi İstanbul’u tehlikeye düşürmüştür. Bu tarihten sonra 616 yılında yine bir Türk boyu olan Avarlar, İstanbul üzerine gelmişlerdir.Daha Roma ve Bizans dönemlerinde Peçenek, Kuman-Kıpçak gibi Hıristiyan Türk boyları Bartın’dan başlayarak Kuzey Karadeniz sahili Doğu ve orta Anadolu’nun bazı bölgelerine yerleşmiştir. Çeşitli Türk kavimleri Anadolu’nun çeşitli yörelerinde yurt tutmuşlardır.XI. yüzyılın sonlarına doğru çalışma yaptığımız bölgede Selçuklular tarafında zapt olunmuş, İznik ‘i kendine başkent yapan Süleyman Şah bu bölgeyi topraklarına katmıştır. Ardından 1097 I. Haçlı seferinde Bizans İmparatoru Alexios Kommenoes tarafından kuşatılan bölge, 1204–1207 yılları arasında Bizans’ta Latin İmparatorluğu kurulunca Latinlerin işgali altında kalmış. İznik Osmanlı Hükümdarı tarafından geri alınmıştır. İzmit Osmanlı padişahı Orhan gazi zamanında, Akçakoca’nın da içerisinde bulunduğu bir komuta heyeti tarafından kuşatılarak zapt edilmiştir. Daha sonra Bizanslılar tarafından şehir tekrar kuşatılmış ve bu kuşatmadan bir sonuç alamamışlardır. Timur’un Anadolu’ya istilası sırasında kuvvetlerinden bir kısmı İzmit’i yağmalamıştır. 1337 yılında fethedilen İzmit bu tarihten sonra devamlı olarak Türk hakimiyetinde kalmıştır.“Türkleşme” her yerde hemen hemen aynı yoğunlukta olmamıştır. Genellikle sınırdaki olayları ele alan vakayı namelerden de anlaşıldığı gibi siyasal yönden batı ve kuzeyde Bizans ile güneyde Ermenistan ile Türk toprakları arasındaki sınırlarda toplanmış olduğu bilinmektedir. Bizanslı yazarlar bazı yerlerden Türkçe adlarıyla söz ederler. Bunda da, bu yerlerin eski adlarını bilen kimselerin bile artık kalmadığını anlıyoruz. Y.Öztuna’ ya göre, 1058 yılında Avrupa’da artık Anadolu’ya, Türkiye yeni Türk ülkesi denmeye başlamıştır. Süleyman şah kapı dağı yarımadasını almış ve Çanakkale boğazını da 1339 yılında Avrupa yakasına geçilmiştir. Artık İstanbul ve Balkanların yolu Türklere açılmıştır.E. Güngör ise, bugün Türkiye’de yaşayan Türklerin atalarının büyük Selçuklu imparatorluğunu kuran oğuz Türkleri olduğunu ve Müslüman olduktan sonra bunlara “Türkmen” adı verildiği üzerinde durur.D.Avaoğu, Türklerinin tarihinde Türkmen deyiminin ilk kez X. Yy. ikinci yarısında Maksidisi’ de geçtiğini zamanla oğuz adının Türkmen adına dönüştüğünün kanıtlarını sunar. “Türkmen” adının yaygınlık kazanmış olduğu belirtir. Oğuzların İslamlaşmasıyla Türkmen adının yaygınlık kazanmış olduğu üzerinde durur.Türkmen’e, Türk iman (İmanlı Türk) Türkmen ben türküm gibi anlamlar yakıştırılsa da, Jean Deny görüşüyle “men” kuvvet ekidir ve Türkmen “Türklerin türkü “Öztürk” anlamına gelir.XI. yy. da Anadolu’ya gelen Türk boylarının konar göçer olduklarını Türkmen adının Anadolu’da konar göçerlikle eş anlamlı olduğunu, daha sonra konar göçerliği bırakarak yerleşik hayata geç tiklerini ve Anadolu’ya yurt edindiklerini biliyoruz.Türkmenlere bir müddet sonra Türkmen denilmeyerek, yerli veya manav denilmiştir. Türkmenlerin konar göçer halde hayatlarını sürdürenlerine ise, bu özelliklerinden dolayı (Yörük) adı verilmektedir. Konar göçerliğin özünde hayvancılık var, yeni otlaklıklar aramak var. Kısaca; yürümek var. Bu hayat tarzı da yürüyen Türk anlamında “YÖRÜK”Ü oluşturmuştur.Yörük’le Türkmen’in aynı etnik zümreye ait olan iki kelime olduğunu rahatça söyleyebiliriz. Anamur’da Yörüklere “yaylacı” yerleşik halka yaycı denildiğini Karadeniz’de bil hassa Giresun’da bu kavramları Çepni bir oğuz boyunun da adıdır ve ekinci kelimelerinin karşıladığını belirtmekte Anadolu’nun muhtelit yerlerinde Türkmen Yörük göçer kelimelerine karşılıktır.Peter Alford Andrews Türkiye’de etnik gruplar adlı kitabında Türklerin kendi etnik gruplarının pekala farkında olduklarını bu grupların nerede bulunduklarını tam olarak söyleyebileceklerini kendilerine Türkmen yerine yerli Yörük yerine manav tanımlaması getirdiklerini, bu iki sözcüğü de “doğma büyüme buralı” anlamını çağrıştırdığını, bu terimlerin şehirden çok köyde kullanıldığını aktarmaktadır.Adapazarı, Bilecik, Balıkesir, Bursa, Çanakkale, Kastamonu, Kocaeli, Eskişehir, Afyon ve Zonguldak da yoğun olarak yaşayan Türkmenlere yerli veya manav denilmektedir.“Manav” kavramı farklı kaynaklar şu şekilde tanımlanmaktadır.Meyve sebze satılan dükkan, bu dükkanda meyve ve sebze satan kişi.Genel manada Anadolu Türkü, Öztürk, Sadık Osmanlı Tebası. Balıkesir Bandırma ilçesinde de, “manav” adı verilen uzun süredir yerleşik olan ve tarımla uğraşan yerli toplumlar vardır.İzmit sancağının yerli ahalisi, eski Türk boy ve oymaklarına mensup Türk göçebeleri zamanla göçebeliği terk edip iskan edilince manav adı verilmiştir.Yerli Türkmen, gibi yorumlamalar yapılmıştır.Genel adı Türk olan bu insanlara yöresel adlandırmaları ile yerli, manav, pallık (Artvin’in bazı bölgelerinde ), dadaş (Erzurum’da) efe (Ege), Zonguldak Bartın’da kıvırcık Toroslar da alevi Türkmenlere tahtacı, Balıkesir’deki alevi Türkmenlerine çetmi denildiğini biliyoruz.Kültürün kimlik tanımını etkileyen bir öğedir düşüncesinden yola çıkarak sözlü kaynaklara başvurulduğunda;Söz konusu Oğuzların kayı boyu olan bu Türkmenlere “Size niçin manav deniliyor? Manav adının nereden geldiğini?” sorduğumuzda, aldığımız cevapların bazıları şunlardır:Yerli Türk.Yörükler yürümeyi ve hayvancılığın yanında tarımla da uğraşmaya başladığı ve de yerleşik hayata geçtiği için “manav” denildi.Orta Asya’dan Batı Anadolu’ya gelen Türkmenlere verilen ad.Türk oturursa manav, gezerse Yörük olarak tanımlanır.Manav; toprağa ektiği keteni yetiştirip, olgunlaşan bu bitkiyi işlemeye başlayarak, tohumundan yağını, liflerinden de eğirip, burarak giyeceklerini dokuduğu insanlardır. Hatta ketenin liflerini tabi boyalarla boyayarak en güzel kumaşları dokurlar. Buğdayını arpasını kendi yetiştirir. Yemeklik yağını ketenden kendi çıkarır. Sebzesini de bostan dediği avlu ile çevrili sulu tarlasından, bahçesinden yetiştirir. Kısaca; her ihtiyacını kendi kendine karşılayan kimseye muhtaç olmayan insanlardır.Özelilikle Batı Anadolu’da yaşayan bu Türkmenistan türkü insanlar, sosyolojik açıdan değişime açık, bağnazlıktan uzak, üretken, barışçı, ihtirasları ölçülü, farklı kültüre sahip insanlarla da birlikte yaşama iradesi olan ve de devlete saygılı insan gruplarıdır manavlar.Osmanlı Devletini kuran bu insanlar, devlet kurulduktan sonra da Türkmenistan’dan ağırlıklı göçle beslenerek Kocaeli, Bolu, Yalova, Bursa, Bilecik, Sakarya, Afyon, Eskişehir, Zonguldak ve de Balıkesir’in bir kısmında yaşadılar. Gerek Osmanlı gerekse de Türkiye Cumhuriyeti döneminde, devlete sadakatlikleri ve başkalarının haklarına saygı duymaları ile tanınırlar.Bu Türkmen topluluğuna “manav” denilmesinin esas tarihi gerçeği şudur;Osmanlı Devleti kurulduktan sonra, her Türkmen boyu çıkardığı ve ürettiği ne varsa, yılda bir kere hiçbir karşılık beklemeden Osmanlı Sarayına gönderirdi.Bolu kabak, Afyon ve Eskişehir bulgur ve tarhana, Adapazarı ve İznik civarında sebze, İzmit Tavşancıl’dan üzüm saraya gönderilirdi.Bolu, Bursa, Kocaeli, Yalova, Eskişehir, Afyon, Yalova, Zonguldak ve Balıkesir bölgelerinden sadece hububat, meyve ve sebze gitmezdi, saraya koyun, kuzu, keçi, oğlak yağ ve kavurmada gönderilirdi.İşte; Osmanlının bu sadık tebası olan manav, bazı yerde de Yörük diye adlandırılan bu insanlara, bulundukları yerlerdeki azınlıklar (Ermeni-Rum). “Yahu, siz Osmanlıyı besliyorsunuz. Karşılıksız her şeyi saraya gönderiyorsunuz, siz Osmanlının manavı mısınız?” derlerdi. Bu devlete sadık insanlarda “Evet, biz Osmanlı’nın manavıyız. Osmanlının manavı olmakla da gurur duyarız. Devletimize yardım etmeyi de bir şeref biliriz” derlerdi.İşte, o gündür, bu gündür azınlıkların hazımsızlıkla, kıskançla söyledikleri bir addır Manav tanımlaması. Osmanlının Sadık tebası, Özbe Öz Türk. Türkmen - Yörük kül türünün has insanlarıdır manavlar.Yine sözlü kaynaklardan halk arasındaki tanımlamalarla, manavların kişiliklerine ait bazı tespitler.Manav ve macıra senet gerekmez.Manavın sözü senettir. Devlete, nizama son derece bağlı ve itaatkârdır. Hırsızlık yapmazlar. Herkesin mahsulü harmandadır. Kız kaçıranlar, kavgalı olanlar köyde barınabilirler ama hırsızlık yapanlar asla barınamazlar.Bir Karadeniz göçmeninden derlenen tanımlama; manavın sessizine aldanma.Manav uysaldır. Sessiz sakin insanlardır. Ama manavın damarı kabardı mı yanına gitme, Ayranlığı değişilmeye görsün.Manavlar birbirini tutmazlar, ama ayrıda yaşamazlar Manavlar temiz kalpli, saf insanlardır.Yusuf Çam Milli Mücadelede İzmit Sancağı adlı eserinde Milli Mücadelenin başlangıç döneminde İzmit Sancağında yaşayanların %70 Müslüman %30 kadarı çoğu Hıristiyan olmak üzere azınlıklardan oluştuğunu ve bölgenin sosyal yapısını üç büyük sosyal bütünlük halinde görmek gerektiğini öne sürer.Hıristiyan Azınlıklar ( Ermeniler, Rumlar, Yahudiler )1830 yılından itibaren bölgeye yerleşen (Muhacirler, Balkan ve Kafkasya)Bölgenin yerli (otoktan) halkı bu son boşluğu açarsak; bölgenin yerli halkı manavlardır (yani Türkmenlerdir) demektedir.Kültür, bir toplumun hayat biçimidir. İnsanoğlunun öğrendiği bilgi, sanat, gelenek – görenek ve benzeri yetenek, beceri ve alışkanlıkları içine alan karmaşık bir bütündür.Türk tipinin bulunduğu coğrafi bölgeye göre etkilenen ve karışarak değişik özellik kazanan bir ırk olduğu dile getirilmektedir. Özellikle Marmara Bölgesinde yaşayan kişiler MANAV olduklarını söylemektedirler. Manav Türkmen kültürünü anlayabilmek için, Manavlar hakkında etnografik bilgilere ihtiyaç vardır. Örneğin keten el dokumacılığı manavlarla bütünleşmiştir. Çiftçi ailesinin boş zamanlarında tarımdan arta kalan günlerde uğraştığı, hem kendi ihtiyacını karşıladığı hem de fazlasını satın para kazandığı veya yöresindeki hammaddeden ve boş duran iş gücünü değerlendirdiği yardımcı bir el sanatı durumundadır. Ekilip dokuma durumuna gelinceye kadar, havuzlama, kurutma, kırma, tarama, yumuşatma, eğirme, ağartma, çözgü hazırlama aşamalarından geçen keten; dokunup çarşaf, yaygı, yorgan yüzü, yastık kılıfı, elbiselik, yolluk, çuval olarak Manavların ihtiyaçlarını görmektedir.Geleneksel giyimin parçaları olan uçkur, önlük, yağlık, çevre keten bezinden yapılır. Şalvar ve sırta giyilen içlik saya mintan, hırka ise zaten ketenden diğer bir adıyla kandıra bezindendir.Manavlar ketenin çöpünü bile ziyan etmez. Bu bir mübalağa değildir. Ketenin çöpünden yatak, minder yapar, keten tohumunun yağını yemeklik olarak kullanır ve kandilinde yakar.Şehre sadece tuz almaya, şeker almaya giderlerdi. Bazen de şeker ihtiyacını yaptıkları pekmezle karşılarlardı. (Dut, elma, pancar, armut ve şeker kamışı pekmezleri )Manavlar, bölgenin tarım ve hayvancılık özelliklerine uyum göstermiştir. Tahıl, keten, kenevir, meyve, sebze tarımı, bağcılık, son zamanlarda fındıkçılıkla uğraşmışlardır. Manavlarda özellikle Kandıra hayvancığının önemi büyüktür. Koyun, keçi, hindi, küçükbaş, sığır, dombay (manda) gibi büyükbaş hayvan yetiştiriciliği yapmaktadır. Keş, yağ, peynir, yoğurt üretmişlerdir ki Kandıranın yoğurdu meşhurdur, bu üretimin bir kısmı aile içi tüketime tahsis edilmiş, bir kısmı satışa sunulmuştur.Mimari : Manav köylerinde halk mimarisinin ilginç bir örneği ahşap yığma şeklinde olan çandı evler bulunmaktadır. Gerek Selçuklu, gerekse Osmanlı döneminin bu orijinal ahşap örnekleri günümüzde tek tük de olsa ulaşmıştır.Kandıra ve Kandıra’nın hemen yanı başında bulanan Taşköprü çevresinde yöresel adıyla, üç çandı camii kalmıştır. Tatar Ahmet, Karagüllü, ve Hatipler köyü civarıdır.Kandıra, Kaynarca dolaylarındaki Çandı camilerinin çoğunda Orhan Gazi döneminde ait bulunduğu ve bu tür camilerin kesinlikle Akçakoca Bey’in fethettiği yerlerde yapılmış bulunduğu, Orta Asyadan gelen bu mimarinin anısına sadık olan Büyük Kahraman Akçakoca’nın isteğine bağlı olarak bu camilerin yaptırdığı kanısı öne sürülmektedir.Çandı evler geleneksel Türk ailesinin yaşam şekline göre planlanmıştır. Evin tam ortasında ocaklı bir oda bulunmaktadır, Odanın etrafında onu çevreleyen bir dolaşma yer almaktadır. Evin girişindeki hayat denilen geniş alan bu dolaşmayla birbirine açılmaktadır. Evler iki katlı olup alt katta ahır bulunmaktadır. Yaşam mahallinin ahırın üzerinde yer almasının amacı hayvanların ve nefeslerin oluşturduğu sıcaklığın üst katın ısınmasında katkı vermesidir. Aynı zamanda da mal canın yongasıdır. Hayvanlar ailenin gözü önündedir.Çandı yapının en önemli özelliği çapındaki kütükler düzgün yontularak birbiri üzerine binen U kesitli boğazlarla kenetlenmektedir. Boğaz kısmından ağaçlar uzatılarak uçları aynı hizada düzgünce kesilmektedir. Kertilip birbirine geçirilen uzun kütüklerde çivi kullanılmamaktadır. Bu yapılar kültür özelliği olmasının yanı sıra birer sanat eseridir. Kışın sıcak, yazın serindir. Aynı zamanda depreme son derece dayanıklıdır.Görüyoruz ki; Orta Asya’dan Anadolu’ya gelen Türkler manevi kültürlerinin yanında maddi kültürlerini de getirmişlerdir.Manav Mutfağı;Manav mutfağı karbonhidrat ağırlıklıdır diyebiliriz. Buğday başta olmak üzere tahıl maddeleri ana öğedir.Türklerde çok eski ve yaygın bir çeşit olan gözleme manavlarda da vazgeçilmezdir. Yine bu çeşide yakın bazlama ve cızlamayı sayabiliriz. Bazlama biraz kalındır. Ve ekmek işlevi görmektedir. Cızlama ise taşmış ve yumuşak hamurun daha ince pişirilmiş bir versiyonudur.Bu mutfağın en kendine has örneklerini vermek gerekirse, malay (mısır ve buğday unundandır, dartılı veya pekmezli yenir) mancarlı pide (bu genel bir başlıkla söylenirse ıspanaklı pidedir. Ispanakla sınırlanmaz. Pidenin içi gezecek otu, efelik, kaldirik otu, gışırık otu olur ama başlık aynıdır; mancarlı pide)

Dartı : Dartı başlı başına konudur. Bir imzadır bu mutfakta. Bekletilen sütün üstündeki kaymak, yoğurdun kaymağı toplanarak kaynatılır. Kaynatma süresi istenen kıvama göre değişmektedir. Çok kaynatılırsa yağı iyice ayrılır, az kaynatılırsa daha krema görünümünde olur. Bir iki maddede yapımını açıklayacağımız bu yiyecek kahvaltılarda baş tacı yemeklere çeşnidir.

Keşkek : Çok eski bir yemektir. Oğuz Türkmen boylarının vazgeçilmez yemeğidir. Buğdayın dövülmüşü kaynatılır içine et katılır. Üzerine mutlaka dartı koyulur. Keşkek aslında düğün ve bayram yemeğidir. Eskiden bayramlarda asla es geçilmezdi.

Keş : Eski bir ağartıdır süt ürünüdür. Kesilmiş sütten yapılır. Kendi kendine toplanan süt bir tülbentle süzülür ve kurutulur. Kahvaltılık veya hamur işlerinde iç malzemesi olur.

İçecek olarak komposto ( hoşaf ) ve ayran sayabiliriz. Komposto için tercih edilen meyveler elma, armut, ayva, eriktir. Kurutulur, kurutma işlemi sonrası erik(kak) diğerleri (buruç) kıvamındadır artık..Kışlık hazırlıklarda ise; pekmez, tarhana, salçalar, meyve kuruları ve kendi tuzlu suyunda uzun süre bekletilmiş sert peynirler yapılırdı. Bu kıvamdaki peynirler közde veya tavada kızartılıp tüketilir.Çorbalarda kesin bir un malzemesi hakimiyeti vardır.

Kesme çorbası

Dımbıl çorbası

Umaç Çorbası

Erişte Çorbası

Tarhana Çorbası

Mancar Çorba ve yemekleri

Ana başlıklar halinde söylediğimiz manav mutfağı; her yöre mutfağında olduğu gibi yeniden keşfedilmeyi bekleyen lezzetlerin sahibidir.Özellikle gözleme, cızlama ve bazlamaç çok özel yemeklerdir. Bugün bile gözleme deyince akla manavlar ve Yörükler gelir. Aynı kültürün insanları.Sadece Batı Anadolu’da değil, Ege ve Akdeniz bölgesinde de, bu yerleşik veya kısmen Yörük olarak adlandırılan bu insanların en önemli yiyeceklerinin başında gözleme gelir.Her evde kışlık tarhana, kuskus, buruç (elma, eriği armut vs.) vardır. Yazdan yapılmış peynirleri vardır. Kavurmalar pek çok aile tarafından toprak küplere yazdan basılır.

Pekmez (pancar, şekerkamışı, elma, armut vb. meyvelerden elde edilen tatlı) hemen hemen her evde bulunur. Enerji kaynağıdır. Kışın soğukta özellikle yenir.Manav mutfağının en önemli yemeklerinden biri de “Malay” yemeğidir. Bazı yörelerde “kaçamak” diye de anılan bu yiyecek, yoğurt ve pekmezle iştahla tüketilir. Mısır malayı veya buğday malayı, her ikisi de bu yerli halkça çok sevilir.Mancarlı pide, manavlarda gözde yiyeceklerdir. Mancar (ıspanak, gazicek, efelik, gışırık, kaldirik, (çiçekli mancar) kabak urgan ucu, pazı vs.) bitkilerin ortak adıdır.Mancarlı olarak yapılan bu un mamulü pideler, dartı, sütçiği, peynir, keş gibi süt ürünleri ile de karıştırılır, desteklenirse mükemmel bir yiyecek ortaya çıkmış olur.

Bozkurt Güvenç’in yaklaşımıyla dile getirecek  olursak; bir manav ırkı belki yoktur ama görünen o ki bir Manavkültürü vardır.

Sümeyye Köktürk yazıları http://www.sosyalsiyaset.com/documents/tarakli.htm

AKÇAKOCADA

Kız ve Erkeğin Tanışması

Akçakoca’da mısır bitkisinin fazla ekildiği, fındığı kozalarından ayırma makinelerinin daha ortaya çıkmadığı dönemlerde mısır soyma, fındık ayıklama imeceleri yapılırdı. Bu imecelere kız ve erkekler bir arada katılırlardı. Mısır çapalama, fındık toplama işleri de imece şeklinde yapılırdı. Akçakocalı kız ve erkek gençler birbirlerini bu imecelerde, kasabaya inme sırasında, dereye suya giderken, nişan, düğün gibi eğlencelerde tanırdı.Kız ve erkeğin ortaklaşa güvendikleri bir kadını aracı olarak kabul eder ve sevgi nişanelerini birbirlerine bu aracılar ile gönderildi. Bu günde buna benzer olaylara şahit olunmaktadır. Çoğu kez kız erkeğe, kendi işlediği bir mendili, oğlanda kıza gülyağı, şeker, lokum, küpe, yüzük gibi hediyelerde gönderirdi.

Sevdalık Günleri :Akçakoca gençleri arasında sevdalık günleri çok önemliydi. Sevenlerin arkadaşları vardır. Bu arkadaşlar erkek ise, hep seven erkeğin etrafındadır, arkadaşları için pervane olurlar, hep beraber gezerler. Başkaları seven erkekmiş izlenimi yaratırlar. Örneğin; Sevdiği kız salıncağa binerse, önce aşık olan silahını boşaltır. Bunun anlamı: Bu “Seni başkası severse onu öldürürüm” anlamına bir mesajdır. Ardından aşığın arkadaşları silahlarını boşaltırlar. Bunun da anlamı: “Bir arkadaşımızın arkasındayız” demektir Durum herkes tarafından anlaşılır, kimse kimsenin sahasına girmez. Erkek evlenme arzusunu ailesindeki kadınlara açar. Zaman içinde gelişen olaylar oğlanın anası tarafından babasına iletilir. Günler ve gecelerce ne olup olmayacağı, aileler arasında düşünülüp tartışılır. Sonunda kız tarafının kıramayacağı bir elçi bulunur. Elçi baba ve annenin ağzını arar. Olumlu yanıt alınca kızı istemek için girişimlerde bulunur.Toplum kız isteme konusunda çok duyarlıdır. İstenilen bir kızın verilmemesi ya da söz kesiminden sonra dönülmesi erkek tarafından hakaret kabul edilir. Bu tür olaylar genellikle kan davası gibi olaylara sonuçlanır.

Sıra Gözetme :Ablası bekar olan, evlenme çağındaki erkek bu kuralı bozup evlenebilir. Erkek toplunda kadından önce gelir. Erkek kardeşler arasında da sıra gözetilir. Miras taksiminde kızın payı erkeğe göre yok gibidir. (Bu gelenek Lazlarda daha çoktur.)Son zamanlarda Bölgede kızlar arasında sıra gözetme geleneği vardır. Büyük kız varken küçük kız evlenmesi ayıplandığı gibi baba buna kesinlikle karşı koyar herkes hakkını yavaş yavaş  alma yolunu tutmaya başladı.

Başlık parası :Akçakoca ve köylerinde başlık parası vermek hemen hemen yok gibidir. Yalnız fakir ailelerde kızına çeyiz yapabilmek için bir miktar para ödenir. Başlık parası verme Laz ve Gürcü ailelerde, Rizeli  toplumlarda daha az uygulanır. Abazalarda başlık parası alınmaktadır.

Kız Kaçırma Olayları :Abazalarda düğün çok masraflı olduğu için, özellikle birbirini seven çiftler kaçarlar. Bu danışıklı dövüştür. Kız kaçırılmadan önce nüfus cüzdanı kaçırılır. Kızın yaşı on sekizden küçük ise kız kaçırılınca erkeğin akrabalarından birinin evinde saklanır. Daha sonra aileler arasında anlaşmaya gidilir. Kaçırılan kızın yanında kıza yakınlığı ile bilinen kızın arkadaşı ile kaçırılır. Bu kıza tasavize denir. Kız emin bir ailenin yanına misafir edilir. Düğün yapılıncaya kadar kız o evde kalır. O evde her akşam eğlence yapılır. Bunun adına taşamhara denir. Kız-erkek anlaşarak kaçmışlarsa iki tarafın aileleri bir müddet birbirleriyle görüşmez. Daha sonra aracılar yardımıyla taraflar barıştırılır. Ancak yıllar süren küskünlükler söz konusudur. Kız kaçırmada kızın rızası yoksa olay kan davasına kadar gidebilir.

Kız İsteme Geleneği :Ön hazırlıklar tamam olunca kız babasının sevdiği birisi erkek tarafı ile birlikte kız istemeye gider. Erkek tarafından ağzı laf yapan biri sözü açar.“Biz Allah’ın emri, Peygamberin kavli ile kızınız ...............’yı oğlumuz ..............’ya istemeğe geldik” der. Baba da;Allah yazdıysa olur. Amma bir düşünelim. Soracak adamlarımız var onlara soralım” der. Bu biraz naz etmek ve kendi akrabalarına paye çıkarmak için söylenmiş bir sözdür. Bir müddet biçilir. Bu arada istiyorlarsa, el altından erkek tarafını cesaretlendirecek haberler iletilir.Bu dönemde, kız ile erkek karşılaştıklarında kaş göz işaretleri ile birbirlerine cesaret verirler. Kız belli bir süre sonra istenir.

Söz Kesme ve Nişan Olayı :Eskiden erkek askere gitmeden nişanlanırdı. Nişanlık süresi, askerlik, para yokluğu ile ilgili olarak 2-3 hafta ile bir yıl arasında değişir. Yerli halk arasında beşik kertmesi kesinlikle yoktur. Göçmen köylerinde beşik kertmesine rastlandığı söylenmekte ise de tespit edemedim.Kız istemede erkek tarafından hediye olarak getirilen “kutu şekeri” ertesi gün iade edilmez açılırsa, kızı erkeğe verildiğine işarettir.Taraflar tarafından söz kesiminden sonra oğlan tarafından akrabaları kızın evine yüzük, kutu şekeri ile elbiseler, çorap ve terlik alıp giderler. Nişanda yüzükler takılır. Bazı köylerde nişanda erkeğin bulunmadığı, akrabası tarafından kızın parmağına yüzük takıldığı söylenmekte ise yerli köylerde böyle bir gelenek bulunmamaktadır.Bir süre sonra kız tarafı, yüzük, bir kat çamaşır, kaynanaya elbise alıp oğlan evine getirirler.

Çeyiz Geleneği
:Çeyiz olarak sandık, yatak, yorgan, yelek, şalvar, bakırdan mutfak eşyası, elde dokunmuş yer hasırı, hasır seccade, ottan duvar yastığı, kanaviçe işler ve örtüler vardır. Çeyizin miktarı ailenin mali durumu ile ilgilidir. Yerli halkta çeyiz eşyası, Doğu Karadeniz kökenli ailelerde olduğu kadar fazla olmakla beraber, kızlar mirasta erkek kadar hakka sahiptir.

Kına Gecesi :Düğün geleneğinin ilk kademesi kına gecesidir.Kına gecesi Çarşamba günü yapılır. Kına gecesi için erkek tarafı beraberlerinde taraftarları ile birlikte yanlarına kına alıp gelin evine gidilir. Dört kız çarşaf veya büyük bir yazmanın altına gelini alırlar. Bir kız gelinin eline tabaktan kına yakar. Elleri temiz beyaz bezlerle yumrukları bağlanır. Bir taraftan da maniler söylenir. Hem gelin ağlar, hem etrafındakiler.
İzzet ve ikramdan sonra erkek tarafı evlerine gelir. Damadın evi önünde büyük bir ateş yakılır. Kız tarafı tavuk istemeğe gelir. Her evden birer tavuk alınır. Ateş yanınca baklavalar getirilir. İkramlar yapılır. Kız tarafı darıltılmadan uğurlanır.Kına gecesi bayramlık elbiselerini giyen genç kızlar çiftetelli, topal oyunu, orta oyunu gibi oyunlar yaşlı bir kadın denetiminde oynanır
Düğünden bir gün önce gelinin ve yakınlarının eline kına yakılır kına erkek tarafından getirilir kına yakma töreni boyunca maniler söylenir gelin ağlatılır,kına gecesi kızlar çiftetelli ve çeşitli oyunlar oynar.Köy lisanı ile mani ve türküler söylenir.

 

‘’Yukarı köyün çakalları                        Yukarı köyde çakal yok

   Aşağı köyün bakalları                         Aşağı köyde bakal yok

   Damat beyin sakalları                         Güveyin sakalı yok

   Gelin kınan kutlu olsun                       Gelin kınan kutlu olsun

 

   Kına gecen hoş olsun                          Köyümüzden çıkıyorsun

   Evin bereket dolsun                            Bize veda ediyorsun

   Damat bey eşin olsun                         Yeni yuva kuruyorsun

   Gelin yuvan mutlu olsun                    Gelin kınan kutlu olsun’’

Diye maniler söylenir.

Düğün Günü :Düğün genellikle nişandan en az bir yıl sonra yapılır. Bindallı ve benzer gelenekler yoktur. Eskiden gelin renkli ve temiz ipekli elbise damat ise don pantolon üzerine beyaz gömlek ve işlemeli yelek giyerdi. Güvey fakirse beyaz elbise ödünç alınırdı.Eskiden olduğu gibi gelin kayın baba ve yakın akraba arasına giderdi. Gelin evden çıkarken, kız kardeşlerden biri, yoksa akraba kızlardan biri çeyiz sandığı üzerine oturup sandık haracı isterdi. Ayrıca kapıdan çıkarken erkek kardeş, kapı haracı olarak bir miktar para talep eder.Köylerde, genellikle bir öküz arabası süslenirdi. Üstüne halı ve kilimlerle bir örtü yayılır. Araba çan ve zillerle bezenir, köylüler şık giysilerini giymiş, arabanın önündü, ardında, yanında yürüyerek giderlerdi. İkide birde araba durdurulur:- Ala ala hay... diye bağırarak düğün evine varılır. Yolda devamlı halaylar çekilir. Kasap oyunu, Kastamonu zeybeği gibi oyunlar oynanır. Gelin alayı, çeşitli yollardan dolaşarak damat evine varırdı.Gelin alınmadan o köylülere veya mahalleliye pilavlık parası verilir. Gelin arabaya binmeden bolluk ve bereketli olsun diye ya damadın babası veya yakını bozuk paralar içinde şekerler, buğdaylar serper, çocuklarda bunları birbiri üzerine yığışarak kapış kapış toplardı.Köyden çıkıncaya kadar çeşitli yollardan dolaşarak damat evine varılır. Gelin arabadan inmez, bahşiş ister. Bir inek ya da tosun getirilir. Kulağı kesilerek işaret verilir. Kapı önünde kurulan bir masada kız tarafı tatlı, şeker, sigara, mermi gibi isteklerde bulunur. Bu istekler karşılanıncaya kadar gelin bekletilir. Bu durum bazen üç dört saat kadar sürer.Gelin eve girerken eğilip eşiği öper. Bolluk getirmesi düşünülerek mısır, buğday, şeker, bozuk para atılır. Akraba ve komşular başlarında birer tepsi baklava alarak erkek evine giderler. Tepsiler üst üste kümelenir.Erkeklerde evin önünde yakılan ateş etrafında oynarlar. Bu oyunlar kadın kıyafetine girmiş köçekler tarafından oynanır. Eğer aile varlıklı ise dört köçek, dört davul, dört zurna ve dört keman bulunur.Diğer köylerden geleneklerde kafileler halinde düğüne katılırlar. Kimileri koç, kimileri koyun getirir. Meydanda ikramlar yapılır.Yenip içilir. Sonunda köylüler misafirlerini evlerine götürürler.Hoca nikahı yapılır, bu adet yaygındır. Hoca nikahı yapılırken gelinin yanında dadı veya bibi (teyze, hala) denilen kadınlar bulunur.Gürcü köylerinde düğün gecesi, güveyin gerdeğe girmesi yasaktır. O akşam kızın akrabası olan kızlar sabaha kadar beklerler. Düğünün ertesi günü gerdeğe girilir. Düğün genellikle üç gün devam eder. Lazlar ve Hemşinlilerde de benzer gelenekler vardır.Diğer köylerde ise hoca nikahı kıyılır. Sonunda güveyi arkadaşlarının kolunda gelinin odasını getirilir. Arkasından yumruklanarak odaya itilir. Damat odaya girer. Hazır bulunan seccadede iki rekat namaz kılıp duasını yapar ve gelinle tanışmaya gider. Damat bu arada gelini konuşturmaya çalışır. Ona hediyeler verip konuşturur. Konuşturulunca da pencereyi açıp iki el silah atar. Bundan sonra herkes dağılıp gider.Gelinle damat, gidip kayınvalidenin elini öperler. Tekrar odalarına giderler. Orada baklava yerler. Bazense baklava kesmelerinin yarısını yiyip bırakırlar. Ertesi gün bunları evlenmemiş erkek ve kızlar yer. Darısı sizin başınıza gibi bir gelenektir bu. Ertesi gün sabah, köçekler, davetliler düğün evinin önüne gelirler. Oyunlar oynanır. Damat elinde bir tepsi baklava ile herkese birer kesme baklava sunar. Sonra da herkes dağılıp gider. Ev kadınlarla dolar. Duvak günü damat sağdıçla gider. Gelinle sabahtan ikindiye dek oyunlar oynanır, şarkılar söylenir ve derken düğün biter

Duvak :Güvey gecesi sabah gelini eğlendirmek için eğlence düzenlenir. Gelin oynar ve etrafa para atar.Bekar kızlar gelinin duvağından teller koparırlar. Duvaktan sonra erkek ve kız evlerinde yemekli davetler yapılır.

Düğün Davetleri

Bütün akraba ve hısımlar gelin ile damadı davet ederler. Bunlar taşıma davetleridir. Her gidilen eve gelinin yaptığı bir el işi işleme götürülür. Onlarda onlara çeşitli hediyeler verirler.

Doğum Olayı :Genellikle ilk çocuğun erkek olması istenir. Çocuklar genellikle beşikte büyütülür. Çocuğun adı üç gün içinde yaşlı bir erkek veya hoca tarafından üç defa kulağına okunarak konulur. İsimden sonra ezan okunur. Komşular ve akraba loğusaya evvela geçmiş olsun derler sonrada hediyeler getirirler. Doğumun kırkıncı günü çocuk ve loğusa yıkanır. Buna çocuk kırklandı denilir.

Diş Çıkarma :Küçük çocukların diş çıkarmaları aile için ayrı bir sorun olur. Ailenin bireyleri yeni çıkan dişi görmeyi uğur sayarlar. Onun içinde sık sık çocuk güldürülür, ağzına bakılır. Hatta bazıları ekmek kabuğunu gevlettirmek suretiyle dişin çabuk çıkmasının sağlarlar. Bazıları da parmağını rakıya batırarak çocuğun diş etlerini oğalar. Çocuk bundan çok hoşlanır.Dişin çıktığını gören kişi mutlaka diş çıkaran çocuğa ya elbise alır ya entarilik alsınlar diye anne babasına para verir.

Sünnet Olayı :Akçakoca bölgesinde kirvelik olayına rastlanmaz. Eskiden gezginci sünnetçilerin gelmesiyle hiçbir hazırlık yapılmaksızın çocuklar sünnet edilirdi. Günümüzde eğlenceler düzenlemektedir. Sünnetçiye, bazen para almadığı için sabun, havlu gibi şeyler verilirdi.

Dini Bayramlar :Dini bayramların Akçakoca örf ve adetleri içinde çok büyük yeri vardır. Üç aylar girince Recep, Şaban ve Ramazan gelinceye kadar bazı kimseler ramazana alışmak için ayda bir belli oruçlar tutar, kutsal geceler, cumalar yavaş yavaş ayrı bir kalabalık olmaya ve cemaat artmaya başlar.Ramazana hazırlık olmak üzere, makarnalar kesilir, erişteler yapılır. Yufkalar açılır, kuskuslar hazırlanır. Mevsime göre çeşit çeşit reçeller, hoşaflar ve şuruplar hazırlanır.Hele bayram gecesi yeni esvaplar giyilir, Provalar biter. Küçükler giyeceklerini başlarının altına koyar. Ayakkabılarını yatağın içine yerleştirir. Herkes banyosunu yapıp yatar. Küçük erkek çocuklar sabahleyin sabah namazına herkesle birlikte camiye gider. Namazdan sonra vaiz dinlerler. Bayram namazı kılınır. Hoca dikilir, en yaşlı adam hoca ile bayramlaşır, ondan sonraki hoca ile yaşlı bayramlaşır ve yerini alır. Böylece sıralanır. Cemaatin en yaşlısı ile en genci bayramlaşıncaya kadar sürer. Sonra birlikte hoca dua eder.
“Bu bayrama eriştiren Allah’a senalar ve amin” denilip çıkılır. Yolda görülenlerle bayramlaşırlar. Mezarlıklara gidilir. Ölülere dua edilir. Hastalar ziyaret edilir.”
Her köyün ramazanında davulcular bahşiş toplar. Birinin elinde bir sırık, birini elinde bir sepet. Davulcu davulu çala çala her evin önünde maniler söyler. Bahşiş; havlu, mendil, yazma sırığa bağlanır. Baklavalar, el altıda tepsi bulunan sepete konur. Paralarda davulcunun cebine konur.

Bayramlar :Yerli köylerde bayram sözcüğü eğlence anlamına gelir. Bayram olacağı gece, bayramı bilen köydeki misafirler, bayramın olacağı köye yakın eş dost ve akrabalar ile birlikte giderler. O akşam onlara misafir olurlar. Kadın ve kızlar yemekten sonra daha geniş evlerde, erkekler ya kahvede ya da başka bir evde toplanırlar. Erkekler orta oyunları yaparlar. Mutaassıp olmayan yerlerde içkide içilir. Gramofon çalınır ve Cide kemençesi ve tepsi çalarak oyunlar oynanır. Genellikle oyunlar iki kişilik eşler halinde yapılır. En revaçta olan oyunlar topal oyunudur. Bu oyun Akçakoca’ya özgü bir oyundur

Eğlenceler
:Eskiden patoz makineleri yokken, fındık harmanda kurutulur, sabahları tırmıklar vurulur, sonrada altından tanesi alınırdı. Kalan fındıklarda kabuklarından ellenmek suretiyle bulunup ayrılırdı. Köylerde bu işler imece halinde yapılırdı. Kabuk ayırma işi erken bitimi, orası düğün evine döner, oyunlar şarkılar, gülme, eğlence, yeme içme başlardı. Kızlar erkekleri, erkekler kızları burada seçerdi. Çalışkan mı? Tembel mi? Dili tatlı mı? Nobran mı? Şaka kaldırır mı? Yoksa içine kapanıp arpacı kumrusu gibi düşünür mü? Yapıcımı yıkıcı mı? Hepsi burada denenirdi. Bu eğlencelerde maniler söylenirdi. Atmaca tabir edilen karşılıklı mani atmaları da yapılırdı.

KÖYDE

FOLKLÖR  : Köye has topal oyunu vardır ,köyün kendine has folklor ekibi yoktur,Karadeniz folkloru hakimdir,Davul,Zurna,Saz,karşılıklı zille oynanan oyunda çalınan zil dir.Ayrıca köçek oyunu,gemici çardak oyunu vardır. Halay, Sallama Karşılıklı Zille oynama Köçek,Davullu gemici çardak oyunudur, Bar,Halay,Horon,Sallama,Karşılıklı zille oynama,Hura,ve karşılama,Köçek    oyunları da oynanır

DAVUL  : Davul savaş sırası,sonrası,askere giderken,törenlerde,ramazanlarda,güreş yapılırken çalınır.Davulun eski adı Tavuldur,Çağatay Türkleri tarafından yapılmıştır,bir haber aracıdır

ZURNA: Davul ve zembeleklerle çalınır ağaç maden, boynuzdan yapılır ,7 üstte 5 altta deliği vardır,Avrupa’ya Türkler tarafından götürülmüştür,Oğuz Türkleri Anadolu’ya getirmiştir,kemençe ve davula eşlik eder,4000 yıldan beri devam eden bir enstrümandır.Davul,Kaval,Zurna,göçer enstrümandır,köyde son zamanlarda bunların yerini taverna müziği almıştır org ile çalınan müzik aletidir eski neşe eski düğünler artık tarihe gömülmüştür,evlerde yapılan düğünler artık düğün salonlarına taşmıştır

KAVAL: Orta asyadan gelmiştir Balasau Türkleri icat etmiştir,Çağatay Turan Türkleri haval derdi Karadeniz’e bunlar getirmiştir ,bir göçebe çalgısıdır Of,Tokat,kavalı meşhurdur. Tulum Türkçe kelimedir Çağatay Türkleri icat etmiştir Anadoluya Peçenek Turan Türkleri Karadeniz’e getirmişlerdir Kıpçıklarda tuluk,duluk geçer

 

ÇOCUK OYUNLARI

Çelik çomak,binmeli eşek,esir oyunu,körebe,köşe kapmaca,birdirbir,seksek,yakan topu,lunç,domino devirme

KIYAFETLER

Köyde 25-30 yıl öncesine göre  kıyafette önemli değişmeler olmuştur.Erkekler tamamen şehir kıyafetini benimsemişlerdir. Erkeklerde gündelik kıyafetlerden başka önemli günlerde, törenlerde giyilen ve içine beyaz eşarp bağlanan lacivert takım elbise en beğenilen giyim eşyasıdır. Ancak yaşlı erkeklerden bazıları köy içinde geleneksel kıyafetle ilgili olarak paçaları dar pantolon, üzerine gömlek ve yeleği giymeye devam etmektedirler. Kösele kunduranın yanında lastik ayakkabı, plastik ayakkabı, özellikle çocuklarda  çok görülmektedir. Erkeklerde pijama, şapka, şemsiye kullanılan giyim eşyaları arasındadır. Burada dikkati çeken husus pijamanın yatak kıyafeti olmaktan başka, bazen iş kıyafeti olarak kullanılması suretiyle ikinci bir iş görmüş olmasıdır.

Kadın giyimi erkeklere oranla daha az değişmiştir.Eskiden kadınlar evlerde basit tezgahlarda keten ve kendirden giysiler dokurdu. Bugün ise köylüler malzemesi köy dışından sağlanan koyu renkli şalvar ve üzerine bluz giymekte, başlarına lacivert örtü (örtme)  örtmektedirler. Kadın giyiminde dış görünüş bakımından erkeğe nazaran değişme daha azdır. Evde elbisesi ile dolanan bazen başını örtmeyen kadın, sokağa çıkınca elbisesinin üzerine şalvar giymekte ve başını örtmektedir.Genç kadınlar arasında elbise giyenler, başlarını örtmeyenler az da olsa bulunmaktadır..Köyde gündelik kıyafette olduğu gibi gelin ve güvey kıyafatide tamamen şehirleşmiştir. Ancak köyde giyilenler, kasabadan ucuz sağlanan ve nispeten eski model olan giysilerdir.Kadın ve çocukların kısmen evde hazırlanan giysilerinin kumaşları dışarıdan satın alınmaktadır. ŞALVAR :         eninde üç boy kumaştan çıkar daha ziyade eflatun pembe,yaşlılar koyu renkleri tercih ederler,genellikle çimen yeşili,zeytin yeşili tercih edilir,şalvarın içine şalvar ( havsa) dikilir pamuklu veya şile bezinden dikilir

MİNTAN         : Şalvarın üstüne giyilir mintan ve şalvar işlemelidir,kadife kutnu,janjanlı ve yollu kumaşlardan dikilir

YELEK           : Şalvar üzerine kolsuz fakat işlemeli yelek giyilir,içine bezden buluz giyilir.

ÖRTÜLER      :Kare şeklinde üzeri baskı tekniği ile işlenmiştir,çiçek desenlidir

YAZMA       :   Oyalar işlenir dikdörtgendir

ÇORAPLAR : Yün çoraplar giyilir kadın çoraplar motif işlemelidir

AYAKKABILAR : Rugan ayakkabı giyilir,çarıkta giyilir,genellikle lastik ayakkabılar tercih edilir

ERKEKLERSE : Yelek ve zıpka giyerler,Kafkas kökenliler düğün törenlerde kalpak dik yakalı siyah satenden yapılmış diz boyu elbise ve yumuşak deriden çizme giyilir.Elbisenin üzerine dışardan fişeklik,kama,kemer gibi ayrıntılar vardır,kadınlar ise simli motiflerle süslenmiş kadife elbiseler giyerler bunları Aktaş,Edilli,Uğurlu,Yenice,Göktepe,Kirazlı,Hemşin köyleri giyerler

 

HIDIRELLEZ

6 Mayıs günü kutlanır,köyün piknik alanlarında,salıncaklar kurulur,yemekler pişirilir,ip atlanır,salıncaklarda sallanılır,birçok oyunlar oynanır,kızlar erkeklere,erkekler kızlara bakarlar orada birbirini beğenirler,arkadaşlıklar kurarlar,balık tutmalar olur,erkeğin beğendiği kız eğer salıncağa biner sallanır ise erkek hemen silahını çıkartarak iki el ateş eder ona onu beğendiğini gösterir,hıdrellezin en iyi yemeği helvadır Bu törenleri anlatmadan önce pilavlık parası üzerinde duralım. Daha öncede belirttiğimiz gibi köyden başka bir köye gelin giden kızlardan pirinç parası alınır. Bu para hemen harcanmaz biriktirilir. Pirinç parasının anlamı şudur. Köy gençleri bu kızı o zamana kadar o şekilde korumuşlardır ki, kızın namusuna halel getirmemişledir. Pirinç parası bunun mükafatı bir bahşiş sayılır. Alınan pirinç paralar yedi emin olarak köylünün saygı duyduğu birine telim ederler. Köyden ne kadar çok kız gelin giderse parada o kadar çoğalır. Hıdrellezde bu para ile bir koç satın alınır. Pirinç alınır, un yağ alınır. Kesilen koçun etinden ya etli pilav yapılır, helva kavrulur, ballanır. Öğleyin gençler toplanır ve bu pilav yenir. En sonunda da helva yenilir. Hıdırellez bayramının ayrı bir güzelliği vardır. İp salıncaklar, zincirli salıncaklar, büyük ağaçlara bağlanır. Kızlar ayrı yerde, erkekler ayrı yerde sallanırlar. Ama bazen kızlar erkekleri, bazen da erkekler kızları seyretmeye giderler. Eğer beğendiği bir kız salıncak biniyorsa orada çıkarır silahını bir şarjör boşaltır. Bu olaya kimse ses çıkarmaz. Böylece kimin beğenilip beğenilmediği bu hıdrellez bayramı vesilesi ile belli olur. Bazı köylerde güreşler tutulur. Bazı köylerde derelerde balık tutulur eğlenilir.Akçakoca köylerinde hemen hemen hepsinde geleneksel olarak her yıl kutlanır köydeki küskünler barıştırılır geleneksel oyunlar spor etkinlikleri,folklorik oyunlar ve bunun gibi,Akçakoca’daki mülki amirlerde davet edilerek etkinlikler yapılır herkes baharı böyle karşılar

 

EVLERİ

Evler genellikle bahçe içinde olur.Avlu,avlu ağla çevrilidir Çünkü sebze meyve cilik yapılmaktadır,Kurukavak,Karatavuk evler arası 4-5 km’dir,okul ve cami yanlarında evler yapılmıştır,az dağınık meskenlerde cepheleri sokak tarafına doğrudur Arabacı köyü gibi,Mısır ziraatı çok olduğu için her evin yanında hemen hemen 1 adet serender yapı vardır,ahırlar evlere uzaktadır,ahır ile samanlık yan yanadır

 

SPOR

Hiçbir zaman gayri federe veya amatör olarak hiçbir müsabakalara iştirak etmemiştir,köyün hiçbir sportif amaçlı kulübü yoktur,köylünün spora yatkınlığı ,sporu sevmemesi dikkat çekicidir.

YEMEKLER

EKMEKLER       : Yufka ekmeği,Bazlama,Gözleme,Cızlama,Mısır ekmeği,Buğday ekmeği

ÇORBALAR       : Tarhana,Mercimek,Un,Çılbır,Kızılcık çorbasıdır

HAMUR İŞLERİ : Mantı,Börekler,Erişte,Kuskus,Kaşık makarna,Mancarlı pide

ET YEMEKLER : Kara dolma, Korçan,Sebze dolmaları,Kebaplar,Lahana sarma

TATLILAR         : Melen güççeği,Laz böreği,Güllaç,Sütlaç

ÇEŞİTLİ YEMEKLER : Kaygana,Soğanlı yumurta,Sebze yemekleri,Zeytin yağlılar,Mamursa,Kaldırık,Mantar yemekleri,Tirit,Malay,Hoşmanım,Mancarlı fırında pide,keşkek,hamurlu kıymalı kulak denilen bir çeşit mantı.

 

ALT YAPI BİLGİLERİ

 Köy taşımalı eğitim sisteminden yararlanmaktadır.İçme suyu,Ptt acentesi,elektrik,sabit telefonu ve 1 camisi vardır.Sağlık ocağı yoktur fakat mobil sistemden faydalanmaktadır.5500m² kilitli parke taş döşenmiştir.Köy yolu asfalttır.1600m su borusu döşenerek köyün su sıkıntısı giderilmiştir.Fiskobirlik üye sayısı 51’dir.Kanalizasyonu vardır İlk ilkokul 1972 yılında açılmıştır.Son yıllarda gelişme kaydeden  köyler statüsündedir.Köyün sınırı Şel mevkiinden köyün girişinden başlar,Şel mevki köye dahil değildir

 

İSTİKLAL SAVAŞINA KATILANLAR:

 

GAZİLER :

ALİ BÜLBÜL,OSMAN BOZKAN

 

18-19.YY TEMETTUAT DEFTERİNDEKİ  DURUMU

 

 Temettuat defterinde Altuni Sulfa Divan-ı vardı.

Köyün ilk imamı 1648 yılında Durmuş efendidir,daha sonra 1718 yılında Ali 1724 yılında Mehmet adlı kişi imamlık yapmıştır,1324 yılında yapılan cami imamı belirlenmemiştir.18. yüzyılda Çayağzı’nda 64 hane 375 nüfus vardı Osmanoğlu Ali bin Mehmet köyde yetimmiş,Akaya divanında Kabaşoğlu Mehmet bin İbrahim,Deli Ahmet oğlu Osman bin Ali,Bartınlı İbrahim bin Osmanoğlu Şakir,Arabacıoğlu Hamza bin Ali,Kethüdaoğlu Ali bin Mustafa,Pekmezcioğlu İbrahim Bin Ali bunlar 18. yüzyılda BAHRİYELİ olarak askerlik yapmışlardır.Hacıoğlu Ahmet bin Mustafa,Mehmetoğlu Ali köyün en VARLIKLI aileleri imişler.Tarla sayısı 22 dir,18 adet kestane koruluğu vardır156 arı kovanı,18 sağman manda 38 manda öküzü,2 dişi malak,28 kara sığır öküzü 3 dana 5 dişi buzağı,8 erkek buzağı 1 bargir 1 tay vardır.Köyde 37 adet meslek gurubu vardı 2 adet DEĞİRMENCİ vardı,Hacıoğlu Ahmet bi Ali Abdioğlu bin Mehmet tir.7 asker 1 imam, 1 hızarcı,22 keresteci,vardı,köyde buğday,48 kg arpa,34 kg mısır elde edilirmiş.Bu 3 köy divan olduğu için oluşumlar bu köylere aittir.

 

KÖYE İLK GELEN SÜLALER:

 

1-Abetler       (Bozkan)     Çayağzı’ndan gelme

2-Kıyaklar                         Akkaya’dan gelme

3-Ateşlioğlu                      Çayağzı’ndan gelme

4-Karakışlar                      Arnavut Göçmeni

5-Kahyaoğlu   (Gömüler) Bulgar Göçmeni

6-Bülbüller                       Konar göçer Yörükhan taifesidir

7-Çengel                           Konar göçer Yörükhan taifesidir

8-Gönül                            Konar göçer  Yörükhan taifesidir

9-Geyik                            Konar göçer  Yörükhan taifesidir

10-Sağlam                       Trabzon dan gelme

NOT: İsmail Bülbül ve Veysel Bülbül arkadaşlarıma katkılarından dolayı teşekkür ediyorum

Kaynak

 

Coğrafi bölesi    : İbrahim Tuzcu

Köyün ismi        : Kenan Okan,Şükrü Dönmez,Köykent hb sitesi,Akç.Kaym.Sitesi,Derl.İbrahim Tuzcu

Tarihi yerler       : Akç.Kaym.Sitesi,Kenan Okan,Veysel Bülbül,Derl.İbrahim Tuzcu

Coğrafi Yapısı   : Mustafa Koca adam,Kenan Okan,Şükrü Dönmez,Derl.İbrahim Tuzcu

Camii ve Mez    : Kenan Okan,Veysel Bülbül,İsmail Bülbül,Derl.İbrahim Tuzcu

Turizmi             : Veysel Bülbül,A.K.Sitesi,Köykent hb net,Derl.İbrahim Tuzcu

Ekonomi            : Mustafa Kocadon,Kenan Okan,Veysel Bülbül,İlçe Tarım .Md,Akç.Kaym .Sitesi,Derl.İbrahim Tuzcu

Kültür                :Vedia Emiroğlu,Kenan Okan,Sümeyye Köktürk,Veysel Bülbül,H.İ.Yavuz,A.K.Sitesi,

http://www.sosyalsiyaset.com/documents/tarakli.htm ,Görsel yay.S.4,Derl.İbrahim Tuzcu

Spor                   : İbrahim Tuzcu

K.Alt yapısı       : Akç.Kaym..Sitesi,Mustafa Kocadon,Vikipedi özgür  ans,,Veysel Bülbül,Derl.İbrahim Tuzcu

İstiklal harbi      : Şükrü Dönmez,Geltog sitesi

Temettuat          :Dr Zeynel Özlü

Sülaleler            : Hüsamettin Kaya,Veysel Bülbül,Derl İbrahim Tuzcu

 

ÇAYAĞZI

 

 

COĞRAFİ BÖLGE         : Karadeniz bölgesi

İLİ                                     : Düzce

İLÇESİ                              : Akçakoca

KAYMAKAMI                :  Mehmet Ünal

B. BAŞKANI                     : Fikret Albayrak

KÖY MUHTARI              : Rıdvan Acat

TELEFONU                      : 05326313298   EV-03806217100

POSTA KODU                  : 81650

İLKÖĞRETİM OKULU : 03806217011

NÜFUSU                            : 340 Hane  625 Nüfusu vardır

ESKİ MUHTARLAR      :  2009 de-Rıdvan Acat,2004-Rıdvan Acat 1999- Tacettin Akman 1994- Tacettin Akman 1989- Hayrettin Acat 1984- Hayrettin Acat

COĞRAFİ DURUMU: Düzce ye , Akçakoca ya uzaklıktadır .Denizden 17 mt yüksektir,en yüksek yeri 100 mt  Rakım 17 dir,4915 dekar fındıklık,57 dekar ormanlık vardır .Komşu köyleri  Akaya,Beyhanlı,Döngelli Dadalı,Altunçay komşu köyleridir

 

KÖYÜN İSMİ NEREDEN GELİYOR

A M.Ö. 377 yılında Batı Anadolu Trakya dan gelen Bitinyalılar da buraya gelir bazı köyler kurarlar,bunların Kralları Bias tır,bu köylerden biri de Çayağzı köydür..Kastamonu dan 1243 yılında Moğol istilası ve yenilgisinden bıkan 130.000 bin Oğuz Bozok boyu Günhan obaları batıya doğru göç ederler ve Akçakoca’ya gelerek bazı köyler kurarak  yerleşirler bunlardan bir tanesıde Çayağzı köyüdür,yine Bizans kayıtlarına göre 1291 yılında Rum ve Selçukluların kaynaşmasından gelen ve 17 ci yüzyılda batı Anadolu’da ve Çukurova bölgesinde bulunan Yörükler (yürüyen halk) Akçakoca’ya gelip yerleşmişlerdir,bu köyde Çayağzı köydür,ayrıcada son yıllarda 1975 yılında Düzce’den buraya çok göç gelerek yerleşmişlerdir,neticede bu köyde Bitinya,Oğuz Bozok boyu Günhan obaları,Osmanlı Türkleri,Düzce’den gelen göçler burada yaşamışlardır. Akçakocada M.Ö. 1200 yılında Frik,M.Ö. 670 Lidya,M.Ö.395 te Roma Pontos,M.Ö.1200 de Hitit ama bu kesin bilinmiyor,M.Ö.546 de Makedonya imp.,M.Ö.708 de Pers imp.

Bu kavimler,yaşamışlardır.,Osmanlı zamanında  buradaki yabancı kavimler burayı terk etmişlerdir az da olsa kalan aileler Müslümanlığı kabul edip Osmanlı imparatorluğuna katılır,buradaki yeni kurulan köylülerle iç içe yaşamlarını sürdürmüşlerdir yerli

köydür,Akçakoca,Ereğli arasında.Bitinya kralı ile Hereklia kralları arasında yıllarca savaşlar yapılmıştır,Pers imparatorluğunda bu savaşlara burada katılmıştır bunları duyan  Makedon kralı büyük İskender bundan dolayı buraya gelmiş burada güvenliği sağlamıştır,daha sonra Osmanlı imparatorluğundan Orhan bey buraları zaptetmıştır,kalıntıları halen mevcuttur,karargahı Çayağzı köydür,daha sonra en son İpsiz Recep te buraya karargah kurmuş buradan çete savaşlarını buradan yönetmiştir,karargahı şimdiki karayolları kampın bulunduğu yerdir,kuruluşu çok eskidir,Aftun Rumca bir kelimedir,Rumlar dere kenarında Aftun köyünü kurarlar,Orhan bey burayı zapt ettiğinde de Altunağzı olmuştur,daha sonrada Çayağzı olarak değiştirilmiştir Sarıalioğlu (Kıvrak) ,Bostancıoğlu ( Çengel), Yoğurtçuoğlu ( Ateşli) Parmaksızlar ( Akman) Davutoğlu Şemsi (Akçiller) Balballar bu köyün kurulmasında önemli rol oynamışlardır. Çayağzı Köyü, Altunçay Köyü gibi Akçakoca'nın en eski köylerinden biridir.Köyün ilk adı AFTUN-İ SUFLA’ DIR (ikinci Aftun anlamında).Birinci Aftun ise,Altunçay köyü'dür (AFTUN-İ ULVA).Köy 1.Alaeddin Keykubat döneminde kurulmuştur.Köy halkı ise Oğuzların Bozok koluna mensup Türklerdir(Manav Türkleri).Orhan Gazi Düzce'yi almak için geldiği yılda(1323) Çayağzı ve Altunçay köylerine Cami yaptırmıştır.Çayağzı köyündeki cami hala eski özelliğini kaybetmemiştir ve yeniden restore edilmiştir. Çayağzı Köyü kurtuluş savaşı yıllarında etkin rol oynamıştır.Köroğlu Mustafa bir çete kurmuş,bölgedeki Rum,Çerkez ve Abazaların isyanlarının bastırılmasında etkili olmuştur.Özellikle de Akçakoca'da çıkan Abaza Numan isyanının bastırılmasında Köroğlu Mustafa Çetesi önemli pay sahibidir. Çayağzı köyünün ismi önceden Aftunağzı idi.Şu an ise Çayağzı köyü’dür. . Bu köyde Rumlar 1915 – 1920 yılına kadar bu köyde kalmışlardır bu Rumlar daha sonra yurt dışına gitmişlerdir  Orhan beyin de süvarileri bu köyde kalmıştır savaştan sonra bunlara burada görevler verir onlarda ailelerini buraya getirir yerleşirler kayı boyu oğuz Türkleridir. Buraya Yığılca danda göç gelir,düz tarlaya yerleşirler 1915 yılında büyük sel olur halk bu düz tarladan şimdiki köyün yamacına gider yerleşirler

 

TARİHİ YERLER

 

 

Saray tepe denilen yerde (Ünnü motelin olduğu yerde) eskiden iskele vardı,Bitinyalılar bu iskeleyi deniz ticaretini buradan yapıyorlardı,hatta son yıllara kadar Osmanlı döneminde ağaç gemi yapılmakta idi saraytepe iskelelinin yanında,tepede saray ,hamam kalıntıları bulunmuştur,Kral kızın mezar taşı köyün içinde bir dükkan önünde durmaktadır,Üskübü’den Ereğliye kadar döşenen kaldırım taşları mevcuttur.Köyün ileriside 2 adet mezar vardır köylü buraya yağmur duasına çıkarlar,bir rivayete görede saray tepedeki mağara girişi şimdiki kale nin bulunduğu yere çıkarmış,her hangi bir tarla kazıldığında tarlada mezar kalıntılarına rastlanır.Şimdiki su deposunun olduğu yerde Alişin Reşidin oturduğu yerde üzüm bağcılığı yapardı Selanik muhaciri idi Tepeç mahallesi denirdi burada birde köşkü vardı ,buradaki Rumlar terk ederken mal varlıklarını bıraktıkları söylenmektedir Dombayıcı dağı dediğimiz yerde Karahasan kışlasında İtalya ve Fransızların kaldığı görülmüştür 1630 yılında bunlar bura petrol aramışlardır,bir rivayete göre burada iki adet kuyu varmış ama ağaçların altında kalmıştır buraların tekrar jeolojik olarak araştırılması lazımdır.Eskiden buralarda kurulan gazino ve kafeteryalar ve çadır turizmi tekrar açılıp turizme katkı sağlanmalıdır Saray tepesinde bir adet makineli tüfek atışı menfezi vardır,burası Rusların buraları topa tuttuğu zamanlarda yapılmış buradan mevzilenerek buradan makineli tüfekle ateş açılmıştır aynısından Ayazlı mahallesi ve Karaburun’da vardır ,halen mevcuttur,buralarında koruma altına alınıp turizme sunulmalıdır,ayrıca burada saray hamam kalıntıları vardır,Bitinyalılar burada ağaç gemilerini yaparken buraları kullanmışlardır,buralarda kilise medreseler yapmışlardır şimdilerde ağaçların altına kalmış munkariz olmuştur,buralarda araştırmalar yapılırsa önemli yapıtların bulunabileceğini ümit ediyorum ,buradaki iskelenin eskiden çok önemi vardı çünkü buralarda çok kavimler yaşamışlardır,masala Makedon kralı büyük İskender, Orhan gazi,Konuralp,Prusias,Hereklia,İpsiz Recep gibi krallar buralarda savaşmışlardır , köyün içindeki kral kızın mezar taşı bir dükkan önünde durmaktadır,Üskübü Ereğliye kadar döşenen kaldırım taşları mevcuttur,Orhan beyi yaptırmış olduğu çandı camii halen durmaktadır,yanındaki eski mezarlıkta durmaktadır.Bu cami Çayağzı köyünde bulunan Orhangazi tarafından yaptırılan 125 yıllık Orhangazi Camii çandı tekniğine uygun olarak birbirini geçirilen uzun kütüklerle çivisiz olarak tamamen aslına uygun bir şekilde vakıflar genel müdürlüğü tarafından restore edilmiş çevre düzenlemesi Akçakoca kaymakamlığımızca yapılmıştır. Merkeze uzaklıktadır  görülmeye değerdir,buradaki mezarlıklarda koruma altına alınmıştır.Ayrıca Altunçay Çayağzı arasında kalan gelin indiren mevkiinde lik yol ile buradan gelip gidilmektedir,buranında yol boyunca golcükler yapılıp yanlarında kafeteryalar yürüyüş parkurları yapılırsa turizm açısından büyük önem kazanacağını ümit ediyorum ,köy ayrıca Akçakoca festivali etkinliklerine de burada eğlenceler,yemekler doğa yürüyüşleri yapılmıştır,bazı yerli yabancı turistler buralara gelmektedir

 

AKARSU VE DERELERİ

 Kıl suyu,Ihlamur dere,Aftun dere,birleşir Çayağzı’na gelir  buradan denize akar ,çok büyük akarsudur balık avcılığı yapılmaktadır ,su altı seviyeleri çok değişkendir,Pınar,ve kuyu suları faydalıdır ancak çok kireçlidir,serttir koli bakımından zengindir içilmesi mahsurludur,sıcak su ve göl yoktur

 

DAĞ VE TEPELERİ

Yıldırım sırtları eteğinde kurulmuştur,Tepebaşı tepesi (468) mt,Köybaşı tepesi dır

 

İKLİMİ

En fazla yağış Eylül-Kasım-Aralık-Ocakta olur,kar Aralık ve Ocak ayında yağar ama uzun sürmez,Mayıs-Haziranda Karayel,Temmuz-Ağustos-Eylül ayında Poyraz eser,kış aylarında lodos eser,Temmuz- Ağustos-Eylülde güneş kendini daha iyi gösterir,Aralık,Mart ayları arası en düşük sıcaklık olur ılımaman Karadeniz iklimine sahiptir.

 

JEOLOJİK DURUMU

Eosen-Folişi,Muminitli Kalker mevcuttur.Dere ve vadi tabanları alüvyon,yamaçların büyük bir bölümü silis formasyonu,tepelerin üst kısmı da 3.derecede kumlu,çakıllı tabakalar halindedir.Depreme dayanaklı 3.bölgedir.Dağlar denize paralel uzanır.Paleozoik devre ve tersier arazilerde ibarettir.Eosen Folişi- Muminitli kalker toprağa sahiptir Jeolog Dr.Ervin Lan,Mühendis Zeki Erişir.

 

BİTKİ ÖRTÜSÜ

Akçakoca’da orman alanı 20477.77 hektardır.Çoğu bozuk orman alanıdır % 43 kayın % 0.8 gürgen %0.1 kestane % 6 meşe % 1 kavak % 0.25 ıhlamur % o.4 çınar bulunur,gerisi fındıklıktır.Maki bitki örtüsüne sahiptir,iklimin mutedil yağışlı olması bitki örtüsünün gür olmasını doğurmuştur.

TOPRAK YAPISI

Topraklar kırmızı kahverengidir.Toprak asitli,kireci azdır,topraklar erozyona maruzdur.Potas ve fosfor bakımından fakirdir,tuz oranı normaldir.Saha umumi olarak pedojenez bakımından genulik safhasındadır.Toprak killi ve tınlı kıvrıntılı karakterdedir

 

TURİZİMİ

 

Saraytepe de 1975 yılından beri Düzceliler tarafından kurulmaya başlanan evler ve siteler vardır.,harika kumsalı,plajı vardır bu yüzden köy sahil kesimine rağbet etmiştir,ayrıca Düzce’den de buraya çok gelen olmuş ve yerleşmiştir.Burada bir adet  Ünnü motelde vardır pansiyonculuk pek gelişmemiştir,yalnız tatil amaçlı evler vardır kışın pek kimse kalmaz ,yazın nüfus fazlalığı yaşanmaktadır,bu yoğunluk köye ekonomik açıdan çok katkı sağlamaktadır. Bir ara sahil kesiminde açılan gazinolar son yıllarda kapatılmıştır,bu gazino ve kafeteryalar tekrar turizme açılırsa ekonomik yönden katkı sağlayacağına inanmaktayım,eski orman deposunun bulunduğu yerde( bu depo Deredibi köyüne kaldırılmıştır) Botaşa ait tesisler 2007 yılında hizmete girerek buraya güzel bir görünüm kazandırmıştır,hatta köyün tanıtımına çok büyük katkı olmuştur ayrıca ekonomik açıdan da katkı sağlamıştır.Saray tepesinde bir adet makineli tüfek atışı menfezi vardır,burası Rusların buraları topa tuttuğu zamanlarda yapılmış buradan mevzilenerek buradan makineli tüfekle ateş açılmıştır aynısından Ayazlı mahallesi ve Karaburun’da vardır ,halen mevcuttur,buralarında koruma altına alınıp turizme sunulmalıdır,ayrıca burada saray hamam kalıntıları vardır,Bitinyalılar burada ağaç gemilerini yaparken buraları kullanmışlardır,buralarda kilise medreseler yapmışlardır şimdilerde ağaçların altına kalmış munkariz olmuştur,buralarda araştırmalar yapılırsa önemli yapıtların bulunabileceğini ümit ediyorum ,buradaki iskelenin eskiden çok önemi vardı çünkü buralarda çok kavimler yaşamışlardır,masala Makedon kralı büyük İskender, Orhan gazi,Konuralp,Prusias,Hereklia,İpsiz Recep gibi krallar buralarda savaşmışlardır , köyün içindeki kral kızın mezar taşı bir dükkan önünde durmaktadır,Üskübü Ereğliye kadar döşenen kaldırım taşları mevcuttur,Orhan beyi yaptırmış olduğu çandı camii halen durmaktadır,yanındaki eski mezarlıkta durmaktadır.Bu cami Çayağzı köyünde bulunan Orhangazi tarafından yaptırılan 125 yıllık Orhangazi Camii çandı tekniğine uygun olarak birbirini geçirilen uzun kütüklerle çivisiz olarak tamamen aslına uygun bir şekilde vakıflar genel müdürlüğü tarafından restore edilmiş çevre düzenlemesi Akçakoca kaymakamlığımızca yapılmıştır. Merkeze uzaklıktadır  görülmeye değerdir,,buradaki mezarlıklarda koruma altına alınmıştır.Ayrıca Altunçay Çayağzı arasında kalan gelin indiren mevkiinde lik yol ile buradan gelip gidilmektedir,buranında yol boyunca golcükler yapılıp yanlarında kafeteryalar yürüyüş parkurluları yapılırsa turizm açısından büyük önem kazanacağını ümit ediyorum ,köy ayrıca Akçakoca festivali etkinliklerinede burada eğlenceler,yemekler doğa yürüyüşleri yapılmıştır,bazı yerli yabancı turistler buralara gelmektedir şirin sakin cana yakın insanları ile köy turizm açısından çok zengindir.Akçakoca’nın turizm açısından çok büyük bir köydür .Yılın her mevsiminde Çayağzı deresinde olta balıkçılığı da yapılmaktadır,fakat son zamanlarda da bu derenin su seviyesinin azalması nedeni ile pek ilgi görmemektedir,eskiden Tatlısı balıkçılığı burada çok yapılmakta idi, ayrıca  av turizmine uygun bir köydür her mevsim avcılık yapılabilmektedir.Kumsalında yürüyüş parkuru yapılabilmelidir temiz uzun kumsala sahiptir.Ayrıca eskiden Saraytepe de çadır turizmi yapılmakta idi bu çadır turizmine tekrar önem verilmesi lazımdır.Köy Rahmi Alkan ait kafeteryadan başlayarak Beyhanlı köyü sapağına kadar sınırları vardır,bu arada bulunan son derece temiz bakkallar,temiz pide salonlarınki bu pide salonlarının ünü yakın ilçelere,illere yayılmış herkesin buralara hem dinlenme hem pide yemek için buradaki değişik pide salonları bulunmaktadır,gerçekten buralarda pide yemek dinlenmek görülmeye değerdir Likoğlu petrol istasyonu da buraya ayrı bir güzellik.katmaktadır ,kahvehaneler ,restoranlar ,ayrıca Rahmi Alkana ait yerde çadır turizmi yapılmaktadır buraya ekonomik açıdan çok şey katmaktadır,gerçekten çok yönlü, ekonomik açıdan da  büyük köydür,mandalarla yapılan orman naklıyesininde çok önemi vardı manda hayvanların da yok olması bu nakliye işlerini artık yeni teknolojilerle yapılmaktadır ,şimdiki Bursaspor futbol kulübü hocası Ertuğrul Sağlam da bu köyde ikamet etmektedir.babasının da marketi vardır,bu köye biraz daha da önem verilirse buraların daha da iyi bir şekilde olacağını ümit etmekteyim

 

CAMİLERİ

 

1323 Yılında Osmanlı imp.kurucularından Orhan  gazi tarafından yapılan camii ahşaptır. Büyük köy mezarlığının ortasındaki ahşap yapı   vakıflar genel müdürlüğü ve Çayağzı muhtarlığınca 2007 yılında restore edilerek tekrardan ibadete açılmıştır. Köy merkezinde kurulu bulunan ve Çayağzı köylüsü tarafından 1964 yılında yapılmış olan betonarme çift şerefeli,150 cemaatli ,camide ayrıca hizmet vermektedir .Şel mevkiinde mimarı Mustafa Çakır olan betonarme bir cami daha mevcuttur.

 

MEZARLIKLARI

Köyün 2 adet mezarlığı vardır ,birincisi Orhangazi camisinin yanında bulunan mezarlık burası kullanılmamaktadır kullanılmamaktadır ,burarsıda koruma altına alınmıştır,ikinci mezarlık ise köyün girişindedir,burası büyük mezarlıktır halen kullanılmaktadır Köyün içinde çandı cami yanındaki mezarlık halen durmaktadır,köyün şu anda kendine ait mezarlıkları vardır  Köyde ilerde tarla içinde 2 adet yatı mezarı vardır her tarla kazıldığında mezar kalıntıları çıkmaktadır Yoğurtçu Ali ağa 1119 H. . Mustafa ağa H .1173 . Fazlı beşe  H.1171 M 1755 Mezar taşlarındaki konular erkek mezar başlarına başlık,kadın mezarında süslemeler ön plandadır,erkek mezarlığında büyük sarıklı olanlar ulema ve paşaları,uzun külah üzerine sarık tasvirler,derviş ve tarikat şeyhlerini,sadece ince sarıklılar köy ağalarını,üstü geniş ve altı dar kavuk biçiminde olanlar yeniçeri ağalarını işaret etmektedir

 

EKONOMİSİ

TARIM:

HUBUBAT:Buğday,Mısır,Arpa,Pirinç

BAKLIYAT:Fasulye,Bezelye,Bakla,Soğan,Lahana,Marul,Pırasa,İspanak,Kaldırık,Patates Karalahana,Biber,Patlıcan

MEYVE       : Elma,Armut,Kestane,Ceviz,Üzüm,İncir,Dağ çileği,Muşmula,Ayva,Kızılcık,Kiraz

Ekonomisi Tarım  Hayvancılık ve Turizm e dayanır.Köylü,bahçesinde yetiştirdiği sebzeleri Akçakoca pazarına götürür orada satar,kadınlar ev ekonomisine katkı sağlarlar.Artık günümüzde fındığın para etmemesi insanları başka işlere meşguliyetine zorluyor,köyde balıkçılık yapan yoktur yalnız Çayağzı deresinde tatlı su balığı avlanmaktadır buraya diğer komşu köylerden de gelenler olur ,büyükbaş hayvancılığı revaçtadır,eski manda,malak,vb gibi hayvanlar kalmamıştır,yalnız sağman inekler vardır,elde edilen sütler pazara götürülüp satılmaktadır.,manda hayvanların orman nakliyesinde çok kullanılmıştır,fakat son yıllarda teknolojiye yenik düşmüştür,iki adet tavuk kümesi olmasına rağmen kümes hayvancılık da yok olmaya yüz tutmuştur.Köyde eskiden kesif ormancılığı yapılıyordu ama şu an kanunlar buna el vermiyor, .Köyün erkekleri sanayi bölgelerine çalışmaya giderler,nakliyatçılıkla uğraşanlar vardır,artık köylü son zamanlarda endüstri kollarına yönlenmiştir,köydeki dokuma tezgahları da münkariz olmuştur,köyde bulunan Botaşa ait işletme köye çok şey katmıştır Burada halen köyden 3 kişi çalışmaktadır.Köyde eskiden keten dokuması da yapılıyordu. Şel mevkiinde bulunan petrol istasyonu,marketleri,pide salonları,kahvehaneler,bir adet moteli, fırını ve yazın yaşanan nüfus yoğunluğu nedeni ile ekonomiye çok büyük katkısı vardır.Akçakocada eskiden köyden armut,ceviz,kestane,dut,incir,dağ çileği başta Zonguldak,İstanbul’a takalarla sevki yapılıyordu.Ayrıca kesif ormancılığı vardı bunlarda aynı şekilde sevkıyatı yapılıyordu,fındık bahçesinin gelişmesi buraya ayrı bir önem kazandırmıştır.Mısır ve Buğday daha önceleri Bolu ve Gerededen karşılanıyordu.köyde tütün az miktarda yapılmıştır İlçemizde tarımsal üretim içerisinde bitkisel üretim, özellikle fındık üretimi ağırlıklı yer tutmaktadır. Fındık üretimi dışında kasaplık tavuk üretimi, büyükbaş hayvan üretimi, balıkçılık, arıcılık,  mantar üretimi önemli tarımsal faaliyetler arasındadır. 1930 yıllarda ekonomi denize bağlı idi,bunun yanı sıra reçberlik,odunculuk,kerestecilik ön safhada yer alırdı,şehirlinin tümü denizci idi,gemi tüccarı,gemici,tekne sahibi,balıkçı,yada yükleme ve boşaltma amelesi   idiler.Akkaya,Aftunağzı,Beyhanlı,Döngelli,Çuhalı,Kızlarağası,Değirmenağzı,Taşman Deresi,Karaburun,Melenağzı iskeleleri vardı,buralardan ticaret sağlanırdı.Ayrıca ilçede 4750 büyükbaş hayvan vardı ama son yıllarda azalma kaydedilmiştir,kümes hayvancılığı da son yıllarda azalma görülmüştür 190 adet kümes vardı,beyaz et üretimi 25.000 tonu geçmekte idi.2000 civarında fenni kovan vardı.Başlıca geçim kaynağı fındıkçılıktır.Ayrıca mısır ekimi de yapılmaktadır.ilçe pazarında kurulan tezgahlarda köyün kadınları yetiştirdikleri meyve ve sebzelerin yanında yöresel köy ürünlerini de satarak aile ekonomisine katkıda bulunmaktadır.1980`li yıllarda başlayan tavuk kümesçiliği şu an sayısı 20`yi bulan kümesçilik sektörü haline gelmiştir.Bölgede bulunan boru fabrikaları köy gençlerine geniş iş imkânları sunmaktadır. Maden direkleri dışında, Bolu Adapazarı’nda, Düzce’de yetişen buğday, kavun,karpuz gibi toprak ürünleri manda ve öküz arabalarıyla deniz sahiline getirilir bura danda deniz yoluyla gelen gaz,ve tekel maddeleri aynı arabalarla taşınırdı,sahilde bulunan depolarda bu mallar stoklanır dı zaman içerisinde tuz ve benzeri şeyler şehir ve kasabalara sevkiyatı yapılırdı,ayrıca deniz yoluylada sandallarla başka şehirlere sevkiyatı yapılmakta idi. Çayağzı  köyü toprakları çok verimli olduğu için bahçelerde Öküz ve Manda hayvanlarından faydalanırdı,ayrıca şehir merkezlerine gitmek içinde kullanmışlardır,kereste taşımacılığı ön safhada olduğu içinde bu hayvanlardan faydalanılmıştır.Bu köyde balcılıkta fazla yapılmakta idi ,ama maalesef bu hayvanlar şimdilerde yok olmuştur

 

 

GEMİ YAPIMINDA KULLANILAN KERESTELERİN SU HIZARLARI İLE KESİLMESİ

Su hızarı su değirmenlerinde olduğu gibi olasılıkla suyun hareket gücünden faydalanarak yapılan ve dairesel hareketin doğrusal harekete çevrilerek odun ve kereste üretimini sağlayan ağaç testereleridir.Aftuni ( Altunçay,Dereköy,Subaşı ) bölgesinde 25 adet su hızarı vardır Arabacı köyünde18 adet su hızarı vardır. Bunlar şu anda teknolojiye yenik düşmüştür kullanılmaktadır

 

FINDIKÇILIK

Hemen hemen herkes fındıkçılıkla uğraşmaktadır.Devlet orman arazilerini açıp buralara,memleketten 1900 yılında Trabzon’dan gelen Bostancı hacı Ahmet efendi Akçakoca’ya fındığı getirir Osmaniye mahallesine fındığı ekmiştir,yine Mehmet Arifin getirttiği fındığı ekerler daha sonra Batum göçmeni olan zücaciyelik yapan Mustafa efendi Doğu Karadeniz sahillerinden aldığı fındık fidelerini Ereğli ve Akçakoca da satarmış.Bir gün Giresun’a uğrar o zamanın belediye başkanı limanda fındık fidesi dağıtıyormuş,Mustafa bey bunları alır gemi kaptanına da söyler,gemi kaptanı fideleri fıçılara koyarak Ereğli Akçakoca ya getirir,diğer rivayete göre de Yenice köyün kurucusu Kibaroğlu Hurşit,Kırıkoğlu Tahir,Keleşoğlu İbrahim,Alioğlu Tufan Tefik ilk fındık fidelerini ekmişlerdir.Bunların getirdiği fındık dallarından sopa ile dövülürmüş dalları çok büyükmüş,daha sonra Mehmet Arif kaliteli fındık fidelerini götürür,millete bunları tercih eder millet bu fındık fidelerini dikerler.1922 yılında 4000 fidan mevcuttu fındık sevkiyatı artınca millet fındık ekmeye başlar,fındık bahçelerde elle toplanır,çeşitli evrelerden geçtikten sonra yere sofralar kurulur altına büyük bezler serilirdi, sofra etrafına toplanan kişiler fındığı kırardı,bazıları da fındığı kabuğundan ayıklıyordu çok çetin olan bu sistem yerini 1930 yılında merkezde Kapkirli’de elle çalışan değirmen gücü ile çalışıyordu ve fındık böyle kırılıyordu,Sarı Hafızların Halit Arıkan bu değirmeni kurmuştu ,daha sonra Trabzonlu Abdulrezzak efendi elle kırma fabrikası kurar,daha sonra Küçükömerler’in Ömer Aydın 1932 yılında  şimdiki Özyuvam’ın olduğu yere ahşap bina içinde makaralarla çalışan fındık kırma makinesini kurar,1942 yılında da Diyarbakırlı lakaplı Cemil bey Osmaniye de bir değirmen kurar ama bu değirmen dizel motoru ile çalışmakta idi,yine bu sırada mebus Vahit Yöntem Osmaniye de deniz kenarında modern bir fabrika kurar1946 yılında,1947 yılında da Arabacı köyünde Hocaoğlu Mehmet dizel motoru ile çalışan bir fındık kırma fabrikasını kurar.Edilli köyünden olan Hüseyin Horoz da dizel motorun masrafını azaltmak için Değirmenağzı mevkiinde su gücü ile çalışan fındık kırma fabrikasını kurar,düşük alternör ilavesi ile akü şarj girişimi ile iyi bir fabrika idi ve en son 1954 yılında Orhan derenin denize döküldüğü yerde Fiskobirlik adına modern bir fabrika açılır,bu fabrika 2008 yılında tamamen yıkılır bunun yerine Sapak mevkiinde çok modern fabrika açılır üretimine devam etmektedir.İlk fındık yağını Kalfanın Bekir Üstünel yapmıştır,fındık eskiden tımar,çapalama,tırpan yapma,toplama,öküz arabalarla taşıma,sopalarla dövme,elle ayıklama,sık tellerden yapılmış bir aletle incesini kalınını tozunu ayıklama evrelerden geçerdi,ama şimdi toplama,ilaçlama,gübreleme,motorla tırpan yapmak,ayıklamayı patoz makineleri ile yapmak maliyeti yükseltiyor,Fisko’da fındık taban fiyatını da düşük tutunca halk artık fındıkçılık’a iyi bakmıyor.Fındık şubat mart ayında ekilir 2-3 yıl yetişmesi sürüyor,4-4 6-6 ara ile 6-8 fidan 60- ocak kuyular açılarak dikilir.En iyi fındık türleri şunlardır. Çakıldak,Kargalak,Kan,İncekara,Kuş,Tombul,Paloz,Foşa,Kalınkara,Uzunmusa,Mincane,Cavcana,Badem,Yağlı fındık,Kara fındık,( yağlı fındığa benzer kabuğu siyah ve serttir)Sarı fındık (yuvarlak kabuğu ince verimi fazla),Yomra(yuvarlak vermi fazla),Sivri( ince uzun bademe benzer),Dilovası,ve Mehmet Arif fındığı ( yağlı  kabuğu ince verimi fazladır). Deli sava(Fındığın içini iyi doldurmaz)

 

HAYVANCILK

Az sayıda Koyun,Keçi,Sığır,Tavuk,Kaz,Hindi,Arıcılık yapılmaktadır,her evde hemen hemen sağman inek mevcuttur,süt besiciliği yoktur süt mandıra üretim tesisleri yoktur,köylü kendi süt mamullerini kendisi yapardı ama maalesef büyükbaş hayvan yetiştiriciliğinde düşüş yaşanmıştır.köyde kaz,ördek,tavuk bazı aileler vardır,tavuk kümesçiliği canlılığını yitirmiştir Çayağzı deresinde azda olsa dere balıkçılığını yapanlarda vardır

 

 

ORMANCILIK

Çam,Kayın,Meşe,Kestane,Gürgen,İhlamur,Kavak,Çinar,Defne,Kocayemiş,Muşmula,Ayı üzümleri,Orman gülleri,Yer gülü,Erica ağaçları,Eğrelti otu,Çoban püskülü diye orman ürünleri var Eskiden devlet orman arazisini talan edip fındık ekimi yapılmıştır,son zamanlarda orman kanununa göre kesif ormancılığı yapılmamaktadır orman işletme şefliği tarafından bölge kontrol edilmektedir,köyde hızar makinesi yoktur Botaşın bulunduğu yerde eskiden orman işletmesine ait orman deposu varidi ama oraya Botaşın gelmesi ile kaldırıldı 1450-1750 yıllarında Türk gemi tarihinde ormancılıkta büyük rol oynamıştır ,maden direği,travers

Yakacak odun,kayık ve gemi kerestesi köyden fazla miktarda sevki yapılıyordu,kıyıya yakınlığı nedeni ile Cumayanı bölgesi orman ürünlerinin sevkiyatı halinde ve istihsalinde çalışan çoktu.Buradaki orman deposu kaldırılarak şimdi yerine Botaşa ait tesis kurulmuştur

 

AVCILIK

Bölgede göçmen kuşlara daha çok raslanmaktadır,Sarıkuş,Çulluk,Bıldıcın,Ördek,Üveyikördek,Kaz,Kuğu,Tarakçın,Karakçun,Sığırcık,Bozbakal,Karabakal bulunur.Son zamanlarda,gerek ilaçlama gerek yanlış avlanma neticesinde çok azalma olmuştur. Ördek,Çulluk avı çok meşhurdur. Dere kenarında dışarıdan gelen avcılar burada ördek avı yapmaktadır,Daimi kuşlar kestanekargası,çulluk,ördek,üveyik,sığırcıktır.Tavşan,Çakal,Tilki,Domuz, Ayı,Su samuru,kunduz,geyik,karaca vardı ne yazık ki bunlara da az rastlanmaktadır.Domuz avı devamlı yapılmaktadır.Köydeki devamlı hayvanlar Domuz,Ayı,Kurt,Tilki,Çakal dır.Sahil kesiminde karabatak ve Martılar vardır ama köylüler bunlarla ilgilenmezler.Köyde av turizmi açısından mükemmel bir yapıya sahiptir

 

 

KÜLTÜR

 

Konya,Denizli Ordu kültürü vardır.Köyde bayramlar çok güzel olur beklide başka hiçbir yerde olmayan sistem vardır .Akkaya , Beyhanlı Çayağzı köyleri ramazan bayramı birinci gününde  Çayağzı köyü ,ikinci günü gün Çayağzı’nda Bayramlaşmalar yapılır.Bu 3 köy geleneksel olarak bayramları sürdürürler.Kurban bayramında birinci gün kurban kesimi yapılmaz.Birinci gün Çayağzı,İkinci günü Akkaya ,üçüncü  gün Beyhanlı ,  çok güzel bir yaşlı genç kaynaşmasına vesile olur manav Türkleri kültürüne sahiptir düğünlerde Alaplı çiftelerlisi,misket,kasap havası oynanır ama bu kültür son zamanlarda yozlaşmıştır,Doğu Karadeniz üç ayak oyun kültürü girmiştir öz kültürel değerler yozlaşmıştır Çayağzı köyü kültür ve gelenekleri bakımından Manav Türkleri kültürüne sahiptir.Hıdırellez kutlamaları ve vatanperverlik en belirgin kültür izidir.Bundan başka

bayramlaşma,selamlaşma,yardımlaşma,büyüklere saygı,Avcılık,balıkçılık başlıca örf ve adetlerdir. Düğünlerde ise: oynanan oyunlar:Alaplı çiftetellisi,misket ve Kasap havasıdır.Ancak son yıllarda bu kültür değerleri bu köyde yozlaşma aşamasındadır.Üç ayak gibi doğu Karadeniz kültürü bu köye sıçrayarak öz kültürü yozlaştırmaya başlamıştır Manav Türkleri kültürüne sahiptir düğünlerde Alaplı çiftelerlisi,misket,kasap havası oynanır ama bu kültür son zamanlarda yozlaşmıştır,Doğu Karadeniz üç ayak oyun kültürü girmiştir öz kültürel değerler yozlaşmıştır Halil İbrahim Yavuz'a ait yüksek lisans tezinden alınmıştır:
Osmanlı Devleti’nin kurulduğu bölge olan Taraklı-Göynük ve çevresi, kültürel miras yönünden çok zengindir. Bu bölgenin
insanları, Osmanlı’nın kültür varlıklarını bugüne kadar koruyup yaşatabilmişlerdir. Bununla beraber kökü Eski Türk İnançlarına dayanan ve İslâm’la çatışmayan örf, âdet, gelenek ve göreneklerini yaşatmakta mahir davranmışlardır. Bayramlar, doğum, düğün, ölüm âdetleri gibi kültür unsurları, geçmiştekine benzer bir şekilde devam etmektedir. Taraklı, Göynük ve köylerinde yaşayan insanlara verilen ad olan Manav kelimesini ve Manavları kısaca açıklayalım. Manav bir yere sonradan gelenleri, yerleşik olanlardan ayırt etmek için kullanılan ve önceden yerleşmiş olan yerlileri ifade eden yöresel bir mefhumdur. Kırsal bölgelerde yaşayan Manavlar, genelde epey çekingen, uysal, mülayim ve başkası tarafından söylenenlere fazlı karşı çıkmayan sosyal uyumu ağır basan insanlardır. Kendi ifadelerine göre, “yedi kez düşünmeden adım atmayan, yavaş davranan, gereksiz tartışmalara girmeyen” temkinli bir insan portresi çizmektedirler [İşsever, 1994: 23-31].
Manavlar, Osmanlı Devletinin kurulduğu bölge sayılan Aşağı Sakarya, Batı Anadolu’da Bursa çevresi, Batı Karadeniz de Kastamonu ve çevresine
yaşamaktadırlar. Özellikle Aşağı Sakarya kesiminin Taraklı, Geyve, Pamukova çevresinde yoğun olarak yerleşmişlerdir. Buralarda kendilerine has yaşam süren manavlar örf ve adetlerini devam ettirmektedirler. Manav köylerinde eski Türk kültürüne ait izler çoktur. Bu bölgelerin hala tarım ve hayvancılıkla uğraşmasından, Bayat, Emirler, Demirler, Yahyalı, Akpınar gibi Türkmen boy ve oymaklarının isimlerini taşımasına barındırdıkları maddî ve manevî kültür kadar pek çok örnek verilebilir. Manavlar Türkmen gruplarında olup çok eskiden beri köy hayatına hatta şehir hayatına geçmiş yerlilerdir. Buna göre manav adının etnik bir manası yoktur, manavlardan Oğuz Türklerinden gelmektedirler [Yaşa, 1999: 293]. Sakaya ve çevresindeki manavlar, bu bölgenin 1290’larda Osman Gazi tarafından fethedilmesiyle buralara yerleşmişlerdir. İlk Türk yurdu olan bu bölgenin yerli Türklerine hep “manav” denilmektedir ve bu bölgede manav, “yerli Türk” manasında kullanılmaktadır [Yaşa, 1999: 288]. Manav sözcüğünün; Türkistan’daki Kazak-Kırgız ve Sibirya’daki Yakut Türklerinde kullanılan koruyucu soylu kişi ve boy beyi manasına gelen “manap” ve “manag”dan geldiği tahmin edilmektedir. Eski Türklerde “v” sesi olmadığı için “manap”taki “p” ve “manag” daki “g” sesleri yumuşayıp “manav” kelimesini oluşturmuşlardır [Yaşa, 1999: 289]. Çağatay Türklerinde “asilzade” manasına gelen manap, Kırgız Türkçesi’nde ağa, bey anlamında kullanılmaktadır. Türkçe dışında dil bilmeyen topluluk üyelerine yerli Türk anlamında manav denilmektedir [Aktaş,2002: 10]. Batı Anadolu’ya ve Taraklı’ya Türklerin ilk yerleşimi 1291’den hemen sonradır. Yıldırım Bayazıt döneminde İstanbul Sirkeci’de kurulan Türk mahallesinin halkı Taraklı ve Göynük’ten götürülmüş manavlardır [Aktaş, 2002:12]. Taraklı ve Göynük köylerinde yaptığımız araştırmalar neticesinde İslâmlaştırılmış olmakla beraber bir çok eski Türk inancının izlerini görmek mümkündür. Konuşma dilindeki ortak birçok kelime davranışlardaki, giyinişlerdeki bir çok benzerlik manavların oğuz Türklerinden olduğunun işaretleridir. Yerli Türk sanılan manavlar daha Osmanlı devleti kurulmadan bu bölgelere yerleştirilmişlerdir. Taraklı ve Göynük, Manav denilen yerli halkın kendi kültür ve geleneklerine bağlı olarak yaşadığı göçmen bulunmadığı Sakarya İli açısından istisnaî bir bölgedir. Manav kültürünün korunduğu ve yaşatıldığı bu bölgenin dilleri, beslenme, giyim, kuşam, müzik ve eğlence biçimi tamamen kendi örf ve âdetlerine uygun olarak devam etmektedir [Sakarya Valiliği; t.y.: 130]. Dikkatle incelenir ve araştırılırsa, yöreye mahsus örf ve âdetlerin perde arkasında da Eski Türk İnançlarının gizli olduğu görülebilir. (04.02.2007 13:51) Manav Türkleri Anadolu ya 11.y.yılda gelmiş ve yerleşmiş yerleşik Türklerdir.Manavlar ilk geldiklerinde göçebe olarak yaşıyordu.Yani önceki adı Yörük idi.Bu özelliğini kaybetmemiş Türkler şu an Ege bölgesinde ve Akdeniz bölgesinde mevcuttur. Hiç bozulmamış Manav bölgeleri; Akçakoca,Göynük, Mudurnu, Geyve, Taraklı,Zonguldak (tamamı) ,Yığılca, Bilecik  dır.Ancak 1980 den sonra hızlanan doğudan batıya göç hareketleri başta Akçakoca olmak üzere diğer bölgelerimizi de tehdit.etmektedir.İzmit,İzmir,İstanbul,Bursa,Muğla,Antalya,Düzce gibi şehirlerimiz önceleri sade manav kültürüne sahip idi.Ancak bu göçler sebebiyle kültürü yavaş yavaş yozlaştı ve hala yozlaşmaya devam ediyor.Bu sorunu benden başka gören yada sorun olduğunu kabul eden var mı acaba merak ediyorum. Ancak ben bir yerli Türk olarak bu durumdan çok rahatsızım. Akçakoca lı manavların bir kısmı (Altunçay köyü, Çayağzı köyü) Oğuzların Bozok koluna mensup Günhan aşiretindendir.Bu köyler 1234 (1.Alaeddin keykubat zamanında) kurulmuştur.Diğer manav köyleri ise Balatlı köyü bayat boyundan,Kınık köyü Kınık boyundan,Beyveren köyü de Oğuz boylarından biridir.Bu beş köy Akçakoca nın en eski köyleridir.Hatta Bolu,Sakarya,Akçakoca,Yığılca,Düzce,Ereğli Bizans ın elinde iken kurulmuştur Türkiye tarihi, 11 yy. Oğuz ve Türkmen denilen Türk ırkının en kalabalık bir kolunun Anadolu kapısını açarak kendine vatan yapmasıyla başlar. Tarihinin en büyük dönüm noktalarından biri olan 26 Ağustos 1071 Malazgirt Zaferi ile Bizans mukavemeti kırılınca artık Türkler karşısında bir ordu kalmayınca, Türkmenler Anadolu’ya yayılmaya ve yurt kurmaya başlamışlardır.Osman Turan, Malazgirt zaferinin “cihanşümul” bir mana taşıdığı ve tarihte bir dönüm noktası olduğunu ileri sürer. Malazgirt Zaferinin İslam ve Hıristiyan dünyalarının kaderine etki eden öneminden sonra, ilk büyük neticesinin “Anadolu Fethi ve Türkleşmesi” olduğuna dikkat çeker. Şu ifadeler oldukça önemlidir. İslam’ın ilk fetihleriyle sadece kanatları koparılan fakat 10. asırda tekrar kanatlanıp taarruza geçen Bizans, Anadolu fethi ile bel kemiğini kaybederek artık tedrici bir ölüme mahkum edilmiş oldu. Nitekim Malazgirt’ten sonra Bizans’ın mukavemeti kalmadığı için, Türkler birkaç yıl zarfında çadırlarını, Boğazlar, Marmara ve Adalar Denizi Ege sahillerinde dikmeğe başladılar.

Türklerin Anadolu’ya yöneldiği 11.yy. başlarında, Bizans hem siyasi hem askeri, hem de sosyal ve ekonomik vaziyeti bakımından içi boşalmış, kof bir cüsse görünümündeydi.

Türkler Anadolu’ya henüz yerleşmekteyken, Haçlı seferlerinin açtığı yeni bir mücadele evresiyle Anadolu’nun Türkleşmesinin bir asır kadar durakladığından, Orta Anadolu’ya çekilen Türklerin, bir taraftan da burada teşekkül eden öteki Türk devletleriyle cereyan eden kavgalarından ve bunların buhranları artırdığından söz eder. Vaziyetten faydalanan Bizanslılar sahilleri işgal ile Anadolu’yu geri alma ümitleri beslemektedir. Bizanssın bu ümitleri bir asır sürmüştür. Nihayet Anadolu’da bir Türk birliğinin kuruluşu ve bu vatanın ikinci kuruluşu 2. Kılıçaslan, Manuel Kommenos’a karşı kazandığı Kumdanlı Zaferi (1176) Bizanssın Anadolu’ya Kurtarma ümit ve teşebbüslerine ebediyen son vermiştir ve Malazgirt’ten sonra bu ikinci zafer sayesinde bu memleket artık kat’i şekilde “Türk Vatanı” olmuştur.Anadolu’ya 1071 tarihinden önce de bir Türk yurdudur. Daha 410 yıllarında Hun İmparatoru Atilla’nın amcası Rua İstanbul’a yaklaşmış ve Atilla’nın (441-442) Balkan seferi İstanbul’u tehlikeye düşürmüştür. Bu tarihten sonra 616 yılında yine bir Türk boyu olan Avarlar, İstanbul üzerine gelmişlerdir.Daha Roma ve Bizans dönemlerinde Peçenek, Kuman-Kıpçak gibi Hıristiyan Türk boyları Bartın’dan başlayarak Kuzey Karadeniz sahili Doğu ve orta Anadolu’nun bazı bölgelerine yerleşmiştir. Çeşitli Türk kavimleri Anadolu’nun çeşitli yörelerinde yurt tutmuşlardır.XI. yüzyılın sonlarına doğru çalışma yaptığımız bölgede Selçuklular tarafında zapt olunmuş, İznik ‘i kendine başkent yapan Süleyman Şah bu bölgeyi topraklarına katmıştır. Ardından 1097 I. Haçlı seferinde Bizans İmparatoru Alexios Kommenes tarafından kuşatılan bölge, 1204-1207 yılları arasında Bizans’ta Latin İmparatorluğu kurulunca Latinlerin işgali altında kalmış. İznik Osmanlı Hükümdarı tarafından geri alınmıştır. İzmit Osmanlı padişahı Orhan gazi zamanında, Akçakoca’nın da içerisinde bulunduğu bir komuta heyeti tarafından kuşatılarak zapt edilmiştir. Daha sonra Bizanslılar tarafından şehir tekrar kuşatılmış ve bu kuşatmadan bir sonuç alamamışlardır. Timur’un Anadolu’ya istilası sırasında kuvvetlerinden bir kısmı İzmit’i yağmalamıştır. 1337 yılında fethedilen İzmit bu tarihten sonra devamlı olarak Türk hakimiyetinde kalmıştır.

“Türkleşme” her yerde hemen hemen aynı yoğunlukta olmamıştır. Genellikle sınırdaki olayları ele alan vakayı namelerden de anlaşıldığı gibi siyasal yönden batı ve kuzeyde Bizans ile güneyde Ermenistan ile Türk toprakları arasındaki sınırlarda toplanmış olduğu bilinmektedir. Bizanslı yazarlar bazı yerlerden Türkçe adlarıyla söz ederler. Bunda da, bu yerlerin eski adlarını bilen kimselerin bile artık kalmadığını anlıyoruz.

Y.Öztuna’ ya göre, 1058 yılında Avrupa’da artık Anadolu’ya, Türkiye yeni Türk ülkesi denmeye başlamıştır. Süleyman şah kapı dağı yarımadasını almış ve Çanakkale boğazını da 1339 yılında Avrupa yakasına geçilmiştir. Artık İstanbul ve Balkanların yolu Türklere açılmıştır.E. Güngör ise, bugün Türkiye’de yaşayan Türklerin atalarının büyük Selçuklu imparatorluğunu kuran oğuz Türkleri olduğunu ve Müslüman olduktan sonra bunlara “Türkmen” adı verildiği üzerinde durur.D.Avaoğu, Türklerinin tarihinde Türkmen deyiminin ilk kez X. Yy. ikinci yarısında Maksidisi’ de geçtiğini zamanla oğuz adının Türkmen adına dönüştüğünün kanıtlarını sunar. “Türkmen” adının yaygınlık kazanmış olduğu belirtir. Oğuzların İslamlaşmasıyla Türkmen adının yaygınlık kazanmış olduğu üzerinde durur.

Türkmen’e, Türk iman (İmanlı Türk) Türkmen ben türküm gibi anlamlar yakıştırılsa da, Jean Deny görüşüyle “men” kuvvet ekidir ve Türkmen “Türklerin türkü “Öztürk” anlamına gelir.

XI. yy. da Anadolu’ya gelen Türk boylarının konar göçer olduklarını Türkmen adının Anadolu’da konar göçerlikle eş anlamlı olduğunu, daha sonra konar göçerliği bırakarak yerleşik hayata geç tiklerini ve Anadolu’ya yurt edindiklerini biliyoruz.

Türkmenlere bir müddet sonra Türkmen denilmeyerek, yerli veya manav denilmiştir. Türkmenlerin konar göçer halde hayatlarını sürdürenlerine ise, bu özelliklerinden dolayı (Yörük) adı verilmektedir. Konar göçerliğin özünde hayvancılık var, yeni otlaklıklar aramak var. Kısaca; yürümek var. Bu hayat tarzı da yürüyen Türk anlamında “YÖRÜK”Ü oluşturmuştur.Yörük’le Türkmen’in aynı etnik zümreye ait olan iki kelime olduğunu rahatça söyleyebiliriz. Anamur’da Yörüklere “yaylacı” yerleşik halka yaycı denildiğini Karadeniz’de bil hassa Giresun’da bu kavramları Çepni bir oğuz boyunun da adıdır ve ekinci kelimelerinin karşıladığını belirtmekte Anadolu’nun muhtelit yerlerinde Türkmen Yörük göçer kelimelerine karşılıktır.Peter Alford Andrews Türkiye’de etnik gruplar adlı kitabında Türklerin kendi etnik gruplarının pekala farkında olduklarını bu grupların nerede bulunduklarını tam olarak söyleyebileceklerini kendilerine Türkmen yerine yerli Yörük yerine manav tanımlaması getirdiklerini, bu iki sözcüğü de “doğma büyüme buralı” anlamını çağrıştırdığını, bu terimlerin şehirden çok köyde kullanıldığını aktarmaktadır.Adapazarı, Bilecik, Balıkesir, Bursa, Çanakkale, Kastamonu, Kocaeli, Eskişehir, Afyon ve Zonguldak da yoğun olarak

yaşayan Türkmenlere yerli veya manav denilmektedir.“Manav” kavramı farklı kaynaklar şu şekilde tanımlanmaktadır.Meyve sebze satılan dükkan, bu dükkanda meyve ve sebze satan kişi.Genel manada Anadolu Türkü, Öztürk, Sadık Osmanlı Tebası.

Balıkesir Bandırma ilçesinde de, “manav” adı verilen uzun süredir yerleşik olan ve tarımla uğraşan yerli toplumlar vardır.İzmit sancağının yerli ahalisi, eski Türk boy ve oymaklarına mensup Türk göçebeleri zamanla göçebeliği terk edip iskan edilince manav adı verilmiştir.

Yerli Türkmen, gibi yorumlamalar yapılmıştır.Genel adı Türk olan bu insanlara yöresel adlandırmaları ile yerli, manav, pallık (Artvin’in bazı bölgelerinde ), dadaş (Erzurum’da) efe (Ege), Zonguldak Bartın’da kıvırcık Toroslar da alevi Türkmenlere tahtacı, Balıkesir’deki alevi Türkmenlerine çetmi denildiğini biliyoruz.Kültürün kimlik tanımını etkileyen bir öğedir düşüncesinden yola çıkarak sözlü kaynaklara başvurulduğunda;Söz konusu Oğuzların kayı boyu olan bu Türkmenlere “Size niçin manav deniliyor? Manav adının nereden geldiğini?” sorduğumuzda, aldığımız cevapların bazıları şunlardır:

Yerli Türk.Yörükler yürümeyi ve hayvancılığın yanında tarımla da uğraşmaya başladığı ve de yerleşik hayata geçtiği için “manav” denildi.Orta Asya’dan Batı Anadolu’ya gelen Türkmenlere verilen ad.Türk oturursa manav, gezerse Yörük olarak tanımlanır.

Manav; toprağa ektiği keteni yetiştirip, olgunlaşan bu bitkiyi işlemeye başlayarak, tohumundan yağını, liflerinden de eğirip, bükerek giyeceklerini dokuduğu insanlardır. Hatta ketenin liflerini tabi boyalarla boyayarak en güzel kumaşları dokurlar. Buğdayını arpasını kendi yetiştirir. Yemeklik yağını ketenden kendi çıkarır. Sebzesini de bostan dediği avlu ile çevrili sulu tarlasından, bahçesinden yetiştirir. Kısaca; her ihtiyacını kendi kendine karşılayan kimseye muhtaç olmayan insanlardır.Özelilikle Batı Anadolu’da yaşayan bu Türkmenistan türkü insanlar, sosyolojik açıdan değişime açık, bağnazlıktan uzak, üretken, barışçı, ihtirasları ölçülü, farklı kültüre sahip insanlarla da birlikte yaşama iradesi olan ve de devlete saygılı insan gruplarıdır manavlar.

Osmanlı Devletini kuran bu insanlar, devlet kurulduktan sonra da Türkmenistan’dan ağırlıklı göçle beslenerek Kocaeli, Bolu, Yalova, Bursa, Bilecik, Sakarya, Afyon, Eskişehir, Zonguldak ve de Balıkesir’in bir kısmında yaşadılar. Gerek Osmanlı gerekse de Türkiye Cumhuriyeti döneminde, devlete sadakatlikleri ve başkalarının haklarına saygı duymaları ile tanınırlar.Bu Türkmen topluluğuna “manav” denilmesinin esas tarihi gerçeği şudur;

Osmanlı Devleti kurulduktan sonra, her Türkmen boyu çıkardığı ve ürettiği ne varsa, yılda bir kere hiçbir karşılık beklemeden Osmanlı Sarayına gönderirdi.Bolu kabak, Afyon ve Eskişehir bulgur ve tarhana, Adapazarı ve İznik civarında sebze, İzmit Tavşancıl’dan üzüm saraya gönderilirdi.Bolu, Bursa, Kocaeli, Yalova, Eskişehir, Afyon, Yalova, Zonguldak ve Balıkesir bölgelerinden sadece hububat, meyve ve sebze gitmezdi, saraya koyun, kuzu, keçi, oğlak yağ ve kavurmada gönderilirdi.İşte; Osmanlının bu sadık tebası olan manav, bazı yerde de Yörük diye adlandırılan bu insanlara, bulundukları yerlerdeki azınlıklar (Ermeni-Rum). “Yahu, siz Osmanlıyı besliyorsunuz. Karşılıksız her şeyi saraya gönderiyorsunuz, siz Osmanlının manavı mısınız?” derlerdi. Bu devlete sadık insanlarda “Evet, biz Osmanlı’nın manavıyız. Osmanlının manavı olmakla da gurur duyarız. Devletimize yardım etmeyi de bir şeref biliriz” derlerdi.

İşte, o gündür, bu gündür azınlıkların hazımsızlıkla, kıskançla söyledikleri bir addır Manav tanımlaması. Osmanlının Sadık tebası, Özbe Öz Türk. Türkmen - Yörük kül türünün has insanlarıdır manavlar.Yine sözlü kaynaklardan halk arasındaki tanımlamalarla, manavların kişiliklerine ait bazı tespitler.Manav ve macıra senet gerekmez.Manavın sözü senettir. Devlete, nizama son derece bağlı ve itaatkârdır. Hırsızlık yapmazlar. Herkesin mahsulü harmandadır. Kız kaçıranlar, kavgalı olanlar köyde barınabilirler ama hırsızlık yapanlar asla barınamazlar.Bir Karadeniz göçmeninden derlenen tanımlama; manavın sessizine aldanma.Manav uysaldır. Sessiz sakin insanlardır. Ama manavın damarı kabardı mı yanına gitme, Ayranlığı değişilmeye görsün.Manavlar birbirini tutmazlar, ama ayrıda yaşamazlar Manavlar temiz kalpli, saf insanlardır.Yusuf Çam Milli Mücadelede İzmit Sancağı adlı eserinde Milli Mücadelenin başlangıç döneminde İzmit Sancağında yaşayanların %70 Müslüman %30 kadarı çoğu Hıristiyan olmak üzere azınlıklardan oluştuğunu ve bölgenin sosyal yapısını üç büyük sosyal bütünlük halinde görmek gerektiğini öne sürer.

Hıristiyan Azınlıklar ( Ermeniler, Rumlar, Yahudiler )

1830 yılından itibaren bölgeye yerleşen (Muhacirler, Balkan ve Kafkasya)

Bölgenin yerli (otoktan) halkı bu son boşluğu açarsak; bölgenin yerli halkı manavlardır (yani Türkmenlerdir) demektedir.Kültür, bir toplumun hayat biçimidir. İnsanoğlunun öğrendiği bilgi, sanat, gelenek – görenek ve benzeri yetenek, beceri ve alışkanlıkları içine alan karmaşık bir bütündür.Türk tipinin bulunduğu coğrafi bölgeye göre etkilenen ve karışarak değişik özellik kazanan bir ırk olduğu dile getirilmektedir. Özellikle Marmara Bölgesinde yaşayan kişiler manav olduklarını söylemektedirler. Manav Türkmen kültürünü anlayabilmek için, Manavlar hakkında etnografik bilgilere ihtiyaç vardır. Örneğin keten el dokumacılığı manavlarla bütünleşmiştir. Çiftçi ailesinin boş zamanlarında tarımdan arta kalan günlerde uğraştığı, hem kendi ihtiyacını karşıladığı hem de fazlasını satın para kazandığı veya yöresindeki hammaddeden ve boş duran iş gücünü değerlendirdiği yardımcı bir el sanatı durumundadır. Ekilip dokuma durumuna gelinceye kadar, havuzlama, kurutma, kırma, tarama, yumuşatma, eğirme, ağartma, çözgü hazırlama aşamalarından geçen keten; dokunup çarşaf, yaygı, yorgan yüzü, yastık kılıfı, elbiselik, yolluk, çuval olarak Manavların ihtiyaçlarını görmektedir.Geleneksel giyimin parçaları olan uçkur, önlük, yağlık, çevre keten bezinden yapılır. Şalvar ve sırta giyilen içlik saya mintan, hırka ise zaten ketenden diğer bir adıyla kandıra bezindendir.Manavlar ketenin çöpünü bile ziyan etmez. Bu bir mübalağa değildir. Ketenin çöpünden yatak, minder yapar, keten tohumunun yağını yemeklik olarak kullanır ve kandilinde yakar.Şehre sadece tuz almaya, şeker almaya giderlerdi. Bazen de şeker ihtiyacını yaptıkları pekmezle karşılarlardı. (Dut, elma, pancar, armut ve şeker kamışı pekmezleri )Manavlar, bölgenin tarım ve hayvancılık özelliklerine uyum göstermiştir. Tahıl, keten, kenevir, meyve, sebze tarımı, bağcılık, son zamanlarda fındıkçılıkla uğraşmışlardır. Manavlarda özellikle Kandıra hayvancığının önemi büyüktür. Koyun, keçi, hindi, küçükbaş, sığır, dombay (manda) gibi büyükbaş hayvan yetiştiriciliği yapmaktadır.

Keş, yağ, peynir, yoğurt üretmişlerdir ki Kandıranın yoğurdu meşhurdur, bu üretimin bir kısmı aile içi tüketime tahsis edilmiş, bir kısmı satışa sunulmuştur.Mimari : Manav köylerinde halk mimarisinin ilginç bir örneği ahşap yığma şeklinde olan çandı evler bulunmaktadır. Gerek Selçuklu, gerekse Osmanlı döneminin bu orijinal ahşap örnekleri günümüzde tek tük de olsa ulaşmıştır.Kandıra ve Kandıra’nın hemen yanı başında bulanan Taşköprü çevresinde yöresel adıyla, üç çandı camii kalmıştır. Tatar Ahmet, Karagüllü, ve Hatipler köyü civarıdır.Kandıra, Kaynarca dolaylarındaki Çandı camilerinin çoğunda Orhan Gazi döneminde ait bulunduğu ve bu tür camilerin kesinlikle Akçakoca Bey’in fethettiği yerlerde yapılmış bulunduğu, Orta Asyadan gelen bu mimarinin anısına sadık olan Büyük Kahraman Akçakoca’nın isteğine bağlı olarak bu camilerin yaptırdığı kanısı öne sürülmektedir.Çandı evler geleneksel Türk ailesinin yaşam şekline göre planlanmıştır. Evin tam ortasında ocaklı bir oda bulunmaktadır, Odanın etrafında onu çevreleyen bir dolaşma yer almaktadır. Evin girişindeki hayat denilen geniş alan bu dolaşmayla birbirine açılmaktadır. Evler iki katlı olup alt katta ahır bulunmaktadır. Yaşam mahallinin ahırın üzerinde yer almasının amacı hayvanların ve nefeslerin oluşturduğu sıcaklığın üst katın ısınmasında katkı vermesidir. Aynı zamanda da mal canın yongasıdır. Hayvanlar ailenin gözü önündedir.Çandı yapının en önemli özelliği çapındaki kütükler düzgün yontularak birbiri üzerine binen U kesitli boğazlarla kenetlenmektedir. Boğaz kısmından ağaçlar uzatılarak uçları aynı hizada düzgünce kesilmektedir. Kertilip birbirine geçirilen uzun kütüklerde çivi kullanılmamaktadır. Bu yapılar kültür özelliği olmasının yanı sıra birer sanat eseridir. Kışın sıcak, yazın serindir. Aynı zamanda depreme son derece dayanıklıdır.Görüyoruz ki; Orta Asya’dan Anadolu’ya gelen Türkler manevi kültürlerinin yanında maddi kültürlerini de getirmişlerdir.

 

Manav Mutfağı;Manav mutfağı karbonhidrat ağırlıklıdır diyebiliriz. Buğday başta olmak üzere tahıl maddeleri ana öğedir.Türklerde çok eski ve yaygın bir çeşit olan gözleme manavlarda da vazgeçilmezdir. Yine bu çeşide yakın bazlama ve cızlamayı sayabiliriz. Bazlama biraz kalındır. Ve ekmek işlevi görmektedir. Cızlama ise taşmış ve yumuşak hamurun daha ince pişirilmiş bir versiyonudur.Bu mutfağın en kendine has örneklerini vermek gerekirse, malay (mısır ve buğday unundandır, dartılı veya pekmezli yenir) mancarlı pide (bu genel bir başlıkla söylenirse ıspanaklı pidedir. Ispanakla sınırlanmaz. Pidenin içi gezecek otu, efelik, kaldirik otu, gışırık otu olur ama başlık aynıdır; mancarlı pide)

 

Dartı : Dartı başlı başına konudur. Bir imzadır bu mutfakta. Bekletilen sütün üstündeki kaymak, yoğurdun kaymağı toplanarak kaynatılır. Kaynatma süresi istenen kıvama göre değişmektedir. Çok kaynatılırsa yağı iyice ayrılır, az kaynatılırsa daha krema görünümünde olur. Bir iki maddede yapımını açıklayacağımız bu yiyecek kahvaltılarda baş tacı yemeklere çeşnidir.

 

Keşkek : Çok eski bir yemektir. Oğuz Türkmen boylarının vazgeçilmez yemeğidir. Buğdayın dövülmüşü kaynatılır içine et katılır. Üzerine mutlaka dartı koyulur.

Keşkek aslında düğün ve bayram yemeğidir. Eskiden bayramlarda asla es geçilmezdi.

 

Keş : Eski bir ağartıdır süt ürünüdür. Kesilmiş sütten yapılır. Kendi kendine toplanan süt bir tülbentle süzülür ve kurutulur. Kahvaltılık veya hamur işlerinde iç malzemesi olur.

İçecek olarak komposto ( hoşaf ) ve ayran sayabiliriz. Komposto için tercih edilen meyveler elma, armut, ayva, eriktir. Kurutulur, kurutma işlemi sonrası erik(kak) diğerleri (buruç) kıvamındadır artık..Kışlık hazırlıklarda ise; pekmez, tarhana, salçalar, meyve kuruları ve kendi tuzlu suyunda uzun süre bekletilmiş sert peynirler yapılırdı. Bu kıvamdaki peynirler közde veya tavada kızartılıp tüketilir.Çorbalarda kesin bir un malzemesi hakimiyeti vardır.

Kesme çorbası

Dımbıl çorbası

Umaç Çorbası

Erişte Çorbası

Tarhana Çorbası

Mancar Çorba ve yemekleri

Ana başlıklar halinde söylediğimiz manav mutfağı; her yöre mutfağında olduğu gibi yeniden keşfedilmeyi bekleyen lezzetlerin sahibidir.

Özellikle gözleme, cızlama ve bazlamaç çok özel yemeklerdir. Bugün bile gözleme deyince akla manavlar ve Yörükler gelir. Aynı kültürün insanları.

Sadece Batı Anadolu’da değil, Ege ve Akdeniz bölgesinde de, bu yerleşik veya kısmen Yörük olarak adlandırılan bu insanların en önemli yiyeceklerinin başında gözleme gelir.

Her evde kışlık tarhana, kuskus, buruç (elma, eriği armut vs.) vardır. Yazdan yapılmış peynirleri vardır. Kavurmalar pek çok aile tarafından toprak küplere yazdan basılır.

Pekmez (pancar, şekerkamışı, elma, armut vb. meyvelerden elde edilen tatlı) hemen hemen her evde bulunur. Enerji kaynağıdır. Kışın soğukta özellikle yenir.

Manav mutfağının en önemli yemeklerinden biri de “Malay” yemeğidir. Bazı yörelerde “kaçamak” diye de anılan bu yiyecek, yoğurt ve pekmezle iştahla tüketilir. Mısır malayı veya buğday malayı, her ikisi de bu yerli halkça çok sevilir.Mancarlı pide, manavlarda gözde yiyeceklerdir. Mancar (ıspanak, gazicek, efelik, gışırık, kaldirik, (çiçekli mancar) kabak urgan ucu, pazı vs.) bitkilerin ortak adıdır.Mancarlı olarak yapılan bu un mamulü pideler, dartı, sütçiği, peynir, keş gibi süt ürünleri ile de karıştırılır, desteklenirse mükemmel bir yiyecek ortaya çıkmış olur. Bozkurt Güvenç’in yaklaşımıyla dile getirecek olursak; bir manav ırkı belki yoktur ama görünen o ki bir MANAV kültürü vardır.

Sümeyye Köktürk yazıları http://www.sosyalsiyaset.com/documents/tarakli.htm

AKÇAKOCADA

Kız ve Erkeğin Tanışması :Akçakoca’da mısır bitkisinin fazla ekildiği, fındığı kozalarından ayırma makinelerinin daha ortaya çıkmadığı dönemlerde mısır soyma, fındık ayıklama imeceleri yapılırdı. Bu imecelere kız ve erkekler bir arada katılırlardı. Mısır çapalama, fındık toplama işleri de imece şeklinde yapılırdı. Akçakocalı kız ve erkek gençler birbirlerini bu imecelerde, kasabaya inme sırasında, dereye suya giderken, nişan, düğün gibi eğlencelerde tanırdı.Kız ve erkeğin ortaklaşa güvendikleri bir kadını aracı olarak kabul eder ve sevgi nişanelerini birbirlerine bu aracılar ile gönderildi. Bu günde buna benzer olaylara şahit olunmaktadır. Çoğu kez kız erkeğe, kendi işlediği bir mendili, oğlanda kıza gülyağı, şeker, lokum, küpe, yüzük gibi hediyelerde gönderirdi.

Sevdalık Günleri :Akçakoca gençleri arasında sevdalık günleri çok önemliydi. Sevenlerin arkadaşları vardır. Bu arkadaşlar erkek ise, hep seven erkeğin etrafındadır, arkadaşları için pervane olurlar, hep beraber gezerler. Başkaları seven erkekmiş izlenimi yaratırlar. Örneğin; Sevdiği kız salıncağa binerse, önce aşık olan silahını boşaltır. Bunun anlamı: Bu “Seni başkası severse onu öldürürüm” anlamına bir mesajdır. Ardından aşığın arkadaşları silahlarını boşaltırlar. Bunun da anlamı: “Bir arkadaşımızın arkasındayız” demektir Durum herkes tarafından anlaşılır, kimse kimsenin sahasına girmez. Erkek evlenme arzusunu ailesindeki kadınlara açar. Zaman içinde gelişen olaylar oğlanın anası tarafından babasına iletilir. Günler ve gecelerce ne olup olmayacağı, aileler arasında düşünülüp tartışılır. Sonunda kız tarafının kıramayacağı bir elçi bulunur. Elçi baba ve annenin ağzını arar. Olumlu yanıt alınca kızı istemek için girişimlerde bulunur.Toplum kız isteme konusunda çok duyarlıdır. İstenilen bir kızın verilmemesi ya da söz kesiminden sonra dönülmesi erkek tarafından hakaret kabul edilir. Bu tür olaylar genellikle kan davası gibi olaylara sonuçlanır.

Sıra Gözetme :Ablası bekar olan, evlenme çağındaki erkek bu kuralı bozup evlenebilir. Erkek toplunda kadından önce gelir. Erkek kardeşler arasında da sıra gözetilir. Miras taksiminde kızın payı erkeğe göre yok gibidir. (Bu gelenek Lazlarda daha çoktur.)Son zamanlarda Bölgede kızlar arasında sıra gözetme geleneği vardır. Büyük kız varken küçük kız evlenmesi ayıplandığı gibi baba buna kesinlikle karşı koyar herkes hakkını yavaş yavaş  alma yolunu tutmaya başladı.

Başlık Parası :Akçakoca ve köylerinde başlık parası vermek hemen hemen yok gibidir. Yalnız fakir ailelerde kızına çeyiz yapabilmek için bir miktar para ödenir. Başlık parası verme Laz ve Gürcü ailelerde, Rizeli  toplumlarda daha az uygulanır. Abazalarda başlık parası alınmaktadır.

Kız Kaçırma Olayları : özellikle birbirini seven çiftler kaçarlar. Bu danışıklı düğüştür. Kız kaçırılmadan önce nüfus cüzdanı kaçırılır. Kızın yaşı on sekizden küçük ise kız kaçırılınca erkeğin akrabalarından birinin evinde saklanır. Daha sonra aileler arasında anlaşmaya gidilir. Kaçırılan kızın yanında kıza yakınlığı ile bilinen kızın arkadaşı ile kaçırılır. Bu kıza tasavize denir. Kız emin bir ailenin yanına misafir edilir. Düğün yapılıncaya kadar kız o evde kalır. O evde her akşam eğlence yapılır. Bunun adına taşamhara denir. Kız-erkek anlaşarak kaçmışlarsa iki tarafın aileleri bir müddet birbirleriyle görüşmez. Daha sonra aracılar yardımıyla taraflar barıştırılır. Ancak yıllar süren küskünlükler söz konusudur. Kız kaçırmada kızın rızası yoksa olay kan davasına kadar gidebilir.

Kız İsteme Geleneği :Ön hazırlıklar tamam olunca kız babasının sevdiği birisi erkek tarafı ile birlikte kız istemeye gider. Erkek tarafından ağzı laf yapan biri sözü açar.“Biz Allah’ın emri, Peygamberin kavli ile kızınız ...............’yı oğlumuz ..............’ya istemeğe geldik” der. Baba da;Allah yazdıysa olur. Amma bir düşünelim. Soracak adamlarımız var onlara soralım” der. Bu biraz naz etmek ve kendi akrabalarına paye çıkarmak için söylenmiş bir sözdür. Bir müddet biçilir. Bu arada istiyorlarsa, el altından erkek tarafını cesaretlendirecek haberler iletilir.Bu dönemde, kız ile erkek karşılaştıklarında kaş göz işaretleri ile birbirlerine cesaret verirler. Kız belli bir süre sonra istenir.

Söz Kesme ve Nişan Olayı :Eskiden erkek askere gitmeden nişanlanırdı. Nişanlık süresi, askerlik, para yokluğu ile ilgili olarak 2-3 hafta ile bir yıl arasında değişir. Yerli halk arasında beşik kertmesi kesinlikle yoktur. Göçmen köylerinde beşik kertmesine rastlandığı söylenmekte ise de tespit edemedim.Kız istemede erkek tarafından hediye olarak getirilen “kutu şekeri” ertesi gün iade edilmez açılırsa, kızı erkeğe verildiğine işarettir.Taraflar tarafından söz kesiminden sonra oğlan tarafından akrabaları kızın evine yüzük, kutu şekeri ile elbiseler, çorap ve terlik alıp giderler. Nişanda yüzükler takılır. Bazı köylerde nişanda erkeğin bulunmadığı, akrabası tarafından kızın parmağına yüzük takıldığı söylenmekte ise yerli köylerde böyle bir gelenek bulunmamaktadır.Bir süre sonra kız tarafı, yüzük, bir kat çamaşır, kaynanaya elbise alıp oğlan evine getirirler.

Çeyiz Geleneği
:Çeyiz olarak sandık, yatak, yorgan, yelek, şalvar, bakırdan mutfak eşyası, elde dokunmuş yer hasırı, hasır seccade, ottan duvar yastığı, kanaviçe işler ve örtüler vardır. Çeyizin miktarı ailenin mali durumu ile ilgilidir. Yerli halkta çeyiz eşyası, Doğu Karadeniz kökenli ailelerde olduğu kadar fazla olmakla beraber, kızlar mirasta erkek kadar hakka sahiptir.

Kına Gecesi :Düğün geleneğinin ilk kademesi kına gecesidir.Kına gecesi Çarşamba günü yapılır. Kına gecesi için erkek tarafı beraberlerinde taraftarları ile birlikte yanlarına kına alıp gelin evine gidilir. Dört kız çarşaf veya büyük bir yazmanın altına gelini alırlar. Bir kız gelinin eline tabaktan kına yakar. Elleri temiz beyaz bezlerle yumrukları bağlanır. Bir taraftan da maniler söylenir. Hem gelin ağlar, hem etrafındakiler.
İzzet ve ikramdan sonra erkek tarafı evlerine gelir. Damadın evi önünde büyük bir ateş yakılır. Kız tarafı tavuk istemeğe gelir. Her evden birer tavuk alınır. Ateş yanınca baklavalar getirilir. İkramlar yapılır. Kız tarafı darıltılmadan uğurlanır.Kına gecesi bayramlık elbiselerini giyen genç kızlar çiftetelli, topal oyunu, orta oyunu gibi oyunlar yaşlı bir kadın denetiminde oynanır
: Düğünden bir gün önce gelinin ve yakınlarının eline kına yakılır kına erkek tarafından getirilir kına yakma töreni boyunca maniler söylenir gelin ağlatılır,kına gecesi kızlar çiftetelli ve çeşitli oyunlar oynar.Köy lisanı ile mani ve türküler söylenir.

 

‘’Yukarı köyün çakalları                        Yukarı köyde çakal yok

   Aşağı köyün bakalları                         Aşağı köyde bakal yok

   Damat beyin sakalları                         Güveyin sakalı yok

   Gelin kınan kutlu olsun                       Gelin kınan kutlu olsun

 

   Kına gecen hoş olsun                          Köyümüzden çıkıyorsun

   Evin bereket dolsun                            Bize veda ediyorsun

   Damat bey eşin olsun                         Yeni yuva kuruyorsun

   Gelin yuvan mutlu olsun                    Gelin kınan kutlu olsun’’

Diye maniler söylenir.

Düğün Günü :Düğün genellikle nişandan en az bir yıl sonra yapılır. Bindallı ve benzer gelenekler yoktur. Eskiden gelin renkli ve temiz ipekli elbise damat ise don pantolon üzerine beyaz gömlek ve işlemeli yelek giyerdi. Güvey fakirse beyaz elbise ödünç alınırdı.Eskiden olduğu gibi gelin kayın baba ve yakın akraba arasına giderdi. Gelin evden çıkarken, kız kardeşlerden biri, yoksa akraba kızlardan biri çeyiz sandığı üzerine oturup sandık haracı isterdi. Ayrıca kapıdan çıkarken erkek kardeş, kapı haracı olarak bir miktar para talep eder.Köylerde, genellikle bir öküz arabası süslenirdi. Üstüne halı ve kilimlerle bir örtü yayılır. Araba çan ve zillerle bezenir, köylüler şık giysilerini giymiş, arabanın önündü, ardında, yanında yürüyerek giderlerdi. İkide birde araba durdurulur: Ala ala hay... diye bağırarak düğün evine varılır. Yolda devamlı halaylar çekilir. Kasap oyunu, Kastamonu zeybeği gibi oyunlar oynanır. Gelin alayı, çeşitli yollardan dolaşarak damat evine varırdı.Gelin alınmadan o köylülere veya mahalleliye pilavlık parası verilir. Gelin arabaya binmeden bolluk ve bereketli olsun diye ya damadın babası veya yakını bozuk paralar içinde şekerler, buğdaylar serper, çocuklarda bunları birbiri üzerine yığışarak kapış kapış toplardı.Köyden çıkıncaya kadar çeşitli yollardan dolaşarak damat evine varılır. Gelin arabadan inmez, bahşiş ister. Bir inek ya da tosun getirilir. Kulağı kesilerek işaret verilir. Kapı önünde kurulan bir masada kız tarafı tatlı, şeker, sigara, mermi gibi isteklerde bulunur. Bu istekler karşılanıncaya kadar gelin bekletilir. Bu durum bazen üç dört saat kadar sürer.Gelin eve girerken eğilip eşiği öper. Bolluk getirmesi düşünülerek mısır, buğday, şeker, bozuk para atılır. Akraba ve komşular başlarında birer tepsi baklava alarak erkek evine giderler. Tepsiler üst üste kümelenir.Erkeklerde evin önünde yakılan ateş etrafında oynarlar. Bu oyunlar kadın kıyafetine girmiş köçekler tarafından oynanır. Eğer aile varlıklı ise dört köçek, dört davul, dört zurna ve dört keman bulunur.Diğer köylerden geleneklerde kafileler halinde düğüne katılırlar. Kimileri koç, kimileri koyun getirir. Meydanda ikramlar yapılır.Yenip içilir. Sonunda köylüler misafirlerini evlerine götürürler.Hoca nikahı yapılır, bu adet yaygındır. Hoca nikahı yapılırken gelinin yanında dadı veya bibi (teyze, hala) denilen kadınlar bulunur.Gürcü köylerinde düğün gecesi, güveyin gerdeğe girmesi yasaktır. O akşam kızın akrabası olan kızlar sabaha kadar beklerler. Düğünün ertesi günü gerdeğe girilir. Düğün genellikle üç gün devam eder. Lazlar ve Hemşinlilerde de benzer gelenekler vardır.Diğer köylerde ise hoca nikahı kıyılır. Sonunda güveyi arkadaşlarının kolunda gelinin odasını getirilir. Arkasından yumruklanarak odaya itilir. Damat odaya girer. Hazır bulunan seccadede iki rekat namaz kılıp duasını yapar ve gelinle tanışmaya gider. Damat bu arada gelini konuşturmaya çalışır. Ona hediyeler verip konuşturur. Konuşturulunca da pencereyi açıp iki el silah atar. Bundan sonra herkes dağılıp gider.Gelinle damat, gidip kayınvalidenin elini öperler. Tekrar odalarına giderler. Orada baklava yerler. Bazense baklava kesmelerinin yarısını yiyip bırakırlar. Ertesi gün bunları evlenmemiş erkek ve kızlar yer. Darısı sizin başınıza gibi bir gelenektir bu. Ertesi gün sabah, köçekler, davetliler düğün evinin önüne gelirler. Oyunlar oynanır. Damat elinde bir tepsi baklava ile herkese birer kesme baklava sunar. Sonra da herkes dağılıp gider. Ev kadınlarla dolar. Duvak günü damat sağdıçla gider. Gelinle sabahtan ikindiye dek oyunlar oynanır, şarkılar söylenir ve derken düğün biter

Duvak :Güvey gecesi sabah gelini eğlendirmek için eğlence düzenlenir. Gelin oynar ve etrafa para atar.Bekar kızlar gelinin duvağından teller koparırlar. Duvaktan sonra erkek ve kız evlerinde yemekli davetler yapılır.

Düğün Davetleri :Bütün akraba ve hısımlar gelin ile damadı davet ederler. Bunlar taşıma davetleridir. Her gidilen eve gelinin yaptığı bir el işi işleme götürülür. Onlarda onlara çeşitli hediyeler verirler.

Doğum Olayı .Genellikle ilk çocuğun erkek olması istenir. Çocuklar genellikle beşikte büyütülür. Çocuğun adı üç gün içinde yaşlı bir erkek veya hoca tarafından üç defa kulağına okunarak konulur. İsimden sonra ezan okunur. Komşular ve akraba loğusaya evvela geçmiş olsun derler sonrada hediyeler getirirler. Doğumun kırkıncı günü çocuk ve loğusa yıkanır. Buna çocuk kırklandı denilir.

Diş Çıkarma :Küçük çocukların diş çıkarmaları aile için ayrı bir sorun olur. Ailenin bireyleri yeni çıkan dişi görmeyi uğur sayarlar. Onun içinde sık sık çocuk güldürülür, ağzına bakılır. Hatta bazıları ekmek kabuğunu gevlettirmek suretiyle dişin çabuk çıkmasının sağlarlar. Bazıları da parmağını rakıya batırarak çocuğun diş etlerini oğalar. Çocuk bundan çok hoşlanır.Dişin çıktığını gören kişi mutlaka diş çıkaran çocuğa ya elbise alır ya entarilik alsınlar diye anne babasına para verir.

Sünnet Olayı :Akçakoca bölgesinde kirvelik olayına rastlanmaz. Eskiden gezginci sünnetçilerin gelmesiyle hiçbir hazırlık yapılmaksızın çocuklar sünnet edilirdi. Günümüzde eğlenceler düzenlemektedir. Sünnetçiye, bazen para almadığı için sabun, havlu gibi şeyler verilirdi.

Dini Bayramlar :Dini bayramların Akçakoca örf ve adetleri içinde çok büyük yeri vardır. Üç aylar girince Recep, Şaban ve Ramazan gelinceye kadar bazı kimseler ramazana alışmak için ayda bir belli oruçlar tutar, kutsal geceler, cumalar yavaş yavaş ayrı bir kalabalık olmaya ve cemaat artmaya başlar.Ramazana hazırlık olmak üzere, makarnalar kesilir, erişteler yapılır. Yufkalar açılır, kuskuslar hazırlanır. Mevsime göre çeşit çeşit reçeller, hoşaflar ve şuruplar hazırlanır.
Hele bayram gecesi yeni esvaplar giyilir, Provalar biter. Küçükler giyeceklerini başlarının altına koyar. Ayakkabılarını yatağın içine yerleştirir. Herkes banyosunu yapıp yatar. Küçük erkek çocuklar sabahleyin sabah namazına herkesle birlikte camiye gider. Namazdan sonra vaiz dinlerler. Bayram namazı kılınır. Hoca dikilir, en yaşlı adam hoca ile bayramlaşır, ondan sonraki hoca ile yaşlı bayramlaşır ve yerini alır. Böylece sıralanır. Cemaatin en yaşlısı ile en genci bayramlaşıncaya kadar sürer. Sonra birlikte hoca dua eder.
“Bu bayrama eriştiren Allah’a senalar ve amin” denilip çıkılır. Yolda görülenlerle bayramlaşırlar. Mezarlıklara gidilir. Ölülere dua edilir. Hastalar ziyaret edilir.”
Her köyün ramazanında davulcular bahşiş toplar. Birinin elinde bir sırık, birini elinde bir sepet. Davulcu davulu çala çala her evin önünde maniler söyler. Bahşiş; havlu, mendil, yazma sırığa bağlanır. Baklavalar, el altıda tepsi bulunan sepete konur. Paralarda davulcunun cebine konur.

Bayramlar :Yerli köylerde bayram sözcüğü eğlence anlamına gelir. Bayram olacağı gece, bayramı bilen köydeki misafirler, bayramın olacağı köye yakın eş dost ve akrabalar ile birlikte giderler. O akşam onlara misafir olurlar. Kadın ve kızlar yemekten sonra daha geniş evlerde, erkekler ya kahvede ya da başka bir evde toplanırlar. Erkekler orta oyunları yaparlar. Mutaassıp olmayan yerlerde içkide içilir. Gramofon çalınır ve Cide kemençesi ve tepsi çalarak oyunlar oynanır. Genellikle oyunlar iki kişilik eşler halinde yapılır. En revaçta olan oyunlar topal oyunudur. Bu oyun Akçakoca’ya özgü bir oyundur

Eğlenceler
 :Eskiden patoz makineleri yokken, fındık harmanda kurutulur, sabahları tırmıklar vurulur, sonrada altından tanesi alınırdı. Kalan fındıklarda kabuklarından ellenmek suretiyle bulunup ayrılırdı. Köylerde bu işler imece halinde yapılırdı. Kabuk ayırma işi erken bitimi, orası düğün evine döner, oyunlar şarkılar, gülme, eğlence, yeme içme başlardı. Kızlar erkekleri, erkekler kızları burada seçerdi. Çalışkan mı? Tembel mi? Dili tatlı mı? Nobran mı? Şaka kaldırır mı? Yoksa içine kapanıp arpacı kumrusu gibi düşünür mü? Yapıcımı yıkıcı mı? Hepsi burada denenirdi. Bu eğlencelerde maniler söylenirdi. Atmaca tabir edilen karşılıklı mani atmaları da yapılırdı.

KÖYDE

FOLKLÖR : Köye has topal oyunu vardır ,köyün kendine has folklor ekibi yoktur,Karadeniz folkloru hakimdir,Davul,Zurna,Saz,karşılıklı zille oynanan oyunda çalınan zil dir.Ayrıca köçek oyunu,gemici çardak oyunu vardır Halay, Sallama Karşılıklı Zille oynama Köçek,Davullu gemici çardak oyunudur,. Bar,Halay,Horon,Sallama,Karşılıklı zille oynama,Hura,ve karşılama,Köçek oyunları da oynanır.Şuanda kendi folklor kültürü kaybolmuştur.Karadeniz folkloru kültürü hakimdir.Eski ananeleri yozlaşmıştır.

DAVUL  : Davul savaş sırası,sonrası,askere giderken,törenlerde,ramazanlarda,güreş yapılırken çalınır.Davulun eski adı Tavuldur,Çağatay Türkleri tarafından yapılmıştır,bir haber aracıdır

ZURNA: Davul ve zembeleklerle çalınır ağaç maden, boynuzdan yapılır ,7 üstte 5 altta deliği vardır,Avrupa’ya Türkler tarafından götürülmüştür,Oğuz Türkleri Anadolu’ya getirmiştir,kemençe ve davula eşlik eder,4000 yıldan beri devam eden bir enstrümandır.Davul,Kaval,Zurna,göçer enstrümandır,köyde son zamanlarda bunların yerini taverna müziği almıştır org ile çalınan müzik aletidir eski neşe eski düğünler artık tarihe gömülmüştür,evlerde yapılan düğünler artık düğün salonlarına taşmıştır

KAVAL: Orta asyadan gelmiştir Balasau Türkleri icat etmiştir,Çağatay Turan Türkleri haval derdi Karadeniz’e bunlar getirmiştir ,bir göçebe çalgısıdır Of,Tokat,kavalı meşhurdur.

 

 

ÇOCUK OYUNLARI

 

Çelik çomak,binmeli eşek,esir oyunu,körebe,köşe kapmaca,birdirbir,seksek,yakan topu,lunç,domino devirme

KIYAFETLER

Köyde 25-30 yıl öncesine göre  kıyafette önemli değişmeler olmuştur.Erkekler tamamen şehir kıyafetini benimsemişlerdir. Erkeklerde gündelik kıyafetlerden başka önemli günlerde, törenlerde giyilen ve içine beyaz eşarp bağlanan lacivert takım elbise en beğenilen giyim eşyasıdır. Ancak yaşlı erkeklerden bazıları köy içinde geleneksel kıyafetle ilgili olarak paçaları dar pantolon, üzerine gömlek ve yeleği giymeye devam etmektedirler. Kösele kunduranın yanında lastik ayakkabı, plastik ayakkabı, özellikle çocuklarda  çok görülmektedir. Erkeklerde pijama, şapka, şemsiye kullanılan giyim eşyaları arasındadır. Burada dikkati çeken husus pijamanın yatak kıyafeti olmaktan başka, bazen iş kıyafeti olarak kullanılması suretiyle ikinci bir iş görmüş olmasıdır.

Kadın giyimi erkeklere oranla daha az değişmiştir.Eskiden kadınlar evlerde basit tezgahlarda keten ve kendirden giysiler dokurdu. Bugün ise köylüler malzemesi köy dışından sağlanan koyu renkli şalvar ve üzerine bluz giymekte, başlarına lacivert örtü (örtme)  örtmektedirler. Kadın giyiminde dış görünüş bakımından erkeğe nazaran değişme daha azdır. Evde elbisesi ile dolanan bazen başını örtmeyen kadın, sokağa çıkınca elbisesinin üzerine şalvar giymekte ve başını örtmektedir.Genç kadınlar arasında elbise giyenler, başlarını örtmeyenler az da olsa bulunmaktadır..Köyde gündelik kıyafette olduğu gibi gelin ve güvey kıyafatide tamamen şehirleşmiştir. Ancak köyde giyilenler, kasabadan ucuz sağlanan ve nispeten eski model olan giysilerdir.Kadın ve çocukların kısmen evde hazırlanan giysilerinin kumaşları dışarıdan satın alınmaktadır.

 ŞALVAR             : eninde üç boy kumaştan çıkar daha ziyade eflatun pembe,yaşlılar koyu renkleri tercih ederler,genellikle çimen yeşili,zeytin yeşili tercih edilir,şalvarın içine şalvar ( havsa) dikilir pamuklu veya şile bezinden dikilir

MİNTAN              : Şalvarın üstüne giyilir mintan ve şalvar işlemelidir,kadife kutnu,janjanlı ve yollu kumaşlardan dikilir

YELEK                : Şalvar üzerine kolsuz fakat işlemeli yelek giyilir,içine bezden buluz giyilir.

ÖRTÜLER           :Kare şeklinde üzeri baskı tekniği ile işlenmiştir,çiçek desenlidir

YAZMA               : Oyalar işlenir dikdörtgendir

ÇORAPLAR       : Yün çoraplar giyilir kadın çoraplar motif işlemelidir

AYAKKABILAR : Rugan ayakkabı giyilir,çarıkta giyilir,genellikle lastik ayakkabılar tercih edilir

ERKEKLERSE : Yelek ve zıpka giyerler,Kafkas kökenliler düğün törenlerde kalpak dik yakalı siyah satenden yapılmış diz boyu elbise ve yumuşak deriden çizme giyilir.Elbisenin üzerine dışardan fişeklik,kama,kemer gibi ayrıntılar vardır,kadınlar ise simli motiflerle süslenmiş kadife elbiseler giyerler bunları Aktaş,Edilli,Uğurlu,Yenice,Göktepe,Kirazlı,Hemşin köyleri giyerler

 

HIDIRELLEZ

6 Mayıs günü kutlanır,köyün piknik alanlarında,salıncaklar kurulur,yemekler pişirilir,ip atlanır,salıncaklarda sallanılır,birçok oyunlar oynanır,kızlar erkeklere,erkekler kızlara bakarlar orada birbirini beğenirler,arkadaşlıklar kurarlar,balık tutmalar olur,erkeğin beğendiği kız eğer salıncağa biner sallanır ise erkek hemen silahını çıkartarak iki el ateş eder ona onu beğendiğini gösterir,hıdrellezin en iyi yemeği helvadır.Her Hıdırellez de mevlit okunur yemekler yenir komşu köyler davet edilir halk bütünleşir,çeşitli eğlenceler düzenlenir Bu törenleri anlatmadan önce pilavlık parası üzerinde duralım. Daha öncede belirttiğimiz gibi köyden başka bir köye gelin giden kızlardan pirinç parası alınır. Bu para hemen harcanmaz biriktirilir. Pirinç parasının anlamı şudur. Köy gençleri bu kızı o zamana kadar o şekilde korumuşlardır ki, kızın namusuna halel getirmemişledir. Pirinç parası bunun mükafatı bir bahşiş sayılır. Alınan pirinç paralar yedi emin olarak köylünün saygı duyduğu birine telim ederler. Köyden ne kadar çok kız gelin giderse parada o kadar çoğalır. Hıdrellezde bu para ile bir koç satın alınır. Pirinç alınır, un yağ alınır. Kesilen koçun etinden ya etli pilav yapılır, helva kavrulur, ballanır. Öğleyin gençler toplanır ve bu pilav yenir. En sonunda da helva yenilir. Hıdrellez bayramının ayrı bir güzelliği vardır. İp salıncaklar, zincirli salıncaklar, büyük ağaçlara bağlanır. Kızlar ayrı yerde, erkekler ayrı yerde sallanırlar. Ama bazen kızlar erkekleri, bazen da erkekler kızları seyretmeye giderler. Eğer beğendiği bir kız salıncak biniyorsa orada çıkarır silahını bir şarjör boşaltır. Bu olaya kimse ses çıkarmaz. Böylece kimin beğenilip beğenilmediği bu Hıdırellez bayramı vesilesi ile belli olur. Bazı köylerde güreşler tutulur. Bazı köylerde derelerde balık tutulur eğlenilir.Akçakoca köylerinde hemen hemen hepsinde geleneksel olarak her yıl kutlanır köydeki küskünler barıştırılır geleneksel oyunlar spor etkinlikleri,folklorik oyunlar ve bunun gibi,Akçakoca’daki mülki amirlerde davet edilerek etkinlikler yapılır herkes baharı böyle karşılar

 

EVLERİ

Evler genellikle bahçe içinde olur.Avlu,avlu ağla çevrilidir çünkü meyve sebze Bahçeleri vardır,Kurukavak,Karatavuk evler arası 4-5 km’dir,okul ve cami yanlarında evler yapılmıştır,az dağınık meskenlerde cepheleri sokak tarafına doğrudur Arabacı köyü gibi,Mısır ziraatı çok olduğu için her evin yanında hemen hemen 1’şer adet serender yapı vardır,ahırlar evlere uzaktadır,ahır ile samanlık yan yanadır

 

SPOR

Köyde spora ilgi olmasına rağmen bir süre önce açılan federe kulüp kısa bir süre sonra kapatıldı,bir tek futbola ilgi vardır başka hiç spor branşı yapılmamaktadır.1989 yılında Kadir Ateşli ve Ahmet Köroğlu tarafından forma rengi bordo lacivert olarak Bolu amatör futbol ligine katılır,daha sonra forma rengi kırmızı lacivert olarak değiştirilir. 2 defa 2ci amatörden 1ci amatöre çıkmıştır başka başarısı yoktur,daha sonraki yıllarda Mustafa Acar bu kulübü  yıllarca yalnız başına yürütmüştür ,kulüp 2006 yılından itibaren liglere iştirak edememiş tır maddi imkansızlıklar nedeni ile kulüp şuan faal değildir.Akçakocaspor a profösyönel futbolcu vermiştir Adil Acar burada halen futbol yaşantısını başarıyla temsil etmektedir. Köyde eskiden çok manda güreşleri düzenlenirdi fakat manda hayvanların yok olması ile bu yarışlarda yok olmuştur,ayrıca son yıllara kadar yapılan horoz güreşleri çok ilgi çekmekte idi fakat buda son günlerde yapılmamaktadır,köyde gayri resmi olarak Akçakocada düzenlenen valeybol turnuvalara iştirak etmiştir,köyde spora ilgi fazladır.Çok eskiden manda öküzleri dövüştürülürdü şimdilerde manda öküzü yok olduğu için buda kalkmıştır

 

 

YEMEKLER

 

EKMEKLER       :            Yufka ekmeği,Bazlama,Gözleme,Cızlama,Mısır ekmeği,Buğday ekmeği

ÇORBALAR                   : Tarhana,Mercimek,Un,Çılbır,Kızılcık çorbasıdır

HAMUR İŞLERİ            : Mantı,Börekler,Erişte,Kuskus,Kaşık makarna,Mancarlı pide

ET YEMEKLERİ           : Kara dolma, Korçan,Sebze dolmaları,Kebaplar,Lahana sarma

TATLILAR                     : Melen güççeği,,Güllaç,Sütlaç

ÇEŞİTLİ YEMEKLER : Kaygana,Soğanlı yumurta,Sebze yemekleri,Zeytin yağlılar,Mamursa,Kaldırık,Mantar yemekleri,Tirit,Malay,Hoşmanım,Mancarlı fırında pide,keşkek,hamurlu kıymalı kulak denilen bir çeşit mantı.Tava gözlemesi cevizli çörek Malay

 

ALTYAPI BİLGİLERİ

Köy taşımalı eğitim sisteminden faydalanmaktadır,içme suyu,kanalizasyonu,ptt acentesi,elektrik,sabit telefonu,vardır,sağlık ocağı sağlık evi vardır ama mobil sistemden faydalanmaktadır,köy ulaşım yolu asfalttır.1 Değirmen,1 camii vardır,12 mt karige boru döşenmiştir,2 km lik yol tekrar asfaltlandı16500 m² kilitli parke döşenmiştir bir adette çocuk oyun parkı yapılmıştır. Fiskobirlik üye sayısı : 152 dir .1935 de- 285,1965 Yılında nüfusu 556, 1997 767,2000 de -633 dır yerli eski köydür Köyde eğitim düzeyi üst seviyededir1871  Birinci arazi yoklama,1922 Bolu salnamesinde kaydı vardır, yerli ,dağınık köy statüsündedir.

2.200 tarla alanı,2.700 fındık alanı,6.050 dönüm ormanlık alanı vardır,sebzecilik son zamanlarda artmıştır,hayvancılık % 5.3 tür,ormancılık had safhada idi halen orman işletme şefliğine ait orman işlerinde çalışılmaktadır.1450-1750 yılları arasında deniz kenarında gemi yapımı yapılıyordu,ayrıca Zonguldak a maden direği buradan sevki yapılıyordu,ilk ilkokul 1949 yılında açılmıştır

 

18.19. YÜZYILDA TEMETTUT DEFTERİNDEKİ DURUMU

Köyün ilk imamı 1648 yılında Durmuş efendidir,daha sonra 1718 yılında Ali 1724 yılında Mehmet adlı kişi imamlık yapmıştır,1324 yılında yapılan cami imamı belirlenmemiştir.18. yüzyılda Çayağzı’nda 64 hane 375 nüfus vardı Osmanoğlu Ali bin Mehmet köyde yetimmiş,Akaya divanında Kabaşoğlu Mehmet bin İbrahim,Deli Ahmet oğlu Osman bin Ali,Bartınlı İbrahim bin Osmanoğlu Şakir,Arabacıoğlu Hamza bin Ali,Kethüdaoğlu Ali bin Mustafa,Pekmezcioğlu İbrahim Bin Ali bunlar 18. yüzyılda bahriyeli olarak askerlik yapmışlardır.Hacıoğlu Ahmet bin Mustafa,Mehmetoğlu Ali köyün en varlıklı aileleri imişler.Tarla sayısı 22 dir,18 adet kestane koruluğu vardır156 arı kovanı,18 sağman manda 38 manda öküzü,2 dişi malak,28 kara sığır öküzü 3 dana 5 dişi buzağı,8 erkek buzağı 1 bargir 1 tay vardır.Köyde 37 adet meslek gurubu vardı 2 adet değirmenci vardı,Hacıoğlu Ahmet bi Ali Abdioğlu bin Mehmet tir.7 asker 1 imam, 1 hızarcı,22 keresteci,vardı,köyde buğday,48 kg arpa,34 kg mısır elde edilirmiş.Bu 3 köy divan olduğu için oluşumlar bu köylere aittir.

 

KURTULUŞ SAVAŞINA KATILANLAR

 

GAZİLER  : Abdullah Alkan –Mehmet 1319 H. .

BASO MUSTAFA ÇETESİNDE BULUNANLAR : Köroğlu Mustafa,Rasim Ateşli

 

KÖYE GELEN İLK SÜLALELER

 

AVCI                                 YERLİ

HOŞLUAY                       YERLİ

ABLAK                            YERLİ

ÜNLÜ                               YERLİ

BAYRAMOĞLU              YERLİ                          ( SEYHAN)

YOĞUTÇUOĞULLARI  YERLİ                           (ATEŞLİ)

SARIALİOĞLU               YERLİ                           (KIVRAK)

BOSTANCIOĞLU           YERLİ                           ( ÇENGEL)

PARMAKSIZLAR           YERLİ                           (AKMAN)

DAVUTOĞLU ŞEMSİ                                           (BULDU)

BALBALLAR                 YERLİ

SEVİMLER                     YERLİ                             ( ATEŞLİ)

ACAT                              YERLİ                              ( ACAT)                                          KERİMAĞALAR           ALAPLI                           ( ACAR)

DURSUNBEYLER        ALAPLI                            ( AKÇİL)

KÖROĞLU OĞULLARI         ( Erzurum – Alaplı) (  KÖROĞLU)

KARAOSMANOĞULLARI                                     ( ALKAN)

DERVİŞOĞLU                        YERLİ

HASAN VE YUNUS ŞEN      DÜZCE                     DÜVERDÜZÜ

BAŞLI                                      ZONGULDAK         ALAPLI

ÇAYLAK                                 ZONGULDAK         ALAPLI

ÇETİN                                      DÜZCE                     AKÇAKOCA     ALTUNÇAY   YERLİ

KESKİN                                   ZONGULDAK         ALAPLI

1877 Yılında Balkan harbinden Balkan muhacirleri gelirler bunlar Alkanlardır,Alaplı’dan Rıza çavuşlar Köroğlularıdır,Deli Ahmetler Düzce Nasurlu köyünden göç gelirler.Köyde yerli sülale çoğunluktadır

NOT: Mustafa Acar ve muhtar Rıdvan Acat arkadaşlarıma teşekkür ederim, ayrıca değerli büyüyüm emekli paşam Durmuş Kıvrak ağabeyımede yardımlarından dolayı teşekkürler ederim

Kaynak

Coğrafi bölgesi    : İbrahimTuzcu

Köy ismi              : Kenan Okan,Rıdvan Acat,Durmuş Kıvrak,Akç.Kaym.Sitesi,Derl.İbrahim Tuzcu

Tarihi yerler         : Kenan Okan,Şükrü Dönmez,Rıdvan Acat,Durmuş Kıvrak,Derl.İbrahim Tuzcu

Coğrafi Durumu  : Kenan Okan,Mustafa Kocadon,Şükrü Dönmez, Durmuş Kıvrak,Derl.İbrahim Tuzcu

Camii ve Mez      : Rıdvan Acat,Durmuş Kıvrak,Kenan Okan,Derl.İbrahim Tuzcu

Turizmi               : Kenan Okan,Şükrü Dönmez,Mustafa Kocadon,Akç.Kaym.Sitesi,Rıdvan Acat,D.Kıvrak,Vikipedi özgür ans. Derl. İbrahim Tuzcu

Ekonomi              ; Mustafa Kocadon,Kenan Okan,Durmuş Kıvrak,Rıdvan Acat,İlçe Tarım Md,Akç.Kaym.Sitesi,Vikipedi özgür ans,Derl.İbrahim Tuzcu

Kültür                  : Vedia Emiroğlu,Sümeyye Köktürk,Durmuş Kıvrak,Rıdvan Acat,H.İ.Yavuz,Köykent hb sitesi,Akç.Kaym .Sitesi,Kandıralılar dernğ.Görsel yay.s 4.Derl İbrahim Tuzcu

Spor                     : Mustafa Acar,İbrahim Tuzcu

K.Alt yapısı         : Mustafa Kocadon,Durmuş Kıvrak,Rıdvan Acat,A.K.Sitesi,Kenan Okan,Derl. İbrahim Tuzcu

İstiklal savaşı      :  Şükrü Dönmez,Geltog sitesi

Temettuat            : Dr. Zeynel Özlü

Sülaleler              : Durmuş Kıvrak,Rıdvan Acat,Hüsamettin Kaya,Derl.İbrahim Tuzcu

 

 

 

ÇİÇEKPINAR

 

 

COĞRAFİ BÖLGESİ   : Karadeniz bölgesi

İLİ                                   : Düzce

İLÇESİ                            : Akçakoca

KAYMAKAMI              : Mehmet Ünal

B. BAŞKANI                  : Fikret Albayrak

KÖY MUTARI              : Recep  Mutioğlu

TELEFONU                   : 05325561837    EV-     0380 6242700

POST KODU                 : 81650

NÜFUSU                        : 106 Hane,277 Nüfusu vardır

ESKİ MUHTARLARI : 2009 de-Recep Mutioğlu,2004 –Yaşar Mutioğlu,1999-Yaşar Mutioğlu,1994- Yaşar Mutioğlu,1989- Yaşar Mutioğlu,1984- Yaşar Mutioğlu

 

COĞRAFİ DURUMU: Düzce ye ,Akçakoca ya uzaklıktadır, Rakım 75 ,komşu köyleri Tepeköy,Dadalı,Fakıllı,Deredibi,Doğancılardır 4293 Dekar fındıklık 167 Dekar ormanlık alanı vardır,denizden 85 mt yüksektedir,en yüksek yeri 130 mt dir

 

TARİHİ

İberya yurdu doğuda Albania(Azerbaycan) batıda Kolkhida ile sınırlıdır burada yaşayan halk iber halkı Anadolu’dan göç eden Kafkas halkıdır,aralıksız saldırıya uğrayan İberya toprakları, kısmen yok olan İberlerin yerine Gürcüler buralarda görülür.Bugünkü gürcüler melezdir,gürcü soyunu gösteren toplum adı yoktur.Gürcüler kendilerine kartelive, kartveli derler,gürcülerin anayurdu kardu dur.Gürcü boyları:Kartvel-Kakheti-Somakheti-İngilop-Tuşi-Pşawa,-Khavsar-Guryalı–Acara-Margel dir. Acara--,A-(Ünlü)Tja--(Açma)--Ra(Yeri) Anlamına gelen bir kelimedir,memleketlerinde açmacıdırlar.Mergrel:Me (Sahil) Gel (Halk) Anlamına gelen bir kelimedir,gürcü boyların fizikçe en güzelleri megrellerdir.  Gürcistan m.ö.Roma hakimiyetine girince 330 yılında Hiristiyanlığı kabul etti,m.s.647 yılından sonra Halife Ömer zamanında buralar zapt edilince çoğu müslüman olurlar,olmak istemeyenler Abhazya nın Magrelia bölgesine dağlık bölgeye göç ederler,Gürcüler,İber yalılar,Kafkaslar birleşir 1089-1125 yılında,Gürcistan kraliçe zamanında en parlak devrini yaşar,1220 yılında Moğol istilasına uğrar,1314-1346 yılında tekrar bağımsız lığını kazandıysa bile 1386-1403 yılında Timur’un akınlarıyla tekrar parçalanır,1443 te küçük Perslikler oluştururlar,1510 yılında Türkler İmeritayı istila ederler,Şah İsmail’de Karta binayı ele geçirir 1722 de Safafi hanedanı çöküşüyle Gürcistan  tekrar Osmanlı hakimiyetine geçer Pers kralı Osmanlılardan burayı geri alır,Kartaaliyayı Bagratlının Kakia ailesinden ateymuraza verdi,1744-1762 yılında Erekle,2,Katlia,Kahetıya Krallıkları birleşerek,1752-1874 yılında Osmanlıların daha önceleri  zapt ettikleri Artvin hariç diğer yerler Gürcistan’a geçti,1810 yılında kendi isteğiyle Rus hakimiyetine geçer,daha sonra bağımsızlığını ilan eder,1877 Yılında Osmanlı Rus harbi sonrası Acar ya ,Zunduga köyünden Vaşnize( İhtiyaroğlu)  ailesi Kocaman ailesi önce Adapazarı’na ,sıtma hastalığı nedeni  Akçakoca ya gelerek daha önceleri devlet orman arazisi olan Doğaniçi  ( Akkaz korsanları tarafından yok edildi) köyüne gelerek bugünkü Acara köyünü kurarlar. Bu aile 4 oğlu ve kızları kocaları olmak üzere 5 hane olurlar ,Damatları Acar yanın Mahunset köyünden Ahıska(Oğuz) Ailesindendirler Ayrıca yalnızca Batumlu olan Gürcüler 1877 yılında Ordu Fatsa’ya ordanda araba yolu ile Güney( Akkaz korsanlar tarafından yok edildi)  köyüne gelir yerleşirler,buraya ilk gelen Batum lu Hasan Ağa kendi adını verdiği köyü kurar buraya Hasancılar denir .Köye daha sonra gelen aileler olur. Şipir( Çabuk yürüyen demek) köyü böylece çoğalarak kalabalık laşır Akçakoca’daki Gürcüler Acara dili konuşur.Bu köyde Gürcü lerden başka kimse yoktur karışık köy değildir

 

KÖYÜN İSMİ NERDEN GELİYOR

Halen Akçakoca-Düzce karayolun Dadalı sapağından sağ taraftaki yol,ve bu yolun güney tarafındaki kısım Çiçek pınara bu yolun kuzey tarafı Dadalı köyüne aittir.Eskiden Güney,Doğaniçi olan köy Batum göçmenleri tarafından Şipir ( Töngeldere)olarak kurulur.Hızar deresi ve Kara dere buradan geçiyor suyu pırıl pırıldır,ıhlamur ağacının da çevrede çok olması dikkati çekmiş ve daha sonra bu köye Çiçek pınar ismi verilmiştir. 1870 yılında 4 aile gelir,1870 yılı öncesi bu köyde Dadalı köyünden olanlar vardır,Dadalılar tekrar Dadalı köyüne geri dönerler, bunlar Şipiloğulları dır. Köye ilk Şerif ağa, Osman Varıcıoğuları Hocalar,Melikoğlu ları gelir,Şerif ağa ilk muhtardır.Daha sonra buraya Borçka Maradit Karşı köyden çerkezoğlu Mehmet ve Ali Şahinkaya  memleketten tam 6 ayda yaya Düzce ye gelirler burada Akçakocada Gürcülerin olduğunu duyarlar ve buraya gelirler,burada akrabalarını göremezler Sapanca’da olduğunu duyarlar Malikoğlu M.Ali bunlara orası uzak gıdemessiniz der buraya yerleşin der ve kız kardeşini Mehmet Şahinkaya’ya verir ve böylece buraya yerleşirler,Sapanca’daki Şahinkayalarla Akçakoca’daki Şahinkayalar akrabadır halende gidip gelme yapılmaktadırlar .Daha sonra Hasan ağa gelir ve kendi mahallesini kurar köyde 3 mahalle vardır Acara,Hasancılar,Şipir bunlar birleştirilerek Çiçekpınar olur .Hasancılara sonradan Beyören köyünden gelen yerli Arslan sülalesi bu mahalleye yerleşirler bahçelerine ufak serender şeklinde evler yaparlar Gürcüler arazilerimizi elimizden almasınlar diye,Gürcüler bunlara dokunmazlar ve bu serenderleri daha sonra ev şekline dönüştürüp yaşamlarını hala burada idame ettirmektedirler.Hirareoğluları(Muti,mutlu,Mutioğlu) bunlar 3 amca gelirler,Sümer aileleri ile akrabadır.Ahmet Süner köyün kurulmasında büyük rol oynamıştır.Bu köyde ki sülaleler hep birbirine akrabadır kız alışverişlerini kendi aralarında yapmışlardır.1878 yılında Batum limanında Türkiyeye gelmek istiyen göçmenler vardır ,Yavuz gemisi bu göçmenleri alır sırasıyla Giresun,Ordu,Samsun,Sinop,Akçakoca limanlarına bu göçmenleri bıraka bıraka İstanbula varır.

TARİHİ YERLER

Hasancılar bölgesinde Beyören Yörükleri oturmakta idi hastalıktan ötürü burayı terk edince  buraya Goncalar,Arslan lar yerleşirler,burada daha önce Osmanlı zamanında Ermeniler vardı,bunlar  daha sonra kıl suyuna giderler,bu Hıristiyanlardan kalan mezar kalıntıları demir ve hurda lara rastlanmıştır.tarihi yönden zayıf köydür.Ayrıca Tekke mevkiinde ismini tespit edemediğimiz bir yatır vardır buraya yağmur duasına halende gidilmektedir ,fakat burası şimdilerde munkariz olmuş ormanlık içinde kalmıştır bakımı yapılmamıştır buranın koruma altına alınması lazımdır

 

AKARSU VE DERELERİ

Hızar deresi,Kara deresi bu dereler Deredibi deresi ile birleşerek Çuhalıyla deniz kıyısına dökülür .Su altı seviyeleri çok değişkendir,pınar ve kuyu suları faydalıdır ancak çok kireçlidir,serttir,koli mikrobu bakımından zengindir içilmesi mahsurludur ,sıcak su ve göl yoktur

 

DAĞLARI VE TEPELERİ

İncirlik sırtları eteğinde  kurulmuştur,Haciz tepesi (960) mt dir

 

İKLİMİ:

En fazla yağış Eylül-Kasım-Aralık-Ocakta olur,kar Aralık ve Ocak ayında yağar ama uzun sürmez,Mayıs-Haziranda Karayel,Temmuz-Ağustos-Eylül ayında Poyraz eser,kış aylarında lodos eser,Temmuz- Ağustos-Eylülde güneş kendini daha iyi gösterir,Aralık,Mart ayları arası en düşük sıcaklık olur ılımaman Karadeniz iklimine sahiptir.

 

JEOLOJİK DURUMU

 

 Eosen-Folişi,Muminitli Kalker mevcuttur.Dere ve vadi tabanları alüvyon,yamaçların büyük bir bölümü silis formasyonu,tepelerin üst kısmı da 3.derecede kumlu,çakıllı tabakalar halindedir.Depreme dayanaklı 3.bölgedir.Dağlar denize paralel uzanır.Paleozoik devre ve tersier arazilerde ibarettir.Eosen Folişi- Muminitli kalker toprağa sahiptir Karstik kaynaklara da sahiptir Jeolog Dr.Ervin Lan,Mühendis Zeki Erişir.

 

BİTKİ ÖRTÜSÜ

Akçakoca’da orman alanı 20477.77 hektardır.Çoğu bozuk orman alanıdır % 43 kayın % 0.8 gürgen %0.1 kestane % 6 meşe % 1 kavak % 0.25 ıhlamur % o.4 çınar bulunur,gerisi fındıklıktır.Maki bitki örtüsüne sahiptir,iklimin mutedil yağışlı olması bitki örtüsünün gür olmasını doğurmuştur.

TOPRAK YAPISI

Topraklar kırmızı kahverengidir.Toprak asitli,kireci azdır,topraklar erozyona maruzdur.Potas ve fosfor bakımından fakirdir,tuz oranı normaldir.Saha umumi olarak pedojenez bakımından genulik safhasındadır.Toprak killi ve tınlı kıvrıntılı karakterdedir

 

TURİZİMİ

 

Köyde köydes yardımıyla güzelleştirilmiştir,turizm açısından zengin değildir 1 adet resteurantı vardır Akçakoca-Düzce yolu üzerinde burada mangal sefası, fındık çorbası mükemmel yemek çeşitleri vardır,çuhalı çarşısından dere boyu doğa ve yürüyüş parkuru olara değerlendirilmelidir

Dere boyu ağaçlar yol boyunca eşlik etmekte derenin şarıltısını yakinen duymak insana bir haz vermektedir

CAMİLERİ

Eski camiyi 1877 de gelen Gürcüler tarafından ahşap ve tuğla yapı,50 cemaatli,şerefside ahşap yapılan camii yıkılır,ve yerine 1973 Yılında betonarme bir yapı,350

cemaat dir,Akçakoca Konak caminin aynısıdır. .Ömeroğlu Mehmet efendi cami vakfını 1909 yılında kurmuştur,ilk imam 1956 yılında Durmuşoğlu Ali çavuştur

 

MEZARLIKLAR

Köyün tek mezarlığı şimdiki camii yanındadır eski mezarlıktır burası dolduğu için pek defin işlemi yapılmaktadır ,az yapılmaktadır,ayrıca her  ailenin kendine ait aile mezarlıkları da vardır.Mezar taşlarındaki konular erkek mezar başlarına başlık,kadın mezarında süslemeler ön plandadır,erkek mezarlığında büyük sarıklı olanlar ulema ve paşaları,uzun külah üzerine sarık tasvirler,derviş ve tarikat şeyhlerini,sadece ince sarıklılar köy ağalarını,üstü geniş ve altı dar kavuk biçiminde olanlar yeniçeri ağalarını işaret etmektedir

 

 

EKONOMİSİ

 

.TARIM:

HUBUBAT:Buğday,Mısır,

BAKLIYAT:Fasulye,Bezelye,Bakla,Soğan,Lahana,Marul,Pırasa,İspanak,Kaldırık,Patates Karalahana,Biber,Patlıcan

MEYVE       : Elma,Armut,Kestane,Ceviz,Üzüm,İncir,Dağ çileği,Muşmula,Ayva,Kızılcık,Kiraz

Ekonomisi Tarım ve Hayvancılığa dayanır, tavuk kümesi besiciliği olmasına rağmen kümes hayvancılık da yok olmaya yüz tutmuştur.Köyün erkekleri sanayi bölgelerine çalışmaya ve endüstri kollarına yönlenmiştir,,köyde hiçbir sanayi kuruluşu yoktur,fındık bahçesinin gelişmesi buraya ayrı bir önem kazandırmıştır.Mısır ve Buğday daha önceleri Bolu ve Gerededen karşılanıyordu.köyde tütün az miktarda yapılmıştır köy halkı geçimini fındıktan elde ediyor artık,kestane,ceviz,mısır,fasulye de son zamanlarda halk bunlara da yönelmiş durumdadır.İlçemizde tarımsal üretim içerisinde bitkisel üretim, özellikle fındık üretimi ağırlıklı yer tutmaktadır. Akçakoca 1930 yıllarda ekonomi denize bağlı idi,bunun yanı sıra reçberlik,odunculuk,kerestecilik ön safhada yer alırdı,şehirlinin tümü denizci idi,gemi tüccarı,gemici,tekne sahibi,balıkçı,yada yükleme ve boşaltma amelesi idiler.Akkaya,Aftunağzı,Beyhanlı,Döngelli,Çuhalı,Kızlarağası,Değirmenağzı,Taşman Deresi,Karaburun,Melenağzı iskeleleri vardı,buralardan ticaret sağlanırdı.Ayrıca ilçede 4750 büyükbaş hayvan vardı ama son yıllarda azalma kaydedilmiştir,kümes hayvancılığı da son yıllarda azalma görülmüştür 190 adet kümes vardı,beyaz et üretimi 25.000 tonu geçmekte idi.2000 civarında fenni kovan vardır. Maden direkleri dışında ,Bolu Adapazarı’nda ,Düzce’de yetişen buğday,kavun,karpuz gibi toprak ürünleri manda ve öküz arabalarıyla deniz sahiline getirilir buradan da deniz yoluyla gelen gaz,ve tekel maddeleri aynı arabalarla taşınırdı,sahilde bulunan depolarda bu mallar stoklanır dı zaman içerisinde tuz ve benzeri şeyler şehir ve kasabalara sevkiyatı yapılırdı,ayrıca deniz yoluylada sandallarla başka şehirlere sevkiyatı yapılmakta idi.

 

 

FINDIKÇILIK

Hemen hemen herkes fındıkçılıkla uğraşmaktadır.Devlet orman arazilerini açıp buralara,memleketten 1900 yılında Trabzon’dan gelen Bostancı hacı Ahmet efendi Akçakoca’ya fındığı getirir Osmaniye mahallesine fındığı ekmiştir,yine Mehmet Arifin getirttiği fındığı ekerler daha sonra Batum göçmeni olan zücaciyelik yapan Mustafa efendi Doğu Karadeniz sahillerinden aldığı fındık fidelerini Ereğli ve Akçakoca da satarmış.Bir gün Giresun’a uğrar o zamanın belediye başkanı limanda fındık fidesi dağıtıyormuş,Mustafa bey bunları alır gemi kaptanına da söyler,gemi kaptanı fideleri fıçılara koyarak Ereğli Akçakoca ya getirir,diğer rivayete göre de Yenice köyün kurucusu Kibaroğlu Hurşit,Kırıkoğlu Tahir,Keleşoğlu İbrahim,Alioğlu Tufan Tefik ilk fındık fidelerini ekmişlerdir.Bunların getirdiği fındık dallarından sopa ile dövülürmüş dalları çok büyükmüş,daha sonra Mehmet Arif kaliteli fındık fidelerini götürür,millete bunları tercih eder millet bu fındık fidelerini dikerler.1922 yılında 4000 fidan mevcuttu fındık sevkiyatı artınca millet fındık ekmeye başlar,fındık bahçelerde elle toplanır,çeşitli evrelerden geçtikten sonra yere sofralar kurulur altına büyük bezler serilirdi, sofra etrafına toplanan kişiler fındığı kırardı,bazıları da fındığı kabuğundan ayıklıyordu çok çetin olan bu sistem yerini 1930 yılında merkezde Kapkirli’de elle çalışan değirmen gücü ile çalışıyordu ve fındık böyle kırılıyordu,Sarı Hafızların Halit Arıkan bu değirmeni kurmuştu ,daha sonra Trabzonlu Abdulrezzak efendi elle kırma fabrikası kurar,daha sonra Küçükömerler’in Ömer Aydın 1932 yılında  şimdiki Özyuvam’ın olduğu yere ahşap bina içinde makaralarla çalışan fındık kırma makinesini kurar,1942 yılında da Diyarbakırlı lakaplı Cemil bey Osmaniye de bir değirmen kurar ama bu değirmen dizel motoru ile çalışmakta idi,yine bu sırada mebus Vahit Yöntem Osmaniye de deniz kenarında modern bir fabrika kurar1946 yılında,1947 yılında da Arabacı köyünde Hocaoğlu Mehmet dizel motoru ile çalışan bir fındık kırma fabrikasını kurar.Edilli köyünden olan Hüseyin Horoz da dizel motorun masrafını azaltmak için Değirmenağzı mevkiinde su gücü ile çalışan fındık kırma fabrikasını kurar,düşük alternör ilavesi ile akü şarj girişimi ile iyi bir fabrika idi ve en son 1954 yılında Orhan derenin denize döküldüğü yerde Fiskobirlik adına modern bir fabrika açılır,bu fabrika 2008 yılında tamamen yıkılır bunun yerine Sapak mevkiinde çok modern fabrika açılır üretimine devam etmektedir.İlk fındık yağını Kalfanın Bekir Üstünel yapmıştır,fındık eskiden tımar,çapalama,tırpan yapma,toplama,öküz arabalarla taşıma,sopalarla dövme,elle ayıklama,sık tellerden yapılmış bir aletle incesini kalınını tozunu ayıklama evrelerden geçerdi,ama şimdi toplama,ilaçlama,gübreleme,motorla tırpan yapmak,ayıklamayı patoz makineleri ile yapmak maliyeti yükseltiyor,Fisko’da fındık taban fiyatını da düşük tutunca halk artık fındıkçılık’a iyi bakmıyor.Fındık şubat mart ayında ekilir 2-3 yıl yetişmesi sürüyor,4-4 6-6 ara ile 6-8 fidan 60- ocak kuyular açılarak dikilir.En iyi fındık türleri şunlardır:. Çakıldak,Kargalak,Kan,İncekara,Kuş,Tombul,Paloz,Foşa,Kalınkara,Uzunmusa,Mincane,Cavcana,Badem,Yağlı fındık,Kara fındık,( yağlı fındığa benzer kabuğu siyah ve serttir)Sarı fındık (yuvarlak kabuğu ince verimi fazla),Yomra(yuvarlak vermi fazla),Sivri( ince uzun bademe benzer),Dilovası,ve Mehmet Arif fındığı ( yağlı  kabuğu ince verimi fazladır). Deli sava(Fındığın içini iyi doldurmaz)

 

HAYVANCILK

Az sayıda Koyun,Sığır,Tavuk,,Arıcılık yapılmaktadır,her evde hemen hemen sağman inek mevcuttur,süt besiciliği yoktur süt mandıra üretim tesisleri yoktur,köylü kendi süt mamullerini kendisi yapardı ama maalesef büyükbaş hayvan yetiştiriciliğinde düşüş yaşanmıştır.,tavuk kümesçiliği canlılığını yitirmiştir.2 Adet tavuk kümesi vardır

 

ORMANCILIK

Çam,Kayın,Meşe,Kestane,Gürgen,İhlamur,Kavak,Çinar,Defne,Kocayemiş,Muşmula,Ayı üzümleri,Orman gülleri,Yer gülü,Erica ağaçları,Erelti otu,Çoban püskülü diye orman ürünleri var. Eskiden devlet orman arazisini talan edip fındık ekimi yapılmıştır,son zamanlarda orman kanununa göre kesif ormancılığı yapılmamaktadır orman işletme şefliği tarafından bölge kontrol edilmektedir,köyde hızar makinesi yoktur. Yakacak odun,kayık kerestesi,demiryolu traversi,maden direği bu köy denden de sağlanıyordu Ormancılığın çok önemi vardı. Düzce-Akçakoca yolu üzeri olduğu için köylü istihsal işinde çalışmıştır

 

AVCILIK

Bölgede göçmen kuşlara çok raslanmaktadır,Sarıkuş,Çulluk,Bıldıcın,Ördek,Üveyikördek,Kaz,Kuğu,Tarakçın,Karakçun,Sığırcık,Bozbakal,Karabakal bulunur.Son zamanlarda,gerek ilaçlama gerek yanlış avlanma neticesinde çok azalma olmuştur. Ördek,Çulluk avı çok meşhurdur.Çevredeki daimi kuşlar kestane kargası,çulluk,ördek,üveyik,sığırcıktır.Tavşan,Çakal Tilki,Domuz Ayı,su Samuru,Kunduz,Geyik,Karaca vardı ne yazık ki bunlara da az rastlanmaktadır.Domuz avı devamlı yapılmaktadır.Köydeki devamlı hayvanlar Domuz,Ayı,Kurt,Tilki,Çakal dır.

 

KÜLTÜR

 

 Genellikle Kafkas Gürcü ve Doğu Karadeniz  kültürü hakimdir biraz yozlaşma görülse de bu gelenekler devam etmektedir Köyün bütününde günlük konuşma dili Gürcücedir. Bazı Türkçe kullanılan isimler dışında Acara-Guria lehçesi Gürcüce konuşulmaktadır. Köy halkı köyün otantik yapısını korumaya azami özen göstermektedir. Köyde halen 150 -200 yıllık eski  evlere rastlanmaktadır. Bu evler özüne uygun olarak ustaca restore edilmekte, kendi tarihi dokusu içerisinde korunmaya çalışılmaktadır. Köyde eski imece usulü ( meci) çalışma devam etmektedir. Aileler baba mirası arazilerini erkek çocuklara devrediyor. Bu nedenle de köye dışarıdan insanların yerleşimi engellenerek kapalı toplum özelliğini sürdürmektedir. Evliliklerse, yine akraba olmayan sülaleler arası yapılmaktadır. Ancak bu gelenek günümüzde tüm köyün birbirine bir şekilde akraba olması sebebiyle çevre şehirler ve köylerdeki Gürcü ailelerle ilişki içine girmek suretiyle gerçekleştirilmeye çalışılmaktadır. Yerli halk dışarıdan bir kişiye, ekonomik şartlar ne kadar gerektirse de, arazi satmamaktadır.Yada köy halkının buna rızası aranmaktadır. Köy halkının geleneksel yapıyı korumaktaki bu hassasiyeti son derece saygıdeğer bir davranıştır. Çağın getirdiği globalleşme süreci içerisinde, içine girdiğimiz arabesk kültür asimilasyonu tehlikesinde, kendini bu derece koruyabilmeyi başarmış, öz kültürü ve gelenekselliği kaybetmemekte bizlere göre daha fazla mücadele etmiş,bu köy halkı önünde, saygı ile eğiliyorum. Tüm hemşerilerimizi kültürel değerlerimiz

korumakta ve geliştirmektedir

KÖYDE

Evlenme Geleneği : Genellikle evlilikler köy içinden yapılır. Köyün büyüklerinden bir kaç kişi, kızı istemek için, kız evine gönderilir. Kız tarafı ve kız, evlenmek için oluru verince bir kaç gece sonra söz yapılır. Söz gecesinde yüzükler takılır ve Gürcü oyunları oynanır. Bir misafir geldiğinde veya söz kesildikten sonra kızlar ve erkekler evde beraber toplanarak eğlenirler. Bu eğlenmeye bizde "toplantı" denir. Toplantılarda aramızdan seçtiğimiz kişilere makyaj yapılır. Çeşitli giysiler giydirilir ve piyes oynatılır. Ayrıca yöresel oyunlar olan: Şapka, 3-5-1, meyve sepeti, istasyon, el vurmaca, ot derdim var, sessiz sinema, terlik geçirme gibi oyunlar oynanır.Kına gecesinde gelin evinde oyunlar oynanır ve gecenin ilerleyen saatinde kına karılır. Gelin hazırlanır, kızlar gelinin etrafında toplanır, kızın yengeleri tarafından kına yakılır, gelin kayınvalidesinden hediye alıncaya kadar elini açmaz. Kına yakılırken bir taraftan da kızlar türkü söyleyerek gelini ağlatmaya çalışırlar. Kına yakılması bittikten sonra gelini kız arkadaşları sandalyesiyle birlikte havaya kaldırır ve damadın adını söylettikten sonra gelini yere indirirler. Düğüne gelecek misafirler için sabahın erken saatlerinde yemek pişirilmeye başlanır. Her çeşit yemek yapılmasına karşın en çok pişen keşkektir. Keşkek isteğe göre üzerine nohut dökülerek yenen ve söğüş etten yapılan bir yemektir.Düğün gecesi, gelin evinde gelin ve damat en önde olmak üzere tek sıra eşler halinde gelin ve damadın arkadaşları parmak dansı adı verilen oyunu oynarlar. Bu ilk grubun oyunu bitince diğer misafirler de aynı dansı yaparlar. Daha sonra akordeon eşliğinde Kumuk (Kafkas), kazaska, dönme, topal havası ve Çerkezli adındaki oyunlar oynanır. Bu oyunlar gece dörtlere kadar devam edebilir. Ertesi gün, damat tarafı gelin almaya gelin evine gider ki bu insanlara 'gelinalıcf denir. Gelin kuaförden gelinceye kadar, gelinin kız arkadaşları gelin alıcılara sürprizler hazırlarlar. Kartonlara komik sözler yazılır, bir de su dolu kovalar hazırlanır. Gelin kuaförden geldikten sonra, gelin evinde oyun oynamalar başlar. Damat tarafı oyunlara davet edilir. Damat tarafıyla oyun oynanırken kartonlar damat yakınlarının sırtlarına asılır. Ayrıca bu kişilerin boyunlarına çeşitli meyve ve sebzeler, çaydanlık, çan, zil, eski ayakkabı ve kemik gibi şeyler de asılır ve diğer taraftan bu kişilerin üstüne kovalardan su dökülür ve oyun bu şekilde devam eder. Oyunların sonunda gelinin kız arkadaşları damat tarafıyla bahşiş konusunda anlaşır. Ayrıca, gelinin erkek kardeşleri ve akrabaları da damat tarafıyla bahşiş konusunda anlaşırlar. Bu işlemlerden sonra gelin, gelin arabasına biner ve köyün delikanlılarının arabanın önünde oynadıkları oyunlarla birlikte gelin arabası damat evine doğru ilerler. Damat evine gelince bu oyuncular arabanın önüne otururlar ve damat tarafından çeşitli bahşişler alırlar. Eve gelindiğinde gelin arabadan indirilir ve damat evine girilir. Damat evinde gelin tarafına ve diğer konuklara yemek verilir. Akşama kadar çeşitli oyunlar oynanır damat evinde ve düğün sona erer.

 Cenaze Geleneği: Cenaze olan evde üç gün yemek pişirilmez. Komşular cenaze evine yemek taşırlar. Cenazeye gelen cemaate toplu olarak yemek verilir. Ölü için yedi gece kuran okunur. Yedinci gece mevlit okutulur.

 Ramazan Geleneği:  Ramazan başlamadan önceki gün silahlar atılarak Ramazan ayı gelişi kutlanır. Her akşam bir evde iftar yemeği verilir. Ayrıca her akşam, akşam yemeğinden 15-20 dakika önce namaz kılacak erkekler için camiye 3-4 sofralık yemek gönderilir. Evlerdeki iftar yemeğinde daha çok genç Kızlar, kadınlar ve yaşlılar yer alırlar.

 Kocakarı Duaları ve İnanışlar: Akşam ezanından sonra tırnak kesmek uğursuzluk getirir. Salı günü yeni işe başlanmaz. İşe başlarken yavaş hareket eden kişi görülürse iş yavaş biter, hızlı hareket eden kişi görülürse iş hızlı biter. Kapı eşiğine oturan iftiraya uğrar. Giysi giyildikten sonra bunun üzerinde dikiş dikilmez, ille dikilecekse konuşmadan dikilir. Saç tarandığı zaman dökülen saçı mutlaka yakmak gerekir. Baykuş evin etrafında öterse uğursuzluk sayılır. Oklavayla insana vurulmaz, vurulursa o kişi bir dulla evlenir. Elinde kına varken tekrar kına yapılmaz. Ayakkabı çıkarıldıktan sonra üst üste gelirse gezmeye gidilecek demektir.

 Dil :Efteni Gürcüleri Gürcüceyi Acara diyalektiyle konuşurlar. Bugünkü dilde Türkçe kelimelerin Gürcü dil yapısına uydurularak kullanıldığı görülür (Türkçe "kök" kelimesinden amokokva - kökünden sökmek). Gürcüce kelimelerin de Türkçe’ye uydurulmaya çalışıldığı gözlenir (Modisana -  gelsene). Megrelceye özgü kelimelere de çokça rastlanır (burduğa - tüy). Öte yandan, çağdaş Gürcüceyle ağız farklılıklarına rastlanır (makaki -  çağdaş Gürcücede bakaki - bayayi = kurbağa). Efteni Gürcülerinin dilinde, Gürcüstan Gürcücesinden olmayan kelimeler de bulunur (çasavleti -batı). Karşılaştığımız bazı kelimeler çağdaş Gürcücede farklı anlamlarda kullanılmaktadır (maperva - başarmak; çağdaş Gürcücede  okşamak. Gürcüstan Gürcücesinde zamanla anlam değişikliğine uğramış olan kelimelerin Efteni'de asıl anlamında kullanıldığı görülür (mokda -öldü; çağdaş Gürcücede [mokvda] neredeyse "geberdi" anlamında). Zamanla anlam yüklenen kelimeler de vardır (dasahlda evlendi).

Gelenek ve görenekler OĞUM. Doğan çocuk kız ise "papa", erkekse pilav yapılır ve ziyarete gelen konuklara mutlaka ikram edilir. Çocuğun adını, hayattaki en büyük dede koyar. Çocuğu görmeye gelenler ocakta yanan ateşin önüne gelir ve silkelenir. Çocuk kırk günlük olmadan iki loğusa karşılaşırsa üzerlerinde taşıdıkları iğneleri takas ederler. Loğusanın ziyaretine yeni bir gelin gelirse, iki kadın yine üzerlerinde taşıdığı iğneleri takas edilir. Çocuğa ilk elbisesi bir büyüğünün kullanılmış elbisesinden dikilir. Kimin elbisesinin kumaşından zıbın giyerse ona daha bağlı olacağına inanılır. Çocuk kırk günlük olana kadar saçı kesilir. İleride saçlarının kime ait olduğu sorulur. Alınan cevap çocuğun kaderinin kime benzeyeceğini gösterir.Çocuk büyüklerin yanında anne ve baba tarafından sevilmez. Özellikle baba büyükleriyle birlikteyken çocuğuna dokunamaz. Kız çocuğu evden uzaklaştırılmaz. On iki yaş sonrası dördüncü derece kuzenlere kadar olanların dışında akraba olmayandan kaçar.
Büyüklere kesin itaat söz konusudur. Ancak büyükleri yetişkinin fikrini sormadan onun adına karar vermezler.

 Anlaşmazlık. Anlaşmazlıklar sülale ileri gelenlerinin oluşturduğu mecliste çözülür. Meclise girebilmek için yaş önemli değildir. Esas alınan, kişinin kendini topluluğa kabul ettirmiş olmasıdır. Mecliste alınan kararlara kesin olarak uyulur.

Suçluya karşı. Suç öğrenildikten sonra suçluya soğuk durulur ve meclisin alacağı karar beklenir. Suç onaylanmışsa suçluya karşı takınılacak tavır da belirlenmiş demektir. Kan davalarında suçlu olan kişi kendiliğinden köyü terk eder. Adam öldürmenin gerekçesi mutlaka büyük olmalıdır. Öldürmek gerekliyse karşı taraf suskun kalır. Ancak günümüzde bu tür olaylara rastlanmaz. En sık karşılaşılan suçlar kız kaçırma  ve kız çekmedir  -kız kaldırma-. Günümüzde rastlanmasa da kaçan kızla genelde barışılmaz, çekilen kız ise kendini korur ve geri alınır. Başlık parası uygulaması olmamasına karşın, buna rastlandığı da olur.

Aile. Evde kadının etkisi görülür. Nitekim kadın her yerde erkekle birlikte çalışır. Dışarıyla ilgili kararları erkek kadına danışarak alır. Mirasta kadın erkekle eşit pay alacağı gibi İslam hükümlerine uyulduğu da gözlenir. Dördüncü dereceye kadar kuzenlerle evlenilmez. Folklor:Yazılı gelenekten uzak kalan Gürcülerin sözlü edebiyat gelenekleri giderek kaybolmaktadır. Buna rağmen günümüze dualar, atasözleri, masallar ulaşmıştır

Köy duaları :Nazar, ağrı gibi çeşitli konularda şifa vereceğine inanılan dualar yaygındır. Aşağıda bir nazar duası ve bütün ağrılara iyi geldiğine inanılan bir ağrı duası örnek olarak verilmiştir

Kız arama :. Evlenme çağına gelen kıza ya da oğlana kimle evleneceği sorulmaz. Erkek tarafı kızı beğenir. Ancak beğenilen kız annenin yönlendirmesiyle isteneceğinden anne ve oğul konuyu konuşur. Dolayısıyla evlenecek kız ve erkek genellikle birbirini beğenen kişiler olur. Kız istemeye kadınlar gitmez; amca, dayı ya da dede gider. Evin kadınları görücülere gözükmezler. İlk gidişten sonra kız tarafı büyüklerine danışacağını söyler. Sonra büyüklere ve kıza sorulur. İkinci gidişte asıl cevap alınır. Cevap olumsuz olsa da küskünlük olmaz. Kız ve erkek karşı taraftan kaçar. Üçüncü gidişte söz kesilir, kıza alınacak hediyeler saptanır. Dördüncü gidişte nişan takılır; düğün tarihi belirlenir.
Düğün:. Cumartesi akşamı kına gecesine erkekler ve kadınlar birlikte katılır. O akşam, kız evinin kapı komşusu olsa bile herkes gelin evinde kalır. Erkek tarafından giden insan sayısının iki katı kadar insan hizmet etmek için görevlendirilir. Önemli kişiler kız ve erkek etrafında bulunur.Gelin alma sırasında kız evinin kapısı kilitlenir ve tüm konuklar içeride kilitli kalır. Bu, armağan istemek için yapılır. Gelin odasından babası ya da erkek kardeşi tarafından çıkarılır. Çeyiz sandığına yengelerden biri oturur. Erkek kardeş sandığı sahiplenir. Kaynata gelini sandığı üzerine üç kez oturtur ve kaldırır. Konuklara şeker ve para serpilir. Para verilerek sandık alınır. Erkek tarafın evden çıkmasından sonra, gelini erkek kardeşi dışarı çıkarır ve ata bindirir. Çeyiz öküzlerin çektiği arabalara yerleştirilir. Düğün alayı yola çıkarken müjdeci erkek evine doğru hareket eder. Yol boyunca danslar yapılır (Efteni yöresinde "Gandagan", "Deli Horon", "Cilvelo", "Vahahey", "Varayda" adı verilen danslar yaygındır). Erkek evine yaklaşırken bir grup ""Hey, hey, hey, vay vahahey" derken bir grup da "Vahahey" diye karşılık verir.Kız tarafı düğün alayını durdurur ve erkek tarafına yol süpürtülür. Damat evinin önüne kilim serilir, şerbet istenir. Gelin içeriye alınırken üzerine bir örtü örtülür. Kaynana kapı önüne bir tabak koyar, gelin su dolu tası devirir. Gelinin eline yağ verilir. Bu ocağın içine sürmesi içindir. Kapı önüne gelinin koparması için bir ip gerilir. Yatak odasının bir bölümüne çivilerle tutturulan bir perde asılır; gelin buraya getirilir. Dışarıda kız tarafı yemek yerken her istenenin karşılanması zorunludur. Yemek sonrasında damat çıkarılır. Damadın çıplak olduğu söylenir ve kız tarafının getirdiği giysiler verilir. Sonra gelinin olduğu odaya sokulur. Perde açılır ve damat gelinin başına üç kez elini koyar. Damat ve gelin birer kez birbirinin ayaklarına basarlar. Gelinin duvağı erkek kardeşi tarafından bıçakla açılır. Düğün gecesinin sabahı gelinin babası ya da erkek kardeşi, ipek elekten geçirilen undan yapılan bir tür çörek olan "kadar"  ile damat evine gelir. Kahvaltı yapılır ve yeni evliler davet edilir. Damat ve arkadaşları, mızıka eşliğinde kayınpederin evine gider ve kaynanasını davet eder. Bir hafta sonra kaynana arkadaşlarıyla yeni evlilerin evine gider. Kurulan yer sofrasını damadın tek elle kaldırması istenir, ardından kaşıklar bırakılır ve bahşiş verilir. Yeni gelin erkek kardeşi tarafından baba evine götürülür ve burada birkaç gün kalır. Daha sonra kaynata gelini almaya gider ve bundan sonra gelin-damadın birlikte gelip gidişleri başlar.Gelin evde kaynana ve kaynatasına hizmet etmek zorundadır. Sofra kurulunca leğen ve ibrikle ellerini yıkatır, havlu verir. Yemek boyunca ayakta bekler.

AKÇAKOCADA

Kız ve Erkeğin Tanışması :Akçakoca’da mısır bitkisinin fazla ekildiği, fındığı kozalarından ayırma makinelerinin daha ortaya çıkmadığı dönemlerde mısır soyma, fındık ayıklama imeceleri yapılırdı. Bu imecelere kız ve erkekler bir arada katılırlardı. Mısır çapalama, fındık toplama işleri de imece şeklinde yapılırdı. Akçakocalı kız ve erkek gençler birbirlerini bu imecelerde, kasabaya inme sırasında, dereye suya giderken, nişan, düğün gibi eğlencelerde tanırdı.Kız ve erkeğin ortaklaşa güvendikleri bir kadını aracı olarak kabul eder ve sevgi nişanelerini birbirlerine bu aracılar ile gönderildi. Bu günde buna benzer olaylara şahit olunmaktadır. Çoğu kez kız erkeğe, kendi işlediği bir mendili, oğlanda kıza gülyağı, şeker, lokum, küpe, yüzük gibi hediyelerde gönderirdi.

Sevdalık Günler :Akçakoca gençleri arasında sevdalık günleri çok önemliydi. Sevenlerin arkadaşları vardır. Bu arkadaşlar erkek ise, hep seven erkeğin etrafındadır, arkadaşları için pervane olurlar, hep beraber gezerler. Başkaları seven erkekmiş izlenimi yaratırlar. Örneğin; Sevdiği kız salıncağa binerse, önce aşık olan silahını boşaltır. Bunun anlamı: Bu “Seni başkası severse onu öldürürüm” anlamına bir mesajdır. Ardından aşığın arkadaşları silahlarını boşaltırlar. Bunun da anlamı: “Bir arkadaşımızın arkasındayız” demektir Durum herkes tarafından anlaşılır, kimse kimsenin sahasına girmez. Erkek evlenme arzusunu ailesindeki kadınlara açar. Zaman içinde gelişen olaylar oğlanın anası tarafından babasına iletilir. Günler ve gecelerce ne olup olmayacağı, aileler arasında düşünülüp tartışılır. Sonunda kız tarafının kıramayacağı bir elçi bulunur. Elçi baba ve annenin ağzını arar. Olumlu yanıt alınca kızı istemek için girişimlerde bulunur.Toplum kız isteme konusunda çok duyarlıdır. İstenilen bir kızın verilmemesi ya da söz kesiminden sonra dönülmesi erkek tarafından hakaret kabul edilir. Bu tür olaylar genellikle kan davası gibi olaylara sonuçlanır.

Sıra Gözetme :Ablası bekar olan, evlenme çağındaki erkek bu kuralı bozup evlenebilir. Erkek toplunda kadından önce gelir. Erkek kardeşler arasında da sıra gözetilir. Miras taksiminde kızın payı erkeğe göre yok gibidir. (Bu gelenek Lazlarda daha çoktur.)Son zamanlarda Bölgede kızlar arasında sıra gözetme geleneği vardır. Büyük kız varken küçük kız evlenmesi ayıplandığı gibi baba buna kesinlikle karşı koyar herkes hakkını yavaş yavaş  alma yolunu tutmaya başladı.

Başlık Parası :Akçakoca ve köylerinde başlık parası vermek hemen hemen yok gibidir. Yalnız fakir ailelerde kızına çeyiz yapabilmek için bir miktar para ödenir. Başlık parası verme Laz ve Gürcü ailelerde, Rizeli  toplumlarda daha az uygulanır. Abazalarda başlık parası alınmaktadır.

Kız Kaçırma Olaylar : özellikle birbirini seven çiftler kaçarlar. Bu danışıklı dövüştür. Kız kaçırılmadan önce nüfus cüzdanı kaçırılır. Kızın yaşı on sekizden küçük ise kız kaçırılınca erkeğin akrabalarından birinin evinde saklanır. Daha sonra aileler arasında anlaşmaya gidilir. Kaçırılan kızın yanında kıza yakınlığı ile bilinen kızın arkadaşı ile kaçırılır. Bu kıza tasavize denir. Kız emin bir ailenin yanına misafir edilir. Düğün yapılıncaya kadar kız o evde kalır. O evde her akşam eğlence yapılır. Bunun adına taşamhara denir. Kız-erkek anlaşarak kaçmışlarsa iki tarafın aileleri bir müddet birbirleriyle görüşmez. Daha sonra aracılar yardımıyla taraflar barıştırılır. Ancak yıllar süren küskünlükler söz konusudur. Kız kaçırmada kızın rızası yoksa olay kan davasına kadar gidebilir.

Kız İsteme Geleneği :Ön hazırlıklar tamam olunca kız babasının sevdiği birisi erkek tarafı ile birlikte kız istemeye gider. Erkek tarafından ağzı laf yapan biri sözü açar.Biz Allah’ın emri, Peygamberin kavli ile kızınız ...............’yı oğlumuz ..............’ya istemeğe geldik” der. Baba da;Allah yazdıysa olur. Amma bir düşünelim. Soracak adamlarımız var onlara soralım” der. Bu biraz naz etmek ve kendi akrabalarına paye çıkarmak için söylenmiş bir sözdür. Bir müddet biçilir. Bu arada istiyorlarsa, el altından erkek tarafını cesaretlendirecek haberler iletilir.Bu dönemde, kız ile erkek karşılaştıklarında kaş göz işaretleri ile birbirlerine cesaret verirler. Kız belli bir süre sonra istenir.

Söz Kesme ve Nişan Olayı :Eskiden erkek askere gitmeden nişanlanırdı. Nişanlık süresi, askerlik, para yokluğu ile ilgili olarak 2-3 hafta ile bir yıl arasında değişir. Yerli halk arasında beşik kertmesi kesinlikle yoktur. Göçmen köylerinde beşik kertmesine rastlandığı söylenmekte ise de tespit edemedim.Kız istemede erkek tarafından hediye olarak getirilen “kutu şekeri” ertesi gün iade edilmez açılırsa, kızı erkeğe verildiğine işarettir.Taraflar tarafından söz kesiminden sonra oğlan tarafından akrabaları kızın evine yüzük, kutu şekeri ile elbiseler, çorap ve terlik alıp giderler. Nişanda yüzükler takılır. Bazı köylerde nişanda erkeğin bulunmadığı, akrabası tarafından kızın parmağına yüzük takıldığı söylenmekte ise yerli köylerde böyle bir gelenek bulunmamaktadır.Bir süre sonra kız tarafı, yüzük, bir kat çamaşır, kaynanaya elbise alıp oğlan evine getirirler.

Çeyiz Geleneği
.Çeyiz olarak sandık, yatak, yorgan, yelek, şalvar, bakırdan mutfak eşyası, elde dokunmuş yer hasırı, hasır seccade, ottan duvar yastığı, kanaviçe işler ve örtüler vardır. Çeyizin miktarı ailenin mali durumu ile ilgilidir. Yerli halkta çeyiz eşyası, Doğu Karadeniz kökenli ailelerde olduğu kadar fazla olmakla beraber, kızlar mirasta erkek kadar hakka sahiptir.

Kına Gecesi :Düğün geleneğinin ilk kademesi kına gecesidir.Kına gecesi Çarşamba günü yapılır. Kına gecesi için erkek tarafı beraberlerinde taraftarları ile birlikte yanlarına kına alıp gelin evine gidilir. Dört kız çarşaf veya büyük bir yazmanın altına gelini alırlar. Bir kız gelinin eline tabaktan kına yakar. Elleri temiz beyaz bezlerle yumrukları bağlanır. Bir taraftan da maniler söylenir. Hem gelin ağlar, hem etrafındakiler.
İzzet ve ikramdan sonra erkek tarafı evlerine gelir. Damadın evi önünde büyük bir ateş yakılır. Kız tarafı tavuk istemeğe gelir. Her evden birer tavuk alınır. Ateş yanınca baklavalar getirilir. İkramlar yapılır. Kız tarafı darıltılmadan uğurlanır.Kına gecesi bayramlık elbiselerini giyen genç kızlar çiftetelli, topal oyunu, orta oyunu gibi oyunlar yaşlı bir kadın denetiminde oynanır

Düğün Günü .Düğün genellikle nişandan en az bir yıl sonra yapılır. Bindallı ve benzer gelenekler yoktur. Eskiden gelin renkli ve temiz ipekli elbise damat ise don pantolon üzerine beyaz gömlek ve işlemeli yelek giyerdi. Güvey fakirse beyaz elbise ödünç alınırdı.Eskiden olduğu gibi gelin kayın baba ve yakın akraba arasına giderdi. Gelin evden çıkarken, kız kardeşlerden biri, yoksa akraba kızlardan biri çeyiz sandığı üzerine oturup sandık haracı isterdi. Ayrıca kapıdan çıkarken erkek kardeş, kapı haracı olarak bir miktar para talep eder.Köylerde, genellikle bir öküz arabası süslenirdi. Üstüne halı ve kilimlerle bir örtü yayılır. Araba çan ve zillerle bezenir, köylüler şık giysilerini giymiş, arabanın önündü, ardında, yanında yürüyerek giderlerdi. İkide birde araba durdurulur: Ala ala hay... diye bağırarak düğün evine varılır. Yolda devamlı halaylar çekilir. Kasap oyunu, Kastamonu zeybeği gibi oyunlar oynanır. Gelin alayı, çeşitli yollardan dolaşarak damat evine varırdı.Gelin alınmadan o köylülere veya mahalleliye pilavlık parası verilir. Gelin arabaya binmeden bolluk ve bereketli olsun diye ya damadın babası veya yakını bozuk paralar içinde şekerler, buğdaylar serper, çocuklarda bunları birbiri üzerine yığışarak kapış kapış toplardı.Köyden çıkıncaya kadar çeşitli yollardan dolaşarak damat evine varılır. Gelin arabadan inmez, bahşiş ister. Bir inek ya da tosun getirilir. Kulağı kesilerek işaret verilir. Kapı önünde kurulan bir masada kız tarafı tatlı, şeker, sigara, mermi gibi isteklerde bulunur. Bu istekler karşılanıncaya kadar gelin bekletilir. Bu durum bazen üç dört saat kadar sürer.Gelin eve girerken eğilip eşiği öper. Bolluk getirmesi düşünülerek mısır, buğday, şeker, bozuk para atılır. Akraba ve komşular başlarında birer tepsi baklava alarak erkek evine giderler. Tepsiler üst üste kümelenir.Erkeklerde evin önünde yakılan ateş etrafında oynarlar. Bu oyunlar kadın kıyafetine girmiş köçekler tarafından oynanır. Eğer aile varlıklı ise dört köçek, dört davul, dört zurna ve dört keman bulunur.Diğer köylerden geleneklerde kafileler halinde düğüne katılırlar. Kimileri koç, kimileri koyun getirir. Meydanda ikramlar yapılır.Yenip içilir. Sonunda köylüler misafirlerini evlerine götürürler.Hoca nikahı yapılır, bu adet yaygındır. Hoca nikahı yapılırken gelinin yanında dadı veya bibi (teyze, hala) denilen kadınlar bulunur.Gürcü köylerinde düğün gecesi, güveyin gerdeğe girmesi yasaktır. O akşam kızın akrabası olan kızlar sabaha kadar beklerler. Düğünün ertesi günü gerdeğe girilir. Düğün genellikle üç gün devam eder. Lazlar ve Hemşinlilerde de benzer gelenekler vardır.Diğer köylerde ise hoca nikahı kıyılır. Sonunda güveyi arkadaşlarının kolunda gelinin odasını getirilir. Arkasından yumruklanarak odaya itilir. Damat odaya girer. Hazır bulunan seccadede iki rekat namaz kılıp duasını yapar ve gelinle tanışmaya gider. Damat bu arada gelini konuşturmaya çalışır. Ona hediyeler verip konuşturur. Konuşturulunca da pencereyi açıp iki el silah atar. Bundan sonra herkes dağılıp gider.Gelinle damat, gidip kayınvalidenin elini öperler. Tekrar odalarına giderler. Orada baklava yerler. Bazense baklava kesmelerinin yarısını yiyip bırakırlar. Ertesi gün bunları evlenmemiş erkek ve kızlar yer. Darısı sizin başınıza gibi bir gelenektir bu. Ertesi gün sabah, köçekler, davetliler düğün evinin önüne gelirler. Oyunlar oynanır. Damat elinde bir tepsi baklava ile herkese birer kesme baklava sunar. Sonra da herkes dağılıp gider. Ev kadınlarla dolar. Duvak günü damat sağdıçla gider. Gelinle sabahtan ikindiye dek oyunlar oynanır, şarkılar söylenir ve derken düğün biter

Duvak :Güvey gecesi sabah gelini eğlendirmek için eğlence düzenlenir. Gelin oynar ve etrafa para atar.Bekar kızlar gelinin duvağından teller koparırlar. Duvaktan sonra erkek ve kız evlerinde yemekli davetler yapılır.

Düğün Davetleri :Bütün akraba ve hısımlar gelin ile damadı davet ederler. Bunlar taşıma davetleridir. Her gidilen eve gelinin yaptığı bir el işi işleme götürülür. Onlarda onlara çeşitli hediyeler verirler.

Doğum Olayı :Genellikle ilk çocuğun erkek olması istenir. Çocuklar genellikle beşikte büyütülür. Çocuğun adı üç gün içinde yaşlı bir erkek veya hoca tarafından üç defa kulağına okunarak konulur. İsimden sonra ezan okunur. Komşular ve akraba loğusaya evvela geçmiş olsun derler sonrada hediyeler getirirler. Doğumun kırkıncı günü çocuk ve loğusa yıkanır. Buna çocuk kırklandı denilir.

Diş Çıkarma .Küçük çocukların diş çıkarmaları aile için ayrı bir sorun olur. Ailenin bireyleri yeni çıkan dişi görmeyi uğur sayarlar. Onun içinde sık sık çocuk güldürülür, ağzına bakılır. Hatta bazıları ekmek kabuğunu gevlettirmek suretiyle dişin çabuk çıkmasının sağlarlar. Bazıları da parmağını rakıya batırarak çocuğun diş etlerini oğalar. Çocuk bundan çok hoşlanır.Dişin çıktığını gören kişi mutlaka diş çıkaran çocuğa ya elbise alır ya entarilik alsınlar diye anne babasına para verir.

Sünnet Olayı .Akçakoca bölgesinde kirvelik olayına rastlanmaz. Eskiden gezginci sünnetçilerin gelmesiyle hiçbir hazırlık yapılmaksızın çocuklar sünnet edilirdi. Günümüzde eğlenceler düzenlemektedir. Sünnetçiye, bazen para almadığı için sabun, havlu gibi şeyler verilirdi.

Dini Bayramlar :Dini bayramların Akçakoca örf ve adetleri içinde çok büyük yeri vardır. Üç aylar girince Recep, Şaban ve Ramazan gelinceye kadar bazı kimseler ramazana alışmak için ayda bir belli oruçlar tutar, kutsal geceler, cumalar yavaş yavaş ayrı bir kalabalık olmaya ve cemaat artmaya başlar.Ramazana hazırlık olmak üzere, makarnalar kesilir, erişteler yapılır. Yufkalar açılır, kuskuslar hazırlanır. Mevsime göre çeşit çeşit reçeller, hoşaflar ve şuruplar hazırlanır.Hele bayram gecesi yeni esvaplar giyilir, Provalar biter. Küçükler giyeceklerini başlarının altına koyar. Ayakkabılarını yatağın içine yerleştirir. Herkes banyosunu yapıp yatar. Küçük erkek çocuklar sabahleyin sabah namazına herkesle birlikte camiye gider. Namazdan sonra vaiz dinlerler. Bayram namazı kılınır. Hoca dikilir, en yaşlı adam hoca ile bayramlaşır, ondan sonraki hoca ile yaşlı bayramlaşır ve yerini alır. Böylece sıralanır. Cemaatin en yaşlısı ile en genci bayramlaşıncaya kadar sürer. Sonra birlikte hoca dua eder.
“Bu bayrama eriştiren Allah’a senalar ve amin” denilip çıkılır. Yolda görülenlerle bayramlaşırlar. Mezarlıklara gidilir. Ölülere dua edilir. Hastalar ziyaret edilir.”
Her köyün ramazanında davulcular bahşiş toplar. Birinin elinde bir sırık, birini elinde bir sepet. Davulcu davulu çala çala her evin önünde maniler söyler. Bahşiş; havlu, mendil, yazma sırığa bağlanır. Baklavalar, el altıda tepsi bulunan sepete konur. Paralarda davulcunun cebine konur.

Bayramlar :Yerli köylerde bayram sözcüğü eğlence anlamına gelir. Bayram olacağı gece, bayramı bilen köydeki misafirler, bayramın olacağı köye yakın eş dost ve akrabalar ile birlikte giderler. O akşam onlara misafir olurlar. Kadın ve kızlar yemekten sonra daha geniş evlerde, erkekler ya kahvede ya da başka bir evde toplanırlar. Erkekler orta oyunları yaparlar. Mutaassıp olmayan yerlerde içkide içilir. Gramofon çalınır ve Cide kemençesi ve tepsi çalarak oyunlar oynanır. Genellikle oyunlar iki kişilik eşler halinde yapılır. En revaçta olan oyunlar topal oyunudur. Bu oyun Akçakoca’ya özgü bir oyundur

Eğlenceler
 :Eskiden patoz makineleri yokken, fındık harmanda kurutulur, sabahları tırmıklar vurulur, sonrada altından tanesi alınırdı. Kalan fındıklarda kabuklarından ellenmek suretiyle bulunup ayrılırdı. Köylerde bu işler imece halinde yapılırdı. Kabuk ayırma işi erken bitimi, orası düğün evine döner, oyunlar şarkılar, gülme, eğlence, yeme içme başlardı. Kızlar erkekleri, erkekler kızları burada seçerdi. Çalışkan mı? Tembel mi? Dili tatlı mı? Nobran mı? Şaka kaldırır mı? Yoksa içine kapanıp arpacı kumrusu gibi düşünür mü? Yapıcımı yıkıcı mı? Hepsi burada denenirdi. Bu eğlencelerde maniler söylenirdi. Atmaca tabir edilen karşılıklı mani atmaları da yapılırdı.

 

FOLKLÖR : Düğün eğlencesinde dire şeklinde oynanır.Bunlar misafirlerden oluşur ve oynayarak düğün sahibinden bazı şeyler istenir,. Örneğin tavuk gelsin vaha hey,içki gelsin vaha hey,baklava gelsin vaha hey v.b.gibi sözler söyleyerek devam ederler,sonunda bir tepsi gelir,tepsinin üstüne gelen istekler bırakılır en sonunda gelin ve damadı  çağrılarak oyun bitirilir,oyun daire içine el çırparak ve çökerek oynanır,Köyün kendine has folklor ekibi yoktur Davul,Zurna,Saz Kemençe karşılıklı zille oynanan oyunda çalınan zil dir Halay, Sallama Karşılıklı Zille oynama sıksara oyunlarıdır Bar,Halay,Horon,Sallama,Karşılıklı zille oynama,Hura,oyunları da oynanır

DAVUL  : Davul savaş sırası,sonrası,askere giderken,törenlerde,ramazanlarda,güreş yapılırken çalınır.Davulun eski adı Tavuldur,Çağatay Türkleri tarafından yapılmıştır,bir haber aracıdır

ZURNA: Davul ve zembeleklerle çalınır ağaç maden, boynuzdan yapılır ,7 üstte 5 altta deliği vardır,Avrupa’ya Türkler tarafından götürülmüştür,Oğuz Türkleri Anadolu’ya getirmiştir,kemençe ve davula eşlik eder,4000 yıldan beri devam eden bir enstrümandır.Davul,Kaval,Zurna,göçer enstrümandır,köyde son zamanlarda bunların yerini taverna müziği almıştır org ile çalınan müzik aletidir eski neşe eski düğünler artık tarihe gömülmüştür,evlerde yapılan düğünler artık düğün salonlarına taşmıştır

KAVAL:Orta asyadan gelmiştir.Balasau Türkleri icat etmiştir.Çağatay Turan Türkleri Karadeniz’e getirmişlerdir, havaldır ,bir göçebe çalgısıdır Of ve Tokat kavalı meşhurdur.

KEMENÇE  :Klasik ve Karadeniz kemençesi olmak üzere iki türü vardır Akçakoca da Karadeniz kemençesi çalınır,ince uzundur,sol el ile havada tutularak çalınır,kemençenin telleri çeliktendir.Akortları la,re,sol,mi,yahut sol,re,la,mi veya 3 telli için re,la,mi dir,tellerin üzerine basılarak,tek olarak çalınır.Sazın şekli bir takayı andırır,gövde kısmı dut ve ceviz ağaçlarından oyularak yapılır,ses tablası ise 1,5- kalınlığında ladin veya köknar ağacından yapılır,kısa sapı ve çelikten üç teli vardır re-la-mi sesleri akort edilir,bir buçuk oktav çalar.Yayının kılları gevşek olarak takılır ve sol el ile havada veya dize dayanmış olarak tutularak kemençenin 3 teline aynı anda sürülerek çalınır çalınır Kemençe Anadoluya oğuz Türklerinden gelmiştir Kemençe ,Özbekistan,Kırgızistan ada Anadolu’da ıklık göbekli kemençe olarak çalınır Arapçada Keman Türkçede Ç demektir bu iki kelime birleşmesinden Kemençe doğmuştur ,Kıpçak Türkleri tarafının dan Mısıra götürülmüştür Özbeklerin girjası kemençeye benzer, kıyak kemençe denir.Trabzon dada Gagavuz Türkleri kemençeleri vardır,Trabzon’da kemençeye kıyak denir,Türkmenistan,Özbekistan, Kırgızistan Gagavuz Türklerin kemençeleri vardır 2 sesle çalışır 2 telden ses alınır 4-6-7 aralıklıdır.

MIZIKA : Armonika, üflemeli bir çalgıdır. İngilizce harmonica kelimesinden türemiştir, daha çok mızıka olarak bilinir. Nefes ve dil ile çalınan delikli bir çalgıdır. Blues, Country ve Western gibi müzik dallarında oldukça yaygındır.

Diatonik Mızıka

Diatonik Mızıkalar daha çok Blues ve Rock müzisyenleri tarafından kullanılır. Her farklı ton şarkı için farklı Diatonik mızıka kullanmak gerekir. Diatonik mızıkanın tonu ilk deliği üflediğinizde çıkan sestir. Blues mızıkası farklı pozisyonlardan çalınabilir.
Birinci pozisyon
; birinci delikten üflenerek başlanan gamdır ve mızıkanın tonu ile aynıdır.
İkinci pozisyon
; ikinci deliği çekerek başlanan gamdır ve mızıkanın tonunun beş yarım ton pesidir.(crossharp)
Üçüncü pozisyon; üçüncü deliği çekerek başlayan gamdır ve mızıkanın tonunun iki yarım ton tizidir.Diatonik mızıkada, İlk öğrenilmesi gereken teknik, Tek ses çıkarmaktır. Üç çeşit tek ses tekniği vardır; Dil Kapama, Dil Kıvırma, Dudak Büzme. İkinci öğrenilmesi gereken teknik ise Ses Bükmedir. Ses bükme
Üfleyerek bükme ve Çekerek bükme olarak ikiye ayrılır. Diatonik mızıkanın ilk 6 deliği çekerek bükülebilir, son üç deliği ise üflenerek bükülebilir. Üfleyerek veya çekerek bükmek o deliğin orijinal sesinin yarım ton ile üç yarım ton arası paslaşmasını sağlar.

Kromatik Mızıka

Bir yaylı mekanizma ile delikler kapatılıp açılır. Kromatik gamdaki her ses üfleyerek veya çekilerek çıkartılabilir. Tek mızıka ile her ton şarkı çalınabilir.

AKERDİON :Kafkas müziğin vazgeçilmez çalgısıdır,tek tuşa basarak akort çıkabilecek körüklü ilginç enstümandır,soleli kullanarak çalınırişin en zor yanı budur,sol elin altındaki minik tuşlar,ilk sıra kontrbaslar,2ci sır baslar,3-3-4 sıralar major mınor ve 7 lı akortlardır,bazı akerdiyonlarda 6 sıra olarak eksik 7 ler vardır,sesin çıkması körüğün açılıp kapanması ile oluşan hava basıncının metal dilciklere çarpması,titremesi sonucunda sağlanankörüklü bir çalgıdırAkordeon'un ilkel şeklinin 1822'de Berlin'de Christian Friedrich Ludwig Buschmann tarafından icat edildiğine inanılır. Ama yakın zamanda akordeon oalrak adlandırılabilecek bir enstrümanın 1816'da veya daha önceki bir tarihte Nürnbergli Friedrich Lohner tarafından kullanıldığı saptanmıştır.Akordeon ismine ilk patent ise 1829'da, Viyanalı org ve piyano yapımcısı Cyrillus Demian tarafından günümüzdeki akerdeona çok da benzemeyen tek klavyeli küçük bir çalgı alındı. Kısa sürede, birçok firma bu yenin çalgının üretimine girişti. "Diyatonik akordiyon" denilen ve diyezli ya da bemollü sesleri veremeyen bu çalgı, köylere kadar yayıldı. 1880'de,iki klavyeli kromatik akordiyon gerçekleştirildi. Diyezli ve bemollü sesleri de verebilen bu yeni akordiyon, kısa sürede çok tutundu. 1940'da daha da gelişti ve konser akordiyonu adını aldı. George Auric ve Jean Françaix gibi besteciler bu çalgı için birçok parça bestelediler.Ülkemizde Kafkas halklarının veya Romanların çalgısı olarak bilinir. Özellikle Çerkes kültüründe büyük yer tutar: Çerkes düğünlerinin ve toplantılarının en ünlü çalgısıdır.Özellikle Sivas'ın Yavuz Köyünde çokca kullanılır.Türkiye'de virtüöz Ciguli sayesinde kısmen yeniden popülerlik kazanmıştır

 

 

 

 

ÇOCUK OYUNLARI

Çelik çomak,binmeli eşek,esir oyunu,körebe,köşe kapmaca,birdirbir,seksek,yakan topu,lunç,domino devirme

KIYAFETLER

 

ŞALVAR        : eninde üç boy kumaştan çıkar daha ziyade eflatun pembe,yaşlılar koyu renkleri tercih ederler,genellikle çimen yeşili,zeytin yeşili tercih edilir,şalvarın içine şalvar ( havsa) dikilir pamuklu veya şile bezinden dikilir

MİNTAN       : Şalvarın üstüne giyilir mintan ve şalvar işlemelidir,kadife kutnu,janjanlı ve yollu kumaşlardan dikilir              

YELEK      : Şalvar üzerine kolsuz fakat işlemeli yelek giyilir,içine bezden buluz giyilir.

ÖRTÜLER   :Kare şeklinde üzeri baskı tekniği ile işlenmiştir,çiçek desenlidir

YAZMA      : Oyalar işlenir dikdörtgendir

ÇORAPLAR:Yün çoraplar giyilir kadın çoraplar motif işlemelidir

AYAKKABILAR : Rugan ayakkabı giyilir,çarıkta giyilir,genellikle lastik ayakkabılar tercih edilir

ERKEKLERSE : Yelek ve zıpka giyerler,Kafkas kökenliler düğün törenlerde kalpak dik yakalı siyah satenden yapılmış diz boyu elbise ve yumuşak deriden çizme giyilir.Elbisenin üzerine dışardan fişeklik,kama,kemer gibi ayrıntılar vardır,kadınlar ise simli motiflerle süslenmiş kadife elbiseler giyerler bunları

Karamandal,Trablus,kuşak,Başlık,Bartın yemenisi,Lastik ayakkabı,Yemeni,Şal,Peştamal,Fes,Para kesesi,Yatak tekkesi,Şayak bunlar Lazların giyimidir.

Aktaş,Edilli,Uğurlu,Yenice,Göktepe,Kirazlı,Hemşin köyleri giyerler

Giyimde en çok kadın kıyafetleri dikkati çeker. Köy dışına çıkılmadığı takdirde göze çarpan iki tür kıyafet kullanılır. Bunlardan ilkinde başa kudi adı verilen fes üzerine laçaki diye adlandırılan yazma örtülür. Laçaki omuzlara kadar indirilerek saçlar kapatılır. Laçaki üzerine başka bir laçaki bağlanır. Alnı tavsak ideli  olarak adlandırılan beşibiryerde kaplar. Boyun kısmında sakisuri -yaka-, boyunda kisersakideli  -kolye- göze çarpar. Çeketa'nın -kolsuz yelek- altına perangi  -gömlek- giyilir. Perangi sedepe'lerle -düğme- iliklenirken çeketa ip geçmelidir. Süsleme yalnız çeketadadır ve çoğunlukla geometrik motiflere rastlanır. Beldeki tzelsartkeli  -kuşak- uçeteği  tuttururken sol kısmında uçları sarkıtılır. Uçeteğin altına şalvari -şalvar- giyilir. Ayakta kalamani  -çarık- vardır. Kolda klavsakideli  -bilezik-, kulakta kursakideli  -küpe- yer alır.  Giysilerde kesinlikle cep bulunmaz, bu işlevi kuşakta bulunan kese görür. Renk seçiminde pastel renkler tercih edilir. Pembe, bej ve gri daha yaygın renklerdir. Bir başka kıyafet ise, "gömlek" olarak adlandırılan ve bir bütün olarak omuzdan ayaklara kadar uzanan elbisedir. Belden alt kısmı üçetek biçimindedir. Üzerine yelek giyilir. Başlık ve ayakkabı yukarıdaki örnekte olduğu gibidir. Kadınlar köyden dışarı çıkarken üzerlerine çerçabi  alırlar. Erkekler ağı fazla düşük olmayan şalvar giyerler. Bu şalvar paçalara doğru daralır ve düğmelidir. Baştaki hapaği -kalpak-, kabalaği  -kabalak- bulunabileceği gibi, fesin üzerinin atkı ile sarılıp bir ucunun sol tarafa salınmasıyla oluşan mokoçvilihimandila yer alabilir. Gömleğin üzerine çoha -ceket- giyilir. Bele kuşak sarılır

 

HIDIRELLEZ

6 Mayıs günü kutlanır,köyün piknik alanlarında,salıncaklar kurulur,yemekler pişirilir,ip atlanır,salıncaklarda sallanılır,birçok oyunlar oynanır,kızlar erkeklere,erkekler kızlara bakarlar orada birbirini beğenirler,arkadaşlıklar kurarlar,balık tutmalar olur,erkeğin beğendiği kız eğer salıncağa biner sallanır ise erkek hemen silahını çıkartarak iki el ateş eder ona onu beğendiğini gösterir,hıdrellezin en iyi yemeği helvadır Bu törenleri anlatmadan önce pilavlık parası üzerinde duralım. Daha öncede belirttiğimiz gibi köyden başka bir köye gelin giden kızlardan pirinç parası alınır. Bu para hemen harcanmaz biriktirilir. Pirinç parasının anlamı şudur. Köy gençleri bu kızı o zamana kadar o şekilde korumuşlardır ki, kızın namusuna halel getirmemişledir. Pirinç parası bunun mükafatı bir bahşiş sayılır. Alınan pirinç paralar yedi emin olarak köylünün saygı duyduğu birine telim ederler. Köyden ne kadar çok kız gelin giderse parada o kadar çoğalır. Hıdrellezde bu para ile bir koç satın alınır. Pirinç alınır, un yağ alınır. Kesilen koçun etinden ya etli pilav yapılır, helva kavrulur, ballanır. Öğleyin gençler toplanır ve bu pilav yenir. En sonunda da helva yenilir. Hıdrellez bayramının ayrı bir güzelliği vardır. İp salıncaklar, zincirli salıncaklar, büyük ağaçlara bağlanır. Kızlar ayrı yerde, erkekler ayrı yerde sallanırlar. Ama bazen kızlar erkekleri, bazen da erkekler kızları seyretmeye giderler. Eğer beğendiği bir kız salıncak biniyorsa orada çıkarır silahını bir şarjör boşaltır. Bu olaya kimse ses çıkarmaz. Böylece kimin beğenilip beğenilmediği bu Hıdırellez bayramı vesilesi ile belli olur. Bazı köylerde güreşler tutulur. Bazı köylerde derelerde balık tutulur eğlenilir.Akçakoca köylerinde hemen hemen hepsinde geleneksel olarak her yıl kutlanır köydeki küskünler barıştırılır geleneksel oyunlar spor etkinlikleri,folklorik oyunlar ve bunun gibi,Akçakoca’daki mülki amirlerde davet edilerek etkinlikler yapılır herkes baharı böyle karşılar

 

EVLERİ

Evler genellikle bahçe içinde olur.Avlu,avlu ağla ile çevrilidir bu mezralarda da evler birbirine uzaktır,Kurukavak,Karatavuk evler arası 4-5 km’dir,okul ve cami yanlarında evler yapılmıştır,az dağınık meskenlerde cepheleri sokak tarafına doğrudur Arabacı köyü gibi,Mısır ziraatı çok olduğu için her evin yanında hemen hemen 1 adet serender yapı vardır,ahırlar evlere uzaktadır,ahır ile samanlık yan yanadır

 

SPOR

 Bu,köyde spora ilgi azdır,hiçbir federe,gayri federe spor kulübü yoktur

 

YEMEKLER

EKMEKLER       : Yufka ekmeği,Bazlama,Gözleme,Cızlama,Mısır ekmeği,Buğday ekmeği

ÇORBALAR       : Tarhana,Mercimek,Un,Çılbır,Kızılcık çorbası,fındık çorbasıdır,

HAMUR İŞLERİ : Mantı,Börekler,Erişte,Kuskus,Kaşık makarna,Mancarlı pide

ET YEMEKLERİ : Kara dolma, Korçan,Sebze dolmaları,Kebaplar,Lahana sarma

TATLILAR           : Melen güççeği,,Güllaç incir-üzüm,Sütlacı ,laz böreği,Baklava

ÇEŞİTLİ YEMEKLER : Kaygana,Soğanlı yumurta,Sebze yemekleri,Zeytin yağlılar,Mamursa,Kaldırık,Mantar,  lahana  yemekleri,Tirit,Malay,Hoşmanım,Mancarlı cevizli fırında pide,keşkek,hamurlu kıymalı kulak denilen bir çeşit mantı. Çadi, kada, hmiyadi, çimura, hinkali, dzmariya-ni, şorva, şaviphali, zipiya, harşo, babatzvena,cevizli tavuk,cevizli patlıcan,mahalaor(cevizli fasulye),lobyo çadi(fasulyeli mısır ekmeği,lobyo lahana,koraveli phali(ekşili lahana),tahnal kavurması(mahrakuli),haçapurı,gürcü sarması,parçi

 

ALTYAPI BİLGİLERİ

Kilitli beton parke taşı döşenmiştir,köy yolu asfalttır,Fiskobirlik üye: 198 dir 2 tavuk kümesi,1 resteurantı,elektriği,sabit telefonu,içme suyu ptt acentesi,1 kereste biçme atölyesi,1 cami vardır .Taşımalı eğitim sisteminden faydalanıyor,sağlık ocağı ve sağlık evi yok ama mobil sağlık sisteminden faydalanıyor,kanalizasyonu yoktur .1960 yılında ilk ilkokul açıldı göçmen köydür,1935 te 228,1965 te 452 ,1997 de-252,2000 de -302 nüfusu vardır az dağınık köyler statüsündedir 400 dönüm tarla alanı vardır,fındık alanı 2.320,orman alanı 5.280 dönümdür,göçmen gürcü köydür.

 

İSTİKLAL SAVAŞINA KATILANLA

Köyden Abaza isyanına , Numan çetesine katılan :Mustafa Muti dır

GAZİLER .: İsmail Varış-Osman , H.1317-M.1901 Gazidir

ŞEHİTLER : Çerkezoğlu Mehmet Şahinkaya’dır D.1890-Ö.1915 Çanakkale savaşı,Zonguldak’taki birliğinden buraya katılmıştır.Muhammed Hırareoğlu( Muti) .D.1893 Yemen harbinde şehit düşmüştür,mezarı orda dır

 

18.19. YÜZYILDA TEMETTUAT DEFTERİNDEKİ DURUMU

 

Yeni kurulan bir köy olduğu için Temettuat defterinde kaydı yoktur

 

KÖYE İLK GELEN SÜLALELER

 

VARICIOĞULLARI         ( SÜMER)                      ACARA         BATUM    MARADİT        

HİRAREOĞULLARI        ( MUTLU,MUTİ)          ACARA         BATUM     MARADİT

NAZARAOĞULLARI      ( TANIŞ )                       BORÇKA      MURATLI                  

ÖMEROĞULLARI            ( YAPICI )                     ACARA        BATUM      MARADİT       

KADIOĞULLARI             (MARADİT)                  ACARA        BATUM       MARADİT     

KOTANOĞULLARI          (OKUTAN )                  BORÇKA     MURATLI   

TOPAL OĞULLARI          (TOPAL)                       RİZE      

ÇERKEZOĞULLARI         ( ŞAHİNKAYA)          BORÇKA     MURATLI

ZİVEROĞULLARI             (GONCA)                     BORÇKA     MURATLI

PARTALOĞULLARI          (GÜRSEL )                   ACARA         BATUM        MAKRİHA

KRASFELLIOĞULLARI    ( VARIÇLI)                   BORÇKA      MURATLI         

MELİKOĞULLARI             (YAVUZ )                     BORÇKA      MURATLI

MARADİTOĞULLARI       ( MARADİT)                ACARA         BATUM       MARADİT

ARSLANOĞULLARI          ( ARSLAN)                  DÜZCE         AKÇAKOCA   BEYÖREN

EMİNOĞULLARI                ( ŞENLER )

KİBAROĞULLARI              ( KİBAR )                     BORÇKA     MURATLI

GÜRCİSTAN  BATUMDA AŞAĞI MARADİT GÜRCİSTANA,YUKARI MARADİT İSE TÜRKİYE YE BIRAKILIR VE AŞAĞI MARADİT YENİ İSMİ MURATLI BU KÖY BORÇKAYA BAĞLANMIŞTIR

NOT : Katkılarından dolayı değerli ağabeyim Necati Şahinkaya ve köy sakinlerine teşekkür ediyorum

Kaynak

Coğrafi Bölgesi        : İbrahim Tuzcu

Tarihi                        : M.Vanilişia Tandilova,Macaheli Net,Derl. İbrahim Tuzcu

Köy ismi                   : Kenan Okan,Necati Şenkaya,Köykent hb.sitesi,Derl.İbrahim Tuzcu

Tarihi yerler              : Kenan Okan,Şükrü Dönmez,Necati Şahinkaya,Derl.İbrahim Tuzcu

Coğrafi durum          : Kenan Okan,Şükrü Dönmez,Mustafa Kocadon,Derl.İbrahim Tuzcu

Camii ve Mez           : Kenan Okan,Necati Şenkaya,Derl.İbrahim Tuzcu

Turizmi                    : Akç.Kaym.Sitesi,Köykent hb net,Kenan Okan,Mustafa Kocadon,

Necati Şahinkaya,Derl.İbrahim Tuzcu

Ekonomi                   : Kenan Okan,Necati Şenkaya,Mustafa Kocadon,Şükrü Dönmez,Akç.Kaym.Sitesi,İlçe Tarım.Md,Köykent hb sitesi,Derl,İbrahim Tuzcu

Kültür                       : Kenan Okan,Vedia Emiroğlu,Akç.Kay.Sitesi,Kafkas Gürcü Sitesi, M.Vanilişia Tandilova,Macaheli net,Görsel yay..S.4,Derl. İbrahim Tuzcu

Spor                          : İbrahim Tuzcu

K.Alt yapısı              : Kenan Okan,Necati Şahinkaya,Mustafa Kocadon,Akç.Kay.Sitesi,Derl.İbrahim Tuzcu

İstiklal savaşı           :  Şükrü Dönmez,Geltog net

Sülaleler                    : Hüsamettin Kaya,Necati Şahinkaya,Derl.İbrahim Tuzcu

 

 

DAVUTAĞA KÖYÜ

 

 

COĞRAFİ BÖLGE   :  Karadeniz Bölgesi 

İL                                 : Düzce

İLÇESİ                        : Akçakoca

KAYMAKAMI          : Mehmet Ünal

B. BAŞKANI              : Fikret Albayrak

KÖY MUHTARI      : Mehmet Berberoğlu

POSTA KODU            81650

TEL                              05378687950   EV-03806312262

NÜFUS                        : 71 Hane, 180 Nüfus vardır

ESKİ MUHTARLAR: 2009-İsa Aşıkoğlu , 2004-İsa Aşıkoğlu,1999- Emrullah Özbelli,1994- Saim Özalp

COĞRAFİ DURUM  : Düzce iline 66km,,Akçakoca ilçesine 27km uzaklıktadır.Rakım 230 dur, 4027 Dönüm,177 Dekar orman alanı vardır.Esmahanım,Küpler,Dilaver komşularıdır

 

TARİHİ

1877 Yılında Osmanlı Rus savaşında Kafkas’lardan göçler başlar.Güney Kafkasya’nın ABJWA-AŞUBA koluna mensup TAVAT prens sınıfından Esma Hanım diye hatun Güney Kafkasya’dayken kocasına ben savaşlardan bıktım buraları terk edecem,batıya gideceğini söyler ama kocası Hamit Ağa karısını dinlemez,Hamit ağa bu ara hastadır ve sonunda Hamit ağa ölür. Kafkasya’dan Rus zül umundan bıkan Abaza ve Çerkezler Anadoluya göç ederler ,bunlardan Esmahanım,Sait ağa,Hurşit ağa,İsmail ağa Sinop Ayancık kazasına gelirler burada 6 ay kadar dururlar Düzce de Abazaların olduğunu öğrenirler Düzce kazası o sıralar Kastamonu’ya bağlı idi ve buradan yola çıkarak Düzce ye gelirler şimdiki Uzun Mustafa’da 3 yıl kalırlar o sıralar burası bataklık olduğu için burada sivrisinekten barınamazlar hastalık ve ölü verirler devletten yardım isterler devlet bunları Çilimli kazasına gönderir burada avlanırken Akçakoca Kaplan dede dağlarını aşarlar ve Kurukavak köyüne gelirler orda yerleşenlerin olduğunu görürler aşağıya doğru inerler dere boyunu takıp ederler.İskan idaresine yerleşmek için müracaat eder,Abazalar yerleşmek için vadileri tercih     ederler. .İskan idaresine yerleşmek için müracaat eder,Abazalar yerleşmek için vadileri tercih ederler.Abazacada PST olan hayat yeri taşıyan yer demektir.Memleketlerinde buna uygun olan Kıran Köyü güneyine vadiye,dere kenarına yerleşirler.Buralar devlet orman arazisidir., Kıran ( şuan munkariz olmuştur Uğurlu ve şimdiki Esmahanım arası) bölgesini seçerler buraya yerleşmeye karar verirler buradan geri dönerek Çilimli’ye döner çoluk çocuklarını ve akrabalarını alarak tekrar Akçakoca Kıran mevkiine gelirler ve yerleşirler fakat bura dada eski Rum,Gürcü,Laz lar vardır bunlarla geçinemezler Esmahanım çocuklarını alır şimdiki yer olan Esmahanım mevkisine gelir buraya yerleşir ve köyü kurar köyün kurulmasında çok emeği vardır.Bundan dolaylıda bayan olduğu için arkadaşları tarafından da ödüllendirilerek köyün ismini Esmahanım köyü olarak Akçakoca’ya bildirirler bu köy sonsuza dek devamlı yaşatılacaktır.Daha sonra muhtarlık sürtüşmesi yüzünden 1932 yılında Dilaver bey kendi muhtar seçilince köye de kendi ismini verir böylece Esmahanımdan ayrılarak ayrı bir muhtarlık olur,yine daha sonra burada yine muhtarlık sürtüşmesi yaşanır 1960 yılında Davut ağa muhtar seçilince köye de kendi ismini verir. Dilaverden ayrılarak ayrı bir muhtarlık olur ve köy Davutağa diye Akçakoca kayıtlarına girer .Esmahanım,Dilaver,Davutağa aynı zamanda kurulur fakat Dilaver Esmahanımdan,Davutağa da Dilaverden ayrılır,Esmahanımın kocası kafkasyada Abhazya da 10 yıl kalır burada Abazacayı öğrenir tekrar Kafkasya’ya geri döner ve burada hastalanarak ölür Esmahanım savaş zulmünden çocuklarını korumak için Anadoluya göç eder,yol arkadaşları da,İsmailağa,Hurşit ağa,Sait ağadır bunlar Esmahanımı bırakmamışlardır,Esmahanımın kocası Hamit ağadır.Köyün diğer adı da Acıelmadır Köye 1916 yılında 2 ci göçte Rize Pazar dan ve  Giresun’dan göç gelmiştir.Bu köyde yalnız Abazalar vardır karışık köy değildir

 

TARİHİ YERLER

 Kıran mevkii’ne yerleşen Esma Hanım daha sonra kendi adına güneye giderek Esmahanım köyünü kurar daha sonra bu köyden ayrılmalar olur Dilaver ve Davutağa köyünü kurarlar ama Kıran Mevkii’nde eskiden Ceneviz ve Bizanslardan kalma kilise ve mezar kalıntıları vardı ama bunlar münkariz oldu.Bu köyün tarihi yerleri pek bulunmamaktadır.

 

AKARSU VE DERELERİ

Ordulu dağlarından çıkan akarsu Küpler Deresi ile birleşerek Gubi deresi ile birlikte köyün içinden geçerek Uğurlu’dan Melenağzı’nda denize dökülür.Dilaver deresi diye anılır.

su altı seviyeleri çok değişkendir,Pınar,ve kuyu suları faydalıdır ancak çok kireçlidir,serttir koli bakımından zengindir içilmesi mahsurludur,sıcak su ve göl yoktur

 

DAĞLARI VE TEPELERİ:

Ordulu Dağı ve Yörük Tepesi eteklerine kurulmuştur.

 

İKLİMİ:

En fazla yağış Eylül-Kasım-Aralık-Ocakta olur,kar Aralık ve Ocak ayında yağar ama uzun sürmez,Mayıs-Haziranda Karayel,Temmuz-Ağustos-Eylül ayında Poyraz eser,kış aylarında lodos eser,Temmuz- Ağustos-Eylülde güneş kendini daha iyi gösterir,Aralık,Mart ayları arası en düşük sıcaklık olur ılımaman Karadeniz iklimine sahiptir.

 

JEOLOJİK DURUMU:

 Eosen-Folişi,Muminitli Kalker mevcuttur.Dere ve vadi tabanları alüvyon,yamaçların büyük bir bölümü silis formasyonu,tepelerin üst kısmı da 3.derecede kumlu,çakıllı tabakalar halindedir.Depreme dayanaklı 3.bölgedir.Dağlar denize paralel uzanır.Paleozoik devre ve tersier arazilerde ibarettir.Jeolog Dr.Ervin Lan,Mühendis Zeki Erişir.

 

BİTKİ ÖRTÜSÜ

Akçakoca’da orman alanı 20477.77 hektardır.Çoğu bozuk orman alanıdır % 43 kayın % 0.8 gürgen %0.1 kestane % 6 meşe % 1 kavak % 0.25 ıhlamur % o.4 çınar bulunur,gerisi fındıklıktır.Maki bitki örtüsüne sahiptir,iklimin mutedil yağışlı olması bitki örtüsünün gür olmasını doğurmuştur.

TOPRAK YAPISI

Topraklar kırmızı kahverengidir.Toprak asitli,kireci azdır,topraklar erozyona maruzdur.Potas ve fosfor bakımından fakirdir,tuz oranı normaldir.Saha umumi olarak pedojenez bakımından genulik safhasındadır.Toprak killi ve tınlı kıvrıntılı karakterdedir.

 

TURİZİM

 

Köyde Akçakoca festivaline katkı amacıyla bazı gösteriler,yemekler,kıyafetler,defileler yapılır.Köyde turizm ancak doğa yürüyüşü,canlı alabalık avcılığı yapmak için şirin mükemmel bir köydür.Orman içinde mükemmel doğasıyla da meşhurdur,av turizminin burada mükemmel olacağını düşünüyorum.Ayrıca 2 kız kardeş kendi evlerinde gelinlik dikerler bunların ünü İstanbul’a kadar varmıştır

CAMİLERİ

Kıran Camisi’ni kullanırlardı,bu üç köy maalesef munkariz olunca köye kendileri iki cami yaptırırlar.1970 yılında tuğla yapılı 250 cemaatli,tek Şerifelidir.Bu cami yıkılmış,yerine büyük kubbeli bir cami yapılmıştır.İlk cami 1952 yılında yapıldı,ilk cami imamı Şerif Efendidir.

MEZARLIKLARI

Köyde bir adet mezarlık vardır,köyün girişinde dır. Mezar taşlarındaki konular erkek mezar başlarına başlık,kadın mezarında süslemeler ön plandadır,erkek mezarlığında büyük sarıklı olanlar ulema ve paşaları,uzun külah üzerine sarık tasvirler,derviş ve tarikat şeyhlerini,sadece ince sarıklılar köy ağalarını,üstü geniş ve altı dar kavuk biçiminde olanlar yeniçeri ağalarını işaret etmektedir Yine Kıran kabristanlığını kullanmışlardır.Burası şuan münkariz olmuştur.Köyün içinde aile mezarlıkları vardır.

 

EKONOMİ:

HUBUBAT:Buğday,Mısır,,

BAKLIYAT:Fasulye,Bezelye,Bakla,Soğan,Lahana,Marul,Pırasa,İspanak,Kaldırık,Patates Kara lahana,Biber,Patlıcan,Kabak

MEYVE       : Elma,Armut,Kestane,Ceviz,Üzüm,İncir,Dağ çileği,Muşmula,Ayva,Kızılcık,Kiraz

Hayvancılık ve tarıma dayalıdır.Köyde fındıkçılık revaçtadır.Fazla miktarda ormancılık yapılmamaktadır.Meyve sebze kendilerine yetecek kadar yapılmaktadır.Hayvan süt ürünlerini yapıp kendileri bunları Adapazarı,Düzce,Akçakoca pazarlarına götürüp satmaktadırlar.Arıcılık yapanlarda vardır.İlçemizde tarımsal üretim içerisinde bitkisel üretim, özellikle fındık üretimi ağırlıklı yer tutmaktadır. Fındık üretimi dışında kasaplık tavuk üretimi, büyükbaş hayvan üretimi,, arıcılık,  mantar üretimi önemli tarımsal faaliyetler arasındadır. Akçakoca1930 yıllarda ekonomi denize bağlı idi,bunun yanı sıra reçberlik,odunculuk,kerestecilik ön safhada yer alırdı,şehirlinin tümü denizci idi,gemi tüccarı,gemici,tekne sahibi,balıkçı,yada yükleme ve boşaltma amelesi idiler.Akkaya,Aftunağzı,Beyhanlı,Döngelli,Çuhalı,Kızlarağası,Değirmenağzı,Taşman Deresi,Karaburun,Melenağzı iskeleleri vardı,buralardan ticaret sağlanırdı.Ayrıca ilçede 4750 büyükbaş hayvan vardı ama son yıllarda azalma kaydedilmiştir,kümes hayvancılığı da son yıllarda azalma görülmüştür 190 adet kümes vardı,beyaz et üretimi 25.000 tonu geçmekte idi.2000 civarında fenni kovan vardı Maden direkleri dışında ,Bolu Adapazarı’nda ,Düzce’de yetişen buğday,kavun,karpuz gibi toprak ürünleri manda ve öküz arabalarıyla deniz sahiline getirilir buradan da deniz yoluyla gelen gaz,ve tekel maddeleri aynı arabalarla taşınırdı,sahilde bulunan depolarda bu mallar stoklanır dı zaman içerisinde tuz ve benzeri şeyler şehir ve kasabalara sevkiyatı yapılırdı,ayrıca deniz yoluylada sandallarla başka şehirlere sevkiyatı yapılmakta idi.

FINDIKÇILIK

 

Hemen hemen herkes fındıkçılıkla uğraşmaktadır.Devlet orman arazilerini açıp buralara,memleketten 1900 yılında Trabzon’dan gelen Bostancı hacı Ahmet efendi Akçakoca’ya fındığı getirir Osmaniye mahallesine fındığı ekmiştir,yine Mehmet Arifin getirttiği fındığı ekerler daha sonra Batum göçmeni olan zücaciyelik yapan Mustafa efendi Doğu Karadeniz sahillerinden aldığı fındık fidelerini Ereğli ve Akçakoca da satarmış.Bir gün Giresun’a uğrar o zamanın belediye başkanı limanda fındık fidesi dağıtıyormuş,Mustafa bey bunları alır gemi kaptanına da söyler,gemi kaptanı fideleri fıçılara koyarak Ereğli Akçakoca ya getirir,diğer rivayete göre de Yenice köyün kurucusu Kibaroğlu Hurşit,Kırıkoğlu Tahir,Keleşoğlu İbrahim,Alioğlu Tufan Tefik ilk fındık fidelerini ekmişlerdir.Bunların getirdiği fındık dallarından sopa ile dövülürmüş dalları çok büyükmüş,daha sonra Mehmet Arif kaliteli fındık fidelerini götürür,millete bunları tercih eder millet bu fındık fidelerini dikerler.1922 yılında 4000 fidan mevcuttu fındık sevkiyatı artınca millet fındık ekmeye başlar,fındık bahçelerde elle toplanır,çeşitli evrelerden geçtikten sonra yere sofralar kurulur altına büyük bezler serilirdi, sofra etrafına toplanan kişiler fındığı kırardı,bazıları da fındığı kabuğundan ayıklıyordu çok çetin olan bu sistem yerini 1930 yılında merkezde Kapkirli’de elle çalışan değirmen gücü ile çalışıyordu ve fındık böyle kırılıyordu,Sarı Hafızların Halit Arıkan bu değirmeni kurmuştu ,daha sonra Trabzonlu Abdulrezzak efendi elle kırma fabrikası kurar,daha sonra Küçükömerler’in Ömer Aydın 1932 yılında  şimdiki Özyuvam’ın olduğu yere ahşap bina içinde makaralarla çalışan fındık kırma makinesini kurar,1942 yılında da Diyarbakırlı lakaplı Cemil bey Osmaniye de bir değirmen kurar ama bu değirmen dizel motoru ile çalışmakta idi,yine bu sırada mebus Vahit Yöntem Osmaniye de deniz kenarında modern bir fabrika kurar1946 yılında,1947 yılında da Arabacı köyünde Hocaoğlu Mehmet dizel motoru ile çalışan bir fındık kırma fabrikasını kurar.Edilli köyünden olan Hüseyin Horoz da dizel motorun masrafını azaltmak için Değirmenağzı mevkiinde su gücü ile çalışan fındık kırma fabrikasını kurar,düşük alternör ilavesi ile akü şarj girişimi ile iyi bir fabrika idi ve en son 1954 yılında Orhan derenin denize döküldüğü yerde Fiskobirlik adına modern bir fabrika açılır,bu fabrika 2008 yılında tamamen yıkılır bunun yerine Sapak mevkiinde çok modern fabrika açılır üretimine devam etmektedir.İlk fındık yağını Kalfanın Bekir Üstünel yapmıştır,fındık eskiden tımar,çapalama,tırpan yapma,toplama,öküz arabalarla taşıma,sopalarla dövme,elle ayıklama,sık tellerden yapılmış bir aletle incesini kalınını tozunu ayıklama evrelerden geçerdi,ama şimdi toplama,ilaçlama,gübreleme,motorla tırpan yapmak,ayıklamayı patoz makineleri ile yapmak maliyeti yükseltiyor,Fisko’da fındık taban fiyatını da düşük tutunca halk artık fındıkçılık’a iyi bakmıyor.Fındık şubat mart ayında ekilir 2-3 yıl yetişmesi sürüyor,4-4 6-6 ara ile 6-8 fidan 60- ocak kuyular açılarak dikilir.En iyi fındık türleri şunlardır: Çakıldak,Kargalak,Kan,İncekara,Kuş,Tombul,Paloz,Foşa,Kalınkara,Uzunmusa,Mincane,Cavcana,Badem,Yağlı fındık,Kara fındık,( yağlı fındığa benzer kabuğu siyah ve serttir)Sarı fındık (yuvarlak kabuğu ince verimi fazla),Yomra(yuvarlak vermi fazla),Sivri( ince uzun bademe benzer),Dilovası,ve Mehmet Arif fındığı ( yağlı  kabuğu ince verimi fazladır). Deli sava(Fındığın içini iyi doldurmaz)

 

HAYVANCILIK

Hayvancılık revaçtadır.Süt ürünlerinden elde ettikleri mamulleri Adapazarı,Düzce,Akçakoca pazarlarında götürüp satarlar.Sağman inek hemen hemen her evde vardır.Öküz pek kalmamıştır Sağman inek,.Tavuk,ördek her evde vardır.Tavuk besiciliği bu  köyde yoktur.

ORMANCILIK

Çam,Kayın,Meşe,Kestane,Gürgen,İhlamur,Kavak,Çinar,Defne,Kocayemiş,Muşmula,Ayı üzümleri,Orman gülleri,Yer gülü,Erica ağaçları,Erelti otu,Çoban püskülü diye orman ürünleri var.Eskiden devlet orman arazisini talan edip fındık ekimi yapılmıştır.Köyde ormanlık alan seviyesi düşüktür %8 gibi

 

AVCILIK

Bölgede göçmen kuşlara daha çok raslanmaktadır,Sarıkuş,Çulluk,Bıldıcın,Ördek,Üveyikördek,Kaz,Kuğu,Tarakçın,Karakçun,Sığırcık,Bozbakal,Karabakal bulunur.Son zamanlarda,gerek ilaçlama gerek yanlış avlanma neticesinde çok azalma olmuştur. Ördek,Çulluk avı çok meşhurdur.Çevredeki daimi kuşlar kestane Kargası,Çulluk,Ördek,Üveyik,Sığırcıktır.Tavşan,Çakal,Tilki,Domuz Ayı,su Samuru,Kunduz,Geyik,Karaca vardı ne yazık ki bunlara da az rastlanmaktadır.Domuz avı devamlı yapılmaktadır.Köydeki devamlı hayvanlar Domuz,Ayı Kurt,Tilki,Çakal dır.Avcılık turizimi yapılabilinecek köydür.

KÜLTÜR

İsa’dan önce 331 tarihinden itibaren Abhazalar Kafkasya’daki yurtlarında 1864 yılına kadar genellikle bağımsız olarak yaşamışlardır. Abhazya geçmiş yüz yıllarda sıra ile Türklerin ve Gürcülerin işgali altında kalmıştır. Nüfusunun büyük bir çoğunluğu Türk hakimiyeti esnasında islamiyeti kabul etmiştir. Müslüman olmuş büyük bir nüfuz Abhazya da oluşmuştur.1864 yılında Rusların hakimiyetine giren Abhazya’da, 1866 yılında başlattıkları bir ayaklanma başarısız kalmıştır. Bu dönemde birçok Abaza Türkiye’ye göç etti.1.yy.dan itibaren Abhazya ve Gürcistan’ın ayrı bölümleri yavaş birleşmeye başladı.İlk Abhaz kıralı Lav’ın tarafından birleştirilen Abhaz grupları; Abhazgia, Apsilla ve Misimya, Lazikikayı ve Batı Gürcistan’ı da katarak kendini yörenin tek hakimi ilan etmişti. Abhazya 3 ve 4. yüzyıllarda Hıristiyan oldu. Pitsunda şehri bu dinin merkezi oldu. 5. ve 6. yüzyıllarda  bu din Abhazya’nın resmi dini olmuştur. Abhazya 6. yüzyılda en parlak dönemini yaşadı. Abhazya 8. yüzyılda Arapların işgaline uğradı. 16. yüzyıldan itibaren Abhazya Osmanlı hakimiyetine girdi. İslam kültürünün etkisi altında kaldı. 1810 yılında Abhazya Rus hakimiyetine girdi. Ab hazlar, 1821, 1894, 1830 ve 1840 ve daha sonraki yıllarda Ruslara karşı çetin mücadeleler vermeye başladı.Şeyh Şamil, Muhammet Emin ve Maenkats liderliğinde diğer Kafkas Boylarıyla birlikte uzun yıllar Ruslara karşı savaştılar.11-22 Mayıs 1864 te Abhazalar Ruslarla intihar savaşı yapmaya başladılar. 1864 te ilk göçler başladı. 1877- 1878 Osmanlı- Rus Savaşı, bölgede büyük bir nüfus kaybına neden oldu.Köyün genel nüfusu bir kuzey Kafkas topluluğu olan Abhazlar'dan oluşmaktadır. kısmen Hemşinli bulunmaktadır. Yöresel yemekleri, Abhaz ve Hemşin yemekleridir. Bunlar içinde Abusta (Abhazlar özgü bir ekmek türü), haluj (abhaz mantısı), sızbal (genellikle erikten yapılan bir tür meze) gibi çeşitler mevcuttur. Gelenek bakımından abhaz geleneklerine bağlı kalınmıştır. Yöresel oyunları; Abhazlar için Apsuva koşara ve Rinnadır. Abhazların neredeyse tüm oyunları kızlı-erkekli eşler şeklinde oynanır. Hemşinlilere özgü oyunlar ise horondur ve tulum ile onlara da kızlı erkekli oynarlar Abhazların geleneksel çalgıları akordion ve mızıka,tahta,sopa dır. Aynı zamanda da düğünler de tahtalara vurularak da ritim tutulur. Abhazların sadece kendilerinde özgü bir gelenekleri vardır. Abhazlar kendi aralarında soylara (sülalelere) ayrılır. Esmahanım daki Abhazlar, Kabba,Suktar(Kutarba), Koadzba, Aşuba, Argun, K'eçba, Kurua, Kurkunaa, Akhba, Çiüşba, Khikuba vb. sülalelerden oluşur. çoğunlukla Kabba ve "Koadzba" soyundandır. Başka soylardan da aileler de bulunmaktadır. Köydeki konuşma dilleri Abhazca ve Hemşin dilleridir. Çerkez nakışları,kamçının örülmesi,feden Çerkez hasırları el sanatlarıdır

Anadolu’ya İlk Göç:Abazalar Kafkasya’dan Anadolu’ya göç ettiklerinde genelde ovalardan ziyade yamaçlara yani dağ eteklerine yerleşmişlerdir. Bu tutumun başlıca nedeni kuraklık, bataklık ve sivrisineklerin yaymış olduğu hastalıklardır.Akçakoca’da Abazalar genelde Davut ağa, Esma hanım ve Dilaver Köylerine 1877 göçleriyle birlikte gelip yerleşmişlerdir. Bu üç köyün özellikleri yukarıda verilen açıklamalara uygundur. 1916 tarihli Bolu Salnamesinde (s.366) Akçakoca’da  600  Abaza (%5,6) bulunuyordu.

1877 göçünde Abjwa- Aşuba koluna mensup bir grup Tavad- Prens soyundandır.İskan Dairesinden izin alıp uygun bir yerleşim alanı ararlar. Abazalar yerleşmek için vadileri tercih ederler. Kıran Köyünün güneyindeki vadi içini tercih ederler ve Esma hanım Köyünü kurarlar,daha sonra Dilaver ve Davutağa köyünü kurarlar

 

 

DÜĞÜN GELENEKLERİ

 

Abaza düğünlerinde çalgı olarak mızıka, akordeon ve tahta ve sopalarla tahtaya vurularak ritim tutulur ve çalınır. Tahtaya 10-15 delikanlı dizilir. Tempo tutarak vurulur. Akordeon eşliğinde ellerle tempo tutulur. Ortada bir kız ve bir oğlan oynar. Oyun bitimine doğru ortadaki kız ile oğlan kendini yerlerine oynayacak olanları, kendileri ortada iken seçerler. Onlar kalkar, ortadakiler oturur.Bir ağaca yumurta asılır, onu silahı ile kim kırarsa Tasayüzeden çorap hediye alır.Ayrıca ortaya bir masa konur bu masada bir kişi düğün evine hediye getirenleri deftere yazar sonunda düğün sahibine verir düğün sahibi bu defteri saklar ona hediye getirenleri deftere bakar ona göre hareket eder

DİĞER GELENEKLER

 

Abazalarda eğlenmek için, muhabbet yapmak için düğün dernek olması şart değildir. Örneğin herhangi bir Abaza köyünde bir iki kız veya erkek köye akrabasına ziyarete gelse, o köyün gençleri o eve toplanır. Misafirin onuruna muhabbet, eğlence düzenlenir.Abazalarda, bir kişi bir kahveye, bir cemiyete girdiğinde herkes ayağa kalkar ve ona saygı gösterirler. Gelen kişi eğer, cemiyettekilerin yaşça büyüğü ise onu oturanların en başına oturturlar O, müsaade eder, her kes oturur. Eğlence nerde kaldı ise oradan devam eder.Abaza köylerinde kahvehanelerde ortaya perde gerilir. Gençlerin yeri ayrıdır. Ortadaki perde, saygıda kusur olursa, büyüklere karşı kusuru örter.

İMECE

Ekin ekmek ve biçmede herkes birbirine yardım eder. İmece usulü vardır.

DİNİ

Abazalar müslümandırlar. Hacca giderler. Müslümanlığı tam anlamıyla uygularlar

 

CENAZE ADETLERİ

Ölüm olayında cenazeye tüm Abazalar gelirler. Eskiden araba olmadığından atla gelirlerdi.Atın bakımı, yem, köylüler tarafından karşılanırdı. İlk günü ev halkı yemek yapmaz, cenaze evine köylüler yemek getirirler. Ölümüm 40 ve 52.c. günü mevlit okunur. Bir hafta cenaze evinde kuran okunur. Her gece lokma yapılır. Kurandan sonra helva ve gülsuyu dağıtılır.

AT ÇALMA ADETİ

Abazalarda at çalmak bir şereftir. Özellikle asil ailelerden at çalan kahraman olur ve asil bir aileden kız bile isteyebilir.

 

SÜLALE

Abazalar ad ve soyadı hariç birde sülale adı kullanır. Geçerli olan sülale adıdır. Örneğin: İfrar Demir (Ceniya) gibi.

 

 

 

Kız ve Doğum Olayı:Abazalarda çocuk dünyaya geldiği zaman doğum olayını köy halkına duyurmak için  silah atılırmış. Bu durumda çocuğun kız veya erkek olması önemli değildir. Yeni doğan çocuğun adını dede koyar.

 Erkeğin Tanışması :Akçakoca’da mısır bitkisinin fazla ekildiği, fındığı kozalarından ayırma makinelerinin daha ortaya çıkmadığı dönemlerde mısır soyma, fındık ayıklama imeceleri yapılırdı. Bu imecelere kız ve erkekler bir arada katılırlardı. Mısır çapalama, fındık toplama işleri de imece şeklinde yapılırdı. Akçakocalı kız ve erkek gençler birbirlerini bu imecelerde, kasabaya inme sırasında, dereye suya giderken, nişan, düğün gibi eğlencelerde tanırdı.Kız ve erkeğin ortaklaşa güvendikleri bir kadını aracı olarak kabul eder ve sevgi nişanelerini birbirlerine bu aracılar ile gönderildi. Bu günde buna benzer olaylara şahit olunmaktadır. Çoğu kez kız erkeğe, kendi işlediği bir mendili, oğlanda kıza gülyağı, şeker, lokum, küpe, yüzük gibi hediyelerde gönderirdi.

Sevdalık Günleri :Akçakoca gençleri arasında sevdalık günleri çok önemliydi. Sevenlerin arkadaşları vardır. Bu arkadaşlar erkek ise, hep seven erkeğin etrafındadır, arkadaşları için pervane olurlar, hep beraber gezerler. Başkaları seven erkekmiş izlenimi yaratırlar. Örneğin; Sevdiği kız salıncağa binerse, önce aşık olan silahını boşaltır. Bunun anlamı: Bu “Seni başkası severse onu öldürürüm” anlamına bir mesajdır. Ardından aşığın arkadaşları silahlarını boşaltırlar. Bunun da anlamı: “Bir arkadaşımızın arkasındayız” demektir Durum herkes tarafından anlaşılır, kimse kimsenin sahasına girmez. Erkek evlenme arzusunu ailesindeki kadınlara açar. Zaman içinde gelişen olaylar oğlanın anası tarafından babasına iletilir. Günler ve gecelerce ne olup olmayacağı, aileler arasında düşünülüp tartışılır. Sonunda kız tarafının kıramayacağı bir elçi bulunur. Elçi baba ve annenin ağzını arar. Olumlu yanıt alınca kızı istemek için girişimlerde bulunur.Toplum kız isteme konusunda çok duyarlıdır. İstenilen bir kızın verilmemesi ya da söz kesiminden sonra dönülmesi erkek tarafından hakaret kabul edilir. Bu tür olaylar genellikle kan davası gibi olaylara sonuçlanır.

Sıra Gözetme .Ablası bekar olan, evlenme çağındaki erkek bu kuralı bozup evlenebilir. Erkek toplunda kadından önce gelir. Erkek kardeşler arasında da sıra gözetilir. Miras taksiminde kızın payı erkeğe göre yok gibidir. (Bu gelenek Lazlarda daha çoktur.)Son zamanlarda Bölgede kızlar arasında sıra gözetme geleneği vardır. Büyük kız varken küçük kız evlenmesi ayıplandığı gibi baba buna kesinlikle karşı koyar herkes hakkını yavaş yavaş  alma yolunu tutmaya başladı.

Başlık Parası :Akçakoca ve köylerinde başlık parası vermek hemen hemen yok gibidir. Yalnız fakir ailelerde kızına çeyiz yapabilmek için bir miktar para ödenir. Başlık parası verme Laz ve Gürcü ailelerde, Rizeli  toplumlarda daha az uygulanır. Abazalarda başlık parası alınmaktadır.

Kız Kaçırma Olayları :Abazalarda düğün çok masraflı olduğu için, özellikle birbirini seven çiftler kaçarlar. Bu danışıklı dövüştür. Kız kaçırılmadan önce nüfus cüzdanı kaçırılır. Kızın yaşı on sekizden küçük ise kız kaçırılınca erkeğin akrabalarından birinin evinde saklanır. Daha sonra aileler arasında anlaşmaya gidilir. Kaçırılan kızın yanında kıza yakınlığı ile bilinen kızın arkadaşı ile kaçırılır. Bu kıza tasavize denir. Kız emin bir ailenin yanına misafir edilir. Düğün yapılıncaya kadar kız o evde kalır. O evde her akşam eğlence yapılır. Bunun adına taşamhara denir. Kız-erkek anlaşarak kaçmışlarsa iki tarafın aileleri bir müddet birbirleriyle görüşmez. Daha sonra aracılar yardımıyla taraflar barıştırılır. Ancak yıllar süren küskünlükler söz konusudur. Kız kaçırmada kızın rızası yoksa olay kan davasına kadar gidebilir.

Kız İsteme:Abazalarda evlilik genellikle kız kaçırma ile olur. Kız kaçırılırken kızın yanında kız tarafının tanıdığı, köyden biri bulunur. Kız köyden uzakta, başka bir köyde misafir edilir, kızın ailesi ile görüşülür. Mutabakata varılır ve düğün yapılır. Kız kaçırma olayı ile, normal yolla kız istemede verilen süre ortadan kalkmış olur.

Abazalarda kız istemeye baba gitmez. Yakın akrabalar, örneğin dayı, yenge, hala gibi büyükler gider,Baba, amca, dede gibileri gidemez.Abazalarda kız eğer verilirse, süre belirlenir.Üç ay gibi. Bu süre içinde örneğin üç ay içinde oğlan evinde her gece muhabbet yapılır.Üç ay içinde Abaza Köyünün bütün geçleri, oğlan evinin bulunduğu köye muhabbete gelirler.Abaza, Abaza ile evlenirken oğlan araştırılır.

Bunların hepsinden önce, kıza yani gelin olacak kişiye herhangi bir Abaza Köyünden bir kız arkadaş seçilir. Bu kız arkadaş üç ay boyunca ve düğün bitinceye kadar geline refakat eder. Buna Tasavize denir. Üç ay boyunca diğer köylerden gelen misafirlere hizmet etmek, misafirleri eğlendirmek, damat köyünün gençlerine düşer. Üç ay boyunca yapılan eğlencelere Tasam hara denir.Düğün zamanı gelince akrabası veya köylüsü olan bir delikanlıyı da geline katarlar. Gerdeğe girinceye kadar gelinden o sorumlu olur.

Düğünler Cumartesi günü başlar ve Pazar akşamına kadar sürer. Düğünde inek kurban kesilir. Kurbana Asta denir. Öğlene kadar yemek yapılır. Genellikle etli yemek, pilav, salata, helva ya da tatlı yapılır.Düğüne her yerden misafir gelir. Diğer Abaza köylerin muhtarlarına haber ulaştırılır. Muhtar haberi bütün köye yayar.Köyde davulcu başı, teşrifatçı olarak erkekler seçilir. Zurnacı ve köçek (kadın kılığın girmiş erkek oyuncu) ile birlikte misafir karşılanır. Diğer davulcu erkek evindedir.Gelen misafirler eve 100- mesafeye gelince silah atar ve köçeğe para yapıştırır. Gelen misafirler hediye olarak zarf içinde para ya da hediye koyar. Zarfın üstüne ismini ve mutluluk dileklerini yazar. Düğüne her gelen bir zarf getirir. Bir ihtiyar heyeti kurulur. Düğün boyunca gelen zarflar onların oturduğu masaya gönderilir. Zarflar orda birikir. Zarflarda para vardır. Zarfı kim getirdiyse sülale adını ve kendi adını yazar. Zarf sahibi bellidir. İhtiyar Heyeti zarfları açar, kimin ne getirdiğini deftere yazar ve sonunda damada verilir.Düğün süresince gelen misafirler gece yatmak için bütün komşulara dağıtılır. Hangi misafir hangi haneye gidecekse hane sahibi onları bekler ve ne zaman canları isterse hane sahibine haber verir. O da misafirleri alır gider. O geceki yemeleri, içmeleri,temizlikleri o haneden sorulur. Düğünde kızlar, erkekler, gençler  görevlidir Bunlar teşrifatçı, peşkirci, tepsici gibi isimler alırlar.Çok saygıdeğer misafire kuzu veya tavuk kesilir. Çeşitli ev yemekleri yapılır. Misafir yemeğe hemen başlamaz. Evin büyüğü kesilen hayvanın kellesi ile gelir. Misafir onun kulağını keser ve evin büyüğüne verir. Büyükte kulağı evin küçüğüne verir. O kelle yenmez. Bu misafire hizmet gösterişidir.Düğün Pazar gününe kadar devam eder.Misafirler bu gece geri dönerler.Kız eve getirilirken de çeşitli adetler vardır. Köyün ileri gelenleri ve  gelin Galaba söyleyerek erkek evine getirilir. Kapıda bir bıçak ve silah çapraz olarak durmaktadır. Bunun anlamı, erkeğin, onun namusunu ve başına gelecek tehlikelerden koruyacağı anlamınadır.Düğün evinde, odanın bir köşesine beyaz çarşaf asılır. Düğün boyunca gelin bu çarşafın arkasına gizlenir.Geline bir arkadaş seçilir. Bu kız tarafından seçilmiş bir erkektir. Görevi gelin kız çıkmazsa onu alıp götürmektir.Düğünden 15-20 gün sonra kız evine gidilir. Buna Damat Görmesi denir. Gelin kız arkadaşlarına ve akrabalarına para dışında her türlü hediye götürebilir.Abaza köylerinde erkek olmak şartıyla gelin damatla birlikte yanlarına çıkamaz, birlikte yemek yiyemez, çocuk sevemez. Sadece hizmet eder. Kayın pederinin yanında konuşamaz.

Söz Kesme ve Nişan Olayı :Eskiden erkek askere gitmeden nişanlanırdı. Nişanlık süresi, askerlik, para yokluğu ile ilgili olarak 2-3 hafta ile bir yıl arasında değişir. Yerli halk arasında beşik kertmesi kesinlikle yoktur. Göçmen köylerinde beşik kertmesine rastlandığı söylenmekte ise de tespit edemedim.Kız istemede erkek tarafından hediye olarak getirilen “kutu şekeri” ertesi gün iade edilmez açılırsa, kızı erkeğe verildiğine işarettir.Taraflar tarafından söz kesiminden sonra oğlan tarafından akrabaları kızın evine yüzük, kutu şekeri ile elbiseler, çorap ve terlik alıp giderler. Nişanda yüzükler takılır. Bazı köylerde nişanda erkeğin bulunmadığı, akrabası tarafından kızın parmağına yüzük takıldığı söylenmekte ise yerli köylerde böyle bir gelenek bulunmamaktadır.Bir süre sonra kız tarafı, yüzük, bir kat çamaşır, kaynanaya elbise alıp oğlan evine getirirler.

Çeyiz Geleneği
:Çeyiz olarak sandık, yatak, yorgan, yelek, şalvar, bakırdan mutfak eşyası, elde dokunmuş yer hasırı, hasır seccade, ottan duvar yastığı, kanaviçe işler ve örtüler vardır. Çeyizin miktarı ailenin mali durumu ile ilgilidir. Yerli halkta çeyiz eşyası, Doğu Karadeniz kökenli ailelerde olduğu kadar fazla olmakla beraber, kızlar mirasta erkek kadar hakka sahiptir.

Kına Gecesi :Düğün geleneğinin ilk kademesi kına gecesidir.Kına gecesi Çarşamba günü yapılır. Kına gecesi için erkek tarafı beraberlerinde taraftarları ile birlikte yanlarına kına alıp gelin evine gidilir. Dört kız çarşaf veya büyük bir yazmanın altına gelini alırlar. Bir kız gelinin eline tabaktan kına yakar. Elleri temiz beyaz bezlerle yumrukları bağlanır. Bir taraftan da maniler söylenir. Hem gelin ağlar, hem etrafındakiler.
İzzet ve ikramdan sonra erkek tarafı evlerine gelir. Damadın evi önünde büyük bir ateş yakılır. Kız tarafı tavuk istemeğe gelir. Her evden birer tavuk alınır. Ateş yanınca baklavalar getirilir. İkramlar yapılır. Kız tarafı darıltılmadan uğurlanır.Kına gecesi bayramlık elbiselerini giyen genç kızlar çiftetelli, topal oyunu, orta oyunu gibi oyunlar yaşlı bir kadın denetiminde oynanır

Düğün Günü :Düğün genellikle nişandan en az bir yıl sonra yapılır. Bindallı ve benzer gelenekler yoktur. Eskiden gelin renkli ve temiz ipekli elbise damat ise don pantolon üzerine beyaz gömlek ve işlemeli yelek giyerdi. Güvey fakirse beyaz elbise ödünç alınırdı.Eskiden olduğu gibi gelin kayın baba ve yakın akraba arasına giderdi. Gelin evden çıkarken, kız kardeşlerden biri, yoksa akraba kızlardan biri çeyiz sandığı üzerine oturup sandık haracı isterdi. Ayrıca kapıdan çıkarken erkek kardeş, kapı haracı olarak bir miktar para talep eder.Köylerde, genellikle bir öküz arabası süslenirdi. Üstüne halı ve kilimlerle bir örtü yayılır. Araba çan ve zillerle bezenir, köylüler şık giysilerini giymiş, arabanın önündü, ardında, yanında yürüyerek giderlerdi. İkide birde araba durdurulur:- Ala ala hay... diye bağırarak düğün evine varılır. Yolda devamlı halaylar çekilir. Kasap oyunu, Kastamonu zeybeği gibi oyunlar oynanır. Gelin alayı, çeşitli yollardan dolaşarak damat evine varırdı.Gelin alınmadan o köylülere veya mahalleliye pilavlık parası verilir. Gelin arabaya binmeden bolluk ve bereketli olsun diye ya damadın babası veya yakını bozuk paralar içinde şekerler, buğdaylar serper, çocuklarda bunları birbiri üzerine yığışarak kapış kapış toplardı.Köyden çıkıncaya kadar çeşitli yollardan dolaşarak damat evine varılır. Gelin arabadan inmez, bahşiş ister. Bir inek ya da tosun getirilir. Kulağı kesilerek işaret verilir. Kapı önünde kurulan bir masada kız tarafı tatlı, şeker,sigara, mermi gibi isteklerde bulunur. Bu istekler karşılanıncaya kadar gelin bekletilir. Bu durum bazen üç dört saat kadar sürer.Gelin eve girerken eğilip eşiği öper. Bolluk getirmesi düşünülerek mısır, buğday, şeker, bozuk para atılır. Akraba ve komşular başlarında birer tepsi baklava alarak erkek evine giderler. Tepsiler üst üste kümelenir.Erkeklerde evin önünde yakılan ateş etrafında oynarlar. Bu oyunlar kadın kıyafetine girmiş köçekler tarafından oynanır. Eğer aile varlıklı ise dört köçek, dört davul, dört zurna ve dört keman bulunur.Diğer köylerden geleneklerde kafileler halinde düğüne katılırlar. Kimileri koç, kimileri koyun getirir. Meydanda ikramlar yapılır.Yenip içilir. Sonunda köylüler misafirlerini evlerine götürürler.Hoca nikahı yapılır, bu adet yaygındır. Hoca nikahı yapılırken gelinin yanında dadı veya bibi (teyze, hala) denilen kadınlar bulunur.Gürcü köylerinde düğün gecesi, güveyin gerdeğe girmesi yasaktır. O akşam kızın akrabası olan kızlar sabaha kadar beklerler. Düğünün ertesi günü gerdeğe girilir. Düğün genellikle üç gün devam eder. Lazlar ve Hemşinlilerde de benzer gelenekler vardır.Diğer köylerde ise hoca nikahı kıyılır. Sonunda güveyi arkadaşlarının kolunda gelinin odasını getirilir. Arkasından yumruklanarak odaya itilir. Damat odaya girer. Hazır bulunan seccadede iki rekat namaz kılıp duasını yapar ve gelinle tanışmaya gider. Damat bu arada gelini konuşturmaya çalışır. Ona hediyeler verip konuşturur. Konuşturulunca da pencereyi açıp iki el silah atar. Bundan sonra herkes dağılıp gider.Gelinle damat, gidip kayınvalidenin elini öperler. Tekrar odalarına giderler. Orada baklava yerler. Bazense baklava kesmelerinin yarısını yiyip bırakırlar. Ertesi gün bunları evlenmemiş erkek ve kızlar yer. Darısı sizin başınıza gibi bir gelenektir bu. Ertesi gün sabah, köçekler, davetliler düğün evinin önüne gelirler. Oyunlar oynanır. Damat elinde bir tepsi baklava ile herkese birer kesme baklava sunar. Sonra da herkes dağılıp gider. Ev kadınlarla dolar. Duvak günü damat sağdıçla gider. Gelinle sabahtan ikindiye dek oyunlar oynanır, şarkılar söylenir ve derken düğün biter

Duvak :Güvey gecesi sabah gelini eğlendirmek için eğlence düzenlenir. Gelin oynar ve etrafa para atar.Bekar kızlar gelinin duvağından teller koparırlar. Duvaktan sonra erkek ve kız evlerinde yemekli davetler yapılır.

Düğün Davetleri :Bütün akraba ve hısımlar gelin ile damadı davet ederler. Bunlar taşıma davetleridir. Her gidilen eve gelinin yaptığı bir el işi işleme götürülür. Onlarda onlara çeşitli hediyeler verirler.

Doğum Olayı :Genellikle ilk çocuğun erkek olması istenir. Çocuklar genellikle beşikte büyütülür. Çocuğun adı üç gün içinde yaşlı bir erkek veya hoca tarafından üç defa kulağına okunarak konulur. İsimden sonra ezan okunur. Komşular ve akraba loğusaya evvela geçmiş olsun derler sonrada hediyeler getirirler. Doğumun kırkıncı günü çocuk ve loğusa yıkanır. Buna çocuk kırklandı denilir.

Diş Çıkarma :Küçük çocukların diş çıkarmaları aile için ayrı bir sorun olur. Ailenin bireyleri yeni çıkan dişi görmeyi uğur sayarlar. Onun içinde sık sık çocuk güldürülür, ağzına bakılır. Hatta bazıları ekmek kabuğunu gevlettirmek suretiyle dişin çabuk çıkmasının sağlarlar. Bazıları da parmağını rakıya batırarak çocuğun diş etlerini oğalar. Çocuk bundan çok hoşlanır.Dişin çıktığını gören kişi mutlaka diş çıkaran çocuğa ya elbise alır ya entarilik alsınlar diye anne babasına para verir.

Sünnet Olayı :Akçakoca bölgesinde kirvelik olayına rastlanmaz. Eskiden gezginci sünnetçilerin gelmesiyle hiçbir hazırlık yapılmaksızın çocuklar sünnet edilirdi. Günümüzde eğlenceler düzenlemektedir. Sünnetçiye, bazen para almadığı için sabun, havlu gibi şeyler verilirdi.

Dini Bayramlar :Dini bayramların Akçakoca örf ve adetleri içinde çok büyük yeri vardır. Üç aylar girince Recep, Şaban ve Ramazan gelinceye kadar bazı kimseler ramazana alışmak için ayda bir belli oruçlar tutar, kutsal geceler, cumalar yavaş yavaş ayrı bir kalabalık olmaya ve cemaat artmaya başlar.Ramazana hazırlık olmak üzere, makarnalar kesilir, erişteler yapılır. Yufkalar açılır, kuskuslar hazırlanır. Mevsime göre çeşit çeşit reçeller, hoşaflar ve şuruplar hazırlanır.Hele bayram gecesi yeni esvaplar giyilir, Provalar biter. Küçükler giyeceklerini başlarının altına koyar. Ayakkabılarını yatağın içine yerleştirir. Herkes banyosunu yapıp yatar. Küçük erkek çocuklar sabahleyin sabah namazına herkesle birlikte camiye gider. Namazdan sonra vaiz dinlerler. Bayram namazı kılınır. Hoca dikilir, en yaşlı adam hoca ile bayramlaşır, ondan sonraki hoca ile yaşlı bayramlaşır ve yerini alır. Böylece sıralanır. Cemaatin en yaşlısı ile en genci bayramlaşıncaya kadar sürer. Sonra birlikte hoca dua eder.
“Bu bayrama eriştiren Allah’a senalar ve amin” denilip çıkılır. Yolda görülenlerle bayramlaşırlar. Mezarlıklara gidilir. Ölülere dua edilir. Hastalar ziyaret edilir.”
Her köyün ramazanında davulcular bahşiş toplar. Birinin elinde bir sırık, birini elinde bir sepet. Davulcu davulu çala çala her evin önünde maniler söyler. Bahşiş; havlu, mendil, yazma sırığa bağlanır. Baklavalar, el altıda tepsi bulunan sepete konur. Paralarda davulcunun cebine konur.

Bayramlar :Yerli köylerde bayram sözcüğü eğlence anlamına gelir. Bayram olacağı gece, bayramı bilen köydeki misafirler, bayramın olacağı köye yakın eş dost ve akrabalar ile birlikte giderler. O akşam onlara misafir olurlar. Kadın ve kızlar yemekten sonra daha geniş evlerde, erkekler ya kahvede ya da başka bir evde toplanırlar. Erkekler orta oyunları yaparlar. Mutaassıp olmayan yerlerde içkide içilir. Gramofon çalınır ve Cide kemençesi ve tepsi çalarak oyunlar oynanır. Genellikle oyunlar iki kişilik eşler halinde yapılır. En revaçta olan oyunlar topal oyunudur. Bu oyun Akçakoca’ya özgü bir oyundur

Eğlenceler
 :Eskiden patoz makineleri yokken, fındık harmanda kurutulur, sabahları tırmıklar vurulur, sonrada altından tanesi alınırdı. Kalan fındıklarda kabuklarından ellenmek suretiyle bulunup ayrılırdı. Köylerde bu işler imece halinde yapılırdı. Kabuk ayırma işi erken bitimi, orası düğün evine döner, oyunlar şarkılar, gülme, eğlence, yeme içme başlardı. Kızlar erkekleri, erkekler kızları burada seçerdi. Çalışkan mı? Tembel mi? Dili tatlı mı? Nobran mı? Şaka kaldırır mı? Yoksa içine kapanıp arpacı kumrusu gibi düşünür mü? Yapıcımı yıkıcı mı? Hepsi burada denenirdi. Bu eğlencelerde maniler söylenirdi. Atmaca tabir edilen karşılıklı mani atmaları da yapılırdı. Abhaz yalarda kahve veya eve bir kişi gelirse herkes ayağa kalkar ona saygı gösterir,kahvelerde gençler ve yaşlı ayırımı vardır,orta yere perde çekilir Abhazalar müslümandırlar hacca giderler Müslümanlığı tam yaparlar

FOLKLÖR  : Yöresel oyunları Abaza’lar için Apsuva,koşara ve rinadır.Abaza’ların neredeyse tüm oyunları kızlı erkekli eşli olarak oynanır.Karadeniz folkloru hakimdir,Davul,Zurna,Saz,karşılıklı zille oynanan oyunda çalınan zil,kemençe,mızıka ve akordeon  ile çalınan ve oynanan oyunlar vardır.Köyde kendilerine göre iki kişiyle oynanan Abaza oyunları vardır.Bir bay bir bayan ortaya çıkar mızıka çalınır ve bazı kişiler ellerini vurur ya da tahtalara vurarak,oyuncuların ayak figürlerine uydurarak oyunlara eşlik ederler., oyunda oyuncu başı vardır herkese iyi oyun seyrettirmek için iyi oynayanları oyuna davet eder tek tek ve oyunda yaşlı erkeklere genç kızlar eşlik eder genç kızlar sıraya dizilir sırası gelen yaşlı erkek oyuncuya eşlik eder bu şekilde oyunlar devam eder ,. El çırpma(çepikli) oyunları meşhurdur Bir ağaca yumurta asılır, onu silhı ile kim kırarsa Tesayüzden çorap hediye edilir

DAVUL  : Davul savaş sırası,sonrası,askere giderken,törenlerde,ramazanlarda,güreş yapılırken çalınır.Davulun eski adı Tavuldur,Çağatay Türkleri tarafından yapılmıştır,bir haber aracıdır,7 üstte 5 altta deliği vardır,Avrupa’ya Türkler tarafından götürülmüştür,Oğuz Türkleri Anadolu’ya getirmiştir,kemençe ve davula eşlik eder,4000 yıldan beri devam eden bir enstrümandır.Davul,Kaval,Zurna,göçer enstrümandır,köyde son zamanlarda bunların yerini taverna müziği almıştır org ile çalınan müzik aletidir eski neşe eski düğünler artık tarihe gömülmüştür,evlerde yapılan düğünler artık düğün salonlarına taşmıştır

 ZURNA: Davul ve zembeleklerle çalınır ağaç maden, boynuzdan yapılır ,7 üstte 5 altta deliği vardır,Avrupa’ya Türkler tarafından götürülmüştür,Oğuz Türkleri Anadolu’ya getirmiştir,kemençe ve davula eşlik eder,4000 yıldan beri devam eden bir enstrümandır.Davul,Kaval,Zurna,göçer enstrümandır,köyde son zamanlarda bunların yerini taverna müziği almıştır org ile çalınan müzik aletidir eski neşe eski düğünler artık tarihe gömülmüştür,evlerde yapılan düğünler artık düğün salonlarına taşmıştır

MIZIKA : Armonika, üflemeli bir çalgıdır. İngilizce harmonica kelimesinden türemiştir, daha çok mızıka olarak bilinir. Nefes ve dil ile çalınan delikli bir çalgıdır. Blues, Country ve Western gibi müzik dallarında oldukça yaygındır.Diatonik Mızıka Diatonik Mızıkalar daha çok Blues ve Rock müzisyenleri tarafından kullanılır. Her farklı ton şarkı için farklı Diatonik mızıka kullanmak gerekir. Diatonik mızıkanın tonu ilk deliği üflediğinizde çıkan sesdir. Blues mızıkası farklı pozisyonlardan çalınabilir.
Birinci pozisyon
; birinci delikten üflenerek başlanan gamdır ve mızıkanın tonu ile aynıdır.
İkinci pozisyon
; ikinci deliği çekerek başlanan gamdır ve mızıkanın tonunun beş yarım ton pesidir.(crossharp)
Üçüncü pozisyon; üçüncü deliği çekerek başlayan gamdır ve mızıkanın tonunun iki yarım ton tizidir.Diatonik mızıkada, İlk öğrenilmesi gereken teknik, Tek ses çıkarmaktır. Üç çeşit tek ses tekniği vardır; Dil Kapama, Dil Kıvırma, Dudak Büzme. İkinci öğrenilmesi gereken teknik ise Ses Bükmedir. Ses bükme
Üfleyerek bükme ve Çekerek bükme olarak ikiye ayrılır. Diatonik mızıkanın ilk 6 deliği çekerek bükülebilir, son üç deliği ise üflenerek bükülebilir. Üfleyerek veya çekerek bükmek o deliğin orjinal sesinin yarım ton ile üç yarım ton arası pesleşmesini sağlar.

Kromatik Mızıka :Bir yaylı mekanizma ile delikler kapatılıp açılır. Kromatik gamdaki her ses üfleyerek veya çekilerek çıkartılabilir. Tek mızıka ile her ton şarkı çalınabilir.AKERDİON :Kafkas müziğin vazgeçilmez çalgısıdır,tek tuşa basarak akort çıkabilecek körüklü ilginç enstümandır,soleli kullanarak çalınırişin en zor yanı budur,sol elin altındaki minik tuşlar,ilk sıra kontrbaslar,2ci sır baslar,3-3-4 sıralar major mınor ve 7 lı akortlardır,bazı akerdiyonlarda 6 sıra olarak eksik 7 ler vardır,sesin çıkması körüğün açılıp kapanması ile oluşan hava basıncının metal dilciklere çarpması,titremesi sonucunda sağlanankörüklü bir çalgıdırAkordeon'un ilkel şeklinin 1822'de Berlin'de Christian Friedrich Ludwig Buschmann tarafından icat edildiğine inanılır. Ama yakın zamanda akordeon oalrak adlandırılabilecek bir enstrümanın 1816'da veya daha önceki bir tarihte Nürnbergli Friedrich Lohner tarafından kullanıldığı saptanmıştır.Akordeon ismine ilk patent ise 1829'da, Viyanalı org ve piyano yapımcısı Cyrillus Demian tarafından günümüzdeki akerdeona çok da benzemeyen tek klavyeli küçük bir çalgı alındı. Kısa sürede, birçok firma bu yenin çalgının üretimine girişti. "Diyatonik akordiyon" denilen ve diyezli ya da bemollü sesleri veremeyen bu çalgı, köylere kadar yayıldı. 1880'de,iki klavyeli kromatik akordiyon gerçekleştirildi. Diyezli ve bemollü sesleri de verebilen bu yeni akordiyon, kısa sürede çok tutundu. 1940'da daha da gelişti ve konser akordiyonu adını aldı. George Auric ve Jean Françaix gibi besteciler bu çalgı için birçok parça bestelediler.Ülkemizde Kafkas halklarının veya Romanların çalgısı olarak bilinir. Özellikle Çerkes kültüründe büyük yer tutar: Çerkes düğünlerinin ve toplantılarının en ünlü çalgısıdır.Özellikle Sivas'ın Yavuz Köyünde çokca kullanılır.Türkiye'de virtüöz Ciguli sayesinde kısmen yeniden popülerlik kazanmıştır.

TAHTA VE SOPA Bir adet kalas, 2 adet iskele üzerine konur ve insanlar 2 adet ufak sopaları bu kalas tahtaya vurmak suretiyle muziğe ritm edip eşlik ederler

3 TELLİ ABHAZ KEMENÇESİ

 

 

ÇOCUK OYUNLARI

Çelik çomak,binmeli eşek,esir oyunu,körebe,köşe kapmaca,birdirbir,seksek,yakan topu,lunç,domino devirme

KIYAFETLER

Köyde 25-30 yıl öncesine göre  kıyafette önemli değişmeler olmuştur.Erkekler tamamen şehir kıyafetini benimsemişlerdir. Erkeklerde gündelik kıyafetlerden başka önemli günlerde, törenlerde giyilen ve içine beyaz eşarp bağlanan lacivert takım elbise en beğenilen giyim eşyasıdır. Ancak yaşlı erkeklerden bazıları köy içinde geleneksel kıyafetle ilgili olarak paçaları dar pantolon, üzerine gömlek ve yeleği giymeye devam etmektedirler. Kösele kunduranın yanında lastik ayakkabı, plastik ayakkabı, özellikle çocuklarda  çok görülmektedir. Erkeklerde pijama, şapka, şemsiye kullanılan giyim eşyaları arasındadır. Burada dikkati çeken husus pijamanın yatak kıyafeti olmaktan başka, bazen iş kıyafeti olarak kullanılması suretiyle ikinci bir iş görmüş olmasıdır.Kadın giyimi erkeklere oranla daha az değişmiştir.Eskiden kadınlar evlerde basit tezgahlarda keten ve kendirden giysiler dokurdu. Bugün ise köylüler malzemesi köy dışından sağlanan koyu renkli şalvar ve üzerine bluz giymekte, başlarına lacivert örtü (örtme)  örtmektedirler. Kadın giyiminde dış görünüş bakımından erkeğe nazaran değişme daha azdır. Evde elbisesi ile dolanan bazen başını örtmeyen kadın, sokağa çıkınca elbisesinin üzerine şalvar giymekte ve başını örtmektedir.Genç kadınlar arasında elbise giyenler, başlarını örtmeyenler az da olsa bulunmaktadır..Köyde gündelik kıyafette olduğu gibi gelin ve güvey kıyafatide tamamen şehirleşmiştir. Ancak köyde giyilenler, kasabadan ucuz sağlanan ve nispeten eski model olan giysilerdir.Kadın ve çocukların kısmen evde hazırlanan giysilerinin kumaşları dışarıdan satın alınmaktadır.

 ŞALVAR       : eninde üç boy kumaştan çıkar daha ziyade eflatun pembe,yaşlılar koyu renkleri tercih ederler,genellikle çimen yeşili,zeytin yeşili tercih edilir,şalvarın içine şalvar ( havsa) dikilir pamuklu veya şile bezinden dikilir

MİNTAN        : Şalvarın üstüne giyilir mintan ve şalvar işlemelidir,kadife kutnu,janjanlı ve yollu kumaşlardan dikilir

YELEK           : Şalvar üzerine kolsuz fakat işlemeli yelek giyilir,içine bezden buluz giyilir.

ÖRTÜLER    :Kare şeklinde üzeri baskı tekniği ile işlenmiştir,çiçek desenlidir

YAZMA         : Oyalar işlenir dikdörtgendir

ÇORAPLAR : Yün çoraplar giyilir kadın çoraplar motif işlemelidir

AYAKKABILAR : Rugan ayakkabı giyilir,çarıkta giyilir,genellikle lastik ayakkabılar tercih edilir

ERKEKLERSE : Yelek ve zıpka giyerler,Kafkas kökenliler düğün törenlerde kalpak dik yakalı siyah satenden yapılmış diz boyu elbise ve yumuşak deriden çizme giyilir.Elbisenin üzerine dışardan fişeklik,kama,kemer gibi ayrıntılar vardır,kadınlar ise simli motiflerle süslenmiş kadife elbiseler giyerler bunları Aktaş,Edilli,Uğurlu,Yenice,Göktepe,Kirazlı,Hemşin köyleri giyerler

 

HIDIRELLEZ

6 Mayıs günü kutlanır,köyün piknik alanlarında,salıncaklar kurulur,yemekler pişirilir,ip atlanır,salıncaklarda sallanılır,birçok oyunlar oynanır,kızlar erkeklere,erkekler kızlara bakarlar orada birbirini beğenirler,arkadaşlıklar kurarlar,balık tutmalar olur,erkeğin beğendiği kız eğer salıncağa biner sallanır ise erkek hemen silahını çıkartarak iki el ateş eder ona onu beğendiğini gösterir,hıdrellezin en iyi yemeği helvadır Bu törenleri anlatmadan önce pilavlık parası üzerinde duralım. Daha öncede belirttiğimiz gibi köyden başka bir köye gelin giden kızlardan pirinç parası alınır. Bu para hemen harcanmaz biriktirilir. Pirinç parasının anlamı şudur. Köy gençleri bu kızı o zamana kadar o şekilde korumuşlardır ki, kızın namusuna halel getirmemişledir. Pirinç parası bunun mükafatı bir bahşiş sayılır. Alınan pirinç paralar yedi emin olarak köylünün saygı duyduğu birine telim ederler. Köyden ne kadar çok kız gelin giderse parada o kadar çoğalır. Hıdrellezde bu para ile bir koç satın alınır. Pirinç alınır, un yağ alınır. Kesilen koçun etinden ya etli pilav yapılır, helva kavrulur, ballanır. Öğleyin gençler toplanır ve bu pilav yenir. En sonunda da helva yenilir. Hıdrellez bayramının ayrı bir güzelliği vardır. İp salıncaklar, zincirli salıncaklar, büyük ağaçlara bağlanır. Kızlar ayrı yerde, erkekler ayrı yerde sallanırlar. Ama bazen kızlar erkekleri, bazen da erkekler kızları seyretmeye giderler. Eğer beğendiği bir kız salıncak biniyorsa orada çıkarır silahını bir şarjör boşaltır. Bu olaya kimse ses çıkarmaz. Böylece kimin beğenilip beğenilmediği bu Hıdırellez bayramı vesilesi ile belli olur. Bazı köylerde güreşler tutulur. Bazı köylerde derelerde balık tutulur eğlenilir.Akçakoca köylerinde hemen hemen hepsinde geleneksel olarak her yıl kutlanır köydeki küskünler barıştırılır geleneksel oyunlar spor etkinlikleri,folklorik oyunlar ve bunun gibi,Akçakoca’daki mülki amirlerde davet edilerek etkinlikler yapılır herkes baharı böyle karşılar

 

 

EVLERİ

Evler genellikle bahçe içinde olur.Avlu,avlu ağla çevrilidir,Kurukavak,Karatavuk evler arası 4-5 km’dir,okul ve cami yanlarında evler yapılmıştır,az dağınık meskenlerde cepheleri sokak tarafına doğrudur Arabacı köyü gibi,Mısır ziraatı çok olduğu için her evin yanında hemen hemen 1 adet serender yapı vardır,ahırlar evlere uzaktadır,ahır ile samanlık yan yanadır

 

SPOR

Gayri federe veya amatör olarak hiçbir müsabakalara iştirak etmemiştir,köyün hiçbir sportif amaçlı kulübü yoktur,köylünün spora yatkınlığı ,sporu sevmemesi dikkat çekicidir.Bu üç köyde hiçbir spor branşı yapılmamıştır.Köyde ilgilenen kimse yoktur.

 

YEMEKLER

 

EKMEKLER : Cokatabe,Çümen,Haluğ,Mayasız ekmek,Galnış,Haluvçih,Hingel Mecage,Mejağ Mısır,Mayalı saç,Siskil,Sütlü Tandır

ÇORBALAR  : Tarhana,Mercimek,Un,Çılbır,Kızılcık,Yoğurt,Yarma,Veynih,Sütlü pirinç,Sütlü mısır,Sütlü darı,Hıngıl,Hantagups,Hacığaps,Garzınış,Çerkez ayran çorbasıdır

HAMUR İŞLERİ : Mantı,Börekler,Erişte,Kuskus,Kaşık makarna,Mancarlı pide

ET YEMEKLERİ :Bağırsak dolma,Böbrek ezmesi,Pirzola,Kuzu Kızartma,Çişse,Haşlama et,Kavurma et,Kuru et,Lersi,Nekulh Tandır Kara dolma, Korçan,Sebze dolmaları,Kebaplar,Lahana sarma

TATLILAR           :  Abaza tatlısı,Balkabağı,Peçelibedijin,Fetguçin Fırında bal kabağı,Halıbj İran helva Kabaş,Aşure,Natuh,Şake helva,Melen güççeği,Laz böreği,Güllaç,Sütlaç Baklava

İÇECEKLER :        : Boza,Üzüm şarabı,Sütlü çay,Şıra

PASTALAR           : Şir peynirli mısır,Malay,Kosi,Jert,Hudur darı

TAVUK YEMEKLERİ : Çerkez tavuk,Abaza tavuk,Ahırdıgış,Ciğerli çerkezHaggısri,Vokumuş iran fıh,Patatesli şipsi,Şipsi baste tulen Yumurtalı şipsi

SÜTLÜ YİYECEKLER :  Asıc çemuka,Çerkez peyniri,Çiğsütten tereyağ,Galdet hayage,ihşırı simge,Jemikoc,Ekşimek kudusu,Koyun yoğurdu,Japkha kundusu,Küp peynir,Meteköy peynir yemeği,Yağsız ekşimek

SALATALAR     : Asapa salata,Lezgi,Erik ezmesi,Ahulçapa,gaşeğin,Kartafizikga,Lahana salata,Patlıcan Sarmusak Domates salata

TURŞULAR : Çerkez ve Abaza erik ezmesi,Kararlahana,sızbalı,Turp sızbalı,Yer elması sızbalı

ÇEŞİTLİ YEMEKLER : Kaygana,Soğanlı yumurta,Sebze yemekleri,Zeytin yağlılar,Mamursa,Kaldırık,Mantar yemekleri,Tirit,Malay,Hoşmanım,Mancarlı fırında pide, abusta(Abazalara özgü ekmek)haluj(abhaz mantısı)sızbal(genellikle erikten yapılan bir tür meze) Aktısızba( Çerkez tavuğu)Acıka( Fasülye ezmesi)Atukril,hampal,açaç,halij abhazya üsülü balık,enişte çöreği,abhazya pastası,abhazya peyniri,çöğür gibi çeşitleri mevcuttur

 

ALTYAPI BİLGİLERİ

 4750M kilitli parke taşı döşenmiştir,çocuk parkı yapılmıştır,3km yol asfaltlanmıştır.Köy içinde akan dere üzerinde 40m’lik menfez köprü yapılmıştır.Köy içi tarla yolları stabilize yapılmıştır.36 m karige boru döşenmiştir,180m su borusu döşenmiştir,içme suyu şebekesi yapılmıştır.Göçmen bir köydür 1965 yılında ilkokul açılmıştır. 1877 de nüfus 347, 1935 de156 .,1965 de-347, 1997 de-254,2000 de -195 idi. 1965 yılında köy halkı alışveriş

 İçin,Düzce ye giderlerdi Akçakoca yolu iyi değildi. 1965 yılında nüfusu 300 idi.Tarla alanı 2.120,fındıklık 8.480,ormanlık alanı yoktur,dağınık köy statüsündedir,1871 birinci yoklama defteri 1922 Bolu sallamasında kaydı vardır

 

İSTİKLAL SAVAŞINA KATILANLAR:

 

GAZİLER: İsa Özbelli-Mehmet D.1897,Mahmut Dural- Kadir D.1897

 

ESMA HANIM-DAVUTAĞA-DİLAVER KÖYLERİ’NDEN ABHAZA İSYANINA KATILANLAR:

Numan Çetesi: Ali Cevahir,Mehmet Ali Eren,İslam Cevahir,Ali Akar

 

18-19.YY’DA TEMETTUAT DEFTERİNDE Kİ DURUMU

 Temettuat defterinde ismi geçmiyor.

KÖYE İLK GELEN SÜLALELER

 

AÜZBE                       ÖZBELLİ               KAFKASYA          ABHAZYA

ANDRIBAL               KORKMAZ            KAFKASYA          ABHAZYA

ATANBA                   ATAN                     KAFKASYA           ABHAZYA

ALAGÖZ

AŞIKOĞLU                   RİZE                  ARDEŞEN        SALENKÖY

BERBEROĞLU             RİZE                  ARDEŞEN        KURUPİT

DERVİŞOĞLU              RİZE                  ARDEŞEN        SALENKÖY

OKTAY

ÖZALP

AŞIKOĞLU VE DERVİŞOĞLU AYNI SÜLALEDİR

NOT: Katkılarından dolayı değerli muhtarım Mehmet Berberoğlu ve köy sakinlerine ,Sadık Dervişoğlu,Hasan Özbelli arkadaşlarıma da çok teşekkür ediyorum

Kaynak

Coğrafi bölesi     : İbrahim Tuzcu

Tarihi                  : Düzce Kafkasya Abhazya  kültür,eğitim derneği,Köy sakinleri,Mehmet Berberoğlu,Hasan Aşık,Sadık Dervişoğlu,Hasan Özbelli,B.Habiçoğlu Kafkasya göçü,Derl.İbrahim Tuzcu

Tarihi yerler        : Köy sakinleri,Mehmet Berberoğlu,Hasan Aşık,Hasan Özbelli,Sadık Dervişoğlu,Derl.İbrahim Tuzcu

Coğrafi durum    : Kenan Okan,Şükrü Dönmez,Mustafa Kocadon,Akç.Kay.Sitesi,,Derl.İbrahim Tuzcu

Camii ve Mez.    : Kenan Okan,Mehmet Berberoğlu, Hasan Aşık,Hasan Özbelli,Sadık Dervişoğlu,Derl.İbrahim Tuzcu

Turizmi              : Akç.Kaym.Sitesi,Köykent hb net,Mehmet Berberoğlu,Hasan Özbelli,Sadık Dervişoğlu,Hasan Aşık,Kenan Okan,Mustafa Kocadon,Derl.İbrahim Tuzcu

Ekonomi             ; Mustafa Kocadon,Kenan Okan,Şükrü Dönmez,İlçe Tarım Md,Akç.Kay.Sitesi,Köy sakinleri,Hasan Özbelli,Sadık Dervişoğlu,Hasan Aşık,Derl.İbrahim Tuzcu

Kültür                 : Kenan Okan,Vedia Emiroğlu,Görsel yayınları 3,Mehmet Berberoğlu,Hasan Özbelli,Sadık Dervişoğlu,Hasan Aşık,Hayri Ersoy Kafkasya gerçeği,1992,S.Berzeg ist 1990,Kafkasya federasyonları Derneği,Düzce Kafkasya eğitım ,kültür deneği,B.Habiçoğlu Kafkasya göçleri,Derl. İbrahim Tuzcu

Spor                    : İbrahim Tuzcu

K.Alt yapısı        : Akç.Kaym.Sitesi,Mustafa Kocadon,Mehmet Berberoğlu,Hasan Özbelli,Sadık Dervişoğlu,

Hasan Aşık,Derl.İbrahimTuzcu

İstiklal savaşı     : Kenan Okan

Sülaleler             : Hüsamettin Kaya,Mehmet Berberoğlu,Hasan Özbelli,Sadık Dervişoğlu,Hasan Aşık,Derl.İbrahim Tuzcu

 

 

 

 

DİLAVER KÖYÜ

 

 

COĞRAFİ BÖLGE   : Karadeniz Bölgesi

İL                                 : Düzce

İLÇE                           : Akçakoca

KAYMAKAMI          : Mehmet Ünal

B. BAŞKANI              : Fikret Albayrak

KÖY MUHTARI       : İsa Ersoy

TEL                             : 05443804488

NÜFUS                        : 76 Hane183 Nüfusu vardır

POSTA KODU           : 81650

ESKİ MUHTARLAR:  2009-İsa Ersoy,2004-Turgut Ünal,1999-İsa Ersoy,1994-Tuncay Öztaş,1889-Cihan Yurdakul

COĞRAFİ DURUM: Düzce ye ,Akçakoca’ya uzaklıktadır,.denizden170-235 mt yüksektir.en yüksek yeri 400mt dir. Rakımı 175 dır, 307 ormanlık,5781 fındıklık dönüm alanı vardır.Esmahanım,Davutağa,Küpler komşularıdır,

 

TARİHİ

1877 Yılında Osmanlı Rus savaşında Kafkas’lardan göçler başlar.Güney Kafkasya’nın ABJWA-AŞUBA koluna mensup TAVAT prens sınıfından Esma Hanım diye hatun Güney Kafkasya’dayken kocasına ben savaşlardan bıktım buraları terk edecem,batıya gideceğini söyler ama kocası Hamit Ağa karısını dinlemez,Hamit ağa bu ara hastadır ve sonunda Hamit ağa ölür. Kafkasya’dan Rus zül umundan bıkan Abaza ve Çerkezler Anadoluya göç ederler ,bunlardan Esmahanım,Sait ağa,Hurşit ağa,İsmail ağa Sinop Ayancık kazasına gelirler burada 6 ay kadar dururlar Düzce de Abazaların olduğunu öğrenirler Düzce kazası o sıralar Kastamonu’ya bağlı idi ve buradan yola çıkarak Düzce ye gelirler şimdiki Uzun Mustafa’da 3 yıl kalırlar o sıralar burası bataklık olduğu için burada sivrisinekten barınamazlar hastalık ve ölü verirler devletten yardım isterler devlet bunları Çilimli kazasına gönderir burada avlanırken Akçakoca Kaplan dede dağlarını aşarlar ve Kurukavak köyüne gelirler orda yerleşenlerin olduğunu görürler aşağıya doğru inerler dere boyunu takıp ederler.İskan idaresine yerleşmek için müracaat eder,Abazalar yerleşmek için vadileri tercih     ederler. .İskan idaresine yerleşmek için müracaat eder,Abazalar yerleşmek için vadileri tercih ederler.Abazacada PST olan hayat yeri taşıyan yer demektir.Memleketlerinde buna uygun olan Kıran Köyü güneyine vadiye,dere kenarına yerleşirler.Buralar devlet orman arazisidir., Kıran ( şuan munkariz olmuştur Uğurlu ve şimdiki Esmahanım arası) bölgesini seçerler buraya yerleşmeye karar verirler buradan geri dönerek Çilimli’ye döner çoluk çocuklarını ve akrabalarını alarak tekrar Akçakoca Kıran mevkiine gelirler ve yerleşirler fakat burada da eski Rum,Gürcü,Laz lar vardır bunlarla geçinemezler Esmahanım çocuklarını alır şimdiki yer olan Esmahanım mevkisine gelir buraya yerleşir ve köyü kurar köyün kurulmasında çok emeği vardır.Bundan dolaylıda bayan olduğu için arkadaşları tarafından da ödüllendirilerek köyün ismini Esmahanım köyü olarak Akçakoca’ya bildirirler bu köy sonsuza dek devamlı yaşatılacaktır.Daha sonra muhtarlık sürtüşmesi yüzünden 1932 yılında Dilaver bey kendi muhtar seçilince köye de kendi ismini verir böylece Esmahanımdan ayrılarak ayrı bir muhtarlık olur,yine daha sonra burada yine muhtarlık sürtüşmesi yaşanır 1960 yılında Davut ağa muhtar seçilince köye de kendi ismini verir. Dilaverden ayrılarak ayrı bir muhtarlık olur ve köy Davutağa diye Akçakoca kayıtlarına girer .Esmahanım,Dilaver,Davutağa aynı zamanda kurulur fakat Dilaver Esmahanımdan,Davutağa da Dilaverden ayrılır,Esmahanımın kocası kafkasyada Abhazya da 10 yıl kalır burada Abazacayı öğrenir tekrar Kafkasya’ya geri döner ve burada hastalanarak ölür Esmahanım savaş zulmünden çocuklarını korumak için Anadoluya göç eder,yol arkadaşları da,İsmailağa,Hurşitağa,Saitağadır bunlar Esmahanımı bırakmamışlardır,Esmahanımın kocası Hamıtağadır.Köyün diğer adı da Acıelmadır Köye 1916 yılında 2 ci göçte Rize Pazar dan ve  Giresun’dan göç gelmiştir.Bu köyde yalnızca Abazalar vardır karışık köy değildir.

 

                  TARİHİ YERLER:

Kıran mevkii’ne yerleşen Esma Hanım daha sonra kendi adına güneye giderek Esmahanım köyünü kurmuştur,daha sonra bu köyden ayılıp Dilaver köyünü kurmuşlardır, ama Kıran Mevkii’nde eskiden Ceneviz ve Bizanslardan kalma kilise ve mezar kalıntıları vardı ama bunlar münkariz oldu.Bu köyün tarihi yerleri pek bulunmamaktadır.

 

AKARSU VE DERELERİ

 Ordulu dağlarından çıkan akarsu Küpler Deresi ile birleşerek Gubi deresi ile birlikte köyün içinden geçerek Uğurlu’dan Melenağzı’nda denize dökülür.Dilaver deresi diye anılır.su altı seviyeleri çok değişkendir,Pınar,ve kuyu suları faydalıdır ancak çok kireçlidir,serttir koli bakımından zengindir içilmesi mahsurludur,sıcak su ve göl yoktur

 

DAĞLARI VE TEPELERİ

 Ordulu Dağı ve Yörük Tepesi eteklerine kurulmuştur.

 

İKLİMİ:

En fazla yağış Eylül-Kasım-Aralık-Ocakta olur,kar Aralık ve Ocak ayında yağar ama uzun sürmez,Mayıs-Haziranda Karayel,Temmuz-Ağustos-Eylül ayında Poyraz eser,kış aylarında lodos eser,Temmuz- Ağustos-Eylülde güneş kendini daha iyi gösterir,Aralık,Mart ayları arası en düşük sıcaklık olur ılımaman Karadeniz iklimine sahiptir.

 

JEOLOJİK DURUMU

 Eosen-Folişi,Muminitli Kalker mevcuttur.Dere ve vadi tabanları alüvyon,yamaçların büyük bir bölümü silis formasyonu,tepelerin üst kısmı da 3.derecede kumlu,çakıllı tabakalar halindedir.Depreme dayanaklı 3.bölgedir.Dağlar denize paralel uzanır.Paleozoik devre ve tersier arazilerde ibarettir.Jeolog Dr.Ervin Lan,Mühendis Zeki Erişir.

 

BİTKİ ÖRTÜSÜ

Akçakoca’da orman alanı 20477.77 hektardır.Çoğu bozuk orman alanıdır % 43 kayın % 0.8 gürgen %0.1 kestane % 6 meşe % 1 kavak % 0.25 ıhlamur % o.4 çınar bulunur,gerisi fındıklıktır.Maki bitki örtüsüne sahiptir,iklimin mutedil yağışlı olması bitki örtüsünün gür olmasını doğurmuştur.

TOPRAK YAPISI

Topraklar kırmızı kahverengidir.Toprak asitli,kireci azdır,topraklar erozyona maruzdur.Potas ve fosfor bakımından fakirdir,tuz oranı normaldir.Saha umumi olarak pedojenez bakımından genulik safhasındadır.Toprak killi ve tınlı kıvrıntılı karakterdedir.

 

TURİZM

 

 Köyde Akçakoca festivaline katkı amacıyla bazı gösteriler,yemekler,kıyafetler,defileler yapılır.Köyde turizm ancak doğa yürüyüşü,canlı alabalık avcılığı yapmak için şirin mükemmel bir köydür.Orman içinde mükemmel doğasıyla da meşhurdur.Yürüyüş parkuru olarak buranın turizme kazandırılmalıdır,ayrıca av turizminin yapılabilecek bir köydür

 

CAMİLERİ

Kıran Camisi’ni kullanırlardı,bu üç köy maalesef münkariz olunca köye kendileri ,1970 yılında betonarme yapılı 500 cemaatli,tek Şerifeli bir camı yaparlar ,daha önceleri tuğla ve taşla yapılmış camı vardı bu yıkılıp yerine bu modern camii yapılmıştır.

 

MEZARLIKLARI

Köyde bir mezarlık vardır bu mezarlık  köyün batısındadır, Beyler yolu üzerindedir .Yine Kıran kabristanlığını kullanmışlardır.Burası şuan münkariz olmuştur.Köyün içinde aile mezarlıkları vardır. Mezar taşlarındaki konular erkek mezar başlarına başlık,kadın mezarında süslemeler ön plandadır,erkek mezarlığında büyük sarıklı olanlar ulema ve paşaları,uzun külah üzerine sarık tasvirler,derviş ve tarikat şeyhlerini,sadece ince sarıklılar köy ağalarını,üstü geniş ve altı dar kavuk biçiminde olanlar yeniçeri ağalarını işaret etmektedir,Ayrıca aile mezarlıkları da vardır.

 

EKONOMİ:

HUBUBAT:Buğday,Mısır,,

BAKLIYAT:Fasulye,Bezelye,Bakla,Soğan,Lahana,Marul,Pırasa,İspanak,Kaldırık,Patates Kara lahana,Biber,Patlıcan

MEYVE       : Elma,Armut,Kestane,Ceviz,Üzüm,İncir,Dağ çileği,Muşmula,Ayva,Kızılcık,Kiraz

Ekonomisi Tarım ve Hayvancılığa dayanır.Köyde fındıkçılık revaçtadır.Fazla miktarda ormancılık yapılmamaktadır.Meyve sebze kendilerine yetecek kadar yapılmaktadır.Hayvan süt ürünlerini yapıp kendileri bunları Adapazarı,Düzce,Akçakoca pazarlarına götürüp satmaktadırlar.Arıcılık yapanlarda vardır..Artık günümüzde fındığın para etmemesi insanları başka işlere meşguliyetine zorluyor,,büyükbaş hayvancılığı revaçtadır,yalnız sağman inekler vardır,elde edilen sütler pazara götürülüp satılmaktadır.iki adet tavuk kümesi olmasına rağmen kümes hayvancılık da yok olmaya yüz tutmuştur. Akçakoca da 1930 yıllarda ekonomi denize bağlı idi,bunun yanı sıra reçberlik,odunculuk,kerestecilik ön safhada yer alırdı,şehirlinin tümü denizci idi,gemi tüccarı,gemici,tekne sahibi,balıkçı,yada yükleme ve boşaltma amelesi idiler.Akkaya,Aftunağzı,Beyhanlı,Döngelli,Çuhalı,Kızlarağası,Değirmenağzı,Taşman Deresi,Karaburun,Melenağzı iskeleleri vardı,buralardan ticaret sağlanırdı.Ayrıca ilçede 4750 büyükbaş hayvan vardı ama son yıllarda azalma kaydedilmiştir,kümes hayvancılığı da son yıllarda azalma görülmüştür 190 adet kümes vardı,beyaz et üretimi 25.000 tonu geçmekte idi.2000 civarında fenni kovan vardır Maden direkleri dışında ,Bolu Adapazarı’nda ,Düzce’de yetişen buğday,kavun,karpuz gibi toprak ürünleri manda ve öküz arabalarıyla deniz sahiline getirilir buradan da deniz yoluyla gelen gaz,ve tekel maddeleri aynı arabalarla taşınırdı,sahilde bulunan depolarda bu mallar stoklanır dı zaman içerisinde tuz ve benzeri şeyler şehir ve kasabalara sevkiyatı yapılırdı,ayrıca deniz yoluylada sandallarla başka şehirlere sevkiyatı yapılmakta idi.

 

FINDIKÇILIK

Hemen hemen herkes fındıkçılıkla uğraşmaktadır.Devlet orman arazilerini açıp buralara,memleketten 1900 yılında Trabzon’dan gelen Bostancı hacı Ahmet efendi Akçakoca’ya fındığı getirir Osmaniye mahallesine fındığı ekmiştir,yine Mehmet Arifin getirttiği fındığı ekerler daha sonra Batum göçmeni olan zücaciyelik yapan Mustafa efendi Doğu Karadeniz sahillerinden aldığı fındık fidelerini Ereğli ve Akçakoca da satarmış.Bir gün Giresun’a uğrar o zamanın belediye başkanı limanda fındık fidesi dağıtıyormuş,Mustafa bey bunları alır gemi kaptanına da söyler,gemi kaptanı fideleri fıçılara koyarak Ereğli Akçakoca ya getirir,diğer rivayete göre de Yenice köyün kurucusu Kibaroğlu Hurşit,Kırıkoğlu Tahir,Keleşoğlu İbrahim,Alioğlu Tufan Tefik ilk fındık fidelerini ekmişlerdir.Bunların getirdiği fındık dallarından sopa ile dövülürmüş dalları çok büyükmüş,daha sonra Mehmet Arif kaliteli fındık fidelerini götürür,millete bunları tercih eder millet bu fındık fidelerini dikerler.1922 yılında 4000 fidan mevcuttu fındık sevkiyatı artınca millet fındık ekmeye başlar,fındık bahçelerde elle toplanır,çeşitli evrelerden geçtikten sonra yere sofralar kurulur altına büyük bezler serilirdi, sofra etrafına toplanan kişiler fındığı kırardı,bazıları da fındığı kabuğundan ayıklıyordu çok çetin olan bu sistem yerini 1930 yılında merkezde Kapkirli’de elle çalışan değirmen gücü ile çalışıyordu ve fındık böyle kırılıyordu,Sarı Hafızların Halit Arıkan bu değirmeni kurmuştu ,daha sonra Trabzonlu Abdulrezzak efendi elle kırma fabrikası kurar,daha sonra Küçükömerler’in Ömer Aydın 1932 yılında  şimdiki Özyuvam’ın olduğu yere ahşap bina içinde makaralarla çalışan fındık kırma makinesini kurar,1942 yılında da Diyarbakırlı lakaplı Cemil bey Osmaniye de bir değirmen kurar ama bu değirmen dizel motoru ile çalışmakta idi,yine bu sırada mebus Vahit Yöntem Osmaniye de deniz kenarında modern bir fabrika kurar1946 yılında,1947 yılında da Arabacı köyünde Hocaoğlu Mehmet dizel motoru ile çalışan bir fındık kırma fabrikasını kurar.Edilli köyünden olan Hüseyin Horoz da dizel motorun masrafını azaltmak için Değirmenağzı mevkiinde su gücü ile çalışan fındık kırma fabrikasını kurar,düşük alternör ilavesi ile akü şarj girişimi ile iyi bir fabrika idi ve en son 1954 yılında Orhan derenin denize döküldüğü yerde Fiskobirlik adına modern bir fabrika açılır,bu fabrika 2008 yılında tamamen yıkılır bunun yerine Sapak mevkiinde çok modern fabrika açılır üretimine devam etmektedir.İlk fındık yağını Kalfanın Bekir Üstünel yapmıştır,fındık eskiden tımar,çapalama,tırpan yapma,toplama,öküz arabalarla taşıma,sopalarla dövme,elle ayıklama,sık tellerden yapılmış bir aletle incesini kalınını tozunu ayıklama evrelerden geçerdi,ama şimdi toplama,ilaçlama,gübreleme,motorla tırpan yapmak,ayıklamayı patoz makineleri ile yapmak maliyeti yükseltiyor,Fisko’da fındık taban fiyatını da düşük tutunca halk artık fındıkçılık’a iyi bakmıyor.Fındık şubat mart ayında ekilir 2-3 yıl yetişmesi sürüyor,4-4 6-6 ara ile 6-8 fidan 60- ocak kuyular açılarak dikilir.En iyi fındık türleri şunlardır:.

Çakıldak,Kargalak,Kan,İncekara,Kuş,Tombul,Paloz,Foşa,Kalınkara,Uzunmusa,Mincane,Cavcana,Badem,Yağlı fındık,Kara fındık,( yağlı fındığa benzer kabuğu siyah ve serttir)Sarı fındık (yuvarlak kabuğu ince verimi fazla),Yomra(yuvarlak vermi fazla),Sivri( ince uzun bademe benzer),Dilovası,ve Mehmet Arif fındığı ( yağlı  kabuğu ince verimi fazladır). Deli sava(Fındığın içini iyi doldurmaz)

 

HAYVANCILIK:

 Hayvancılık revaçtadır.Süt ürünlerinden elde ettikleri mamulleri Adapazarı,Düzce,Akçakoca pazarlarında götürüp satarlar.Sağman inek hemen hemen her evde vardır.Öküz pek kalmamıştır.Tavuk,kaz,ördek her evde vardır.Tavuk besiciliği bu  köyde yoktur.

 

ORMANCILIK:

Çam,Kayın,Meşe,Kestane,Gürgen,İhlamur,Kavak,Çinar,Defne,Kocayemiş,Muşmula,Ayı üzümleri,Orman gülleri,Yer gülü,Erica ağaçları,Erelti otu,Çoban püskülü diye orman ürünleri var.Eskiden devlet orman arazisini talan edip fındık ekimi yapılmıştır.Köyde ormanlık alanı seviyesi düşüktür,%8 gibi

AVCILIK

Bölgede göçmen kuşlara daha çok raslanmaktadır,Sarıkuş,Çulluk,Bıldıcın,Ördek,Üveyikördek,Kaz,Kuğu,Tarakçın,Karakçun,Sığırcık,Bozbakal,Karabakal bulunur.Son zamanlarda,gerek ilaçlama gerek yanlış avlanma neticesinde çok azalma olmuştur .Ördek,Çulluk avı çok meşhurdur.Çevredeki daimi kuşlar kestane Kargası,Çulluk,Ördek,Üveyik,Sığırcıktır.Tavşan,Çakal,Tilki,Domuz ,Ayı,su Samuru,Kunduz,Geyik,Karaca vardı ne yazık ki bunlara da az rastlanmaktadır.Domuz avı devamlı yapılmaktadır.Köydeki devamlı hayvanlar Domuz,Ayı,Kurt,Tilki,Çakal dır.Av turizmine uygun bir köydür

KÜLTÜR

İsa’dan önce 331 tarihinden itibaren Ab hazlar Kafkasya’daki yurtlarında 1864 yılına kadar genellikle bağımsız olarak yaşamışlardır. Abhazya geçmiş yüz yıllarda sıra ile Türklerin ve Gürcülerin işgali altında kalmıştır. Nüfusunun büyük bir çoğunluğu Türk hakimiyeti esnasında islamiyeti kabul etmiştir. Müslüman olmuş büyük bir nüfuz Abhazya da oluşmuştur.1864 yılında Rusların hakimiyetine giren Abhazya’da, 1866 yılında başlattıkları bir ayaklanma başarısız kalmıştır. Bu dönemde birçok Abaza Türkiye’ye göç etti.yy.dan itibaren Abhazya ve Gürcistan’ın ayrı bölümleri yavaş birleşmeye başladı.İlk Ab haz kıralı Lav’on tarafından birleştirilen Ab haz grupları; Abhazgia, Apsilla ve Misimya, Lazikikayı ve Batı Gürcistan’ı da katarak kendini yörenin tek hakimi ilan etmişti. Abhazya 3 ve 4. yüzyıllarda Hıristiyan oldu. Pitsunda şehri bu dinin merkezi oldu. 5. ve 6. yüzyıllarda  bu din Abhazya’nın resmi dini olmuştur. Abhazya 6. yüzyılda en parlak dönemini yaşadı. Abhazya 8. yüzyılda Arapların işgaline uğradı. 16. yüzyıldan itibaren Abhazya Osmanlı hakimiyetine girdi. İslam kültürünün etkisi altında kaldı. 1810 yılında Abhazya Rus hakimiyetine girdi. Ab hazlar, 1821, 1894, 1830 ve 1840 ve daha sonraki yıllarda Ruslara karşı çetin mücadeleler vermeye başladı.Şeyh Şamil, Muhammet Emin ve Maenkats liderliğinde diğer Kafkas Boylarıyla birlikte uzun yıllar Ruslara karşı savaştılar.11-22 Mayıs 1864 te Ab hazlar Ruslarla intihar savaşı yapmaya başladılar. 1864 te ilk göçler başladı. 1877- 1878 Osmanlı- Rus Savaşı, bölgede büyük bir nüfus kaybına neden oldu. Köyün genel nüfusu bir kuzey Kafkas topluluğu olan Abhazlar'dan oluşmaktadır. kısmen Hemşinli bulunmaktadır. Yöresel yemekleri, Abhaz ve Hemşin yemekleridir. Bunlar içinde Abusta (Abhazlara özgü bir ekmek türü), haluj (abhaz mantısı), sızbal (genellikle erikten yapılan bir tür meze) gibi çeşitler mevcuttur. Gelenek bakımından abhaz geleneklerine bağlı kalınmıştır. Yöresel oyunları; Abhazlar için Apsuva koşara ve Rinnadır. Abhazların neredeyse tüm oyunları kızlı-erkekli eşler şeklinde oynanır. Hemşinlilere özgü oyunlar ise horondur ve tulum ile onlara da kızlı erkekli oynarlar Abhazların geleneksel çalgıları akordeon ve mızıkadır. Aynı zamanda da düğünler de tahtalara vurularak da ritim tutulur. Abhazların sadece kendilerinde özgü bir gelenekleri vardır. Abhazlar kendi aralarında soylara (sülalelere) ayrılır. Esmanahım daki Abhazlar, Kabba,Suktar(Kutarba), Koadzba, Aşuba, Argun, K'eçba, Kurua, Kurkunaa, Akhba, Çiüşba, Khikuba vb. sülalelerden oluşur. çoğunlukla Kabba ve "Koadzba" soyundandır. Başka soylardan da aileler de bulunmaktadır. Köydeki konuşma dilleri Abhazca ve Hemşin dilleridir. Köy halkı, kendi arasında bu dillerden konuşurlar

 

Anadolu’ya İlk Göç :Abazalar Kafkasya’dan Anadolu’ya göç ettiklerinde genelde ovalardan ziyade yamaçlara yani dağ eteklerine yerleşmişlerdir. Bu tutumun başlıca nedeni kuraklık, bataklık ve sivrisineklerin yaymış olduğu hastalıklardır.Akçakoca’da Abazalar genelde Davut ağa, Esma hanım ve Dilaver Köylerine 1877 göçleriyle birlikte gelip yerleşmişlerdir. Bu üç köyün özellikleri yukarıda verilen açıklamalara uygundur. 1916 tarihli Bolu Salnamesinde (s.366) Akçakoca’da  600  Abaza (%5,6) bulunuyordu.1877 göçünde Abjwa- Aşuba koluna mensup bir grup Tavad- Prens sınıfındandır, İskan Dairesinden izin alıp uygun bir yerleşim alanı ararlar. Abazalar yerleşmek için vadileri tercih ederler. Kıran Köyünün güneyindeki vadi içini tercih ederler ve Esma hanım Köyünü kurarlar,daha sonra Dilaver ve Davutağa köyünü kurarlar

 

DÜĞÜN GELENEKLERİ

Abaza düğünlerinde çalgı olarak mızıka, akordeon ve tahta çalınır. Tahtaya 10-15 delikanlı dizilir. Tempo tutarak vurulur. Akordeon eşliğinde ellerle tempo tutulur. Ortada bir kız ve bir oğlan oynar. Oyun bitimine doğru ortadaki kız ile oğlan kendini yerlerine oynayacak olanları, kendileri ortada iken seçerler. Onlar kalkar, ortadakiler oturur.Bir ağaca yumurta asılır, onu silahı ile kim kırarsa Tasayüzeden çorap hediye alır Ayrıca ortaya bir masa konur bu masada bir kişi düğün evine hediye getirenleri deftere yazar sonunda düğün sahibine verir düğün sahibi bu defteri saklar ona hediye getirenleri deftere bakar ona göre hareket eder

DİĞER GELENEKLER

Abazalarda eğlenmek için, muhabbet yapmak için düğün dernek olması şart değildir. Örneğin herhangi bir Abaza köyünde bir iki kız veya erkek köye akrabasına ziyarete gelse, o köyün gençleri o eve toplanır. Misafirin onuruna muhabbet, eğlence düzenlenir.Abazalarda, bir kişi bir kahveye, bir cemiyete girdiğinde herkes ayağa kalkar ve ona saygı gösterirler. Gelen kişi eğer, cemiyettekilerin yaşça büyüğü ise onu oturanların en başına oturturlar O, müsaade eder, her kes oturur. Eğlence nerde kaldı ise oradan devam eder.Abaza köylerinde kahvehanelerde ortaya perde gerilir. Gençlerin yeri ayrıdır. Ortadaki perde, saygıda kusur olursa, büyüklere karşı kusuru örter.

İMECE

Ekin ekmek ve biçmede herkes birbirine yardım eder. İmece usulü vardır.

DİNİ

Abazalar müslümandırlar. Hacca giderler. Müslümanlığı tam anlamıyla uygularlar

 

CENAZE ADETLERİ

Ölüm olayında cenazeye tüm Abazalar gelirler. Eskiden araba olmadığından atla gelirlerdi.Atın bakımı, yem, köylüler tarafından karşılanırdı. İlk günü ev halkı yemek yapmaz, cenaze evine köylüler yemek getirirler. Ölümüm 40 ve 52.c. günü mevlit okunur. Bir hafta cenaze evinde kuran okunur. Her gece lokma yapılır. Kurandan sonra helva ve gülsuyu dağıtılır.

AT ÇALMA ADETİ

Abazalarda at çalmak bir şereftir. Özellikle asil ailelerden at çalan kahraman olur ve asil bir aileden kız bile isteyebilir.

SÜLALE

Abazalar ad ve soyadı hariç birde sülale adı kullanır. Geçerli olan sülale adıdır. Örneğin: İfrar Demir (Ceniya) gibi.

AKÇAKOCADA

 

 

Kız ve Erkeğin Tanışması :Akçakoca’da mısır bitkisinin fazla ekildiği, fındığı kozalarından ayırma makinelerinin daha ortaya çıkmadığı dönemlerde mısır soyma, fındık ayıklama imeceleri yapılırdı. Bu imecelere kız ve erkekler bir arada katılırlardı. Mısır çapalama, fındık toplama işleri de imece şeklinde yapılırdı. Akçakocalı kız ve erkek gençler birbirlerini bu imecelerde, kasabaya inme sırasında, dereye suya giderken, nişan, düğün gibi eğlencelerde tanırdı.Kız ve erkeğin ortaklaşa güvendikleri bir kadını aracı olarak kabul eder ve sevgi nişanelerini birbirlerine bu aracılar ile gönderildi. Bu günde buna benzer olaylara şahit olunmaktadır. Çoğu kez kız erkeğe, kendi işlediği bir mendili, oğlanda kıza gülyağı, şeker, lokum, küpe, yüzük gibi hediyelerde gönderirdi.

Sevdalık Günleri .Akçakoca gençleri arasında sevdalık günleri çok önemliydi. Sevenlerin arkadaşları vardır. Bu arkadaşlar erkek ise, hep seven erkeğin etrafındadır, arkadaşları için pervane olurlar, hep beraber gezerler. Başkaları seven erkekmiş izlenimi yaratırlar. Örneğin; Sevdiği kız salıncağa binerse, önce aşık olan silahını boşaltır. Bunun anlamı: Bu “Seni başkası severse onu öldürürüm” anlamına bir mesajdır. Ardından aşığın arkadaşları silahlarını boşaltırlar. Bunun da anlamı: “Bir arkadaşımızın arkasındayız” demektir Durum herkes tarafından anlaşılır, kimse kimsenin sahasına girmez. Erkek evlenme arzusunu ailesindeki kadınlara açar. Zaman içinde gelişen olaylar oğlanın anası tarafından babasına iletilir. Günler ve gecelerce ne olup olmayacağı, aileler arasında düşünülüp tartışılır. Sonunda kız tarafının kıramayacağı bir elçi bulunur. Elçi baba ve annenin ağzını arar. Olumlu yanıt alınca kızı istemek için girişimlerde bulunur.
Toplum kız isteme konusunda çok duyarlıdır. İstenilen bir kızın verilmemesi ya da söz kesiminden sonra dönülmesi erkek tarafından hakaret kabul edilir. Bu tür olaylar genellikle kan davası gibi olaylara sonuçlanır.


Sıra Gözetme: Ablası bekar olan, evlenme çağındaki erkek bu kuralı bozup evlenebilir. Erkek toplunda kadından önce gelir. Erkek kardeşler arasında da sıra gözetilir. Miras taksiminde kızın payı erkeğe göre yok gibidir. (Bu gelenek Lazlarda daha çoktur.)Son zamanlarda Bölgede kızlar arasında sıra gözetme geleneği vardır. Büyük kız varken küçük kız evlenmesi ayıplandığı gibi baba buna kesinlikle karşı koyar herkes hakkını yavaş yavaş  alma yolunu tutmaya başladı.

Başlık Parası :Akçakoca ve köylerinde başlık parası vermek hemen hemen yok gibidir. Yalnız fakir ailelerde kızına çeyiz yapabilmek için bir miktar para ödenir. Başlık parası verme Laz ve Gürcü ailelerde, Rizeli  toplumlarda daha az uygulanır. Abazalarda başlık parası alınmaktadır.

Kız Kaçırma Olayları :Abazalarda düğün çok masraflı olduğu için, özellikle birbirini seven çiftler kaçarlar. Bu danışıklı dövüştür. Kız kaçırılmadan önce nüfus cüzdanı kaçırılır. Kızın yaşı on sekizden küçük ise kız kaçırılınca erkeğin akrabalarından birinin evinde saklanır. Daha sonra aileler arasında anlaşmaya gidilir. Kaçırılan kızın yanında kıza yakınlığı ile bilinen kızın arkadaşı ile kaçırılır. Bu kıza tasavize denir. Kız emin bir ailenin yanına misafir edilir. Düğün yapılıncaya kadar kız o evde kalır. O evde her akşam eğlence yapılır. Bunun adına taşamhara denir. Kız-erkek anlaşarak kaçmışlarsa iki tarafın aileleri bir müddet birbirleriyle görüşmez. Daha sonra aracılar yardımıyla taraflar barıştırılır. Ancak yıllar süren küskünlükler söz konusudur. Kız kaçırmada kızın rızası yoksa olay kan davasına kadar gidebilir.

Kız İsteme :Abazalarda evlilik genellikle kız kaçırma ile olur. Kız kaçırılırken kızın yanında kız tarafının tanıdığı, köyden biri bulunur. Kız köyden uzakta, başka bir köyde misafir edilir, kızın ailesi ile görüşülür. Mutabakata varılır ve düğün yapılır. Kız kaçırma olayı ile, normal yolla kız istemede verilen süre ortadan kalkmış olur.Abazalarda kız istemeye baba gitmez. Yakın akrabalar, örneğin dayı, yenge, hala gibi büyükler gider,Baba, amca, dede gibileri gidemez.Abazalarda kız eğer verilirse, süre belirlenir.Üç ay gibi. Bu süre içinde örneğin üç ay içinde oğlan evinde her gece muhabbet yapılır.Üç ay içinde Abaza Köyünün bütün geçleri, oğlan evinin bulunduğu köye muhabbete gelirler.Abaza, Abaza ile evlenirken oğlan araştırılır. Bunların hepsinden önce, kıza yani gelin olacak kişiye herhangi bir Abaza Köyünden bir kız arkadaş seçilir. Bu kız arkadaş üç ay boyunca ve düğün bitinceye kadar geline refakat eder. Buna Tasavize denir. Üç ay boyunca diğer köylerden gelen misafirlere hizmet etmek, misafirleri eğlendirmek, damat köyünün gençlerine düşer. Üç ay boyunca yapılan eğlencelere Tasam hara denir.Düğün zamanı gelince akrabası veya köylüsü olan bir delikanlıyı da geline katarlar. Gerdeğe girinceye kadar gelinden o sorumlu olur.Düğünler Cumartesi günü başlar ve Pazar akşamına kadar sürer. Düğünde inek kurban kesilir. Kurbana Asta denir. Öğlene kadar yemek yapılır. Genellikle etli yemek, pilav, salata, helva ya da tatlı yapılır.

Düğüne her yerden misafir gelir. Diğer Abaza köylerin muhtarlarına haber ulaştırılır. Muhtar haberi bütün köye yayar.Köyde davulcu başı, teşrifatçı olarak erkekler seçilir. Zurnacı ve köçek (kadın kılığın girmiş erkek oyuncu) ile birlikte misafir karşılanır. Diğer davulcu erkek evindedir.Gelen misafirler eve 100- mesafeye gelince silah atar ve köçeğe para yapıştırır. Gelen misafirler hediye olarak zarf içinde para ya da hediye koyar. Zarfın üstüne ismini ve mutluluk dileklerini yazar. Düğüne her gelen bir zarf getirir. Bir ihtiyar heyeti kurulur. Düğün boyunca gelen zarflar onların oturduğu masaya gönderilir. Zarflar orda birikir. Zarflarda para vardır. Zarfı kim getirdiyse sülale adını ve kendi adını yazar. Zarf sahibi bellidir. İhtiyar Heyeti zarfları açar, kimin ne getirdiğini deftere yazar ve sonunda damada verilir.Düğün süresince gelen misafirler gece yatmak için bütün komşulara dağıtılır. Hangi misafir hangi haneye gidecekse hane sahibi onları bekler ve ne zaman canları isterse hane sahibine haber verir. O da misafirleri alır gider. O geceki yemeleri, içmeleri,temizlikleri o haneden sorulur. Düğünde kızlar, erkekler, gençler  görevlidir Bunlar teşrifatçı, peşkirci, tepsici gibi isimler alırlar.Çok saygıdeğer misafire kuzu veya tavuk kesilir. Çeşitli ev yemekleri yapılır. Misafir yemeğe hemen başlamaz. Evin büyüğü kesilen hayvanın kellesi ile gelir. Misafir onun kulağını keser ve evin büyüğüne verir. Büyükte kulağı evin küçüğüne verir. O kelle yenmez. Bu misafire hizmet gösterişidir.Düğün Pazar gününe kadar devam eder.Misafirler bu gece geri dönerler.Kız eve getirilirken de çeşitli adetler vardır. Köyün ileri gelenleri ve  gelin Galaba söyleyerek erkek evine getirilir. Kapıda bir bıçak ve silah çapraz olarak durmaktadır. Bunun anlamı, erkeğin, onun namusunu ve başına gelecek tehlikelerden koruyacağı anlamınadır.Düğün evinde, odanın bir köşesine beyaz çarşaf asılır. Düğün boyunca gelin bu çarşafın arkasına gizlenir. Geline bir arkadaş seçilir. Bu kız tarafından seçilmiş bir erkektir. Görevi gelin kız çıkmazsa onu alıp götürmektir.Düğünden 15-20 gün sonra kız evine gidilir. Buna Damat Görmesi denir. Gelin kız arkadaşlarına ve akrabalarına para dışında her türlü hediye götürebilir.Abaza köylerinde erkek olmak şartıyla gelin damatla birlikte yanlarına çıkamaz, birlikte yemek yiyemez, çocuk sevemez. Sadece hizmet eder. Kayın pederinin yanında konuşamaz.

 

Söz Kesme ve Nişan Olayı :Eskiden erkek askere gitmeden nişanlanırdı. Nişanlık süresi, askerlik, para yokluğu ile ilgili olarak 2-3 hafta ile bir yıl arasında değişir. Yerli halk arasında beşik kertmesi kesinlikle yoktur. Göçmen köylerinde beşik kertmesine rastlandığı söylenmekte ise de tespit edemedim.Kız istemede erkek tarafından hediye olarak getirilen “kutu şekeri” ertesi gün iade edilmez açılırsa, kızı erkeğe verildiğine işarettir.Taraflar tarafından söz kesiminden sonra oğlan tarafından akrabaları kızın evine yüzük, kutu şekeri ile elbiseler, çorap ve terlik alıp giderler. Nişanda yüzükler takılır. Bazı köylerde nişanda erkeğin bulunmadığı, akrabası tarafından kızın parmağına yüzük takıldığı söylenmekte ise yerli köylerde böyle bir gelenek bulunmamaktadır.Bir süre sonra kız tarafı, yüzük, bir kat çamaşır, kaynanaya elbise alıp oğlan evine getirirler.

Çeyiz Geleneği
:Çeyiz olarak sandık, yatak, yorgan, yelek, şalvar, bakırdan mutfak eşyası, elde dokunmuş yer hasırı, hasır seccade, ottan duvar yastığı, kanaviçe işler ve örtüler vardır. Çeyizin miktarı ailenin mali durumu ile ilgilidir. Yerli halkta çeyiz eşyası, Doğu Karadeniz kökenli ailelerde olduğu kadar fazla olmakla beraber, kızlar mirasta erkek kadar hakka sahiptir.

Kına Gecesi :Düğün geleneğinin ilk kademesi kına gecesidir.Kına gecesi Çarşamba günü yapılır. Kına gecesi için erkek tarafı beraberlerinde taraftarları ile birlikte yanlarına kına alıp gelin evine gidilir. Dört kız çarşaf veya büyük bir yazmanın altına gelini alırlar. Bir kız gelinin eline tabaktan kına yakar. Elleri temiz beyaz bezlerle yumrukları bağlanır. Bir taraftan da maniler söylenir. Hem gelin ağlar, hem etrafındakiler. İzzet ve ikramdan sonra erkek tarafı evlerine gelir. Damadın evi önünde büyük bir ateş yakılır. Kız tarafı tavuk istemeğe gelir. Her evden birer tavuk alınır. Ateş yanınca baklavalar getirilir. İkramlar yapılır. Kız tarafı darıltılmadan uğurlanır.Kına gecesi bayramlık elbiselerini giyen genç kızlar çiftetelli, topal oyunu, orta oyunu gibi oyunlar yaşlı bir kadın denetiminde oynanır

Düğün Günü :Düğün genellikle nişandan en az bir yıl sonra yapılır. Bindallı ve benzer gelenekler yoktur. Eskiden gelin renkli ve temiz ipekli elbise damat ise don pantolon üzerine beyaz gömlek ve işlemeli yelek giyerdi. Güvey fakirse beyaz elbise ödünç alınırdı.Eskiden olduğu gibi gelin kayın baba ve yakın akraba arasına giderdi. Gelin evden çıkarken, kız kardeşlerden biri, yoksa akraba kızlardan biri çeyiz sandığı üzerine oturup sandık haracı isterdi. Ayrıca kapıdan çıkarken erkek kardeş, kapı haracı olarak bir miktar para talep eder.Köylerde, genellikle bir öküz arabası süslenirdi. Üstüne halı ve kilimlerle bir örtü yayılır. Araba çan ve zillerle bezenir, köylüler şık giysilerini giymiş, arabanın önündü, ardında, yanında yürüyerek giderlerdi. İkide birde araba durdurulur:Ala ala hay... diye bağırarak düğün evine varılır. Yolda devamlı halaylar çekilir. Kasap oyunu, Kastamonu zeybeği gibi oyunlar oynanır. Gelin alayı, çeşitli yollardan dolaşarak damat evine varırdı.Gelin alınmadan o köylülere veya mahalleliye pilavlık parası verilir. Gelin arabaya binmeden bolluk ve bereketli olsun diye ya damadın babası veya yakını bozuk paralar içinde şekerler, buğdaylar serper, çocuklarda bunları birbiri üzerine yığışarak kapış kapış toplardı.Köyden çıkıncaya kadar çeşitli yollardan dolaşarak damat evine varılır. Gelin arabadan inmez, bahşiş ister. Bir inek ya da tosun getirilir. Kulağı kesilerek işaret verilir. Kapı önünde kurulan bir masada kız tarafı tatlı, şeker, sigara, mermi gibi isteklerde bulunur. Bu istekler karşılanıncaya kadar gelin bekletilir. Bu durum bazen üç dört saat kadar sürer.Gelin eve girerken eğilip eşiği öper. Bolluk getirmesi düşünülerek mısır, buğday, şeker, bozuk para atılır. Akraba ve komşular başlarında birer tepsi baklava alarak erkek evine giderler. Tepsiler üst üste kümelenir.Erkeklerde evin önünde yakılan ateş etrafında oynarlar. Bu oyunlar kadın kıyafetine girmiş köçekler tarafından oynanır. Eğer aile varlıklı ise dört köçek, dört davul, dört zurna ve dört keman bulunur.Diğer köylerden geleneklerde kafileler halinde düğüne katılırlar. Kimileri koç, kimileri koyun getirir. Meydanda ikramlar yapılır.Yenip içilir. Sonunda köylüler misafirlerini evlerine götürürler.Hoca nikahı yapılır, bu adet yaygındır. Hoca nikahı yapılırken gelinin yanında dadı veya bibi (teyze, hala) denilen kadınlar bulunur.Gürcü köylerinde düğün gecesi, güveyin gerdeğe girmesi yasaktır. O akşam kızın akrabası olan kızlar sabaha kadar beklerler. Düğünün ertesi günü gerdeğe girilir. Düğün genellikle üç gün devam eder. Lazlar ve Hemşinlilerde de benzer gelenekler vardır Diğer köylerde ise hoca nikâhı kıyılır. Sonunda güveyi arkadaşlarının kolunda gelinin odasını getirilir. Arkasından yumruklanarak odaya itilir. Damat odaya girer. Hazır bulunan seccadede iki rekât namaz kılıp duasını yapar ve gelinle tanışmaya gider. Damat bu arada gelini konuşturmaya çalışır. Ona hediyeler verip konuşturur. Konuşturulunca da pencereyi açıp iki el silah atar. Bundan sonra herkes dağılıp gider. Gelinle damat, gidip kayınvalidenin elini öperler. Tekrar odalarına giderler. Orada baklava yerler. Bazense baklava kesmelerinin yarısını yiyip bırakırlar. Ertesi gün bunları evlenmemiş erkek ve kızlar yer. Darısı sizin başınıza gibi bir gelenektir bu. Ertesi gün sabah, köçekler, davetliler düğün evinin önüne gelirler. Oyunlar oynanır. Damat elinde bir tepsi baklava ile herkese birer kesme baklava sunar. Sonra da herkes dağılıp gider. Ev kadınlarla dolar. Duvak günü damat sağdıçla gider. Gelinle sabahtan ikindiye dek oyunlar oynanır, şarkılar söylenir ve derken düğün biter

Duvak: Güvey gecesi sabah gelini eğlendirmek için eğlence düzenlenir. Gelin oynar ve etrafa para atar. Bekâr kızlar gelinin duvağından teller koparırlar. Duvaktan sonra erkek ve kız evlerinde yemekli davetler yapılır.

Düğün Davetleri: Bütün akraba ve hısımlar gelin ile damadı davet ederler. Bunlar taşıma davetleridir. Her gidilen eve gelinin yaptığı bir el işi işleme götürülür. Onlarda onlara çeşitli hediyeler verirler.

Doğum Olayı: Genellikle ilk çocuğun erkek olması istenir. Çocuklar genellikle beşikte büyütülür. Çocuğun adı üç gün içinde yaşlı bir erkek veya hoca tarafından üç defa kulağına okunarak konulur. İsimden sonra ezan okunur. Komşular ve akraba loğusaya evvela geçmiş olsun derler sonrada hediyeler getirirler. Doğumun kırkıncı günü çocuk ve loğusa yıkanır. Buna çocuk kırklandı denilir. Abazalarda çocuk dünyaya geldiği zaman doğum olayını köy halkına duyurmak için silah atılırmış. Bu durumda çocuğun kız veya erkek olması önemli değildir. Yeni doğan çocuğun adını dede koyar.

Diş Çıkarma: Küçük çocukların diş çıkarmaları aile için ayrı bir sorun olur. Ailenin bireyleri yeni çıkan dişi görmeyi uğur sayarlar. Onun içinde sık sık çocuk güldürülür, ağzına bakılır. Hatta bazıları ekmek kabuğunu gevlettirmek suretiyle dişin çabuk çıkmasının sağlarlar. Bazıları da parmağını rakıya batırarak çocuğun diş etlerini oğalar. Çocuk bundan çok hoşlanır.Dişin çıktığını gören kişi mutlaka diş çıkaran çocuğa ya elbise alır ya entarilik alsınlar diye anne babasına para verir.

Sünnet Olayı :Akçakoca bölgesinde kirvelik olayına rastlanmaz. Eskiden gezginci sünnetçilerin gelmesiyle hiçbir hazırlık yapılmaksızın çocuklar sünnet edilirdi. Günümüzde eğlenceler düzenlemektedir. Sünnetçiye, bazen para almadığı için sabun, havlu gibi şeyler verilirdi.

Dini Bayramlar :Dini bayramların Akçakoca örf ve adetleri içinde çok büyük yeri vardır. Üç aylar girince Recep, Şaban ve Ramazan gelinceye kadar bazı kimseler ramazana alışmak için ayda bir belli oruçlar tutar, kutsal geceler, cumalar yavaş yavaş ayrı bir kalabalık olmaya ve cemaat artmaya başlar.Ramazana hazırlık olmak üzere, makarnalar kesilir, erişteler yapılır. Yufkalar açılır, kuskuslar hazırlanır. Mevsime göre çeşit çeşit reçeller, hoşaflar ve şuruplar hazırlanır.Hele bayram gecesi yeni esvaplar giyilir, Provalar biter. Küçükler giyeceklerini başlarının altına koyar. Ayakkabılarını yatağın içine yerleştirir. Herkes banyosunu yapıp yatar. Küçük erkek çocuklar sabahleyin sabah namazına herkesle birlikte camiye gider. Namazdan sonra vaiz dinlerler. Bayram namazı kılınır. Hoca dikilir, en yaşlı adam hoca ile bayramlaşır, ondan sonraki hoca ile yaşlı bayramlaşır ve yerini alır. Böylece sıralanır. Cemaatin en yaşlısı ile en genci bayramlaşıncaya kadar sürer. Sonra birlikte hoca dua eder.
“Bu bayrama eriştiren Allah’a senalar ve amin” denilip çıkılır. Yolda görülenlerle bayramlaşırlar. Mezarlıklara gidilir. Ölülere dua edilir. Hastalar ziyaret edilir.”
Her köyün ramazanında davulcular bahşiş toplar. Birinin elinde bir sırık, birini elinde bir sepet. Davulcu davulu çala çala her evin önünde maniler söyler. Bahşiş; havlu, mendil, yazma sırığa bağlanır. Baklavalar, el altıda tepsi bulunan sepete konur. Paralarda davulcunun cebine konur.

Bayramlar :Yerli köylerde bayram sözcüğü eğlence anlamına gelir. Bayram olacağı gece, bayramı bilen köydeki misafirler, bayramın olacağı köye yakın eş dost ve akrabalar ile birlikte giderler. O akşam onlara misafir olurlar. Kadın ve kızlar yemekten sonra daha geniş evlerde, erkekler ya kahvede ya da başka bir evde toplanırlar. Erkekler orta oyunları yaparlar. Mutaassıp olmayan yerlerde içkide içilir. Gramofon çalınır ve Cide kemençesi ve tepsi çalarak oyunlar oynanır. Genellikle oyunlar iki kişilik eşler halinde yapılır. En revaçta olan oyunlar topal oyunudur. Bu oyun Akçakoca’ya özgü bir oyundur

Eğlenceler
 :Eskiden patoz makineleri yokken, fındık harmanda kurutulur, sabahları tırmıklar vurulur, sonrada altından tanesi alınırdı. Kalan fındıklarda kabuklarından ellenmek suretiyle bulunup ayrılırdı. Köylerde bu işler imece halinde yapılırdı. Kabuk ayırma işi erken bitimi, orası düğün evine döner, oyunlar şarkılar, gülme, eğlence, yeme içme başlardı. Kızlar erkekleri, erkekler kızları burada seçerdi. Çalışkan mı? Tembel mi? Dili tatlı mı? Nobran mı? Şaka kaldırır mı? Yoksa içine kapanıp arpacı kumrusu gibi düşünür mü? Yapıcımı yıkıcı mı? Hepsi burada denenirdi. Bu eğlencelerde maniler söylenirdi. Atmaca tabir edilen karşılıklı mani atmaları da yapılırdı. Abhazya larda kahve veya eve bir kişi gelirse herkes ayağa kalkar ona saygı gösterir,kahvelerde gençler ve yaşlı ayırımı vardır,orta yere perde çekilir Abhazalar müslümandırlar hacca giderler Müslümanlığı tam yaparlar

KÖYDE

 

 

FOLKLÖR: Yöresel oyunları Abaza’lar için Apsuva,koşara ve rinadır.Abaza’ların neredeyse tüm oyunları kızlı erkekli eşli olarak oynanır.Karadeniz folkloru hakimdir, Davul ,Zurna Saz,karşılıklı zille oynanan oyunda çalınan zil,kemençe,mızıka ve akordeon  ile çalınan ve oynanan oyunlar vardır.Köyde kendilerine göre iki kişiyle oynanan Abaza oyunları vardır.Bir bay bir bayan ortaya çıkar mızıka çalınır ve bazı kişiler ellerini vurur ya da tahtalara vurarak oyunlara eşlik ederler ortadaki ekip sırası gelen ekibi seçer,onlar kalkar ortadakiler oturur..,üçayak ve kemençe ile oynanan oyunlar vardır.El çırpma(çepikli) oyunları meşhurdur Bir ağaca yumurta asılır, onu silhı ile kim kırarsa Tesayüzden çorap hediye edilir Bar,Halay,Horon,Sallama,Karşılıklı zille oynama,Hura,ve karşılama,Köçek oyunlarında oynanır

ZURNA: Davul ve zembeleklerle çalınır ağaç maden, boynuzdan yapılır ,7 üstte 5 altta deliği vardır,Avrupa’ya Türkler tarafından götürülmüştür,Oğuz Türkleri Anadolu’ya getirmiştir,kemençe ve davula eşlik eder,4000 yıldan beri devam eden bir enstrümandır.Davul,Kaval,Zurna,göçer enstrümandır,köyde son zamanlarda bunların yerini taverna müziği almıştır org ile çalınan müzik aletidir eski neşe eski düğünler artık tarihe gömülmüştür,evlerde yapılan düğünler artık düğün salonlarına taşmıştır

DAVUL  : Davul savaş sırası,sonrası,askere giderken,törenlerde,ramazanlarda,güreş yapılırken çalınır.Davulun eski adı Tavuldur,Çağatay Türkleri tarafından yapılmıştır,bir haber aracıdır.7 üstte 5 altta deliği vardır,Avrupa’ya Türkler tarafından götürülmüştür,Oğuz Türkleri Anadolu’ya getirmiştir,kemençe ve davula eşlik eder,4000 yıldan beri devam eden bir enstrümandır.Davul,Kaval,Zurna,göçer enstrümandır,köyde son zamanlarda bunların yerini taverna müziği almıştır org ile çalınan müzik aletidir eski neşe eski düğünler artık tarihe gömülmüştür,evlerde yapılan düğünler artık düğün salonlarına taşmıştır

 MIZIKA : Armonika, üflemeli bir çalgıdır. İngilizce harmonica kelimesinden türemiştir, daha çok mızıka olarak bilinir. Nefes ve dil ile çalınan delikli bir çalgıdır. Blues, Country ve Western gibi müzik dallarında oldukça yaygındır.

Diatonik Mızıka

Diatonik Mızıkalar daha çok Blues ve Rock müzisyenleri tarafından kullanılır. Her farklı ton şarkı için farklı Diatonik mızıka kullanmak gerekir. Diatonik mızıkanın tonu ilk deliği üflediğinizde çıkan sesdir. Blues mızıkası farklı pozisyonlardan çalınabilir.
Birinci pozisyon
; birinci delikten üflenerek başlanan gamdır ve mızıkanın tonu ile aynıdır.
İkinci pozisyon
; ikinci deliği çekerek başlanan gamdır ve mızıkanın tonunun beş yarım ton pesidir.(crossharp)
Üçüncü pozisyon; üçüncü deliği çekerek başlayan gamdır ve mızıkanın tonunun iki yarım ton tizidir.Diatonik mızıkada, İlk öğrenilmesi gereken teknik, Tek ses çıkarmaktır. Üç çeşit tek ses tekniği vardır; Dil Kapama, Dil Kıvırma, Dudak Büzme. İkinci öğrenilmesi gereken teknik ise Ses Bükmedir. Ses bükme
Üfleyerek bükme ve Çekerek bükme olarak ikiye ayrılır. Diatonik mızıkanın ilk 6 deliği çekerek bükülebilir, son üç deliği ise üflenerek bükülebilir. Üfleyerek veya çekerek bükmek o deliğin orjinal sesinin yarım ton ile üç yarım ton arası pesleşmesini sağlar.

Kromatik Mızıka

Bir yaylı mekanizma ile delikler kapatılıp açılır. Kromatik gamdaki her ses üfleyerek veya çekilerek çıkartılabilir. Tek mızıka ile her ton şarkı çalınabilir.

AKERDİON :Kafkas müziğin vazgeçilmez çalgısıdır,tek tuşa basarak akort çıkabilecek körüklü ilginç enstümandır,soleli kullanarak çalınırişin en zor yanı budur,sol elin altındaki minik tuşlar,ilk sıra kontrbaslar,2ci sır baslar,3-3-4 sıralar major mınor ve 7 lı akortlardır,bazı akerdiyonlarda 6 sıra olarak eksik 7 ler vardır,sesin çıkması körüğün açılıp kapanması ile oluşan hava basıncının metal dilciklere çarpması,titremesi sonucunda sağlanankörüklü bir çalgıdırAkordeon'un ilkel şeklinin 1822'de Berlin'de Christian Friedrich Ludwig Buschmann tarafından icat edildiğine inanılır. Ama yakın zamanda akordeon oalrak adlandırılabilecek bir enstrümanın 1816'da veya daha önceki bir tarihte Nürnbergli Friedrich Lohner tarafından kullanıldığı saptanmıştır.Akordeon ismine ilk patent ise 1829'da, Viyanalı org ve piyano yapımcısı Cyrillus Demian tarafından günümüzdeki akerdeona çok da benzemeyen tek klavyeli küçük bir çalgı alındı. Kısa sürede, birçok firma bu yenin çalgının üretimine girişti. "Diyatonik akordiyon" denilen ve diyezli ya da bemollü sesleri veremeyen bu çalgı, köylere kadar yayıldı. 1880'de,iki klavyeli kromatik akordiyon gerçekleştirildi. Diyezli ve bemollü sesleri de verebilen bu yeni akordiyon, kısa sürede çok tutundu. 1940'da daha da gelişti ve konser akordiyonu adını aldı. George Auric ve Jean Françaix gibi besteciler bu çalgı için birçok parça besteledilerÜlkemizde Kafkas halklarının veya Romanların çalgısı olarak bilinir. Özellikle Çerkes kültüründe büyük yer tutar: Çerkes düğünlerinin ve toplantılarının en ünlü çalgısıdır.Özellikle Sivas'ın Yavu Köyünde çokca kullanılır.Türkiye'de virtüöz Ciguli sayesinde kısmen yeniden popülerlik kazanmıştır.

TAHTA VE SOPA Bir adet kalas, 2 adet iskele üzerine konur ve insanlar 2 adet ufak sopaları bu kalas tahtaya vurmak suretiyle muziğe ritm edip eşlik ederler

3 TELLİ ABHAZ KEMENÇESİ

 

 

ÇOCUK OYUNLARI

Çelik çomak,binmeli eşek,esir oyunu,körebe,köşe kapmaca,birdirbir,seksek,yakan topu,lunç,domino devirme

KIYAFETLER

Köyde 25-30 yıl öncesine göre  kıyafette önemli değişmeler olmuştur.Erkekler tamamen şehir kıyafetini benimsemişlerdir. Erkeklerde gündelik kıyafetlerden başka önemli günlerde, törenlerde giyilen ve içine beyaz eşarp bağlanan lacivert takım elbise en beğenilen giyim eşyasıdır. Ancak yaşlı erkeklerden bazıları köy içinde geleneksel kıyafetle ilgili olarak paçaları dar pantolon, üzerine gömlek ve yeleği giymeye devam etmektedirler. Kösele kunduranın yanında lastik ayakkabı, plastik ayakkabı, özellikle çocuklarda  çok görülmektedir. Erkeklerde pijama, şapka, şemsiye kullanılan giyim eşyaları arasındadır. Burada dikkati çeken husus pijamanın yatak kıyafeti olmaktan başka, bazen iş kıyafeti olarak kullanılması suretiyle ikinci bir iş görmüş olmasıdır.Kadın giyimi erkeklere oranla daha az değişmiştir.Eskiden kadınlar evlerde basit tezgahlarda keten ve kendirden giysiler dokurdu. Bugün ise köylüler malzemesi köy dışından sağlanan koyu renkli şalvar ve üzerine bluz giymekte, başlarına lacivert örtü (örtme)  örtmektedirler. Kadın giyiminde dış görünüş bakımından erkeğe nazaran değişme daha azdır. Evde elbisesi ile dolanan bazen başını örtmeyen kadın, sokağa çıkınca elbisesinin üzerine şalvar giymekte ve başını örtmektedir.Genç kadınlar arasında elbise giyenler, başlarını örtmeyenler az da olsa bulunmaktadır..Köyde gündelik kıyafette olduğu gibi gelin ve güvey kıyafatide tamamen şehirleşmiştir. Ancak köyde giyilenler, kasabadan ucuz sağlanan ve nispeten eski model olan giysilerdir.Kadın ve çocukların kısmen evde hazırlanan giysilerinin kumaşları dışarıdan satın alınmaktadır.

 ŞALVAR      : eninde üç boy kumaştan çıkar daha ziyade eflatun pembe,yaşlılar koyu renkleri tercih ederler,genellikle çimen yeşili,zeytin yeşili tercih edilir,şalvarın içine şalvar ( havsa) dikilir pamuklu veya şile bezinden dikilir

MİNTAN        : Şalvarın üstüne giyilir mintan ve şalvar işlemelidir,kadife kutnu,janjanlı ve yollu kumaşlardan dikilir

YELEK          : Şalvar üzerine kolsuz fakat işlemeli yelek giyilir,içine bezden buluz giyilir.

ÖRTÜLER    :Kare şeklinde üzeri baskı tekniği ile işlenmiştir,çiçek desenlidir

YAZMA         : Oyalar işlenir dikdörtgendir

ÇORAPLAR : Yün çoraplar giyilir kadın çoraplar motif işlemelidir

AYAKKABILAR : Rugan ayakkabı giyilir,çarıkta giyilir,genellikle lastik ayakkabılar tercih edilir

ERKEKLERSE : Yelek ve zıpka giyerler,Kafkas kökenliler düğün törenlerde kalpak dik yakalı siyah satenden yapılmış diz boyu elbise ve yumuşak deriden çizme giyilir.Elbisenin üzerine dışardan fişeklik,kama,kemer gibi ayrıntılar vardır,kadınlar ise simli motiflerle süslenmiş kadife elbiseler giyerler bunları Aktaş,Edilli,Uğurlu,Yenice,Göktepe,Kirazlı,Hemşin köyleri giyerler

 

HIDIRELLEZ

6 Mayıs günü kutlanır,köyün piknik alanlarında,salıncaklar kurulur,yemekler pişirilir,ip atlanır,salıncaklarda sallanılır,birçok oyunlar oynanır,kızlar erkeklere,erkekler kızlara bakarlar orada birbirini beğenirler,arkadaşlıklar kurarlar,balık tutmalar olur,erkeğin beğendiği kız eğer salıncağa biner sallanır ise erkek hemen silahını çıkartarak iki el ateş eder ona onu beğendiğini gösterir,hıdrellezin en iyi yemeği helvadır Bu törenleri anlatmadan önce pilavlık parası üzerinde duralım. Daha öncede belirttiğimiz gibi köyden başka bir köye gelin giden kızlardan pirinç parası alınır. Bu para hemen harcanmaz biriktirilir. Pirinç parasının anlamı şudur. Köy gençleri bu kızı o zamana kadar o şekilde korumuşlardır ki, kızın namusuna halel getirmemişledir. Pirinç parası bunun mükafatı bir bahşiş sayılır. Alınan pirinç paralar yedi emin olarak köylünün saygı duyduğu birine telim ederler. Köyden ne kadar çok kız gelin giderse parada o kadar çoğalır. Hıdrellezde bu para ile bir koç satın alınır. Pirinç alınır, un yağ alınır. Kesilen koçun etinden ya etli pilav yapılır, helva kavrulur, ballanır. Öğleyin gençler toplanır ve bu pilav yenir. En sonunda da helva yenilir. Hıdrellez bayramının ayrı bir güzelliği vardır. İp salıncaklar, zincirli salıncaklar, büyük ağaçlara bağlanır. Kızlar ayrı yerde, erkekler ayrı yerde sallanırlar. Ama bazen kızlar erkekleri, bazen da erkekler kızları seyretmeye giderler. Eğer beğendiği bir kız salıncak biniyorsa orada çıkarır silahını bir şarjör boşaltır. Bu olaya kimse ses çıkarmaz. Böylece kimin beğenilip beğenilmediği bu Hıdırellez bayramı vesilesi ile belli olur. Bazı köylerde güreşler tutulur. Bazı köylerde derelerde balık tutulur eğlenilir.Akçakoca köylerinde hemen hemen hepsinde geleneksel olarak her yıl kutlanır köydeki küskünler barıştırılır geleneksel oyunlar spor etkinlikleri,folklorik oyunlar ve bunun gibi,Akçakoca’daki mülki amirlerde davet edilerek etkinlikler yapılır herkes baharı böyle karşılar

 

EVLERİ

Evler genellikle bahçe içinde olur.Avlu,avlu ağla çevrilidir,Kurukavak,Karatavuk evler arası 4-5 km’dir,okul ve cami yanlarında evler yapılmıştır,az dağınık meskenlerde cepheleri sokak tarafına doğrudur Arabacı köyü gibi,Mısır ziraatı çok olduğu için her evin yanında hemen hemen 1 adet serender yapı vardır,ahırlar evlere uzaktadır,ahır ile samanlık yan yanadır

 

SPOR

Gayri federe veya amatör olarak hiçbir müsabakalara iştirak etmemiştir,köyün hiçbir sportif amaçlı kulübü yoktur,köylünün spora yatkınlığı ,sporu sevmemesi dikkat çekicidir.Bu üç köyde hiçbir spor branşı yapılmamıştır.Köyde ilgilenen kimse yoktur.

 

YEMEKLER

EKMEKLER           : Cokatabe,Çümen,Haluğ,Mayasız ekmek,Galnış,Haluvçih,Hingel Mecage,Mejağ Mısır,Mayalı saç,Siskil,Sütlü Tandır

ÇORBALAR            : Tarhana,Mercimek,Un,Çılbır,Kızılcık,Yoğurt,Yarma,Veynih,Sütlü pirinç,Sütlü mısır,Sütlü darı,Hıngıl,Hantagups,Hacığaps,Garzınış,Çerkez ayran çorbasıdır

HAMUR İŞLERİ    : Mantı,Börekler,Erişte,Kuskus,Kaşık makarna,Mancarlı pide

ET YEMEKLERİ   :Bağırsak dolma,Böbrek ezmesi,Pirzola,Kuzu Kızartma,Çişse,Haşlama et,Kavurma et,Kuru et,Lersi,Nekulh Tandır Kara dolma, Korçan,Sebze dolmaları,Kebaplar,Lahana sarma

TATLILAR             :  Abaza tatlısı,Balkabağı,Peçelibedijin,Fetguçin Fırında bal kabağı,Halıbj İran helva Kabaş,Aşure,Natuh,Şake helva,Melen güççeği,Laz böreği,Güllaç,Sütlaç Baklava

İÇECEKLER :        : Boza,Üzüm şarabı,Sütlü çay,Şıra

PASTALAR           : Şir peynirli mısır,Malay,Kosi,Jert,Hudur darı

TAVUK YEMEKLERİ : Çerkez tavuk,Abaza tavuk,Ahırdıgış,Ciğerli çerkezHaggısri,Vokumuş iran fıh,Patatesli şipsi,Şipsi baste tulen Yumurtalı şipsi

SÜTLÜ YİYECEKLER :  Asıc çemuka,Çerkez peyniri,Çiğsütten tereyağ,Galdet hayage,ihşırı simge,Jemikoc,Ekşimek kudusu,Koyun yoğurdu,Japkha kundusu,Küp peynir,Meteköy peynir yemeği,Yağsız ekşimek

SALATALAR     : Asapa salata,Lezgi,Erik ezmesi,Ahulçapa,gaşeğin,Kartafizikga,Lahana salata,Patlıcan Sarmusak Domates salata

TURŞULAR : Çerkez ve Abaza erik ezmesi,Kararlahana,sızbalı,Turp sızbalı,Yer elması sızbalı

ÇEŞİTLİ YEMEKLER : Kaygana,Soğanlı yumurta,Sebze yemekleri,Zeytin yağlılar,Mamursa,Kaldırık,Mantar yemekleri,Tirit,Malay,Hoşmanım,Mancarlı fırında pide, abusta(Abazalara özgü ekmek)haluj(abhaz mantısı)sızbal(genellikle erikten yapılan bir tür meze) Aktısızba( Çerkez tavuğu)Acıka( Fasülye ezmesi)Atukril,hampal,açaç,halij abhazya üsülü balık,enişte çöreği,abhazya pastası,abhazya peyniri,çöğür gibi çeşitleri mevcuttur

 

ALTYAPI BİLGİSİ

 

 5,.5 km köy yolu asfalt yapıldı.Köyün kanal şevleri yapıldı,2.5 km’lik yol stabilizesi yapıldı,250m su borusu döşendi,içme suyu şebekesi yapıldı.6500m²’lik kilitli parke taşı döşendi.Köy içi menfez köprü yapıldı,12m karige boru döşendi.Dilaver-Küpler bağlantı menfez köprüsü yapıldı,çocuk parkları yapıldı.1945 yılında ilk okul açıldı taşımalı eğitimden faydalanıyor,sağlık evi-sağlık ocağı yoktur ama mobil sistem uygulaması vardır.İçme suy,PTT acentesi,elektrik,sabit telefonu,2 cami vardır,kanalizasyon ve değirmeni yoktur.1965 yılında nüfusu 300 ,1997 de-236,2000 de-212 dür

 

İSTİKLAL SAVAŞINA KATILANLAR:

 

 Köyden istiklal savaşına katılanlar olmamıştır.

 

ESMA HANIM-DAVUTAĞA-DİLAVER KÖYLERİ’NDEN ABHAZA İSYANINA KATILANLAR:

Numan Çetesi: Ali Cevahir,Mehmet Ali Eren,İslam Cevahir,Ali Akar

 

18-19.YY’DA TEMETTUAT DEFTERİNDE Kİ DURUMU

 1877 yılında kurulduğu için Temettuat defterinde adı geçmiyor.Yeni kurulan göçmen köydür

.

KÖYE İLK GELEN SÜLALELER

 

KAZBA                    ÜNAL+ÖZDEMİR        KAFKASYA       ABHAZYA

AHBA                       ÖZTAŞ                          KAFKASYA        ABHAZYA

AGIRBA                   BEŞLİ                            KAFKASYA        ABHAZYA

SUKTAR                  ERSOY                          KAFKASYA        ABHAZYA

AKAR                                                             GİRESUN

BARIŞ                                                              KAFKASYA       ABHAZYA

KARATAŞ                                                       ORDU

AŞIK                                                                 RİZE                   ARDEŞEN   SALENKÖY 

NOT: Katkılarından dolayı değerli muhtarım İsa Ersoy arkadaşıma,köy sakinlerine,ve Kemal Kap,Hasan Aşık arkadaşlarıma çok teşekkür ediyorum

Kaynak

Coğrafi bölgesi       : İbrahim Tuzcu

Tarihi                      : Köy sakinleri,İsa Ersoy,Hasan Aşık,Kemal Kap,Düzce Kafkasya Abhazya Eğitım ve Kültür Derneği,Derl. İbrahim Tuzcu

Tarihi yerler            ; Köy sakinleri,İsa Ersoy,Hasan Aşık,Kemal Kap,Derl.İbrahim Tuzcu

Coğrafi durumu      : Kenan Okan,Şükrü Dönmez,Akç.Kaym.Sitesi,,Derl.İbrahim Tuzcu

Camii ve Mez.        : Kenan Okan,İsa Ersoy,Kemal Kap,Hasan Aşık,Derl.İbrahim Tuzcu

Turizmi                   : Akç.Kaym.Sitesi,Köy sakinleri,Kemal Kap,Hasan Aşık,İsa Ersoy,Kenan Okan,Mustafa Kocadon,Köykent hb net,Derl.İbrahim Tuzcu

Ekonomi                 : Mustafa Kocadon,Kenan Okan,Şükrü Dönmez,İlçe Tarım.Md,Akç.Kaym .Sitesi,Köy sakinleri,Hasan Aşık,Kemal Kap,İsa Ersoy,Derl.İbrahim Tuzcu

Kültür                     : Kenan Okan,Görsel yayınları 3,İsa Ersoy,B.Habiçoğlu Kafkasya göçleri,Hayri Ersoy Kafkasya gerçeği 1992,S.Berzeg 1990 Kafkasya federasyonlar derneği,Düzce Kafkasya Eğitim ve Kültür Derneği,Vedia Emiroğlu,Derl.İbrahim Tuzcu

Spor                       : İbrahim Tuzcu

K.Alt yapısı           : Akç.Kaym.Sitesi,Mustafa Kocadon,İsa Ersoy,Köy sakinleri,Kemal Kap,Hasan Aşık,Derl. İbrahim Tuzcu

Abhazya isyanı kat.: Kenan Okan

Sülaleler                 : Hüsamettin Kaya,İsa Ersoy,Kemal Kap,Hasan Aşık,Derl. İbrahim Tuzcu

 

 

 

DADALI

 

 

COĞRAFİ BÖLGESİ      : Karadeniz bölgesi

İLİ                                      : Düzce

İLÇESİ                               : Akçakoca

KAYMAKAMI                 : Mehmet Ünal

B. BAŞKANI                     :  Fikret Albayrak

KÖY MUHTARI              : Sefer Bozok

TELEFONU                      : 05365449592  

NÜFUSU                            . 155 Hane,677 nüfusu vardır

POSTA KODU                  : 81650

İLKÖĞRETİM OKULU  : 03806187484

ESKİ MUHTARLAR       : 2009 – Sefer Bozok, 2004- Seyfullah Baş-1999-İsmail Tutkun,1994-Şeref Albayrak,1889-Kazım Karatürk

COĞRAFİ DURUM         : Düzce ye ,Akçakoca ya uzaklıktadır.Denizden130 mt yüksektir, en yüksek yeri 250 mt dir. 5562 dekar,413 dekar ormanlık alanı vardır,köy komşuları,Çiçekpınar,Çayağzı,Döngelli,Tepeköydür

 

KÖYÜN İSMİ NEREDEN GELİYOR

M.Ö 377 yılında Batı Anadolu Trakya dan gelen Bitinyalılar da buraya gelir bazı köyler kurarlar,bunların Kralları Bias tır,kurdukları köylerden bir tanesıde Dadalı köydür. Ayrıca Kastamonu dan 1243 yılında Moğol istilası ve yenilgisinden bıkan 130.000 bin Oğuz Bozok boyu üçok obaları batıya doğru göç ederler ve Akçakoca’ya gelerek bazı köyler kurarak  yerleşirler bunlardan bir tanesıde Dadalı köyüdür,17 ci yüzyılda Adana-İçel sancağından batıya göç gelir Akçakoca’ya yerleşen Yörükler (yürüyen halk demektir) de burada yaşamışlardır.Ayrıca 1916 yılında da Doğukaradenızden gelen göçlerde yaşamışlardır,neticede Bitinya,Oğuz Bozok boyu üçok obaları Adana-İçel sancağından gelen ve Doğukaradenizden gelen göçler yaşamışlardır.. Akçakocada M.Ö. 1200 yılında Frik,M.Ö. 670 Lidya,M.Ö.395 te Roma Pontos,M.Ö.708 de Pers,M.Ö.546 de Makedon,M.Ö.1200 de Hitit ama bu kesin bilinmiyor bu kavimler yaşamışlardır Osmanlı arşivine göre 307 nci sayfada Dadalı,Dadalu,Tatal,Tatulu,adlarını taşır.Adana Halefirakla eyaletleri Urfa Ruha sancağına bağlı Türkmen taife sindendirler.Baştanrıça ve ana tanrıçanın erkeğidir,bu erkek tanrıça Danda,Tanta,Dada,Tata dır,bu isimler Anadolu’da birçok bölgelerde yer ve insan adları olarak kullanılmışlardır .Anadoluya Hazar denizin güneyden 1048 yılından önce ve sonra gelen Türk boyların var olan başkanlarına bu adlar

veriliyordu,Erzincan,Erzurum,Kayseri,Sivas,Kastamonu çadırlı Yörük obaları halinde gelmişlerdir,buraya 16 köy kurmuşlardır,.Damlar,Açmalar,Yenice,Pazaryeri,Döngelli,(gerişi kebir) Tepecik,Cevizlik,Hamzaköy,Fakıllı,(Güney) Yukarı Şipir bu köyler daha sonra 1620 yılında denizden gelen Akkazak korsanları tarafından münkariz edilmiştir,bu baskınlardan bıkan bu köyler birleşerek yan yana evler yapmışlardır bu Akkazak korsanlarından korktukları için ve bu köylerin toplamından . Dadanı,Dada,Daran, Dadağı,Tuda,Dadağlı ,en son .Dadalı olur . Dada telaşlı tantanalı demektir,daha sonraki yıllarda

Akaya,Çayağzı,Dadalı,Altunçay,Subaşı bir muhtarlıktı. 1820 yılında bu köyler ayrılır birer muhtarlık olurlar 1640 yılından sonra merkezi köyler kurarlar DADA ismini oba başından almıştır,LI eklenmiştir enson  DADALI olmuştur.Bu obalardan kalan şimdiki bazı aileler,Fazlı Beşeoğlu şimdiki Başak,Baş,Kurbanoğlu şimdiki Karatürk,Piroğlu şimdiki Tutkun,Tetik, Şibiloğlu  bunlar Şipir köyden gelmedir esas kökü oymak aşiretidir,bu köy 1961 yılında Dadalı köyünden ayrılır,ve Çiçekpınar köyü olur  şipir köy ismini Farsçada çiçek,Arapçada pınar isminden alır.Karakuzu şimdiki Akça,Çaylak şimdiki Söndü bu aileler yok oldu,Alileroğlu şimdiki Öztürk,Suncar,Delibaşoğlu şimdiki Kaya,Kahyaoğullarıda derler,Uzunömeroğlu Kondu,Efes,Sofuketuloğlu şimdiki Sala bu aileden erkek nesli yok fakat kızdan gelen nesli var buradan türemedirler,Zülferoğlu,şimdiki Zülfüoğlu,Delihasanoğlu şimdiki Çelik tir,bu obalardan 11 hane kalmış diğer, haneler sönmüşlerdir,16 yerleşim bölgelerinden gelme obalardır bunları Yenice,Hamzaköy,Açmabaşı,Cevizlik,Damlar,Pazaryeri eski mezarlıklarından öğrenmekteyiz Atalarımızın adları Niyazi Yüreğiroğlu,Türk büyükleri ve ataları Besim Atalay,Kırgız sözlüğü k.k. Yudahin tercüman Abdullah Toymaz,Cevdet Türkay,Tercüman dizesi Osmanlı imparatorluğu aşiret oymak 1302-1907 yılında Avukat Ahmet Bilge

 

TARİHİ YERLER

Dadalıda Pazar şimdiki Limak şantiyesinin bulunduğu yerde kurulurdu,eski top sahasının bulunduğu yerde Rumlar vardı bu Rumları Orhan Gazi tarafından kıl suyundaki akrabalarının yanına göç ettirildi,diğerler Orduya geri kalanlar ise yurt dışına göç ederler,İpsiz Recep zamanındada buralardan gönderilmiştir.Eski top sahanın bulunduğu yerde oturan Bitinyalılar deniz ticaretini yapmak için şimdi münkariz olan Göçüllü( Ayazlı)köyü üzerinden çuhallı ya 2 yol yaparlar,geliş ve gidişlerini buralardan yaparlardı hatta eski değirmenin olduğu cevizlik  denen yerde kilise ve sübyan mektebi vardı eğitimlerini burada yaparlardı bunlar Göçülüde bulunan LAZİMARK krallığına bağlı idiler.Bu yollar halende mevcuttur birisi şimdiki hapishaneden,Döngelli köyünden eski top sahasına ,diğeri ise sanat okulun önünden,Döngelli üzerinden eski top sahasına çıkmaktadır Dadalılılar bazı Rumlarla kısa süre yaşamışlardır,su yüzünden kavgalar yapıp Şipire(yukarı şipir) oradan Acara ya( açmalar) ordanda şimdiki Dadalıya yerleşirler 1877 yılında Osmanlı Rus savaşında Doğu Karadeniz’den göç alarak çoğalmışlardır.Kurtuluş savaşında Döngelli,Çayağzı,Akkaya iskelelerinden karaya çıkan asker ve Akçakoca’dan cephane taşıyanlar düşman görmesin diye Dadalı köylüleri burada çadır kurar yemekler pişirirler,yedirirler,yatırırlardı kurtuluş savaşında çok büyük emekleri geçen bir köydür.Dadalı ,Döngelli,Çayağzı arasında Dombaycı dağı denilen yerde,Sevil borunun oradan yaya 1 saate gidilir burada Karahasan kışlası vardı Fadıl köyü idi burada bir kilise ve 7 adet mezar vardır Bizanslılar yaşamıştır,bu kışla daha önceleri Döngelli iskelesinde imiş 15-20 kişi boğulmuş ve burayı terk edip yukarı çıkmışlar deniz dalgaları 4-5 mt yi buluyormuş ozamanlar yine burada da Akkaya’da olduğu gibi 100 tane köle varmış bu köleleri 1620 yılında Akkazak korsanları tarafından yok edilmişlerdir,daha sonra bu kışlada Fransızların kaldığı görülmüştür .Yine şimdiki kaymakamlık fide yetiştirme Döngelli arası Hamzaköy de 1973 yılında 3 büyük altın küp bulunmuştur,buna devlet el koymuştur,yine bu köyü de Akkazak korsanları tarafından 1630 yılında yok edilmişlerdir.Dombaycı dağında Fransızlar, İtalyanlar tarafından  Akkaya köyünde olduğu gibi petrol aramışlardır,bu İtalyanların Fransızların bu Karahasan kışlasında kaldıkları görülmüştür,bu kalıntılara son zamanlara kadar rastlanmakta idi fakat buralar yakılıp fındık bahçeleri haline getirilmiştir Çayğzında Raşit ağanın evine kadar bu kışla uzanmakta idi,yine burada kömür gazı ve linyit yatakları petrol olduğu söylenmektedir,bu yerde son zamanlara kadar 2 adet petrol kuyusu olduğu tespit edilmiştir,buraların tekrar MTA tarafından elden geçirilirse buraların önemi artacağına inanmaktayım.Alişin Raşit ağanın oturduğu su deposu olan yerde bağcılık yapan Raşit AĞA göçmen muhaciri idi Selanik göçmeni bu burada bağcılık yapardı buraya Tepeç mahallesi denirdi bunun burada köşkü vardı Bizanslılar buraları terk ederken mal varlıklarını buraya bıraktıkları söylenmektedir

 

AKARSU VE DERELER

 

Köyde  Pazaryeri dediğimiz yerde danışman mevkiinden çıkan su  Dadalı,Döngelli yi takip eder ve şimdiki Sevil borunun bulunduğu yerden denize dökülür ,burada eskiden bir iskelede vardı ,su altı seviyeleri çok değişkendir,Pınar,ve kuyu suları faydalıdır ancak çok kireçlidir,serttir koli bakımından zengindir içilmesi mahsurludur,sıcak su ve göl yoktur

 

DAĞLARI VE TEPELERİ

Yıldırım sırtları önündedir,Tepebaşı tepesidir (468) mt

 

İKLİMİ

En fazla yağış Eylül-Kasım-Aralık-Ocakta olur,kar Aralık ve Ocak ayında yağar ama uzun sürmez,Mayıs-Haziranda Karayel,Temmuz-Ağustos-Eylül ayında Poyraz eser,kış aylarında lodos eser,Temmuz- Ağustos-Eylülde güneş kendini daha iyi gösterir,Aralık,Mart ayları arası en düşük sıcaklık olur ılımaman Karadeniz iklimine sahiptir.

 

JEOLOJİK DURUMU

 Eosen-Folişi,Muminitli Kalker mevcuttur.Dere ve vadi tabanları alüvyon,yamaçların büyük bir bölümü silis formasyonu,tepelerin üst kısmı da 3.derecede kumlu,çakıllı tabakalar halindedir.Depreme dayanaklı 3.bölgedir.Dağlar denize paralel uzanır.Paleozoik devre ve tersier arazilerde ibarettir.Eosen Folişi- Muminitli kalker toprağa sahiptir .Ayrıca bos gazı ,linyit kömürü petrol yatakları vardır Jeolog Dr.Ervin Lan,Mühendis Zeki Erişir.

 

BİTKİ ÖRTÜSÜ

Akçakoca’da orman alanı 20477.77 hektardır.Çoğu bozuk orman alanıdır % 43 kayın % 0.8 gürgen %0.1 kestane % 6 meşe % 1 kavak % 0.25 ıhlamur % o.4 çınar bulunur,gerisi fındıklıktır.Maki bitki örtüsüne sahiptir,iklimin mutedil yağışlı olması bitki örtüsünün gür olmasını doğurmuştur.

TOPRAK YAPISI

Topraklar kırmızı kahverengidir.Toprak asitli,kireci azdır,topraklar erozyona maruzdur.Potas ve fosfor bakımından fakirdir,tuz oranı normaldir.Saha umumi olarak pedojenez bakımından genulik safhasındadır.Toprak killi ve tınlı kıvrıntılı karakterdedir

 

TURİZİMİ

 

Köy köydes yardımı ile güzelleştirilmiştir,Turizm yönünden fakir köydür ,en iyi kültürel değerlini kaybetmeyen köydür.Akçakoca-Düzce karayolunun buradan geçmesi buraya çok önem kazandırmıştır,buradaki tarihi yerler kültür bakanlığınca araştırılıp buraları turizme açılmaları sağlanmalarıdır.Bitinyalılar bu bölgede çok yaşamışlardır

 

CAMİLERİ

Köyde  çok eski camii yıkılıp yerine 1972 yılında  modern,500 cemaatli ,tek şerefeli betonarme yapıyı köylü yapmıştır.

 

MEZARLIKLAR

Köyün şuan ki mezarlığı büyük eski bir mezarlıktır caminin güneyindedir,Akçakoca-Düzce karayolu yakınındadır.Bitinyalılara ait Kavaklık mevki  denilen yerde birçok kavimler yaşamışlardır,LİMAK IN bulunduğu yerde son zamanlara kadar mezar kilise kalıntıları mevcuttu,bu mezarlık halen boş arazidir,köy yerleşim birimini tepeye taşıyınca burada yeni mezarlık yapmışlardır.Buradaki Rumlar zaman zaman Göçülü mezarlığını kullanmışlardır,Hamzaköy, Dadalı köyünün kuzeyinde Döngelli köyün doğusunda bir mezarlığının da bulunulduğu söylenmektedir,buraya Dadalı köyün kuzeyinden tarla yolundan ulaşmak mümkündür taksiler bile rahatça gidilebilir,ayrıca Akçakoca-Düzce karayolun Düzce ye giderken soldaki Mehmet Karagöz ün fındık bahçesinin bulunduğu yerde de Bitinyalılara ait mezarlık vardır fakat burası da munkariz edilip fındık dikimi yapılmıştır.Pazaryeri denilen yerde de Bitinyalılara ait yine bir mezarlık vardı,Dadalı köyü kuzeyinde Şeref Albayrak,Şahap Albayrak,Şevki Albayrak arazisi içerisindedir maalesef burası da munkariz edilip fındık dikimi yapılmıştır.Hamzaköy,Pazaryeri,Kavaklık mevkiindeki mezarlıklar çok eski Bitinyalılardan kalma mezarlıklardır munkariz olmuştur bunlar birbirine bağlantılı köylerdi bu köyler daha sonra Dadalı köyü sınırları içerisinde kalmıştır. Mezar taşlarındaki konular erkek mezar başlarına başlık,kadın mezarında süslemeler ön plandadır,erkek mezarlığında büyük sarıklı olanlar ulema ve paşaları,uzun külah üzerine sarık tasvirler,derviş ve tarikat şeyhlerini,sadece ince sarıklılar köy ağalarını,üstü geniş ve altı dar kavuk biçiminde olanlar yeniçeri ağalarını işaret etmektedir

 

EKONOMİSİ

TARIM:

HUBUBAT:Buğday,Mısır,Pirinç

BAKLIYAT:Fasulye,Bezelye,Bakla,Soğan,Lahana,Marul,Pırasa,İspanak,Kaldırık,Patates Karalahana Patlıcan,Biber

MEYVE       : Elma,Armut,Kestane,Ceviz,Üzüm,İncir,Dağçileği,Muşmula,Ayva,Kızılcık,Kiraz

Ekonomisi Tarım ve Hayvancılığa dayanır.Köylü,bahçesinde yetiştirdiği sebzeleri Akçakoca pazarına götürür orada satar,kadınlar ev ekonomisine katkı sağlarlar.Artık günümüzde fındığın para etmemesi insanları başka işlere meşguliyetine zorluyor,,büyükbaş hayvancılığı revaçtadır,eski manda,malak,vb gibi hayvanlar kalmamıştır,yalnız sağman inekler vardır,elde edilen sütler pazara götürülüp satılmaktadır., tavuk kümesi olmasına rağmen kümes hayvancılık da yok olmaya yüz tutmuştur.Köyde eskiden kesif ormancılığı yapılıyordu ama şu an kanunlar buna el vermiyor, .Köyün erkekleri sanayi bölgelerine çalışmaya giderler,nakliyatçılıkla uğraşanlar vardır,artık köylü son zamanlarda endüstri kollarına yönlenmiştir,köydeki dokuma tezgahları da münkariz olmuştur,.Köyde eskiden keten dokuması da yapılıyordu. Ençok ormancılık ve kümes hayvancılığı yapılmaktadır Balcılıkta yapılmaktadır kestane balı revaçta olduğu .için bu yönde çalışmalar devam ediyor.Akçakocada eskiden  köyden armut,ceviz,kestane,dut,incir,dağ çileği başta Zonguldak,İstanbula takalarla sevki yapılıyordu.Ayrıca kesif ormancılığı vardı bunlarda aynı şekilde sevkıyatı yapılıyordu,fındık bahçesinin gelişmesi buraya ayrı bir önem kazandırmıştır.Mısır ve Buğday daha önceleri Bolu ve Gerededen karşılanıyordu.köyde tütün az miktarda yapılmıştır.Köye 2008 yılında bir adet soğuk hava deposu yapılmıştır.Akçakoca’ya ençok sebze meyve hayvansal ürünler getiren köydür İlçemizde tarımsal üretim içerisinde bitkisel üretim, özellikle fındık üretimi ağırlıklı yer tutmaktadır. Fındık üretimi dışında kasaplık tavuk üretimi, büyükbaş hayvan üretimi, balıkçılık, arıcılık,  mantar üretimi önemli tarımsal faaliyetler arasındadır. 1930 yıllarda ekonomi denize bağlı idi,bunun yanı sıra reçberlik,odunculuk,kerestecilik ön safhada yer alırdı,şehirlinin tümü denizci idi,gemi tüccarı,gemici,tekne sahibi,balıkçı,yada yükleme ve boşaltma amelesi idiler.Akkaya,Aftunağzı,Beyhanlı,Döngelli,Çuhalı,Kızlarağası,Değirmenağzı,Taşman Deresi,Karaburun,Melenağzı iskeleleri vardı,buralardan ticaret sağlanırdı.Ayrıca ilçede 4750 büyükbaş hayvan vardı ama son yıllarda azalma kaydedilmiştir,kümes hayvancılığı da son yıllarda azalma görülmüştür 190 adet kümes vardı,beyaz et üretimi 25.000 tonu geçmekte idi.2000 çıvarında fenni kovan vardı Maden direkleri dışında ,Bolu Adapazarı’nda ,Düzce’de yetişen buğday,kavun,karpuz gibi toprak ürünleri manda ve öküz arabalarıyla deniz sahiline getirilir buradan da deniz yoluyla gelen gaz,ve tekel maddeleri aynı arabalarla taşınırdı,sahilde bulunan depolarda bu mallar stoklanır dı zaman içerisinde tuz ve benzeri şeyler şehir ve kasabalara sevkiyatı yapılırdı,ayrıca deniz yoluylada sandallarla başka şehirlere sevkiyatı yapılmakta idi. Dadalı köyü toprakları çok verimli olduğu için bahçelerde Öküz ve Manda hayvanlarından faydalanırdı,ayrıca şehir merkezlerine gitmek içinde kullanmışlardır,kereste taşımacılığı ön safhada olduğu içinde bu hayvanlardan faydalanılmıştır.Bu köyde balcılıkta fazla yapılmakta idi ,ama maalesef bu hayvanlar şimdilerde yok olmuştur,bu köyde nakliyecilik yapan çoktu,kurtuluş savaşında bundan dolayı çok emeği geçmiştir

 

 

GEMİ YAPIMINDA KULLANILAN KERESTELERİN SU HIZARLARI İLE KESİLMESİ

Su hızarı su değirmenlerinde olduğu gibi olasılıkla suyun hareket gücünden faydalanarak yapılan ve dairesel hareketin doğrusal harekete çevrilerek odun ve kereste üretimini sağlayan ağaç testereleridir.Aftuni ( Altunçay,Dereköy,Subaşı ) bölgesinde 25 adet su hızarı vardır Arabacı köyünde18 adet su hızarı vardır. Bunlar şu anda teknolojiye yenik düşmüştür kullanılmaktadır

FINDIKÇILIK

 

Hemen hemen herkes fındıkçılıkla uğraşmaktadır.Devlet orman arazilerini açıp buralara,memleketten 1900 yılında Trabzon’dan gelen Bostancı hacı Ahmet efendi Akçakoca’ya fındığı getirir Osmaniye mahallesine fındığı ekmiştir,yine Mehmet Arifin getirttiği fındığı ekerler daha sonra Batum göçmeni olan zücaciyelik yapan Mustafa efendi Doğu Karadeniz sahillerinden aldığı fındık fidelerini Ereğli ve Akçakoca da satarmış.Bir gün Giresun’a uğrar o zamanın belediye başkanı limanda fındık fidesi dağıtıyormuş,Mustafa bey bunları alır gemi kaptanına da söyler,gemi kaptanı fideleri fıçılara koyarak Ereğli Akçakoca ya getirir,diğer rivayete göre de Yenice köyün kurucusu Kibaroğlu Hurşit,Kırıkoğlu Tahir,Keleşoğlu İbrahim,Alioğlu Tufan Tefik ilk fındık fidelerini ekmişlerdir.Bunların getirdiği fındık dallarından sopa ile dövülürmüş dalları çok büyükmüş,daha sonra Mehmet Arif kaliteli fındık fidelerini götürür,millete bunları tercih eder millet bu fındık fidelerini dikerler.1922 yılında 4000 fidan mevcuttu fındık sevkiyatı artınca millet fındık ekmeye başlar,fındık bahçelerde elle toplanır,çeşitli evrelerden geçtikten sonra yere sofralar kurulur altına büyük bezler serilirdi, sofra etrafına toplanan kişiler fındığı kırardı,bazıları da fındığı kabuğundan ayıklıyordu çok çetin olan bu sistem yerini 1930 yılında merkezde Kapkirli’de elle çalışan değirmen gücü ile çalışıyordu ve fındık böyle kırılıyordu,Sarı Hafızların Halit Arıkan bu değirmeni kurmuştu ,daha sonra Trabzonlu Abdulrezzak efendi elle kırma fabrikası kurar,daha sonra Küçükömerler’in Ömer Aydın 1932 yılında  şimdiki Özyuvam’ın olduğu yere ahşap bina içinde makaralarla çalışan fındık kırma makinesini kurar,1942 yılında da Diyarbakırlı lakaplı Cemil bey Osmaniye de bir değirmen kurar ama bu değirmen dizel motoru ile çalışmakta idi,yine bu sırada mebus Vahit Yöntem Osmaniye de deniz kenarında modern bir fabrika kurar1946 yılında,1947 yılında da Arabacı köyünde Hocaoğlu Mehmet dizel motoru ile çalışan bir fındık kırma fabrikasını kurar.Edilli köyünden olan Hüseyin Horoz da dizel motorun masrafını azaltmak için Değirmenağzı mevkiinde su gücü ile çalışan fındık kırma fabrikasını kurar,düşük alternör ilavesi ile akü şarj girişimi ile iyi bir fabrika idi ve en son 1954 yılında Orhan derenin denize döküldüğü yerde Fiskobirlik adına modern bir fabrika açılır,bu fabrika 2008 yılında tamamen yıkılır bunun yerine Sapak mevkiinde çok modern fabrika açılır üretimine devam etmektedir.İlk fındık yağını Kalfanın Bekir Üstünel yapmıştır,fındık eskiden tımar,çapalama,tırpan yapma,toplama,öküz arabalarla taşıma,sopalarla dövme,elle ayıklama,sık tellerden yapılmış bir aletle incesini kalınını tozunu ayıklama evrelerden geçerdi,ama şimdi toplama,ilaçlama,gübreleme,motorla tırpan yapmak,ayıklamayı patoz makineleri ile yapmak maliyeti yükseltiyor,Fisko’da fındık taban fiyatını da düşük tutunca halk artık fındıkçılık’a iyi bakmıyor.Fındık şubat mart ayında ekilir 2-3 yıl yetişmesi sürüyor,4-4 6-6 ara ile 6-8 fidan 60- ocak kuyular açılarak dikilir.En iyi fındık türleri şunlardır:. Çakıldak,Kargalak,Kan,İncekara,Kuş,Tombul,Paloz,Foşa,Kalınkara,Uzunmusa,Mincane,Cavcana,Badem,Yağlı fındık,Kara fındık,( yağlı fındığa benzer kabuğu siyah ve serttir)Sarı fındık (yuvarlak kabuğu ince verimi fazla),Yomra(yuvarlak vermi fazla),Sivri( ince uzun bademe benzer),Dilovası,ve Mehmet Arif fındığı ( yağlı  kabuğu ince verimi fazladır). Deli sava(Fındığın içini iyi doldurmaz)

 

HAYVANCILK

Az sayıda Koyun,Keçi,Sığır,Tavuk,,Hindi,Arıcılık yapılmaktadır,her evde hemen hemen sağman inek mevcuttur,süt besiciliği yoktur süt mandıra üretim tesisleri yoktur,köylü kendi süt mamullerini kendisi yapardı ama maalesef büyükbaş hayvan yetiştiriciliğinde düşüş yaşanmıştır.köyde kaz,ördek,tavuk bazı aileler vardır,tavuk kümesçiliği canlılığını yitirmişti r   Köyde malak, manda at, öküz,katır var idi ama maalesef münkariz olmuştur

 

ORMANCILIK

Çam,Kayın,Meşe,Kestane,Gürgen,İhlamur,Kavak,Çinar,Defne,Kocayemiş,Muşmula,Ayı üzümleri,Orman gülleri,Yer gülü,Erica ağaçları,Erelti otu,Çoban püskülü diye orman ürünleri var 413 dekar ormanlık vardır,Eskiden devlet orman arazisini talan edip fındık ekimi yapılmıştır,son zamanlarda orman kanununa göre kesif ormancılığı yapılmamaktadır orman işletme şefliği tarafından bölge kontrol edilmektedir,köyde hızar makinesi yoktur  Eskiden fıçı tahtası,gemi kerestesi,  yakacak odun,demiryolu travesti bu köyden ikmal edilirdi ,en çok kesif ormancılığı yapılan yerdi Eskiden orman lar talan edilir yerine fındık dikilir 4600 dekar fındıklık ekilmiştir ,ormancılık orman işletme şefliği adı alında yapılmaktadır. Köyde çok su hızarları vardı Ormancılığın çok önemi vardı.Düzce-Akçakoca karayoluna yakın oluşu nedeni ile sevkiyatın ve istihsalinde çalışanlar çoktu.

 

AVCILIK

Bölgede göçmen kuşlara daha çok raslanmaktadır,Sarıkuş,Çulluk,Bıldıcın,Ördek,Üveyikördek,Kaz,Kuğu,Tarakçın,Karakçun,Sığırcık,Bozbakal,Karabakal bulunur.Son zamanlarda,gerek ilaçlama gerek yanlış avlanma neticesinde çok azalma olmuştur. Ördek,Çulluk avı çok meşhurdur. Dere kenarında dışarıdan gelen avcılar burada ördek avı yapmaktadır,Daimi kuşlar Kestanekargası,Çulluk,Ördek,Üveyik,Sığırcıktır.Tavşan,Çakal,Tilki,Domuz ,Ayı,su Samuru,Kunduz,Geyik,Karaca vardı ne yazık ki bunlara da az rastlanmaktadır.Domuz avı devamlı yapılmaktadır.Köydeki devamlı hayvanlar Domuz,Ayı,Kurt,Tilki,Çakal dır.

 

KÜLTÜR

Köyde Karadeniz kültürü vardır .Köyde bayramlar çok güzel olur beklide başka hiçbir yerde olmayan sistem vardır,köy bayramda 3 mahalleye bölünür ve her gün bir mahallenin bayramı olur ve diğer iki mahalle o gün bayramı olan mahallenin evlerini ziyaret ederler,bu köy içinde çok güzel bir yaşlı genç kaynaşmasına vesile olur manav Türkleri kültürüne sahiptir düğünlerde Alaplı çiftelerlisi,misket,kasap havası oynanır ama bu kültür son zamanlarda yozlaşmıştır,Doğu Karadeniz üç ayak oyun kültürü girmiştir öz kültürel değerler yozlaşmıştır Dadalı köyü kültür ve gelenekleri bakımından Manav Türkleri kültürüne sahiptir.Hıdırellez kutlamaları en belirgin kültür izidir. Bayramlaşma,selamlaşma,yardımlaşma,büyüklere saygı,Avcılık, başlıca örf ve adetlerdir. Düğünlerde ise: oynanan oyunlar:Alaplı çiftetellisi,misket ve Kasap havasıdır.Bu değerler köy gençleri tarafından yaşatılmaktadır. Manav Türkleri kültürüne sahiptir düğünlerde Alaplı çiftelerlisi,misket,kasap havası oynanır ama bu kültür son zamanlarda yozlaşmıştır,Doğu Karadeniz üç ayak oyun kültürü girmiştir öz kültürel değerler yozlaşmıştır Halil İbrahim Yavuz'a ait yüksek lisans tezinden alınmıştır:
Osmanlı Devleti’nin kurulduğu bölge olan Taraklı-Göynük ve çevresi, kültürel miras yönünden çok zengindir. Bu bölgenin
insanları, Osmanlı’nın kültür varlıklarını bugüne kadar koruyup yaşatabilmişlerdir. Bununla beraber kökü Eski Türk İnançlarına dayanan ve İslâm’la çatışmayan örf, âdet, gelenek ve göreneklerini yaşatmakta mahir davranmışlardır. Bayramlar, doğum, düğün, ölüm âdetleri gibi kültür unsurları, geçmiştekine benzer bir şekilde devam etmektedir. Taraklı, Göynük ve köylerinde yaşayan insanlara verilen ad olan Manav kelimesini ve Manavları kısaca açıklayalım. Manav bir yere sonradan gelenleri, yerleşik olanlardan ayırt etmek için kullanılan ve önceden yerleşmiş olan yerlileri ifade eden yöresel bir mefhumdur. Kırsal bölgelerde yaşayan Manavlar, genelde epey çekingen, uysal, mülayim ve başkası tarafından söylenenlere fazlı karşı çıkmayan sosyal uyumu ağır basan insanlardır. Kendi ifadelerine göre, “yedi kez düşünmeden adım atmayan, yavaş davranan, gereksiz tartışmalara girmeyen” temkinli bir insan portresi çizmektedirler [İşsever, 1994: 23-31].
Manavlar, Osmanlı Devletinin kurulduğu bölge sayılan Aşağı Sakarya, Batı Anadolu’da Bursa çevresi, Batı Karadeniz de Kastamonu ve çevresine
yaşamaktadırlar. Özellikle Aşağı Sakarya kesiminin Taraklı, Geyve, Pamukova çevresinde yoğun olarak yerleşmişlerdir. Buralarda kendilerine has yaşam süren manavlar örf ve adetlerini devam ettirmektedirler. Manav köylerinde eski Türk kültürüne ait izler çoktur. Bu bölgelerin hala tarım ve hayvancılıkla uğraşmasından, Bayat, Emirler, Demirler, Yahyalı, Akpınar gibi Türkmen boy ve oymaklarının isimlerini taşımasına barındırdıkları maddî ve manevî kültür kadar pek çok örnek verilebilir. Manavlar Türkmen gruplarında olup çok eskiden beri köy hayatına hatta şehir hayatına geçmiş yerlilerdir. Buna göre manav adının etnik bir manası yoktur, manavlardan Oğuz Türklerinden gelmektedirler [Yaşa, 1999: 293]. Sakaya ve çevresindeki manavlar, bu bölgenin 1290’larda Osman Gazi tarafından fethedilmesiyle buralara yerleşmişlerdir. İlk Türk yurdu olan bu bölgenin yerli Türklerine hep “manav” denilmektedir ve bu bölgede manav, “yerli Türk” manasında kullanılmaktadır [Yaşa, 1999: 288].
Manav sözcüğünün; Türkistan’daki Kazak-Kırgız ve Sibirya’daki Yakut Türklerinde kullanılan koruyucu soylu kişi ve boy beyi manasına gelen “manap” ve “manag”dan geldiği tahmin edilmektedir. Eski Türklerde “v” sesi olmadığı için “manap”taki “p” ve “manag” daki “g” sesleri yumuşayıp “manav” kelimesini oluşturmuşlardır [Yaşa, 1999: 289]. Çağatay Türklerinde “asilzade” manasına gelen manap, Kırgız Türkçesi’nde ağa, bey
anlamında kullanılmaktadır. Türkçe dışında dil bilmeyen topluluk üyelerine yerli Türk anlamında manav denilmektedir [Aktaş,2002: 10]. Batı Anadolu’ya ve Taraklı’ya Türklerin ilk yerleşimi 1291’den hemen sonradır. Yıldırım Bayazıt döneminde İstanbul Sirkeci’de kurulan Türk mahallesinin halkı Taraklı ve Göynük’ten götürülmüş manavlardır [Aktaş, 2002:12]. Taraklı ve Göynük köylerinde yaptığımız araştırmalar neticesinde İslâmlaştırılmış olmakla beraber bir çok eski Türk inancının izlerini görmek mümkündür. Konuşma dilindeki ortak birçok kelime davranışlardaki, giyinişlerdeki bir çok benzerlik manavların oğuz Türklerinden olduğunun işaretleridir. Yerli Türk sanılan manavlar daha Osmanlı devleti kurulmadan bu bölgelere yerleştirilmişlerdir. Taraklı ve Göynük, Manav denilen yerli halkın kendi kültür ve geleneklerine bağlı olarak yaşadığı göçmen bulunmadığı Sakarya İli açısından istisnaî bir bölgedir. Manav kültürünün korunduğu ve yaşatıldığı bu bölgenin dilleri, beslenme, giyim, kuşam, müzik ve eğlence biçimi tamamen kendi örf ve âdetlerine uygun olarak devam etmektedir [Sakarya Valiliği; t.y.: 130]. Dikkatle incelenir ve araştırılırsa, yöreye mahsus örf ve âdetlerin perde arkasında da Eski Türk İnançlarının gizli olduğu görülebilir. (04.02.2007 13:51) Manav Türkleri Anadolu ya 11.y.yılda gelmiş ve yerleşmiş yerleşik Türklerdir.Manavlar ilk geldiklerinde göçebe olarak yaşıyordu.Yani önceki adı Yörük idi.Bu özelliğini kaybetmemiş Türkler şu an Ege bölgesinde ve Akdeniz bölgesinde mevcuttur. Hiç bozulmamış manav bölgeleri;  Akçakoca,Göynük, Mudurnu, Geyve, Taraklı,Zonguldak (tamamı) ,Yığılca, Bilecek  dır.Ancak 1980 den sonra hızlanan doğudan batıya göç hareketleri başta Akçakoca olmak üzere diğer bölgelerimizi de tehdit etmektedir.İzmit,İzmir,İstanbul,Bursa,Muğla,Antalya,Düzce gibi şehirlerimiz önceleri sade manav kültürüne sahip idi.Ancak bu göçler sebebiyle kültürü yavaş yavaş yozlaştı ve hala yozlaşmaya devam ediyor.Bu sorunu benden başka gören yada sorun olduğunu kabul eden var mı acaba merak ediyorum. Ancak ben bir yerli Türk olarak bu durumdan çok rahatsızım. Akçakoca lı manavların bir kısmı (Altunçay köyü, Çayağzı köyü) oğuzların Bozok koluna mensup Günhan aşiretindendir.Bu köyler 1234 (1.Alaeddin keykubat zamanında) kurulmuştur.Diğer manav köyleri ise Balatlı köyü bayat boyundan,Kınık köyü Kınık boyundan,Beyveren köyü de Oğuz boylarından biridir.Bu beş köy Akçakoca nın en eski köyleridir.Hatta Bolu,Sakarya,Akçakoca,Yığılca,Düzce,Ereğli Bizans ın elinde iken kurulmuştu Türkiye tarihi, 11 yy. Oğuz ve Türkmen denilen Türk ırkının en kalabalık bir kolunun Anadolu kapısını açarak kendine vatan yapmasıyla başlar. Tarihinin en büyük dönüm noktalarından biri olan 26 Ağustos 1071 Malazgirt Zaferi ile Bizans mukavemeti kırılınca artık Türkler karşısında bir ordu kalmayınca, Türkmenler Anadolu’ya yayılmaya ve yurt kurmaya başlamışlardır.Osman Turan, Malazgirt zaferinin “cihanşümul” bir mana taşıdığı ve tarihte bir dönüm noktası olduğunu ileri sürer. Malazgirt Zaferinin İslam ve Hıristiyan dünyalarının kaderine etki eden öneminden sonra, ilk büyük neticesinin “Anadolu Fethi ve Türkleşmesi” olduğuna dikkat çeker. Şu ifadeler oldukça önemlidir. İslam’ın ilk fetihleriyle sadece kanatları koparılan fakat 10. asırda tekrar kanatlanıp taarruza geçen Bizans, Anadolu fethi ile bel kemiğini kaybederek artık tedrici bir ölüme mahkum edilmiş oldu. Nitekim Malazgirt’ten sonra Bizans’ın mukavemeti kalmadığı için, Türkler birkaç yıl zarfında çadırlarını, Boğazlar, Marmara ve Adalar Denizi Ege sahillerinde dikmeğe başladılar.Türklerin Anadolu’ya yöneldiği 11.yy. başlarında, Bizans hem siyasi hem askeri, hem de sosyal ve ekonomik vaziyeti bakımından içi boşalmış, kof bir cüsse görünümündeydi. Türkler Anadolu’ya henüz yerleşmekteyken, Haçlı seferlerinin açtığı yeni bir mücadele evresiyle Anadolu’nun Türkleşmesinin bir asır kadar durakladığından, Orta Anadolu’ya çekilen Türklerin, bir taraftan da burada teşekkül eden öteki Türk devletleriyle cereyan eden kavgalarından ve bunların buhranları artırdığından söz eder. Vaziyetten faydalanan Bizanslılar sahilleri işgal ile Anadolu’yu geri alma ümitleri beslemektedir. Bizanssın bu ümitleri bir asır sürmüştür. Nihayet Anadolu’da bir Türk birliğinin kuruluşu ve bu vatanın ikinci kuruluşu 2. Kılıçaslan, Manuel Kommenos’a karşı kazandığı Kumdanlı Zaferi (1176) Bizanssın Anadolu’ya Kurtarma ümit ve teşebbüslerine ebediyen son vermiştir ve Malazgirt’ten sonra bu ikinci zafer sayesinde bu memleket artık kat’i şekilde “Türk Vatanı” olmuştur.Anadolu’ya 1071 tarihinden önce de bir Türk yurdudur. Daha 410 yıllarında Hun İmparatoru Atilla’nın amcası Rua İstanbul’a yaklaşmış ve Atilla’nın (441-442) Balkan seferi İstanbul’u tehlikeye düşürmüştür. Bu tarihten sonra 616 yılında yine bir Türk boyu olan Avarlar, İstanbul üzerine gelmişlerdir.Daha Roma ve Bizans dönemlerinde Peçenek, Kuman-Kıpçak gibi Hıristiyan Türk boyları Bartın’dan başlayarak Kuzey Karadeniz sahili Doğu ve orta Anadolu’nun bazı bölgelerine yerleşmiştir. Çeşitli Türk kavimleri Anadolu’nun çeşitli yörelerinde yurt tutmuşlardır.XI. yüzyılın sonlarına doğru çalışma yaptığımız bölgede Selçuklular tarafında zapt olunmuş, İznik ‘i kendine başkent yapan Süleyman Şah bu bölgeyi topraklarına katmıştır. Ardından 1097 I. Haçlı seferinde Bizans İmparatoru Alexios Kommenes tarafından kuşatılan bölge, 1204-1207 yılları arasında Bizans’ta Latin İmparatorluğu kurulunca Latinlerin işgali altında kalmış. İznik Osmanlı Hükümdarı tarafından geri alınmıştır. İzmit Osmanlı padişahı Orhan gazi zamanında, Akçakoca’nın da içerisinde bulunduğu bir komuta heyeti tarafından kuşatılarak zapt edilmiştir. Daha sonra Bizanslılar tarafından şehir tekrar kuşatılmış ve bu kuşatmadan bir sonuç alamamışlardır. Timur’un Anadolu’ya istilası sırasında kuvvetlerinden bir kısmı İzmit’i yağmalamıştır. 1337 yılında fethedilen İzmit bu tarihten sonra devamlı olarak Türk hakimiyetinde kalmıştır.“Türkleşme” her yerde hemen hemen aynı yoğunlukta olmamıştır. Genellikle sınırdaki olayları ele alan vakayı namelerden de anlaşıldığı gibi siyasal yönden batı ve kuzeyde Bizans ile güneyde Ermenistan ile Türk toprakları arasındaki sınırlarda toplanmış olduğu bilinmektedir. Bizanslı yazarlar bazı yerlerden Türkçe adlarıyla söz ederler. Bunda da, bu yerlerin eski adlarını bilen kimselerin bile artık kalmadığını anlıyoruz. Y.Öztuna’ ya göre, 1058 yılında Avrupa’da artık Anadolu’ya, Türkiye yeni Türk ülkesi denmeye başlamıştır. Süleyman şah kapı dağı yarımadasını almış ve Çanakkale boğazını da 1339 yılında Avrupa yakasına geçilmiştir. Artık İstanbul ve Balkanların yolu Türklere açılmıştır.E. Güngör ise, bugün Türkiye’de yaşayan Türklerin atalarının büyük Selçuklu imparatorluğunu kuran oğuz Türkleri olduğunu ve Müslüman olduktan sonra bunlara “Türkmen” adı verildiği üzerinde durur.D.Avaoğu, Türklerinin tarihinde Türkmen deyiminin ilk kez X. Yy. ikinci yarısında Maksidisi’ de geçtiğini zamanla oğuz adının Türkmen adına dönüştüğünün kanıtlarını sunar. “Türkmen” adının yaygınlık kazanmış olduğu belirtir. Oğuzların İslamlaşmasıyla Türkmen adının yaygınlık kazanmış olduğu üzerinde durur.Türkmen’e, Türk iman (İmanlı Türk) Türkmen ben türküm gibi anlamlar yakıştırılsa da, Jean Deny görüşüyle “men” kuvvet ekidir ve Türkmen “Türklerin türkü “Öztürk” anlamına gelir.XI. yy. da Anadolu’ya gelen Türk boylarının konar göçer olduklarını Türkmen adının Anadolu’da konar göçerlikle eş anlamlı olduğunu, daha sonra konar göçerliği bırakarak yerleşik hayata geç tiklerini ve Anadolu’ya yurt edindiklerini biliyoruz.Türkmenlere bir müddet sonra Türkmen denilmeyerek, yerli veya manav denilmiştir. Türkmenlerin konar göçer halde hayatlarını sürdürenlerine ise, bu özelliklerinden dolayı (Yörük) adı verilmektedir. Konar göçerliğin özünde hayvancılık var, yeni otlaklıklar aramak var. Kısaca; yürümek var. Bu hayat tarzı da yürüyen Türk anlamında “YÖRÜK”Ü oluşturmuştur.Yörük’le Türkmen’in aynı etnik zümreye ait olan iki kelime olduğunu rahatça söyleyebiliriz. Anamur’da Yörüklere “yaylacı” yerleşik halka yaycı denildiğini Karadeniz’de bil hassa Giresun’da bu kavramları Çepni bir oğuz boyunun da adıdır ve ekinci kelimelerinin karşıladığını belirtmekte Anadolu’nun muhtelit yerlerinde Türkmen Yörük göçer kelimelerine karşılıktır.Peter Alford Andrews Türkiye’de etnik gruplar adlı kitabında Türklerin kendi etnik gruplarının pekala farkında olduklarını bu grupların nerede bulunduklarını tam olarak söyleyebileceklerini kendilerine Türkmen yerine yerli Yörük yerine manav tanımlaması getirdiklerini, bu iki sözcüğü de “doğma büyüme buralı” anlamını çağrıştırdığını, bu terimlerin şehirden çok köyde kullanıldığını aktarmaktadır.Adapazarı, Bilecik, Balıkesir, Bursa, Çanakkale, Kastamonu, Kocaeli, Eskişehir, Afyon ve Zonguldak da yoğun olarak yaşayan Türkmenlere yerli veya manav denilmektedir.“Manav” kavramı farklı kaynaklar şu şekilde tanımlanmaktadır.Meyve sebze satılan dükkan, bu dükkanda meyve ve sebze satan kişi.Genel manada Anadolu Türkü, Öztürk, Sadık Osmanlı Tebası. Balıkesir Bandırma ilçesinde de, “manav” adı verilen uzun süredir yerleşik olan ve tarımla uğraşan yerli toplumlar vardır.İzmit sancağının yerli ahalisi, eski Türk boy ve oymaklarına mensup Türk göçebeleri zamanla göçebeliği terk edip iskan edilince manav adı verilmiştir.Yerli Türkmen, gibi yorumlamalar yapılmıştır.Genel adı Türk olan bu insanlara yöresel adlandırmaları ile yerli, manav, pallık (Artvin’in bazı bölgelerinde ), dadaş (Erzurum’da) efe (Ege), Zonguldak Bartın’da kıvırcık Toroslar da alevi Türkmenlere tahtacı, Balıkesir’deki alevi Türkmenlerine çetmi denildiğini biliyoruz.Kültürün kimlik tanımını etkileyen bir öğedir düşüncesinden yola çıkarak sözlü kaynaklara başvurulduğunda;Söz konusu Oğuzların kayı boyu olan bu Türkmenlere “Size niçin manav deniliyor? Manav adının nereden geldiğini?” sorduğumuzda, aldığımız cevapların bazıları şunlardır:Yerli Türk.Yörükler yürümeyi ve hayvancılığın yanında tarımla da uğraşmaya başladığı ve de yerleşik hayata geçtiği için “manav” denildi.Orta Asya’dan Batı Anadolu’ya gelen Türkmenlere verilen ad.Türk oturursa manav, gezerse Yörük olarak tanımlanır.Manav; toprağa ektiği keteni yetiştirip, olgunlaşan bu bitkiyi işlemeye başlayarak,tohumundan yağını, liflerinden de eğirip, büzerek giyeceklerini dokuduğu insanlardır. Hatta ketenin liflerini tabi boyalarla boyayarak en güzel kumaşları dokurlar. Buğdayını arpasını kendi yetiştirir. Yemeklik yağını ketenden kendi çıkarır. Sebzesini de bostan dediği avlu ile çevrili sulu tarlasından, bahçesinden yetiştirir. Kısaca; her ihtiyacını kendi kendine karşılayan kimseye muhtaç olmayan insanlardır.Özelilikle Batı Anadolu’da yaşayan bu Türkmenistan türkü insanlar, sosyolojik açıdan değişime açık, bağnazlıktan uzak, üretken, barışçı, ihtirasları ölçülü, farklı kültüre sahip insanlarla da birlikte yaşama iradesi olan ve de devlete saygılı insan gruplarıdır manavlar.Osmanlı Devletini kuran bu insanlar, devlet kurulduktan sonra da Türkmenistan’dan ağırlıklı göçle beslenerek Kocaeli, Bolu, Yalova, Bursa, Bilecik, Sakarya, Afyon, Eskişehir, Zonguldak ve de Balıkesir’in bir kısmında yaşadılar. Gerek Osmanlı gerekse de Türkiye Cumhuriyeti döneminde, devlete sadakatlikleri ve başkalarının haklarına saygı duymaları ile tanınırlar.Bu Türkmen topluluğuna “manav” denilmesinin esas tarihi gerçeği şudur;Osmanlı Devleti kurulduktan sonra, her Türkmen boyu çıkardığı ve ürettiği ne varsa, yılda bir kere hiçbir karşılık beklemeden Osmanlı Sarayına gönderirdi.Bolu kabak, Afyon ve Eskişehir bulgur ve tarhana, Adapazarı ve İznik civarında sebze, İzmit Tavşancıl’dan üzüm saraya gönderilirdi.Bolu, Bursa, Kocaeli, Yalova, Eskişehir, Afyon, Yalova, Zonguldak ve Balıkesir bölgelerinden sadece hububat, meyve ve sebze gitmezdi, saraya koyun, kuzu, keçi, oğlak yağ ve kavurmada gönderilirdi.İşte; Osmanlının bu sadık tebası olan manav, bazı yerde de Yörük diye adlandırılan bu insanlara, bulundukları yerlerdeki azınlıklar (Ermeni-Rum). “Yahu, siz Osmanlıyı besliyorsunuz. Karşılıksız her şeyi saraya gönderiyorsunuz, siz Osmanlının manavı mısınız?” derlerdi. Bu devlete sadık insanlarda “Evet, biz Osmanlı’nın manavıyız. Osmanlının manavı olmakla da gurur duyarız. Devletimize yardım etmeyi de bir şeref biliriz” derlerdi.İşte, o gündür, bu gündür azınlıkların hazımsızlıkla, kıskançla söyledikleri bir addır Manav tanımlaması. Osmanlının Sadık tebası, Özbe Öz Türk. Türkmen - Yörük kül türünün has insanlarıdır manavlar.Yine sözlü kaynaklardan halk arasındaki tanımlamalarla, manavların kişiliklerine ait bazı tespitler.Manav ve macıra senet gerekmez Manavın sözü senettir. Devlete, nizama son derece bağlı ve itaatkârdır. Hırsızlık yapmazlar. Herkesin mahsulü harmandadır. Kız kaçıranlar, kavgalı olanlar köyde barınabilirler ama hırsızlık yapanlar asla barınamazlar.Bir Karadeniz göçmeninden derlenen tanımlama; manavın sessizine aldanma.Manav uysaldır. Sessiz sakin insanlardır. Ama manavın damarı kabardı mı yanına gitme,Ayranlığı değişilmeye görsün.Manavlar birbirini tutmazlar, ama ayrıda yaşamazlar Manavlar temiz kalpli, saf insanlardır.Yusuf Çam Milli Mücadelede İzmit Sancağı adlı eserinde Milli Mücadelenin başlangıç döneminde İzmit Sancağında yaşayanların %70 Müslüman %30 kadarı çoğu Hıristiyan olmak üzere azınlıklardan oluştuğunu ve bölgenin sosyal yapısını üç büyük sosyal bütünlük halinde görmek gerektiğini öne sürer.Hıristiyan Azınlıklar ( Ermeniler, Rumlar, Yahudiler )1830 yılından itibaren bölgeye yerleşen (Muhacirler, Balkan ve Kafkasya)Bölgenin yerli (otoktan) halkı bu son boşluğu açarsak; bölgenin yerli halkı manavlardır (yani Türkmenlerdir) demektedir.Kültür, bir toplumun hayat biçimidir. İnsanoğlunun öğrendiği bilgi, sanat, gelenek – görenek ve benzeri yetenek, beceri ve alışkanlıkları içine alan karmaşık bir bütündür.Türk tipinin bulunduğu coğrafi bölgeye göre etkilenen ve karışarak değişik özellik kazanan bir ırk olduğu dile getirilmektedir. Özellikle Marmara Bölgesinde yaşayan kişiler Manav olduklarını söylemektedirler. Manav Türkmen kültürünü anlayabilmek için, Manavlar hakkında etnografik bilgilere ihtiyaç vardır. Örneğin keten el dokumacılığı manavlarla bütünleşmiştir. Çiftçi ailesinin boş zamanlarında tarımdan arta kalan günlerde uğraştığı, hem kendi ihtiyacını karşıladığı hem de fazlasını satın para kazandığı veya yöresindeki hammaddeden ve boş duran iş gücünü değerlendirdiği yardımcı bir el sanatı durumundadır. Ekilip dokuma durumuna gelinceye kadar, havuzlama, kurutma, kırma, tarama, yumuşatma, eğirme, ağartma, çözgü hazırlama aşamalarından geçen keten; dokunup çarşaf, yaygı, yorgan yüzü, yastık kılıfı, elbiselik, yolluk, çuval olarak Manavların ihtiyaçlarını görmektedir.Geleneksel giyimin parçaları olan uçkur, önlük, yağlık, çevre keten bezinden yapılır. Şalvar ve sırta giyilen içlik saya mintan, hırka ise zaten ketenden diğer bir adıyla kandıra bezindendir.Manavlar ketenin çöpünü bile ziyan etmez. Bu bir mübalağa değildir. Ketenin çöpünden yatak, minder yapar, keten tohumunun yağını yemeklik olarak kullanır ve kandilinde yakar.Şehre sadece tuz almaya, şeker almaya giderlerdi. Bazen de şeker ihtiyacını yaptıkları pekmezle karşılarlardı. (Dut, elma, pancar, armut ve şeker kamışı pekmezleri )Manavlar, bölgenin tarım ve hayvancılık özelliklerine uyum göstermiştir. Tahıl, keten, kenevir, meyve, sebze tarımı, bağcılık, son zamanlarda fındıkçılıkla uğraşmışlardır. Manavlarda özellikle Kandıra hayvancığının önemi büyüktür. Koyun, keçi, hindi, küçükbaş, sığır, dombay (manda) gibi büyükbaş hayvan yetiştiriciliği yapmaktadır. Keş, yağ, peynir, yoğurt üretmişlerdir ki Kandıranın yoğurdu meşhurdur, bu üretimin bir kısmı aile içi tüketime tahsis edilmiş, bir kısmı satışa sunulmuştur.Mimari : Manav köylerinde halk mimarisinin ilginç bir örneği ahşap yığma şeklinde olan çandı evler bulunmaktadır. Gerek Selçuklu, gerekse Osmanlı döneminin bu orijinal ahşap örnekleri günümüzde tek tük de olsa ulaşmıştır.Kandıra ve Kandıra’nın hemen yanı başında bulanan Taşköprü çevresinde yöresel adıyla, üç çandı camii kalmıştır. Tatar Ahmet, Karagüllü, ve Hatipler köyü civarıdır.Kandıra, Kaynarca dolaylarındaki Çandı camilerinin çoğunda Orhan Gazi döneminde ait bulunduğu ve bu tür camilerin kesinlikle Akçakoca Bey’in fethettiği yerlerde yapılmış bulunduğu, Orta Asyadan gelen bu mimarinin anısına sadık olan Büyük Kahraman Akçakoca’nın isteğine bağlı olarak bu camilerin yaptırdığı kanısı öne sürülmektedir.Çandı evler geleneksel Türk ailesinin yaşam şekline göre planlanmıştır. Evin tam ortasında ocaklı bir oda bulunmaktadır, Odanın etrafında onu çevreleyen bir dolaşma yer almaktadır. Evin girişindeki hayat denilen geniş alan bu dolaşmayla birbirine açılmaktadır. Evler iki katlı olup alt katta ahır bulunmaktadır. Yaşam mahallinin ahırın üzerinde yer almasının amacı hayvanların ve nefeslerin oluşturduğu sıcaklığın üst katın ısınmasında katkı vermesidir. Aynı zamanda da mal canın yongasıdır. Hayvanlar ailenin gözü önündedir.Çandı yapının en önemli özelliği çapındaki kütükler düzgün yontularak birbiri üzerine binen U kesitli boğazlarla kenetlenmektedir. Boğaz kısmından ağaçlar uzatılarak uçları aynı hizada düzgünce kesilmektedir.

Kertilip birbirine geçirilen uzun kütüklerde çivi kullanılmamaktadır. Bu yapılar kültür özelliği olmasının yanı sıra birer sanat eseridir. Kışın sıcak, yazın serindir. Aynı zamanda depreme son derece dayanıklıdır.Görüyoruz ki; Orta Asya’dan Anadolu’ya gelen Türkler manevi kültürlerinin yanında maddi kültürlerini de getirmişlerdir

.

Manav Mutfağı;Manav mutfağı karbonhidrat ağırlıklıdır diyebiliriz. Buğday başta olmak üzere tahıl maddeleri ana öğedir.Türklerde çok eski ve yaygın bir çeşit olan gözleme manavlarda da vazgeçilmezdir. Yine bu çeşide yakın bazlama ve cızlamayı sayabiliriz. Bazlama biraz kalındır. Ve ekmek işlevi görmektedir. Cızlama ise taşmış ve yumuşak hamurun daha ince pişirilmiş bir versiyonudur.Bu mutfağın en kendine has örneklerini vermek gerekirse, malay (mısır ve buğday unundandır, dartılı veya pekmezli yenir) mancarlı pide (bu genel bir başlıkla söylenirse ıspanaklı pidedir. Ispanakla sınırlanmaz. Pidenin içi gezecek otu, efelik, kaldirik otu, gışırık otu olur ama başlık aynıdır; mancarlı pide)

 

Dartı : Dartı başlı başına konudur. Bir imzadır bu mutfakta. Bekletilen sütün üstündeki kaymak, yoğurdun kaymağı toplanarak kaynatılır. Kaynatma süresi istenen kıvama göre değişmektedir. Çok kaynatılırsa yağı iyice ayrılır, az kaynatılırsa daha krema görünümünde olur. Bir iki maddede yapımını açıklayacağımız bu yiyecek kahvaltılarda baş tacı yemeklere çeşnidir.

Keşkek : Çok eski bir yemektir. Oğuz Türkmen boylarının vazgeçilmez yemeğidir. Buğdayın dövülmüşü kaynatılır içine et katılır. Üzerine mutlaka dartı koyulur.

Keşkek aslında düğün ve bayram yemeğidir. Eskiden bayramlarda asla es geçilmezdi.

 

Keş : Eski bir ağartıdır süt ürünüdür. Kesilmiş sütten yapılır. Kendi kendine toplanan süt bir tülbentle süzülür ve kurutulur. Kahvaltılık veya hamur işlerinde iç malzemesi olur.

İçecek olarak komposto ( hoşaf ) ve ayran sayabiliriz. Komposto için tercih edilen meyveler elma, armut, ayva, eriktir. Kurutulur, kurutma işlemi sonrası erik(kak) diğerleri (buruç) kıvamındadır artık..Kışlık hazırlıklarda ise; pekmez, tarhana, salçalar, meyve kuruları ve kendi tuzlu suyunda uzun süre bekletilmiş sert peynirler yapılırdı. Bu kıvamdaki peynirler közde veya tavada kızartılıp tüketilir.Çorbalarda kesin bir un malzemesi hakimiyeti vardır.

Kesme çorbası

Dımbıl çorbası

Umaç Çorbası

Erişte Çorbası

Tarhana Çorbası

Mancar Çorba ve yemekleri

Ana başlıklar halinde söylediğimiz manav mutfağı; her yöre mutfağında olduğu gibi yeniden keşfedilmeyi bekleyen lezzetlerin sahibidir. Özellikle gözleme, cızlama ve bazlamaç çok özel yemeklerdir. Bugün bile gözleme deyince akla manavlar ve Yörükler gelir. Aynı kültürün insanları.Sadece Batı Anadolu’da değil, Ege ve Akdeniz bölgesinde de, bu yerleşik veya kısmen Yörük olarak adlandırılan bu insanların en önemli yiyeceklerinin başında gözleme gelir.Her evde kışlık tarhana, kuskus, buruç (elma, eriği armut vs.) vardır. Yazdan yapılmış peynirleri vardır. Kavurmalar pek çok aile tarafından toprak küplere yazdan basılır.

Pekmez (pancar, şekerkamışı, elma, armut vb. meyvelerden elde edilen tatlı) hemen hemen her evde bulunur. Enerji kaynağıdır. Kışın soğukta özellikle yenir.Manav mutfağının en önemli yemeklerinden biri de “Malay” yemeğidir. Bazı yörelerde “kaçamak” diye de anılan bu yiyecek, yoğurt ve pekmezle iştahla tüketilir. Mısır malayı veya buğday malayı, her ikisi de bu yerli halkça çok sevilir.Mancarlı pide, manavlarda gözde yiyeceklerdir. Mancar (ıspanak, gazicek, efelik, gışırık, kaldirik, (çiçekli mancar) kabak urgan ucu, pazı vs.) bitkilerin ortak adıdır.Mancarlı olarak yapılan bu un mamulü pideler, dartı, sütçiği, peynir, keş gibi süt ürünleri ile de karıştırılır, desteklenirse mükemmel bir yiyecek ortaya çıkmış olur.

Bozkurt Güvenç’in yaklaşımıyla dile getirecek olursak; bir manav ırkı belki yoktur ama görünen o ki bir MANAV kültürü vardır.

Sümeyye Köktürk yazıları http://www.sosyalsiyaset.com/documents/tarakli.ht

AKÇAKOCADA

Kız ve Erkeğin Tanışması:Akçakoca’da mısır bitkisinin fazla ekildiği, fındığı kozalarından ayırma makinelerinin daha ortaya çıkmadığı dönemlerde mısır soyma, fındık ayıklama imeceleri yapılırdı. Bu imecelere kız ve erkekler bir arada katılırlardı. Mısır çapalama, fındık toplama işleri de imece şeklinde yapılırdı. Akçakocalı kız ve erkek gençler birbirlerini bu imecelerde, kasabaya inme sırasında, dereye suya giderken, nişan, düğün gibi eğlencelerde tanırdı.Kız ve erkeğin ortaklaşa güvendikleri bir kadını aracı olarak kabul eder ve sevgi nişanelerini birbirlerine bu aracılar ile gönderildi. Bu günde buna benzer olaylara şahit olunmaktadır. Çoğu kez kız erkeğe, kendi işlediği bir mendili, oğlanda kıza gülyağı, şeker, lokum, küpe, yüzük gibi hediyelerde gönderirdi.

Sevdalık Günleri :Akçakoca gençleri arasında sevdalık günleri çok önemliydi. Sevenlerin arkadaşları vardır. Bu arkadaşlar erkek ise, hep seven erkeğin etrafındadır, arkadaşları için pervane olurlar, hep beraber gezerler. Başkaları seven erkekmiş izlenimi yaratırlar. Örneğin; Sevdiği kız salıncağa binerse, önce aşık olan silahını boşaltır. Bunun anlamı: Bu “Seni başkası severse onu öldürürüm” anlamına bir mesajdır. Ardından aşığın arkadaşları silahlarını boşaltırlar. Bunun da anlamı: “Bir arkadaşımızın arkasındayız” demektir Durum herkes tarafından anlaşılır, kimse kimsenin sahasına girmez. Erkek evlenme arzusunu ailesindeki kadınlara açar. Zaman içinde gelişen olaylar oğlanın anası tarafından babasına iletilir. Günler ve gecelerce ne olup olmayacağı, aileler arasında düşünülüp tartışılır. Sonunda kız tarafının kıramayacağı bir elçi bulunur. Elçi baba ve annenin ağzını arar. Olumlu yanıt alınca kızı istemek için girişimlerde bulunur.Toplum kız isteme konusunda çok duyarlıdır. İstenilen bir kızın verilmemesi ya da söz kesiminden sonra dönülmesi erkek tarafından hakaret kabul edilir. Bu tür olaylar genellikle kan davası gibi olaylara sonuçlanır.

Sıra Gözetme :Ablası bekar olan, evlenme çağındaki erkek bu kuralı bozup evlenebilir. Erkek toplunda kadından önce gelir. Erkek kardeşler arasında da sıra gözetilir. Miras taksiminde kızın payı erkeğe göre yok gibidir. (Bu gelenek Lazlarda daha çoktur.)Son zamanlarda Bölgede kızlar arasında sıra gözetme geleneği vardır. Büyük kız varken küçük kız evlenmesi ayıplandığı gibi baba buna kesinlikle karşı koyar herkes hakkını yavaş yavaş  alma yolunu tutmaya başladı.

Başlık Parası :Akçakoca ve köylerinde başlık parası vermek hemen hemen yok gibidir. Yalnız fakir ailelerde kızına çeyiz yapabilmek için bir miktar para ödenir. Başlık parası verme Laz ve Gürcü ailelerde, Rizeli  toplumlarda daha az uygulanır. Abazalarda başlık parası alınmaktadır.

Kız Kaçırma Olayları :Abazalarda düğün çok masraflı olduğu için, özellikle birbirini seven çiftler kaçarlar. Bu danışıklı dövüştür. Kız kaçırılmadan önce nüfus cüzdanı kaçırılır. Kızın yaşı on sekizden küçük ise kız kaçırılınca erkeğin akrabalarından birinin evinde saklanır. Daha sonra aileler arasında anlaşmaya gidilir. Kaçırılan kızın yanında kıza yakınlığı ile bilinen kızın arkadaşı ile kaçırılır. Bu kıza tasavize denir. Kız emin bir ailenin yanına misafir edilir. Düğün yapılıncaya kadar kız o evde kalır. O evde her akşam eğlence yapılır. Bunun adına taşamhara denir. Kız-erkek anlaşarak kaçmışlarsa iki tarafın aileleri bir müddet birbirleriyle görüşmez. Daha sonra aracılar yardımıyla taraflar barıştırılır. Ancak yıllar süren küskünlükler söz konusudur. Kız kaçırmada kızın rızası yoksa olay kan davasına kadar gidebilir.

Kız İsteme Geleneği :Ön hazırlıklar tamam olunca kız babasının sevdiği birisi erkek tarafı ile birlikte kız istemeye gider. Erkek tarafından ağzı laf yapan biri sözü açar.“Biz Allah’ın emri, Peygamberin kavli ile kızınız ...............’yı oğlumuz ..............’ya istemeğe geldik” der. Baba da;Allah yazdıysa olur. Amma bir düşünelim. Soracak adamlarımız var onlara soralım” der. Bu biraz naz etmek ve kendi akrabalarına paye çıkarmak için söylenmiş bir sözdür. Bir müddet biçilir. Bu arada istiyorlarsa, el altından erkek tarafını cesaretlendirecek haberler iletilir.Bu dönemde, kız ile erkek karşılaştıklarında kaş göz işaretleri ile birbirlerine cesaret verirler. Kız belli bir süre sonra istenir.

Söz Kesme ve Nişan Olayı :Eskiden erkek askere gitmeden nişanlanırdı. Nişanlık süresi, askerlik, para yokluğu ile ilgili olarak 2-3 hafta ile bir yıl arasında değişir. Yerli halk arasında beşik kertmesi kesinlikle yoktur. Göçmen köylerinde beşik kertmesine rastlandığı söylenmekte ise de tespit edemedim.Kız istemede erkek tarafından hediye olarak getirilen “kutu şekeri” ertesi gün iade edilmez açılırsa, kızı erkeğe verildiğine işarettir.Taraflar tarafından söz kesiminden sonra oğlan tarafından akrabaları kızın evine yüzük, kutu şekeri ile elbiseler, çorap ve terlik alıp giderler. Nişanda yüzükler takılır. Bazı köylerde nişanda erkeğin bulunmadığı, akrabası tarafından kızın parmağına yüzük takıldığı söylenmekte ise yerli köylerde böyle bir gelenek bulunmamaktadır.Bir süre sonra kız tarafı, yüzük, bir kat çamaşır, kaynanaya elbise alıp oğlan evine getirirler.

Çeyiz Geleneği
:Çeyiz olarak sandık, yatak, yorgan, yelek, şalvar, bakırdan mutfak eşyası, elde dokunmuş yer hasırı, hasır seccade, ottan duvar yastığı, kanaviçe işler ve örtüler vardır. Çeyizin miktarı ailenin mali durumu ile ilgilidir. Yerli halkta çeyiz eşyası, Doğu Karadeniz kökenli ailelerde olduğu kadar fazla olmakla beraber, kızlar mirasta erkek kadar hakka sahiptir.

Kına Gecesi :Düğün geleneğinin ilk kademesi kına gecesidir.Kına gecesi Çarşamba günü yapılır. Kına gecesi için erkek tarafı beraberlerinde taraftarları ile birlikte yanlarına kına alıp gelin evine gidilir. Dört kız çarşaf veya büyük bir yazmanın altına gelini alırlar. Bir kız gelinin eline tabaktan kına yakar. Elleri temiz beyaz bezlerle yumrukları bağlanır. Bir taraftan da maniler söylenir. Hem gelin ağlar, hem etrafındakiler.
İzzet ve ikramdan sonra erkek tarafı evlerine gelir. Damadın evi önünde büyük bir ateş yakılır. Kız tarafı tavuk istemeğe gelir. Her evden birer tavuk alınır. Ateş yanınca baklavalar getirilir. İkramlar yapılır. Kız tarafı darıltılmadan uğurlanır.Kına gecesi bayramlık elbiselerini giyen genç kızlar çiftetelli, topal oyunu, orta oyunu gibi oyunlar yaşlı bir kadın denetiminde oynanır

Düğün Günü :Düğün genellikle nişandan en az bir yıl sonra yapılır. Bindallı ve benzer gelenekler yoktur. Eskiden gelin renkli ve temiz ipekli elbise damat ise don pantolon üzerine beyaz gömlek ve işlemeli yelek giyerdi. Güvey fakirse beyaz elbise ödünç alınırdı.Eskiden olduğu gibi gelin kayın baba ve yakın akraba arasına giderdi. Gelin evden çıkarken, kız kardeşlerden biri, yoksa akraba kızlardan biri çeyiz sandığı üzerine oturup sandık haracı isterdi. Ayrıca kapıdan çıkarken erkek kardeş, kapı haracı olarak bir miktar para talep eder.Köylerde, genellikle bir öküz arabası süslenirdi. Üstüne halı ve kilimlerle bir örtü yayılır. Araba çan ve zillerle bezenir, köylüler şık giysilerini giymiş, arabanın önündü, ardında, yanında yürüyerek giderlerdi. İkide birde araba durdurulur:- Ala ala hay... diye bağırarak düğün evine varılır. Yolda devamlı halaylar çekilir. Kasap oyunu, Kastamonu zeybeği gibi oyunlar oynanır. Gelin alayı, çeşitli yollardan dolaşarak damat evine varırdı.Gelin alınmadan o köylülere veya mahalleliye pilavlık parası verilir. Gelin arabaya binmeden bolluk ve bereketli olsun diye ya damadın babası veya yakını bozuk paralar içinde şekerler, buğdaylar serper, çocuklarda bunları birbiri üzerine yığışarak kapış kapış toplardı.Köyden çıkıncaya kadar çeşitli yollardan dolaşarak damat evine varılır. Gelin arabadan inmez, bahşiş ister. Bir inek ya da tosun getirilir. Kulağı kesilerek işaret verilir. Kapı önünde kurulan bir masada kız tarafı tatlı, şeker, sigara, mermi gibi isteklerde bulunur. Bu istekler karşılanıncaya kadar gelin bekletilir. Bu durum bazen üç dört saat kadar sürer.Gelin eve girerken eğilip eşiği öper. Bolluk getirmesi düşünülerek mısır, buğday, şeker, bozuk para atılır. Akraba ve komşular başlarında birer tepsi baklava alarak erkek evine giderler. Tepsiler üst üste kümelenir.Erkeklerde evin önünde yakılan ateş etrafında oynarlar. Bu oyunlar kadın kıyafetine girmiş köçekler tarafından oynanır. Eğer aile varlıklı ise dört köçek, dört davul, dört zurna ve dört keman bulunur.Diğer köylerden geleneklerde kafileler halinde düğüne katılırlar. Kimileri koç, kimileri koyun getirir. Meydanda ikramlar yapılır.Yenip içilir. Sonunda köylüler misafirlerini evlerine götürürler.Hoca nikahı yapılır, bu adet yaygındır. Hoca nikahı yapılırken gelinin yanında dadı veya bibi (teyze, hala) denilen kadınlar bulunur.Gürcü köylerinde düğün gecesi, güveyin gerdeğe girmesi yasaktır. O akşam kızın akrabası olan kızlar sabaha kadar beklerler. Düğünün ertesi günü gerdeğe girilir. Düğün genellikle üç gün devam eder. Lazlar ve Hemşinlilerde de benzer gelenekler vardır.Diğer köylerde ise hoca nikahı kıyılır. Sonunda güveyi arkadaşlarının kolunda gelinin odasını getirilir. Arkasından yumruklanarak odaya itilir. Damat odaya girer. Hazır bulunan seccadede iki rekat namaz kılıp duasını yapar ve gelinle tanışmaya gider. Damat bu arada gelini konuşturmaya çalışır. Ona hediyeler verip konuşturur. Konuşturulunca da pencereyi açıp iki el silah atar. Bundan sonra herkes dağılıp gider.Gelinle damat, gidip kayınvalidenin elini öperler. Tekrar odalarına giderler. Orada baklava yerler. Bazense baklava kesmelerinin yarısını yiyip bırakırlar. Ertesi gün bunları evlenmemiş erkek ve kızlar yer. Darısı sizin başınıza gibi bir gelenektir bu. Ertesi gün sabah, köçekler, davetliler düğün evinin önüne gelirler. Oyunlar oynanır. Damat elinde bir tepsi baklava ile herkese birer kesme baklava sunar. Sonra da herkes dağılıp gider. Ev kadınlarla dolar. Duvak günü damat sağdıçla gider. Gelinle sabahtan ikindiye dek oyunlar oynanır, şarkılar söylenir ve derken düğün biter

Duvak :Güvey gecesi sabah gelini eğlendirmek için eğlence düzenlenir. Gelin oynar ve etrafa para atar.Bekar kızlar gelinin duvağından teller koparırlar. Duvaktan sonra erkek ve kız evlerinde yemekli davetler yapılır.

Düğün Davetleri :Bütün akraba ve hısımlar gelin ile damadı davet ederler. Bunlar taşıma davetleridir. Her gidilen eve gelinin yaptığı bir el işi işleme götürülür. Onlarda onlara çeşitli hediyeler verirler.

Doğum Olayı :Genellikle ilk çocuğun erkek olması istenir. Çocuklar genellikle beşikte büyütülür. Çocuğun adı üç gün içinde yaşlı bir erkek veya hoca tarafından üç defa kulağına okunarak konulur. İsimden sonra ezan okunur. Komşular ve akraba loğusaya evvela geçmiş olsun derler sonrada hediyeler getirirler. Doğumun kırkıncı günü çocuk ve loğusa yıkanır. Buna çocuk kırklandı denilir.

Diş Çıkarma:Küçük çocukların diş çıkarmaları aile için ayrı bir sorun olur. Ailenin bireyleri yeni çıkan dişi görmeyi uğur sayarlar. Onun içinde sık sık çocuk güldürülür, ağzına bakılır. Hatta bazıları ekmek kabuğunu gevlettirmek suretiyle dişin çabuk çıkmasının sağlarlar. Bazıları da parmağını rakıya batırarak çocuğun diş etlerini oğalar. Çocuk bundan çok hoşlanır.Dişin çıktığını gören kişi mutlaka diş çıkaran çocuğa ya elbise alır ya entarilik alsınlar diye anne babasına para verir.

Sünnet Olayı :Akçakoca bölgesinde kirvelik olayına rastlanmaz. Eskiden gezginci sünnetçilerin gelmesiyle hiçbir hazırlık yapılmaksızın çocuklar sünnet edilirdi. Günümüzde eğlenceler düzenlemektedir. Sünnetçiye, bazen para almadığı için sabun, havlu gibi şeyler verilirdi.

BAYRAMLAR VE EĞLENCELER

Dini Bayramlar :Dini bayramların Akçakoca örf ve adetleri içinde çok büyük yeri vardır. Üç aylar girince Recep, Şaban ve Ramazan gelinceye kadar bazı kimseler ramazana alışmak için ayda bir belli oruçlar tutar, kutsal geceler, cumalar yavaş yavaş ayrı bir kalabalık olmaya ve cemaat artmaya başlar.Ramazana hazırlık olmak üzere, makarnalar kesilir, erişteler yapılır. Yufkalar açılır, kuskuslar hazırlanır. Mevsime göre çeşit çeşit reçeller, hoşaflar ve şuruplar hazırlanır.Hele bayram gecesi yeni esvaplar giyilir, Provalar biter. Küçükler giyeceklerini başlarının altına koyar. Ayakkabılarını yatağın içine yerleştirir. Herkes banyosunu yapıp yatar. Küçük erkek çocuklar sabahleyin sabah namazına herkesle birlikte camiye gider. Namazdan sonra vaiz dinlerler. Bayram namazı kılınır. Hoca dikilir, en yaşlı adam hoca ile bayramlaşır, ondan sonraki hoca ile yaşlı bayramlaşır ve yerini alır. Böylece sıralanır. Cemaatin en yaşlısı ile en genci bayramlaşıncaya kadar sürer. Sonra birlikte hoca dua eder.
“Bu bayrama eriştiren Allah’a senalar ve amin” denilip çıkılır. Yolda görülenlerle bayramlaşırlar. Mezarlıklara gidilir. Ölülere dua edilir. Hastalar ziyaret edilir.”
Her köyün ramazanında davulcular bahşiş toplar. Birinin elinde bir sırık, birini elinde bir sepet. Davulcu davulu çala çala her evin önünde maniler söyler. Bahşiş; havlu, mendil, yazma sırığa bağlanır. Baklavalar, el altıda tepsi bulunan sepete konur. Paralarda davulcunun cebine konur.

Bayramlar:Yerli köylerde bayram sözcüğü eğlence anlamına gelir. Bayram olacağı gece, bayramı bilen köydeki misafirler, bayramın olacağı köye yakın eş dost ve akrabalar ile birlikte giderler. O akşam onlara misafir olurlar. Kadın ve kızlar yemekten sonra daha geniş evlerde, erkekler ya kahvede ya da başka bir evde toplanırlar. Erkekler orta oyunları yaparlar. Mutaassıp olmayan yerlerde içkide içilir. Gramofon çalınır ve Cide kemençesi ve tepsi çalarak oyunlar oynanır. Genellikle oyunlar iki kişilik eşler halinde yapılır. En revaçta olan oyunlar topal oyunudur. Bu oyun Akçakoca’ya özgü bir oyundur


İBRAHİM TUZCU WEB SİTESİ KURULUŞ:09.09.2017
SİTEYİ KURAN ve DÜZENLEYEN: MEHMET GÜVEN
EĞER TELİF HAKKININ İHLAL EDİLDİĞİNİ DÜŞÜNÜYORSANIZ LÜTFEN İLETİŞİMDEN BİZE YAZINIZ.



Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol