Akçakoca Köyleri 6

ŞEHİT OLANLAR :  KÜÇÜKÖMERLER OSMAN  ÇANAKKALE ARIBURNU SAVAŞI D.1887-Ö.1915 P. ER

HASAN ÇAVUŞ    ÇANAKKALE SEDDÜL BAYIRI P.ER D.1887Ö.1915

GAZİLERİMİZ      :  M.ALİ HOROZ MEHMET  D.1887

                                   AHMET EZER   AHMET      D.1898

BASO MUSTAFA ÇETESİNDE OLANLAR  : OSMAN  TURHAN ,ŞÜKRÜ GÜÇLÜ,M.ALİ HOROZ,AHMET ÇAVUŞ EZER

UĞURLU KARAKOL KOMUTANI : HASAN TURHAN

 

KÖYE İLK GELEN SULALELER

 

CİNİVİZOĞLU          AYDIN       ARTVİN     HOPA       LİMAN

YAZICIOĞLU           YAZICI       ARTVİN     HOPA       LİMAN

ŞİRİNOĞLU              YAKIŞ        ARTVİN     HOPA        LİMAN

KAHVECİOĞLU      TURHAN    ARTVİN      HOPA       LİMAN

MUTİREİSOĞLU     GÜÇLÜ       ARTVİN      HOPA       LİMAN

ERTUĞRULLAR      ERTUĞ        RİZE           ARHAVİ

HASANUSTALAR- USLU           ARTVİN     ARHAVİ

HOROZOĞLU          HOROZ        ARTVİN     HOPA       LİMAN

ŞİŞMANOĞLU        ŞİŞMAN       ARTVİN     HOPA        LİMAN

SERDAROĞLU       SERDAR       RİZE           ARHAVİ

ŞAHİNOĞLU           ŞAHİN          ARTVİN     HOPA        LİMAN

PEHLİVAN              PEHLİVAN  ARTVİN      HOPA        LİMAN

ÇERKEZİŞİ             EZER             RİZE           ARHAVİ

ASLAN                    ASLAN          ARTVİN     ARHAVİ

GENÇDOĞAN                               KASTAMONU  İNEBOLU

APAYDIN                                       ARTVİN      ARHAVİ

Yazıcıoğlu,Şirinoğlu,Mutireisoğlu,Kahvecioğlu,Cinivizoğlu bunlar,Ömeroğlu sülalesindendirler

APAYDIN-ÇELİK-GEÇDOĞAN-KARA-KURAL

 

NOT: KATKILARINDAN DOLAYI SAYIN HOCAM YAŞAR TURHAN VE MUHTAR MEHMET ERTUĞ ABİME TEŞKEKKÜR EDERİM

Kaynak

Coğrafi bölgesi      : İbrahim Tuzcu

Köyün ismi            : Yaşar Turhan,Mehmet Ertuğ,Vikipedi özg.ansk.,Vecdi Emiroğlu,Kenan Okan,Derl.İbrahim Tuzcu

Tarihi yerler           : Yaşar Turhan,Mehmet Ertuğ,Vikipedi özg.ansk.Akç.K.Sitesi,Şükrü Dönmez,Derl.İbrahim Tuzcu

Coğrafi durumu     : Kenan Okan,Şükrü Dönmez,Mustafa Kocadon,Derl.İbrahim Tuzcu

Cami ve Mez.        : Kenan Okan,Mehmet Ertuğ,Derl.İbrahim Tuzcu

Turizm                   : Akç .K.Sitesi,Vikipedi özg.ansk.,Köy sak,Kenan Okan,Şükrü Dönmez,Derl.İbrahim Tuzcu

Ekonomi                : Kenan Okan,Mustafa Kocadon,Şükrü Dönmez,Vikipedi özg.ansk.,İlçe Tarım Md,Derl.İbrahim Tuzcu

Kültür                    : Vedia Emiroğlu,Kenan Okan,Köy sak.,Recai Özgün,Akç .K.Sitesi,Yaşar Turhan,Görsel yay.S.4,Derl.İbrahim Tuzcu

Spor                       : İbrahim Tuzcu

Köy alt yapısı        : Akç .K.Sitesi,Mustafa Kocadon,Vikipedi özg.ansk,Derl.İbrahim Tuzcu

İstiklal savaşı        : Şükrü Dönmez,Geltag net

Sülaleler                : Hüsamettin Kaya,Yaşar Turhan,Mehmet Ertuğ,Derl.İbrahim Tuzcu

 

 

FAKILLI KÖYÜ

 

 

COĞRAFİ BÖLGE     : KARADENİZ BÖLGESİ

İL                                   : DÜZCE

İLÇE                             : AKÇAKOCA

KAYMAKAM              : MEHMET ÜNAL

B.  BAŞKANI               :  FİKRET ALBAYRAK

KÖY MUHTARI         : ALİ IŞIK

TEL                               : 05375560629

NÜFUS                          : 86 HANE 363 NÜFUS VARDIR.

POSTA KODU             : 81650

ESKİ MUHTARLAR: 2004-MUSTAFA AKTAŞ

                                       1999-MUSTAFA AKTAŞ

                                       1994-MUSTAFA AKTAŞ

                                       1989-AHMET YILDIZ

                                       1984-DAVUT AKTAŞ

COĞRAFİ DURUM  : Düzce ye Akçakoca ya uzaklıktadır rakım 111 mt dır Komşu köyleri Çiçekpınar, Beyören,Doğancı köyleri komşularıdır

 

KÖYÜN ADI NEREDEN GELİYOR:

M.Ö. 377 yılında Batı Anadolu Trakya dan gelen Bitinyalılar da buraya gelir bazı köyler kurarlar,bunların Kralları Bias tır,kurdukları köyler,Hasancı-Güney köydür bu köyler 1630 yılında Akkazak korsanları tarafından talan ve yok edilmiştir,yine ,daha sonra 1877-1916 Osmanlı –Rus savaşından bıkan Doğu Karedeniz halkı batıya göç ederek Akçakocaya gelerek bazı köylere yerleşmişlerdir bunlardan yine bir tanesi Fakıllı  köydür ,neticede burada Bitinya, ,Doğu Karadenizden gelenler burada yaşamışlardır.Akçakocada M.Ö. 1200 yılında Frik,M.Ö. 670 Lidya,M.Ö.395 te Roma pontos,M.Ö.708 Pers,M.Ö.546 de Makedon,M.Ö.1200 de Hitit ama bu kesin bilinmiyor bu kavimler yaşamışlardır. 1877 Osmanlı-Rus savaşında 15 aile Giresun-Görele’den Düzce’ye gelir,orada sivrisinek bataklık çok olduğu için Akçakoca’ya doğru gelip şuandaki TEK kurumunun olduğu yere gelirler.Fakat burada da sivrisinekten telak olurlar buralar zaten devlet arazisi değildi.Devlet arazisi olan şimdi ki Fakıllı Köy’üne gelip yerleşirler.Beyören-Doğancılar-Çiçekpınar köylüleri;bunlar Giresun’dan geldiler çok fakirdirler diye bu köye hep yardım etmişlerdir.fakir aileler geldi durumları iyi değil diye bu köyler Fakıllı köyüne fakirli demişler daha sonra 1925 yılında muhtarlık olunca bugünkü adını ‘’Fakıllı’’ almıştır.Köy ilk önce Güney-Fakirli-Fakıllı olur.Fakıllı köyünün büyük çoğunluğu Giresun'un Görele İlçesi DAYLI Köyünden Rus Harbi zamanında göç etmiştir.İlk zamanlar deniz kenarında bir dere yatağına yerleşmişler fakat burada sivrisineklerin çok olmasından dolayı bazıları sıtma hastalığına yakalanmış ve bir zaman sonra iç taraflara doğru ilerleyerek Akçakoca'nın yaklaşık . uzağına yerleşmişler.İlk kurucuları rahmetli Hacellioğlu (HACI HALİLOĞULLARI) OSMAN’DIR.Köy coğrafi yapısı itibariyle küçük ölçeklidir.Etrafı yaklaşık 5 köy ile çevrilidir.Buna mahsuben yüzölçümü azdır,tarıma dayalı ekonomilerde toprak çokluğuyla orantılı olarak kalkınan köyler göç vermemektedir.Fakıllı köyünde ise toprak yüzölçümünün az olması sebebiyle göç hareketi hızlıdır.Fakıllı köyü sahibi olduğu doğal güzellikleriyle, sıcak ve güler yüzlü insanlarıyla tanınmaktadır.Ülkemizde eşine ender rastlanan Fakıllı mağarası adını köyün kendisinden almıştır.Göçmen dağınık köy statüsündedir..Köy ilk önce Güney-Fakirli-Fakıllı olur.1916 yılında 2.göç dediğimiz doğu Karadeniz göçü gelmiştir.Giresun-Görele’den Dayılı köyünden çok göç almıştır.Köyde Trabzon Vakfıkebir,Rize göçmenleri de vardır.Aşağı mahalle orta mahalle kocaman mahalle diye 3 mahallesi vardır.

 

TARİHİ YERLER:

 

Fakıllı Mağarası vardır,tarihi yönden pek yerleri yoktur,bu mağara buraya çok önem kazandırmıştır

 

AKARSU VE DERELERİ:

Hızar ve Karadere nin birleşmesi sonucu Deredibi deresi bu köyün önünden geçmektedir.Sualtı seviyeleri çok değişkendir,pınar ve kuyu suları faydalıdır ancak çok kireçlidir,serttir koli(mikrop) bakımından zengindir içilmesi mahsurludur,sıcak su ve göl yoktur.

 

DAĞ VE TEPELERİ

 İncirlik sırtlarının eteğinde kurulmuştur.Haciz tepesi 960m’dir.

 

İKLİMİ:

En fazla yağış Eylül-Kasım-Aralık-Ocakta olur,kar Aralık ve Ocak ayında yağar ama uzun sürmez,Mayıs-Haziranda Karayel,Temmuz-Ağustos-Eylül ayında Poyraz eser,kış aylarında lodos eser,Temmuz- Ağustos-Eylülde güneş kendini daha iyi gösterir,Aralık,Mart ayları arası en düşük sıcaklık olur ılımaman Karadeniz iklimine sahiptir.

 

JEOLOJİK DURUMU:

Eosen-Folişi,Muminitli Kalker mevcuttur.Dere ve vadi tabanları alüvyon,yamaçların büyük bir bölümü silis formasyonu,tepelerin üst kısmı da 3.derecede kumlu,çakıllı tabakalar halindedir.Depreme dayanaklı 3.bölgedir.Dağlar denize paralel uzanır.Paleozoik devre ve tersier arazilerde ibarettir.Jeolog Dr.Ervin Lan,Mühendis Zeki Erişir.

 

BİTKİ ÖRTÜSÜ

Akçakoca’da orman alanı 20477.77 hektardır.Çoğu bozuk orman alanıdır % 43 kayın % 0.8 gürgen %0.1 kestane % 6 meşe % 1 kavak % 0.25 ıhlamur % o.4 çınar bulunur,gerisi fındıklıktır.Maki bitki örtüsüne sahiptir,iklimin mutedil yağışlı olması bitki örtüsünün gür olmasını doğurmuştur.

TOPRAK YAPISI

Topraklar kırmızı kahverengidir.Toprak asitli,kireci azdır,topraklar erozyona maruzdur.Potas ve fosfor bakımından fakirdir,tuz oranı normaldir.Saha umumi olarak pedojenez bakımından genulik safhasındadır.Toprak killi ve tınlı kıvrıntılı karakterdedir.

 

TURİZM:

 

 Fakıllı mağarası sahibi olduğu doğa doğal güzelliği ile insanların sıcak kanlı oluşuyla mağara köyün adı ile anılmaktadır.Yerin altından 250m kadar ileriye doğru gidilebilmektedir.Kalan kısımlar imkansızlıklar nedeni ile ziyarete açılmamıştır.Işıklandırma yapılmıştır.Mağara doğal sarkıt ve dikitlerle süslüdür.Astım hastalığına iyi geldiği söylenir.Yıl içinde yerli ve yabancı turistler tarafından ziyaret edilmektedir.Fakıllı mağarası gelişime açık turizm zenginliği olarak Akçakoca ilçesi içinde bir değer olarak kabul edilmektedir.Hakkettiği değere çok yakın zamanda ulaşacaktır.Kültür bakanlığı çalışmalarını bitirmiştir.Mağara hakkında çok ciddi çalışmalar yaparak köyün tanınması bakımından çok önemli olan bu mağara bir kültür hazinesi olarak değeri bilinmesi ve korunması lazımdır.Mağara doğal sarkıt ve dikitlerle süslüdür.Yıl içinde binlerce yerli ve yabancı misafir tarafından ziyaret edilmektedir.Bir rivayet olarak söylenir ki; mağara içinde uzun süre kalan astım hastalarının şikâyetlerinde fark edilebilir şekilde azalmalar yaşanmaktadır...Fakıllı mağarası gelişime açık turizm zenginliği olarak Akçakoca ilçesi için de bir değer olarak kabul edilmelidir. Hakkettiği değeri çok yakın zamanlara kadar alamayan bu zenginlik için bilindiği kadarıyla Düzce valiliği, Düzce üniversitesi, Akçakoca kaymakamlığı, Kültür ve turizm bakanlığı il ile ilçe birimleri ciddi çalışmalar yapmaktadır. Temenni şudur ki; Çalışmaların bir an önce tamamlanması ile bu zenginliğin il,ilçe ve köy halkına şimdiye kadar yapamadığı katkıları hızla yapmasıdır.

 Akçakoca'nın Fakıllı Köyünde bulunan Fakıllı Mağarasına gitmek için Çuhallı çarşısından, itfaiye ve cezaevi güzergâhını takip ederek çevre yolu köprüsü altından geçerek köy merkezine ulaşılıyor. Cami yanından ilerleyip kahveyi geçince aracı bırakıp sağ yokuşu gösteren amatör tabela doğrultusunda iniyorsunuz. Mağara girişinde sağ üst bölümde mağarayı aydınlatan şalter bulunuyor. Bunu yakıp 15 metrelik bir girişin ardından ıslak hatta su akan engebeli zeminde yürüyor, eğiliyor, bazen de ördek yürüyüşü yaparak galeriden galeriye geçiyorsunuz. 150 metresi gezilen mağarada bulunan sarkıt ve dikit oluşumlarıyla hayranlık topluyor. Beyaz oda denilen sütunların, bulunduğu oluşumlar ilgi çekiyor. gezi galerisi olup tamamı gezilemeyen mağaranın ilgililerin ilgisine ihtiyacı olduğu görülüyor! Mağarada astım problemi olanlar için bir bank bulunuyor. Buradaki nemli havayı bir süre teneffüs edenler mağara dışına çıktıklarında solunum rahatlığı kazanıyorlar. Çekim yapacak olanlar flaş ve sehpa getirmeliler. Alçak yerlerde başınızı vurmamaya ıslak taşlarda kayıp düşmemeye dikkat etmeliler.Tepede olması nedeniyle Akçakoca  çok güzel gözükmektedir,avcılık turizimide yapılabilir durumdadır ,köyün önünden geçen Deredibi deresin dede az da olsa Tatlısı balıkçılığı yapılmaktadır ,köyün içinden Beyöeren köyüne yürüyüş parkuru düşünülürse buda burada çok güzel olacaktır,çünkü ağaçların arasında yürüyüş yapılmalıdır.

CAMİLERİ:

 

Daha önce yapılmış olan ,eski cami yıkıldı 1985 yılında köylü tarafından tuğlalı,tek şerefeli, 100 cemaatli bir camii yapılmıştır.İlk imam Mısırlıoğlu Molla Halil’dir.

 

MEZARLIKLARI:

Köyde tek mezarlık vardır,köy içindedir.Tek kurumunun bulunduğu yere yerleştikleri zaman burası Göçüllü Köyü’ne dahildi.Sekenesi munkariz olan Ayazlı karyesinde defin işlemi yapılırdı.Bu karye şuanda yok olmuş durumdadır..Yalnız Göçüllü mezarlığında El Hac Seyit İbrahim Ağa hicri 1215(Miladi 1799) munkariz olmuştur. Mezar taşlarındaki konular erkek mezar başlarına başlık,kadın mezarında süslemeler ön plandadır,erkek mezarlığında büyük sarıklı olanlar ulema ve paşaları,uzun külah üzerine sarık tasvirler,derviş ve tarikat şeyhlerini,sadece ince sarıklılar köy ağalarını,üstü geniş ve altı dar kavuk biçiminde olanlar yeniçeri ağalarını işaret etmektedir

EKONOMİ:

HUBUBAT:Buğday,Mısır,

BAKLIYAT:Fasulye,Bezelye,Bakla,Soğan,Lahana,Marul,Pırasa,İspanak,Kaldırık,Patates Kara lahana,Biber,Patlıcan ,Kabak

MEYVE       : Elma,Armut,Kestane,Ceviz,Üzüm,İncir,Dağ çileği,Muşmula,Ayva,Kızılcık,Kiraz

Ekonomisi Tarım ve Hayvancılığa dayanır.Köylü,bahçesinde yetiştirdiği sebzeleri Akçakoca pazarına götürür orada satar,kadınlar ev ekonomisine katkı sağlarlar.Artık günümüzde fındığın para etmemesi insanları başka işlere meşguliyetine zorluyor,,yalnız sağman inekler vardır,elde edilen sütler pazara götürülüp satılmaktadır.iki adet tavuk kümesi olmasına rağmen kümes hayvancılık da yok olmaya yüz tutmuştur.Köyde eskiden kesif ormancılığı yapılıyordu ama şu an kanunlar buna el vermiyor.Köyün erkekleri sanayi bölgelerine çalışmaya giderler,nakliyatçılıkla uğraşanlar vardır,artık köylü son zamanlarda endüstri kollarına yönlenmiştir.Akçakocada eskiden köyden armut,ceviz,kestane,dut,incir,dağ çileği başta Zonguldak,İstanbul’a takalarla sevki yapılıyordu.Ayrıca kesif ormancılığı vardı bunlarda aynı şekilde sevkıyatı yapılıyordu,fındık bahçesinin gelişmesi buraya ayrı bir önem kazandırmıştır.Mısır ve Buğday daha önceleri Bolu ve Gerededen karşılanıyordu.köyde tütün az miktarda yapılmıştır İlçemizde tarımsal üretim içerisinde bitkisel üretim, özellikle fındık üretimi ağırlıklı yer tutmaktadır. Fındık üretimi dışında kasaplık tavuk üretimi, büyükbaş hayvan üretimi, balıkçılık, arıcılık,  mantar üretimi önemli tarımsal faaliyetler arasındadır. Akçakocada 1930 yıllarda ekonomi denize bağlı idi,bunun yanı sıra reçberlik,odunculuk,kerestecilik ön safhada yer alırdı,şehirlinin tümü denizci idi,gemi tüccarı,gemici,tekne sahibi,balıkçı,yada yükleme ve boşaltma amelesi idiler.Akkaya,Aftunağzı,Beyhanlı,Döngelli,Çuhalı,Kızlarağası,Değirmenağzı,Taşman Deresi,Karaburun,Melenağzı iskeleleri vardı,buralardan ticaret sağlanırdı.Ayrıca ilçede 4750 büyükbaş hayvan vardı ama son yıllarda azalma kaydedilmiştir,kümes hayvancılığı da son yıllarda azalma görülmüştür 190 adet kümes vardı,beyaz et üretimi 25.000 tonu geçmekte idi.2000 civarında fenni kovan vardır. Maden direkleri dışında ,Bolu Adapazarı’nda ,Düzce’de yetişen buğday,kavun,karpuz gibi toprak ürünleri manda ve öküz arabalarıyla deniz sahiline getirilir buradan da deniz yoluyla gelen gaz,ve tekel maddeleri aynı arabalarla taşınırdı,sahilde bulunan depolarda bu mallar stoklanır dı zaman içerisinde tuz ve benzeri şeyler şehir ve kasabalara sevkiyatı yapılırdı,ayrıca deniz yoluylada sandallarla başka şehirlere sevkiyatı yapılmakta idi.

FINDIKÇILIK

Hemen hemen herkes fındıkçılıkla uğraşmaktadır.Devlet orman arazilerini açıp buralara,memleketten 1900 yılında Trabzon’dan gelen Bostancı hacı Ahmet efendi Akçakoca’ya fındığı getirir Osmaniye mahallesine fındığı ekmiştir,yine Mehmet Arifin getirttiği fındığı ekerler daha sonra Batum göçmeni olan zücaciyelik yapan Mustafa efendi Doğu Karadeniz sahillerinden aldığı fındık fidelerini Ereğli ve Akçakoca da satarmış.Bir gün Giresun’a uğrar o zamanın belediye başkanı limanda fındık fidesi dağıtıyormuş,Mustafa bey bunları alır gemi kaptanına da söyler,gemi kaptanı fideleri fıçılara koyarak Ereğli Akçakoca ya getirir,diğer rivayete göre de Yenice köyün kurucusu Kibaroğlu Hurşit,Kırıkoğlu Tahir,Keleşoğlu İbrahim,Alioğlu Tufan Tefik ilk fındık fidelerini ekmişlerdir.Bunların getirdiği fındık dallarından sopa ile dövülürmüş dalları çok büyükmüş,daha sonra Mehmet Arif kaliteli fındık fidelerini götürür,millete bunları tercih eder millet bu fındık fidelerini dikerler.1922 yılında 4000 fidan mevcuttu fındık sevkiyatı artınca millet fındık ekmeye başlar,fındık bahçelerde elle toplanır,çeşitli evrelerden geçtikten sonra yere sofralar kurulur altına büyük bezler serilirdi, sofra etrafına toplanan kişiler fındığı kırardı,bazıları da fındığı kabuğundan ayıklıyordu çok çetin olan bu sistem yerini 1930 yılında merkezde Kapkirli’de elle çalışan değirmen gücü ile çalışıyordu ve fındık böyle kırılıyordu,Sarı Hafızların Halit Arıkan bu değirmeni kurmuştu ,daha sonra Trabzonlu Abdulrezzak efendi elle kırma fabrikası kurar,daha sonra Küçükömerle’in Ömer Aydın 1932 yılında  şimdiki Özyuvam’ın olduğu yere ahşap bina içinde makaralarla çalışan fındık kırma makinesini kurar,1942 yılında da Diyarbakırlı lakaplı Cemil bey Osmaniye de bir değirmen kurar ama bu değirmen dizel motoru ile çalışmakta idi,yine bu sırada mebus Vahit Yöntem Osmaniye de deniz kenarında modern bir fabrika kurar1946 yılında,1947 yılında da Arabacı köyünde Hocaoğlu Mehmet dizel motoru ile çalışan bir fındık kırma fabrikasını kurar.Edilli köyünden olan Hüseyin Horoz da dizel motorun masrafını azaltmak için Değirmenağzı mevkiinde su gücü ile çalışan fındık kırma fabrikasını kurar,düşük alternör ilavesi ile akü şarj girişimi ile iyi bir fabrika idi ve en son 1954 yılında Orhan derenin denize döküldüğü yerde fiskobirlik adına modern bir fabrika açılır,bu fabrika 2008 yılında tamamen yıkılır bunun yerine Sapak mevkiinde çok modern fabrika açılır üretimine devam etmektedir.İlk fındık yağını Kalfanın Bekir Üstünel yapmıştır,fındık eskiden tımar,çapalama,tırpan yapma,toplama,öküz arabalarla taşıma,sopalarla dövme,elle ayıklama,sık tellerden yapılmış bir aletle incesini kalınını tozunu ayıklama evrelerden geçerdi,ama şimdi toplama,ilaçlama,gübreleme,motorla tırpan yapmak,ayıklamayı patoz makineleri ile yapmak maliyeti yükseltiyor,Fisko’da fındık taban fiyatını da düşük tutunca halk artık fındıkçılık’a iyi bakmıyor.Fındık şubat mart ayında ekilir 2-3 yıl yetişmesi sürüyor,4-4 6-6 ara ile 6-8 fidan 60- ocak kuyular açılarak dikilir.En iyi fındık türleri şunlardır:

Çakıldak,Kargalak,Kan,İncekara,Kuş,Tombul,Paloz,Foşa,Kalınkara,Uzunmusa,Mincane,Cavcana,Badem,Yağlı fındık,Kara fındık,( yağlı fındığa benzer kabuğu siyah ve serttir)Sarı fındık (yuvarlak kabuğu ince verimi fazla),Yomra(yuvarlak vermi fazla),Sivri( ince uzun bademe benzer),Dilovası,ve Mehmet Arif fındığı ( yağlı  kabuğu ince verimi fazladır). Deli sava(Fındığın içini iyi doldurmaz)

 

HAYVANCILIK:

Az sayıda koyun,sığır,tavuk, hayvancılığı yapılmaktadır.2 adet tavuk kümesi var,her evde hemen hemen sağman inek mevcuttur,süt besiciliği yoktur süt mandıra üretim tesisleri yoktur,köylü kendi süt mamüllerini kendisi yapardı ama maalesef büyükbaş hayvan yetiştiriciliğinde düşüş yaşanmıştır.köyde kaz,ördek,tavuk yetiştiriliciğde vardır,tavuk kümesçiliği canlılığını yitirmiştir

 

ORMANCILIK:

Çam,Kayın,Meşe,Kestane,Gürgen,İhlamur,Kavak,Çinar,Defne,Kocayemiş,Muşmula,Ayı üzümleri,Orman gülleri,Yer gülü,Erica ağaçları,Erelti otu,Çoban püskülü diye orman ürünleri var.Eskiden devlet orman arazisini talan edip fındık ekimi yapılmıştır.Son zamanlarda orman kanununa göre kesif ormancılığı yapılmamaktadır orman işletme şefliği tarafından bölge kontrol edilmektedir,köyde hızar makinesi yoktur.

 

AVCILIK

Bölgede göçmen kuşlara daha çok raslanmaktadır,Sarıkuş,Çulluk,Bıldıcın,Ördek,Üveyikördek,Kaz,Kuğu,Tarakçın,Karakçun,Sığırcık,Bozbakal,Karabakal bulunur.Son zamanlarda,gerek ilaçlama gerek yanlış avlanma neticesinde çok azalma olmuştur .Ördek,Çulluk avı çok meşhurdur.Çevredeki daimi kuşlar Kestane kargası,Çulluk,Ördek,Üveyik,Sığırcıktır.Tavşan,Çakal,Tilki,Domuz ,Ayı,Su samuru,Kunduz,Geyik,Karaca vardı ne yazık ki bunlara da az rastlanmaktadır.Domuz avı devamlı yapılmaktadır.Köydeki devamlı hayvanlar Domuz,Ayı,Kurt,Tilki,Çakal dır..

 

KÜLTÜR

Doğu Karadeniz kültürü hakimdir Giresun ve Rize yöreleri kültüründen çok şey almıştır ama son yıllarda bu kültür kendini yitirmiştir

AKÇAKOCADA

Kız ve Erkeğin Tanışması :Akçakoca’da mısır bitkisinin fazla ekildiği, fındığı kozalarından ayırma makinelerinin daha ortaya çıkmadığı dönemlerde mısır soyma, fındık ayıklama imeceleri yapılırdı. Bu imecelere kız ve erkekler bir arada katılırlardı. Mısır çapalama, fındık toplama işleri de imece şeklinde yapılırdı. Akçakocalı kız ve erkek gençler birbirlerini bu imecelerde, kasabaya inme sırasında, dereye suya giderken, nişan, düğün gibi eğlencelerde tanırdı.Kız ve erkeğin ortaklaşa güvendikleri bir kadını aracı olarak kabul eder ve sevgi nişanelerini birbirlerine bu aracılar ile gönderildi. Bu günde buna benzer olaylara şahit olunmaktadır. Çoğu kez kız erkeğe, kendi işlediği bir mendili, oğlanda kıza gülyağı, şeker, lokum, küpe, yüzük gibi hediyelerde gönderirdi.

Sevdalık Günleri :Akçakoca gençleri arasında sevdalık günleri çok önemliydi. Sevenlerin arkadaşları vardır. Bu arkadaşlar erkek ise, hep seven erkeğin etrafındadır, arkadaşları için pervane olurlar, hep beraber gezerler. Başkaları seven erkekmiş izlenimi yaratırlar. Örneğin; Sevdiği kız salıncağa binerse, önce aşık olan silahını boşaltır. Bunun anlamı: Bu “Seni başkası severse onu öldürürüm” anlamına bir mesajdır. Ardından aşığın arkadaşları silahlarını boşaltırlar. Bunun da anlamı: “Bir arkadaşımızın arkasındayız” demektir Durum herkes tarafından anlaşılır, kimse kimsenin sahasına girmez. Erkek evlenme arzusunu ailesindeki kadınlara açar. Zaman içinde gelişen olaylar oğlanın anası tarafından babasına iletilir. Günler ve gecelerce ne olup olmayacağı, aileler arasında düşünülüp tartışılır. Sonunda kız tarafının kıramayacağı bir elçi bulunur. Elçi baba ve annenin ağzını arar. Olumlu yanıt alınca kızı istemek için girişimlerde bulunur.Toplum kız isteme konusunda çok duyarlıdır. İstenilen bir kızın verilmemesi ya da söz kesiminden sonra dönülmesi erkek tarafından hakaret kabul edilir. Bu tür olaylar genellikle kan davası gibi olaylara sonuçlanır.

Sıra Gözetme :. Ablası bekar olan, evlenme çağındaki erkek bu kuralı bozup evlenebilir. Erkek toplunda kadından önce gelir. Erkek kardeşler arasında da sıra gözetilir. Miras taksiminde kızın payı erkeğe göre yok gibidir. (Bu gelenek Lazlarda daha çoktur.)Son zamanlarda Bölgede kızlar arasında sıra gözetme geleneği vardır. Büyük kız varken küçük kız evlenmesi ayıplandığı gibi baba buna kesinlikle karşı koyar herkes hakkını yavaş yavaş  alma yolunu tutmaya başladı.

Başlık Parası :Akçakoca ve köylerinde başlık parası vermek hemen hemen yok gibidir. Yalnız fakir ailelerde kızına çeyiz yapabilmek için bir miktar para ödenir. Başlık parası verme Laz ve Gürcü ailelerde, Rizeli  toplumlarda daha az uygulanır. Abazalarda başlık parası alınmaktadır.

Kız Kaçırma Olayları :Abazalarda düğün çok masraflı olduğu için, özellikle birbirini seven çiftler kaçarlar. Bu danışıklı düğüştür. Kız kaçırılmadan önce nüfus cüzdanı kaçırılır. Kızın yaşı on sekizden küçük ise kız kaçırılınca erkeğin akrabalarından birinin evinde saklanır. Daha sonra aileler arasında anlaşmaya gidilir. Kaçırılan kızın yanında kıza yakınlığı ile bilinen kızın arkadaşı ile kaçırılır. Bu kıza tasavize denir. Kız emin bir ailenin yanına misafir edilir. Düğün yapılıncaya kadar kız o evde kalır. O evde her akşam eğlence yapılır. Bunun adına taşamhara denir. Kız-erkek anlaşarak kaçmışlarsa iki tarafın aileleri bir müddet birbirleriyle görüşmez. Daha sonra aracılar yardımıyla taraflar barıştırılır. Ancak yıllar süren küskünlükler söz konusudur. Kız kaçırmada kızın rızası yoksa olay kan davasına kadar gidebilir.

Kız İsteme Geleneği :Ön hazırlıklar tamam olunca kız babasının sevdiği birisi erkek tarafı ile birlikte kız istemeye gider. Erkek tarafından ağzı laf yapan biri sözü açar.“Biz Allah’ın emri, Peygamberin kavli ile kızınız ...............’yı oğlumuz ..............’ya istemeğe geldik” der. Baba da;Allah yazdıysa olur. Amma bir düşünelim. Soracak adamlarımız var onlara soralım” der. Bu biraz naz etmek ve kendi akrabalarına paye çıkarmak için söylenmiş bir sözdür. Bir müddet biçilir. Bu arada istiyorlarsa, el altından erkek tarafını cesaretlendirecek haberler iletilir.Bu dönemde, kız ile erkek karşılaştıklarında kaş göz işaretleri ile birbirlerine cesaret verirler. Kız belli bir süre sonra istenir.

Söz Kesme ve Nişan Olayı :Eskiden erkek askere gitmeden nişanlanırdı. Nişanlık süresi, askerlik, para yokluğu ile ilgili olarak 2-3 hafta ile bir yıl arasında değişir. Yerli halk arasında beşik kertmesi kesinlikle yoktur. Göçmen köylerinde beşik kertmesine rastlandığı söylenmekte ise de tespit edemedim.Kız istemede erkek tarafından hediye olarak getirilen “kutu şekeri” ertesi gün iade edilmez açılırsa, kızı erkeğe verildiğine işarettir.Taraflar tarafından söz kesiminden sonra oğlan tarafından akrabaları kızın evine yüzük, kutu şekeri ile elbiseler, çorap ve terlik alıp giderler. Nişanda yüzükler takılır. Bazı köylerde nişanda erkeğin bulunmadığı, akrabası tarafından kızın parmağına yüzük takıldığı söylenmekte ise yerli köylerde böyle bir gelenek bulunmamaktadır.Bir süre sonra kız tarafı, yüzük, bir kat çamaşır, kaynanaya elbise alıp oğlan evine getirirler.

Çeyiz Geleneği
:Çeyiz olarak sandık, yatak, yorgan, yelek, şalvar, bakırdan mutfak eşyası, elde dokunmuş yer hasırı, hasır seccade, ottan duvar yastığı, kanaviçe işler ve örtüler vardır. Çeyizin miktarı ailenin mali durumu ile ilgilidir. Yerli halkta çeyiz eşyası, Doğu Karadeniz kökenli ailelerde olduğu kadar fazla olmakla beraber, kızlar mirasta erkek kadar hakka sahiptir.

Kına Gecesi :Düğün geleneğinin ilk kademesi kına gecesidir.Kına gecesi Çarşamba günü yapılır. Kına gecesi için erkek tarafı beraberlerinde taraftarları ile birlikte yanlarına kına alıp gelin evine gidilir. Dört kız çarşaf veya büyük bir yazmanın altına gelini alırlar. Bir kız gelinin eline tabaktan kına yakar. Elleri temiz beyaz bezlerle yumrukları bağlanır. Bir taraftan da maniler söylenir. Hem gelin ağlar, hem etrafındakiler.
İzzet ve ikramdan sonra erkek tarafı evlerine gelir. Damadın evi önünde büyük bir ateş yakılır. Kız tarafı tavuk istemeğe gelir. Her evden birer tavuk alınır. Ateş yanınca baklavalar getirilir. İkramlar yapılır. Kız tarafı darıltılmadan uğurlanır.Kına gecesi bayramlık elbiselerini giyen genç kızlar çiftetelli, topal oyunu, orta oyunu gibi oyunlar yaşlı bir kadın denetiminde oynanır

Düğün Günü :Düğün genellikle nişandan en az bir yıl sonra yapılır. Bindallı ve benzer gelenekler yoktur. Eskiden gelin renkli ve temiz ipekli elbise damat ise don pantolon üzerine beyaz gömlek ve işlemeli yelek giyerdi. Güvey fakirse beyaz elbise ödünç alınırdı.Eskiden olduğu gibi gelin kayın baba ve yakın akraba arasına giderdi. Gelin evden çıkarken, kız kardeşlerden biri, yoksa akraba kızlardan biri çeyiz sandığı üzerine oturup sandık haracı isterdi. Ayrıca kapıdan çıkarken erkek kardeş, kapı haracı olarak bir miktar para talep eder.Köylerde, genellikle bir öküz arabası süslenirdi. Üstüne halı ve kilimlerle bir örtü yayılır. Araba çan ve zillerle bezenir, köylüler şık giysilerini giymiş, arabanın önündü, ardında, yanında yürüyerek giderlerdi. İkide birde araba durdurulur:- Ala ala hay... diye bağırarak düğün evine varılır. Yolda devamlı halaylar çekilir. Kasap oyunu, Kastamonu zeybeği gibi oyunlar oynanır. Gelin alayı, çeşitli yollardan dolaşarak damat evine varırdı.Gelin alınmadan o köylülere veya mahalleliye pilavlık parası verilir. Gelin arabaya binmeden bolluk ve bereketli olsun diye ya damadın babası veya yakını bozuk paralar içinde şekerler, buğdaylar serper, çocuklarda bunları birbiri üzerine yığışarak kapış kapış toplardı.Köyden çıkıncaya kadar çeşitli yollardan dolaşarak damat evine varılır. Gelin arabadan inmez, bahşiş ister. Bir inek ya da tosun getirilir. Kulağı kesilerek işaret verilir. Kapı önünde kurulan bir masada kız tarafı tatlı, şeker, sigara, mermi gibi isteklerde bulunur. Bu istekler karşılanıncaya kadar gelin bekletilir. Bu durum bazen üç dört saat kadar sürer.Gelin eve girerken eğilip eşiği öper. Bolluk getirmesi düşünülerek mısır, buğday, şeker, bozuk para atılır. Akraba ve komşular başlarında birer tepsi baklava alarak erkek evine giderler. Tepsiler üst üste kümelenir.Erkeklerde evin önünde yakılan ateş etrafında oynarlar. Bu oyunlar kadın kıyafetine girmiş köçekler tarafından oynanır. Eğer aile varlıklı ise dört köçek, dört davul, dört zurna ve dört keman bulunur.Diğer köylerden geleneklerde kafileler halinde düğüne katılırlar. Kimileri koç, kimileri koyun getirir. Meydanda ikramlar yapılır.Yenip içilir. Sonunda köylüler misafirlerini evlerine götürürler.Hoca nikahı yapılır, bu adet yaygındır. Hoca nikahı yapılırken gelinin yanında dadı veya bibi (teyze, hala) denilen kadınlar bulunur.Gürcü köylerinde düğün gecesi, güveyin gerdeğe girmesi yasaktır. O akşam kızın akrabası olan kızlar sabaha kadar beklerler. Düğünün ertesi günü gerdeğe girilir. Düğün genellikle üç gün devam eder. Lazlar ve Hemşinlilerde de benzer gelenekler vardır.Diğer köylerde ise hoca nikahı kıyılır. Sonunda güveyi arkadaşlarının kolunda gelinin odasını getirilir. Arkasından yumruklanarak odaya itilir. Damat odaya girer. Hazır bulunan seccadede iki rekat namaz kılıp duasını yapar ve gelinle tanışmaya gider. Damat bu arada gelini konuşturmaya çalışır. Ona hediyeler verip konuşturur. Konuşturulunca da pencereyi açıp iki el silah atar. Bundan sonra herkes dağılıp gider.Gelinle damat, gidip kayınvalidenin elini öperler. Tekrar odalarına giderler. Orada baklava yerler. Bazense baklava kesmelerinin yarısını yiyip bırakırlar. Ertesi gün bunları evlenmemiş erkek ve kızlar yer. Darısı sizin başınıza gibi bir gelenektir bu. Ertesi gün sabah, köçekler, davetliler düğün evinin önüne gelirler. Oyunlar oynanır. Damat elinde bir tepsi baklava ile herkese birer kesme baklava sunar. Sonra da herkes dağılıp gider. Ev kadınlarla dolar. Duvak günü damat sağdıçla gider. Gelinle sabahtan ikindiye dek oyunlar oynanır, şarkılar söylenir ve derken düğün biter

Duvak :Güvey gecesi sabah gelini eğlendirmek için eğlence düzenlenir. Gelin oynar ve etrafa para atar.Bekar kızlar gelinin duvağından teller koparırlar. Duvaktan sonra erkek ve kız evlerinde yemekli davetler yapılır.

Düğün Davetleri :Bütün akraba ve hısımlar gelin ile damadı davet ederler. Bunlar taşıma davetleridir. Her gidilen eve gelinin yaptığı bir el işi işleme götürülür. Onlarda onlara çeşitli hediyeler verirler.

Doğum Olayı :Genellikle ilk çocuğun erkek olması istenir. Çocuklar genellikle beşikte büyütülür. Çocuğun adı üç gün içinde yaşlı bir erkek veya hoca tarafından üç defa kulağına okunarak konulur. İsimden sonra ezan okunur. Komşular ve akraba loğusaya evvela geçmiş olsun derler sonrada hediyeler getirirler. Doğumun kırkıncı günü çocuk ve loğusa yıkanır. Buna çocuk kırklandı denilir.

Diş Çıkarma :Küçük çocukların diş çıkarmaları aile için ayrı bir sorun olur. Ailenin bireyleri yeni çıkan dişi görmeyi uğur sayarlar. Onun içinde sık sık çocuk güldürülür, ağzına bakılır. Hatta bazıları ekmek kabuğunu gevlettirmek suretiyle dişin çabuk çıkmasının sağlarlar. Bazıları da parmağını rakıya batırarak çocuğun diş etlerini oğalar. Çocuk bundan çok hoşlanır.Dişin çıktığını gören kişi mutlaka diş çıkaran çocuğa ya elbise alır ya entarilik alsınlar diye anne babasına para verir.

Sünnet Olayı :Akçakoca bölgesinde kirvelik olayına rastlanmaz. Eskiden gezginci sünnetçilerin gelmesiyle hiçbir hazırlık yapılmaksızın çocuklar sünnet edilirdi. Günümüzde eğlenceler düzenlemektedir. Sünnetçiye, bazen para almadığı için sabun, havlu gibi şeyler verilirdi.

BAYRAMLAR VE EĞLENCELER

Dini Bayramlar :Dini bayramların Akçakoca örf ve adetleri içinde çok büyük yeri vardır. Üç aylar girince Recep, Şaban ve Ramazan gelinceye kadar bazı kimseler ramazana alışmak için ayda bir belli oruçlar tutar, kutsal geceler, cumalar yavaş yavaş ayrı bir kalabalık olmaya ve cemaat artmaya başlar.Ramazana hazırlık olmak üzere, makarnalar kesilir, erişteler yapılır. Yufkalar açılır, kuskuslar hazırlanır. Mevsime göre çeşit çeşit reçeller, hoşaflar ve şuruplar hazırlanır.Hele bayram gecesi yeni esvaplar giyilir, Provalar biter. Küçükler giyeceklerini başlarının altına koyar. Ayakkabılarını yatağın içine yerleştirir. Herkes banyosunu yapıp yatar. Küçük erkek çocuklar sabahleyin sabah namazına herkesle birlikte camiye gider. Namazdan sonra vaiz dinlerler. Bayram namazı kılınır. Hoca dikilir, en yaşlı adam hoca ile bayramlaşır, ondan sonraki hoca ile yaşlı bayramlaşır ve yerini alır. Böylece sıralanır. Cemaatin en yaşlısı ile en genci bayramlaşıncaya kadar sürer. Sonra birlikte hoca dua eder.
“Bu bayrama eriştiren Allah’a senalar ve amin” denilip çıkılır. Yolda görülenlerle bayramlaşırlar. Mezarlıklara gidilir. Ölülere dua edilir. Hastalar ziyaret edilir.”
Her köyün ramazanında davulcular bahşiş toplar. Birinin elinde bir sırık, birini elinde bir sepet. Davulcu davulu çala çala her evin önünde maniler söyler. Bahşiş; havlu, mendil, yazma sırığa bağlanır. Baklavalar, el altıda tepsi bulunan sepete konur. Paralarda davulcunun cebine konur.

Bayramlar :Yerli köylerde bayram sözcüğü eğlence anlamına gelir. Bayram olacağı gece, bayramı bilen köydeki misafirler, bayramın olacağı köye yakın eş dost ve akrabalar ile birlikte giderler. O akşam onlara misafir olurlar. Kadın ve kızlar yemekten sonra daha geniş evlerde, erkekler ya kahvede ya da başka bir evde toplanırlar. Erkekler orta oyunları yaparlar. Mutaassıp olmayan yerlerde içkide içilir. Gramofon çalınır ve Cide kemençesi ve tepsi çalarak oyunlar oynanır. Genellikle oyunlar iki kişilik eşler halinde yapılır. En revaçta olan oyunlar topal oyunudur. Bu oyun Akçakoca’ya özgü bir oyundur

Eğlenceler
 :Eskiden patoz makineleri yokken, fındık harmanda kurutulur, sabahları tırmıklar vurulur, sonrada altından tanesi alınırdı. Kalan fındıklarda kabuklarından ellenmek suretiyle bulunup ayrılırdı. Köylerde bu işler imece halinde yapılırdı. Kabuk ayırma işi erken bitimi, orası düğün evine döner, oyunlar şarkılar, gülme, eğlence, yeme içme başlardı. Kızlar erkekleri, erkekler kızları burada seçerdi. Çalışkan mı? Tembel mi? Dili tatlı mı? Nobran mı? Şaka kaldırır mı? Yoksa içine kapanıp arpacı kumrusu gibi düşünür mü? Yapıcımı yıkıcı mı? Hepsi burada denenirdi. Bu eğlencelerde maniler söylenirdi. Atmaca tabir edilen karşılıklı mani atmaları da yapılırdı.

KÖYDE

KIZ İSTEME : Cuma gecesi erkek ailesi,kız evine gider ‘’Allah’ın emri Peygamber’in kavli ile’’ diyerek kızı ister.Kız tarafı araştırma ve akrabalarına sormak için süre ister,kızı vermek niyetinde değilseler kızımızın yaşı küçük nasibinizi başka yerde arayın derler ve ya Allah yazdıysa olur derler süre isterler.

SÖZ KESME : Kız tarafı müspet cevabı verirse erkek tarafı bir hafta sonra kız evine gider,oyalı yemeni götürürler.Kız tarafı da çevre verir,nişan günü orada tespit edilir.Kızın parmak ölçüsü alınır.

NİŞAN    : Erkek tarafı alışverişe çıkar,beşibiryerde,bilezik,küpe,tuvalet takımı,iç çamaşırı,gelinlik,elbise kumaşlar alınır.Ayrıca aile etrafı da giydirilir.Bohça içinde bunlar kız evine verilir,Nişan yüzüğü orada takılır.Bir hafta sonra da kız tarafı da aynısını yaparak erkek tarafına gidilir.Her iki aile fedakarlık yaparak düğüne hazırlanırlar.Çeyizler sandığa konur,çeyizde kızın işlediği oyalı danteller,kanaviçeler,yatak,yorgan,şalvar,yelek,mintan,bakır ev eşyalar erkek evine gönderilir.Çeyizler bir hafta boyunca yatak odasında duvarlara asılır,sandıkta ki çeyizler teşhir edilir.Çeyizlerin kalite çokluğu ailenin zenginliğine işarettir.

KINA    GECESİ  : Düğünden bir gün önce gelinin ve yakınlarının eline kına yakılır kına erkek tarafından getirilir kına yakma töreni boyunca maniler söylenir gelin ağlatılır,kına gecesi kızlar çiftetelli ve çeşitli oyunlar oynar.Köy lisanı ile mani ve türküler söylenir.

 

‘’Yukarı köyün çakalları                        Yukarı köyde çakal yok

   Aşağı köyün bakalları                         Aşağı köyde bakal yok

   Damat beyin sakalları                         Güveyin sakalı yok

   Gelin kınan kutlu olsun                       Gelin kınan kutlu olsun

 

   Kına gecen hoş olsun                          Köyümüzden çıkıyorsun

   Evin bereket dolsun                            Bize veda ediyorsun

   Damat bey eşin olsun                         Yeni yuva kuruyorsun

   Gelin yuvan mutlu olsun                    Gelin kınan kutlu olsun’’

Diye maniler söylenir.

 

DÜĞÜN : Erkek tarafı düğün günü kız evine giderler.Arkadaşları tarafından hazırlanan gelin,bir araba ve ya öküz arabasına ve ya bir ata bindirilerek yakınları da geline eşlik ederek erkek evine yol alırlar.Zengin olan at arabasına bindirilir,damadın arkadaşları at arabasına biner düğün evine ilk gelen atlı bahşiş alır.Diğer atların dizginlerine mendil takılır,düğün alayı erkek evine gelince damat tarafından karşılanır birlikte eve girilir buna koltuk denilir.Gelin eve girerken kapının üstüne yağ ve bal sürer,sağ ayağını da eşikten atar.Bu arada damat tarafı kapı önünde para serper uğur niyetine.Bu paralar çocuklar tarafından toplanır ve kapışılır.

 

GÜVEY  KOYMA: Akşam yemeği damat evinde yenir topluca kahveler içilir oyunlar oynanır yatsı namazından sonra imam nikahı kıyılır gelin ve damat zifaf odasına girerken güvey alayı damadın arkasına vururlar.Damat zifaf odasının içine kaçar canını zor kurtarır ve güvey alayı silahla ateşler eder.

 

DUVAK: Güvey gecesi sabahı gelini eğlendirmek için eğlence tertiplenir,gelin de oynarken etrafa para atar genç kızlar gelinin duvağından teller kopartılır sonra erkek ve kız evlerinde davetler yapılır.Maalesef bu gelenekler şuanda düğün salonlarına taşmış ve gelenekler kaybolmuştur.Düğün salonlarında eski folklorik oyunlar yerine modern danslar taverna eşliğinde düğün salonlarında yapılmaktadır.

 

FOLKLÖR : Köye has topal oyunu vardır ,köyün kendine has folklor ekibi yoktur,Karadeniz folkloru hakimdir,Davul,Zurna,Saz,karşılıklı zille oynanan oyunda çalınan zil,kemençedir.Ayrıca köçek oyunu,gemici çardak oyunu,üçayak ve kemençe ile oynanan oyunlar vardır. Bar,Halay,Horon,Sallama,Hara ve karşılama,üç ayak,Kolbastı,laz kültüründe çok önemlidir

 

DAVUL  : Davul savaş sırası,sonrası,askere giderken,törenlerde,ramazanlarda,güreş yapılırken çalınır.Davulun eski adı Tavuldur,Çağatay Türkleri tarafından yapılmıştır,bir haber aracıdır.7 üstte 5 altta deliği vardır,Avrupa’ya Türkler tarafından götürülmüştür,Oğuz Türkleri Anadolu’ya getirmiştir,kemençe ve davula eşlik eder,4000 yıldan beri devam eden bir enstrümandır.Davul,Kaval,Zurna,göçer enstrümandır,köyde son zamanlarda bunların yerini taverna müziği almıştır org ile çalınan müzik aletidir eski neşe eski düğünler artık tarihe gömülmüştür,evlerde yapılan düğünler artık düğün salonlarına taşmıştır

KAVAL: Orta asyadan gelmiştir Balasau Türkleri icat etmiştir,Çağatay Turan Türkleri haval derdi Karadenize bunlar getirmiştir ,bir göçebe çalgısıdır Of,Tokat,kavalı meşhurdur. Tulum Türkçe kelimedir Çağatay Türkleri icat etmiştir Anadoluya Peçenek Turan Türkleri Karadenize getirmişlerdir Kıpçıklarda tuluk,duluk geçer

KEMENÇE: Anadoluya oğuz Türklerinden gelmiştir Kemençe ,Özbekistan,Kırgızistan ada Anadoluda ıklık göbekli kemençe olarak çalınır Arapçada Keman Türkçede ç demektir bu iki kelime birleşmesinden Kemençe doğmuştur ,Kıpçak Türkleri tarafının dan Mısıra götürülmüştür Özbeklerin girjası kemençeye benzer, kıyak kemençe denir.Trabzon dada Gagavuz Türkleri kemençeleri vardır,Trabzon’da kemençeye kıyak denir,Türkmenistan,Özbekistan, Kırgızistan Gagavuz Türklerin kemençeleri vardır 2 sesle çalışır 2 telden ses alınır 4-6-7 aralıklıdır

. ZURNA: Davul ve zembeleklerle çalınır ağaç maden, boynuzdan yapılır ,7 üstte 5 altta deliği vardır,Avrupa’ya Türkler tarafından götürülmüştür,Oğuz Türkleri Anadolu’ya getirmiştir,kemençe ve davula eşlik eder,4000 yıldan beri devam eden bir enstrümandır.Davul,Kaval,Zurna,göçer enstrümandır,köyde son zamanlarda bunların yerini taverna müziği almıştır org ile çalınan müzik aletidir eski neşe eski düğünler artık tarihe gömülmüştür,evlerde yapılan düğünler artık düğün salonlarına taşmıştır

 

 

ÇOCUK OYUNLARI

Çelik çomak,binmeli eşek,esir oyunu,körebe,köşe kapmaca,birdirbir,seksek,yakan topu,lunç,domino devirme,,ip atlama,

KIYAFETLER

 Köyde 25-30 yıl öncesine göre  kıyafette önemli değişmeler olmuştur.Erkekler tamamen şehir kıyafetini benimsemişlerdir. Erkeklerde gündelik kıyafetlerden başka önemli günlerde, törenlerde giyilen ve içine beyaz eşarp bağlanan lacivert takım elbise en beğenilen giyim eşyasıdır. Ancak yaşlı erkeklerden bazıları köy içinde geleneksel kıyafetle ilgili olarak paçaları dar pantolon, üzerine gömlek ve yeleği giymeye devam etmektedirler. Kösele kunduranın yanında lastik ayakkabı, plastik ayakkabı, özellikle çocuklarda  çok görülmektedir. Erkeklerde pijama, şapka, şemsiye kullanılan giyim eşyaları arasındadır. Burada dikkati çeken husus pijamanın yatak kıyafeti olmaktan başka, bazen iş kıyafeti olarak kullanılması suretiyle ikinci bir iş görmüş olmasıdır.Kadın giyimi erkeklere oranla daha az değişmiştir.Eskiden kadınlar evlerde basit tezgahlarda keten ve kendirden giysiler dokurdu. Bugün ise köylüler malzemesi köy dışından sağlanan koyu renkli şalvar ve üzerine bluz giymekte, başlarına lacivert örtü (örtme)  örtmektedirler. Kadın giyiminde dış görünüş bakımından erkeğe nazaran değişme daha azdır. Evde elbisesi ile dolanan bazen başını örtmeyen kadın, sokağa çıkınca elbisesinin üzerine şalvar giymekte ve başını örtmektedir.Genç kadınlar arasında elbise giyenler, başlarını örtmeyenler az da olsa bulunmaktadır..

Köyde gündelik kıyafette olduğu gibi gelin ve güvey kıyafatide tamamen şehirleşmiştir. Ancak köyde giyilenler, kasabadan ucuz sağlanan ve nispeten eski model olan giysilerdir.Kadın ve çocukların kısmen evde hazırlanan giysilerinin kumaşları dışarıdan satın alınmaktadır.

ŞALVAR              : eninde üç boy kumaştan çıkar daha ziyade eflatun pembe,yaşlılar koyu renkleri tercih ederler,genellikle çimen yeşili,zeytin yeşili tercih edilir,şalvarın içine şalvar ( havsa) dikilir pamuklu veya şile bezinden dikilir

MİNTAN                : Şalvarın üstüne giyilir mintan ve şalvar işlemelidir,kadife kutnu,janjanlı ve yollu kumaşlardan dikilir

YELEK                  : Şalvar üzerine kolsuz fakat işlemeli yelek giyilir,içine bezden buluz giyilir.

ÖRTÜLER            :Kare şeklinde üzeri baskı tekniği ile işlenmiştir,çiçek desenlidir

YAZMA                 : Oyalar işlenir dikdörtgendir

ÇORAPLAR         : Yün çoraplar giyilir kadın çoraplar motif işlemelidir

AYAKKABILAR : Rugan ayakkabı giyilir,çarıkta giyilir,genellikle lastik ayakkabılar tercih edilir

ERKEKLERSE : Yelek ve zıpka giyerler,Kafkas kökenliler düğün törenlerde kalpak dik yakalı siyah satenden yapılmış diz boyu elbise ve yumuşak deriden çizme giyilir.Elbisenin üzerine dışardan fişeklik,kama,kemer gibi ayrıntılar vardır,kadınlar ise simli motiflerle süslenmiş kadife elbiseler giyerler bunları Aktaş,Edilli,Uğurlu,Yenice,Göktepe,Kirazlı,Hemşin köyleri giyerler

 

HIDIRELLEZ

6 Mayıs günü kutlanır,köyün piknik alanlarında,salıncaklar kurulur,yemekler pişirilir,ıp atlanır,salıncaklarda sallanılır,birçok oyunlar oynanır,kızlar erkeklere,erkekler kızlara bakarlar orada birbirini beğenirler,arkadaşlıklar kurarlar,balık tutmalar olur,erkeğin beğendiği kız eğer salıncağa biner sallanır ise erkek hemen silahını çıkartarak iki el ateş eder ona onu beğendiğini gösterir,hıdrellezin en iyi yemeği helvadır Bu törenleri anlatmadan önce pilavlık parası üzerinde duralım. Daha öncede belirttiğimiz gibi köyden başka bir köye gelin giden kızlardan pirinç parası alınır. Bu para hemen harcanmaz biriktirilir. Pirinç parasının anlamı şudur. Köy gençleri bu kızı o zamana kadar o şekilde korumuşlardır ki, kızın namusuna halel getirmemişledir. Pirinç parası bunun mükafatı bir bahşiş sayılır. Alınan pirinç paralar yedi emin olarak köylünün saygı duyduğu birine telim ederler. Köyden ne kadar çok kız gelin giderse parada o kadar çoğalır. Hıdrellezde bu para ile bir koç satın alınır. Pirinç alınır, un yağ alınır. Kesilen koçun etinden ya etli pilav yapılır, helva kavrulur, ballanır. Öğleyin gençler toplanır ve bu pilav yenir. En sonunda da helva yenilir. Hıdrellez bayramının ayrı bir güzelliği vardır. İp salıncaklar, zincirli salıncaklar, büyük ağaçlara bağlanır. Kızlar ayrı yerde, erkekler ayrı yerde sallanırlar. Ama bazen kızlar erkekleri, bazen da erkekler kızları seyretmeye giderler. Eğer beğendiği bir kız salıncak biniyorsa orada çıkarır silahını bir şarjör boşaltır. Bu olaya kimse ses çıkarmaz. Böylece kimin beğenilip beğenilmediği bu hıdırellez bayramı vesilesi ile belli olur. Bazı köylerde güreşler tutulur. Bazı köylerde derelerde balık tutulur eğlenilir.Akçakoca köylerinde hemen hemen hepsinde geleneksel olarak her yıl kutlanır köydeki küskünler barıştırılır geleneksel oyunlar spor etkinlikleri,folklorik oyunlar ve bunun gibi,Akçakoca’daki mülki amirlerde davet edilerek etkinlikler yapılır herkes baharı böyle karşılar

 

EVLERİ

Evler genellikle bahçe içinde olur.Avlu,avlu ağla çevrilidir,Kurukavak,Karatavuk evler arası 4-5 km’dir,okul ve cami yanlarında evler yapılmıştır,az dağınık meskenlerde cepheleri sokak tarafına doğrudur Arabacı köyü gibi,Mısır ziraatı çok olduğu için her evin yanında hemen hemen 1’şer adet serender yapı vardır,ahırlar evlere uzaktadır,ahır ile samanlık yan yanadır

 

SPOR

Gayri federe veya amatör olarak hiçbir müsabakalara iştirak etmemiştir,köyün hiçbir sportif amaçlı kulübü yoktur,köylünün spora yatkınlığı ,sporu sevmemesi dikkat çekicidir.

 

YEMEKLER

 

EKMEKLER        : Yufka ekmeği,Bazlama,Gözleme,Cızlama,Mısır ekmeği,Buğday ekmeği

ÇORBALAR         : Tarhana,Mercimek,Un,Çılbır,Kızılcık çorbasıdır

HAMUR İŞLERİ  : Mantı,Börekler,Erişte,Kuskus,Kaşık makarna,Mancarlı pide

ET YEMEKLERİ : Kara dolma, Korçan,Sebze dolmaları,Kebaplar,Lahana sarma

TATLILAR           : Melen güççeği,,Güllaç,Sütlaç,Baklava

ÇEŞİTLİ YEMEKLER : Gaygana,Soğanlı yumurta,Sebze yemekleri,Zeytin yağlılar,Mamursa,Kaldırık,Mantar yemekleri,Tirit,Malay,Hoşmanım,Mancarlı fırında pide Kara lahana yemekleri

ALT YAPI BİLGİLERİ:

Köy taşımalı eğitimden faydalanmaktadır.Köyün içme suyu şebekesi vardır,kanalizasyonu yoktur.PTT acentesi,elektrik,sabit telefon,1cami,cami vakfı derneği vardır.Sağlık evi,sağlık ocağı yoktur.Köy ulaşım yolu asfalttır.3 km köy yolu tekrar asfaltlandı,alt mahalle kanalizasyonu yapıldı.Fakıllı-Beyören 4km’lik yol satabilesi yapıldı.4264m² kilitli parke taşı döşendi.45 000000ytl ile köyün içme suyu şebekesi yenilendi.İlk okul 1961 yılında açıldı.Fiskobirlik üye sayısı:158 dir.Mobil sağlık hizmetinden faydalanıyor 1871 birinci yoklama defterinde 1922 Bolu salnamesinde kaydı vardır,1935 de-213,1965 de 426,1997de -411,2000 de-366 nufusu vardır göçmen dağınık köy statüsündedir ,tarla alanı 175,fındıklık alanı 1.400,orman alanı 1.925 dönümdür.Fakıllı köyü camii yaptırma ve yaşatma derneği vardır

İSTİKLAL SAVAŞINA KATILANLAR:

İstiklal savaşına bu köyde katılanlar olmamıştır.

 

18-19YY’DA TEMETTUAT DEFTERİNDEKİ DURUMU:

18.yüzyılda köyün ilk imamı molla Halimdir. Çiftçilik arıcılıkta yapmıştır.daha sonra Ali bin Ali imam olmuştur.(1844) köyde 2 asker 2 imam 1 muhtar 2 yevmiyeci 7 baltacı 5 hızarcı 6 gemici meslek grubu buluyordu. . buğday . arpa . mısır ürünü alınırdı 107 arı kovanı, 14 sağman manda, 2 sağman inek, 3 dişi malak, 22 kara sığır öküz, 2 dana, 2 dişi buzağı, 2 erkek buzağı, 1 tay buluyordu.cebes oğlu  Eyyüb bin Ahmet Yakup oğlu Eyyüb kireviz oğlu Mustafa bin Osman bunlar bahriyeli olarak askerlik yapmışlardır. Balıca oğlu Mehmet bin Mustafa köyün en varlıklı kişisidir.köyde 29 hane 19 adet tarla vardı. Fakıllı divanında yaşayan aileler şunlardır. 1 Mısırlıoğlu 2 Yordamoğlu 3 Ballıcaoğlu 4 İncirlioglu 5 Çakıroglu Ceyisoglu 7 Mollaisaoglu 8 Kirevizoglu 9 Karamehmetoglu 10 Karaalioğlu 11 Bandokozoğlu 12 Akkayalıoğlu 14 Kocaahmetoğlu 15 Köseoğluahmet 16 Mirasyedioğlu 17 Sersealioğlu 18 Bobayoğlu 19 İslambolluoğlu 20 Bartınlıoğlu 21 Civelekoğlu 22 Hasanoğlu 23 Aptullahoğlu aileleri 18.19. yüzyılda Akçakoca temmetuat defterinde adları geçmektedir.Köyün ilk muhtarı  Yordamoğlu Ahmet bin İbrahim’dir.

 

.KÖYE İLK YERLEŞEN SÜLALELER

 

1-Alioğulları       (Giresun\Görele)            Aykutlar      -Şaban Ustalar

2-Badaloğlu        (Trabzon)                        Badurlar

3-Dervişoğlu       (Trabzon\Vakfıkebir)     Bahadırlar

4-Emin Dayılar   (Rize\Karadere)              Belciler

5-Kallercioğlu     (Giresun\Görele)            Öztürkler

6-İmamoğulları    (Trabzon\Vakfıkebir)    Topkara

 

7-İmamaliler        (Giresun\Görele)           Badurlar

8-Hıdırlar             (Giresun\Görele)           Atalaylar

9-Gerdeciler         (Giresun\Görele  )         Poşular

10-Köseler            (Giresun\Görele)          Çelik

11-Lordlar            (Giresun\Görele)           Işık

12-Tömbelekler    (Giresun\Görele)

13-Yunusoğulları

14- Arslanoğulları ( Giresun/ Görele          Arslanlar

15- Topallar           ( Rize)                           Topal

16- Aksoylar          ( Rize)                           Aksoy

17- Kurbanoğlu ( Bunlar 1925 te Dadalı köyüne gitmişlerdir)

18-Aktaş               ( Giresun/ Görele)

19-Aydın               ( Giresun / Görele )

20-Aykaç               ( Giresun / Görele )

21-Hergül              ( Giresun / Görele )

22-Dural                ( Giresun / Görele )

23-Kara                 ( Giresun / Görele )

24-Kaya                 ( Giresun / Görele )

25-Sevinç               ( Giresun / Görele )

26-Yürekli              ( Giresun / Görele )

27-Yılmaz               ( Giresun / Görele )

NOT:Katkılarından dolayı Mustafa Aktaş ve köy sakinlerine çok teşekkür ediyorum

 

Kaynak

Coğrafi bölgesi     : İbrahim Tuzcu

Köyün ismi           : Akç.K.Sitesi,Vikipedi Özg .Ansk.,Mustafa Aktaş,Köy sakinleri,Kenan Okan,Derl.İbrahim Tuzcu

Tarihi yerler          : Şükrü Dönmez,Akç.K.Sitesi,Vikipedi Özg.Anks.,Derl.İbrahim Tuzcu

Coğrafi durum      : Kenan Okan,Şükrü Dönmez,Mustafa Kocadon,Derl.İbrahim Tuzcu

Cami ve Mez.       : Kenan Okan,Mustafa Aktaş,Derl.İbrahim Tuzcu

Turizm                  : Akç .K.Sitesi,Kenan Okan,Mustafa Aktaş,Köy sakinleri,Vikipedi Özg.Ansk.,Derl.İbrahim Tuzcu

Ekonomi               : Kenan Okan,Şükrü Dönmez,Vikipedi Özg.Ansk.,Mustafa Kocadon,İlçe Tarım Md.,Akç .K.Sitesi,Derl.İbrahim Tuzcu

Kültür                 Vedia Emiroğlu,Kenan Okan,Mustafa Kocadon,Vikipedi Özg.Ansk.,Sitesi,Akç .K.Sitesi,Görsel yay.S 4,Derl.İbrahim Tuzcu

Spor                      : İbrahim Tuzcu

Köy alt yapısı       : Mustafa Aktaş,Akç .K.Sitesi,Vikipedi Özg.Ansk.Sitesi,Derl.İbrahim Tuzcu

Temettuat             : Dr.Zeynel Özlü

Sülaleler               : Hüsamettin Kaya,Mustafa Aktaş,Köy sak.,Derl.İbrahim Tuzcu

 

 

 

GÖKTEPE KÖYÜ

 

 

COĞRAFİ BÖLGESİ      :Karadeniz bölgesi

İLİ                                     : Düzce

İLÇESİ                              :Akçakoca

KAYMAKAMI                 : Mehmet Ünal

B. BAŞKANI                     : Fikret Albayrak

KÖY  MUHTARI             :Adalet Sarı

TELEFONU                      :05334116324  EV- 03806117896

NÜFUSU                           : 60 Hane  167 Nüfusu vardır

POSTA KODU                  : 81650

ESKİ  MUHTARLAR      :2009- Adalet Sarı 

                                             2004-Osman sarı

                                             1999- Ahmet Gündoğan

                                             1994- Ethem Sarı

                                           : 1889- Ethem Sarı

                                           : 1984- Hayri Beşiroğlu

COĞRAFİ DURUMU : Düzce ye Akçakoca ya uzaklıktadır ,denizden 100-120 mt yüksektir. 3937 dekar fındıklık 11 dekar ormanlık vardır.Komşu köyleri,

Arabacı,Yeniköy,Kepenç,Kentmenli,Koçar,Kınık köyleri komşularıdır.

 

KÖYÜN İSMİ NEREDEN GELİYOR:

1204 yılında 4. Haçlı orduları Türkiye’ye gelirler Karadeniz kıyılarında bazı memleketler kurdular bunlardan bırtanesıde Akçakocada Ceneviz kalesidir,fakat daha sonra ,1261 yılında Latin imparatorluğu çökünce tekrar Ceneviz kalesi Bizanslıların eline geçti, 1204-1261 yılında Cenevizliler ve Bizanslılar,Akçakocaya gelirler bazı köyler kurarlar,bunlardan bir tanesi Göktepe köyüdür.Buraya daha sonra 1243 yılında Kastamonu’dan Moğol baskısından ve yenilgisinden sonra 130.000 kişi Oğuz kayı boyu üçok obaları batıya göç yapar bunlardan bazıları Akçakocaya gelirler bu Ceneviz ve Bizanslıların kurdukları köylerin yanına yerleşirler,fakat buraları talan ederler zarar verirler bunlardan bıkan Cenevizliler İmparatora şikayet eder ve İmparatorda o sıralarda Romanya’da bulunan Gagavuz Türklerinden silahşör obaları buraya getirtir ve yerleştirir buraların güvenliğini sağlar ve bu kavimler yıllarca iç içe yaşarlar.Ayrıca Adana-İçel sancağından Yörükler (yürüyen halk demektir) bunlarda batıya göç ederek Akçakocaya gelirler bazı köyler kurarlar bu köy Göktepe dır.Yine 1877 yılında Osmanlı-Rus savaşından bıkan Doğukaradeniz halkı buraya göç gelmiştir,çoğunlukta Laz lar vardır.Neticede Ceneviz,Bizans,Yörük,Oğuz kayı boyu üçok obaları,Doğu Karadenizden gelen Laz lar burada yaşamışlardır. Akçakocada M.Ö. 1200 yılında Frik,M.Ö. 670 Lidya,M.Ö.395 te Roma pontos,M.Ö.1200 de Hitit ama bu kesin bilinmiyor bu kavimler yaşamışlardır 1878 yılında köyde 20 hane Gagavuz Türkleri vardır.Bunlar 1915 yılında buradan ayrıldılar.1878 yılında Osmanlı-Rus savaşında doğu karadenizden göçler olur,bu göçler bu köye gelerek yerleşirler.Daha sonra 1916 ve 1940 yılları arasında köye tekrar doğu karadenizden göçler gelir.Köyün kurulmasında öncülük eden Hacı Ahmet Solak’tır.Köyde etnik grup göçü yoktur,köyde hep laz vardır ve hep lazca konuşulur.1935 yılında Batumdan kaçak göçmen Gürcüler bu köye gelir,bunlar daha sonra Kirazlı Köyü’ne göç ederler.1878 yılında Lazlar takalarla Samsun,Sinop’a gelir ve yerleşirler fakat buralarda duramazlar karayolu ile Akçakoca’ya doğru gelirler.Yolda akrabalarını kaybedenler,hastalıklardan ölenler olur.Ayrıca Akçakoca’ya takalarla gelenler olur.Takalarla gelenler zengin,karayolu ile gelenler fakirdir.Köy 1915 Çanakkale Savaşı’ndan sonra daha fazla göç alır,köyde 1915 yılında sıtma hastalığından dolayı çok zayiat verir,Çanakkale Savaşı’na giden en az 30 kişi geri dönememiştir bu yüzden köy çok zayiat vermiştir.Köy kadınları bu suretle dul kalmışlardır. 1871 Arazi yoklama defterinde kaydı vardır.1877 lazları bu köyde Merkez,Çay,Kotiller,Mekane,Cumayanı,Kazancı mahalleleri olmak üzere 6 mahallesi vardır,göçmen dağınık köy statüsündedir

 

AKARSULARI

Sarma deresi,Çay deresi  bu köyün eteklerinden geçerek Değirmen ağzından denize dökülür, bu dere Cumayanı bölgesine çok önem kazandırmıştır, su altı seviyeleri çok değişkendir,Pınar,ve kuyu suları faydalıdır ancak çok kireçlidir,serttir koli bakımından zengindir içilmesi mahsurludur,sıcak su ve göl yoktur

 

DAĞ VE TEPELERİ

 İncirlik sırtları eteğinde kurulmuştur,haciz tepesi ( 960) mt  kaplan tepesi( 1066) mt

 

İKLİMİ

En fazla yağış Eylül-Kasım-Aralık-Ocakta olur,kar Aralık ve Ocak ayında yağar ama uzun sürmez,Mayıs-Haziranda Karayel,Temmuz-Ağustos-Eylül ayında Poyraz eser,kış aylarında lodos eser,Temmuz- Ağustos-Eylülde güneş kendini daha iyi gösterir,Aralık,Mart ayları arası en düşük sıcaklık olur ılımaman Karadeniz iklimine sahiptir.

 

JEOLOJİK DURUMU

 Eosen-Folişi,Muminitli Kalker mevcuttur.Dere ve vadi tabanları alüvyon,yamaçların büyük bir bölümü silis formasyonu,tepelerin üst kısmı da 3.derecede kumlu,çakıllı tabakalar halindedir.Depreme dayanaklı 3.bölgedir.Dağlar denize paralel uzanır.Paleozoik devre ve tersier arazilerde ibarettir.Eosen Folişi- Muminitli kalker toprağa sahiptir Jeolog Dr.Ervin Lan,Mühendis Zeki Erişir.

 

BİTKİ ÖRTÜSÜ

Akçakoca’da orman alanı 20477.77 hektardır.Çoğu bozuk orman alanıdır % 43 kayın % 0.8 gürgen %0.1 kestane % 6 meşe % 1 kavak % 0.25 ıhlamur % o.4 çınar bulunur,gerisi fındıklıktır.Maki bitki örtüsüne sahiptir,iklimin mutedil yağışlı olması bitki örtüsünün gür olmasını doğurmuştur.

TOPRAK YAPISI

Topraklar kırmızı kahverengidir.Toprak asitli,kireci azdır,topraklar erozyona maruzdur.Potas ve fosfor bakımından fakirdir,tuz oranı normaldir.Saha umumi olarak pedojenez bakımından genulik safhasındadır.Toprak killi ve tınlı kıvrıntılı karakterdedir.

 

 

TURİZİM

 

Köy köydes yardımı ile modern hale getirilmiştir,yüksekte oluşu,havadar oluşu mükemmel görüntüsü ile güzel bir köydür.Köyde iki mağara vardır,bir tanesi insanların oyarak meydana getirdiği bir mağaradır,burası ibadethane olabilir,araştırılması gerekir.Yakınında Kırgız mezarlığı adı verilen mezarlık vardır,köyde Alemdar Ali ağanın mezarı bulunmaktadır.Çay mahallesinde bir adet alabalık çiftliği ile beraber restoran vardır,doğa yürüyüşü yapılabilecek yerdir Ahmet Dede türbesi ve piknik alanı çok meşhurdur .Cumayeri mesire yeri şehrin güney batısında Arabacı köy yolu üzerinde dedir etrafında asırlık çınarlar ,değirmen deresi kenarındadır.Oğuzların ÜÇ-OK koluna mensup  Kınık obaların  kurduğu Kepenç,Ortanca,Göktepe,Kınık,Emirköy,Koçar,Koçulu,Aktaş,Arabacı,Kırgız Tahirli köyleri ile Yukarı ve Aşağı mahalle,Divanı Keramettin sakinlerinin Cuma namazlarını kılmak ,Pazar alışverişlerini yapmak için seçtikleri yerdir,Dere kenarında Horasanlı Secattin Kara Ahmet Dede burada bir Tekke kurmuştur,birde bir hamam,ve su değirmeni kurulmuştur,daha sonra bu tekke yıkılarak yerine Kestane kalaslarından hiç çivi kullanılmadan Çantı Cami yapılmıştır 15. yüzyılda,Caminin bahçesinde de kamelya yapılmıştır,o zamanın Ayanları burada istirahat eder,pazara ,cumaya gelen köylülerin eni yi sebze ve meyve yetiştirenlere ve at besleyenlere burada ödül verilirdi halk teşvik edilirdi,hamamda temizlik yapanlar,Pazar alışverişlerini bitirenler Cuma namazına muta kip köylerine giderlermiş,Cami bitişiğinde Kara Ahmet Dede türbesinde de ziyaretçiler,genç kızlara ocuklar,hastalar çeşitli dileklerde bulunurlarmış,türbede mum yakar,bez parçalarını bağlıyarak dilekte bulunurlarmış,Hıdırellez günü dere kenarında yemekler pişirilir dualar okunur yemekler yenirmiş,vaat edilen adaklar kesilirmiş bu adaklar aynı yerde yenirmiş,halkımız tarafından kutsal sayılan bu mesire yeri Akçakoca belediyesi tarafından temizlenmiş tadilatları yapılmış restoranı camisiyle beraber turizme muntazam bir şekilde hizmet vermektedir turistlerin uğrak yeri haline gelmiştir görülmeye değer bir mesire yeridir,1994 yılından itibaren de temmuz ayın ikinci haftasından itibaren Ahmet Dede anma haftası düzenlenmektedir,ayrıca her yıl bahar şenlikleri de düzenlenmektedir.Bir rivayete göre Sarma Deresi çok büyüktü,köyün güney batı kısmına gemiler denizden Sarma Deresi içinden Göktepe köyüne kadar girerler bu gemilerin bağlı bulunduğu yerin adı Sinaplı diye anılır.Burası bir iskeleydi.Ormanlarda kesilen ağaçlar buradan nakliye yapılırdı.Huni şeklindeki kayaları toprağa çakıp gemileri oraya bağlarlardı,bu kayalar  köyde daha sonra hocanın üzerine çıkarak ezan okunmasında kullanılmıştır,halen bu kayalar ahşap camii çevresinde mevcuttur.İstanbul Boğazı açılınca Karadeniz deniz suyu azalır Sarma Deresinde ki suda bu yüzden azalır.Şuan ki durum çok az akarsuyu vardır.Alemdar mezarlığında yatan Ahmet Dede lakaplı ermiş bütün diğer köylerin cenazelerine gidermiş,birgün köyde cenaze olur cenazeye gitmez annesini dikkatini çeker,anne Ahmet Dede’ye seslenir ‘’oğlum cenazeye niye gitmiyorsun’’ Ahmet dede annesinin elini tutarak cenaze evine gider tabutu açar bak anne ben bu domuzun cenazesini kılmam der gerçekten tabutun içinde domuz hayvanına benzeyen mevta vardır annesi korkar ve annesine seslenir ‘’anne bunun için ben bu domuzun cenazesini kılmam der’’ köylü şaşırır.Çünkü bu ölü çok kötü bir kişiymiş,herkese kötülüğü varmış.Bu yüzden Ahmet Dede’ye ermiş lakabını vermiştir.Ahmet Dede genç yaşta bekar iken ölür Alemdar mezarlığı içinde mevcuttur.Bunu bilen kişiler buraya ziyarete gelirler.Ethem Sarı bu ermişin mezarlığını restore ettirmiştir.Ethem Sarı ayrıca Alemdar Ağa’nın mezarlığında orijinal taşlarıyla restore ettirmiştir.Buraya ziyarete gelenler çoktur.Abant İzzet Baysal Üniversitesi’nden gelen talebeler burada tezlerini görmektedirler.Turizmi açısından çok önemli yeri vardır köyün tanıtımına buraların katkıları çoktur,tarihsel,doğasal olarak turizm için mükemmel bir köy konumundadır,ayrıca av turizmine açık olan, tatlı su balıkçılığı da yapılabilecek köy konumundadır,yine çay boyunca mükemmel ağaçların içerisinden doğa ve yürüyüş parkuru olarak değerlendirilmelidir,yine burada birkaç adet daha restoranların yapılıp buraların değerlendirilmesi sağlanmalıdır,turizm açısından çok zengin bir köy konumundadır.Sarma deresinin Göktepe köyü hudutları içerisinde şimdiki mantar üretim fabrikasının altındaki dere kıyısında Sinaplı mevkinde bir adet mağara vardır,bu mağaraya girilmiştir kapısı halen bellidir.Bilgi Ahmet Helvacıoğlu

CAMİLER

Köyün 2 Camisi vardır.Köy içindeki camii 1925 yılında yanmıştır,yerine1930 yılında yapılan camii, 200 cemaatli ahşap yapı,şerifesi yoktur,bu camii tarihi eserlere girdiği için yıkılmamaktadır .Evliya camisi 1820 yılında yapılmış ahşap,yapı 50 cemaatli,şerefesizdir,2003 yılında restore edilmiştir,,yanında Ahmet Dede türbesi vardır.

 

MEZARLIKLAR

 

Köyün girişinde yolun sağ ve solunda iki büyük mezarlık vardır.Bu mezarlıklar tarihi çok eskidir.12 dönüm mezarlıktır.2.mezarlık köyün güneyinde ki Evliya Ahmet Dede,Alemdar Ali Ağa mezarlığı diye anılır.Büyüklüğü 7 dönümdür.Burası Alemdar Ali’nin ölümünden sonra 1878 yılında oluşturuldu,buranın adı Sahra Mezarlığı’dır.İlk hastane burada kurulur,yaralılar burada tedavi edilir tekrar cepheye gönderilir,ölenler ise burada gömülür bu yüzden buranın adı Sahra Mezarlığı’dır.Bu mezarlığın önemi çok büyüktü.Ahmet Dede bu mezarda aynı zamanda köyün ermişidir.Cumayanı’nda ki Ahmet Dede ile Dede Dağındaki Ahmet Dede Kepenç Köyündeki Mehmet Dede kardeştirler.Cumayanı’ndaki Ahmet Dede eskici,Dede Dağı’ndaki Ahmet Dede çoban,Kepenç Köyü’ndeki Mehmet Dede reçberdir.Köy civarında muhtelif yerlerde çeşitli mezarlıklarda vardır.Bu mezarlıklar Bitinya krallığına ait

mezarlıklardır.Buralar kazıldığında çanak çömlek kiremit parçaları halen daha çıkmaktadır.Buraların üzerinde fındık bahçeleri mevcuttur.Kocabahçe fındıklığı,Asım Türkan,Yılmaz Gümüş,Ahmet Akan fındık bahçeleri vardır.Kavak mevkiinde de Asım Türkan’ın varislerinin bahçeleri vardır.Tepecik tepecik şeklinde mezarlıklar vardır.Bunlar halen köy içinde Hasan Türkan’ın evi bahçesinde lik büyüklüğünde Müslümanlara ait tapulu mezarlıklar vardır.Taşları kaybolmuştur,Mekane mahallesinde çakallara ait 2 parça mezarlık vardır.Çay mahallesinde Gündüzlere ait mezarlık vardır.Cumayanı’nda ayrıca Mustafa Şaban lakaplı bir zatta yatmaktadır.Göktepe Karyesi mezarlığıdır,gençliğine doyamayan Moskof keferesinden intikamını alamayan Alemdar ali ağa 1183 h. M.1787 Ahmetçioğlu Mustafa reis halilesi.Hamilini vaaz ederken evlatlarıyla bile şehitten vefat eden oğlu Hasan ve Hüseyin 1236 h. Mezar taşlarındaki konular erkek mezar başlarına başlık,kadın mezarında süslemeler ön plandadır,erkek mezarlığında büyük sarıklı olanlar ulema ve paşaları,uzun külah üzerine sarık tasvirler,derviş ve tarikat şeyhlerini,sadece ince sarıklılar köy ağalarını,üstü geniş ve altı dar kavuk biçiminde olanlar yeniçeri ağalarını işaret etmektedir

EKONOMİSİ

 

 

.

 

TARIM:

HUBUBAT  :Buğday,Mısır

BAKLIYAT:Fasulye,Bezelye,Bakla,Soğan,Lahana,Marul,Pırasa,İspanak,Kaldırık,Patates Karalahana,Biber,Patlıcan

MEYVE       : Elma,Armut,Kestane,Ceviz,Üzüm,İncir,Dağ çileği,Muşmula,Ayva,Kızılcık,Kiraz

Ekonomisi Tarım ve Hayvancılığa dayanır.Köylü,bahçesinde yetiştirdiği sebzeleri Akçakoca pazarına götürür orada satar,kadınlar ev ekonomisine katkı sağlarlar.Artık günümüzde fındığın para etmemesi insanları başka işlere meşguliyetine zorluyor,., tavuk kümesi besiciliği olmasına rağmen kümes hayvancılık da yok olmaya yüz tutmuştur.Köyde eskiden kesif ormancılığı yapılıyordu ama şu an kanunlar buna el vermiyor, Köyün erkekleri sanayi bölgelerine çalışmaya giderler,nakliyatçılıkla uğraşanlar vardır,artık köylü son zamanlarda endüstri kollarına yönlenmiştir,köydeki dokuma tezgahları da munkariz olmuştur,köyde hiçbir sanayi kuruluşu yoktur veriyor .Akçakocada eskiden köyden armut,ceviz,kestane,dut,incir,dağ çileği başta Zonguldak,İstanbul’a takalarla sevki yapılıyordu.Ayrıca kesif ormancılığı vardı bunlarda aynı şekilde sevkıyatı yapılıyordu,fındık bahçesinin gelişmesi buraya ayrı bir önem kazandırmıştır.Mısır ve Buğday daha önceleri Bolu ve Gerededen karşılanıyordu.köyde tütün az miktarda yapılmıştır. İlçemizde tarımsal üretim içerisinde bitkisel üretim, özellikle fındık üretimi ağırlıklı yer tutmaktadır. Fındık üretimi dışında kasaplık tavuk üretimi, büyükbaş hayvan üretimi, balıkçılık, arıcılık,  mantar üretimi önemli tarımsal faaliyetler arasındadır. Akçakocada 1930 yıllarda ekonomi denize bağlı idi,bunun yanı sıra reçberlik,odunculuk,kerestecilik ön safhada yer alırdı,şehirlinin tümü denizci idi,gemi tüccarı,gemici,tekne sahibi,balıkçı,yada yükleme ve boşaltma amelesi idiler.Akkaya,Aftunağzı,Beyhanlı,Döngelli,Çuhalı,Kızlarağası,Değirmenağzı,Taşman Deresi,Karaburun,Melenağzı iskeleleri vardı,buralardan ticaret sağlanırdı.Ayrıca ilçede 4750 büyükbaş hayvan vardı ama son yıllarda azalma kaydedilmiştir,kümes hayvancılığı da son yıllarda azalma görülmüştür 190 adet kümes vardı,beyaz et üretimi 25.000 tonu geçmekte idi.2000 civarında fenni kovan vardır Maden direkleri dışında ,Bolu Adapazarı’nda ,Düzce’de yetişen buğday,kavun,karpuz gibi toprak ürünleri manda ve öküz arabalarıyla deniz sahiline getirilir buradan da deniz yoluyla gelen gaz,ve tekel maddeleri aynı arabalarla taşınırdı,sahilde bulunan depolarda bu mallar stoklanır dı zaman içerisinde tuz ve benzeri şeyler şehir ve kasabalara sevkiyatı yapılırdı,ayrıca deniz yoluylada sandallarla başka şehirlere sevkiyatı yapılmakta idi.

 

. FINDIKÇILIK

 

Hemen hemen herkes fındıkçılıkla uğraşmaktadır.Devlet orman arazilerini açıp buralara,memleketten 1900 yılında Trabzon’dan gelen Bostancı hacı Ahmet efendi Akçakoca’ya fındığı getirir Osmaniye mahallesine fındığı ekmiştir,yine Mehmet Arifin getirttiği fındığı ekerler daha sonra Batum göçmeni olan zücaciyelik yapan Mustafa efendi Doğu Karadeniz sahillerinden aldığı fındık fidelerini Ereğli ve Akçakoca da satarmış.Bir gün Giresun’a uğrar o zamanın belediye başkanı limanda fındık fidesi dağıtıyormuş,Mustafa bey bunları alır gemi kaptanına da söyler,gemi kaptanı fideleri fıçılara koyarak Ereğli Akçakoca ya getirir,diğer rivayete göre de Yenice köyün kurucusu Kibaroğlu Hurşit,Kırıkoğlu Tahir,Keleşoğlu İbrahim,Alioğlu Tufan Tefik ilk fındık fidelerini ekmişlerdir.Bunların getirdiği fındık dallarından sopa ile dövülürmüş dalları çok büyükmüş,daha sonra Mehmet Arif kaliteli fındık fidelerini götürür,millete bunları tercih eder millet bu fındık fidelerini dikerler.1922 yılında 4000 fidan mevcuttu fındık sevkiyatı artınca millet fındık ekmeye başlar,fındık bahçelerde elle toplanır,çeşitli evrelerden geçtikten sonra yere sofralar kurulur altına büyük bezler serilirdi, sofra etrafına toplanan kişiler fındığı kırardı,bazıları da fındığı kabuğundan ayıklıyordu çok çetin olan bu sistem yerini 1930 yılında merkezde Kapkirli’de elle çalışan değirmen gücü ile çalışıyordu ve fındık böyle kırılıyordu,Sarı Hafızların Halit Arıkan bu değirmeni kurmuştu ,daha sonra Trabzonlu Abdulrezzak efendi elle kırma fabrikası kurar,daha sonra Küçükömerle’in Ömer Aydın 1932 yılında  şimdiki Özyuvam’ın olduğu yere ahşap bina içinde makaralarla çalışan fındık kırma makinesini kurar,1942 yılında da Diyarbakırlı lakaplı Cemil bey Osmaniye de bir değirmen kurar ama bu değirmen dizel motoru ile çalışmakta idi,yine bu sırada mebus Vahit Yöntem Osmaniye de deniz kenarında modern bir fabrika kurar1946 yılında,1947 yılında da Arabacı köyünde Hocaoğlu Mehmet dizel motoru ile çalışan bir fındık kırma fabrikasını kurar.Edilli köyünden olan Hüseyin Horoz da dizel motorun masrafını azaltmak için Değirmenağzı mevkiinde su gücü ile çalışan fındık kırma fabrikasını kurar,düşük alternör ilavesi ile akü şarj girişimi ile iyi bir fabrika idi ve en son 1954 yılında Orhan derenin denize döküldüğü yerde fiskobirlik adına modern bir fabrika açılır,bu fabrika 2008 yılında tamamen yıkılır bunun yerine Sapak mevkiinde çok modern fabrika açılır üretimine devam etmektedir.İlk fındık yağını Kalfanın Bekir Üstünel yapmıştır,fındık eskiden tımar,çapalama,tırpan yapma,toplama,öküz arabalarla taşıma,sopalarla dövme,elle ayıklama,sık tellerden yapılmış bir aletle incesini kalınını tozunu ayıklama evrelerden geçerdi,ama şimdi toplama,ilaçlama,gübreleme,motorla tırpan yapmak,ayıklamayı patoz makineleri ile yapmak maliyeti yükseltiyor,Fisko’da fındık taban fiyatını da düşük tutunca halk artık fındıkçılık’a iyi bakmıyor.Fındık şubat mart ayında ekilir 2-3 yıl yetişmesi sürüyor,4-4 6-6 ara ile 6-8 fidan 60- ocak kuyular açılarak dikilir.En iyi fındık türleri şunlardır:, Çakıldak,Kargalak,Kan,İncekara,Kuş,Tombul,Paloz,Foşa,Kalınkara,Uzunmusa,Mincane,Cavcana,Badem,Yağlı fındık,Kara fındık,( yağlı fındığa benzer kabuğu siyah ve serttir)Sarı fındık (yuvarlak kabuğu ince verimi fazla),Yomra(yuvarlak vermi fazla),Sivri( ince uzun bademe benzer),Dilovası,ve Mehmet Arif fındığı ( yağlı  kabuğu ince verimi fazladır). Deli sava(Fındığın içini iyi doldurmaz)

 

HAYVANCILK

Az sayıda Koyun,Sığır,Tavuk,,Arıcılık yapılmaktadır,her evde hemen hemen sağman inek mevcuttur,süt besiciliği yoktur süt mandıra üretim tesisleri yoktur,köylü kendi süt mamüllerini kendisi yapardı ama maalesef büyükbaş hayvan yetiştiriciliğinde düşüş yaşanmıştır.köyde kaz,ördek,tavuk  vardır,tavuk kümesçiliği canlılığını yitirmiştir

 

 

ORMANCILIK

Çam,Kayın,Meşe,Kestane,Gürgen,İhlamur,Kavak,Çinar,Defne,Kocayemiş,Muşmula,Ayı üzümleri,Orman gülleri,Yer gülü,Erica ağaçları,Erelti otu,Çoban püskülü diye orman ürünleri var  .Eskiden devlet orman arazisini talan edip fındık ekimi yapılmıştır,son zamanlarda orman kanununa göre kesif ormancılığı yapılmamaktadır orman işletme şefliği tarafından bölge kontrol edilmektedir,köyde hızar makinesi yoktur Orman alanı seviyesi düşüktür % 7 gibi

AVCILIK

Bölgede göçmen kuşlara daha çok raslanmaktadır,Sarıkuş,Çulluk,Bıldıcın,Ördek,Üveyikördek,Kaz,Kuğu,Tarakçın,Karakçun,Sığırcık,Bozbakal,Karabakal bulunur.Son zamanlarda,gerek ilaçlama gerek yanlış avlanma neticesinde çok azalma olmuştur. Ördek,Çulluk avı çok meşhurdur.Çevredeki daimi kuşlar Kestane Kargası,Çulluk,Ördek,Üveyik,Sığırcıktır.Tavşan,Çakal,T ilki,Domuz, Ayı,Su samuru,Kunduz,Geyik,Karaca vardı ne yazık ki bunlara da az rastlanmaktadır.Domuz avı devamlı yapılmaktadır.Köydeki devamlı hayvanlar Domuz,Ayı,Kurt,Tilki,Çakal dır.

 

 

KÜLTÜR

Lazlar 6. yüzyılda Bizanslıların etkisinde kalarak Hiristiyanlığı benimsediler,doğu Karadeniz sahil kesimi 1461 yılından itibaren Fatih Sultan zamanında Osmanlı egemenliği altında Lazistan sancağı ilan edildi ,bu bölgedeki Lazlar kendi yönetimleri altında yaşadılar.Yavuz Sultan Selim bu bölgeye beylikler kurdu,17. yüzyılda Lazlar Müslüman olurlar,1925 yılına kadar Lazistan sancağı altında yaşamlarını   sürdürdüler,1788 Berlin antlaşması ile Lazlar iki ülke topraklarına bölündü bu arada Lazlar batıya göç ederler Lazlar ve Mergeller aynı kökten gelmektedir. Tarihi kaynaklar, Lazların Doğu Karadeniz yöresine Kafkaslardan indikleri konusunda görüş birliği vardır. Tarih sahnesine ilk kez Karadeniz’de çıkmışlardır. XI-XII. Yüzyıllarda Karadeniz’in doğusunda kurulan ve KOLKHİS/Rothis devletini oluşturan topluluklardan biri de Mergrel- Lazlardır. Lazlar, 6. Yüzyılda  Bizans etkisinde kalarak Hıristiyanlığı benimsediler. Kolkhis Devleti yıkılınca Bizans egemenliği altında LAZİKA krallığı seçimle iş başına gelerek, Bizans’a vergi vermeyip, bunun karşılığında doğu sınırını korumayı üstlendiler.Doğu Karadeniz’in sahil kesimi  1461 yılından itibaren Fatih Sultan Mehmet döneminde Osmanlı egemenliği altında  Lazistan Sancağı olarak ilan edildi. Bu bölgedeki Lazlar kendi yönetimleri altında yaşadılar.Yavuz Sultan Selim bölgede beylik sistemini kurdu. Bölge 11 beylikten oluşuyordu. Lazlar da yarı bağımsız statüde Laz derebeyliği olarak Osmanlılara asker ve vergi vermekteydi. Lazlar 17. Yüzyıldan itibaren Müslümanlaşmaya başladılar. Bölge 1925 yılına kadar Lazistan olarak kayıtlara geçmiştir.

 

Dil

 

Lazca (Lazuri nena) Güney Kafkasya dil ailesinden Zan ve Kokhian kolundan Gürcüce, Svanca ama özellikle Megrelce ile oldukça yakın bir dildir. Türkiye Lazlarının tamamı Türkçe'yi anadil seviyesinde konuşabilmekte ve yazabilmektedir. Köklü bir sözlü geleneğe sahip Lazca'nın yazılı bir dili bulunmamaktadır. Laz destan, masal ve şiirleri ancak 20. yüzyılda yazıya dökülebilmiş, 1984 yılında Fahri Kahraman tarafından Dumezil'in transkripsiyon sistemine dayanan Latin tabanlı bir alfabe önerilmiştir. Gürcistan'da yaşayan Lazlar ise dillerini Gürcü alfabesi ile yazmaktadır. Lazların ataları olduğu sanılan Kolhların yazılı dilleri olmamasına rağmen, incelenen antik çağa ait mezarlarda Laz asillerin adlarının Yunan alfabesiyle yazılı olduğu görülmüştür  Lazca Yunanca ve Türkçe'den ödünçlenmiş çok sayıda kelime barındırmakta ve kendi içinde bir kaç lehçeye ayrılmaktadır. Cumhuriyet döneminde Türkçe'nin Trabzon ağzının yaygınlık kazanması Lazca’nın varlığını tehdit eder bir hal almıştır.

Din

Roma İmparatorluğu döneminde MS. 5 yüzyılda Paganizm'i terkederek topluca Hıristiyanlığa geçen Lazlar 16. yüzyılda Ortodoks Hıristiyanlıktan İslam'a toplu olarak geçmişlerdir. Günümüzde Lazların tamamı Hanefi mezhebinden Sünni müslümandır

Tarih

 Lazika krallığı MÖ 150 - MS 600Laz halkı antik çağ ve sonrasında Kolhis, Osmanlı döneminde Lazistan günümüzde ise bazı Laz aydınları tarafından Lazona olarak adlandırılan Kuzey Doğu Anadolu ile Gürcistan'ın birleştiği coğrafyada otokton olarak yaşamaktadır. Kolhis'in varlığına ilişkin ilk yazılı belge Urartu kralı II. Sarduri döneminde Lazların yaşadığı ülke Qulha olarak geçmektedir. Lazlar MÖ 150-MS 600 yılları arasında Doğu Trabzon ile Abhazya arasında kalan sahil ve hinterlandının tek hakimi olacak Lazika krallığını kurmuşlar bu bölgede yaşayan çok sayıda halkı yönetmişlerdir. Arrian Trabzon ile Dioskuria(Sebastopolis) arasında yaşayan halkları sayarken Lazları da saymıştır: Kolhlar, Saniyalılar, Malahonlar, Heiohar, Helonlar, Tsitreitler, Lazlar, Apsiller, Abazglar, Sanigler  MS 456 yılında Roma İmparatoru Marcian bölgeyi ele geçirmiş ve Laz Kralı Gobazes’e (Gubaz) boyun eğdirmeyi başarmıştır.  Bölgeye bizzat giden Prokopius'un notları (MS 554)yazarın Çani olarak adlandırdığı Lazlar hakkında detaylı bilgi vermektedir: Tzaniler, kadim zamanlardan beri, herhangi bir hükümdara bağlı olmayan bağımsız bir halk olarak yaşamışlardır. Ömürlerinin tamamını gökyüzüne doğru uzanan ve ormanlarla kaplı olan bu dağlarda yaşayarak geçirirler. Zira, toprağı işleme konusunda usta değillerdir ve memleketleri, sarp dağların en az olduğu yerlerde bile oldukça engebelidir. Bu yaylalar, engebeli olmanın ötesinde, son derece taşlık, işlenmesi zor ve hiç bir mahsule uygun olmayan bir toprak yapısına sahiptir. Onlar tarım yapacak olsalar bile, ürün yetiştirmek için yeterli toprak bulamazlar. Burada, ne araziyi sulamak, ne de tahıl yetiştirmek mümkün değildir; çünkü bu bölgede düz bir arazi bulunmaz ve hatta buralarda ağaç da yetiştiği halde, bunlar meyve vermeyen ağaçlardır. Zira bu bölge; bitmek bilmeyen kışın etkisiyle, uzun süre kar altında kaldığından, ilkbaharın başlangıç dönemi son derece belirsiz ve düzensizdir. Bu nedenlerden dolayı Tzaniler eski çağlarda bağımsız bir yaşam sürmüşler, ama şimdiki imparator Justinianus’un saltanatı sırasında, general Tzittas’ın komutasındaki bir Roma ordusu tarafından bozguna uğratıldılar ve hepsi kısa sürede mücadeleden vazgeçerek boyun eğdiler. Böylece, tehlikeli bir özgürlüğün yerine, sıkıntısı daha az olan esareti tercih etmiş oldular. Ve onlar hemen Tanrıya itaat ederek, Hıristiyanlığı kabul ettiler. Böylece yaşam biçimlerini huzurlu bir yola sokmuş oldular ve daha sonra düşmana karşı sefere çıkıldığında, her zaman Romalıların yanında yer aldılar. Bizanslı tarihçi Agathias'ın MS 6. yüzyılda tuttuğu notlarda Laz ve Kolhis  terimlerini özdeştirmektedir: "Lazlar büyük ve gururlu bir halktır ve onlar, oldukça önemli başka kavimlere hükmetmektedirler. Kolkhidalıların antik isimlerine bağlı olmaları ile abartılı bir şekilde gurur duyuyorlar ve muhtemelen kibirli yaklaşımları da bundan kaynaklanmaktadır" Prokopius' Lazlar'ın Roma İmparatorluğu’nun doğu sınırını korumaları karşılığında yarı bağımsız krallıklarında özgür bir hayat sürdüğü bildirilmekteydi. Bizans ile Persler arasındaki mücadelede oldukça yıpranan Lazlar, MS 7. yüzyılın sonlarında, Kolhis’in Arap işgaline uğramasıyla topraklarını terkederek güneye inmek zorunda kalmışlardır. Bizans'ın bölgede etkinliğini yitirmesinin ardından Trabzon İmparatorluğu ve ardından Osmanlı hakimiyetine girmişlerdir. 1877-78 Osmanlı-Rus savaşları sırasında Batum ve civarındaki Lazlarin büyük bölümü Anadoluya göç etmek zorunda kalmışlardır.

Kültür

Küçük bahçesinde kendine yetecek miktarda mısır karalahana kendir, patates, fındık, meyve, salatalık ekiminin yanı sıra evinin altındaki ahırında küçük çaplı hayvancılık, balıkçılık, kuş ş avcılığı, fırıncılık ve inşaat ustalığı geleneksel Laz meslekleridir. 1930'lu yıllardan itibaren bölgede ekimine başlanan çay tarımı Laz halkının sosyo-ekonomik seviyesini yükseltmiş, başta İstanbul olmak üzere göçtükleri büyük şehirlerde küçük esnaflık yapabilecek sermaye oluşturabilmelerine yardım etmiştir.

Giyim

Laz erkeğinin geleneksel kıyafeti Samsun - Batum arasında Osmanlı döneminde giyilmiştir Laz kıyafeti olarak adlandırılmıştır: Başta kabalak, kukul adı verilen siyah başlık, zipka adı verilen siyah körüklü şalvar, çuha adı verilen burnu kalkık çarık, omuz başları ve dirseklerine meşin şeritler dikilmiş siyah aba ceket, belde kalça üzerinde şal (trablus ya da lahor) kuşağı, Çerkez kemeri, ayrıca aksesuar olarak yağdanlık, kama, pazubent, hamayıl, zincir. Laz kadını, Anadolu kadınından farklı olarak şalvar giymemekte eteğine ortkapu adı verilen bir kemerle bağlamakta, başını keşanveya tülbentle örtüp, beline fota adı verilen peştemalisarıp, boyunlarına altın liralar takmaktaydı.

El sanatları

Osmanlı döneminde Lazlar inşaat ustalığıyla ünlü olup sanatlarını 1917 Ekim Devrimi'ne dek çalışmak amacıyla gittikleri Rusya ve Anadolu'da icra etmekteydiler. Kesme taş veya tamamen ahşap malzemeden yapılan (ahşap-çatma) geleneksel Laz evleri, kışlık tahılı saklamak amacıyla kullanılan serenderler ve ahşap oyma sanatının icra edildiği yapıların ayakta kalabilmiş örneklerine bölgede halen rastlanmaktadır. Yakın zamana değin gerçekleştirilen, şekil, büyüklük ve kullanım amacına göre hentskeli, kalati, gudeli olarak adlandırılan sepet örme sanatı da günümüzde terk edilmek üzeredir.

Mutfak

Geleneksel Laz mutfağının temel besin öğeleri Trabzon ve Rize’de olduğu gibi mısır, karalahana ve hamsi olmakla birlikte geleneksel pişirme teknikleri ve pek çok özgün yemek değişen yaşam koşulları sebebiyle terkedilmiştir. Laz mutfağının en çok bilinen yemekleri şunlardır: Çirbuli, Pilavi Makarina, Kveli kağimağoni, luku, Ağani lobia, kumhi lobia, kotumeş dolma, Princoni, papa (mamalika), bureği,baklava, patlicani tağaneri, patlicaniş dolma, mtkui patlicaniş giyai, turşi tahaneyi, kabağiş sutli, termoni

Müzik ve halk dansları

Şimşir kaval ve kemençenin seyrek de olsa kullanımına karşın temel geleneksel enstruman tulum, geleneksel halk danslarının yegane adı ise horondur. Laz ve Hemşin horonlarının Trabzon horonlarından başlıca farkı horonlara sözlü iştirak edilmesi ve omuz silkme figürünün eksikliğidir.

Avcılık

Laz balıkçısı feluka (< filika)adını verdikleri av kayıklarını kendileri inşa etmekte, ağlarını kendileri örmekteydi. Laz balıkçılar zargana, hamsinin yanı sıra çakmaklı tüfeklerle 1970'lere dek yağı için yunus balığı avlamışlardı. Lazlar aynı zamanda ağ kullanarak ya da atmaca evcilleştirerek kuş avlama sanatında da ustadırlar. Lazca ve Megrelce aynı kökten gelmektedir1878 yılında Batum Rusların eline geçince bura halkının çoğu Anadolu’ya göç ettiler. Bu tarihlerde Batumun Liman Köyünden Bekaroğlu Osman, Akçaşehir’e gelerek Çuhalı Çarşı etrafında diğer ailelerle birlikte yerleştiler. Mahallenin adı bu zatın adına izafeten verilmiştir.

 

AKÇAKOCADA KÜLTÜR

 

Bu bölümü hazırlarken Nilgün Altınışık’ın 1996 yılında hazırladığı Akçakoca Folkloru adlı Lisans bitirme tezinden yararlanıldı. Akçakoca merkez  ve Edilli Köyünde kalabalık bir gurup oluştururken diğer köylerde de küçük guruplar oluşturur. Vedia Emiroğlu, Edilli köyünün kültürel boyutunu incelemiş ve “Edilli Köyünün Kültür Değişmesi Bakımından incelemesi “ adı ile 1972 yılında kitap halinde yayınlanmıştır. Bu kitaptan yararlanarak kendi gözlemlerimizi de katarak Laz folkloru hakkında bilgi vermeye çalışacağım.

 Kız ve Erkeğin Tanışması .:Akçakoca’da mısır bitkisinin fazla ekildiği, fındığı kozalarından ayırma makinelerinin daha ortaya çıkmadığı dönemlerde mısır soyma, fındık ayıklama imeceleri yapılırdı. Bu imecelere kız ve erkekler bir arada katılırlardı. Mısır çapalama, fındık toplama işleri de imece şeklinde yapılırdı. Akçakocalı kız ve erkek gençler birbirlerini bu imecelerde, kasabaya inme sırasında, dereye suya giderken, nişan, düğün gibi eğlencelerde tanırdı.Kız ve erkeğin ortaklaşa güvendikleri bir kadını aracı olarak kabul eder ve sevgi nişanelerini birbirlerine bu aracılar ile gönderildi. Bu günde buna benzer olaylara şahit olunmaktadır. Çoğu kez kız erkeğe, kendi işlediği bir mendili, oğlanda kıza gülyağı, şeker, lokum, küpe, yüzük gibi hediyelerde gönderirdi.

Sevdalık Günleri :Akçakoca gençleri arasında sevdalık günleri çok önemliydi. Sevenlerin arkadaşları vardır. Bu arkadaşlar erkek ise, hep seven erkeğin etrafındadır, arkadaşları için pervane olurlar, hep beraber gezerler. Başkaları seven erkekmiş izlenimi yaratırlar. Örneğin; Sevdiği kız salıncağa binerse, önce aşık olan silahını boşaltır. Bunun anlamı: Bu “Seni başkası severse onu öldürürüm” anlamına bir mesajdır. Ardından aşığın arkadaşları silahlarını boşaltırlar. Bunun da anlamı: “Bir arkadaşımızın arkasındayız” demektir Durum herkes tarafından anlaşılır, kimse kimsenin sahasına girmez. Erkek evlenme arzusunu ailesindeki kadınlara açar. Zaman içinde gelişen olaylar oğlanın anası tarafından babasına iletilir. Günler ve gecelerce ne olup olmayacağı, aileler arasında düşünülüp tartışılır. Sonunda kız tarafının kıramayacağı bir elçi bulunur. Elçi baba ve annenin ağzını arar. Olumlu yanıt alınca kızı istemek için girişimlerde bulunur.Toplum kız isteme konusunda çok duyarlıdır. İstenilen bir kızın verilmemesi ya da söz kesiminden sonra dönülmesi erkek tarafından hakaret kabul edilir. Bu tür olaylar genellikle kan davası gibi olaylara sonuçlanır.

Sıra Gözetme: Ablası bekar olan, evlenme çağındaki erkek bu kuralı bozup evlenebilir. Erkek toplunda kadından önce gelir. Erkek kardeşler arasında da sıra gözetilir. Miras taksiminde kızın payı erkeğe göre yok gibidir. (Bu gelenek Lazlarda daha çoktur.)Son zamanlarda Bölgede kızlar arasında sıra gözetme geleneği vardır. Büyük kız varken küçük kız evlenmesi ayıplandığı gibi baba buna kesinlikle karşı koyar herkes hakkını yavaş yavaş  alma yolunu tutmaya başladı.

Başlık Parası :Akçakoca ve köylerinde başlık parası vermek hemen hemen yok gibidir. Yalnız fakir ailelerde kızına çeyiz yapabilmek için bir miktar para ödenir. Başlık parası verme Laz ve Gürcü ailelerde, Rizeli  toplumlarda daha az uygulanır. Abazalarda başlık parası alınmaktadır.

Kız Kaçırma Olayları :Abazalarda düğün çok masraflı olduğu için, özellikle birbirini seven çiftler kaçarlar. Bu danışıklı düğüştür. Kız kaçırılmadan önce nüfus cüzdanı kaçırılır. Kızın yaşı on sekizden küçük ise kız kaçırılınca erkeğin akrabalarından birinin evinde saklanır. Daha sonra aileler arasında anlaşmaya gidilir. Kaçırılan kızın yanında kıza yakınlığı ile bilinen kızın arkadaşı ile kaçırılır. Bu kıza tasavize denir. Kız emin bir ailenin yanına misafir edilir. Düğün yapılıncaya kadar kız o evde kalır. O evde her akşam eğlence yapılır. Bunun adına taşamhara denir. Kız-erkek anlaşarak kaçmışlarsa iki tarafın aileleri bir müddet birbirleriyle görüşmez. Daha sonra aracılar yardımıyla taraflar barıştırılır. Ancak yıllar süren küskünlükler söz konusudur. Kız kaçırmada kızın rızası yoksa olay kan davasına kadar gidebilir.

Kız İsteme Geleneği :Ön hazırlıklar tamam olunca kız babasının sevdiği birisi erkek tarafı ile birlikte kız istemeye gider. Erkek tarafından ağzı laf yapan biri sözü açar.“Biz Allah’ın emri, Peygamberin kavli ile kızınız ...............’yı oğlumuz ..............’ya istemeğe geldik” der. Baba da;Allah yazdıysa olur. Amma bir düşünelim. Soracak adamlarımız var onlara soralım” der. Bu biraz naz etmek ve kendi akrabalarına paye çıkarmak için söylenmiş bir sözdür. Bir müddet biçilir. Bu arada istiyorlarsa, el altından erkek tarafını cesaretlendirecek haberler iletilir.Bu dönemde, kız ile erkek karşılaştıklarında kaş göz işaretleri ile birbirlerine cesaret verirler. Kız belli bir süre sonra istenir.

Söz Kesme ve Nişan Olayı :Eskiden erkek askere gitmeden nişanlanırdı. Nişanlık süresi, askerlik, para yokluğu ile ilgili olarak 2-3 hafta ile bir yıl arasında değişir. Yerli halk arasında beşik kertmesi kesinlikle yoktur. Göçmen köylerinde beşik kertmesine rastlandığı söylenmekte ise de tespit edemedim.Kız istemede erkek tarafından hediye olarak getirilen “kutu şekeri” ertesi gün iade edilmez açılırsa, kızı erkeğe verildiğine işarettir.Taraflar tarafından söz kesiminden sonra oğlan tarafından akrabaları kızın evine yüzük, kutu şekeri ile elbiseler, çorap ve terlik alıp giderler. Nişanda yüzükler takılır. Bazı köylerde nişanda erkeğin bulunmadığı, akrabası tarafından kızın parmağına yüzük takıldığı söylenmekte ise yerli köylerde böyle bir gelenek bulunmamaktadır.Bir süre sonra kız tarafı, yüzük, bir kat çamaşır, kaynanaya elbise alıp oğlan evine getirirler.

Çeyiz Geleneği
:Çeyiz olarak sandık, yatak, yorgan, yelek, şalvar, bakırdan mutfak eşyası, elde dokunmuş yer hasırı, hasır seccade, ottan duvar yastığı, kanaviçe işler ve örtüler vardır. Çeyizin miktarı ailenin mali durumu ile ilgilidir. Yerli halkta çeyiz eşyası, Doğu Karadeniz kökenli ailelerde olduğu kadar fazla olmakla beraber, kızlar mirasta erkek kadar hakka sahiptir.

Kına Gecesi :Düğün geleneğinin ilk kademesi kına gecesidir.Kına gecesi Çarşamba günü yapılır. Kına gecesi için erkek tarafı beraberlerinde taraftarları ile birlikte yanlarına kına alıp gelin evine gidilir. Dört kız çarşaf veya büyük bir yazmanın altına gelini alırlar. Bir kız gelinin eline tabaktan kına yakar. Elleri temiz beyaz bezlerle yumrukları bağlanır. Bir taraftan da maniler söylenir. Hem gelin ağlar, hem etrafındakiler. İzzet ve ikramdan sonra erkek tarafı evlerine gelir. Damadın evi önünde büyük bir ateş yakılır. Kız tarafı tavuk istemeğe gelir. Her evden birer tavuk alınır. Ateş yanınca baklavalar getirilir. İkramlar yapılır. Kız tarafı darıltılmadan uğurlanır.Kına gecesi bayramlık elbiselerini giyen genç kızlar çiftetelli, topal oyunu, orta oyunu gibi oyunlar yaşlı bir kadın denetiminde oynanır

Düğün Günü :Düğün genellikle nişandan en az bir yıl sonra yapılır. Bindallı ve benzer gelenekler yoktur. Eskiden gelin renkli ve temiz ipekli elbise damat ise don pantolon üzerine beyaz gömlek ve işlemeli yelek giyerdi. Güvey fakirse beyaz elbise ödünç alınırdı.Eskiden olduğu gibi gelin kayın baba ve yakın akraba arasına giderdi. Gelin evden çıkarken, kız kardeşlerden biri, yoksa akraba kızlardan biri çeyiz sandığı üzerine oturup sandık haracı isterdi. Ayrıca kapıdan çıkarken erkek kardeş, kapı haracı olarak bir miktar para talep eder.Köylerde, genellikle bir öküz arabası süslenirdi. Üstüne halı ve kilimlerle bir örtü yayılır. Araba çan ve zillerle bezenir, köylüler şık giysilerini giymiş, arabanın önündü, ardında, yanında yürüyerek giderlerdi. İkide birde araba durdurulur:- Ala ala hay... diye bağırarak düğün evine varılır. Yolda devamlı halaylar çekilir. Kasap oyunu, Kastamonu zeybeği gibi oyunlar oynanır. Gelin alayı, çeşitli yollardan dolaşarak damat evine varırdı.Gelin alınmadan o köylülere veya mahalleliye pilavlık parası verilir. Gelin arabaya binmeden bolluk ve bereketli olsun diye ya damadın babası veya yakını bozuk paralar içinde şekerler, buğdaylar serper, çocuklarda bunları birbiri üzerine yığışarak kapış kapış toplardı.Köyden çıkıncaya kadar çeşitli yollardan dolaşarak damat evine varılır. Gelin arabadan inmez, bahşiş ister. Bir inek ya da tosun getirilir. Kulağı kesilerek işaret verilir. Kapı önünde kurulan bir masada kız tarafı tatlı, şeker, sigara, mermi gibi isteklerde bulunur. Bu istekler karşılanıncaya kadar gelin bekletilir. Bu durum bazen üç dört saat kadar sürer.Gelin eve girerken eğilip eşiği öper. Bolluk getirmesi düşünülerek mısır, buğday, şeker, bozuk para atılır. Akraba ve komşular başlarında birer tepsi baklava alarak erkek evine giderler. Tepsiler üst üste kümelenir.Erkeklerde evin önünde yakılan ateş etrafında oynarlar. Bu oyunlar kadın kıyafetine girmiş köçekler tarafından oynanır. Eğer aile varlıklı ise dört köçek, dört davul, dört zurna ve dört keman bulunur.Diğer köylerden geleneklerde kafileler halinde düğüne katılırlar. Kimileri koç, kimileri koyun getirir. Meydanda ikramlar yapılır.Yenip içilir. Sonunda köylüler misafirlerini evlerine götürürler.Hoca nikahı yapılır, bu adet yaygındır. Hoca nikahı yapılırken gelinin yanında dadı veya bibi (teyze, hala) denilen kadınlar bulunur.Gürcü köylerinde düğün gecesi, güveyin gerdeğe girmesi yasaktır. O akşam kızın akrabası olan kızlar sabaha kadar beklerler. Düğünün ertesi günü gerdeğe girilir. Düğün genellikle üç gün devam eder. Lazlar ve Hemşinlilerde de benzer gelenekler vardır.Diğer köylerde ise hoca nikahı kıyılır. Sonunda güveyi arkadaşlarının kolunda gelinin odasını getirilir. Arkasından yumruklanarak odaya itilir. Damat odaya girer. Hazır bulunan seccadede iki rekat namaz kılıp duasını yapar ve gelinle tanışmaya gider. Damat bu arada gelini konuşturmaya çalışır. Ona hediyeler verip konuşturur. Konuşturulunca da pencereyi açıp iki el silah atar. Bundan sonra herkes dağılıp gider.Gelinle damat, gidip kayınvalidenin elini öperler. Tekrar odalarına giderler. Orada baklava yerler. Bazense baklava kesmelerinin yarısını yiyip bırakırlar. Ertesi gün bunları evlenmemiş erkek ve kızlar yer. Darısı sizin başınıza gibi bir gelenektir bu. Ertesi gün sabah, köçekler, davetliler düğün evinin önüne gelirler. Oyunlar oynanır. Damat elinde bir tepsi baklava ile herkese birer kesme baklava sunar. Sonra da herkes dağılıp gider. Ev kadınlarla dolar. Duvak günü damat sağdıçla gider. Gelinle sabahtan ikindiye dek oyunlar oynanır, şarkılar söylenir ve derken düğün biter

Duvak :Güvey gecesi sabah gelini eğlendirmek için eğlence düzenlenir. Gelin oynar ve etrafa para atar.Bekar kızlar gelinin duvağından teller koparırlar. Duvaktan sonra erkek ve kız evlerinde yemekli davetler yapılır.

Düğün Davetleri :Bütün akraba ve hısımlar gelin ile damadı davet ederler. Bunlar taşıma davetleridir. Her gidilen eve gelinin yaptığı bir el işi işleme götürülür. Onlarda onlara çeşitli hediyeler verirler.

Doğum Olayı :Genellikle ilk çocuğun erkek olması istenir. Çocuklar genellikle beşikte büyütülür. Çocuğun adı üç gün içinde yaşlı bir erkek veya hoca tarafından üç defa kulağına okunarak konulur. İsimden sonra ezan okunur. Komşular ve akraba loğusaya evvela geçmiş olsun derler sonrada hediyeler getirirler. Doğumun kırkıncı günü çocuk ve loğusa yıkanır. Buna çocuk kırklandı denilir.

Diş Çıkarma :Küçük çocukların diş çıkarmaları aile için ayrı bir sorun olur. Ailenin bireyleri yeni çıkan dişi görmeyi uğur sayarlar. Onun içinde sık sık çocuk güldürülür, ağzına bakılır. Hatta bazıları ekmek kabuğunu gevlettirmek suretiyle dişin çabuk çıkmasının sağlarlar. Bazıları da parmağını rakıya batırarak çocuğun diş etlerini oğalar. Çocuk bundan çok hoşlanır.Dişin çıktığını gören kişi mutlaka diş çıkaran çocuğa ya elbise alır ya entarilik alsınlar diye anne babasına para verir.

Sünnet Olayı :Akçakoca bölgesinde kirvelik olayına rastlanmaz. Eskiden gezginci sünnetçilerin gelmesiyle hiçbir hazırlık yapılmaksızın çocuklar sünnet edilirdi. Günümüzde eğlenceler düzenlemektedir. Sünnetçiye, bazen para almadığı için sabun, havlu gibi şeyler verilirdi.

Dini Bayramlar :Dini bayramların Akçakoca örf ve adetleri içinde çok büyük yeri vardır. Üç aylar girince Recep, Şaban ve Ramazan gelinceye kadar bazı kimseler ramazana alışmak için ayda bir belli oruçlar tutar, kutsal geceler, cumalar yavaş yavaş ayrı bir kalabalık olmaya ve cemaat artmaya başlar.Ramazana hazırlık olmak üzere, makarnalar kesilir, erişteler yapılır. Yufkalar açılır, kuskuslar hazırlanır. Mevsime göre çeşit çeşit reçeller, hoşaflar ve şuruplar hazırlanır.Hele bayram gecesi yeni esvaplar giyilir, Provalar biter. Küçükler giyeceklerini başlarının altına koyar. Ayakkabılarını yatağın içine yerleştirir. Herkes banyosunu yapıp yatar. Küçük erkek çocuklar sabahleyin sabah namazına herkesle birlikte camiye gider. Namazdan sonra vaiz dinlerler. Bayram namazı kılınır. Hoca dikilir, en yaşlı adam hoca ile bayramlaşır, ondan sonraki hoca ile yaşlı bayramlaşır ve yerini alır. Böylece sıralanır. Cemaatin en yaşlısı ile en genci bayramlaşıncaya kadar sürer. Sonra birlikte hoca dua eder.
“Bu bayrama eriştiren Allah’a senalar ve amin” denilip çıkılır. Yolda görülenlerle bayramlaşırlar. Mezarlıklara gidilir. Ölülere dua edilir. Hastalar ziyaret edilir.”
Her köyün ramazanında davulcular bahşiş toplar. Birinin elinde bir sırık, birini elinde bir sepet. Davulcu davulu çala çala her evin önünde maniler söyler. Bahşiş; havlu, mendil, yazma sırığa bağlanır. Baklavalar, el altıda tepsi bulunan sepete konur. Paralarda davulcunun cebine konur.

Bayramlar:Yerli köylerde bayram sözcüğü eğlence anlamına gelir. Bayram olacağı gece, bayramı bilen köydeki misafirler, bayramın olacağı köye yakın eş dost ve akrabalar ile birlikte giderler. O akşam onlara misafir olurlar. Kadın ve kızlar yemekten sonra daha geniş evlerde, erkekler ya kahvede ya da başka bir evde toplanırlar. Erkekler orta oyunları yaparlar. Mutaassıp olmayan yerlerde içkide içilir. Gramofon çalınır ve Cide kemençesi ve tepsi çalarak oyunlar oynanır. Genellikle oyunlar iki kişilik eşler halinde yapılır. En revaçta olan oyunlar topal oyunudur. Bu oyun Akçakoca’ya özgü bir oyundur

Eğlenceler
 :Eskiden patoz makineleri yokken, fındık harmanda kurutulur, sabahları tırmıklar vurulur, sonrada altından tanesi alınırdı. Kalan fındıklarda kabuklarından ellenmek suretiyle bulunup ayrılırdı. Köylerde bu işler imece halinde yapılırdı. Kabuk ayırma işi erken bitimi, orası düğün evine döner, oyunlar şarkılar, gülme, eğlence, yeme içme başlardı. Kızlar erkekleri, erkekler kızları burada seçerdi. Çalışkan mı? Tembel mi? Dili tatlı mı? Nobran mı? Şaka kaldırır mı? Yoksa içine kapanıp arpacı kumrusu gibi düşünür mü? Yapıcımı yıkıcı mı? Hepsi burada denenirdi. Bu eğlencelerde maniler söylenirdi. Atmaca tabir edilen karşılıklı mani atmaları da yapılırdı.

KINA    GECESİ  : Düğünden bir gün önce gelinin ve yakınlarının eline kına yakılır kına erkek tarafından getirilir kına yakma töreni boyunca maniler söylenir gelin ağlatılır,kına gecesi kızlar çiftetelli ve çeşitli oyunlar oynar.Köy lisanı ile mani ve türküler söylenir.

 

‘’Yukarı köyün çakalları                        Yukarı köyde çakal yok

   Aşağı köyün bakalları                         Aşağı köyde bakal yok

   Damat beyin sakalları                         Güveyin sakalı yok

   Gelin kınan kutlu olsun                       Gelin kınan kutlu olsun

 

   Kına gecen hoş olsun                          Köyümüzden çıkıyorsun

   Evin bereket dolsun                            Bize veda ediyorsun

   Damat bey eşin olsun                         Yeni yuva kuruyorsun

   Gelin yuvan mutlu olsun                    Gelin kınan kutlu olsun’’

   Diye maniler söylenir.

 

FOLKLÖR Köyün kendine has folklor ekibi yoktur,Karadeniz folkloru hakimdir,Davul,Zurna,Saz,karşılıklı zille oynanan oyunda çalınan zil  oyunu ,Kemençe,Tulum gibi enstrümanlar çalınır Lazların yerli oyun gurupları sözlüdür,5-6 kişilik 2 gurup oluşturulur el ele tutmuş oyuncular seri ayak hareketleriyle birbirine yaklaşıp uzaklaşırlar,her gurupta bir türkü söyleyen vardır,türkücü karşı guruba türküler deyişler dokundurmaktadır,bu oyunda önemli olan türkü sözleriyle karşıdakini mat etmektedir,bu oyunun adı gelino dur.Rize Hemşin üç ayak oyunu da laz oyunudur,dairede oynanır Hemşin üç ayak oyunudur 2/4 veya4/4 lük ezgiler halinde oynanır Bar,Halay,Horon,Sallama,Hara ve karşılama,üç ayak,Kolbastı,laz kültüründe çok önemlidir Laz oyunlarındandır. Kına gecesinde kadınlar daire şeklinde oynarlar. Kadınlar ağıt yakarak gelini evin içinde dolaştırarak en son mutfağa götürürler. Orada bu oyunu oynayarak oyunu bitirirleri.

Oyunun Kuruluş Formu

 

(A)

A1 (Sağ ayakla üçleme)

A2 ( Sağ ayak yerinde adım)

 

Oyunun biçimsel formu tıpkı “Topal” oyununda olduğu gibidir.

RİZE- HEMŞİN ÜÇ AYAK OYUNU

 

Laz oyunlarındandır. Dairede oynanan horondur. Hemşin, Rize ve Üçayak Horonları 2/4 lük veya 4/4 lük ezgiler halinde çalınır.

 

RİZE

Oyun kuruluş formu:

A-               Adım cümlesi ( Sağ ayakta üçleme)

B-               Adım cümlesi ( Sağa ve sola yürüyüş)

 

Oyun indeksi:

 

(A)

A1- (Sağ ayakta üçleme)

A2 ( Sağ ayak yerinde adım)

 

(B)

B1- (Sağa yürüme)

B2- (Sol ayak yerinde adım )

B3- (Sola yürüme)

B4- (Sağ ayak yerinde adım)

 

DAVUL  : Davul savaş sırası,sonrası,askere giderken,törenlerde,ramazanlarda,güreş yapılırken çalınır.Davulun eski adı Tavuldur,Çağatay Türkleri tarafından yapılmıştır,bir haber aracıdır

ZURNA: Davul ve zembeleklerle çalınır ağaç maden, boynuzdan yapılır ,7 üstte 5 altta deliği vardır,Avrupa’ya Türkler tarafından götürülmüştür,Oğuz Türkleri Anadolu’ya getirmiştir,kemençe ve davula eşlik eder,4000 yıldan beri devam eden bir enstrümandır.Davul,Kaval,Zurna,göçer enstrümandır,köyde son zamanlarda bunların yerini taverna müziği almıştır org ile çalınan müzik aletidir eski neşe eski düğünler artık tarihe gömülmüştür,evlerde yapılan düğünler artık düğün salonlarına taşmıştır

KEMENÇE  :Klasik ve Karadeniz kemençesi olmak üzere iki türü vardır Akçakoca da Karadeniz kemençesi çalınır,ince uzundur,sol el ile havada tutularak çalınır,kemençenin telleri çeliktendir.Akortları la,re,sol,mi,yahut sol,re,la,mi veya 3 telli için re,la,mi dir,tellerin üzerine basılarak,tek olarak çalınır.Sazın şekli bir takayı andırır,gövde kısmı dut ve ceviz ağaçlarından oyularak yapılır,ses tablası ise 1,5- kalınlığında ladin veya köknar ağacından yapılır,kısa sapı ve çelikten üç teli vardır re-la-mi sesleri akort edilir,bir buçuk oktav çalar.Yayının kılları gevşek olarak takılır ve sol el ile havada veya dize dayanmış olarak tutularak kemençenin 3 teline aynı anda sürülerek çalınır çalınır Kemençe anadoluya oğuz Türklerinden gelmiştir Kemençe ,Özbekistan,Kırgızistan ada Anadoluda ıklık göbekli kemençe olarak çalınır Arapçada Keman Türkçede ç demektir bu iki kelime birleşmesinden Kemençe doğmuştur ,Kıpçak Türkleri tarafının dan Mısıra götürülmüştür Özbeklerin girjası kemençeye benzer, kıyak kemençe denir.Trabzon dada Gagavuz Türkleri kemençeleri vardır,Trabzonda kemençeye kıyak denir,Türkmenistan,Özbekistan, Kırgızistan Gagavuz Türklerin kemençeleri vardır 2 sesle çalışır 2 telden ses alınır 4-6-7 aralıklıdır.

TULUM: Tulum Karadeniz bölgesinde kullanlıan nefesli halk sazıdır,deri,nav ve ağızlık olmak üzere 3 kısımdan oluşur.Deri,tulum olarak anılır, tulum,koyunveya oğlak derisinin tüyleri temizlendikten sonra ayakları yukardan kesilir,sağ ön ayak ile arka sol ayağın dışında kalan delikler hava kaçırmayacak şekilde sıkıca bağlanır,ön ayağa bir tahta boru,arka ayağada üzeri delikli iki boru tespit edilir.Deri hava ile

Delikli borulardan ses çıkmaya başlar,koltuk altına yerleştirilen tulum zurna analık üzerindeki parmaklar delikleri açıp kapamak suretiyle istenen ezginin çalınmasını sağlar,nav sazın zurna dediğimiz kısımdır,ağızlık ise hava üflenen kısımdır  Tulum Türkçe kelimedir,Çağatay Türkleri icat etmiştir Anadoluya Peçenek Turan Türkleri Karadenize getirmiştir Kıpçaklarda Tuluk,Duluk diye geçer.

KAVAL: Orta asyadan gelmiştir Balasau Türkleri icat etmiştir,Çağatay Turan Türkleri haval derdi Karadenize bunlar getirmiştir ,bir göçebe çalgısıdır Of, Tokat kavalı meşhurdur

 

 

ÇOCUK OYUNLARI

Çelik çomak,binmeli eşek,esir oyunu,körebe,köşe kapmaca,birdirbir,seksek,yakan topu,lunç,domino devirme

KIYAFETLER

Göktepe Köyünde 25-30 yıl öncesine göre  kıyafette önemli değişmeler olmuştur.Erkekler tamamen şehir kıyafetini benimsemişlerdir. Erkeklerde gündelik kıyafetlerden başka önemli günlerde, törenlerde giyilen ve içine beyaz eşarp bağlanan lacivert takım elbise en beğenilen giyim eşyasıdır. Ancak yaşlı erkeklerden bazıları köy içinde geleneksel kıyafetle ilgili olarak paçaları dar pantolon, üzerine gömlek ve yeleği giymeye devam etmektedirler. Kösele kunduranın yanında lastik ayakkabı, plastik ayakkabı, özellikle çocuklarda  çok görülmektedir. Erkeklerde pijama, şapka, şemsiye kullanılan giyim eşyaları arasındadır. Burada dikkati çeken husus pijamanın yatak kıyafeti olmaktan başka, bazen iş kıyafeti olarak kullanılması suretiyle ikinci bir iş görmüş olmasıdır.Kadın giyimi erkeklere oranla daha az değişmiştir.Eskiden kadınlar evlerde basit tezgahlarda keten ve kendirden giysiler dokurdu. Bugün ise köylüler malzemesi köy dışından sağlanan koyu renkli şalvar ve üzerine bluz giymekte, başlarına lacivert örtü (örtme)  örtmektedirler. Kadın giyiminde dış görünüş bakımından erkeğe nazaran değişme daha azdır. Evde elbisesi ile dolanan bazen başını örtmeyen kadın, sokağa çıkınca elbisesinin üzerine şalvar giymekte ve başını örtmektedir.Genç kadınlar arasında elbise giyenler, başlarını örtmeyenler az da olsa bulunmaktadır..

Köyde gündelik kıyafette olduğu gibi gelin ve güvey kıyafatide tamamen şehirleşmiştir. Ancak köyde giyilenler, kasabadan ucuz sağlanan ve nispeten eski model olan giysilerdir.Kadın ve çocukların kısmen evde hazırlanan giysilerinin kumaşları dışarıdan satın alınmaktadır.

  ŞALVAR       : eninde üç boy kumaştan çıkar daha ziyade eflatun pembe,yaşlılar koyu renkleri tercih ederler,genellikle çimen yeşili,zeytin yeşili tercih edilir,şalvarın içine şalvar ( havsa) dikilir pamuklu veya şile bezinden dikilir

MİNTAN        : Şalvarın üstüne giyilir mintan ve şalvar işlemelidir,kadife kutnu,janjanlı ve yollu kumaşlardan dikilir

YELEK           : Şalvar üzerine kolsuz fakat işlemeli yelek giyilir,içine bezden buluz giyilir.

ÖRTÜLER     :Kare şeklinde üzeri baskı tekniği ile işlenmiştir,çiçek desenlidir

YAZMA          : Oyalar işlenir dikdörtgendir

ÇORAPLAR  : Yün çoraplar giyilir kadın çoraplar motif işlemelidir

AYAKKABILAR : Rugan ayakkabı giyilir,çarıkta giyilir,genellikle lastik ayakkabılar tercih edilir

ERKEKLERSE : Yelek ve zıpka giyerler,Kafkas kökenliler düğün törenlerde kalpak dik yakalı siyah satenden yapılmış diz boyu elbise ve yumuşak deriden çizme giyilir.Elbisenin üzerine dışardan fişeklik,kama,kemer gibi ayrıntılar vardır,kadınlar ise simli motiflerle süslenmiş kadife elbiseler giyerler bunları

Karamandal,Trablus,kuşak,Başlık,Bartın yemenisi,Lastik ayakkabı,Yemeni,Şal,Peştamal,Fes,Para kesesi,Yatak tekkesi,Şayak bunlar Lazların giyimidir.

Aktaş,Edilli,Uğurlu,Yenice,Göktepe,Kirazlı,Hemşin köyleri giyerler

DİN

 Köy hayatında pek çok düşünce ve görüşü hala dini açıdan değerlendirme eğilimi vardır.Yaşlandıkça dine karşı ilgi artmaktadır.Toplumda hacılar dinsel bakımından en fazla değer kazanır ve itibar görürler. Hazırlık kişiye sosyal prestij sağlamaktadır.

 

AİLE VE AKRABALIK İLİŞKİLERİ

Göktepe de ailelerin çoğunluğu, geniş aile geleneğinin çeşitli tiplerini göstermektedir. Dar aile tiplerinin sayısı günden güne artmaktadır.Göktepe de eskiden baba soyundan olan akraba ile evlenme şekli çok yaygındı.Akrabayla evlilikte amca oğlu, amca kızı öncelik taşırdı. Bugün gençler eskisi gibi bu geleneklere uymamaktadırlar Bu gün, köy dışından evlenmeler ve köy dışına kız vermeleri ve kız almalar eskiye oranla artmıştır. Bu toplumda boşanma olayı nadir görülmektedir.

 

HIDIRELLEZ

6 Mayıs günü kutlanır,köyün piknik alanlarında,salıncaklar kurulur,yemekler pişirilir,ıp atlanır,salıncaklarda sallanılır,birçok oyunlar oynanır,kızlar erkeklere,erkekler kızlara bakarlar orada birbirini beğenirler,arkadaşlıklar kurarlar,balık tutmalar olur,erkeğin beğendiği kız eğer salıncağa biner sallanır ise erkek hemen silahını çıkartarak iki el ateş eder ona onu beğendiğini gösterir,hıdrellezin en iyi yemeği helvadır.Her hırırellezde evliya camisinde mevlit okutulur,yemekler yenir komşu köyler davet verilir köyde çeşitli eğlenceler düzenlenir Bu törenleri anlatmadan önce pilavlık parası üzerinde duralım. Daha öncede belirttiğimiz gibi köyden başka bir köye gelin giden kızlardan pirinç parası alınır. Bu para hemen harcanmaz biriktirilir. Pirinç parasının anlamı şudur. Köy gençleri bu kızı o zamana kadar o şekilde korumuşlardır ki, kızın namusuna halel getirmemişledir. Pirinç parası bunun mükafatı bir bahşiş sayılır. Alınan pirinç paralar yedi emin olarak köylünün saygı duyduğu birine telim ederler. Köyden ne kadar çok kız gelin giderse parada o kadar çoğalır. Hıdrellezde bu para ile bir koç satın alınır. Pirinç alınır, un yağ alınır. Kesilen koçun etinden ya etli pilav yapılır, helva kavrulur, ballanır. Öğleyin gençler toplanır ve bu pilav yenir. En sonunda da helva yenilir. Hıdırellez bayramının ayrı bir güzelliği vardır. İp salıncaklar, zincirli salıncaklar, büyük ağaçlara bağlanır. Kızlar ayrı yerde, erkekler ayrı yerde sallanırlar. Ama bazen kızlar erkekleri, bazen da erkekler kızları seyretmeye giderler. Eğer beğendiği bir kız salıncak biniyorsa orada çıkarır silahını bir şarjör boşaltır. Bu olaya kimse ses çıkarmaz. Böylece kimin beğenilip beğenilmediği bu hıdrellez bayramı vesilesi ile belli olur. Bazı köylerde güreşler tutulur. Bazı köylerde derelerde balık tutulur eğlenilir.Akçakoca köylerinde hemen hemen hepsinde geleneksel olarak her yıl kutlanır köydeki küskünler barıştırılır geleneksel oyunlar spor etkinlikleri,folklorik oyunlar ve bunun gibi,Akçakoca’daki mülki amirlerde davet edilerek etkinlikler yapılır herkes baharı böyle karşılar

 

EVLERİ

Evler genellikle bahçe içinde olur.Avlu,avlu ağla çevrilidir çünkü meyve sebze yetiştirilir,Kurukavak,Karatavuk evler arası 4-5 km’dir,okul ve cami yanlarında evler yapılmıştır,az dağınık meskenlerde cepheleri sokak tarafına doğrudur Arabacı köyü gibi,Mısır ziraatı çok olduğu için her evin yanında hemen hemen 1 adet serender yapı vardır,ahırlar evler

uzaktadır,ahır ile samanlık yan yanadır

 

SPOR

Köyde spora ilgi büyüktür .1956 yılında gayri federe olarak kurulan Gökspor kulübü forma rengi mavi-beyaz olarak tarihe geçmiştir.Kurucuları Ali Türkan ve Şükrü Kazancı dır.1963 yılında federe olarak Bolu amatör kümede yıllarca mücadele etmiş,daha sonra maddi imkansızlık nedeni ile kapanmış.Bu arada Göktepe olarak kulüp ismini değiştirmiştir.3-4 yıl sonra kulüp tekrar Gökspor ismini alarak Bolu amatör liginde müsabakalara devam etmiştir.1980 yılında Bolu amatör futbol şampiyonu olur Manisa’da bölgeler arası şampiyonaya katılır.1985 yılında kulüp ilgisizlik ve maddiyatsızlıktan dolayı tekrar kapanır.2008 yılında tekrar kurulan Gökspor Düzce 2. amatör futbol liginde mücadele etmektedir.Kurucuları Erkin Gündoğan ve Hakan Akdoğan’dır.Forma rengi mavi-beyazdır.Ayrıca alt yapı oluşturularak ileriye dönük atılımlıda yapmıştır,diğer amatör branşlarda sportif faaliyetleri vardır.Bunlar güreş ve voleyboldur.Bu branşlarda Bolu ilinde başarılar elde etmiştir fakat maddi imkansızlıklardan dolayı bu branşlarda kapatılmıştır.Köyde bayramlarda güreşler yapılırdı bu güreşlerde şuanda yapılmamaktadır.Ayrıca eskiden Kınık köyü ile beraber bayramlarda güreşler düzenlenirdi fakat şimdilerde yapılmamaktadır,birinci gün Kınık,ikinci gün Göktepe,üçüncü gün Balatlı,dördüncü gün Beyörende yapılırdı

 

YEMEKLER

 

EKMEKLER        : Yufka ekmeği,Bazlama,Gözleme,Cızlama,Mısır ekmeği,Buğday ekmeği

ÇORBALAR         : Tarhana,Mercimek,Un,Çılbır,Kızılcık çorbasıdır

HAMUR İŞLERİ  : Mantı,Börekler,Erişte,Kuskus,Kaşık makarna,Mancarlı pide

ET YEMEKLERİ : Kara dolma, Korçan,Sebze dolmaları,Kebaplar,Lahana sarma

TATLILAR           : Melen güççeği,Laz böreği,Güllaç,Sütlaç Baklava

ÇEŞİTLİ YEMEKLER : Gaygana,Soğanlı yumurta,Sebze yemekleri,Zeytin yağlılar,Mamursa,Kaldırık,Mantar yemekleri,Tirit,Malay,Hoşmanım,Mancarlı fırında pide,keşkek,hamurlu kıymalı kulak denilen bir çeşit mantı. Karalahana yemekleri:Laz yemekleri, Çirbuli, Pilavi Makarina, Kveli kağimağoni, luku, Ağani lobia, kumhi lobia, kotumeş dolma, Princoni, papa (mamalika), bureği,baklava, patlicani tağaneri, patlicaniş dolma, mtkui patlicaniş giyai, turşi tahaneyi, kabağiş sutli, termoni

ALT YAPI BİLGİLERİ

Taşımalı eğitim sisteminden faydalanmaktadır,içme suyu,kanalizasyonu,elektriği,telefonu,ptt acentesi,2 adet camii vardır.2 km lik yol asfaltlanmıştır,1 km lik köy yolu genişletmesi yapıldı,1700 m² lik kilitli parke taşı döşenmiştir,sağlık ocağı sağlık evi yoktur,ancak mobil sağlık sisteminden faydalanıyor,kültür mantarı kooperatifi vardır,ilk ilkokul 1942 de açıldı,Fiskobirlik üye sayısı :236 dır.1871 Birinci yoklama defterinde 1922 Bolu sallanamesinde  kaydı vardır,yerli,az dağınık köy statüsündedir,1935 de-281,1940 de-354,1945de-329,1950 de-396,1955 de-340,1960 da-328,1965 de-353 1997 de nufusu vardır,tarla alanı yok,fındık alanı 4.371 ormanlık alanı 329 dönümdür % 93 fındıklık teşkil eder % 7 si orman teşkil eder.Göktepe köyü gençlik ve spor kulübü,Ahmet Dede camii yaptırma ve yaşatma,köy camii yaptırma ve yaşatma derneği vardır

İSTİKLAL SAVAŞINA KATILANLAR

 

GAZİLER:1-Ali Gümüş-Ahmet                                       D.1889

                    2- Mustafa Gümüş- Ahmet                             D.1896

                    3- Mehmet Gümüş                                          D.1901 .

                         Ahmet Gümüş 3 çocuğunu askere vermiştir.

 ŞEHİTLER:  Mithat Sarı                   Çanakkale savaşı  D.1895-Ö.1915

                        M.Ali Zorlu                  Balkan harbi         D.1890. Ö 1912

                        Hasançavuş Türkan      Düzce  Çerkez Ethem isyanında Yüzbaşı iken Düzce’de

Şehit olmuştur naaşı şimdiki Düzce Atatürk parkına gömülmüştür,munkariz olmuştur.

   Çanakkale Savaşında köyden 32 tane şehit vardır.Bunlar ismini tespit edemedim.

ARABAYLA CEPHANE TAŞIYANLAR: Hüseyin Solak, Hüseyin Beşiroğlu araba ile cephane taşımışlardır.

ABAZA İSYANINDA MUSTAFA TÜTÜNCÜ ÇETESİNE KATILANLAR

 

Mustafa efendi 1920

 

18.19. YÜZYILDA TEMETTUT DEFTERİNDEKİ DURUMU

Temettuat defterinde kaydı bulunmamaktadır.

 

KÖYE İLK GELEN SÜLALELER

 

Köyün ilk kurucuları Sercanlar 3 hane olarak yerleşmişlerdir

1-AĞALAR                                        YERLİ

2-AKMEMETLER                             YERLİ           AKÇAKOCA  YUKARI MAH. GÖÇ.          

3-ASLANOĞULLARI                       ARTVİN       ARHAVİ

4-AZİZOĞULLARI                           YERLİ           AKÇAKOCA  YUKARI MAH.GÖÇ.

5-AŞIKKAHYALAR                         YERLİ

 6- BAĞDATLIOĞULLARI              ARTVİN        ARHAVİ

 7-BAŞKÖYLÜLER                          ARTVİN        ARHAVİ                     

 8- CAMSUKOĞULLARI                 ARTVİN        ARHAVİ                  

 9-ÇAKIROĞULLARI                      YERLİ

 10-EMİNLER                                   YERLİ

 11- KAHRAMANOĞLU                  TRABZON     OF                                

 12- HOBİNALAR -CESUR              RİZE

 13-GÜMÜŞLER                               YERLİ

 14-ZORLU                                        YERLİ

 15-KAYMAKÇILAR                       YERLİ                SÜLALE YOK OLDU

 16-ÖMERAĞALAR –SERT            YERLİ

 17- SERCANLAR –GÜNDÜZ        ARTVİN             ARHAVİ

 18-ŞAKİRLER                                 YERLİ

 19- TAZELER                                  YERLİ

 20- SARI                                           ARTVİN             ARHAVİ           BAŞKÖY

 21- HASANÇAVUŞ -TÜRKAN      ARTVİN             ARHAVİ                                    

 22-BAYRAKTAR                            ARTVİN             ARHAVİ

 23-TUNCAY                                    ARTVİN             ARHAVİ            BAŞKÖY                       

 24-KAZANCILAR                           ARTVİN             ARHAVİ            ORÇİ

 25-KOYUNCULAR                         ARTVİN             KEMALPAŞA    KİSSE  (SUNDURA)

 26-ÇAKALLAR                               ARTVİN             ARHAVİ                       

 27-ÇETİNLER                                  ARTVİN            ARHAVİ                                    

28-ŞEN                                              ARTVİN             ARHAVİ

29-KARACAN                                  ARTVİN             ARHAVİ

30-AYDOĞAN                                 ARTVİN              ARHAVİ                        

31-BEŞİROĞLU                               TRABZON          OF

32-EREN                                          YERLİ

33-DEMİRCİOĞLU                         GÜRCİSTAN       BATUM    BİR KISMI MELENAĞZINDA BULUNMAKTADIRLAR

34-TAŞKIN                                      YERLİ

35-TOPUZLAR                                YERLİ

36-TOPÇULAR                                YERLİ

37-GÜNDOĞAN                              ARTVİN              ARHAVİ            PAPİLAT

 

Koyuncular Hopa dan  Batum Sohumi ye göç giderler 1935 yılında tekrar Hopa ya geri gelirler 1937 yılında da Akçakoca ya göç gelirler,Kazancılar ve Koyuncular dayı hala çocuklarıdır,Kazancılar sayesinde Koyuncular Akçakocaya gelmişlerdir.Kazancılarda Arhavi’den gelmişlerdir.

 

KÖYDE BAZI YER ADLARI

Baldırman tepesi,Basamaklı altı,Bağılı,Belen( köy meydanı) Cumayeri ( Emirköy) Falyanı ( su havzası) Kalyoncu pınarı,Koca oluk ( Kepenek değirmeni) Koçalı ( çok eski yerleşim yeri,demirci kalıntıları ) Mesken yolu,Nalbant tarlası,Sinoplu köprüsü,Türbe yanı,Vakıf yolu,Yarış bayırı

NOT: Katkılarından dolayı değerli büyüyüm emekli öğretmen Ethem Sarı ağabeyime çok teşekkür ediyorum

Kaynak

 

Coğrafi bölgesi    : İbrahim Tuzcu

Köyün ismi          : Ethem Sarı,Vikipedi özg.ansk.,Akç .K.Sitesi,Derl.İbrahim Tuzcu

Tarihi yerler         : Ethem Sarı,Akç .K.Sitesi,Derl.İbrahim Tuzcu

Coğrafi durumu   : Kenan Okan,Şükrü Dönmez,Mustafa Kocadon,,Derl.İbrahim Tuzcu

Cami ve Mez.      : Kenan Okan,Ethem Sarı,Derl.İbrahim Tuzcu

Turizm                 : Akç .K.Sitesi,Ethem Sarı,Vikipedi özg.ansk.Sitesi,Derl.İbrahim Tuzcu

Ekonomi              : Kenan Okan,Şükrü Dönmez,Mustafa Kocadon,Vikipedi özg.ansk,Sitesi ,İlçe Tarım Md,Akç.K.Sitesi,Derl.İbrahim Tuzcu

Kültür                  : Vedia Emiroğlu,Ethem Sarı,Recai Özgün,Akç ,K.Sitesi,Kenan Okan,Şükrü Dönmez,Vikipedi özg ans.Sitesi ,Görsel yay.s.4,Derl.İbrahim Tuzcu

Spor                     : İbrahim Tuzcu

Köyün alt yapısı  : Akç .K.Sitesi,Vikipedi özg.ansk.Sitesi ,Mustafa Kocadon,Derl.İbrahim Tuzcu

İstiklal savaşı       : Şükrü Dönmez,Geltag net

Sülaleler               ; Hüsamettin Kaya,Ethem Sarı,Derl.İbrahim Tuzcu

 

HASAN ÇAVUŞ KÖYÜ

 

 

COĞRAFİ BÖLGE    : KARADENİZ BÖLGESİ

İLİ                                : DÜZCE

İLÇESİ                        : AKÇAKOCA

KAYMAKAM             : MEHMET ÜNAL

B.  BAŞKANI              :  FİKRET ALBAYRAK

KÖY MUHTARI        : ABDULHAMİT ERDEM

TELEFONU                : 05325671953  EV- 03806286250

POSTA KODU            : 81650

NÜFUSU                      : 156 HANE ,518 NÜFUS VARDIR.

ESKİ MUHTARLAR :  2009 DE-ABDÜLHAMİT ERDEM,2004-EROL ARAS,1999-D.ALİ KAR,1994-YILMAZ ALTAY,1989-YILMAZ ALTAY

COĞRAFİ DURUMU : Düzce ye ,Akçakoca ya uzaklıktadır,.Denizden 50 mt yüksektir. Rakım 54 dür 4193 dekar fındıklık,47 dekar ormanlık alanı vardır.Kalkın,Nazımbey,Melenağzı komşu köyleridir

 

TARİHİ

1204 yılında 4. Haçlı orduları Türkiye’ye gelirler Karadeniz kıyılarında bazı memleketler kurdular bunlardan bırtanesıde Akçakocada Ceneviz kalesidir,fakat daha sonra ,1261 yılında Latin imparatorluğu çökünce tekrar Ceneviz kalesi Bizanslıların eline geçti, 1204-1261 yılında Cenevizliler ve Bizanslılar,Akçakocaya gelirler bazı köyler kurarlar,bunlardan bırtanesıde Hasançavuş köyüdür..Buraya daha sonra 1243 yılında,Kastamonu’dan Moğol baskısından ve yenilgisinden sonra 130.000 kişi Oğuz kayı boyu üçok obaları batıya göç yapar bunlardan bazıları Akçakocaya gelirler bu Ceneviz ve Bizanslıların kurdukları köylerin yanına yerleşirler,fakat buraları talan ederler zarar verirler bunlardan bıkan Cenevizliler İmparatora şikayet eder ve İmparatorda o sıralarda Romanya’da Dobruca’da bulunan Gagavuz Türklerinden silahşör obaları buraya getirtir ve yerleştirir buraların güvenliğini sağlar ve bu kavimler yıllarca iç içe yaşarlar.Ayrıca Osmanlı-Rus savaşından bıkan Doğu Karadeniz den Laz ve Hemşin,Çerkez halkı batıya göç eder Akçakocaya gelir bazı köylere yerleşirler bunlardan bir tanesıde Hasançavuş tur.Neticede burada Cenevizli,Bizanslı,Gagavuz Türkleri,Oğuz kayı boyu üçok obaları,Doğu Karadenizden gelen Hemşin,Laz,Çerkez bu kavimler burada iç içe yaşamışlardır. Akçakocada M.Ö. 1200 yılında Frik,M.Ö. 670 Lidya,M.Ö.395 te Roma pontos,M.Ö.1200 de Hitit ama bu kesin bilinmiyor bu kavimler yaşamışlardır. 1877 yılında Rus-Osmanlı Savaşından dolayı  doğu Karadeniz ve Kafkasya’dan göç alır.Rusya’nın NOVRESSKY limanından köhne vapurla buldukları her türlü teknelerle batı Karadeniz’e doğru göçe başlarlar.Samsun,İnebolu en son Akçakoca Çuhalı İskelesi’ne gelirler.Günlerce gemilerde aç susuz kaldılar,deniz tutması ve tifo hastalığına yakalanıp çok zayiat verdiler.Akçakoca İskelesine çıkanlardan ölenlerin 2 yerde mezarı yapıldı.Bugünkü Mustafa Açıkalın Okulu ve Huzur Evi arasında gömüldüler birde müftülük binasının olduğu yerde gömüldüler.Yeniden sağlıklarına kavuşan Çerkez aileler Düzce kazasına gittiler,bir kısım Akçakoca’da kaldı.Bunlar daha sonra Hasan Çavuş Köyü’ne yerleştiler.Köy Çerkes ,Circasse,Kirkas,Çerkis ve Çerkez olarak anılırlar.Abasg-Karket dilleri Adige Ubi ve Abhaz lehçeleri olmak üzere 3’e ayrılır.Çerkezler köy kabile şeklinde yaşarlar.21 mayıs 1864 günü TUABSE’ye yakın Acepsu dere kenarında KBAADE ile intihar savaşı denilen mevkide Ruslarla karşılaşan son Adige fazla Dağlı ve Kırımlı hunharca ve vahşice kullanılan nefatlarla yurtlarından sürüldüler.270 yıl süren Kafkas harpleri son buldu.1864 göçünde 3milyon Çerkez nüfusu Anadolu’ya göçünden dolayı azalmışlardır.Karaburun mahallesinde Bizans döneminde kurumlu 1 iskele vardı,bu iskele çevre köyleri kullanıyorlardı.Dere içinde Ebir kilise tabanı bulunmuştur çünkü burada Protestan kilisesi vardı.Kilise civarında ki cami mezarlıklarla birlikte münkariz oldu.Halen kiliseye ait ayazma kalıntıları bahçe içinde bulunmaktadır.Burası Bizanslılara ait iskan yeriydi..Köy Göçmen köydür,Kafkasya,Rize,Pazar,Trabzon’dan çok göç almıştır.Merkez ve Karaburun mahallesi vardır.Köyün diğer adı Çerkezköy’dür.

 

KÖYÜN İSMİ NEREDEN GELİYOR:

Daha önce Bizanslılar,Cenevizliler, Manav Türkleri vardı,1864 yılında buraya Çerkezler gelir. Köye ilk gelen Hasan Çavuş Efendi bu köyün kurulmasında öncülük etmiştir ,Hasan çavuş Akçakoca’dan buraya gelir burayı kendi memleketlerindeki yere benzetir buraya yerleşmeye karar verir çok uğraş vermiştir,tekrar geriye dönerek şimdiki huzur evin yanında bulunan akrabalarını alarak buraya gelir, buradaki evlerin yapımında da çok emeği geçmiştir.Bundan dolayı köye akrabaları Çerkez köy olan bu köye atalarının ismi Hasan çavuş ismini  bu köye vermişlerdir,burada manav  Türkleri ile beraber yaşamışlardır. Çerkezler Düzce’de akrabalarının bulunduğunu öğrenirler  ve göçü Düzce ye taşırlar,artık burada 2-3 aile kalmıştır,daha sonra köye ilk önce 1878 yılında Karadenizden Rize Fındıklıdan İnceoğluları,Karoğulları,Fırıncılar ( Ergünler ) Yakupoğulları gelir buraya yerleşirler,daha sonra 1916 da 2 ci göçte yine Karadenizden göç gelir merkez mahalleye yerleşirler,daha sonra Rize Ardeşen Öce ( şimdiki Yeniyol ) köyünden Hasan Altay 1929 yılında Akçakocaya vapurla Karaburun iskelesine gelir,daha önceleri buraya yerleşen Yakupoğullarından olan şimdiki Alas sülalesi nin yanına gelir,bunlar akrabadırlar bunlarda merkez mahalleye yerleşirler,daha sonra sahile inerek buraya yerleşmişlerdir,köye daha sonra Trabzon,Giresun,Ordu danda göç gelir merkez mahalleye yerleşirler,bunlar yıllarca hep birlikte yaşamışlardır,fakat köyde manav Türkleri ve Çerkez kalmamıştır.Bu köyde Hemşin ve Laz lar da vardır,yalnız buraya gelen Çerkezlerden 2-3 aile kalmıştır.Köy göçmen karışık dağınık köy statüsündedir

 

TARİHİ YERLERİ

 

Karaburun mahallesinde Bizans döneminde kurulmuş bir iskele vardı,bu iskele çevre köyleri kullanıyorlardı.Bu iskele buraya çok önem kazandırmıştır,ormandan kesilen keresteler buradan nakliye yapılıyordu ,yolcuların nakliyesi buradan yapılıyordu,Osmanlıda son zamanlarda bu iskeleyi kullanmıştır,fakat bu iskele 1960 yılında yıkılmıştır.Dere içinde Ebir kilise tabanı bulunmuştur çünkü burada Protestan kilisesi vardı..Kilise civarında ki cami mezarlıklarla birlikte münkariz oldu.Halen kiliseye ait ayazma kalıntıları bahçe içinde bulunmaktadır.Burası Bizanslılara ait iskan yeri idi .Deniz ticaretini buradan yapan Bizanslılar burayı çok kullanmışlardır,cami bahçesi içerisinde birde hamam olduğunu söyleyen Ayhan Altay ağabeyim son yıllara kadar bu hamamın olduğunu hayvanlarını burada suladığını bize anlatmaktadır,ayrıca Karaburun tam ucunda sağ tarafta ormanlık arazide tepede Osmanlı-Rus savaşında Ruslara karşı yapılan makineli mavzer silahı  ile karşılık vermek için ve gözetlemek için bu uçta tepede bir adet dehliz bulunmaktadır bunların eşleri Çayağzı köyü ve Ayazlı mahallesindedir,bu dehlizin bulunduğu yerde ayrıca Osmanlıya ait karakol askeri kışlası olduğu  sık sık buraya hayvanları otlatmaya gittiğinde buradaki askerlerin   Ayhan Altay ağabeyime yemek verdiklerini,bu kışlanın 1935 yılında kapatıldığını Ayhan ağabeyimiz bizlere anlatmaktadır.Ali Örs ün olduğu bakkal ın yanında 5 adet  çok büyük 150 yıllık Karaağaçlar vardı burada hıdırellez şenlikleri ve güreşler buralarda yapılırdı,bu ağaçlar 1955 yılında kesilmiştir,bundan dolayı Karaburun’a eskiden Karaağaç dibi denirdi,1955 yılından sonra Karaburun denilmeye başlanmıştır.1948 yılında Karaburun iskelesinden Melenağzına bir gün sandalla giderler dönüşte sandal alabora olur ve sandaldan 2 kişi boğulur yalnız bu boğulan yeni gelindir,bunun kundaktaki çocuk boğulmaz kendiliğinden deniz dalgaları sahile kundağı atar boğulmaz bu dikkat çekmiştir.bu çocuk ismi Mehmet tir soy ismini hatırlayamadık bu zat şimdilerde ölmüş Hasançavuş mezarlığındadır.1942 yılında Karadenizde bir alman gemisi Ruslara esir düşmemek için denizaltını batırırlar burası da Karaburun açıklarıdır,bir gün sabah hayvanlarını otlatmaya çıkartan Ayhan Altay ağabeyim bir bakar şaşırır çünkü şuandaki  Mehmet Tural ın  olduğu yerde 3 adet askeri çadır kurulmuş askerler var yanlarına gider fakat ne konuştuklarını anlamaz,aklına abisi gelir merkez mahalleye gider abisi o zaman Bursa’da  şube binbaşısıdır o sırada ( M.Ali Altay ) köydedir buna danışır askerlerin yanına giderler ve abisi askerlerle anlaşır,askerler denizaltıyı batırdıklarını anlatırlar,M.Ali Altay bu durumu Akçakocaya bildirir ve bu askerleri öküz arabalarıyla yaya Akçakocaya teslim eder ,giderlerken Paşalar ,Kalkın dan geçerken hep birlikte marşlar okurlar bunları bu köylülerde şaşkınlıklarla izlerler ,ordanda bu almanlar Ankara’ya gönderilir,bundan dolayı M.Ali Altay Bursa’da iken devlet mükafatlandırmıştır.

 

AKARSU VE DERELERİ

 

Köyde tek dere vardır ismi Karadere dir,köy içinden çıkar Nazımbeyden Melen ırmağına akar Hemşin köyünden çıkan Cırazlı dere Karaburun mahallesinden denize dökülür,su altı seviyeleri çok değişkendir,Pınar,ve kuyu suları faydalıdır ancak çok kireçlidir,serttir koli bakımından zengindir içilmesi mahsurludur,sıcak su ve göl yoktur

 

DAĞ VE TEPELERİ

 Ordulu Dağı eteklerinde kurulmuştur,Yörük tepesi 960m.

 

İKLİMİ

En fazla yağış Eylül-Kasım-Aralık-Ocakta olur,kar Aralık ve Ocak ayında yağar ama uzun sürmez,Mayıs-Haziranda Karayel,Temmuz-Ağustos-Eylül ayında Poyraz eser,kış aylarında lodos eser,Temmuz- Ağustos-Eylülde güneş kendini daha iyi gösterir,Aralık,Mart ayları arası en düşük sıcaklık olur ılımaman Karadeniz iklimine sahiptir.

 

JEOLOJİK DURUMU

 Eosen-Folişi,Muminitli Kalker mevcuttur.Dere ve vadi tabanları alüvyon,yamaçların büyük bir bölümü silis formasyonu,tepelerin üst kısmı da 3.derecede kumlu,çakıllı tabakalar halindedir.Depreme dayanaklı 3.bölgedir.Dağlar denize paralel uzanır.Paleozoik devre ve tersier arazilerde ibarettir.Eosen Folişi- Muminitli kalker toprağa sahiptir Jeolog Dr.Ervin Lan,Mühendis Zeki Erişir.

 

BİTKİ ÖRTÜSÜ

 

Akçakoca’da orman alanı 20477.77 hektardır.Çoğu bozuk orman alanıdır % 43 kayın % 0.8 gürgen %0.1 kestane % 6 meşe % 1 kavak % 0.25 ıhlamur % o.4 çınar bulunur,gerisi fındıklıktır.Maki bitki örtüsüne sahiptir,iklimin mutedil yağışlı olması bitki örtüsünün gür olmasını doğurmuştur.

TOPRAK YAPISI

Topraklar kırmızı kahverengidir.Toprak asitli,kireci azdır,topraklar erozyona maruzdur.Potas ve fosfor bakımından fakirdir,tuz oranı normaldir.Saha umumi olarak pedojenez bakımından genulik safhasındadır.Toprak killi ve tınlı kıvrıntılı karakterdedir.

 

TURİZM

 

İlçemiz turizmin yoğunlaştığı en önemli plajlarımızdan birinin bulunduğu

otel,pansiyon,restoran,kefelerin olduğu bir yerdir,plajı ile ünlü olan bir köydür,  dinlenme ve eğlence yerleri mevcuttur

Karaburun Köyü
Gözün alabildiğince uzanan geniş, bakir kumsallı plajlar, gerisinde kamp alanları, ekonomik fiyatlı kır lokantaları, gölgeli piknik alanları ilk dikkat çeken özellik olarak görünüyor. Bir zamanlar başta Alman turistler olmak üzere karavan ve çadır turizmin en gözde tatil yerlerinden biri olan Karaburun, günümüzde daha ziyade yerli turistlere hizmet veriyor. Köy meydanına gelince ortama çok çabuk alışıyor, her yeri bir çırpıda görebiliyorsunuz. Uzun boylu ağaçlar altında ki minik parkta dinlenme molası verirken, her iki yana uzanan kumsal denize girenleri ağırlıyor. Açıklarda insana dost yunus balıkları sırt yüzgeçlerini göstererek çeşitli oyunlar yaparken ilgi odağı olup, sahillerin güvenli olduğu konusunda mesaj veriyorlar. Kıyıdan itibaren boyunca sığ olan deniz, dalga olsa bile yüzenleri olumsuz etkilemiyor. Geniş alanda kamp yerleri, diskotek, bar, çay bahçesi, iki içkili, bir içkisiz lokanta, gelişmiş olan ev pansiyonları ihtiyaçları karşılamaya yetiyor. Mayıs ayında başlayan mevsim Kasım ayına dek tatil izni veriyor. Karaburun sahilinde denize paralel devam ettiğimiz yolun sonunda Melenağzı Köyü ile karşılaşıyoruz. B.Melen Çayının denize kavuştuğu bu bölgede, balıkçı tekneleri canlı renkleriyle, toprak renkli çaya renk katıp süslüyorlar. Dokuz Değirmen köyünden başlayan rafting katılımcılarının bitiş noktası olan Melenağzı mevkiinde bulunan köprü, çayın her iki yanını ve çevreyi seyir için imkan verirken, piknik yapmaya elverişli alanlar, pansiyon ve bahçeler göz okşuyor. Yöre halkı fındıkçılıkla uğraşıyor ve balıkçılıkla geçinenler uygun yerlere bıraktıkları ağlara az da olsa kefal balıkları doluyor. Akçakoca merkezine . uzaklıkta ve Melenağzı yolu üzerindeki Karaburun Köyü ve Plajı hem kumu hem de sahili ile en az Melenağzı kadar keyifli bir plaj. Bu bölgedeki ev- pansiyonların mimarisi de çok sevimli. Çok rağbet gören köy gerçekten şanslı. Hem doğal güzellik açısından çok zengin hem de tatilin keyfini çıkartmak isteyenlere yeme-içme, konaklama, dinlenme ve deniz banyosu için çok uygun ve güzel alternatifler sunabiliyorlar.Burada bulunan Besim Kar a ait banklow tipi yazlık villalar ve siteler,Ali Sakarya,Hasan Güngör,Ercan Altay,Ali Örs,Fatih Çınar,Tuncay Altay,Taşkın Altay,Cengiz Altay, Nurettin Kar bu arkadaşlarım burada turizme çok katkıda bulunmaktadırlar,köyün tanıtımında öncülük yapmaktadırlar,buralardaki pansiyon,disko,restoran,kafeterya gibi işletmeler bunlara aittir,ekonomik açıdan köye katkıları büyüktür.Buraya biraz daha önem verilirse buranın turizm açısından daha büyüyeceğini ümit ediyorum.Turizm ve tanıtma derneği burayı unutmamalı buraya gereken imtiyazı göstermelidir.Merkez mahallesi bir tepede kurulmuş denizi burada rahatlıkla görmek mümkündür,buradaki otantik evleri,görmeye değerdir.


CAMİLERİ

Köyde 2 adet cami vardır,merkez mahalledeki cami, burada eski cami vardı bu yıkılarak 1910 yılında tuğla yapıdan tek Şerifeli 150 cemaatli bir yapıdır.Diğeri ise Karaburun’daki cami 1968 yılında tuğla yapı tek şerefeli,100 cemaatli,tuğla yapıdır köylü kendisi yapmıştır arazisini Enver Alas vermiştir

 

MEZARLIKLAR

Köyde 2 adet mezarlık vardır 1 cisi köyün tam içindedir camiye çok yakındır,2cisi ise karşı köy mezarlığıdır,2 mezarlıkta  kullanılmaktadır 1cisi ise Çerkez aileleri mezarlığıdır.Eski köy munkariz olunca köyün kendine ait mezarlığı vardır,bu mezarlıkta,Rize’den 3 ay da 3 çocukları ile Akçakoca Karaburun mahallesine gelir,burada ölür ve gömülür Fatma Örsoğlu D.1883-Ö.1978 dir. Mezar taşlarındaki konular erkek mezar başlarına başlık,kadın mezarında süslemeler ön plandadır,erkek mezarlığında büyük sarıklı olanlar ulema ve paşaları,uzun külah üzerine sarık tasvirler,derviş ve tarikat şeyhlerini,sadece ince sarıklılar köy ağalarını,üstü geniş ve altı dar kavuk biçiminde olanlar yeniçeri ağalarını işaret etmektedir

 

EKONOMİSİ

TARIM:

HUBUBAT:Buğday,Mısır,

BAKLIYAT:Fasulye,Bezelye,Bakla,Soğan,Lahana,Marul,Pırasa,İspanak,Kaldırık,PatatesKaralahana,Biber,Patlıcan

MEYVE       : Elma,Armut,Kestane,Ceviz,Üzüm,İncir,Dağ çileği,Muşmula,Ayva,Kızılcık,Kiraz

Ekonomisi Tarım ve Hayvancılığa ,Turizme dayanır.Artık günümüzde fındığın para etmemesi insanları başka işlere meşguliyetine zorluyor,,yalnız sağman inekler vardır,., tavuk kümesleri olmasına rağmen kümes hayvancılık da yok olmaya yüz tutmuştur..Köyün erkekleri sanayi bölgelerine çalışmaya giderler,nakliyatçılıkla uğraşanlar vardır,artık köylü son zamanlarda endüstri kollarına yönlenmiştir,,köyde hiçbir sanayi kuruluşu yoktur.Akçakocada eskiden köyden armut,ceviz,kestane,dut,incir,dağ çileği başta Zonguldak,İstanbul’a takalarla sevki yapılıyordu.Ayrıca kesif ormancılığı vardı bunlarda aynı şekilde sevkıyatı yapılıyordu,fındık bahçesinin gelişmesi buraya ayrı bir önem kazandırmıştır.Mısır ve Buğday daha önceleri Bolu ve Gerededen karşılanıyordu.köyde tütün az miktarda yapılmıştır.Köyde turizme çok ağırlık verilmiştir ,pansiyonculuk  çok iyidir İlçemizde tarımsal üretim içerisinde bitkisel üretim, özellikle fındık üretimi ağırlıklı yer tutmaktadır. Fındık üretimi dışında kasaplık tavuk üretimi, büyükbaş hayvan üretimi, balıkçılık, arıcılık,  mantar üretimi önemli tarımsal faaliyetler arasındadır. Akçakoca 1930 yıllarda ekonomi denize bağlı idi,bunun yanı sıra reçberlik,odunculuk,kerestecilik ön safhada yer alırdı,şehirlinin tümü denizci idi,gemi tüccarı,gemici,tekne sahibi,balıkçı,yada yükleme ve boşaltma amelesi idiler.Akkaya,Aftunağzı,Beyhanlı,Döngelli,Çuhalı,Kızlarağası,Değirmenağzı,Taşman Deresi,Karaburun,Melenağzı iskeleleri vardı,buralardan ticaret sağlanırdı.Ayrıca ilçede 4750 büyükbaş hayvan vardı ama son yıllarda azalma kaydedilmiştir,kümes hayvancılığı da son yıllarda azalma görülmüştür 190 adet kümes vardı,beyaz et üretimi 25.000 tonu geçmekte idi.2000 civarında fenni kovan vardır ,Tavuk kümesleri de vardır.Karaburun mahallesi turizm açısından çok zengindir ekonomik açıdan köye fazla miktarda katkı saylamaktadır,turizm açısından zengin olan bir köy statüsündedir.Maden direkleri dışında ,Bolu Adapazarı’nda ,Düzce’de yetişen buğday,kavun,karpuz gibi toprak ürünleri manda ve öküz arabalarıyla deniz sahiline getirilir buradan da deniz yoluyla gelen gaz,ve tekel maddeleri aynı arabalarla taşınırdı,sahilde bulunan depolarda bu mallar stoklanır dı zaman içerisinde tuz ve benzeri şeyler şehir ve kasabalara sevkiyatı yapılırdı,ayrıca deniz yoluylada sandallarla başka şehirlere sevkiyatı yapılmakta idi.

 

FINDIKÇILIK

Hemen hemen herkes fındıkçılıkla uğraşmaktadır.Devlet orman arazilerini açıp buralara,memleketten 1900 yılında Trabzon’dan gelen Bostancı hacı Ahmet efendi Akçakoca’ya fındığı getirir Osmaniye mahallesine fındığı ekmiştir,yine Mehmet Arifin getirttiği fındığı ekerler daha sonra Batum göçmeni olan zücaciyelik yapan Mustafa efendi Doğu Karadeniz sahillerinden aldığı fındık fidelerini Ereğli ve Akçakoca da satarmış.Bir gün Giresun’a uğrar o zamanın belediye başkanı limanda fındık fidesi dağıtıyormuş,Mustafa bey bunları alır gemi kaptanına da söyler,gemi kaptanı fideleri fıçılara koyarak Ereğli Akçakoca ya getirir,diğer rivayete göre de Yenice köyün kurucusu Kibaroğlu Hurşit,Kırıkoğlu Tahir,Keleşoğlu İbrahim,Alioğlu Tufan Tefik ilk fındık fidelerini ekmişlerdir.Bunların getirdiği fındık dallarından sopa ile dövülürmüş dalları çok büyükmüş,daha sonra Mehmet Arif kaliteli fındık fidelerini götürür,millete bunları tercih eder millet bu fındık fidelerini dikerler.1922 yılında 4000 fidan mevcuttu fındık sevkiyatı artınca millet fındık ekmeye başlar,fındık bahçelerde elle toplanır,çeşitli evrelerden geçtikten sonra yere sofralar kurulur altına büyük bezler serilirdi, sofra etrafına toplanan kişiler fındığı kırardı,bazıları da fındığı kabuğundan ayıklıyordu çok çetin olan bu sistem yerini 1930 yılında merkezde Kapkirli’de elle çalışan değirmen gücü ile çalışıyordu ve fındık böyle kırılıyordu,Sarı Hafızların Halit Arıkan bu değirmeni kurmuştu ,daha sonra Trabzonlu Abdulrezzak efendi elle kırma fabrikası kurar,daha sonra Küçükömerle’in Ömer Aydın 1932 yılında  şimdiki Özyuvam’ın olduğu yere ahşap bina içinde makaralarla çalışan fındık kırma makinesini kurar,1942 yılında da Diyarbakırlı lakaplı Cemil bey Osmaniye de bir değirmen kurar ama bu değirmen dizel motoru ile çalışmakta idi,yine bu sırada mebus Vahit Yöntem Osmaniye de deniz kenarında modern bir fabrika kurar1946 yılında,1947 yılında da Arabacı köyünde Hocaoğlu Mehmet dizel motoru ile çalışan bir fındık kırma fabrikasını kurar.Edilli köyünden olan Hüseyin Horoz da dizel motorun masrafını azaltmak için Değirmenağzı mevkiinde su gücü ile çalışan fındık kırma fabrikasını kurar,düşük alternör ilavesi ile akü şarj girişimi ile iyi bir fabrika idi ve en son 1954 yılında Orhan derenin denize döküldüğü yerde fiskobirlik adına modern bir fabrika açılır,bu fabrika 2008 yılında tamamen yıkılır bunun yerine Sapak mevkiinde çok modern fabrika açılır üretimine devam etmektedir.İlk fındık yağını Kalfanın Bekir Üstünel yapmıştır,fındık eskiden tımar,çapalama,tırpan yapma,toplama,öküz arabalarla taşıma,sopalarla dövme,elle ayıklama,sık tellerden yapılmış bir aletle incesini kalınını tozunu ayıklama evrelerden geçerdi,ama şimdi toplama,ilaçlama,gübreleme,motorla tırpan yapmak,ayıklamayı patoz makineleri ile yapmak maliyeti yükseltiyor,Fisko’da fındık taban fiyatını da düşük tutunca halk artık fındıkçılık’a iyi bakmıyor.Fındık şubat mart ayında ekilir 2-3 yıl yetişmesi sürüyor,4-4 6-6 ara ile 6-8 fidan 60- ocak kuyular açılarak dikilir.En iyi fındık türleri şunlardır: Çakıldak,Kargalak,Kan,İncekara,Kuş,Tombul,Paloz,Foşa,Kalınkara,Uzunmusa,Mincane,Cavcana,Badem,Yağlı fındık,Kara fındık,( yağlı fındığa benzer kabuğu siyah ve serttir)Sarı fındık (yuvarlak kabuğu ince verimi fazla),Yomra(yuvarlak vermi fazla),Sivri( ince uzun bademe benzer),Dilovası,ve Mehmet Arif fındığı ( yağlı  kabuğu ince verimi fazladır). Deli sava(Fındığın içini iyi doldurmaz)

 

HAYVANCILK

Az sayıda Koyun,,Sığır,Tavuk,Arıcılık yapılmaktadır,her evde hemen hemen sağman inek mevcuttur,süt besiciliği yoktur süt mandıra üretim tesisleri yoktur,köylü kendi süt mamüllerini kendisi yapardı ama maalesef büyükbaş hayvan yetiştiriciliğinde düşüş yaşanmıştır. Deniz balıkçılığı da yapılmaktadır,ayrıca tavuk kümesleri vardır

 

ORMANCILIK

 

Çam,Kayın,Meşe,Kestane,Gürgen,İhlamur,Kavak,Çinar,Defne,Kocayemiş,Muşmula,Ayı üzümleri,Orman gülleri,Yer gülü,Erica ağaçları,Erelti otu,Çoban püskülü diye orman ürünleri var 3465 dekar ormanlık vardır,.Eskiden devlet orman arazisini talan edip fındık ekimi yapılmıştır,Köyde ormanlık alanı seviyesi düşük seviyededir% 8 gibi

 

AVCILIK

 

Bölgede göçmen kuşlara daha çok raslanmaktadır,Sarıkuş,Çulluk,Bıldıcın,Ördek,Üveyikördek,Kaz,Kuğu,Tarakçın,Karakçun,Sığırcık,Bozbakal,Karabakal bulunur.Son zamanlarda,gerek ilaçlama gerek yanlış avlanma neticesinde çok azalma olmuştur. Ördek,Çulluk avı çok meşhurdur.Çevredeki daimi kuşlar Kestane Kargası,Çulluk,Ördek,Üveyik,Sığırcıktır.Tavşan,Çakal,Tilki,Domuz, Ayı,su Samuru,Kunduz,Geyik,Karaca vardı ne yazık ki bunlara da az rastlanmaktadır.Domuz avı devamlı yapılmaktadır.Köydeki devamlı hayvanlar Domuz,Ayı,Kurt,Tilki,Çakal dır.Sahil kesiminde Karabatak ve Martılar vardır ama köylüler bunlarla ilgilenmezler.

 

 

KÜLTÜR

 

LAZ KÜLTÜRÜ :Karadeniz sahil kesimi 1461 yılından itibaren Fatih Sultan zamanında Osmanlı egemenliği altında Lazistan sancağı ilan edildi ,bu bölgedeki Lazlar kendi yönetimleri altında yaşadılar.Yavuz Sultan Selim bu bölgeye beylikler kurdu,17. yüzyılda bu bölge müslüman olur1925 yılına kadar Lazistan sancağı altında yaşamlarını   sürdürdüler,1788 Berlin antlaşması ile Lazlar iki ülke topraklarına bölündü bu arada Doğu Karadeniz halkı batıya göç ederler Aynı halk Akçakoca dada aynı kültürlerini sürdürmektedirler. Tarihi kaynaklar, Lazların Doğu Karadeniz yöresine Kafkaslardan indikleri konusunda görüş birliği vardır. Tarih sahnesine ilk kez Karadeniz’de çıkmışlardır. XI-XII. Yüzyıllarda Karadeniz’in doğusunda kurulan ve KOLKHİS/Rothis devletini oluşturan topluluklardan biri de Mergrel- Lazlardır. Lazlar, 6. Yüzyılda  Bizans etkisinde kalarak Hıristiyanlığı benimsediler. Kolkhis Devleti yıkılınca Bizans egemenliği altında LAZİKA krallığı seçimle iş başına gelerek, Bizans’a vergi vermeyip, bunun karşılığında doğu sınırını korumayı üstlendiler.Doğu Karadeniz’in sahil kesimi  1461 yılından itibaren Fatih Sultan Mehmet döneminde Osmanlı egemenliği altında  Lazistan Sancağı olarak ilan edildi. Bu bölgedeki Lazlar kendi yönetimleri altında yaşadılar.Yavuz Sultan Selim bölgede beylik sistemini kurdu. Bölge 11 beylikten oluşuyordu. Lazlar da yarı bağımsız statüde Laz derebeyliği olarak Osmanlılara asker ve vergi vermekteydi. Lazlar 17. Yüzyıldan itibaren Müslümanlaşmaya başladılar. Bölge 1925 yılına kadar Lazistan olarak kayıtlara geçmiştir.1828-1829 Osmanlı Rus Savaşlarında Laz Savaşçıları Osmanlı cephesinde yer almışlardır. Bu savaşlarda büyük kahramanlıklar göstermişlerdir. 1877-1878 Osmanlı Rus Savaşı sonunda imzalanan  Berlin Anlaşması ile Lazlar iki ülke topraklarına bölündü. Bu savaştan olumsuz etkilenen Lazlar Bursa, Yalova, Karamürsel,İzmit, Adapazarı, Karasu,Akyazı, Geyve,Hendek, Sapanca, Zonguldak, Düzce , Akçakoca gibi bölgelere göç ederek dil ve kültürlerini buralara taşıdılar. Akçakoca’da merkez ve köylerde yerleştiler. Lazlar Akçakoca’da daha çok Merkez İlçedeki  Osmaniye , Ayazlı Mahallesinde ve Edilli , Döngelli, Uğurlu Köylerinde kalabalık gruplar halinde bulunmaktadır.

Dil

 

Lazca (Lazuri nena) Güney Kafkasya dil ailesinden Zan ve Kokhian kolundan Gürcüce, Svanca ama özellikle Megrelce ile oldukça yakın bir dildir. Türkiye Lazlarının tamamı Türkçe'yi anadil seviyesinde konuşabilmekte ve yazabilmektedir. Köklü bir sözlü geleneğe sahip Lazca'nın yazılı bir dili bulunmamaktadır. Laz destan, masal ve şiirleri ancak 20. yüzyılda yazıya dökülebilmiş, 1984 yılında Fahri Kahraman tarafından Dumezil'in transkripsiyon sistemine dayanan Latin tabanlı bir alfabe önerilmiştir. Gürcistan'da yaşayan Lazlar ise dillerini Gürcü alfabesi ile yazmaktadır. Lazların ataları olduğu sanılan Kolhların yazılı dilleri olmamasına rağmen, incelenen antik çağa ait mezarlarda Laz asillerin adlarının Yunan alfabesiyle yazılı olduğu görülmüştür  Lazca Yunanca ve Türkçe'den ödünçlenmiş çok sayıda kelime barındırmakta ve kendi içinde bir kaç lehçeye ayrılmaktadır. Cumhuriyet döneminde Türkçe'nin Trabzon ağzının yaygınlık kazanmasıLazca'nın varlığını tehdit eder bir hal almıştır.laz ve manav kültürü vardır

Din

Roma İmparatorluğu döneminde MS. 5 yüzyılda Paganizm'i terkederek topluca Hıristiyanlığa geçen Lazlar 16. yüzyılda Ortodoks Hıristiyanlıktan İslam'a toplu olarak geçmişlerdir. Günümüzde Lazların tamamı Hanefi mezhebinden Sünni müslümandır [11]

Tarih

 Lazika krallığı MÖ 150 - MS 600

Laz halkı antik çağ ve sonrasında Kolhis, Osmanlı döneminde Lazistan günümüzde ise bazı Laz aydınları tarafından Lazona olarak adlandırılan Kuzey Doğu Anadolu ile Gürcistan'ın birleştiği coğrafyada otokton olarak yaşamaktadır. Kolhis'in varlığına ilişkin ilk yazılı belge Urartu kralı II. Sarduri döneminde Lazların yaşadığı ülke Qulha olarak geçmektedir. Lazlar MÖ 150-MS 600 yılları arasında Doğu Trabzon ile Abhazya arasında kalan sahil ve hinterlandının tek hakimi olacak Lazika krallığını kurmuşlar bu bölgede yaşayan çok sayıda halkı yönetmişlerdir. Arrian Trabzon ile Dioskuria(Sebastopolis) arasında yaşayan halkları sayarken Lazları da saymıştır: Kolhlar, Saniyalılar, Malahonlar, Heiohar, Helonlar, Tsitreitler, Lazlar, Apsiller, Abazglar, Sanigler  MS 456 yılında Roma İmparatoru Marcian bölgeyi ele geçirmiş ve Laz Kralı Gobazes’e (Gubaz) boyun eğdirmeyi başarmıştır.  Bölgeye bizzat giden Prokopius'un notları (MS 554)yazarın Çani olarak adlandırdığı Lazlar hakkında detaylı bilgi vermektedir: Tzaniler, kadim zamanlardan beri, herhangi bir hükümdara bağlı olmayan bağımsız bir halk olarak yaşamışlardır. Ömürlerinin tamamını gökyüzüne doğru uzanan ve ormanlarla kaplı olan bu dağlarda yaşayarak geçirirler. Zira, toprağı işleme konusunda usta değillerdir ve memleketleri, sarp dağların en az olduğu yerlerde bile oldukça engebelidir. Bu yaylalar, engebeli olmanın ötesinde, son derece taşlık, işlenmesi zor ve hiç bir mahsule uygun olmayan bir toprak yapısına sahiptir. Onlar tarım yapacak olsalar bile, ürün yetiştirmek için yeterli toprak bulamazlar. Burada, ne araziyi sulamak, ne de tahıl yetiştirmek mümkün değildir; çünkü bu bölgede düz bir arazi bulunmaz ve hatta buralarda ağaç da yetiştiği halde, bunlar meyve vermeyen ağaçlardır. Zira bu bölge; bitmek bilmeyen kışın etkisiyle, uzun süre kar altında kaldığından, ilkbaharın başlangıç dönemi son derece belirsiz ve düzensizdir. Bu nedenlerden dolayı Tzaniler eski çağlarda bağımsız bir yaşam sürmüşler, ama şimdiki imparator Justinianus’un saltanatı sırasında, general Tzittas’ın komutasındaki bir Roma ordusu tarafından bozguna uğratıldılar ve hepsi kısa sürede mücadeleden vazgeçerek boyun eğdiler. Böylece, tehlikeli bir özgürlüğün yerine, sıkıntısı daha az olan esareti tercih etmiş oldular. Ve onlar hemen Tanrıya itaat ederek, Hıristiyanlığı kabul ettiler. Böylece yaşam biçimlerini huzurlu bir yola sokmuş oldular ve daha sonra düşmana karşı sefere çıkıldığında, her zaman Romalıların yanında yer aldılar.Bizanslı tarihçi Agathias'ın MS 6. yüzyılda tuttuğu notlarda Laz ve Kolhis  terimlerini özdeştirmektedir: "Lazlar büyük ve gururlu bir halktır ve onlar, oldukça önemli başka kavimlere hükmetmektedirler. Kolkhidalıların antik isimlerine bağlı olmaları ile abartılı bir şekilde gurur duyuyorlar ve muhtemelen kibirli yaklaşımları da bundan kaynaklanmaktadır" Prokopius' Lazlar'ın Roma İmparatorluğu’nun doğu sınırını korumaları karşılığında yarı bağımsız krallıklarında özgür bir hayat sürdüğü bildirilmekteydi. Bizans ile Persler arasındaki mücadelede oldukça yıpranan Lazlar, MS 7. yüzyılın sonlarında, Kolhis’in Arap işgaline uğramasıyla topraklarını terkederek güneye inmek zorunda kalmışlardır. Bizans'ın bölgede etkinliğini yitirmesinin ardından Trabzon İmparatorluğu ve ardından Osmanlı hakimiyetine girmişlerdir. 1877-78 Osmanlı-Rus savaşları sırasında Batum ve civarındaki Lazlarin büyük bölümü Anadoluya göç etmek zorunda kalmışlardır.

Kültür

Küçük bahçesinde kendine yetecek miktarda mısır karalahana kendir, patates, fındık, meyve, salatalık ekiminin yanısıra evinin altındaki ahırında küçük çaplı hayvancılık, balıkçılık, kuş ş avcılığı, fırıncılık ve inşaat ustalığı geleneksel Laz meslekleridir. 1930'lu yıllardan itibaren bölgede ekimine başlanan çay tarımı Laz halkının sosyo-ekonomik seviyesini yükseltmiş, başta İstanbul olmak üzere göçtükleri büyük şehirlerde küçük esnaflık yapabilecek sermaye oluşturabilmelerine yardım etmiştir.

Giyim

Laz erkeğinin geleneksel kıyafeti Samsun - Batum arasında Osmanlı döneminde giyilmiştir Laz kıyafeti olarak adlandırılmıştır: Başta kabalak, kukul adı verilen siyah başlık, zipka adı verilen siyah körüklü şalvar, çuha adı verilen burnu kalkık çarık, omuz başları ve dirseklerine meşin şeritler dikilmiş siyah aba ceket, belde kalça üzerinde şal (trablus ya da lahor) kuşağı, Çerkez kemeri, ayrıca aksesuar olarak yağdanlık, kama, pazubent, hamayıl, zincir. Laz kadını, Anadolu kadınından farklı olarak şalvar giymemekte eteğine ortkapu adı verilen bir kemerle bağlamakta, başını keşanveya tülbentle örtüp, beline fota adı verilen peştemalisarıp, boyunlarına altın liralar takmaktaydı.

El sanatları

Osmanlı döneminde Lazlar inşaat ustalığıyla ünlü olup sanatlarını 1917 Ekim Devrimi'ne dek çalışmak amacıyla gittikleri Rusya ve Anadolu'da icra etmekteydiler. Kesme taş veya tamamen ahşap malzemeden yapılan (ahşap-çatma) geleneksel Laz evleri, kışlık tahılı saklamak amacıyla kullanılan serenderler ve ahşap oyma sanatının icra edildiği yapıların ayakta kalabilmiş örneklerine bölgede halen rastlanmaktadır. Yakın zamana değin gerçekleştirilen, şekil, büyüklük ve kullanım amacına göre hentskeli, kalati, gudeli olarak adlandırılan sepet örme sanatı da günümüzde terk edilmek üzeredir.

Mutfak

Geleneksel Laz mutfağının temel besin öğeleri Trabzon ve Rize’de olduğu gibi mısır, karalahana ve hamsi olmakla birlikte geleneksel pişirme teknikleri ve pek çok özgün yemek değişen yaşam koşulları sebebiyle terkedilmiştir. Laz mutfağının en çok bilinen yemekleri şunlardır: Çirbuli, Pilavi Makarina, Kveli kağimağoni, luku, Ağani lobia, kumhi lobia, kotumeş dolma, Princoni, papa (mamalika), bureği,baklava, patlicani tağaneri, patlicaniş dolma, mtkui patlicaniş giyai, turşi tahaneyi, kabağiş sutli, termoni

Müzik ve halk dansları

Şimşir kaval ve kemençenin seyrek de olsa kullanımına karşın temel geleneksel enstruman tulum, geleneksel halk danslarının yegane adı ise horondur. Laz ve Hemşin horonlarının Trabzon horonlarından başlıca farkı horonlara sözlü iştirak edilmesi ve omuz silkme figürünün eksikliğidir.

Avcılık

Laz balıkçısı feluka (< filika)adını verdikleri av kayıklarını kendileri inşa etmekte, ağlarını kendileri örmekteydi. Laz balıkçılar zargana, hamsinin yanı sıra çakmaklı tüfeklerle 1970'lere dek yağı için yunus balığı avlamışlardı. Lazlar aynı zamanda ağ kullanarak ya da atmaca evcilleştirerek kuş avlama sanatında da ustadırlar. Lazca ve Megrelce aynı kökten gelmektedir.1878 yılında Batum Rusların eline geçince bura halkının çoğu Anadolu’ya göç ettiler. Bu tarihlerde Batumun Liman Köyünden Bekaroğlu Osman, Akçaşehir’e gelerek Çuhalı Çarşı etrafında diğer ailelerle birlikte yerleştiler. Mahallenin adı bu zatın adına izafeten verilmiştir.

AKÇAKOCADA

Kız ve Erkeğin Tanışması :Akçakoca’da mısır bitkisinin fazla ekildiği, fındığı kozalarından ayırma makinelerinin daha ortaya çıkmadığı dönemlerde mısır soyma, fındık ayıklama imeceleri yapılırdı. Bu imecelere kız ve erkekler bir arada katılırlardı. Mısır çapalama, fındık toplama işleri de imece şeklinde yapılırdı. Akçakocalı kız ve erkek gençler birbirlerini bu imecelerde, kasabaya inme sırasında, dereye suya giderken, nişan, düğün gibi eğlencelerde tanırdı.Kız ve erkeğin ortaklaşa güvendikleri bir kadını aracı olarak kabul eder ve sevgi nişanelerini birbirlerine bu aracılar ile gönderildi. Bu günde buna benzer olaylara şahit olunmaktadır. Çoğu kez kız erkeğe, kendi işlediği bir mendili, oğlanda kıza gülyağı, şeker, lokum, küpe, yüzük gibi hediyelerde gönderirdi.

Sevdalık Günleri :Akçakoca gençleri arasında sevdalık günleri çok önemliydi. Sevenlerin arkadaşları vardır. Bu arkadaşlar erkek ise, hep seven erkeğin etrafındadır, arkadaşları için pervane olurlar, hep beraber gezerler. Başkaları seven erkekmiş izlenimi yaratırlar. Örneğin; Sevdiği kız salıncağa binerse, önce aşık olan silahını boşaltır. Bunun anlamı: Bu “Seni başkası severse onu öldürürüm” anlamına bir mesajdır. Ardından aşığın arkadaşları silahlarını boşaltırlar. Bunun da anlamı: “Bir arkadaşımızın arkasındayız” demektir Durum herkes tarafından anlaşılır, kimse kimsenin sahasına girmez. Erkek evlenme arzusunu ailesindeki kadınlara açar. Zaman içinde gelişen olaylar oğlanın anası tarafından babasına iletilir. Günler ve gecelerce ne olup olmayacağı, aileler arasında düşünülüp tartışılır. Sonunda kız tarafının kıramayacağı bir elçi bulunur. Elçi baba ve annenin ağzını arar. Olumlu yanıt alınca kızı istemek için girişimlerde bulunur.Toplum kız isteme konusunda çok duyarlıdır. İstenilen bir kızın verilmemesi ya da söz kesiminden sonra dönülmesi erkek tarafından hakaret kabul edilir. Bu tür olaylar genellikle kan davası gibi olaylara sonuçlanır.

Sıra Gözetme :Ablası bekar olan, evlenme çağındaki erkek bu kuralı bozup evlenebilir. Erkek toplunda kadından önce gelir. Erkek kardeşler arasında da sıra gözetilir. Miras taksiminde kızın payı erkeğe göre yok gibidir. (Bu gelenek Lazlarda daha çoktur.)Son zamanlarda Bölgede kızlar arasında sıra gözetme geleneği vardır. Büyük kız varken küçük kız evlenmesi ayıplandığı gibi baba buna kesinlikle karşı koyar herkes hakkını yavaş yavaş  alma yolunu tutmaya başladı.

Başlık Parası :Akçakoca ve köylerinde başlık parası vermek hemen hemen yok gibidir. Yalnız fakir ailelerde kızına çeyiz yapabilmek için bir miktar para ödenir. Başlık parası verme Laz ve Gürcü ailelerde, Rizeli  toplumlarda daha az uygulanır. Abazalarda başlık parası alınmaktadır.

Kız Kaçırma Olayları :Abazalarda düğün çok masraflı olduğu için, özellikle birbirini seven çiftler kaçarlar. Bu danışıklı düğüştür. Kız kaçırılmadan önce nüfus cüzdanı kaçırılır. Kızın yaşı on sekizden küçük ise kız kaçırılınca erkeğin akrabalarından birinin evinde saklanır. Daha sonra aileler arasında anlaşmaya gidilir. Kaçırılan kızın yanında kıza yakınlığı ile bilinen kızın arkadaşı ile kaçırılır. Bu kıza tasavize denir. Kız emin bir ailenin yanına misafir edilir. Düğün yapılıncaya kadar kız o evde kalır. O evde her akşam eğlence yapılır. Bunun adına taşamhara denir. Kız-erkek anlaşarak kaçmışlarsa iki tarafın aileleri bir müddet birbirleriyle görüşmez. Daha sonra aracılar yardımıyla taraflar barıştırılır. Ancak yıllar süren küskünlükler söz konusudur. Kız kaçırmada kızın rızası yoksa olay kan davasına kadar gidebilir.

Kız İsteme Geleneği :Ön hazırlıklar tamam olunca kız babasının sevdiği birisi erkek tarafı ile birlikte kız istemeye gider. Erkek tarafından ağzı laf yapan biri sözü açar.“Biz Allah’ın emri, Peygamberin kavli ile kızınız ...............’yı oğlumuz ..............’ya istemeğe geldik” der. Baba da;Allah yazdıysa olur. Amma bir düşünelim. Soracak adamlarımız var onlara soralım” der. Bu biraz naz etmek ve kendi akrabalarına paye çıkarmak için söylenmiş bir sözdür. Bir müddet biçilir. Bu arada istiyorlarsa, el altından erkek tarafını cesaretlendirecek haberler iletilir.Bu dönemde, kız ile erkek karşılaştıklarında kaş göz işaretleri ile birbirlerine cesaret verirler. Kız belli bir süre sonra istenir.

Söz Kesme ve Nişan Olayı :Eskiden erkek askere gitmeden nişanlanırdı. Nişanlık süresi, askerlik, para yokluğu ile ilgili olarak 2-3 hafta ile bir yıl arasında değişir. Yerli halk arasında beşik kertmesi kesinlikle yoktur. Göçmen köylerinde beşik kertmesine rastlandığı söylenmekte ise de tespit edemedim.Kız istemede erkek tarafından hediye olarak getirilen “kutu şekeri” ertesi gün iade edilmez açılırsa, kızı erkeğe verildiğine işarettir.Taraflar tarafından söz kesiminden sonra oğlan tarafından akrabaları kızın evine yüzük, kutu şekeri ile elbiseler, çorap ve terlik alıp giderler. Nişanda yüzükler takılır. Bazı köylerde nişanda erkeğin bulunmadığı, akrabası tarafından kızın parmağına yüzük takıldığı söylenmekte ise yerli köylerde böyle bir gelenek bulunmamaktadır.Bir süre sonra kız tarafı, yüzük, bir kat çamaşır, kaynanaya elbise alıp oğlan evine getirirler.

Çeyiz Geleneği
:Çeyiz olarak sandık, yatak, yorgan, yelek, şalvar, bakırdan mutfak eşyası, elde dokunmuş yer hasırı, hasır seccade, ottan duvar yastığı, kanaviçe işler ve örtüler vardır. Çeyizin miktarı ailenin mali durumu ile ilgilidir. Yerli halkta çeyiz eşyası, Doğu Karadeniz kökenli ailelerde olduğu kadar fazla olmakla beraber, kızlar mirasta erkek kadar hakka sahiptir.

Kına Gecesi :Düğün geleneğinin ilk kademesi kına gecesidir.Kına gecesi Çarşamba günü yapılır. Kına gecesi için erkek tarafı beraberlerinde taraftarları ile birlikte yanlarına kına alıp gelin evine gidilir. Dört kız çarşaf veya büyük bir yazmanın altına gelini alırlar. Bir kız gelinin eline tabaktan kına yakar. Elleri temiz beyaz bezlerle yumrukları bağlanır. Bir taraftan da maniler söylenir. Hem gelin ağlar, hem etrafındakiler.
İzzet ve ikramdan sonra erkek tarafı evlerine gelir. Damadın evi önünde büyük bir ateş yakılır. Kız tarafı tavuk istemeğe gelir. Her evden birer tavuk alınır. Ateş yanınca baklavalar getirilir. İkramlar yapılır. Kız tarafı darıltılmadan uğurlanır.Kına gecesi bayramlık elbiselerini giyen genç kızlar çiftetelli, topal oyunu, orta oyunu gibi oyunlar yaşlı bir kadın denetiminde oynanır

Düğün Günü :Düğün genellikle nişandan en az bir yıl sonra yapılır. Bindallı ve benzer gelenekler yoktur. Eskiden gelin renkli ve temiz ipekli elbise damat ise don pantolon üzerine beyaz gömlek ve işlemeli yelek giyerdi. Güvey fakirse beyaz elbise ödünç alınırdı.Eskiden olduğu gibi gelin kayın baba ve yakın akraba arasına giderdi. Gelin evden çıkarken, kız kardeşlerden biri, yoksa akraba kızlardan biri çeyiz sandığı üzerine oturup sandık haracı isterdi. Ayrıca kapıdan çıkarken erkek kardeş, kapı haracı olarak bir miktar para talep eder.Köylerde, genellikle bir öküz arabası süslenirdi. Üstüne halı ve kilimlerle bir örtü yayılır. Araba çan ve zillerle bezenir, köylüler şık giysilerini giymiş, arabanın önündü, ardında, yanında yürüyerek giderlerdi. İkide birde araba durdurulur: Ala ala hay... diye bağırarak düğün evine varılır. Yolda devamlı halaylar çekilir. Kasap oyunu, Kastamonu zeybeği gibi oyunlar oynanır. Gelin alayı, çeşitli yollardan dolaşarak damat evine varırdı.Gelin alınmadan o köylülere veya mahalleliye pilavlık parası verilir. Gelin arabaya binmeden bolluk ve bereketli olsun diye ya damadın babası veya yakını bozuk paralar içinde şekerler, buğdaylar serper, çocuklarda bunları birbiri üzerine yığışarak kapış kapış toplardı.Köyden çıkıncaya kadar çeşitli yollardan dolaşarak damat evine varılır. Gelin arabadan inmez, bahşiş ister. Bir inek ya da tosun getirilir. Kulağı kesilerek işaret verilir. Kapı önünde kurulan bir masada kız tarafı tatlı, şeker, sigara, mermi gibi isteklerde bulunur. Bu istekler karşılanıncaya kadar gelin bekletilir. Bu durum bazen üç dört saat kadar sürer.Gelin eve girerken eğilip eşiği öper. Bolluk getirmesi düşünülerek mısır, buğday, şeker, bozuk para atılır. Akraba ve komşular başlarında birer tepsi baklava alarak erkek evine giderler. Tepsiler üst üste kümelenir.Erkeklerde evin önünde yakılan ateş etrafında oynarlar. Bu oyunlar kadın kıyafetine girmiş köçekler tarafından oynanır. Eğer aile varlıklı ise dört köçek, dört davul, dört zurna ve dört keman bulunur.Diğer köylerden geleneklerde kafileler halinde düğüne katılırlar. Kimileri koç, kimileri koyun getirir. Meydanda ikramlar yapılır.Yenip içilir. Sonunda köylüler misafirlerini evlerine götürürler.Hoca nikahı yapılır, bu adet yaygındır. Hoca nikahı yapılırken gelinin yanında dadı veya bibi (teyze, hala) denilen kadınlar bulunur.Gürcü köylerinde düğün gecesi, güveyin gerdeğe girmesi yasaktır. O akşam kızın akrabası olan kızlar sabaha kadar beklerler. Düğünün ertesi günü gerdeğe girilir. Düğün genellikle üç gün devam eder. Lazlar ve Hemşinlilerde de benzer gelenekler vardır.Diğer köylerde ise hoca nikahı kıyılır. Sonunda güveyi arkadaşlarının kolunda gelinin odasını getirilir. Arkasından yumruklanarak odaya itilir. Damat odaya girer. Hazır bulunan seccadede iki rekat namaz kılıp duasını yapar ve gelinle tanışmaya gider. Damat bu arada gelini konuşturmaya çalışır. Ona hediyeler verip konuşturur. Konuşturulunca da pencereyi açıp iki el silah atar. Bundan sonra herkes dağılıp gider.Gelinle damat, gidip kayınvalidenin elini öperler. Tekrar odalarına giderler. Orada baklava yerler. Bazense baklava kesmelerinin yarısını yiyip bırakırlar. Ertesi gün bunları evlenmemiş erkek ve kızlar yer. Darısı sizin başınıza gibi bir gelenektir bu. Ertesi gün sabah, köçekler, davetliler düğün evinin önüne gelirler. Oyunlar oynanır. Damat elinde bir tepsi baklava ile herkese birer kesme baklava sunar. Sonra da herkes dağılıp gider. Ev kadınlarla dolar. Duvak günü damat sağdıçla gider. Gelinle sabahtan ikindiye dek oyunlar oynanır, şarkılar söylenir ve derken düğün biter

Duvak :Güvey gecesi sabah gelini eğlendirmek için eğlence düzenlenir. Gelin oynar ve etrafa para atar.Bekar kızlar gelinin duvağından teller koparırlar. Duvaktan sonra erkek ve kız evlerinde yemekli davetler yapılır.

Düğün Davetleri :Bütün akraba ve hısımlar gelin ile damadı davet ederler. Bunlar taşıma davetleridir. Her gidilen eve gelinin yaptığı bir el işi işleme götürülür. Onlarda onlara çeşitli hediyeler verirler.

Doğum Olayı :Genellikle ilk çocuğun erkek olması istenir. Çocuklar genellikle beşikte büyütülür. Çocuğun adı üç gün içinde yaşlı bir erkek veya hoca tarafından üç defa kulağına okunarak konulur. İsimden sonra ezan okunur. Komşular ve akraba loğusaya evvela geçmiş olsun derler sonrada hediyeler getirirler. Doğumun kırkıncı günü çocuk ve loğusa yıkanır. Buna çocuk kırklandı denilir.

Diş Çıkarma :Küçük çocukların diş çıkarmaları aile için ayrı bir sorun olur. Ailenin bireyleri yeni çıkan dişi görmeyi uğur sayarlar. Onun içinde sık sık çocuk güldürülür, ağzına bakılır. Hatta bazıları ekmek kabuğunu gevlettirmek suretiyle dişin çabuk çıkmasının sağlarlar. Bazıları da parmağını rakıya batırarak çocuğun diş etlerini oğalar. Çocuk bundan çok hoşlanır.Dişin çıktığını gören kişi mutlaka diş çıkaran çocuğa ya elbise alır ya entarilik alsınlar diye anne babasına para verir.

Sünnet Olayı :Akçakoca bölgesinde kirvelik olayına rastlanmaz. Eskiden gezginci sünnetçilerin gelmesiyle hiçbir hazırlık yapılmaksızın çocuklar sünnet edilirdi. Günümüzde eğlenceler düzenlemektedir. Sünnetçiye, bazen para almadığı için sabun, havlu gibi şeyler verilirdi.

Dini Bayramlar :Dini bayramların Akçakoca örf ve adetleri içinde çok büyük yeri vardır. Üç aylar girince Recep, Şaban ve Ramazan gelinceye kadar bazı kimseler ramazana alışmak için ayda bir belli oruçlar tutar, kutsal geceler, cumalar yavaş yavaş ayrı bir kalabalık olmaya ve cemaat artmaya başlar.Ramazana hazırlık olmak üzere, makarnalar kesilir, erişteler yapılır. Yufkalar açılır, kuskuslar hazırlanır. Mevsime göre çeşit çeşit reçeller, hoşaflar ve şuruplar hazırlanır.Hele bayram gecesi yeni esvaplar giyilir, Provalar biter. Küçükler giyeceklerini başlarının altına koyar. Ayakkabılarını yatağın içine yerleştirir. Herkes banyosunu yapıp yatar. Küçük erkek çocuklar sabahleyin sabah namazına herkesle birlikte camiye gider. Namazdan sonra vaiz dinlerler. Bayram namazı kılınır. Hoca dikilir, en yaşlı adam hoca ile bayramlaşır, ondan sonraki hoca ile yaşlı bayramlaşır ve yerini alır. Böylece sıralanır. Cemaatin en yaşlısı ile en genci bayramlaşıncaya kadar sürer. Sonra birlikte hoca dua eder.
“Bu bayrama eriştiren Allah’a senalar ve amin” denilip çıkılır. Yolda görülenlerle bayramlaşırlar. Mezarlıklara gidilir. Ölülere dua edilir. Hastalar ziyaret edilir.”
Her köyün ramazanında davulcular bahşiş toplar. Birinin elinde bir sırık, birini elinde bir sepet. Davulcu davulu çala çala her evin önünde maniler söyler. Bahşiş; havlu, mendil, yazma sırığa bağlanır. Baklavalar, el altıda tepsi bulunan sepete konur. Paralarda davulcunun cebine konur.

KÖYDE

Bayramlar :Yerli köylerde bayram sözcüğü eğlence anlamına gelir. Bayram olacağı gece, bayramı bilen köydeki misafirler, bayramın olacağı köye yakın eş dost ve akrabalar ile birlikte giderler. O akşam onlara misafir olurlar. Kadın ve kızlar yemekten sonra daha geniş evlerde, erkekler ya kahvede ya da başka bir evde toplanırlar. Erkekler orta oyunları yaparlar. Mutaassıp olmayan yerlerde içkide içilir. Gramofon çalınır ve Cide kemençesi ve tepsi çalarak oyunlar oynanır. Genellikle oyunlar iki kişilik eşler halinde yapılır. En revaçta olan oyunlar topal oyunudur. Bu oyun Akçakoca’ya özgü bir oyundur

Eğlenceler
 :Eskiden patoz makineleri yokken, fındık harmanda kurutulur, sabahları tırmıklar vurulur, sonrada altından tanesi alınırdı. Kalan fındıklarda kabuklarından ellenmek suretiyle bulunup ayrılırdı. Köylerde bu işler imece halinde yapılırdı. Kabuk ayırma işi erken bitimi, orası düğün evine döner, oyunlar şarkılar, gülme, eğlence, yeme içme başlardı. Kızlar erkekleri, erkekler kızları burada seçerdi. Çalışkan mı? Tembel mi? Dili tatlı mı? Nobran mı? Şaka kaldırır mı? Yoksa içine kapanıp arpacı kumrusu gibi düşünür mü? Yapıcımı yıkıcı mı? Hepsi burada denenirdi. Bu eğlencelerde maniler söylenirdi. Atmaca tabir edilen karşılıklı mani atmaları da yapılırdı.

 ‘’Yukarı köyün çakalları                        Yukarı köyde çakal yok

   Aşağı köyün bakalları                         Aşağı köyde bakal yok

 KIZ İSTEME : Cuma gecesi erkek ailesi,kız evine gider ‘’Allah’ın emri Peygamber’in kavli ile’’ diyerek kızı ister.Kız tarafı araştırma ve akrabalarına sormak için süre ister,kızı vermek niyetinde değilseler kızımızın yaşı küçük nasibinizi başka yerde arayın derler ve ya Allah yazdıysa olur derler süre isterler.

KINA    GECESİ  : Düğünden bir gün önce gelinin ve yakınlarının eline kına yakılır kına erkek tarafından getirilir kına yakma töreni boyunca maniler söylenir gelin ağlatılır,kına gecesi kızlar çiftetelli ve çeşitli oyunlar oynar.Köy lisanı ile mani ve türküler söylenir.

 

 

   Damat beyin sakalları                         Güveyin sakalı yok

   Gelin kınan kutlu olsun                       Gelin kınan kutlu olsun

 

   Kına gecen hoş olsun                          Köyümüzden çıkıyorsun

   Evin bereket dolsun                            Bize veda ediyorsun

   Damat bey eşin olsun                         Yeni yuva kuruyorsun

   Gelin yuvan mutlu olsun                    Gelin kınan kutlu olsun’’

   Diye maniler söylenir.

 

 

FOLKLÖR :  Neredeyse tüm oyunları kızlı erkekli eşli olarak oynanır.Karadeniz folkloru hakimdir,Davul,Zurna,Saz,karşılıklı zille oynanan oyunda çalınan zil,kemençe,mızıka ve akordeon  ile çalınan ve oynanan oyunlar vardır.Köyde kendilerine göre iki kişiyle oynanan Çerkez  oyunları vardır.Bir bay bir bayan ortaya çıkar mızıka çalınır ve bazı kişiler ellerini vurur ya da tahtalara vurarak oyunlara eşlik ederler.,üçayak ve kemençe ile oynanan oyunlar vardır.Kafkas kültürü daha revaçtır. El çırpma(çepikli) oyunları meşhurdur Bir ağaca yumurta asılır, onu silhı ile kim kırarsa Tesayüzden çorap hediye edilir Köyün kendine has folklor ekibi yoktur,  Karadeniz folkloru hakimdir,Davul,Zurna,Saz,karşılıklı zille oynanan oyunda çalınan zil  oyunu ,Kemençe,Tulum gibi enstrümanlar çalınır Lazların yerel oyun gurupları sözlüdür,5-6 kişilik 2 gurup oluşturulur el ele tutmuş oyuncular seri ayak hareketleriyle birbirine yaklaşıp uzaklaşırlar,her gurupta bir türkü söyleyen vardır,türkücü karşı guruba türküler deyişler dokundurmaktadır,bu oyunda önemli olan türkü sözleriyle karşıdakini mat etmektedir,bu oyunun adı gelino dur.Rize Hemşin üç ayak oyunu da laz oyunudur,dairede oynanır Hemşin üç ayak oyunudur 2/4 veya4/4 lük ezgiler halinde oynanır

Bar,Halay,Horon,Sallama,Hara ve karşılama,üç ayak,Kolbastı,laz kültüründe çok önemlidir Bar,Halay,Horon,Sallama,Laz oyunlarındandır. Kına gecesinde kadınlar daire şeklinde oynarlar. Kadınlar ağıt yakarak gelini evin içinde dolaştırarak en son mutfağa götürürler. Orada bu oyunu oynayarak oyunu bitirirleri.

Oyunun Kuruluş Formu

 

(A)

A1 (Sağ ayakla üçleme)

A2 ( Sağ ayak yerinde adım)

 

Oyunun biçimsel formu tıpkı “Topal” oyununda olduğu gibidir.

RİZE- HEMŞİN ÜÇ AYAK OYUNU

Laz oyunlarındandır. Dairede oynanan horondur. Hemşin, Rize ve Üçayak Horonları 2/4 lük veya 4/4 lük ezgiler halinde çalınır.

 

RİZE

Oyun kuruluş formu:

C-               Adım cümlesi ( Sağ ayakta üçleme)

D-               Adım cümlesi ( Sağa ve sola yürüyüş)

 

Oyun indeksi:

 

(A)

A1- (Sağ ayakta üçleme)

A2 ( Sağ ayak yerinde adım)

 

(B)

B1- (Sağa yürüme)

B2- (Sol ayak yerinde adım )

B3- (Sola yürüme)

B4- (Sağ ayak yerinde adım)

DAVUL  : Davul savaş sırası,sonrası,askere giderken,törenlerde,ramazanlarda,güreş yapılırken çalınır.Davulun eski adı Tavuldur,Çağatay Türkleri tarafından yapılmıştır,bir haber aracıdır

ZURNA: Davul ve zembeleklerle çalınır ağaç maden, boynuzdan yapılır ,7 üstte 5 altta deliği vardır,Avrupa’ya Türkler tarafından götürülmüştür,Oğuz Türkleri Anadolu’ya getirmiştir,kemençe ve davula eşlik eder,4000 yıldan beri devam eden bir enstrümandır.Davul,Kaval,Zurna,göçer enstrümandır,köyde son zamanlarda bunların yerini taverna müziği almıştır org ile çalınan müzik aletidir eski neşe eski düğünler artık tarihe gömülmüştür,evlerde yapılan düğünler artık düğün salonlarına taşmıştır

KEMENÇE  :Klasik ve Karadeniz kemençesi olmak üzere iki türü vardır Akçakoca da Karadeniz kemençesi çalınır,ince uzundur,sol el ile havada tutularak çalınır,kemençenin telleri çeliktendir.Akortları la,re,sol,mi,yahut sol,re,la,mi veya 3 telli için re,la,mi dir,tellerin üzerine basılarak,tek olarak çalınır.Sazın şekli bir takayı andırır,gövde kısmı dut ve ceviz ağaçlarından oyularak yapılır,ses tablası ise 1,5- kalınlığında ladin veya köknar ağacından yapılır,kısa sapı ve çelikten üç teli vardır re-la-mi sesleri akort edilir,bir buçuk oktav çalar.Yayının kılları gevşek olarak takılır ve sol el ile havada veya dize dayanmış olarak tutularak kemençenin 3 teline aynı anda sürülerek çalınır Kemençe anadoluya oğuz Türklerinden gelmiştir Kemençe ,Özbekistan,Kırgızistan ada Anadoluda ıklık göbekli kemençe olarak çalınır Arapçada Keman Türkçede ç demektir bu iki kelime birleşmesinden Kemençe doğmuştur ,Kıpçak Türkleri tarafının dan Mısıra götürülmüştür Özbeklerin girjası kemençeye benzer, kıyak kemençe denir.Trabzon dada Gagavuz Türkleri kemençeleri vardır,Trabzonda kemençeye kıyak denir,Türkmenistan,Özbekistan, Kırgızistan Gagavuz Türklerin kemençeleri vardır 2 sesle çalışır 2 telden ses alınır 4-6-7 aralıklıdır.

TULUM: Tulum Karadeniz bölgesinde kullanlıan nefesli halk sazıdır,deri,nav ve ağızlık olmak üzere 3 kısımdan oluşur.Deri,tulum olarak anılır, tulum,koyunveya oğlak derisinin tüyleri temizlendikten sonra ayakları yukardan kesilir,sağ ön ayak ile arka sol ayağın dışında kalan delikler hava kaçırmayacak şekilde sıkıca bağlanır,ön ayağa bir tahta boru,arka ayağada üzeri delikli iki boru tespit edilir.Deri hava ile

Delikli borulardan ses çıkmaya başlar, koltuk altına yerleştirilen tulum zurna analık üzerindeki parmaklar delikleri açıp kapamak suretiyle istenen ezginin çalınmasını sağlar,nav sazın zurna dediğimiz kısımdır,ağızlık ise hava üflenen kısımdır

KAVAL: Orta asyadan gelmiştir Balasau Türkleri icat etmiştir,Çağatay Turan Türkleri haval derdi Karadenize bunlar getirmiştir ,bir göçebe çalgısıdır Of,Tokat,kavalı meşhurdur. Tulum Türkçe kelimedir Çağatay Türkleri icat etmiştir Anadoluya Peçenek Turan Türkleri Karadenize getirmişlerdir Kıpçıklarda tuluk,duluk geçer

MIZIKA : Armonika, üflemeli bir çalgıdır. İngilizce harmonica kelimesinden türemiştir, daha çok mızıka olarak bilinir. Nefes ve dil ile çalınan delikli bir çalgıdır. Blues, Country ve Western gibi müzik dallarında oldukça yaygındır.

Diatonik Mızıka

Diatonik Mızıkalar daha çok Blues ve Rock müzisyenleri tarafından kullanılır. Her farklı ton şarkı için farklı Diatonik mızıka kullanmak gerekir. Diatonik mızıkanın tonu ilk deliği üflediğinizde çıkan sesdir. Blues mızıkası farklı pozisyonlardan çalınabilir.
Birinci pozisyon
; birinci delikten üflenerek başlanan gamdır ve mızıkanın tonu ile aynıdır.
İkinci pozisyon
; ikinci deliği çekerek başlanan gamdır ve mızıkanın tonunun beş yarım ton pesidir.(crossharp)
Üçüncü pozisyon; üçüncü deliği çekerek başlayan gamdır ve mızıkanın tonunun iki yarım ton tizidir.Diatonik mızıkada, İlk öğrenilmesi gereken teknik, Tek ses çıkarmaktır. Üç çeşit tek ses tekniği vardır; Dil Kapama, Dil Kıvırma, Dudak Büzme. İkinci öğrenilmesi gereken teknik ise Ses Bükmedir. Ses bükme
Üfleyerek bükme ve Çekerek bükme olarak ikiye ayrılır. Diatonik mızıkanın ilk 6 deliği çekerek bükülebilir, son üç deliği ise üflenerek bükülebilir. Üfleyerek veya çekerek bükmek o deliğin orjinal sesinin yarım ton ile üç yarım ton arası pesleşmesini sağlar.

Kromatik Mızıka

Bir yaylı mekanizma ile delikler kapatılıp açılır. Kromatik gamdaki her ses üfleyerek veya çekilerek çıkartılabilir. Tek mızıka ile her ton şarkı çalınabilir.

AKERDİON :Kafkas müziğin vazgeçilmez çalgısıdır,tek tuşa basarak akort çıkabilecek körüklü ilginç enstümandır,soleli kullanarak çalınırişin en zor yanı budur,sol elin altındaki minik tuşlar,ilk sıra kontrbaslar,2ci sır baslar,3-3-4 sıralar major mınor ve 7 lı akortlardır,bazı akerdiyonlarda 6 sıra olarak eksik 7 ler vardır,sesin çıkması körüğün açılıp kapanması ile oluşan hava basıncının metal dilciklere çarpması,titremesi sonucunda sağlanankörüklü bir çalgıdırAkordeon'un ilkel şeklinin 1822'de Berlin'de Christian Friedrich Ludwig Buschmann tarafından icat edildiğine inanılır. Ama yakın zamanda akordeon oalrak adlandırılabilecek bir enstrümanın 1816'da veya daha önceki bir tarihte Nürnbergli Friedrich Lohner tarafından kullanıldığı saptanmıştır.Akordeon ismine ilk patent ise 1829'da, Viyanalı org ve piyano yapımcısı Cyrillus Demian tarafından günümüzdeki akerdeona çok da benzemeyen tek klavyeli küçük bir çalgı alındı. Kısa sürede, birçok firma bu yenin çalgının üretimine girişti. "Diyatonik akordiyon" denilen ve diyezli ya da bemollü sesleri veremeyen bu çalgı, köylere kadar yayıldı. 1880'de,iki klavyeli kromatik akordiyon gerçekleştirildi. Diyezli ve bemollü sesleri de verebilen bu yeni akordiyon, kısa sürede çok tutundu. 1940'da daha da gelişti ve konser akordiyonu adını aldı. George Auric ve Jean Françaix gibi besteciler bu çalgı için birçok parça bestelediler.Ülkemizde Kafkas halklarının veya Romanların çalgısı olarak bilinir. Özellikle Çerkes kültüründe büyük yer tutar: Çerkes düğünlerinin ve toplantılarının en ünlü çalgısıdır.Özellikle Sivas'ın Yavuz Köyünde çokca kullanılır.Türkiye'de virtüöz Ciguli sayesinde kısmen yeniden popülerlik kazanmıştı

TAHTA VE SOPA:

 

ABAZA VE ÇERKEZ KÜLTÜRÜ

İsa’dan önce 331 tarihinden itibaren Ab hazlar Kafkasya’daki yurtlarında 1864 yılına kadar genellikle bağımsız olarak yaşamışlardır. Abhazya geçmiş yüz yıllarda sıra ile Türklerin ve Gürcülerin işgali altında kalmıştır. Nüfusunun büyük bir çoğunluğu Türk hakimiyeti esnasında islamiyeti kabul etmiştir. Müslüman olmuş büyük bir nüfuz Abhazya da oluşmuştur.1864 yılında Rusların hakimiyetine giren Abhazya’da, 1866 yılında başlattıkları bir ayaklanma başarısız kalmıştır. Bu dönemde birçok Abaza Türkiye’ye göç etti.yy.dan itibaren Abhazya ve Gürcistan’ın ayrı bölümleri yavaş birleşmeye başladı.İlk Ab haz kıralı Lav’on tarafından birleştirilen Ab haz grupları; Abhazgia, Apsilla ve Misimya, Lazikikayı ve Batı Gürcistan’ı da katarak kendini yörenin tek hakimi ilan etmişti. Abhazya 3 ve 4. yüzyıllarda Hıristiyan oldu. Pitsunda şehri bu dinin merkezi oldu. 5. ve 6. yüzyıllarda  bu din Abhazya’nın resmi dini olmuştur. Abhazya 6. yüzyılda en parlak dönemini yaşadı. Abhazya 8. yüzyılda Arapların işgaline uğradı. 16. yüzyıldan itibaren Abhazya Osmanlı hakimiyetine girdi. İslam kültürünün etkisi altında kaldı. 1810 yılında Abhazya Rus hakimiyetine girdi. Ab hazlar, 1821, 1894, 1830 ve 1840 ve daha sonraki yıllarda Ruslara karşı çetin mücadeleler vermeye başladı.Şeyh Şamil, Muhammet Emin ve Maenkats liderliğinde diğer Kafkas Boylarıyla birlikte uzun yıllar Ruslara karşı savaştılar.11-22 Mayıs 1864 te Ab hazlar Ruslarla intihar savaşı yapmaya başladılar. 1864 te ilk göçler başladı. 1877- 1878 Osmanlı- Rus Savaşı, bölgede büyük bir nüfus kaybına neden oldu.

Köyün genel nüfusu bir kuzey Kafkas topluluğu olan Abhazlar'dan oluşmaktadır. kısmen Hemşinli bulunmaktadır. Yöresel yemekleri, Abhaz ve Hemşin yemekleridir. Bunlar içinde Abısta (Abhazlara özgü bir ekmek türü), haluj (abhaz mantısı), sızbal (genellikle erikten yapılan bir tür meze) gibi çeşitler mevcuttur. Gelenek bakımından abhaz geleneklerine bağlı kalınmıştır. Yöresel oyunları; Abhazlar için Apsuva koşara ve Rinnadır. Abhazların neredeyse tüm oyunları kızlı-erkekli eşler şeklinde oynanır. Hemşinlilere özgü oyunlar ise horondur ve tulum ile onlara da kızlı erkekli oynarlar Abhazların geleneksel çalgıları akordeon ve mızıkadır. Aynı zamanda da düğünler de tahtalara vurularak da ritim tutulur. Abhazların sadece kendilerinde özgü bir gelenekleri vardır. Abhazlar kendi aralarında soylara (sülalelere) ayrılır. Esmanahım daki Abhazlar, Kabba,Suktar(Kutarba), Koadzba, Aşuba, Argun, K'eçba, Kurua, Kurkunaa, Akhba, Çiüşba, Khikuba vb. sülalelerden oluşur. çoğunlukla Kabba ve "Koadzba" soyundandır. Başka soylardan da aileler de bulunmaktadır. Köydeki konuşma dilleri Abhazca ve Hemşin dilleridir. Köy halkı, kendi arasında bu dillerde konuşulur

 

Anadolu’ya İlk Göç :Abazalar Kafkasya’dan Anadolu’ya göç ettiklerinde genelde ovalardan ziyade yamaçlara yani dağ eteklerine yerleşmişlerdir. Bu tutumun başlıca nedeni kuraklık, bataklık ve sivrisineklerin yaymış olduğu hastalıklardır.Akçakoca’da Abazalar genelde Davut ağa, Esma hanım ve Dilaver Köylerine 1877 göçleriyle birlikte gelip yerleşmişlerdir. Bu üç köyün özellikleri yukarıda verilen açıklamalara uygundur. 1916 tarihli Bolu Salnamesinde (s.366) Akçakoca’da  600  Abaza (%5,6) bulunuyordu.1877 göçünde Abjwa- Aşuba koluna mensup bir grup Tavad- Prens sınıfından Esma Hanım tarafından Akçaşehir iskelesine çıkarlar.İskan Dairesinden izin alıp uygun bir yerleşim alanı ararlar. Abazalar yerleşmek için vadileri tercih ederler. Kıran Köyünün güneyindeki vadi içini tercih ederler ve Esma hanım Köyünü kurarlar.

 

DÜĞÜN GELENEKLERİ

Abaza düğünlerinde çalgı olarak mızıka, akordeon ve tahta çalınır. Tahtaya 10-15 delikanlı dizilir. Tempo tutarak vurulur. Akordeon eşliğinde ellerle tempo tutulur. Ortada bir kız ve bir oğlan oynar. Oyun bitimine doğru ortadaki kız ile oğlan kendini yerlerine oynayacak olanları, kendileri ortada iken seçerler. Onlar kalkar, ortadakiler oturur.Bir ağaca yumurta asılır, onu silahı ile kim kırarsa Tasayüzeden çorap hediye alır Ayrıca ortaya bir masa konur bu masada bir kişi düğün evine hediye getirenleri deftere yazar sonunda düğün sahibine verir düğün sahibi bu defteri saklar ona hediye getirenleri deftere bakar ona göre hareket eder

DİĞER GELENEKLER

Abazalarda eğlenmek için, muhabbet yapmak için düğün dernek olması şart değildir. Örneğin herhangi bir Abaza köyünde bir iki kız veya erkek köye akrabasına ziyarete gelse, o köyün gençleri o eve toplanır. Misafirin onuruna muhabbet, eğlence düzenlenir.Abazalarda, bir kişi bir kahveye, bir cemiyete girdiğinde herkes ayağa kalkar ve ona saygı gösterirler. Gelen kişi eğer, cemiyettekilerin yaşça büyüğü ise onu oturanların en başına oturturlar O, müsaade eder, her kes oturur. Eğlence nerde kaldı ise oradan devam eder.Abaza köylerinde kahvehanelerde ortaya perde gerilir. Gençlerin yeri ayrıdır. Ortadaki perde, saygıda kusur olursa, büyüklere karşı kusuru örter.

İMECE

Ekin ekmek ve biçmede herkes birbirine yardım eder. İmece usulü vardır.

                                               DİNİ

Abazalar müslümandırlar. Hacca giderler. Müslümanlığı tam anlamıyla uygularlar

CENAZE ADETLERİ

 

Ölüm olayında cenazeye tüm Abazalar gelirler. Eskiden araba olmadığından atla gelirlerdi.Atın bakımı, yem, köylüler tarafından karşılanırdı. İlk günü ev halkı yemek yapmaz, cenaze evine köylüler yemek getirirler. Ölümüm 40 ve 52.c. günü mevlit okunur. Bir hafta cenaze evinde kuran okunur. Her gece lokma yapılır. Kurandan sonra helva ve gülsuyu dağıtılır.

AT ÇALMA ADETİ

Abazalarda at çalmak bir şereftir. Özellikle asil ailelerden at çalan kahraman olur ve asil bir aileden kız bile isteyebilir.

SÜLALE

Abazalar ad ve soyadı hariç birde sülale adı kullanır. Geçerli olan sülale adıdır. Örneğin: İfrar Demir (Ceniya) gibi.

 

HEMŞİN KÜLTÜRÜ

Kalabalık aile yapısına sahip köyde,Hopa Hemşinlilere özgü,hemşince denilen bir dil konuşulur.esasen Ermenicenin bir dialekti olan bu dil,yöreye özgüdür.düğün cemiyetleri tulum ile olan köyde,Hopa Hemşin,üçayak,Artvin temurağa horonları ve çevre Rize Hemşin köylerinin etkisi ile Rize Hemşin horonu oynanmaktadır.Hemşinliler m.ö ikinci yüzyılda Horasandan gelip İranın Hamadan bölgesinde 400 yıl kalmışlardır,daha sonra Kars, Arpaçay ilçesinin doğusuna buradan da 623 yılında İran Bizans savaşında Çoruh nehrini aşıp bu günkü yerlerine yerleşmişlerdir Arsaklı ve Saka Türklerinin bir boyudur. Birçok savaşa sahne olan Ermenistan’da,Kafkasya daki Arapların baskılarına dayanamayınca Ermeniler isyan edip,batıya göç etmeye başlarlar 789-790 yıllarında 12 bin Ermeni Hemşin topraklarına girdi ve bugünkü Hemşin’in bulunduğu yere bir kent kurdular buraya da  kendi isimleri olan Hamanaşen adını verdiler bu ad zamanla Hemşin’e dönüştü. Hemşinlilerde diğer eski kavimler gibi 16. yüzyıldan itibaren Müslümanlığı kabul etmişlerdir,Lazlarda deniz kenarında yerleşirken  Hemşinliler içeriye doğru dağlık bölgeye yerleşmeyi tercih etmişlerdir.Hemşinliler Cumhuriyet ilk yıllarında batı bölgelerine göç etmeye başlarlar göçler. Düzce,Adapazarı,İzmit,Bursa’ya yerleşmişlerdir,.Hemşinliler eskiden Oğuz Türkçesi konuşurken daha sonra bu bölgeye gelen çok sayıda Ermenilerle birlikte yaşamaya başladıktan sonra Ermeni dil kültürünün etkisinde kalmıştır.Halk arasında bu dil Hemşince olarak bilinmektedir.Hemşinliler M.Ö. ikinci yüzyılda Horasandan gelip İran’ın Hamadan Bölgesinde dört yüz yıl kalmışlardır. Daha sonra Kars’ın Arpaçay İlçesinin doğusuna, buradan da 623 yılında İran- Bizans Savaşı sırasında Çoruh nehrini aşıp bu günkü yerlerine yerleşmişlerdir. Arsaklı ve Saka  Türklerinin bir boyudur.Bir çok savaşa sahne olan Ermenistan’da ve Kafkasya’da ki Arapların baskılarına dayanamayan Ermeniler isyan edip batıya göç etmeye başladılar. 789-790 yılları arasında 12 bin Ermeni Hemşin topraklarına girdi ve bu günkü Hemşin’in bulunduğu yerde bir kent kurdular. Buraya kendi isimleri olan HAMANAŞEN adını verdiler. Bu ad zamanla Hemşin’e dönüştü. Hemşinliler de diğer eski kavimler gibi 16. Yüzyıldan itibaren Müslümanlığı kabul ettiler. Lazlar deniz kenarlarına yerleşirken, Hemşinliler sahilden uzak, dağlık bölgeleri tercih ettiler. Hemşinliler, Cumhuriyetin ilk yıllarınsa batı bölgelerine göç etmeye başladılar. Göçler daha ziyade Karasu, Kocaeli ilçeleri ,ile Düzce ili ve Akçakoca’ya olmuştur. Ayrıca İstanbul ve Bursa illerinde de toplanmışlardır. Hemşinliler eskiden Oğuz Türkçe’si ile konuşurken, daha sonra bu bölgeye gelen çok sayıda  Ermenilerle birlikte yaşamaya başladıktan sonra Ermeni dil kültürünün etkisinde kalmıştır. Halk arasında bu dil Hemşince olarak bilinmektedir.

 

ÇOCUK OYUNLARI

Çelik çomak,binmeli eşek,esir oyunu,körebe,köşe kapmaca,birdirbir,seksek,yakan topu,lunç,domino devirme,ceviz kabuğu altında yüzük arama

 

KIYAFETLER

Kalkın köyünde 25-30 yıl öncesine göre  kıyafette önemli değişmeler olmuştur.Erkekler tamamen şehir kıyafetini benimsemişlerdir. Erkeklerde gündelik kıyafetlerden başka önemli günlerde, törenlerde giyilen ve içine beyaz eşarp bağlanan lacivert takım elbise en beğenilen giyim eşyasıdır. Ancak yaşlı erkeklerden bazıları köy içinde geleneksel kıyafetle ilgili olarak paçaları dar pantolon, üzerine gömlek ve yeleği giymeye devam etmektedirler. Kösele kunduranın yanında lastik ayakkabı, plastik ayakkabı, özellikle çocuklarda  çok görülmektedir. Erkeklerde pijama, şapka, şemsiye kullanılan giyim eşyaları arasındadır. Burada dikkati çeken husus pijamanın yatak kıyafeti olmaktan başka, bazen iş kıyafeti olarak kullanılması suretiyle ikinci bir iş görmüş olmasıdır.

Kadın giyimi erkeklere oranla daha az değişmiştir.Eskiden kadınlar evlerde basit tezgahlarda keten ve kendirden giysiler dokurdu. Bugün ise köylüler malzemesi köy dışından sağlanan koyu renkli şalvar ve üzerine bluz giymekte, başlarına lacivert örtü (örtme)  örtmektedirler. Kadın giyiminde dış görünüş bakımından erkeğe nazaran değişme daha azdır. Evde elbisesi ile dolanan bazen başını örtmeyen kadın, sokağa çıkınca elbisesinin üzerine şalvar giymekte ve başını örtmektedir.Genç kadınlar arasında elbise giyenler, başlarını örtmeyenler az da olsa bulunmaktadır..Köyde gündelik kıyafette olduğu gibi gelin ve güvey kıyafatide tamamen şehirleşmiştir. Ancak köyde giyilenler, kasabadan ucuz sağlanan ve nispeten eski model olan giysilerdir.Kadın ve çocukların kısmen evde hazırlanan giysilerinin kumaşları dışarıdan satın alınmaktadır.

 ŞALVAR         : eninde üç boy kumaştan çıkar daha ziyade eflatun pembe,yaşlılar koyu renkleri tercih ederler,genellikle çimen yeşili,zeytin yeşili tercih edilir,şalvarın içine şalvar ( havsa) dikilir pamuklu veya şile bezinden dikilir

MİNTAN            : Şalvarın üstüne giyilir mintan ve şalvar işlemelidir,kadife kutnu,janjanlı ve yollu kumaşlardan dikilir

YELEK              : Şalvar üzerine kolsuz fakat işlemeli yelek giyilir,içine bezden buluz giyilir.

ÖRTÜLER         :Kare şeklinde üzeri baskı tekniği ile işlenmiştir,çiçek desenlidir

YAZMA             : Oyalar işlenir dikdörtgendir

ÇORAPLAR     : Yün çoraplar giyilir kadın çoraplar motif işlemelidir

AYAKKABILAR : Rugan ayakkabı giyilir,çarıkta giyilir,genellikle lastik ayakkabılar tercih edilir

ERKEKLERSE : Yelek ve zıpka giyerler,Kafkas kökenliler düğün törenlerde kalpak dik yakalı siyah satenden yapılmış diz boyu elbise ve yumuşak deriden çizme giyilir.Elbisenin üzerine dışardan fişeklik,kama,kemer gibi ayrıntılar vardır,kadınlar ise simli motiflerle süslenmiş kadife elbiseler giyerler bunları Aktaş,Edilli,Uğurlu,Yenice,Göktepe,Kirazlı,Hemşin köyleri giyerler

 

HIDIRELLEZ

6 Mayıs günü kutlanır,köyün piknik alanlarında,salıncaklar kurulur,yemekler pişirilir,ıp atlanır,salıncaklarda sallanılır,birçok oyunlar oynanır,kızlar erkeklere,erkekler kızlara bakarlar orada birbirini beğenirler,arkadaşlıklar kurarlar,balık tutmalar olur,erkeğin beğendiği kız eğer salıncağa biner sallanır ise erkek hemen silahını çıkartarak iki el ateş eder ona onu beğendiğini gösterir,hıdrellezin en iyi yemeği helvadır Bu törenleri anlatmadan önce pilavlık parası üzerinde duralım. Daha öncede belirttiğimiz gibi köyden başka bir köye gelin giden kızlardan pirinç parası alınır. Bu para hemen harcanmaz biriktirilir. Pirinç parasının anlamı şudur. Köy gençleri bu kızı o zamana kadar o şekilde korumuşlardır ki, kızın namusuna halel getirmemişledir. Pirinç parası bunun mükafatı bir bahşiş sayılır. Alınan pirinç paralar yedi emin olarak köylünün saygı duyduğu birine telim ederler. Köyden ne kadar çok kız gelin giderse parada o kadar çoğalır. Hıdrellezde bu para ile bir koç satın alınır. Pirinç alınır, un yağ alınır. Kesilen koçun etinden ya etli pilav yapılır, helva kavrulur, ballanır. Öğleyin gençler toplanır ve bu pilav yenir. En sonunda da helva yenilir. Hıdrellez bayramının ayrı bir güzelliği vardır. İp salıncaklar, zincirli salıncaklar, büyük ağaçlara bağlanır. Kızlar ayrı yerde, erkekler ayrı yerde sallanırlar. Ama bazen kızlar erkekleri, bazen da erkekler kızları seyretmeye giderler. Eğer beğendiği bir kız salıncak biniyorsa orada çıkarır silahını bir şarjör boşaltır. Bu olaya kimse ses çıkarmaz. Böylece kimin beğenilip beğenilmediği bu hıdrellez bayramı vesilesi ile belli olur. Bazı köylerde güreşler tutulur. Bazı köylerde derelerde balık tutulur eğlenilir.Akçakoca köylerinde hemen hemen hepsinde geleneksel olarak her yıl kutlanır köydeki küskünler barıştırılır geleneksel oyunlar spor etkinlikleri,folklorik oyunlar ve bunun gibi,Akçakocadaki mülki amirlerde davet edilerek etkinlikler yapılır herkes baharı böyle karşılar

 

EVLERİ

Evler genellikle bahçe içinde olur.Avlu,avlu ağla çevrilidir çünkü sebze meyve yetiştirilir ,Kurukavak,Karatavuk evler arası 4-5 km’dir,okul ve cami yanlarında evler yapılmıştır,az dağınık meskenlerde cepheleri sokak tarafına doğrudur Arabacı köyü gibi,Mısır ziraati çok olduğu için her evin yanında hemen hemen 1 adet serender yapı vardır,ahırlar evlere uzaktadır,ahır ile samanlık yan yanadır

 

SPOR

Hiçbir zaman gayri federe veya amatör olarak hiçbir müsabakalara iştirak etmemiştir,köyün hiçbir sportif amaçlı kulübü yoktur,köylünün spora yatkınlığı yoktur.Eskiden köyde hıdırellezde bayramlarda güreşler yapılırdı ve hatta Karasuya güreşe gidilirdi,bu köyün en iyi güreşçisi Ayhan Altay dır namı diğer köylere nam salmıştır.Ayrıca bazen kaymakamlık valeybol turnuvalara katılmışlardır.

 

YEMEKLER

 

EKMEKLER        : Yufka ekmeği,Bazlama,Gözleme,Cızlama,Mısır ekmeği,Buğday ekmeği

ÇORBALAR         : Tarhana,Mercimek,Un,Çılbır,Kızılcık çorbasıdır

HAMUR İŞLERİ  : Mantı,Börekler,Erişte,Kuskus,Kaşık makarna,Mancarlı pide

ET YEMEKLERİ : Kara dolma, Korçan,Sebze dolmaları,Kebaplar,Lahana sarma

TATLILAR           : Melen güççeği,Laz böreği,Güllaç,Sütlaç,Baklava

ÇEŞİTLİ YEMEKLER : Gaygana,Soğanlı yumurta,Sebze yemekleri,Zeytin yağlılar,Mamursa,Kaldırık,Mantar yemekleri,Tirit,Malay,Hoşmanım,Mancarlı fırında pide Aktısızba( Çerkez tavuğu)Acıka( Fasülye ezmesi)Atukril,hampal,açaç,halij abhazya üsülü balık,enişte çöreği,abhazya pastası,abhazya peyniri,çöğür gibi çeşitleri mevcuttur.Laz yemekleri Çirbuli, Pilavi Makarina, Kveli kağimağoni, luku, Ağani lobia, kumhi lobia, kotumeş dolma, Princoni, papa (mamalika), bureği,baklava, patlicani tağaneri, patlicaniş dolma, mtkui patlicaniş giyai, turşi tahaneyi, kabağiş sutli, termoni

 

ALT YAPI BİLGİLERİ:

35 km’lik köy içme suyu yapıldı.3.5km’lik köy yolu stabilize yapılıp daha sonra asfaltlandı.6000m² kilitli parke taşı döşenmiştir.Karaburun mahallesi ve köy içi çevre düzenlemeleri yapılmıştır.Karaburun mahallesinde ki pansiyon,bar ve kefelerin restorasyonu yapıldı.Köy taşımalı eğitimden yararlanmaktadır,sağlık ocağı yoktur ancak mobil sistemden yararlanmaktadır.Kanalizasyonu yoktur,PTT acentesi,elektrik,sabit telefonu vardır.Değirmen yoktur.İlk cami Halit Efendi yaptırmıştır.İlk ilkokul 1954 te açılmıştır ikincisi Karaburun mahallesinde 1980 yılında açılmıştır . 1935 de-148,1965 de- 200,1997 de-421,2000 de -370  nufusu idi,1871 birinci arazi yoklama defteri 1922 Bolu salnamesinde kaydı vardır,karışık göçmen köy , dağınık köy statüsündedir.ziraat arazisi 1867 dönümdür,tarla alanı 550,fındıklık alanı 4.730,ormanlık alanı yoktur % 4 plaj ve kayalıktır tatlı su balığı yanı sıra balıkçılılık yapılan köydür.Hasançavuş köyü kültür turizm ve sosyal yardımlaşma derneği vardır.

 

İSTİKLAL SAVAŞINA KATILANLAR:

 Bu köyden istiklal savaşına katılan olmamıştır.

Yalnız Kore savaşına  katılanlar vardır bunlar, İbrahim Altay,Cevat Altay

 

18-19YY TEMETTUAT DEFTERİNDEKİ DURUMU

: Temettuat defterinde adı geçmemektedir.

KÖYE İLK GELEN SÜLALER:

1-ÖMER OĞULLARI                    BİLGİN          Yalnız bu aile Yörükhan taifesidir.

2-MAHMUT OĞULLAR               KUTLUATA  Çerkez              Kafkasya

3-HASAN ÇAVUŞ OĞLU             ERGÜN          Çerkez              Kafkasya

4-Devlet Geri Oğulları      ERGÜN          Hemşin   Rize  Ardeşen   Öce ( Yeniyol)         

5-FIRINCI OĞULLARI                 ERGÜN          Hemşin   Rize   Ardeşen   Öce ( Yeniyol)

6-YAKUP OĞULLARI                  ALAS             Hemşin   Rize   Ardeşen   Öce ( Yeniyol)

7-YAKUP OĞULLARI                  ALTAY          Hemşin   Rize   Ardeşen   Öce ( Yeniyol)

8-İNCE OĞULLARI                       İNCE             Laz                     Rize          Fındıklı

9-ÖRS OĞULLARI                        ÖRS               Hemşin    Rize   Ardeşen    Öce (Yeniyol)

BALIKÇILAR                                                                        Rize   Merkez       

BAŞKAN                                                              Laz           Rize   Ardeşen   Işıklı  Ortaköy

BERBER                                                               Hemşin               Artvin Hopa Kemalpaşa      

ÇABUK                                                                                  Trabzon Of

ÇELİK                                                                  Çerkez       Kafkas                                                                               

DELİMEHMET                                                                     Trabzon  Araklı                                                                 

DEMİR                                                                                   Trabzon Araklı                                                                                                                                                

ERDEM                                                                Laz            Artvin    Arhavi

KAR                                                                      Hemşin     Rize       Ardeşen Işıklı Ortaköy

KAROĞLU                                                           Hemşin    Rize       Ardeşen  Işıklı Ortaköy

TİRYAKİ                                                              Hemşin    Rize      Ardeşen  Işıklı Ortaköy

KELEŞ                                                                  Hemşin    Rize      Ardeşen  Işıklı Ortaköy                                                                

ÖNKİBAR                                                            Hemşin    Rize      Ardeşen  Işıklı Ortaköy

ÖZDEMİR                                                            Laz          Artvin   Arhavi

SAKARYA                                                           Laz          Rize       Ardeşen

SARIMEHMET                                                                    Rize      Gündoğdu

YANMAZ                                                                             Rize      Salaha     Karayemiş

KİBAR                                                                  Hemşin    Rize     Ardeşen   Işıklı Ortaköy

MUTLU                                                                Laz          Rize      Fındıklı

KOL                                                                      Hemşin   Rize      Ardeşen   Işıklı  Ortaköy

NOT:

ERGÜN,ALTAY,ALAS,FIRINCI BU SÜLALELER AYNI SÜLALEDİR,BUNLAR İLKÖNCE YENİCE KÖYÜNE YERLEŞİRLER,DAHA SONRA HASANÇAVUŞ KÖYÜNE GELİR YERLEŞİRLER

KAR, KAROĞLU ,TİRYAKİ SÜLALESİ AYNI SÜLALEDİR

NOT:Değerli büyüyüm Ayhan Altay ağabeyime katkılarından dolayı teşekkür ederim

Kaynak

Coğrafi bölgesi    : İbrahim Tuzcu

Köyün ismi          : Ayhan Altay,Vikipedi

                              özg.ansk,Sitesi Akç .K.Sitesi,Kenan Okan,Şükrü Dönmez,Derl.İbrahim Tuzcu

Tarihi yerler       : Ayhan Altay,Akç .K.Sitesi,Vikipedi özg.ansk,Sitesi Akç .K.Sitesi.,Derl.İbrahim Tuzcu

Coğrafi durumu : Kenan Okan,Şükrü Dönmez,Mustafa Kocadon,Vikipedi özg.ansk,Sitesi Derl.İbrahim Tuzcu

Cami ve Mez.    : Kenan Okan,Ayhan Altay,Derl.İbrahim Tuzcu

Turizm               ; Kenan Okan,Ayhan Altay,Akç .K.Sitesi,Vikipedi özg.ansk.,Sitesi,Derl.İbrahim Tuzcu

Ekonomi            : Kenan Okan,Şükrü Dönmez,Mustafa Kocadon,İlçe Tarım Md,A.K.Sitesi,Vikipedi özg.ansk.Sitesi ,İbrahim Tuzcu

Kültür                : Vedia Emiroğlu,Kenan Okan,Şükrü Dönmez,Hayri Ersoy,B.Habiçoğlu,Düzce Kafkas Dernğ.Chvenebura net,Vikipedi özg.ansk.Sitesi Hemşinliler eğit.kül.dernğ.,Ayhan Altay,Derl.İbrahim Tuzcu

Spor                   : İbrahim Tuzcu

Köyün alt yapısı : Mustafa Kocadon,Ayhan Altay,Akç .K.Sitesi,Vikipedi özg.ansk.Sitesi ,Derl.İbrahim Tuzcu

Sülaleler             : Ayhan Altay,Hüsamettin Kaya,Üstün Alas,Derl.İbrahim Tuzcu

 

 

HEMŞİN

 

COĞRAFİ BÖLGESİ   :Karadeniz Bölgesi

İLİ                                  : Düzce

İLÇESİ                            Akçakoca

KAYMAKAMI              :Mehmet Ünal

B . BAŞKANI                : Fikret Albayrak

KÖY MUHTARI          :Ayhan Kibar

TELEFONU                  :03816112524      05353493066

POSTA KODU             : 81650

NUFUSU                       : 50 Hane,205 Nüfusu vardır

ESKİ MUHTARLAR  : 2009 da- Ayhan Kibar,2004 de-Ayhan Kibar,1999 da Abdullah Ustabaşı 1994 Ali Eren .Nazmi Çakal

COĞRAFİ DURUMU   : Düzce ye ,Akçakocaya uzaklıktadır,Rakımı 250 mt dir,yüzölçümü 16.000 dönümdür,denizden 200 mt yüksektedir,köyün en yüksek yeri 345 mt dir.Köyün 3856 dekar fındıklık,45 dekar ormanlık alanı vardır.Komşu köyleri Yenice,Uğurlu,Aktaş ,Karatavuk tır.

KÖYÜN İSMİ NERDEN GELİYOR

1204 yılında 4. Haçlı orduları Türkiyeye gelirler Karadeniz kıyılarında bazı memleketler kurdular bunlardan bırtanesıde Akçakocada Ceneviz kalesidir,fakat daha sonra ,1261 yılında Latin imparatorluğu çökünce tekrar Ceneviz kalesi Bizanslıların eline geçti, 1204-1261 yılında Cenevizliler ve Bizanslılar,Akçakocaya gelirler bazı köyler kurarlar,bunlardan bir taneside Hemşin köyüdür. Daha sonra Romanya Dobruca’dan Gagavuz Türkleri buraya getirtilir bunlarda burada bazı köyler kurarlar bu köy Hemşin köydür.1877 yılında Osmanlı-Rus savaşlarından bıkan Doğukaradenızden Hemşin halkı buraya göç gelir

yerleşirler.Neticede Cenevizli,Bizanslı,Gagavuz Türkü,Doğukaradeniz den gelen Hemşinliler yaşamışlardır. Akçakocada M.Ö. 1200 yılında Frik,M.Ö. 670 Lidya,M.Ö.395 te Roma pontos,M.Ö.1200 de Hitit ama bu kesin bilinmiyor bu kavimler yaşamışlardır 1877 yılında Osmanlı Rus savaşında Doğu Karadeniz göçü başlar daha sonra,2. göç dediğimiz 1916 göçü olur Rize’den  ve Artvin’den Lazlar gelir takalarla Karaburun iskelesine iner oradan akrabalarının yanına gelirler ,(1870 li yıllar), göç sırasında Artvin Hopa Çavuşlu dan bölgeye yerleşilmiştir.Köyün adı kurulduğunda Hemşin idi.fakat devletin verdiği isim ile Armutlu oldu.,Armut meyvesinin bol olduğundan köyün adı. 1962 yılında değiştirilmiştir. Daha sonraları köy halkının tamamının Artvin Hopa Hemşin yöresi kökenli olması nedeniyle, köyün adının Hemşin olarak değiştirilmesine karar verilmiştir.Kalkın-Nazımbey den ayrılmıştır 1327 tarihinden önce birlikte idare ediliyormuş,fakat bu iki köy Hemşin köyüne bağlı imiş, Karatavuk-Kurukavak Hemşin köyünden ayrılmıştır

TARİHİ YERLER

 

Köyün tarih açısından 2008 yılında tekrar restore edilen tarihi cami vardır,cami kapısında Gürcü Ahmet ağanın validesinin vakfı için inşa edilmiştir yazısı yazmaktadır,köy çok eski yerleşim yeri olmasına rağmen tarihi yönden fakirdir.

AKARSU VE DERELERİ

Darı deresi buradan Kalkını geçerek denize dökülür,ayrıca Dadak deresi de Esmahanım Uğurlu ve Melenağzından denize dökülür,su altı seviyeleri çok değişkendir,Pınar,ve kuyu suları faydalıdır ancak çok kireçlidir,serttir koli bakımından zengindir içilmesi mahsurludur,sıcak su ve göl yoktu

DAĞ VE TEPELERİ

 Ordulu Dağı eteklerinde kurulmuştur,Yörük tepesi 960m.

 

İKLİMİ

En fazla yağış Eylül-Kasım-Aralık-Ocakta olur,kar Aralık ve Ocak ayında yağar ama uzun sürmez,Mayıs-Haziranda Karayel,Temmuz-Ağustos-Eylül ayında Poyraz eser,kış aylarında lodos eser,Temmuz- Ağustos-Eylülde güneş kendini daha iyi gösterir,Aralık,Mart ayları arası en düşük sıcaklık olur ılımaman Karadeniz iklimine sahiptir.

 

JEOLOJİK DURUMU

 Eosen-Folişi,Muminitli Kalker mevcuttur.Dere ve vadi tabanları alüvyon,yamaçların büyük bir bölümü silis formasyonu,tepelerin üst kısmı da 3.derecede kumlu,çakıllı tabakalar halindedir.Depreme dayanaklı 3.bölgedir.Dağlar denize paralel uzanır.Paleozoik devre ve tersier arazilerde ibarettir.Eosen Folişi- Muminitli kalker toprağa Kum,Taş-Marn- Gre ( Kretese)  sahiptir Jeolog Dr.Ervin Lan,Mühendis Zeki Erişir.

 

BİTKİ ÖRTÜSÜ

Akçakoca’da orman alanı 20477.77 hektardır.Çoğu bozuk orman alanıdır % 43 kayın % 0.8 gürgen %0.1 kestane % 6 meşe % 1 kavak % 0.25 ıhlamur % o.4 çınar bulunur,gerisi fındıklıktır.Maki bitki örtüsüne sahiptir,iklimin mutedil yağışlı olması bitki örtüsünün gür olmasını doğurmuştur.

TOPRAK YAPISI

Topraklar kırmızı kahverengidir.Toprak asitli,kireci azdır,topraklar erozyona maruzdur.Potas ve fosfor bakımından fakirdir,tuz oranı normaldir.Saha umumi olarak pedojenez bakımından genulik safhasındadır.Toprak killi ve tınlı kıvrıntılı karakterdedir.

 

TURİZM

 

2010 yılında faaliyete geçirilmesi beklenen yeni bir proje hazırlığı içinde olan köy,tarihi cami nin önünden Esmahanım köyüne kadar At üzerinde insanlar taşınacak,ayrıca doğa yürüyüşü parkuru yapılarak ve turizme katkıda bulunulacaktır.Birde Esmahanım köyüne kadar Kalyon parkuru da yapılması düşünülmekte hayata geçirilecektir bunlar yapıldığı taktirde köy turizm açısından değer kazanacaktır.Köye girişteki çamlık arazisi üzerinde nefis manzara karşısında yapılan piknik yeri buraya önem vermektedir,burada piknik alanları yapılıp turizme kazandırılmalıdır.çünkü Akçakoca-Karasu-Ereğli buradan da çok güzel gözükmektedir,armut meyvesin inde tanıtımı yapılırsa ekonomik açıdan da köyün değeri artacaktır,köyün tarihi camii de tanıtım açısından çok değer kazandırmıştır,bu caminin  medrese olarak eskiden kullanılmış  çevre köyden gelenler burada eğitimlerini görmüşlerledir ve değerli alimler yetişmiştir,köy av turizmi açısından uygundur.Köydeki yayla tipi otantik evleri görmek burada mümkündür

 

CAMİLERİ

 

 1894 yılında birinci katı taş ikinci katı ahşap yapıdır,20 cemaatli tek şerefelidir,köye kubbeli yeni cami yapılmıştr115 yıllık cami olan Hemşin cami ,çandı cami tekniğiyle uygun olarak birbirine geçirilen uzun kütüklerle çivisiz olarak yapılmış 2008 yılında restore edilmiştir ,peyzaj ve çevre düzenlenmesi yapılarak tarihi yapı olarak ta turizme açılmıştır.Osmanlı bu camiinin önemini bildiği için buraya medrese hocası Tahir efendiyi buraya atamıştır

 

MEZARLIKLAR

Köyde tek mezarlık vardır halende burası kullanılmaktadır,köy içi Hemşin camii yanındadır eski köy olmasına rağmen eski mezarlıklar munkariz olmuş yerine fındıklık ekilmiş ve tarih yok olmuştur .Atatürk ün yakın silah arkadaşları olan İbrahim Kibar,HalimHoşbaş bu mezarlıkta yatmaktadır ,ayrıca Atatürk ün postası laz Hakkı Öztürk te bu mezarda yatmaktadır.1994 yılında muhtar Ayhan Kibar tarafından bu mezarlık koruma altına almıştır.Mezar taşlarındaki konular erkek mezar başlarına başlık,kadın mezarında süslemeler ön plandadır,erkek mezarlığında büyük sarıklı olanlar ulema ve paşaları,uzun külah üzerine sarık tasvirler,derviş ve tarikat şeyhlerini,sadece ince sarıklılar köy ağalarını,üstü geniş ve altı dar kavuk biçiminde olanlar yeniçeri ağalarını işaret etmektedir

 

EKONOMİSİ

TARIM:

HUBUBAT   :Buğday,Mısır,

BAKLIYAT:Fasulye,Bezelye,Bakla,Soğan,Lahana,Marul,Pırasa,İspanak,Kaldırık,PatatesKaralahana,Biber,Patlıcan

MEYVE       : Elma,Armut,Kestane,Ceviz,Üzüm,İncir,Dağ çileği,Muşmula,Ayva,Kızılcık,Kiraz

Ekonomisi Tarım ve Hayvancılığa dayanır.Köylü,bahçesinde yetiştirdiği sebzeleri Akçakoca pazarına götürür orada satar,kadınlar ev ekonomisine katkı sağlarlar.Artık günümüzde fındığın para etmemesi insanları başka işlere meşguliyetine zorluyor,,yalnız sağman inekler vardır,elde edilen sütler pazara götürülüp satılmaktadır., tavuk kümesleri olmasına rağmen kümes hayvancılık da yok olmaya yüz tutmuştur..Köyün erkekleri sanayi bölgelerine çalışmaya giderler,nakliyatçılıkla uğraşanlar vardır,artık köylü son zamanlarda endüstri kollarına yönlenmiştir,,köyde hiçbir sanayi kuruluşu yoktur. Akçakocada eskiden köyden armut,ceviz,kestane,dut,incir,dağ çileği başta Zonguldak,İstanbul’a takalarla sevki yapılıyordu.Ayrıca kesif ormancılığı vardı bunlarda aynı şekilde sevkıyatı yapılıyordu,fındık bahçesinin gelişmesi buraya ayrı bir önem kazandırmıştır geçmişte yaylacılık yapan yöre halkı,şimdilerde fındık tarımı ile geçinmektedir.İlçemizde tarımsal üretim içerisinde bitkisel üretim, özellikle fındık üretimi ağırlıklı yer tutmaktadır. Fındık üretimi dışında kasaplık tavuk üretimi, , arıcılık,  mantar üretimi önemli tarımsal faaliyetler arasındadır. Akçakocada 1930 yıllarda ekonomi denize bağlı idi,bunun yanı sıra reçberlik,odunculuk,kerestecilik ön safhada yer alırdı,şehirlinin tümü denizci idi,gemi tüccarı,gemici,tekne sahibi,balıkçı,yada yükleme ve boşaltma amelesi

idiler.Akkaya,Aftunağzı,Beyhanlı,Döngelli,Çuhalı,Kızlarağası,Değirmenağzı,Taşman Deresi,Karaburun,Melenağzı iskeleleri vardı,buralardan ticaret sağlanırdı.Ayrıca ilçede 4750 büyükbaş hayvan vardı ama son yıllarda azalma kaydedilmiştir,kümes hayvancılığı da son yıllarda azalma görülmüştür 190 adet kümes vardı,beyaz et üretimi 25.000 tonu geçmekte idi.2000 civarında fenni kovan vardı Maden direkleri dışında ,Bolu Adapazarı’nda ,Düzce’de yetişen buğday,kavun,karpuz gibi toprak ürünleri manda ve öküz arabalarıyla deniz sahiline getirilir buradan da deniz yoluyla gelen gaz,ve tekel maddeleri aynı arabalarla taşınırdı,sahilde bulunan depolarda bu mallar stoklanır dı zaman içerisinde tuz ve benzeri şeyler şehir ve kasabalara sevkiyatı yapılırdı,ayrıca deniz yoluylada sandallarla başka şehirlere sevkiyatı yapılmakta idi.Eskiden bu köy merkezi köy olduğu için burada dişçi,manifaturacı,demirci,terzi dükkanları son yıllara kadar vardı.

 

FINDIKÇILIK

Hemen hemen herkes fındıkçılıkla uğraşmaktadır.Devlet orman arazilerini açıp buralara,memleketten 1900 yılında Trabzon’dan gelen Bostancı hacı Ahmet efendi Akçakoca’ya fındığı getirir Osmaniye mahallesine fındığı ekmiştir,yine Mehmet Arifin getirttiği fındığı ekerler daha sonra Batum göçmeni olan zücaciyelik yapan Mustafa efendi Doğu Karadeniz sahillerinden aldığı fındık fidelerini Ereğli ve Akçakoca da satarmış.Bir gün Giresun’a uğrar o zamanın belediye başkanı limanda fındık fidesi dağıtıyormuş,Mustafa bey bunları alır gemi kaptanına da söyler,gemi kaptanı fideleri fıçılara koyarak Ereğli Akçakoca ya getirir,diğer rivayete göre de Yenice köyün kurucusu Kibaroğlu Hurşit,Kırıkoğlu Tahir,Keleşoğlu İbrahim,Alioğlu Tufan Tefik ilk fındık fidelerini ekmişlerdir.Bunların getirdiği fındık dallarından sopa ile dövülürmüş dalları çok büyükmüş,daha sonra Mehmet Arif kaliteli fındık fidelerini götürür,millete bunları tercih eder millet bu fındık fidelerini dikerler.1922 yılında 4000 fidan mevcuttu fındık sevkiyatı artınca millet fındık ekmeye başlar,fındık bahçelerde elle toplanır,çeşitli evrelerden geçtikten sonra yere sofralar kurulur altına büyük bezler serilirdi, sofra etrafına toplanan kişiler fındığı kırardı,bazıları da fındığı kabuğundan ayıklıyordu çok çetin olan bu sistem yerini 1930 yılında merkezde Kapkirli’de elle çalışan değirmen gücü ile çalışıyordu ve fındık böyle kırılıyordu,Sarı Hafızların Halit Arıkan bu değirmeni kurmuştu ,daha sonra Trabzonlu Abdulrezzak efendi elle kırma fabrikası kurar,daha sonra Küçükömerle’in Ömer Aydın 1932 yılında  şimdiki Özyuvam’ın olduğu yere ahşap bina içinde makaralarla çalışan fındık kırma makinesini kurar,1942 yılında da Diyarbakırlı lakaplı Cemil bey Osmaniye de bir değirmen kurar ama bu değirmen dizel motoru ile çalışmakta idi,yine bu sırada mebus Vahit Yöntem Osmaniye de deniz kenarında modern bir fabrika kurar1946 yılında,1947 yılında da Arabacı köyünde Hocaoğlu Mehmet dizel motoru ile çalışan bir fındık kırma fabrikasını kurar.Edilli köyünden olan Hüseyin Horoz da dizel motorun masrafını azaltmak için Değirmenağzı mevkiinde su gücü ile çalışan fındık kırma fabrikasını kurar,düşük alternör ilavesi ile akü şarj girişimi ile iyi bir fabrika idi ve en son 1954 yılında Orhan derenin denize döküldüğü yerde fiskobirlik adına modern bir fabrika açılır,bu fabrika 2008 yılında tamamen yıkılır bunun yerine Sapak mevkiinde çok modern fabrika açılır üretimine devam etmektedir.İlk fındık yağını Kalfanın Bekir Üstünel yapmıştır,fındık eskiden tımar,çapalama,tırpan yapma,toplama,öküz arabalarla taşıma,sopalarla dövme,elle ayıklama,sık tellerden yapılmış bir aletle incesini kalınını tozunu ayıklama evrelerden geçerdi,ama şimdi toplama,ilaçlama,gübreleme,motorla tırpan yapmak,ayıklamayı patoz makineleri ile yapmak maliyeti yükseltiyor,Fisko’da fındık taban fiyatını da düşük tutunca halk artık fındıkçılık’a iyi bakmıyor.Fındık şubat mart ayında ekilir 2-3 yıl yetişmesi sürüyor,4-4 6-6 ara ile 6-8 fidan 60- ocak kuyular açılarak dikilir.En iyi fındık türleri şunlardır: Çakıldak,Kargalak,Kan,İncekara,Kuş,Tombul,Paloz,Foşa,Kalınkara,Uzunmusa,Mincane,Cavcana,Badem,Yağlı fındık,Kara fındık,( yağlı fındığa benzer kabuğu siyah ve serttir)Sarı fındık (yuvarlak kabuğu ince verimi fazla),Yomra(yuvarlak vermi fazla),Sivri( ince uzun bademe benzer),Dilovası,ve Mehmet Arif fındığı ( yağlı  kabuğu ince verimi fazladır). Deli sava(Fındığın içini iyi doldurmaz)

 

HAYVANCILK

Az sayıda Koyun,Keçi,Sığır,Tavuk,,Hindi,Arıcılık yapılmaktadır,her evde hemen hemen sağman inek mevcuttur,süt besiciliği yoktur süt mandıra üretim tesisleri yoktur,köylü kendi süt mamüllerini kendisi yapardı ama maalesef büyükbaş hayvan yetiştiriciliğinde düşüş yaşanmıştır.

 

ORMANCILIK

Çam,Kayın,Meşe,Kestane,Gürgen,İhlamur,Kavak,Çinar,Defne,Kocayemiş,Muşmula,Ayı üzümleri,Orman gülleri,Yer gülü,Erica ağaçları,Erelti otu,Çoban püskülü diye orman ürünleri var .Eskiden devlet orman arazisini talan edip fındık ekimi yapılmıştır,

 

AVCILIK

Bölgede göçmen kuşlara daha çok raslanmaktadır,Sarıkuş,Çulluk,Bıldıcın,Ördek,Üveyikördek,Kaz,Kuğu,Tarakçın,Karakçun,Sığırcık,Bozbakal,Karabakal bulunur.Son zamanlarda,gerek ilaçlama gerek yanlış avlanma neticesinde çok azalma olmuştur. Ördek,Çulluk avı çok meşhurdur.Çevredeki daimi kuşlar Kestane kargası,Çulluk,Ördek,Üveyik,Sığırcıktır.Tavşan,Çakal,Tilki,Domuz, Ayı,Su samuru,Kunduz,Geyik,Karaca vardı ne yazık ki bunlara da az rastlanmaktadır.Domuz avı devamlı yapılmaktadır.Köydeki devamlı hayvanlar Domuz,Ayı,Kurt,Tilki,Çakal dır.

 

KÜLTÜR

Kalabalık aile yapısına sahip köyde,Hopa Hemşinlilere özgü,hemşince denilen bir dil konuşulur.esasen Ermenicenin bir dialekti olan bu dil,yöreye özgüdür.düğün cemiyetleri tulum ile olan köyde,Hopa Hemşin,üçayak,Artvin temurağa horonları ve çevre Rize Hemşin

köylerinin etkisi ile Rize Hemşin horonu oynanmaktadır.Hemşinliler m.ö ikinci yüzyılda Horasandan gelip İranınHamadan bölgesinde 400 yıl kalmışlardır,daha sonra Kars, Arpaçay ilçesinin doğusuna buradan da 623 yılında İran Bizans savaşında Çoruh nehrini aşıp bu günkü yerlerine yerleşmişlerdir Arsaklı ve Saka Türklerinin bir boyudur. Birçok savaşa sahne olan Ermenistan’da,Kafkasya’daki Arapların baskılarına dayanamayınca Ermeniler isyan edip,batıya göç etmeye başlarlar 789-790 yıllarında 12 bin Ermeni Hemşin topraklarına girdi ve bugünkü Hemşin’in bulunduğu yere bir kent kurdular buraya da  kendi isimleri olan Hamanaşen adını verdiler bu ad zamanla Hemşin’e dönüştü. Hemşinlilerde diğer eski kavimler gibi 16. yüzyıldan itibaren Müslümanlığı kabul etmişlerdir,Lazlarda deniz kenarında yerleşirken  Hemşinliler içeriye doğru dağlık bölgeye yerleşmeyi tercih etmişlerdir.Hemşinliler Cumhuriyet ilk yıllarında batı bölgelerine göç etmeye başlarlar göçler.

Düzce,Adapazarı,İzmit,Bursa’ya yerleşmişlerdir,.Hemşinliler eskiden Oğuz Türkçesi konuşurken daha sonra bu bölgeye gelen çok sayıda Ermenilerle birlikte yaşamaya başladıktan sonra Ermeni dil kültürünün etkisinde kalmıştır.Halk arasında bu dil Hemşince olarak bilinmektedir.Hemşinliler M.Ö. ikinci yüzyılda Horasandan gelip İran’ın Hamadan Bölgesinde dört yüz yıl kalmışlardır. Daha sonra Kars’ın Arpaçay İlçesinin doğusuna, buradan da 623 yılında İran- Bizans Savaşı sırasında Çoruh nehrini aşıp bu günkü yerlerine yerleşmişlerdir. Arsaklı ve Saka  Türklerinin bir boyudur.Bir çok savaşa sahne olan Ermenistan’da ve Kafkasya’da ki Arapların baskılarına dayanamayan Ermeniler isyan edip batıya göç etmeye başladılar. 789-790 yılları arasında 12 bin Ermeni Hemşin topraklarına girdi ve bu günkü Hemşin’in bulunduğu yerde bir kent kurdular. Buraya kendi isimleri olan HAMANAŞEN adını verdiler. Bu ad zamanla Hemşin’e dönüştü. Hemşinliler de diğer eski kavimler gibi 16. Yüzyıldan itibaren Müslümanlığı kabul ettiler. Lazlar deniz kenarlarına yerleşirken, Hemşinliler sahilden uzak, dağlık bölgeleri tercih ettiler. Hemşinliler, Cumhuriyetin ilk yıllarınsa batı bölgelerine göç etmeye başladılar. Göçler daha ziyade Karasu, Kocaeli ilçeleri ,ile Düzce ili ve Akçakoca’ya olmuştur. Ayrıca İstanbul ve Bursa illerinde de toplanmışlardır. Hemşinliler eskiden Oğuz Türkçe’si ile konuşurken, daha sonra bu bölgeye gelen çok sayıda  Ermenilerle birlikte yaşamaya başladıktan sonra Ermeni dil kültürünün etkisinde kalmıştır. Halk arasında,bu,dil,Hemşince,olarak,bilinmektedir Evlenecek olan erkeğin ailesi kız araştırır, uygun kız bulununca oğlanın fikri alınır. Oğlan uygun görürse kız ailesinden kız istenir. Bu arada kızın fikrine de başvurulur. Büyük bir tepki göstermezse bu iş olur. Hatta erkek tarafı daha önceden kızın tutumunu bir yoklar. eğer bu işe sert tepki gösterirse,o,kızı,istemekten,vazgeçilir. Kız kaçırma olayı genellikle olmaz. Kızın oğlanın peşine gitmesine "Uyma" denir. Uyma türü kızın peşe gitmesi olaylarına zaman zaman rastlanılır. Bu olaydan sonra aileler karşılıklı yumuşatılır ve aralarında uzlaşma sağlanmaya,çalışılır. Kız istemeye oğlanın babası, yoksa ağabeyi, veya amcası, kadınlardan büyükanne, veya anne veya akrabadan bir aile büyüğü gider.

 

Nişan :Söz kesildikten sonra taraflar; takıları, başlık parasını konuşup kararlaştırır. Nişan günü belirlenir. Nişanda içinde yüzük, bilezik, kolye, saat, puşi, takım elbiselik kumaş bulunan bir bohça hazırlanır. Oğlan tarafının hazırladığı bu bohça nişan akşamı kız tarafına bırakılır. Nişan hediyeleri teşhir edilmez ve kullanılmaz. Nişan bozulursa iade edilir. Nişan akşamı oğlan tarafından 3-5 erkekle 3-5 kadın kız evine gider. O akşam genellikle şerbet içilir ve konuşulan takılar formalite olarak dile getirilir.

Düğün
üğün Pazartesi veya Perşembe günü yapılır. Yalnız düğünün başlangıç  günü Pazartesi veya cuma günüdür. Ağırlıklı düğün kına gecesi ile düğün günüdür.

Kına Gecesi 
:Erkek evinde eğlence olmaz. Erkek tarafından kızlar ve oğlanlar yanlarında kına ile kız evine giderler. Kız evinde kına yakılır. Evin hayatında kızlar horon oynar. aileye çok yakın oğlanlar horana girebilir. Erkekler horon oynamaz.

Düğün Günü 
:Kız ve erkek tarafı yakınlarını ayrı ayrı düğüne davet eder. kız tarafının davetlileri kız evinde toplanır ve erkek tarafından gelecek olanlar beklenir. Erkek tarafından gelen davetliler eve yaklaştıklarında evin kapısı kilitlenir. Bunu kız tarafından her hangi birisi yapar. Bu kapının açılması için erkek tarafından bahşiş alınır. Damat kız almaya gelmez.
Gelinin odasından almaya kayınpeder gelir. Yengeye ve geline bahşiş verir ve gelinin yüzünü açar. Gelinin kardeşi  gelini kapıya kadar çıkarır ve erkek tarafına teslim eder. Erkek tarafı, en önde gelin, kız evini terk eder. Kız tarafı kızla beraber, arkadan oğlan evine doğru gelir. Oğlan evine yaklaştıkça kız tarafı naz yapmaya başlar. at ister, araba ister, halı ister, geniş yol ister, yolu süpürttürür. Bin türlü  zorluk çıkarttırır. Kız tarafı hizmetkar ister. Maksat damadı görmektir. Düğün amiri hizmetkar yok, efendi var der. Nihayet damat görünür. Elinde bozuk paralar vardır. Bunları gelinin başına atar. Bu paralar bereketli  sayılır ve bunlarla kese dibi yapılır. Damat misafirlere hoş geldiniz der ve daha sonra yengesi ile eve çekilir. Gelin yengesi ile birlikte gelin odasına yerleşir. Kayınpeder yengenin getirdiği kete valizini, keteyi getirenden ücret karşılığı alır ve yengeye teslim eder.Evin müsait bir yerinde horon başlar. Erkekler oynar, kızlar oturur. Kızlar bu arada hem horonu hem gelini  seyreder. Horon saatlerce sürer. İkindi ile akşam arası önce kız tarafına sonra erkek tarafına yemek verilir. Yemekten sonra bir kısım davetli  dağılır. O gece sabaha kadar oyun oynanır. Erkekler evde kızlar hayatta oyun oynarlar. İki saatte bir şerbet veya yemiş ikram edilir. Sabah olunca erkek ve kız tarafının misafirleri dağılır. Yenge enişte ile beraber gelini alır kızın evine gelirler. Kızın evinde öğle yemeği verilir. Yemekten sonra kızın bir yakını, gelin ve enişte erkek evine dönerler. Yenge ve yakınları gelini bırakır ve gerdeğe girilir.

Gelin Kıyafetleri  :Gelinlik ve çarşaf giyilmez ve gelin at üzerinde getirilmezdi. Gelin kadife foga giyer, başına İran şalı atardı. Gelin önden büzgülü, sırmalı, ipek bir elbise de giyerdi. ayaklarına ya ayakkabı ya da hasır çarık giyerdi. Düğün günü ya ayakta durur veya sandık üzerine oturtulurdu.


Kaynak :Rize Kültür Derlemeleri, Rize Halk Eğitim Müdürlüğü Yayınları, 1996

 

Hemşin'de Gelenekler :Hemşin'de yörenin gizemli yaşantısına bağlı olarak çok ilginç gelenekler ve görenekler vardır. Bunlardan bir bölümü günümüzde geçerliliğini yitirirken, bir bölümü de devam etmektedir.

 

YENİYIL : Her yeni yıl her yerde olduğu gibi Hemşinli içinde yeni bir umuttur. Rumi takvime göre yeni yıl sabahı kimsenin evine gelişi güzel gidilmez. Çünkü o kişi uğurlu veya uğursuz sayılabilir. Yalnız, davet edilen küçük bir erkek çocuk davet edilen eve gider. Ona hediyeler verilir ve uğurlu sayılır. Hemşinli yeni yıl akşamında başlamak üzere sabahleyin eve gelecek çocuklar için çeşitli mevsimlik yiyecekler hazırlar. Çocuklar gittikleri evde dileklerini dile getiren maniler söylerler."Yeni yıl geceleri Devleti bacaları Bana bir şey vermeyenin Tez gelmez kocaları"Ahırında öküzü olan bazı aileler, uğur getireceği inancıyla evinin sağ kapısında içeriye alırlar.Yeni yıl akşamlan genç kızlar için ayın bir önem taşır. Bu akşam yörede tuzlu pelit, yedi evden gizlice alınan mısır unundan yapılan ve içine sadece o akşam için çok tuz katılan bir tür pasta, denilen peliti yerler rüyalarında kimin kapısından su içerlerse o eve gelin gideceklerine inanırlar. Bu gelenek yeni yıl dışındaki akşamlarda da yapılmakta ve bu gelenek ve inanış hâlâ devam etmektedir.

KIZ İSTEME :Kız istemeye giderken, isteyecek kişilerden sözcü olan çorabının birini ters, veya başka çorap giyer. Kız verilince üç veya yedi tüfek veya tabanca atışı yapılır.Başlık parası düğün zamanı ve nelerin isteneceği kararlaştırılır. Günümüzde başlık parası ve görücü usulüyle evlenmek tamamen kalkmıştır.

DÜĞÜNLER :Günümüzde Hemsin düğünü geçmişteki geleneksel özelliğini büyük ölçüde yitirmiştir. Eski düğünlerin anıları günümüzde yaşlı insanlar tarafından büyük bir özlemle anlatılmaktadır. O dönemin son bölümlerini yaşayan orta yaş Hemşinliler, bu düğünlerin özlemi içindedirler. Hemsin düğünleri büyük ölçüde eski geleneklerinden kopuk salonlara taşınmış, düğünler sırasında uyum azalmıştır. Eski düğün törenleri az da olsa varlığını korumakta, Hemşinli tulum ve horondan vazgeçmemektedir. Yöremizde düğünler kız evinde yapılan kına gecesiyle başlar.Düğünler genellikle güz aylarında yapılır. Taraflar yakınlarını komşularını dostlarını davet ederler. Düğün günü yolun uzaklığına göre, yola çıkılır. Yolda tulum ve onun eşliğinde karşılıklı türküler söylenir. Gelinin düğün günü giyeceği eşyalar bir bavula konur ve taşıması için bir genç görevlendirilir. Kız evine gelindiğinde evin giriş kapısı kız tarafınca görevlendirilen bir veya birkaç kişi tarafından kilitlenir. Bu kişi genellikle kız tarafının yemeklerini yapan aşçıdır. Erkek tarafı da, kendi aralarında daha önce seçmiş oldukları bir sözcü aracılığı ile kapının niçin kapatıldığını araştırmaya koyulur ve kapının açılması için o anda gerekli olan bazı sözler söyler. Bu sözler "Acaba biz yanlış yere mi geldik? Bizi kimse karşılamıyor, oysa biz bu aileyi çok konuk sever bilirdik" ve benzeri sözlerdir. Kız tarafının sözcüsü ise hemen karşılık verir. "Hayır doğru geldiniz, ama bu kapı kolay açılmaz. Onu açmak sizin elinizde dir" diyerek karşılık verir. (Bu sözler kalıplaşmış değildir. Sözcü kişilerin yeteneğine göre söylenen nükteli sözlerdir, bu sözlerle söz savaşı yapılır. Bu savaşta kırıcılık yoktur. Amaç düğüne neşe katmak, çevredekiler! güldürmektir.) Erkek tarafı bir miktar parayı kapının aralığında içeriye atar. Paranı miktarı üzerinde tartışma olabilir. Ama genellikle kabul edilir ve kapı açılır. (Bu para aşçınındır) Gelenler en iyi şekilde karşılanır ve hemen bir horon oynanır. Horon oynanırken özellikle ev için bir atma türkü söylenir. Örneğin:

Bu yapı iyi yapı,
Otuz iki direkli
Bu yapıyı yaptıran
Yüreklidir, yürekli.

Dizeleri ile kız tarafı onurlandırmaya çalışılır. Sonra yemekler yenir. Artık gelini alma ve geri dönme hazırlıkları başlar. Erkek tarafının getirdiği giysi bavulu kız tarafına ödül karşılığı teslim edilir. Gelin bu giysilerle görevliler tarafından donatılır. Gelini giydiği giysiler, Hemşin'e özgü giysilerdir. Yalnız gelinin başına duvak yerine ipek şal atılır. Donatanlara hediyeler verildikten sonra belki de, düğünün en özel bölümüne geçilir. Artık gelin baba evinden dışarı çıkacaktır. Gelin yakın bir akrabası tarafından (genellikle kardeşi amcası ve dayısı) evin çıkış kapısına eşiğe kadar getirilir. Erkek tarafına teslim etmeden önce gelinle ilgili övgülü sözler sıralanır. Son söz olarak ta, bugüne kadar tüm sorumluluklarını taşıdıklarını, bundan sonra ise tüm sorumluluğun erkek tarafına ait olacağını belirtirler.Kayınpeder gelme kapı başı yüzüğü denen kıymetli yüzüğü takar. Bu sırada tulum, gelin çıkarma havası denilen hüzünlü bir ezgi çalar bu çalgıyla yola çıkı ir. (yol uzaksa, genellikle at sırtında götürülür) Düğün alayı erkek evine yaklaştıkça durur. Kendine bir çeki düzen verir, evin yakın görünür bir yerinde kız tarafı durur, erkek tarafı evin yanına geçer. Böylece yola çıkan iki gurup ayrılır ve sözcüler arasında magarlık (Sözlü atışma şeklinde çeşitli isteklerin yerine getirilmesinin istenmesi) kız tarafı yollara hali serilmesini ister, erkek tarafı ise bu isteğe kötü bir kilim getirerek karşılık verir. Daha sonra başka isteklerde de bulunurlar. Bu istekler erkek tarafından aynı nükteli söz ve davranışlarla sürdürülerek karşılanır. Gelinin eve alınma törenine geçilir. Kız tarafı kendilerini karşılayacak bir beyefendinin gelmesini isterler. (Bununla damat kast edilmektedir.) Damat ve yenge (Hemsin yöresinde düğünlerde gerek damada gerek geline düğün boyunca eşlik eden, onun nasıl dayanmasını söyleyen, kısaca sözcülüğünü yapana yenge denir. Gelinin yengesi evli bir kadındır. Damadın yengesi ise evli bir erkektir). Kapının eşiğine kadar gelirler. Yenge ve damadın eşiğe gelmesinden az önce kız tarafından iki kişi eve girmişler ve ocakta asılan zinciri tutup hatta zincirden asılarak, selim sayarlar, mani söylerler. Aşçının kazanı uçtur, iki dolu biri boştur, uzak yoldan geliyoruz, birazda karnımız açtır diyerek aşçının durumunu sormaktadırlar düğün sahibinden hediye isterler hediyeler genelikle Hemsin usûlü örme çorap ve yöreye özgü kede den oluşur. Eşik üzerine gelen damat genellikle hemen karşısında duran ve başında şemsiyesi olan geline ve beraberindekilere:Çiçeğinizle beraber hoş geldiniz.Diyerek avucunun içinde hazır bulunan madeni para ve pastaları gelinin üzerine atar. (yörede bu olaya pasta para atma denir. Pasta buradaki anlamıyla susamdır. Yani madeni para ile susam karıştırılarak atılır) Gelinin tarafında bulunan özellikle çocuklar bu bozuk paraları kapmaya çalışırlar. Çünkü bu bozuk paralar uğurlu sayılırdı. Kese dibi yapılır. Gelin içeriye odasına çıkarılır. Kaynata yüz açımını yapar, geline ve yengeye hediyesini verir. Bazı kaynatalar, o günün coşkusuyla yüz açımı sırasında bizi dörtlükler söyler, işte böyle bir yüz acımı sırasında, yetmiş kuruşluk hediyesini gelin ile yenge arasında paylaştırmak isteyen bir kaynata, şöyle söyler;

İhtiyarlık kötü şey
Ağarttı Sakalımı saçımı
Diş kalmadı çeneye
Otuz geline verin
ister sadaka sayın
Kırkını da yengeye,
isterse yüz açımı.

Böylece isteğini belirtmiştir. Bu sırada gelinin kucağına küçük bir erkek çocuğu oturtulur. Bundaki amaç, gelinin erkek çocuk doğurmasının dolaylı yönden istenmesi ve böyle bir dilekte bulunulmasıdır. Bundan sonra hediye vermek isteyenler hediyelerini veririler. (Verilen hediyelere karşılık, gelin de daha sonra hediye verenlere el örmesi birer çorap hediye eder) Hediye verme işlemi bittikten sonra, yemeklerde de yine karşılıklı bazı isteklerde bulunulur. Bunlar yerine getirilir. Yemekler bitince grup grup horon oynanır. Horona özellikle kaynana, kaynata, gelin ve damat oyuncuların coşkun istekleriyle hatta türkü ile çağırılır. Horon sırasında geline ve damada türküler atılır bu türküler genillikle gelini ve damadı övücü biçimdedir. Örneğin:

Enişte boyun uzun
Değiyor saçaklara
Baldızın kurban olsun
Bastığın topraklara

Daha sonra düğün gecesinin geç vakitlerinde enişte sofrası denen başka bir magarlığa geçilir. Bu arada orta oyununa benzeyen ihtiyar kocakafı oyunu dramatize edilir.Düğün sabaha kadar sürer Ertesi gün düğüncüler dağılır. Her iki tarafın çok yakın akrabaları kalır. O gün damat, gelin, gengeler ve yakın akrabalar kız evine gider. (Bu olaya tarçı geri denir) Kız evinde, gelin duruma göre birkaç gün kalır. Sonra tekrar damat evine gelir, törenler bu şekilde sona erer. Günümüzde Hemsin düğünleri eski özelliklerini kaybederek, farklılaşmışlar; genellikle yurdumuzdaki klasik törenlere dönüşmüşlerdir.

ENİŞTE SOFRASI :Düğünlerde en önemli bölümdür. Horon kesilir. Herkes geniş bir hayatta (salon) toplanır orta yerde bir sofra kurulur. Kız tarafından temsilciler ve sözcü, erkek tarafından da eniştenin yengesi ile bir grup katılır. Kız tarafının sözcüsü, çeşitli yiyeceklerle sofrayı donattırır. Bunun yanında sembolik olarak yapılabilecek veya bulunabilecek isteklerde bulunur. Bunlardaki amaç düğünü neşe katmaktır. Örneğin içki istenir, buna karşı şişeye zeytin yağı ile su doldurularak gönderilir. Koç istenir, bir kişi sırtına post bağlar, başına koç boynuzu, boyun una çınlak bağlayarak gelir ve safrayı yıkmaya çalışır, iki kişi tutar ve sonra gelinin yengesi kede verir ve koç gider. Bundan sonra ihtiyar ve kocakarıyı temsil eden ve onlar gibi giyinen kişiler nükteli yanıtlar verirler. Bu sözler gelin ile damada öğüt, çevreye ise neşe verir, ihtiyar ve kocakarı ayrılırken çevreden onlara iğne batırılır.Daha sonra enişte ve yengesi gelir. Gelin ve yengesi de sofrayı görebilecek yerdedir. Enişte hiç konuşmaz çevreden kendisine çeşitli laflar atılır. Fakat yanıt vermez. Onun yerine yengesi konuşur. Bu arada gelin ve enişte arasında gizli bakışmalar da olur. Eniştenin yengesi sorular sorulurken hem onlara yanıt verir, hem de üç tane küçük lokma hazırlar. Sonunda bu lokmanın enişte tarafından yenmesini sağlar. Enişte üçüncü lokmayı yerken hazırladığı paraları (özellikle madeni para) sofraya bırakarak hızla oradan ayrılır. Eniştenin konuşmaması onun kibarlığını ve ağırlığını gösterir.

HORONDA BAHŞİŞ ;Horon oynarken tulumcu değişik bir ezgiyle horonculara yaklaşır. Bunun anlamı bahşişi istemektir. Ezgi kime yönelik ise o kişi bahşişi verir. Bu horonlardan bir gelenektir. Eğer horon bir düğünde oynanıyorsa eniştenin kaynatanın, gelinin ve kaynananın horona girmesi gerekir. Horon sırasında geline, enişteye ve yakınlarına türkü atılması güzel bir gelenektir. Bu atma türküler çoğunlukla enişte üzerinde yoğunlaşır.


Kaynak: Rize Valiliği Resmi Sitesi

 

Kavran'da Vartivor :Kavran, halk diliyle (Kavron) Doğu Karadeniz Bölgesi'nde Kaçkar Dağları'nın eteğinde şirin bir yaylamızdır. Rize'nin Çamlıhemşin ilçesinden, Ayder yolu üzerinde araba ile ulaşım sağlanan Kavran, geçmişte sadece yaylayken günümüzde hem yayla, hem de tatil beldesi görünümündedir. Doğu Karadeniz insanı hem rutubetli sıcaktan korunmak, hem de hayvanlarını geniş  yayla mezralarında otlatmak için; ormanların seyrekleştiği yükseklikteki dağlar arasındaki yaylalara çıkarlar. Yayla evleri genellikle yaşlı, tecrübeli, katık (yağ, peynir, minci vb.) yapmasını iyi bilen ebe ile hayvanlara çobanlık yapabilecek on-onbeş yaşlarında kız ya da erkek çocuktan oluşan iki kişilik evlerdir. Köylerdeki yerleşim dağınık olmasına karşın, yayla evleri birbirine çok yakındır.
Doğu Karadeniz Bölgesi'nde yaz aylarına rastlayan çeşitli yayla şenlikleri geçmişten günümüze halen sürdürülmektedir. Bu şenlikler 'Çürük Ortası', 'Yayla Ortası', 'Okçular', 'Vartivor' gibi adlarla yayla süresinin belli dönemini yansıtmaktadır. Genellikle de yaylaların en kalabalık olduğu, ot biçme işleminin bitimine ya da köydeki son işlerin bitirilip yaylada toplanma tarihine rastlar. Rize'nin Çamlıhemşin ilçesi Ayder yaylalarından biri olan Kavran'da Vartivor, günümüzde de geçmişte olduğu gibi aynı görkem ve ihtişamla kutlanmaktadır.Vartivor,  yayla halkının yaptığı bir şenlik olup, Temmuz ayının 15'inde başlayıp 25'ine kadar devam eder. Şenlikte delikanlılar, kızlar horon oynar, birbirlerine mani söylerler. Vartivor gül bayramı, ot bayramı anlamına gelmektedir. Vartivor eskiden temmuz sonları, ağustos başlarında Ergenekon dolaylarında dağlarda yapılıyordu. Şimdi aynı görkemiyle, aynı tarihlerde Hemşin yaylalarında,yapılmaktadır.Yayla halkı, kuşaktan kuşağa taşıyarak günümüze aktardığı Vartivor'u şöyle anlatmaktadır:  'Hayvanlarımız otlasın, katığımız bol olsun diye yaylaya çıkarız. Yaylada her evde bir katık yapan, bir de sığırları otlatmak için çoban olur. Yazın köydeki işler ağustos başlarında biter. İşlet bitince köylü toplanır. Vartevor yapmak için yaylaya gelir. Köyden yaylaya gelenlere 'Vartevorcu' denir. Vartevorcularla yaylacılar yaylada eğlenirler, çalışmanın yorgunluğunu üzerlerinden atarlar, gece sabahlara kadar tulumla horon oynar içki içip tabanca atarlar'. Vartevora giden köylüler en güzel giysileri giyerek sabahın erken saatlerinde yola çıkarlar. Tulum çalıp, atma türkü söyleyerek, horon oynayarak, yaylanın yolunu tutarlar.Yaylacılar köyden gelen vartivorcuları büyük bir heyecan ve sevinçle karşılarlar. Vanrtivorcu yaylaya tulum eşliğinde büyük bir coşkuyla girer. Bu coşku yaylada on beş gün sürer. Vartivorcusu gelmeyen yaylacının, vartivoru hüzünlü geçer. Köyden vartivorcusu kalabalık gelen yaylacı,gururlanır,gezer.
'Eskiden işler bitince köylüler, sabah namazıyla yola çıkardı. Türkü söyleyerek, tulum çalarak, Vice (Çamlıhemşin ilçesi) dibine gelirdik. Orda mola verir, yemek yer, tekrar yola koyulurduk. Ayder'de bir gece boş ambarlarda yatardık, sabaha kadar tulum çalar, horon oynardık. Oradan tekrar hep birlikte yola koyulur, öğleye doğru tüfek ata ata yaylaya girerdik. Yaylanın düzünde hemen horonu kurardık. Gece sabahlara kadar lamba, lüküs ateşiyle horon oynardık. On-onbeş gün böyle devam ederdi. Genç kızlar, delikanlılar en güzel elbiselerini giyerek vartevora gelirler. Sevdalıklar da vartevorda başlar, orda büyürdü. Genç kızlar, delikanlılar sevdalarını atma türkülerle yine dile getirirlerdi'.Vartivor, halk arasında 'Yayla Ortası' olarak da bilinen yörenin en önemli şenliklerindendir. Kutlamaların dinsel bir yönü olduğuna dair bir belgeye rastlanmamıştır. Ancak 'Hemşinliler Hıristiyan adetlerini muhafaza edip, Vartevor Yortusu Günü hepsi de kiliseye gider' ifadesi kullanılmaktadır. Vartivor zaman olarak yayla döneminin tam ortasında rast gelmektedir. Bu dönem köylerde işlerin azaldığı, sıcaklık ve nem oranının arttığı, Ağustos ayının ilk on beş gününü kapsamaktadır. Yörede yaşlıların kullandığı 'Köy Hesabı' ya da 'Ay Takvimi' Hicri gün hesabıyla 20-22 Temmuz'da başlamakta, on beş gün sürmektedir. Şenlikler ciddi  bir organizasyon çerçevesinde kutlanmakta, kutlamaların düzenli yapılması için Başkan ve Kutlama Komitesi oluşturulmaktadır. Şenliğin başlamasından bitimine kadar her aşamasından, Başkan ve Şenlik Komitesi sorumludur. Şenliğin maddi giderlerini yayla halkı karşılamakta, herkes gücüne göre katkı sağlamaktadır, zorlama yoktur. Vartivorda türkü söyleyip horon oynamanın yanı sıra, yaylanın belli yerlerine (Mezovit, Ovidin Düzü) gezintiler düzenlenmektedir. Bu gezilerde yemek yenilip, içki içilmekte genç kızlar ve erkekler yakan top oynamakta, delikanlılar balığa gitmektedirler. Şenliklerin en önemli kısmını horon oynamak için toplanan gruplar oluşturmakta, kızlar ve erkekler ayrı ayrı ya da birlikte oynamaktadırlar. Horonlar yayla halkının yaptığı çardaklarda veya büyük düzlüklerde oynanmakta, horon en önemli kısmını horon esnasında atılan silahlar oluşturmaktadır. Vartivorda 'Hoşmeli' ve 'lokum' gibi özel yiyecekler yapılmakta, yayla nüfusu,iki,üç,misli,artmaktadır.

SONUÇ
Vartivor geçmişte olduğu gibi günümüzde de halkın toplumsal ve psikolojik birçok gereksinimine yanıt vermektedir. Bir kültürel olgu toplumda işlevsel olduğu sürece varlığını gösterir ve kuşaktan kuşağa aktarılır. Vartivor yıl boyunca durmadan dinlenmeden çalışan yöre halkının; buluşma, kaynaşma yeridir.  Sadece köyde yaşayanlar değil, büyük kentlere göç eden yöre halkı da vartivora gelmek için büyük bir gayret göstermekte, işlerini vartivora göre ayarlamaktadır. Vartivor yorgunluğun atıldığı, hasretin giderildiği, eğlenme, kaynaşma yeridir. Duygu ve düşünceler en güzel ve çarpıcı olarak türkü yoluyla vartivorda dile getirilir. Sevgililer sevgilerini, kırgınlıklarını, komşular beklentilerini, dargınlar yergilerini, gurbetçiler özlemlerini anlatır türkülerle. Bu nedenle şenlik bir anlamda da iletişim işlevi görüp, bireyi bilinç altına ittiği sıkıntılardan uzaklaştırıp, ruhsal doyuma ulaştırmaktadır. Birbirleriyle karışıp kaynaşan halkın ilişkilerini güçlendirmekte, toplumsal düzeni sağlamlaştırmaktadır. Vartivor şenliklerinin yukarıda anlatılan işlevlerden dolayı, biçimde değişime uğrasa da içerikte amacını koruyarak, kuşaktan kuşağa aynı görkem ve ihtişamla  kutlanacak, Kavran Yaylası daha uzun yıllar şenliklere ev sahipliği yapacaktır.

Kaynakça: Bu bölüm hazırlanırken Tarım ve Köy Dergisi'nin 127. sayısında yayınlanan Ziraat Yük. Müh. Oğuz Tuna'nın yazısından da faydalanılmıştır.

 

Mahalli Tabirler

 

Afkurmak: Birinin hoşa gitmeyen sözler söylemesi karşı taraf açısından bu tabirle ifade edilir.

Aha ki duydum: Şimdiye kadar duymamıştım ilk defa duydum.

Çehluş olmak: Bir şeyin ayak altında kalıp iyice ezilmesi, yamyassı olması.

Çamur etmek: (Cemu etmek) Mısır ekmeğini erimiş yağın içersine doğrayıp ezmek.

Çepuş olmak: Yanık veya başka nedenlerle deride içi su dolu kabarcıklar meydana gelmek.

Çernaduş olmak: (Ceğnaduş olmak) Ayak altında kalıp çiğnenmek.

Değmiş: Olgunlaşmış

Dibinden aşağı gitmek: Cehennemi  boylamak

Eğreltiye halat atmak: Olmayacak işlere kalkmak.

Ese vas pa!: Aniden ortaya çıkan durumlarda "Şimdi ne olacak?" anlamında hayret ve şaşkınlık ifade eden bir tabirdir.

Evoy ana!: "Bu da neyin nesiydi?" anlamında üzüntü ile karışık bir hayret için kullanılır.

Hartuma: Kiremit yerine kullanılan tahta parçası

He mi?: Öyle mi? Yapılan bir açıklamanın arkasından onun doğruluğunu teyid etmek amacıyla soru edatı olarak kullanılır.

Hoh etmek: Balgam tükürmak.

Gogiç tutmak: Şiddetli öksürüğe yakalanmak.

Ğarğesim olmak: Bitkin düşmek, iyice yorulmak.

Ğoğol olmak: Karma karışık olmak, iyice birbirine karışmak. Mecazi manada; bir işin içinden çıkılmaz bir hal alması.

Ka!: Kadına yönelik söze başlamadan önce dikkat çekmek için kullanılır. Ancak bu hitap daha çok kişinin kendi emsali veya kendisinden daha küçük olanlar için kullanılır.

Ka ne der?: O kadın ne diyor? anlamında olan bu tabir daha çok bir kadın tarafından söylenmiş olup iyice anlaşılmayan bir sözün karşısında duyulan hayret ve şaşkınlığı ifade için kullanılır. Kendinden büyük olan kadınlara yönelik kullanılmaz. Mesela bir kızın annesine veya bir gelinin kayınvalidesine "Ka" diye hitabı hoş karşılanmaz ve saygısızlık ifade eder. 

Ken etmek: Kin duymak. İntikam almak için bir fırsatını kollamak.

Kuli baş olmak:Takla atmak. Ev, bina gibi şeyler için yıkılmak.

Kuru teli kalmamak: Sırılsıklam ıslanmak

Maladeç: Aferin sana, nazar değmesin

Memecuş etmek: Parmak uçlarının soğuktan donup sızlaması.

Odi kopmak: ani bir durum karşısında çok korkmak.

Okçuş etmek: Boğazına bir şey takılıp kusacak gibi olmak.

Ola veya Oro!: Erkeğe yönelik söze başlamadan önce dikkat çekmek için kullanılır. emsal ve küçüklere karşı kullanılır.

Pecuş etmek: Sinekten rahatsız olan sığırların delicesine hoplayı zıplamaları, kuyruklarını havaya dikip koşmaları.

Perenktüş etmek: Hapşırmak.

Portopuş etmek: Canlı bir şeyi iyice hırpalamak, onu yara bere içersinde bırakmak.

Sermeser olmak: Aniden yere düşüp boylu boyunca uzanmak.

Socuşlamak: Ağacı yontmak. Sırığın ucunu sivriltmek.

Taca etmek: Odunu üst üste yığmak. Mecazi  manada bir şeyi üst üste yığıp biriktirmek.

Todik sallamak: Can çekişmek

Velalenmek: Bunamak, akli dengesini kaybetmek.

Ye!: Kendisinden büyük olan kadın ve erkeklere yönelik olarak söze başlamadan önce dikkat çekmek için kullanılır.

Yessirun Oleyim: Kulun, kölen olayım. Daha çok bir sevgi ya da yalvarma ifadesi olarak kullanılır.

Zükem olmak: Nezleye yakalanmak, grip olmak.

AKÇAKOCADA

 

Kız ve Erkeğin Tanışması :Akçakoca’da mısır bitkisinin fazla ekildiği, fındığı kozalarından ayırma makinelerinin daha ortaya çıkmadığı dönemlerde mısır soyma, fındık ayıklama imeceleri yapılırdı. Bu imecelere kız ve erkekler bir arada katılırlardı. Mısır çapalama, fındık toplama işleri de imece şeklinde yapılırdı. Akçakocalı kız ve erkek gençler birbirlerini bu imecelerde, kasabaya inme sırasında, dereye suya giderken, nişan, düğün gibi eğlencelerde tanırdı.Kız ve erkeğin ortaklaşa güvendikleri bir kadını aracı olarak kabul eder ve sevgi nişanelerini birbirlerine bu aracılar ile gönderildi. Bu günde buna benzer olaylara şahit olunmaktadır. Çoğu kez kız erkeğe, kendi işlediği bir mendili, oğlanda kıza gülyağı, şeker, lokum, küpe, yüzük gibi hediyelerde gönderirdi.

Sevdalık Günleri :Akçakoca gençleri arasında sevdalık günleri çok önemliydi. Sevenlerin arkadaşları vardır. Bu arkadaşlar erkek ise, hep seven erkeğin etrafındadır, arkadaşları için pervane olurlar, hep beraber gezerler. Başkaları seven erkekmiş izlenimi yaratırlar. Örneğin; Sevdiği kız salıncağa binerse, önce aşık olan silahını boşaltır. Bunun anlamı: Bu “Seni başkası severse onu öldürürüm” anlamına bir mesajdır. Ardından aşığın arkadaşları silahlarını boşaltırlar. Bunun da anlamı: “Bir arkadaşımızın arkasındayız” demektir Durum herkes tarafından anlaşılır, kimse kimsenin sahasına girmez. Erkek evlenme arzusunu ailesindeki kadınlara açar. Zaman içinde gelişen olaylar oğlanın anası tarafından babasına iletilir. Günler ve gecelerce ne olup olmayacağı, aileler arasında düşünülüp tartışılır. Sonunda kız tarafının kıramayacağı bir elçi bulunur. Elçi baba ve annenin ağzını arar. Olumlu yanıt alınca kızı istemek için girişimlerde bulunur.Toplum kız isteme konusunda çok duyarlıdır. İstenilen bir kızın verilmemesi ya da söz kesiminden sonra dönülmesi erkek tarafından hakaret kabul edilir. Bu tür olaylar genellikle kan davası gibi olaylara sonuçlanır

Sıra Gözetme :Ablası bekar olan, evlenme çağındaki erkek bu kuralı bozup evlenebilir. Erkek toplunda kadından önce gelir. Erkek kardeşler arasında da sıra gözetilir. Miras taksiminde kızın payı erkeğe göre yok gibidir. (Bu gelenek Lazlarda daha çoktur.)Son zamanlarda Bölgede kızlar arasında sıra gözetme geleneği vardır. Büyük kız varken küçük kız evlenmesi ayıplandığı gibi baba buna kesinlikle karşı koyar herkes hakkını yavaş yavaş  alma yolunu tutmaya başladı.

Başlık Parası :Akçakoca ve köylerinde başlık parası vermek hemen hemen yok gibidir. Yalnız fakir ailelerde kızına çeyiz yapabilmek için bir miktar para ödenir. Başlık parası verme Laz ve Gürcü ailelerde, Rizeli  toplumlarda daha az uygulanır. Abazalarda başlık parası alınmaktadır.

Kız Kaçırma Olayları :Abazalarda düğün çok masraflı olduğu için, özellikle birbirini seven çiftler kaçarlar. Bu danışıklı düğüştür. Kız kaçırılmadan önce nüfus cüzdanı kaçırılır. Kızın yaşı on sekizden küçük ise kız kaçırılınca erkeğin akrabalarından birinin evinde saklanır. Daha sonra aileler arasında anlaşmaya gidilir. Kaçırılan kızın yanında kıza yakınlığı ile bilinen kızın arkadaşı ile kaçırılır. Bu kıza tasavize denir. Kız emin bir ailenin yanına misafir edilir. Düğün yapılıncaya kadar kız o evde kalır. O evde her akşam eğlence yapılır. Bunun adına taşamhara denir. Kız-erkek anlaşarak kaçmışlarsa iki tarafın aileleri bir müddet birbirleriyle görüşmez. Daha sonra aracılar yardımıyla taraflar barıştırılır. Ancak yıllar süren küskünlükler söz konusudur. Kız kaçırmada kızın rızası yoksa olay kan davasına kadar gidebilir.

Kız İsteme Geleneği :Ön hazırlıklar tamam olunca kız babasının sevdiği birisi erkek tarafı ile birlikte kız istemeye gider. Erkek tarafından ağzı laf yapan biri sözü açar.Biz Allah’ın emri, Peygamberin kavli ile kızınız ...............’yı oğlumuz ..............’ya istemeğe geldik” der. Baba da;Allah yazdıysa olur. Amma bir düşünelim. Soracak adamlarımız var onlara soralım” der. Bu biraz naz etmek ve kendi akrabalarına paye çıkarmak için söylenmiş bir sözdür. Bir müddet biçilir. Bu arada istiyorlarsa, el altından erkek tarafını cesaretlendirecek haberler iletilir.Bu dönemde, kız ile erkek karşılaştıklarında kaş göz işaretleri ile birbirlerine cesaret verirler. Kız belli bir süre sonra istenir.

Söz Kesme ve Nişan Olayı :Eskiden erkek askere gitmeden nişanlanırdı. Nişanlık süresi, askerlik, para yokluğu ile ilgili olarak 2-3 hafta ile bir yıl arasında değişir. Yerli halk arasında beşik kertmesi kesinlikle yoktur. Göçmen köylerinde beşik kertmesine rastlandığı söylenmekte ise de tespit edemedim.Kız istemede erkek tarafından hediye olarak getirilen “kutu şekeri” ertesi gün iade edilmez açılırsa, kızı erkeğe verildiğine işarettir.Taraflar tarafından söz kesiminden sonra oğlan tarafından akrabaları kızın evine yüzük, kutu şekeri ile elbiseler, çorap ve terlik alıp giderler. Nişanda yüzükler takılır. Bazı köylerde nişanda erkeğin bulunmadığı, akrabası tarafından kızın parmağına yüzük takıldığı söylenmekte ise yerli köylerde böyle bir gelenek bulunmamaktadır.Bir süre sonra kız tarafı, yüzük, bir kat çamaşır, kaynanaya elbise alıp oğlan evine getirirler.

Çeyiz Geleneği
:Çeyiz olarak sandık, yatak, yorgan, yelek, şalvar, bakırdan mutfak eşyası, elde dokunmuş yer hasırı, hasır seccade, ottan duvar yastığı, kanaviçe işler ve örtüler vardır. Çeyizin miktarı ailenin mali durumu ile ilgilidir. Yerli halkta çeyiz eşyası, Doğu Karadeniz kökenli ailelerde olduğu kadar fazla olmakla beraber, kızlar mirasta erkek kadar hakka sahiptir.

Kına Gecesi :Düğün geleneğinin ilk kademesi kına gecesidir.Kına gecesi Çarşamba günü yapılır. Kına gecesi için erkek tarafı beraberlerinde taraftarları ile birlikte yanlarına kına alıp gelin evine gidilir. Dört kız çarşaf veya büyük bir yazmanın altına gelini alırlar. Bir kız gelinin eline tabaktan kına yakar. Elleri temiz beyaz bezlerle yumrukları bağlanır. Bir taraftan da maniler söylenir. Hem gelin ağlar, hem etrafındakiler. İzzet ve ikramdan sonra erkek tarafı evlerine gelir. Damadın evi önünde büyük bir ateş yakılır. Kız tarafı tavuk istemeğe gelir. Her evden birer tavuk alınır. Ateş yanınca baklavalar getirilir. İkramlar yapılır. Kız tarafı darıltılmadan uğurlanır.Kına gecesi bayramlık elbiselerini giyen genç kızlar çiftetelli, topal oyunu, orta oyunu gibi oyunlar yaşlı bir kadın denetiminde oynanır Düğünden bir gün önce gelinin ve yakınlarının eline kına yakılır kına erkek tarafından getirilir kına yakma töreni boyunca maniler söylenir gelin ağlatılır,kına gecesi kızlar çiftetelli ve çeşitli oyunlar oynar.Köy lisanı ile mani ve türküler söylenir.

 

‘’Yukarı köyün çakalları                        Yukarı köyde çakal yok

   Aşağı köyün bakalları                         Aşağı köyde bakal yok

   Damat beyin sakalları                         Güveyin sakalı yok

   Gelin kınan kutlu olsun                       Gelin kınan kutlu olsun

 

   Kına gecen hoş olsun                          Köyümüzden çıkıyorsun

   Evin bereket dolsun                            Bize veda ediyorsun

   Damat bey eşin olsun                         Yeni yuva kuruyorsun

   Gelin yuvan mutlu olsun                    Gelin kınan kutlu olsun’’

   Diye maniler söylenir.

Düğün Günü :Düğün genellikle nişandan en az bir yıl sonra yapılır. Bindallı ve benzer gelenekler yoktur. Eskiden gelin renkli ve temiz ipekli elbise damat ise don pantolon üzerine beyaz gömlek ve işlemeli yelek giyerdi. Güvey fakirse beyaz elbise ödünç alınırdı.Eskiden olduğu gibi gelin kayın baba ve yakın akraba arasına giderdi. Gelin evden çıkarken, kız kardeşlerden biri, yoksa akraba kızlardan biri çeyiz sandığı üzerine oturup sandık haracı isterdi. Ayrıca kapıdan çıkarken erkek kardeş, kapı haracı olarak bir miktar para talep eder.Köylerde, genellikle bir öküz arabası süslenirdi. Üstüne halı ve kilimlerle bir örtü yayılır. Araba çan ve zillerle bezenir, köylüler şık giysilerini giymiş, arabanın önündü, ardında, yanında yürüyerek giderlerdi. İkide birde araba durdurulur: Ala ala hay... diye bağırarak düğün evine varılır. Yolda devamlı halaylar çekilir. Kasap oyunu, Kastamonu zeybeği gibi oyunlar oynanır. Gelin alayı, çeşitli yollardan dolaşarak damat evine varırdı.Gelin alınmadan o köylülere veya mahalleliye pilavlık parası verilir. Gelin arabaya binmeden bolluk ve bereketli olsun diye ya damadın babası veya yakını bozuk paralar içinde şekerler, buğdaylar serper, çocuklarda bunları birbiri üzerine yığışarak kapış kapış toplardı.Köyden çıkıncaya kadar çeşitli yollardan dolaşarak damat evine varılır. Gelin arabadan inmez, bahşiş ister. Bir inek ya da tosun getirilir. Kulağı kesilerek işaret verilir. Kapı önünde kurulan bir masada kız tarafı tatlı, şeker, sigara, mermi gibi isteklerde bulunur. Bu istekler karşılanıncaya kadar gelin bekletilir. Bu durum bazen üç dört saat kadar sürer Gelin eve girerken eğilip eşiği öper. Bolluk getirmesi düşünülerek mısır, buğday, şeker, bozuk para atılır. Akraba ve komşular başlarında birer tepsi baklava alarak erkek evine giderler. Tepsiler üst üste kümelenir.Erkeklerde evin önünde yakılan ateş etrafında oynarlar. Bu oyunlar kadın kıyafetine girmiş köçekler tarafından oynanır. Eğer aile varlıklı ise dört köçek, dört davul, dört zurna ve dört keman bulunur.Diğer köylerden geleneklerde kafileler halinde düğüne katılırlar. Kimileri koç, kimileri koyun getirir. Meydanda ikramlar yapılır.Yenip içilir. Sonunda köylüler misafirlerini evlerine götürürler.Hoca nikahı yapılır, bu adet yaygındır. Hoca nikahı yapılırken gelinin yanında dadı veya bibi (teyze, hala) denilen kadınlar bulunur.Gürcü köylerinde düğün gecesi, güveyin gerdeğe girmesi yasaktır. O akşam kızın akrabası olan kızlar sabaha kadar beklerler. Düğünün ertesi günü gerdeğe girilir. Düğün genellikle üç gün devam eder. Lazlar ve Hemşinlilerde de benzer gelenekler vardır.Diğer köylerde ise hoca nikahı kıyılır. Sonunda güveyi arkadaşlarının kolunda gelinin odasını getirilir. Arkasından yumruklanarak odaya itilir. Damat odaya girer. Hazır bulunan seccadede iki rekat namaz kılıp duasını yapar ve gelinle tanışmaya gider. Damat bu arada gelini konuşturmaya çalışır. Ona hediyeler verip konuşturur. Konuşturulunca da pencereyi açıp iki el silah atar. Bundan sonra herkes dağılıp gider.Gelinle damat, gidip kayınvalidenin elini öperler. Tekrar odalarına giderler. Orada baklava yerler. Bazense baklava kesmelerinin yarısını yiyip bırakırlar. Ertesi gün bunları evlenmemiş erkek ve kızlar yer. Darısı sizin başınıza gibi bir gelenektir bu. Ertesi gün sabah, köçekler, davetliler düğün evinin önüne gelirler. Oyunlar oynanır. Damat elinde bir tepsi baklava ile herkese birer kesme baklava sunar. Sonra da herkes dağılıp gider. Ev kadınlarla dolar. Duvak günü damat sağdıçla gider. Gelinle sabahtan ikindiye dek oyunlar oynanır, şarkılar söylenir ve derken düğün biter

Duvak :Güvey gecesi sabah gelini eğlendirmek için eğlence düzenlenir. Gelin oynar ve etrafa para atar.Bekar kızlar gelinin duvağından teller koparırlar. Duvaktan sonra erkek ve kız evlerinde yemekli davetler yapılır.

Düğün Davetleri :Bütün akraba ve hısımlar gelin ile damadı davet ederler. Bunlar taşıma davetleridir. Her gidilen eve gelinin yaptığı bir el işi işleme götürülür. Onlarda onlara çeşitli hediyeler verirler.

Doğum Olayı :Genellikle ilk çocuğun erkek olması istenir. Çocuklar genellikle beşikte büyütülür. Çocuğun adı üç gün içinde yaşlı bir erkek veya hoca tarafından üç defa kulağına okunarak konulur. İsimden sonra ezan okunur. Komşular ve akraba loğusaya evvela geçmiş olsun derler sonrada hediyeler getirirler. Doğumun kırkıncı günü çocuk ve loğusa yıkanır. Buna çocuk kırklandı denilir.

Diş Çıkarma :Küçük çocukların diş çıkarmaları aile için ayrı bir sorun olur. Ailenin bireyleri yeni çıkan dişi görmeyi uğur sayarlar. Onun içinde sık sık çocuk güldürülür, ağzına bakılır. Hatta bazıları ekmek kabuğunu gevlettirmek suretiyle dişin çabuk çıkmasının sağlarlar. Bazıları da parmağını rakıya batırarak çocuğun diş etlerini oğalar. Çocuk bundan çok hoşlanır.Dişin çıktığını gören kişi mutlaka diş çıkaran çocuğa ya elbise alır ya entarilik alsınlar diye anne babasına para verir.

Sünnet Olayı :Akçakoca bölgesinde kirvelik olayına rastlanmaz. Eskiden gezginci sünnetçilerin gelmesiyle hiçbir hazırlık yapılmaksızın çocuklar sünnet edilirdi. Günümüzde eğlenceler düzenlemektedir. Sünnetçiye, bazen para almadığı için sabun, havlu gibi şeyler verilirdi.

Dini Bayramlar :Dini bayramların Akçakoca örf ve adetleri içinde çok büyük yeri vardır. Üç aylar girince Recep, Şaban ve Ramazan gelinceye kadar bazı kimseler ramazana alışmak için ayda bir belli oruçlar tutar, kutsal geceler, cumalar yavaş yavaş ayrı bir kalabalık olmaya ve cemaat artmaya başlar.Ramazana hazırlık olmak üzere, makarnalar kesilir, erişteler yapılır. Yufkalar açılır, kuskuslar hazırlanır. Mevsime göre çeşit çeşit reçeller, hoşaflar ve şuruplar hazırlanır.Hele bayram gecesi yeni esvaplar giyilir, Provalar biter. Küçükler giyeceklerini başlarının altına koyar. Ayakkabılarını yatağın içine yerleştirir. Herkes banyosunu yapıp yatar. Küçük erkek çocuklar sabahleyin sabah namazına herkesle birlikte camiye gider. Namazdan sonra vaiz dinlerler. Bayram namazı kılınır. Hoca dikilir, en yaşlı adam hoca ile bayramlaşır, ondan sonraki hoca ile yaşlı bayramlaşır ve yerini alır. Böylece sıralanır. Cemaatin en yaşlısı ile en genci bayramlaşıncaya kadar sürer. Sonra birlikte hoca dua eder.
“Bu bayrama eriştiren Allah’a senalar ve amin” denilip çıkılır. Yolda görülenlerle bayramlaşırlar. Mezarlıklara gidilir. Ölülere dua edilir. Hastalar ziyaret edilir.”
Her köyün ramazanında davulcular bahşiş toplar. Birinin elinde bir sırık, birini elinde bir sepet. Davulcu davulu çala çala her evin önünde maniler söyler. Bahşiş; havlu, mendil, yazma sırığa bağlanır. Baklavalar, el altıda tepsi bulunan sepete konur. Paralarda davulcunun cebine konur.

Bayramlar :Yerli köylerde bayram sözcüğü eğlence anlamına gelir. Bayram olacağı gece, bayramı bilen köydeki misafirler, bayramın olacağı köye yakın eş dost ve akrabalar ile birlikte giderler. O akşam onlara misafir olurlar. Kadın ve kızlar yemekten sonra daha geniş evlerde, erkekler ya kahvede ya da başka bir evde toplanırlar. Erkekler orta oyunları yaparlar. Mutaassıp olmayan yerlerde içkide içilir. Gramofon çalınır ve Cide kemençesi ve tepsi çalarak oyunlar oynanır. Genellikle oyunlar iki kişilik eşler halinde yapılır. En revaçta olan oyunlar topal oyunudur. Bu oyun Akçakoca’ya özgü bir oyundur

Eğlenceler
 :Eskiden patoz makineleri yokken, fındık harmanda kurutulur, sabahları tırmıklar vurulur, sonrada altından tanesi alınırdı. Kalan fındıklarda kabuklarından ellenmek suretiyle bulunup ayrılırdı. Köylerde bu işler imece halinde yapılırdı. Kabuk ayırma işi erken bitimi, orası düğün evine döner, oyunlar şarkılar, gülme, eğlence, yeme içme başlardı. Kızlar erkekleri, erkekler kızları burada seçerdi. Çalışkan mı? Tembel mi? Dili tatlı mı? Nobran mı? Şaka kaldırır mı? Yoksa içine kapanıp arpacı kumrusu gibi düşünür mü? Yapıcımı yıkıcı mı? Hepsi burada denenirdi. Bu eğlencelerde maniler söylenirdi. Atmaca tabir edilen karşılıklı mani atmaları da yapılırdı.

KÖYDE

FOLKLÖR    :  Neredeyse tüm oyunları kızlı erkekli eşli olarak oynanır.Karadeniz folkloru hakimdir,Köyde kendilerine göre oynanan Hemşin oyunları vardır.Bir bay bir bayan ortaya çıkar mızıka çalınır ve bazı kişiler ellerini vurur ya da tahtalara vurarak oyunlara eşlik ederler.,üçayak ve kemençe ile oynanan oyunlar vardır.Kafkas kültürü daha revaçtır. Bar,Halay Horon,Sallama,Köyün kendine has folklor ekibi yoktur,,Davul,Zurna,Saz,karşılıklı zille oynanan oyunda çalınan zil oyunu.Kemençe,Tulum gibi enstrümanlar çalınır Hemşin yerli oyun gurupları sözlüdür,5-6 kişilik 2 gurup oluşturulur el ele tutmuş oyuncular seri ayak hareketleriyle birbirine yaklaşıp uzaklaşırlar,her gurupta bir türkü söyleyen vardır,türkücü karşı guruba türküler deyişler dokundurmaktadır,bu oyunda önemli olan türkü sözleriyle karşıdakini mat etmektedir,bu oyunun adı gelino dur.Rize Hemşin üç ayak oyunu da laz oyunudur,dairede oynanır Hemşin üç ayak oyunudur 2/4 veya4/4 lük ezgiler halinde oynanır Bar,Halay,Horon,Sallama,Hara ve karşılama,üç ayak,Kolbastı,laz kültüründe çok önemlidir Ermenicenin bir dialekti olan bu dil,yöreye özgüdür.düğün cemiyetleri tulum ile olan köyde,Hopa Hemşin,üçayak,Artvin temurağa horonları ve çevre Rize Hemşin köylerinin etkisi ile Rize Hemşin horonu oynanmaktadır.

 Oyunun Kuruluş Formu

 

(A)

A1 (Sağ ayakla üçleme)

A2 ( Sağ ayak yerinde adım)

 

Oyunun biçimsel formu tıpkı “Topal” oyununda olduğu gibidir.

RİZE- HEMŞİN ÜÇ AYAK OYUNU

Laz oyunlarındandır. Dairede oynanan horondur. Hemşin, Rize ve Üçayak Horonları 2/4 lük veya 4/4 lük ezgiler halinde çalınır.

 

RİZE

Oyun kuruluş formu:

E-                Adım cümlesi ( Sağ ayakta üçleme)

F-                Adım cümlesi ( Sağa ve sola yürüyüş)

 

Oyun indeksi:

 

(A)

A1- (Sağ ayakta üçleme)

A2 ( Sağ ayak yerinde adım)

 

(B)

B1- (Sağa yürüme)

B2- (Sol ayak yerinde adım )

B3- (Sola yürüme)

B4- (Sağ ayak yerinde adım)

 

 

 

DAVUL  : Davul savaş sırası,sonrası,askere giderken,törenlerde,ramazanlarda,güreş yapılırken çalınır.Davulun eski adı Tavuldur,Çağatay Türkleri tarafından yapılmıştır,bir haber aracıdır

ZURNA: Davul ve zembeleklerle çalınır ağaç maden, boynuzdan yapılır ,7 üstte 5 altta deliği vardır,Avrupa’ya Türkler tarafından götürülmüştür,Oğuz Türkleri Anadolu’ya getirmiştir,kemençe ve davula eşlik eder,4000 yıldan beri devam eden bir enstrümandır.Davul,Kaval,Zurna,göçer enstrümandır,köyde son zamanlarda bunların yerini taverna müziği almıştır org ile çalınan müzik aletidir eski neşe eski düğünler artık tarihe gömülmüştür,evlerde yapılan düğünler artık düğün salonlarına taşmıştır

KEMENÇE  :Klasik ve Karadeniz kemençesi olmak üzere iki türü vardır Akçakoca da Karadeniz kemençesi çalınır,ince uzundur,sol el ile havada tutularak çalınır,kemençenin telleri çeliktendir.Akortları la,re,sol,mi,yahut sol,re,la,mi veya 3 telli için re,la,mi dir,tellerin üzerine basılarak,tek olarak çalınır.Sazın şekli bir takayı andırır,gövde kısmı dut ve ceviz ağaçlarından oyularak yapılır,ses tablası ise 1,5- kalınlığında ladin veya köknar ağacından yapılır,kısa sapı ve çelikten üç teli vardır re-la-mi sesleri akort edilir,bir buçuk oktav çalar.Yayının kılları gevşek olarak takılır ve sol el ile havada veya dize dayanmış olarak tutularak kemençenin 3 teline aynı anda sürülerek çalınır çalınır.Kemençe Anadoluya oğuz Türklerinden gelmiştir Kemençe ,Özbekistan,Kırgızistan ada Anadoluda ıklık göbekli kemençe olarak çalınır Arapçada Keman Türkçede ç demektir bu iki kelime birleşmesinden Kemençe doğmuştur ,Kıpçak Türkleri tarafının dan Mısıra götürülmüştür Özbeklerin girjası kemençeye benzer, kıyak kemençe denir.Trabzon dada Gagavuz Türkleri kemençeleri vardır,Trabzonda kemençeye kıyak denir,Türkmenistan,Özbekistan, Kırgızistan Gagavuz Türklerin kemençeleri vardır 2 sesle çalışır 2 telden ses alınır 4-6-7 aralıklıdır.

TULUM: Tulum Karadeniz bölgesinde kullanlıan nefesli halk sazıdır,deri,nav ve ağızlık olmak üzere 3 kısımdan oluşur.Deri,tulum olarak anılır, tulum,koyunveya oğlak derisinin tüyleri temizlendikten sonra ayakları yukardan kesilir,sağ ön ayak ile arka sol ayağın dışında kalan delikler hava kaçırmayacak şekilde sıkıca bağlanır,ön ayağa bir tahta boru,arka ayağada üzeri delikli iki boru tespit edilir.Deri hava ile delikli borulardan ses çıkmaya başlar,koltuk altına yerleştirilen tulum zurna analık üzerindeki parmaklar delikleri açıp kapamak suretiyle istenen ezginin çalınmasını sağlar,nav sazın zurna dediğimiz kısımdır,ağızlık ise hava üflenen kısımdır  Tulum Türkçe kelimedir,Çağatay Türkleri icat etmiştir Anadoluya Peçenek Turan Türkleri Karadenize getirmiştir Kıpçaklarda Tuluk,Duluk diye geçer.

KAVAL: Orta asyadan gelmiştir Balasau Türkleri icat etmiştir,Çağatay Turan Türkleri haval derdi Karadenize bunlar getirmiştir ,bir göçebe çalgısıdır Of, Tokat kavalı meşhurdur

 

ÇOCUK OYUNLARI

Çelik çomak,binmeli eşek,esir oyunu,körebe,köşe kapmaca,birdirbir,seksek,yakan topu,lunç,domino devirme

KIYAFETLER

KÖYDE

 

Cepken :Aba denilen kalın kumaştan veya kadife kumaştan yapılmaktadır. Çeşitli kumaş parçalarından üzerine süslemeler yapılır. Gelinliğin üstüne giyilir. Yöredeki ismi entaridir. Cepken denilen giysisi zengin ailelerin kadın veya kızları tarafından da giyiliyordu. Bugün yaşlı.kadınlar.tarafın.dan giyilmektedir.
Fermene
:Bu giyime üç etekte denir. Kutni denilen kumaştan dikilir. Çift kattır. Dışı kutni, iç astarı,kendilerinin,imal,ettikleri,lemza,denilen,kumaştan,yapılmaktadır. 
Göğüslük:
Günlük kıyafetlerdendir. Kadife, kutni veya benzeri kumaşlardan yapılmaktadır. Boğazdan,asılıp,belden,bağlanmak,suretiyle,kullanılmakta,idi. 
Şal kuşağı: Şal denilen iplikten işlenmiş kumaştan yapılmakta idi. Üçgen şeklinde katlanıp, arkadan bele sarılmaktadır. Kendine özgü dizbağı denilen bir kemerle bağlanıp, belden kaymaması sağlanır.Kaynak: Rize Kültür Derlemeleri, Rize Halk Eğitim Müdürlüğü Yayınları, 1999

 

AKÇAKOCADA

 

Kalkın köyünde 25-30 yıl öncesine göre  kıyafette önemli değişmeler olmuştur.Erkekler tamamen şehir kıyafetini benimsemişlerdir. Erkeklerde gündelik kıyafetlerden başka önemli günlerde, törenlerde giyilen ve içine beyaz eşarp bağlanan lacivert takım elbise en beğenilen giyim eşyasıdır. Ancak yaşlı erkeklerden bazıları köy içinde geleneksel kıyafetle ilgili olarak paçaları dar pantolon, üzerine gömlek ve yeleği giymeye devam etmektedirler. Kösele kunduranın yanında lastik ayakkabı, plastik ayakkabı, özellikle çocuklarda  çok görülmektedir. Erkeklerde pijama, şapka, şemsiye kullanılan giyim eşyaları arasındadır. Burada dikkati çeken husus pijamanın yatak kıyafeti olmaktan başka, bazen iş kıyafeti olarak kullanılması suretiyle ikinci bir iş görmüş olmasıdır.

Kadın giyimi erkeklere oranla daha az değişmiştir.Eskiden kadınlar evlerde basit tezgahlarda keten ve kendirden giysiler dokurdu. Bugün ise köylüler malzemesi köy dışından sağlanan koyu renkli şalvar ve üzerine bluz giymekte, başlarına lacivert örtü (örtme)  örtmektedirler. Kadın giyiminde dış görünüş bakımından erkeğe nazaran değişme daha azdır. Evde elbisesi ile dolanan bazen başını örtmeyen kadın, sokağa çıkınca elbisesinin üzerine şalvar giymekte ve başını örtmektedir.Genç kadınlar arasında elbise giyenler, başlarını örtmeyenler az da olsa bulunmaktadır..

Köyde gündelik kıyafette olduğu gibi gelin ve güvey kıyafatide tamamen şehirleşmiştir. Ancak köyde giyilenler, kasabadan ucuz sağlanan ve nispeten eski model olan giysilerdir.Kadın ve çocukların kısmen evde hazırlanan giysilerinin kumaşları dışarıdan satın alınmaktadır.

ŞALVAR         : eninde üç boy kumaştan çıkar daha ziyade eflatun pembe,yaşlılar koyu renkleri tercih ederler,genellikle çimen yeşili,zeytin yeşili tercih edilir,şalvarın içine şalvar ( havsa) dikilir pamuklu veya şile bezinden dikilir

MİNTAN            : Şalvarın üstüne giyilir mintan ve şalvar işlemelidir,kadife kutnu,janjanlı ve yollu kumaşlardan dikilir

YELEK              : Şalvar üzerine kolsuz fakat işlemeli yelek giyilir,içine bezden buluz giyilir.

ÖRTÜLER         :Kare şeklinde üzeri baskı tekniği ile işlenmiştir,çiçek desenlidir

YAZMA             : Oyalar işlenir dikdörtgendir

ÇORAPLAR     : Yün çoraplar giyilir kadın çoraplar motif işlemelidir

AYAKKABILAR : Rugan ayakkabı giyilir,çarıkta giyilir,genellikle lastik ayakkabılar tercih edilir

ERKEKLERSE : Yelek ve zıpka giyerler,Kafkas kökenliler düğün törenlerde kalpak dik yakalı siyah satenden yapılmış diz boyu elbise ve yumuşak deriden çizme giyilir.Elbisenin üzerine dışardan fişeklik,kama,kemer gibi ayrıntılar vardır,kadınlar ise simli motiflerle süslenmiş kadife elbiseler giyerler bunları Aktaş,Edilli,Uğurlu,Yenice,Göktepe,Kirazlı,Hemşin köyleri giyerler

 

HIDIRELLEZ

6 Mayıs günü kutlanır, köyün piknik alanlarında, salıncaklar kurulur, yemekler pişirilir, ıp atlanır, salıncaklarda sallanılır, birçok oyunlar oynanır, kızlar erkeklere, erkekler kızlara bakarlar orada birbirini beğenirler, arkadaşlıklar kurarlar, balık tutmalar olur, erkeğin beğendiği kız eğer salıncağa biner sallanır ise erkek hemen silahını çıkartarak iki el ateş eder ona onu beğendiğini gösterir,hıdrellezin en iyi yemeği helvadır.Her hıdırellezde komşu köyler davet edilir mevlit okunur ,yemekler yenir çeşitli eğlenceler düzenlenir.Bu törenleri anlatmadan önce pilavlık parası üzerinde duralım. Daha öncede belirttiğimiz gibi köyden başka bir köye gelin giden kızlardan pirinç parası alınır. Bu para hemen harcanmaz biriktirilir. Pirinç parasının anlamı şudur. Köy gençleri bu kızı o zamana kadar o şekilde korumuşlardır ki, kızın namusuna halel getirmemişledir. Pirinç parası bunun mükafatı bir bahşiş sayılır. Alınan pirinç paralar yedi emin olarak köylünün saygı duyduğu birine telim ederler. Köyden ne kadar çok kız gelin giderse parada o kadar çoğalır. Hıdrellezde bu para ile bir koç satın alınır. Pirinç alınır, un yağ alınır. Kesilen koçun etinden ya etli pilav yapılır, helva kavrulur, ballanır. Öğleyin gençler toplanır ve bu pilav yenir. En sonunda da helva yenilir. Hıdrellez bayramının ayrı bir güzelliği vardır. İp salıncaklar, zincirli salıncaklar, büyük ağaçlara bağlanır. Kızlar ayrı yerde, erkekler ayrı yerde sallanırlar. Ama bazen kızlar erkekleri, bazen da erkekler kızları seyretmeye giderler. Eğer beğendiği bir kız salıncak biniyorsa orada çıkarır silahını bir şarjör boşaltır. Bu olaya kimse ses çıkarmaz. Böylece kimin beğenilip beğenilmediği bu hıdrellez bayramı vesilesi ile belli olur. Bazı köylerde güreşler tutulur. Bazı köylerde derelerde balık tutulur eğlenilir.Akçakoca köylerinde hemen hemen hepsinde geleneksel olarak her yıl kutlanır köydeki küskünler barıştırılır geleneksel oyunlar spor

etkinlikleri,folklorik oyunlar ve bunun gibi,Akçakocadaki mulki amirlerde davet edilerek etkinlikler yapılır herkes baharı böyle karşılar

 

EVLERİ

Evler genellikle bahçe içinde olur çünkü meyve sebze yetiştirilir .Avlu,avlu ağla çevrilidir çünkü sebze meyve yetiştirilir ,Kurukavak,Karatavuk evler arası 4-5 km’dir,okul ve cami yanlarında evler yapılmıştır,az dağınık meskenlerde cepheleri sokak tarafına doğrudur Arabacı köyü gibi,Mısır ziraati çok olduğu için her evin yanında hemen hemen 1 adet serender yapı vardır,ahırlar evlere uzaktadır,ahır ile samanlık yan yanadır

 

SPOR

Hiçbir zaman gayri federe veya amatör olarak hiçbir müsabakalara iştirak etmemiştir,köyün hiçbir sportif amaçlı kulübü yoktur,köylünün spora yatkınlığı yoktur.

 

YEMEKLER

 

EKMEKLER : Yufka ekmeği,Bazlama,Gözleme,Cızlama,Mısır ekmeği,Buğday ekmeği

ÇORBALAR  : Tarhana,Mercimek,Un,Çılbır,Kızılcık çorbasıdır

HAMUR İŞLERİ : Mantı,Börekler,Erişte,Kuskus,Kaşık makarna,Mancarlı pide

ET YEMEKLERİ : Kara dolma, Korçan,Sebze dolmaları,Kebaplar,Lahana sarma

TATLILAR           : Melen güççeği,Laz böreği,Güllaç,Sütlaç,Baklava

ÇEŞİTLİ YEMEKLER : Gaygana,Soğanlı yumurta,Sebze yemekleri,Zeytin yağlılar,Mamursa,Kaldırık,Mantar yemekleri,Tirit,Malay,Hoşmanım,Mancarlı fırında pide Aktısızba( Çerkez tavuğu)Acıka( Fasülye ezmesi)Atukril,hampal,açaç,,çöğür gibi çeşitleri mevcuttur,ğhavindz,papa,abur,gağişug,hats purt,polama,gencgun,cemur,gatneras

ALT YAPI BİLGİLERİ

Köyde, ilköğretim okulu yoktur fakat taşımalı eğitimden yararlanılmaktadır. Köyün içmesuyu şebekesi vardır ancak kanalizasyon şebekesi yoktur. Ptt şubesi yoktur ancak ptt acentesi vardır. Sağlık ocağı ve sağlık evi yoktur.Mobil sağlık sisteminden faydalanıyor. Köye ayrıca ulaşımı sağlayan yol asfalt olup köyde elektrik ve sabit telefon vardır.1890 da 42 Hane 252 nufusu,1935 de 246,1965 de 424,1990 da 69 Hane 409 1997 de 299,2000 de 244 nufusu vardır 2 cami,1 değirmen vardır.ilk  ilkokul 1958 yılında açıldı,1922 Bolu salnamesinde kaydı vardır.Göçmen,dağınık köy statüsündedir,tarla alanı 636,fındıklık alanı4.664dönümdür,orman alanı yoktur,hayvancılık % 2.2 dir sebze ve meyvecilik had safhadadır.orman % 2 nin altındadır,Köy içi şevlerine 30 adet büz konuldu,köy içi tarla yolları açıldı 2000 mt kare kilitli parke taşı döşenmiştir,Hemşin-Aktaş köy 4 KMlik köy yolu asfaltlandı

18.VE 19 .YÜZYILDA TEMETTUAT DEFTERİNDEKİ DURUMU

Köyün ilk imamı Tarık efendidir,köyün ilk vakıf kurucusu Kibaroğlu Hacı Hurşit’tir,1890 da 42 hane 252 nufusu vardır

İSTİKLAL SAVAŞINA KATILANLAR

ŞEHİTLER  : MEHMETOĞLU DURSUN D.1890 Ö.1915 ÇANAKKALE SAVAŞI ŞİMAL GURUBU MECRUHİN SYYAR HASTANE P.ER

                        YUNUS USTABAŞ   (D.-Ö. YOK )                ŞARK KAFKAS HARBİ

                        HASAN USTABAŞ   (D.-Ö. YOK)                 ŞARK KAFKAS CEPHESİ

                        ALİ ÜÇÜNCÜ            (D.-Ö.YOK)                  ŞARK KAFKAS CEPHESİ

GAZİLER     : HALİM HOŞBAŞ  YAKUP  D.1895

KÖYE İLK GELEN SÜLALELER

ÇAKAROĞULLARI                                               ARTVİN    HOPA   YOLDERE

SARHOŞOĞULLARI       HOŞBAŞLAR               ARTVİN    HOPA   ZENDİT

KARAOSMANOĞLU      USTABAŞ                     ARTVİN    HOPA   KEMALPAŞA

SELİMOĞULLARI           ERENLER                     ARTVİN    HOPA   ZALUNA

KARAOĞULLAR-             KAYA                           ARTVİN    HOPA   KEMALPAŞA

MUTİOĞULLARI              GÖREN                         ARTVİN    HOPA   ZALUNA

CAĞALOĞULLARI-         ÇAKAL                         ARTVİN    HOPA   ZALUNA

SERDAROĞULLARI        ÜÇÜNCÜOĞULLARI  ARTVİN    HOPA   ZALUNA

BİLEN                                                                        RİZE          ÇAMLIHEMŞİN

KİBAR                                                                       ARTVİN     HOPA    ZALUNA

MUSLUOĞLU                  ÖZKAN                          ARTVİN     KEMALPAŞA

AKAR                                                                        ARTVİN      HOPA      YOLDERE

KÜÇÜKLER                                                             ARTVİN       HOPA      ARDALA

Bu köy fazla dışardan göç almamıştır hepsi Artvin Hopa dan gelme dirler

NOT:Köy muhtarı Ayhan Kibar arkadaşıma katkılarından dolayı teşekkür ediyorum

Kaynak

Coğrafi bölgesi   : İbrahim Tuzcu

Köyün ismi         : Ayhan Kibar,Vikipedi özg.ansk,Sitesi ,Akç .K.Sitesi,Kenan Okan,Derl.İbrahim Tuzcu

Tarihi yerler        : Ayhan Kibar,Akç .K.Sitesi,Kenan Okan,Şükrü Dönmez,Derl.İbrahim Tuzcu

Coğrafi durumu  : Kenan Okan,Şükrü Dönmez,Mustafa Kocadon,Akç .K.Sitesi,Derl.İbrahim Tuzcu

Cami ve Mez.     : Kenan Okan,Ayhan Kibar,Derl.İbrahim Tuzcu

Turizm                : Ayhan Kibar,Vikipedi özg.ansk,Sitesi Akç .K.Sitesi,Derl.İbrahim Tuzcu

Ekonomisi          : Mustafa Kocadon,Kenan Okan,Şükrü Dönmez,İlçe Tarım Md.,Ayhan Kibar,Vikipedi özg ansk,Sitesi Derl.İbrahim Tuzcu

Kültür                  : Ayhan Kibar.Vedia Emiroğlu,Hemşinliler eğit kült dernğ.,Rize valiliği sıtesı,Kenan Okan,.Vikipedi özg ans, Sitesi Görsel yay s.4.,Drl,İbrahim Tuzcu

Spor                     : İbrahim Tuzcu

Köyün alt yapısı  : Ayhan Kibar,Mustafa Kocadon,Akç .K.Sitesi,Vikipedi özg.anskl.Sitesi ,Drl.İbrahim Tuzcu

İstiklal savaşı       ; Şükrü Dönmez,Geltag net

Temettuat           :Dr Zeynel Özlü

Sülaleler             Ayhan Kibar,Hüsamettin Kaya,Derl.İbrahim Tuzcu

 

KURUGÖL

 

 

COĞRAFİ BÖLGESİ   : Karadeniz Bölgesi

İLİ                                   : Düzce

İLÇESİ                           : Akçakoca

KAYMAKAMI               : Mehmet Ünal

B. BAŞKANI                  : Fikret Albayrak

KÖY MUHTARI           : Hasan Basri Keşçi

TELEFON                      : 05365497690   EV- 03806278306

POSTA KODU               : 81650

NÜFUSU                         : 150 Hane,106 Nüfusu vardır

ESKİ MUHTARLAR    : 2009 da-Hasan Basri Keşçi, 2004-Abdullah Biriktir,1999-Osman Keşçi,1994- Osman Keşçi,1989- Yaşar Biriktir,1984- Osman Biriktir dir

COĞRAFİ DURUMU    : Düzce ye ,Akçakoca ya uzaklıktadır,denizden 500 mt yüksektedir,en yüksek yeri 680 mt yüksektir rakım 485 tir,6565 dekar fındıklık,2915 dekar ormanlık alanı vardır.Komşuları, Sarıyayla,Yeşilköy;Koçulu,Kurukavak tır.Merkez ve dağ arası diye iki mahalle vardır

 

KÖYÜN İSMİ NEREDEN GELİYOR

 

M.Ö .377 yılında Batı Anadolu Trakya dan gelen Bitinyalılar da buraya gelir bazı köyler kurarlar,bunların Kralları Bias tır,kurdukları köyler arasında Kurugöl köyde vardır.Ayrıca 1877 yılında Osmanlı-Rus savaşından sonra ve1916 yılından sonra tekrar buraya Doğukaradenizden göçler gelip yerleşmişlerdir,neticede Bitinya,Doğukaradenizden göç gelenler bu köyde yaşamışlardır.Akçakocada M.Ö. 1200 yılında Frik,M.Ö. 670 Lidya,M.Ö.395 te Roma pontos,M.Ö.1200 de Hitit ama bu kesin bilinmiyor bu kavimler yaşamışlardır Köy 1890 yılında Ordu Ulubey Melenyurt köyünden % 80 i  Akçakoca ya göç gelir,ve Ayazlıdaki devlet arazisi olan şimdiki Çuhalıdaki Barış sitesinin bulunduğu yere yerleştirilmiştir,burada sinek ve denizde boğulmalar olunca Külünk ailesi buradan kalkıp çok eski ataların bulunduğu ve ormanların yakılıp fındık bahçesine çevrilen yere kalkıp giderler daha sonrada Çuhalıdan bu köye göç ederler ,bu büyük köyü tekrar kurarlar .Köy adını köyün biraz yukarısında bulunan ve kışın göl halini almasına rağmen,yazın kuruyan ve çorak bir araziye dönüşen bir oluşumdur,bundan dolayı buraya Kurucagöl adını vermişlerdir.Göçmen köydür 1890 yılında Ordu göçmenleri tarafından tekrar kurulmuştur   1916 yılında 2. göç dediğimiz göçtete tekrar Ordu dan göç, gelir ve bu köy çok kalabalık bir köy haline gelir. 1898 yılında  Kastamonu sallanamesinde Kurugöl olarak kaydı vardı,iki mahallesi vardı, daha sonra 1970 yılında SarıAhmet ve Yaylacık mahallesi ayrılır ayrı bir muhtarlık olurlar Sarıyayla olur. Kurugöl'ün nüfusu hareketlidr. 1960'lı yılların başlarında ilk Düzce'ye göçen Hacı Hüseyin Biriktir'den sonra köy halkından fırsat ve imkân bulanlar, Düzce ve Akçakoca'da mesken tutmuşlardır.Göçlerde köyün zor şartları tetikleyici unsur olmuştur.Bir kısım köylü hasat zamanı herkes arazisinin başına gelir, fındığını toplar, bakımını yapar ve gider.1871 arazi yoklama defterinde ismi geçmektedir 1300ve 1700 yıllarında yaşayan halk 1700 yıllarından sonra buraları terk edilip Giresun, Ordu ya göç etmişler diğerleri yurdu terk etmişlerdir 200 yıl bu bölge boş kalmıştır,Akçakoca dan Ordu ya ,Ordu dan Akçakocaya 200 yıl sonra gelenler olmuştur,rivayete göre,köye ilk gelenlerden Musa hocanın cenazesinde,kardeşi Mustafa kadınlarla konuşurken şöyle bir konuşma geçer buralara geldiğimiz zaman her taraf ağaçlarla kaplıydı ,ağaçları oyup yalak yaptık ve yalaklardan su akıtarak hayatımıza sürdürdük der,bu köye ilk gelenlerin onların geldiğini Kurugöl köyü, adını, köyün biraz yukarısında bulunan ve kışın göl halini almasına rağmen, yazın kuruyan ve çorak bir araziye dönüşen bir oluşumdan almaktadır. Osmanlı kayıtlarında, köyün ilk adı Kurucagöl'dür. Osmanlı Devleti'nin birinci teşkilatlanma safhasında (1300 yılı başlarında) Bolu Sancak Beyliği kurulmuş ve Akçakoca, o günkü Akçaşar adıyla on beş köylü bir merkez olarak Bolu Sancak Beyliği'ne bağlanmıştır. On beş köyden biri, Kurucagöl'dür.1700'lü yıllardan itibaren Kurucagöl, çeşitli sebeplerden dolayı boşaltılmış, terk edilmiş, sönmüştür. Ancak, 1800'lü yılların sonlarında, Doksan Üç harbi denilen Osmanlı Rus Harbi yenilgisinden sonra Ordu'nun çeşitli bölgelerinden Kurugöl'e birbirini izleyen göçler gelerek şimdiki Kurugöl'ü oluşturmuşlardır.Kurugöl köyü, önceleri, köyün kuzeybatı yönünde bulunan Sarı yayla ve Yaylacık mahallelerini de içine alan tek bir muhtarlıktı. (Bu mahalleler, eski Kurugöl'den göçen insanlardan oluşmuştur.) Ancak daha sonra 1970'li yıllarda bu mahalleler Kurugöl'den ayrıldılar. Kurugöl şimdi, aşağısındaki, Dağ kanesi denilen mahalle ile birlikte, tek bir köy olarak varlığını sürdürmektedir.Göçmen dağınık köy statüsündedir

 

TARİHİ YERLER

 

1300-1700 yıllarında Kurucagöl de hayat olduğunu,köy ve çevresinde bulunan tuğla kalıntıları bunu doğruluyor.Kaneyanı,Kırazlıkane,Dağ kanesi  mevkiinde kane,şimdiki dereye giden yolun altında kuruluyordu.Köyde değirmenler burada çok önemi vardı uzakta orman içinde akan dere üzerinde kurulmuştur,bu değirmenler yanında asker uğurlamaları şenlikler burada yapılırdı,yukarıya gidildikçe orman için den çıkan patika yol insanları Düzce ye ve ötelere kestirmeden ulaşılırdı

 

AKARSU VE DERELERİ

 

Bu köyün batısında sarma deresi doğusunda ise Değirmen deresi geçer, her iki dere köyün  kuzeyinde birleşir Sarma deresi adıyla Değimenağzı deresine dökülür ,Taşlık dere köy içinden başlar sarma deresine dökülür,kanyon bu küçük taşlık deresinin bitiminde sarma deresine dökülmesinden oluşur.Su altı seviyeleri çok değşkendir,pınar ve kuyu suları faydalıdır ancak çok kireçlidir,serttir,koli mikrobu bakımından zengindir içilmesi mahsurludur

 

DAĞLARI VE TEPELERİ

 

Kaplan dede (1158) mt, Kaplan tepe (1066) dır Kurugöl sapağı 1066 mt dir

 

İKLİMİ:

 

 

En fazla yağış Eylül-Kasım-Aralık-Ocakta olur,kar Aralık ve Ocak ayında yağar ama uzun sürmez,Mayıs-Haziranda Karayel,Temmuz-Ağustos-Eylül ayında Poyraz eser,kış aylarında lodos eser,Temmuz- Ağustos-Eylülde güneş kendini daha iyi gösterir,Aralık,Mart ayları arası en düşük sıcaklık olur ılımaman Karadeniz iklimine sahiptir.

 

JEOLOJİK DURUMU

 

 Eoesen-Folişi,Muminitli Kalker mevcuttur.Dere ve vadi tabanları alüvyon,yamaçların büyük bir bölümü silis formasyonu,tepelerin üst kısmı da 3.derecede kumlu,çakıllı tabakalar halindedir.Depreme dayanaklı 3.bölgedir.Dağlar denize paralel uzanır.Palezoik devre ve tersier arazilerde ibarettir.Eosen folişi- numinitli kalker toprağa sahiptir Karstik kaynaklara da sahiptir Jeolog Dr.Ervin Lan,Mühendis Zeki Erişir.

 

BİTKİ ÖRTÜSÜ

 

Akçakoca’da orman alanı 20477.77 hektardır.Çoğu bozuk orman alanıdır % 43 kayın % 0.8 gürgen %0.1 kestane % 6 meşe % 1 kavak % 0.25 ıhlamur % o.4 çınar bulunur,gerisi fındıklıktır.Maki bitki örtüsüne sahiptir,iklimin mutedil yağışlı olması bitki örtüsünün gür olmasını doğurmuştur.

TOPRAK YAPISI

Topraklar kırmızı kahverengidir.Toprak asitli,kireci azdır,topraklar erozyona maruzdur.Potas ve fosfor bakımından fakirdir,tuz oranı normaldir.Saha umumi olarak pedojenez bakımından genulik safhasındadır.Toprak killi ve tınlı kıvrıntılı karakterdedir

 

TURİZİMİ

 

Köy köydes yardımı ile güzelleştirilmiştir tepede kurulan şirin bir köydür,köy turizm açısından zengin değildir,yalnız köy yazın canlanan kışın 15 -20 hane nin barındığı bir konuma gelmiştir,köyden Düzce ovasına bağlanacak yol mesafeyi kısalacaktır,bu nedenle köye bir hareketlilik sağlayabilinir.Ayrıca Kaneler de  ortadan kalkınca köyde canlılık kalmamıştır .Yolların istenen kalite ve  rahatlılıkta olmayışı ulaşımın zor oluşu köyün cazibe alanını daralmıştır Değirmenderesi,Kurugöl deresi muhteşem doğa ve manzarası ile mükemmel bir köy görünümdedir,2009 da yeni bir şelale bulunmuştur rafting sporu yapılabilecek durumda turizme açılmıştır Yolları asfalt olup, oksijeni bol ormanları, asırlık kayın ağaçlarıyla süslenmektedir. Kurugöl köyüne çıkıldıktan sonra,eski güreşlerin yapıldığı Tepeköy mevkiinden bakıldığı zaman 3 adet ilimizin ilçeleri buradan görmek seyıne doyum olmaz Akçakoca, Karasu, Kocaali, Ereğli ve Alaplı gibi bölgeler ayağınızın altında kalmaktadır.mutlaka yazın, ilkbahar ve sonbaharda gezilmeli ve görülmelidir. turistlik bir yerdir .bu güzelliği kaçırmayın derim.Kanyona giderken Yeşilköy’den dereye indiğimizde Kurugöl sınırları içerisine girince İkizdere balık çiftliği vardır,buraya gelen misafirler burada ilkönce dinlenirler,sıcak çay kafelerini içerler yemeklerini sipariş verirler sonra hemen kalkıp Kanyona yürüyüş parkurundan,yaklaşık 1 saat yürüyüşten sonra kanyon.gezilir,halatlarla,kanyon üzerine çıkılır,görünümüne doyum olmaz harika bir manzara ile karşılaşırsınız,sporla ilgilenenler için burada ayrıca zor olan yürüyüş parkuru vardır,bu parkura giren dağ kanesi değirmeninden köye çıkarlar,tekrar ana yoldan geri köye dönerler,İkizdere balık tesislerine gelirler,çay ,kafe ve yemeklerini yerler.Köyde 1895 yılında yapılmış bir değirmen vardır bu değirmen taşla örülmüş otantik bir yapısı olmasına rağmen harabe halindedir burasının restore edilmesi gerekmektedir,köye ismini veren göl için bir proje önerilmiş fakat yer sahiplerinin onay vermemesinden dolayı bu proje iptal edilmiştir,şöyle ki,bu göl yazın kurur,kışın su birikir bu suyun yazın kaybolmaması için büyük bir havuz yapılması düşünülmüş bu proje hayata geçirilirse buranın değeri çok artacaktır çünkü burada çok hayvanlar su gereksimler ini buradan karşılamaktadır bundan dolayı buranın daha sonra av turizmi için değerlendirilmelidir,ayrıca bu açıdan köy çok güzel görünüm kazanacaktır yaz aylarında.Kış turizmi ve av turizmi için mükemmel bir köy statüsündedir,buraya diğer köylerden av yapmaya gelenler vardır gerçekten av turizmini burada geliştirmekte fayda vardır,Domuz ,Kurt,Çulluk gibi hayvanlar her zaman avlanabilmektedir

CAMİLERİ

1930 yılında yapılan camiyi Kara Hüseyin oğlu Musa yapmıştır, Bu cami iki bölüm den meydana gelmiştir yarısı  kuran kursu yarısı cami idi,bu yıkılır yerine, 1980 yılında  betonarme yapı 100 cemaatli 2 şerefeli, bir camii yapılır,Dağ kenarı cami yi 1975 yılında tuğla yapı  100 cemaatlidir.Köyde iki cami vardır,biri merkezde,biri dağ kanesinde dedir

 

MEZARLIKLARI

Köyde 2 adet mezarlık vardır,merkezde bir mezarlık,ilkokulun yanındadır,biride dağ kanesi. Denen mezarlık vardır,Osman Altay evin yanındadır.Halen bu mezarlıklar

kullanılmaktadır,köydeki diğer Bizanslılar ve Bitinyalılar zamanından kalan eski mezarlıklar munkariz olmuştur çünkü buralara fındık dikimi yapılmıştır.Mezar taşlarındaki konular erkek mezar başlarına başlık,kadın mezarında süslemeler ön plandadır,erkek mezarlığında büyük sarıklı olanlar ulema ve paşaları,uzun külah üzerine sarık tasvirler,derviş ve tarikat şeyhlerini,sadece ince sarıklılar köy ağalarını,üstü geniş ve altı dar kavuk biçiminde olanlar yeniçeri ağalarını işaret etmektedir

 

EKONOMİSİ

 

 

HUBUBAT:,Mısır,

BAKLIYAT:Fasulye,Bezelye,Bakla,Soğan,Lahana,Marul,Pırasa,İspanak,Kaldırık,Patates Karalahana,Biber,Patlıcan

MEYVE       : Elma,Armut,Kestane,Ceviz,Üzüm,İncir,Dağ çileği,Muşmula,Ayva,Kızılcık,Kiraz,Kiraz

Ekonomisi Tarım ve Hayvancılığa dayanır.Köylü,bahçesinde yetiştirdiği sebzeleri Akçakoca pazarına götürür orada satar,kadınlar ev ekonomisine katkı sağlarlar.Artık günümüzde fındığın para etmemesi insanları başka işlere meşguliyetine zorluyor,,büyükbaş hayvancılığı revaçtadır,eski manda,malak,vb gibi hayvanlar kalmamıştır,yalnız sağman inekler vardır,elde edilen sütler pazara götürülüp satılmaktadır., tavuk kümesi besiciliği olmasına rağmen kümes hayvancılık da yok olmaya yüz tutmuştur köylü geçimini fındıktan sağlamaktadır,fındığı köye ilk getiren Balcı Ahmet’tir,buğday ve çavdar geri plana itilip fındıkçılık rol oynamaktadır,Arazilerin önceleri başka bir tarıma  elverişli olmadığı sanılıyordu ancak son zamanlarda alternatif tarım olarak meyvecilik yapılıyor özellikle armut ve kivi ilgiyi artırmaktadır,ayrıca arıcılık meşhurdur arıcılık son yıllarda üretimi artmıştır,bu köyün balı çok ünlüdür, fındıktan geçimini sağlayan halk,köyün şehre uzak olması,ulaşımın zor olması dolaysıyla çocukların gelecek endişesi taşıyarak,şehre yerleşmeyi uygun görmüşlerdir,Köylünün hemen hemen Akçakoca veya Düzce de ev arsaları vardır.Köyde eskiden kesif ormancılığı yapılıyordu ama şu an kanunlar buna el vermiyor, .Köyün erkekleri sanayi bölgelerine çalışmaya ,artık köylü son zamanlarda endüstri kollarına yönlenmiştir,,köyde hiçbir sanayi kuruluşu yoktur.Ayrıca kesif ormancılığı vardı bunlarda aynı şekilde sevkıyatı yapılıyordu,fındık bahçesinin gelişmesi buraya ayrı bir önem kazandırmıştır.Mısır ve Buğday daha önceleri Bolu ve Gerededen karşılanıyordu. köy halkı geçimini fındıktan elde ediyor artık,kestane,ceviz,mısır,fasulye de son zamanlarda halk bunlara da yönelmiş durumdadır. İlçemizde tarımsal üretim içerisinde bitkisel üretim, özellikle fındık üretimi ağırlıklı yer tutmaktadır. Fındık üretimi dışında kasaplık tavuk üretimi, büyükbaş hayvan üretimi,, arıcılık,  mantar üretimi önemli tarımsal faaliyetler arasındadır. 1930 yıllarda ekonomi denize bağlı idi,bunun yanı sıra reçberlik,odunculuk,kerestecilik ön safhada yer alırdı,şehirlinin tümü denizci idi,gemi tüccarı,gemici,tekne sahibi,balıkçı,yada yükleme ve boşaltma amelesi idiler.Akkaya,Aftunağzı,Beyhanlı,Döngelli,Çuhalı,Kızlarağası,Değirmenağzı,Taşman Deresi,Karaburun,Melenağzı iskeleleri vardı,buralardan ticaret sağlanırdı.Ayrıca ilçede 4750 büyükbaş hayvan vardı ama son yıllarda azalma kaydedilmiştir,kümes hayvancılığı da son yıllarda azalma görülmüştür 190 adet kümes vardı,beyaz et üretimi 25.000 tonu geçmekte idi.2000 civarında fenni kovan vardı Kurugöl Köyü halkının hemen hemen yüzde yüzü, geçimini fındıktan sağlamaktadır. Ne var ki fındığı kalkınmasında bir lokomotif olarak kabul eden köylü, Akçakoca ve Düzce'ye yerleşmiş ve her biri kendine bir yol tutmuş, eğitime, sanata ve ticarete yönelmiştir. Fındığı köyde popüler hale getiren, Balcı Ahmet'tir (Ö.1970). O'nun yetiştirdiği fındıklar bol ürün verince, diğerleri de mısır, buğday ve çavdar gibi tahıl ürünlerini geri plana iterek fındığa ağırlık vermişlerdirArazilerin, önceleri başka bir tarıma elverişli olmadığı sanılıyordu. Ancak son zamanlarda alternatif tarım olarak meyveciliğe, özellikle armut ve kiviye ilgi artmaktadır.Kurugöl’de arıcılığın özel bir yeri vardır. Köy coğrafyası arıcılığa son derece elverişlidir. Özellikle Kestane balı ve Acı bal (deli bal) Kurugöl köyünün adı ile şöhret bulmuştur. Arıcılık, gün geçtikçe köyde yaygınlaşmaktadır.Ayrıca köyün değirmen deresi soğuk sularında ALABALIK yetiştiriciliği yapılmaktadır Maden direkleri dışında ,Bolu Adapazarı’nda ,Düzcede yetişen buğday,kavun,karpuz gibi toprak ürünleri manda ve öküz arabalarıyla deniz sahiline getirilir buradan da deniz yoluyla gelen gaz,ve tekel maddeleri aynı arabalarla taşınırdı,sahilde bulunan depolarda bu mallar stoklanır dı zaman içerisinde tuz ve benzeri şeyler şehir ve kasabalara sevkiyatı yapılırdı,ayrıca deniz yoluylada sandallarla başka şehirlere sevkiyatı yapılmakta idi.

 

GEMİ YAPIMINDA KULLANILAN KERESTELERİN SU HIZARLARI İLE KESİLMESİ

Su hızarı su değirmenlerinde olduğu gibi olasılıkla suyun hareket gücünden faydalanarak yapılan ve dairesel hareketin doğrusal harekete çevrilerek odun ve kereste üretimini sağlayan ağaç testereleridir.Aftuni ( Altunçay,Dereköy,Subaşı ) bölgesinde 25 adet su hızarı vardır Arabacı köyünde18 adet su hızarı vardır. Bunlar şu anda teknolojiye yenik düşmüştür kullanılmaktadır

FINDIKÇILIK

Hemen hemen herkes fındıkçılıkla uğraşmaktadır.Devlet orman arazilerini açıp buralara,memleketten 1900 yılında Trabzon’dan gelen Bostancı hacı Ahmet efendi Akçakoca’ya fındığı getirir Osmaniye mahallesine fındığı ekmiştir,yine Mehmet Arifin getirttiği fındığı ekerler daha sonra Batum göçmeni olan zücaciyelik yapan Mustafa efendi Doğu Karadeniz sahillerinden aldığı fındık fidelerini Ereğli ve Akçakoca da satarmış.Bir gün Giresun’a uğrar o zamanın belediye başkanı limanda fındık fidesi dağıtıyormuş,Mustafa bey bunları alır gemi kaptanına da söyler,gemi kaptanı fideleri fıçılara koyarak Ereğli Akçakoca ya getirir,diğer rivayete göre de Yenice köyün kurucusu Kibaroğlu Hurşit,Kırıkoğlu Tahir,Keleşoğlu İbrahim,Alioğlu Tufan Tefik ilk fındık fidelerini ekmişlerdir.Bunların getirdiği fındık dallarından sopa ile dövülürmüş dalları çok büyükmüş,daha sonra Mehmet Arif kaliteli fındık fidelerini götürür,millete bunları tercih eder millet bu fındık fidelerini dikerler.1922 yılında 4000 fidan mevcuttu fındık sevkiyatı artınca millet fındık ekmeye başlar,fındık bahçelerde elle toplanır,çeşitli evrelerden geçtikten sonra yere sofralar kurulur altına büyük bezler serilirdi, sofra etrafına toplanan kişiler fındığı kırardı,bazıları da fındığı kabuğundan ayıklıyordu çok çetin olan bu sistem yerini 1930 yılında merkezde Kapkirli’de elle çalışan değirmen gücü ile çalışıyordu ve fındık böyle kırılıyordu,Sarı Hafızların Halit Arıkan bu değirmeni kurmuştu ,daha sonra Trabzonlu Abdulrezzak efendi elle kırma fabrikası kurar,daha sonra Küçükömerle’in Ömer Aydın 1932 yılında  şimdiki Özyuvam’ın olduğu yere ahşap bina içinde makaralarla çalışan fındık kırma makinesini kurar,1942 yılında da Diyarbakırlı lakaplı Cemil bey Osmaniye de bir değirmen kurar ama bu değirmen dizel motoru ile çalışmakta idi,yine bu sırada mebus Vahit Yöntem Osmaniye de deniz kenarında modern bir fabrika kurar1946 yılında,1947 yılında da Arabacı köyünde Hocaoğlu Mehmet dizel motoru ile çalışan bir fındık kırma fabrikasını kurar.Edilli köyünden olan Hüseyin Horoz da dizel motorun masrafını azaltmak için Değirmenağzı mevkiinde su gücü ile çalışan fındık kırma fabrikasını kurar,düşük alternör ilavesi ile akü şarj girişimi ile iyi bir fabrika idi ve en son 1954 yılında Orhan derenin denize döküldüğü yerde fiskobirlik adına modern bir fabrika açılır,bu fabrika 2008 yılında tamamen yıkılır bunun yerine Sapak mevkiinde çok modern fabrika açılır üretimine devam etmektedir.İlk fındık yağını Kalfanın Bekir Üstünel yapmıştır,fındık eskiden tımar,çapalama,tırpan yapma,toplama,öküz arabalarla taşıma,sopalarla dövme,elle ayıklama,sık tellerden yapılmış bir aletle incesini kalınını tozunu ayıklama evrelerden geçerdi,ama şimdi toplama,ilaçlama,gübreleme,motorla tırpan yapmak,ayıklamayı patoz makineleri ile yapmak maliyeti yükseltiyor,Fisko’da fındık taban fiyatını da düşük tutunca halk artık fındıkçılık’a iyi bakmıyor.Fındık şubat mart ayında ekilir 2-3 yıl yetişmesi sürüyor,4-4 6-6 ara ile 6-8 fidan 60- ocak kuyular açılarak dikilir.En iyi fındık türleri şunlardır:

Çakıldak,Kargalak,Kan,İncekara,Kuş,Tombul,Paloz,Foşa,Kalınkara,Uzunmusa,Mincane,Cavcana,Badem,Yağlı fındık,Kara fındık,( yağlı fındığa benzer kabuğu siyah ve serttir)Sarı fındık (yuvarlak kabuğu ince verimi fazla),Yomra(yuvarlak vermi fazla),Sivri( ince uzun bademe benzer),Dilovası,ve Mehmet Arif fındığı ( yağlı  kabuğu ince verimi fazladır). Deli sava(Fındığın içini iyi doldurmaz)

HAYVANCILIK

Az sayıda Sığır,Tavuk,,Arıcılık yapılmaktadır,her evde hemen hemen sağman inek mevcuttur,süt besiciliği yoktur süt mandıra üretim tesisleri yoktur,köylü kendi süt mamüllerini kendisi yapardı ama maalesef büyükbaş hayvan yetiştiriciliğinde düşüş yaşanmıştır.köyde kaz,ördek,tavuk bazı aileler vardır,tavuk kümesçiliği canlılığını yitirmiştir Alabalık çoktu ama ,bilinçsiz ve kontrolsüz avlanma balığın nesli yok oldu,zaten dere eski suyunu da kaybetmiş durumdadır köyde arıcılığın özel bir yeri vardır,köy arıcılığa çok elverişlidir,özellikle kestane  ve acı bal dır,köy adı ile şöhret bulmuştur,arıcılık gün geçtikçe yaygınlaşıyor.Kurugöl Köyü halkının hemen hemen yüzde yüzü, geçimini fındıktan sağlamaktadır. Ne var ki fındığı kalkınmasında bir lokomotif olarak kabul eden köylü, Akçakoca ve Düzce'ye yerleşmiş ve her biri kendine bir yol tutmuş, eğitime, sanata ve ticarete yönelmiştir.

ORMANCILIK

 

Çam,Kayın,Meşe,Kestane,Gürgen,İhlamur,Kavak,Çinar,Defne,Kocayemiş,Muşmula,Ayı üzümleri,Orman gülleri,Yer gülü,Erica ağaçları,Erelti otu,Çoban püskülü diye orman ürünleri var 2915 dekar ormanlık vardır, .Eskiden devlet orman arazisini talan edip fındık ekimi yapılmıştır,son zamanlarda orman kanununa göre kesif ormancılığı yapılmamaktadır orman işletme şefliği tarafından bölge kontrol edilmektedir,köyde su hızar ı makineleri çoktu  bunlarda teknolojiye yenik düşmüştür Yakacak odun,kayık kerestesi,demiryolu traversi,maden direği bu köy denden de sağlanıyor  % 35 ormanlık alanı vardır

 

 

AVCILIK

Bölgede göçmen kuşlara daha çok raslanmaktadır,Sarıkuş,Çulluk,Bıldıcın,Ördek,Üveyikördek,Kaz,Kuğu,Tarakçın,Karakçun,Sığırcık,Bozbakal,Karabakal bulunur.Son zamanlarda,gerek ilaçlama gerek yanlış avlanma neticesinde çok azalma olmuştur. Ördek,Çulluk avı çok meşhurdur.Çevredeki daimi kuşlar Kestane kargası,Çulluk,Ördek,Üveyik,Sığırcıktır.Tavşan,Çakal,Tilki,Domuz ,Ayı,Su samuru,Kunduz,Geyik,Karaca vardı ne yazık ki bunlara da az rastlanmaktadır.Domuz avı devamlı yapılmaktadır.Köydeki devamlı hayvanlar Domuz,Ayı,Kurt,Tilki,Çakal dır.

 

KÜLTÜR

Köyün [[gelenek]köyün düğün, cenaze ve diğer gelenekleri kendi örf ve adetlerine göre halen sürdürülmektedir. YEMEK KÜLTÜRÜ: Karadeniz köyü olması nedeniyle,Karadeniz kültürü hakimdir,genellikle Ordu,Giresun yöresi kültürü hakımdır, karalahana(Barbunyalı ve acı biberli) yemeği baş tacı olmakla birlikte, kuru yufkadan yapılan börek ve makarnası, mısır ekmeği, çeşitli turşuları, deresindeki hakiki mercan alabalığı oldukça bilinen yemek leridir, tabıkı kara lahananın enva yi çeşidi bunun içinde, kavurması, turşusu, sarması

AKÇAKOCADA

Kız ve Erkeğin Tanışması :Akçakoca’da mısır bitkisinin fazla ekildiği, fındığı kozalarından ayırma makinelerinin daha ortaya çıkmadığı dönemlerde mısır soyma, fındık ayıklama imeceleri yapılırdı. Bu imecelere kız ve erkekler bir arada katılırlardı. Mısır çapalama, fındık toplama işleri de imece şeklinde yapılırdı. Akçakocalı kız ve erkek gençler birbirlerini bu imecelerde, kasabaya inme sırasında, dereye suya giderken, nişan, düğün gibi eğlencelerde tanırdı.Kız ve erkeğin ortaklaşa güvendikleri bir kadını aracı olarak kabul eder ve sevgi nişanelerini birbirlerine bu aracılar ile gönderildi. Bu günde buna benzer olaylara şahit olunmaktadır. Çoğu kez kız erkeğe, kendi işlediği bir mendili, oğlanda kıza gülyağı, şeker, lokum, küpe, yüzük gibi hediyelerde gönderirdi.

Sevdalık Günleri :Akçakoca gençleri arasında sevdalık günleri çok önemliydi. Sevenlerin arkadaşları vardır. Bu arkadaşlar erkek ise, hep seven erkeğin etrafındadır, arkadaşları için pervane olurlar, hep beraber gezerler. Başkaları seven erkekmiş izlenimi yaratırlar. Örneğin; Sevdiği kız salıncağa binerse, önce aşık olan silahını boşaltır. Bunun anlamı: Bu “Seni başkası severse onu öldürürüm” anlamına bir mesajdır. Ardından aşığın arkadaşları silahlarını boşaltırlar. Bunun da anlamı: “Bir arkadaşımızın arkasındayız” demektir Durum herkes tarafından anlaşılır, kimse kimsenin sahasına girmez. Erkek evlenme arzusunu ailesindeki kadınlara açar. Zaman içinde gelişen olaylar oğlanın anası tarafından babasına iletilir. Günler ve gecelerce ne olup olmayacağı, aileler arasında düşünülüp tartışılır. Sonunda kız tarafının kıramayacağı bir elçi bulunur. Elçi baba ve annenin ağzını arar. Olumlu yanıt alınca kızı istemek için girişimlerde bulunur.Toplum kız isteme konusunda çok duyarlıdır. İstenilen bir kızın verilmemesi ya da söz kesiminden sonra dönülmesi erkek tarafından hakaret kabul edilir. Bu tür olaylar genellikle kan davası gibi olaylara sonuçlanır.

Sıra Gözetme : Ablası bekar olan, evlenme çağındaki erkek bu kuralı bozup evlenebilir. Erkek toplunda kadından önce gelir. Erkek kardeşler arasında da sıra gözetilir. Miras taksiminde kızın payı erkeğe göre yok gibidir. (Bu gelenek Lazlarda daha çoktur.)Son zamanlarda Bölgede kızlar arasında sıra gözetme geleneği vardır. Büyük kız varken küçük kız evlenmesi ayıplandığı gibi baba buna kesinlikle karşı koyar herkes hakkını yavaş yavaş  alma yolunu tutmaya başladı.

Başlık Parası :Akçakoca ve köylerinde başlık parası vermek hemen hemen yok gibidir. Yalnız fakir ailelerde kızına çeyiz yapabilmek için bir miktar para ödenir. Başlık parası verme Laz ve Gürcü ailelerde, Rizeli  toplumlarda daha az uygulanır. Abazalarda başlık parası alınmaktadır.

Kız Kaçırma Olayları :Abazalarda düğün çok masraflı olduğu için, özellikle birbirini seven çiftler kaçarlar. Bu danışıklı düğüştür. Kız kaçırılmadan önce nüfus cüzdanı kaçırılır. Kızın yaşı on sekizden küçük ise kız kaçırılınca erkeğin akrabalarından birinin evinde saklanır. Daha sonra aileler arasında anlaşmaya gidilir. Kaçırılan kızın yanında kıza yakınlığı ile bilinen kızın arkadaşı ile kaçırılır. Bu kıza tasavize denir. Kız emin bir ailenin yanına misafir edilir. Düğün yapılıncaya kadar kız o evde kalır. O evde her akşam eğlence yapılır. Bunun adına taşamhara denir. Kız-erkek anlaşarak kaçmışlarsa iki tarafın aileleri bir müddet birbirleriyle görüşmez. Daha sonra aracılar yardımıyla taraflar barıştırılır. Ancak yıllar süren küskünlükler söz konusudur. Kız kaçırmada kızın rızası yoksa olay kan davasına kadar gidebilir.

Kız İsteme Geleneği :Ön hazırlıklar tamam olunca kız babasının sevdiği birisi erkek tarafı ile birlikte kız istemeye gider. Erkek tarafından ağzı laf yapan biri sözü açar.Biz Allah’ın emri, Peygamberin kavli ile kızınız ...............’yı oğlumuz ..............’ya istemeğe geldik” der. Baba da;Bu biraz naz etmek ve kendi akrabalarına paye çıkarmak için söylenmiş bir sözdür. Bir müddet biçilir. Bu arada istiyorlarsa, el altından erkek tarafını cesaretlendirecek haberler iletilir Bu dönemde, kız ile erkek karşılaştıklarında kaş göz işaretleri ile birbirlerine cesaret verirler. Kız belli bir süre sonra istenir.

Söz Kesme ve Nişan Olayı :Eskiden erkek askere gitmeden nişanlanırdı. Nişanlık süresi, askerlik, para yokluğu ile ilgili olarak 2-3 hafta ile bir yıl arasında değişir. Yerli halk arasında beşik kertmesi kesinlikle yoktur. Göçmen köylerinde beşik kertmesine rastlandığı söylenmekte ise de tespit edemedim.Kız istemede erkek tarafından hediye olarak getirilen “kutu şekeri” ertesi gün iade edilmez açılırsa, kızı erkeğe verildiğine işarettir.Taraflar tarafından söz kesiminden sonra oğlan tarafından akrabaları kızın evine yüzük, kutu şekeri ile elbiseler, çorap ve terlik alıp giderler. Nişanda yüzükler takılır. Bazı köylerde nişanda erkeğin bulunmadığı, akrabası tarafından kızın parmağına yüzük takıldığı söylenmekte ise yerli köylerde böyle bir gelenek bulunmamaktadır.Bir süre sonra kız tarafı, yüzük, bir kat çamaşır, kaynanaya elbise alıp oğlan evine getirirler.

Çeyiz Geleneği
:Çeyiz olarak sandık, yatak, yorgan, yelek, şalvar, bakırdan mutfak eşyası, elde dokunmuş yer hasırı, hasır seccade, ottan duvar yastığı, kanaviçe işler ve örtüler vardır. Çeyizin miktarı ailenin mali durumu ile ilgilidir. Yerli halkta çeyiz eşyası, Doğu Karadeniz kökenli ailelerde olduğu kadar fazla olmakla beraber, kızlar mirasta erkek kadar hakka sahiptir.

Kına Gecesi .Düğün geleneğinin ilk kademesi kına gecesidir.Kına gecesi Çarşamba günü yapılır. Kına gecesi için erkek tarafı beraberlerinde taraftarları ile birlikte yanlarına kına alıp gelin evine gidilir. Dört kız çarşaf veya büyük bir yazmanın altına gelini alırlar. Bir kız gelinin eline tabaktan kına yakar. Elleri temiz beyaz bezlerle yumrukları bağlanır. Bir taraftan da maniler söylenir. Hem gelin ağlar, hem etrafındakiler. İzzet ve ikramdan sonra erkek tarafı evlerine gelir. Damadın evi önünde büyük bir ateş yakılır. Kız tarafı tavuk istemeğe gelir. Her evden birer tavuk alınır. Ateş yanınca baklavalar getirilir. İkramlar yapılır. Kız tarafı darıltılmadan uğurlanır.Kına gecesi bayramlık elbiselerini giyen genç kızlar çiftetelli, topal oyunu, orta oyunu gibi oyunlar yaşlı bir kadın denetiminde oynanır

Düğün Günü :Düğün genellikle nişandan en az bir yıl sonra yapılır. Bindallı ve benzer gelenekler yoktur. Eskiden gelin renkli ve temiz ipekli elbise damat ise don pantolon üzerine beyaz gömlek ve işlemeli yelek giyerdi. Güvey fakirse beyaz elbise ödünç alınırdı.Eskiden olduğu gibi gelin kayın baba ve yakın akraba arasına giderdi. Gelin evden çıkarken, kız kardeşlerden biri, yoksa akraba kızlardan biri çeyiz sandığı üzerine oturup sandık haracı isterdi. Ayrıca kapıdan çıkarken erkek kardeş, kapı haracı olarak bir miktar para talep eder.Köylerde, genellikle bir öküz arabası süslenirdi. Üstüne halı ve kilimlerle bir örtü yayılır. Araba çan ve zillerle bezenir, köylüler şık giysilerini giymiş, arabanın önündü, ardında, yanında yürüyerek giderlerdi. İkide birde araba durdurulur:Ala ala hay... diye bağırarak düğün evine varılır. Yolda devamlı halaylar çekilir. Kasap oyunu, Kastamonu zeybeği gibi oyunlar oynanır. Gelin alayı, çeşitli yollardan dolaşarak damat evine varırdı.Gelin alınmadan o köylülere veya mahalleliye pilavlık parası verilir. Gelin arabaya binmeden bolluk ve bereketli olsun diye ya damadın babası veya yakını bozuk paralar içinde şekerler, buğdaylar serper, çocuklarda bunları birbiri üzerine yığışarak kapış kapış toplardı.Köyden çıkıncaya kadar çeşitli yollardan dolaşarak damat evine varılır. Gelin arabadan inmez, bahşiş ister. Bir inek ya da tosun getirilir. Kulağı kesilerek işaret verilir. Kapı önünde kurulan bir masada kız tarafı tatlı, şeker, sigara, mermi gibi isteklerde bulunur. Bu istekler karşılanıncaya kadar gelin bekletilir. Bu durum bazen üç dört saat kadar sürer.Gelin eve girerken eğilip eşiği öper. Bolluk getirmesi düşünülerek mısır, buğday, şeker, bozuk para atılır. Akraba ve komşular başlarında birer tepsi baklava alarak erkek evine giderler. Tepsiler üst üste kümelenir.Erkeklerde evin önünde yakılan ateş etrafında oynarlar. Bu oyunlar kadın kıyafetine girmiş köçekler tarafından oynanır. Eğer aile varlıklı ise dört köçek, dört davul, dört zurna ve dört keman bulunur.Diğer köylerden geleneklerde kafileler halinde düğüne katılırlar. Kimileri koç, kimileri koyun getirir. Meydanda ikramlar yapılır.Yenip içilir. Sonunda köylüler misafirlerini evlerine götürürler.Hoca nikahı yapılır, bu adet yaygındır. Hoca nikahı yapılırken gelinin yanında dadı veya bibi (teyze, hala) denilen kadınlar bulunur.Gürcü köylerinde düğün gecesi, güveyin gerdeğe girmesi yasaktır. O akşam kızın akrabası olan kızlar sabaha kadar beklerler. Düğünün ertesi günü gerdeğe girilir. Düğün genellikle üç gün devam eder. Lazlar ve Hemşinlilerde de benzer gelenekler vardır.Diğer köylerde ise hoca nikahı kıyılır. Sonunda güveyi arkadaşlarının kolunda gelinin odasını getirilir. Arkasından yumruklanarak odaya itilir. Damat odaya girer. Hazır bulunan seccadede iki rekat namaz kılıp duasını yapar ve gelinle tanışmaya gider. Damat bu arada gelini konuşturmaya çalışır. Ona hediyeler verip konuşturur. Konuşturulunca da pencereyi açıp iki el silah atar. Bundan sonra herkes dağılıp gider.Gelinle damat, gidip kayınvalidenin elini öperler. Tekrar odalarına giderler. Orada baklava yerler. Bazense baklava kesmelerinin yarısını yiyip bırakırlar. Ertesi gün bunları evlenmemiş erkek ve kızlar yer. Darısı sizin başınıza gibi bir gelenektir bu. Ertesi gün sabah, köçekler, davetliler düğün evinin önüne gelirler. Oyunlar oynanır. Damat elinde bir tepsi baklava ile herkese birer kesme baklava sunar. Sonra da herkes dağılıp gider. Ev kadınlarla dolar. Duvak günü damat sağdıçla gider. Gelinle sabahtan ikindiye dek oyunlar oynanır, şarkılar söylenir ve derken düğün biter

Duvak :Güvey gecesi sabah gelini eğlendirmek için eğlence düzenlenir. Gelin oynar ve etrafa para atar.Bekar kızlar gelinin duvağından teller koparırlar. Duvaktan sonra erkek ve kız evlerinde yemekli davetler yapılır.

Düğün Davetleri :Bütün akraba ve hısımlar gelin ile damadı davet ederler. Bunlar taşıma davetleridir. Her gidilen eve gelinin yaptığı bir el işi işleme götürülür. Onlarda onlara çeşitli hediyeler verirler.

Doğum Olayı :Genellikle ilk çocuğun erkek olması istenir. Çocuklar genellikle beşikte büyütülür. Çocuğun adı üç gün içinde yaşlı bir erkek veya hoca tarafından üç defa kulağına okunarak konulur. İsimden sonra ezan okunur. Komşular ve akraba loğusaya evvela geçmiş olsun derler sonrada hediyeler getirirler. Doğumun kırkıncı günü çocuk ve loğusa yıkanır. Buna çocuk kırklandı denilir.

Diş Çıkarma :Küçük çocukların diş çıkarmaları aile için ayrı bir sorun olur. Ailenin bireyleri yeni çıkan dişi görmeyi uğur sayarlar. Onun içinde sık sık çocuk güldürülür, ağzına bakılır. Hatta bazıları ekmek kabuğunu gevlettirmek suretiyle dişin çabuk çıkmasının sağlarlar. Bazıları da parmağını rakıya batırarak çocuğun diş etlerini oğalar. Çocuk bundan çok hoşlanır.Dişin çıktığını gören kişi mutlaka diş çıkaran çocuğa ya elbise alır ya entarilik alsınlar diye anne babasına para verir.

Sünnet Olayı :Akçakoca bölgesinde kirvelik olayına rastlanmaz. Eskiden gezginci sünnetçilerin gelmesiyle hiçbir hazırlık yapılmaksızın çocuklar sünnet edilirdi. Günümüzde eğlenceler düzenlemektedir. Sünnetçiye, bazen para almadığı için sabun, havlu gibi şeyler verilirdi.

BAYRAMLAR VE EĞLENCELE

KÖYDE

Dini Bayramlar :Dini bayramların Akçakoca örf ve adetleri içinde çok büyük yeri vardır. Üç aylar girince Recep, Şaban ve Ramazan gelinceye kadar bazı kimseler ramazana alışmak için ayda bir belli oruçlar tutar, kutsal geceler, cumalar yavaş yavaş ayrı bir kalabalık olmaya ve cemaat artmaya başlar.Ramazana hazırlık olmak üzere, makarnalar kesilir, erişteler yapılır. Yufkalar açılır, kuskuslar hazırlanır. Mevsime göre çeşit çeşit reçeller, hoşaflar ve şuruplar hazırlanır.Hele bayram gecesi yeni esvaplar giyilir, Provalar biter. Küçükler giyeceklerini başlarının altına koyar. Ayakkabılarını yatağın içine yerleştirir. Herkes banyosunu yapıp yatar. Küçük erkek çocuklar sabahleyin sabah namazına herkesle birlikte camiye gider. Namazdan sonra vaiz dinlerler. Bayram namazı kılınır. Hoca dikilir, en yaşlı adam hoca ile bayramlaşır, ondan sonraki hoca ile yaşlı bayramlaşır ve yerini alır. Böylece sıralanır. Cemaatin en yaşlısı ile en genci bayramlaşıncaya kadar sürer. Sonra birlikte hoca dua eder.
“Bu bayrama eriştiren Allah’a senalar ve amin” denilip çıkılır. Yolda görülenlerle bayramlaşırlar. Mezarlıklara gidilir. Ölülere dua edilir. Hastalar ziyaret edilir.”
Her köyün ramazanında davulcular bahşiş toplar. Birinin elinde bir sırık, birini elinde bir sepet. Davulcu davulu çala çala her evin önünde maniler söyler. Bahşiş; havlu, mendil, yazma sırığa bağlanır. Baklavalar, el altıda tepsi bulunan sepete konur. Paralarda davulcunun cebine konur.

Bayramlar :Yerli köylerde bayram sözcüğü eğlence anlamına gelir. Bayram olacağı gece, bayramı bilen köydeki misafirler, bayramın olacağı köye yakın eş dost ve akrabalar ile birlikte giderler. O akşam onlara misafir olurlar. Kadın ve kızlar yemekten sonra daha geniş evlerde, erkekler ya kahvede ya da başka bir evde toplanırlar. Erkekler orta oyunları yaparlar. Mutaassıp olmayan yerlerde içkide içilir. Gramofon çalınır ve Cide kemençesi ve tepsi çalarak oyunlar oynanır. Genellikle oyunlar iki kişilik eşler halinde yapılır. En revaçta olan oyunlar topal oyunudur. Bu oyun Akçakoca’ya özgü bir oyundur

Eğlenceler
 ;Burada Tura oyunu oynanır ( SİVİŞ ) Dadalı köydeki gibi oyun burada da uygulanır,ayrıca ceviz kabuğu altında yüzük oyunu ,gelini evden çıkarırken yapılan şişeye ateş edip vurmak,damadın akrabaları uzağa konan şişeye tüfekle ateş açılır şişeyi vurursa gelin evden çıkar yok vuramazsa şişe vuruluncaya kadar devam edilir,vuruluncaya kadar vurulunca gelin evden alınır

İMECE ÜSÜLÜ :Eskiden patoz makineleri yokken, fındık harmanda kurutulur, sabahları tırmıklar vurulur, sonrada altından tanesi alınırdı. Kalan fındıklarda kabuklarından ellenmek suretiyle bulunup ayrılırdı. Köylerde bu işler imece halinde yapılırdı. Kabuk ayırma işi erken bitimi, orası düğün evine döner, oyunlar şarkılar, gülme, eğlence, yeme içme başlardı. Kızlar erkekleri, erkekler kızları burada seçerdi. Çalışkan mı? Tembel mi? Dili tatlı mı? Nobran mı? Şaka kaldırır mı? Yoksa içine kapanıp arpacı kumrusu gibi düşünür mü? Yapıcımı yıkıcı mı? Hepsi burada denenirdi. Bu eğlencelerde maniler söylenirdi. Atmaca tabir edilen karşılıklı mani atmaları da yapılırdı.

KIZ BEĞENME : Bayramlarda köyün şenlik yerinde herkes toplanır buradaki ağaçlara salıncaklar kurulur ilkönce kızlar biner sallanırken bu kızı beğenen erkek adayı silah atar ben seni istiyorum demektir,daha sonra diğer sıradaki kızlar biner sallanırken damat erkek adayı silahını ateşler kıza beğendiğini vurgular bu böyle devam eder ,sıra erkeklere gelir erkekler sallanırken kız gelin adayı hemen ailesine söyler,bu kızda silah atar bu böyle devam devam eder eşlerini alan kız ve erkek kesinlikle başkası ile evlenemez sahiplenemez birbirleriyle evlenirler.

GÜREŞLER :Köyde köy şenlik yerinde davul zurnalı maniler eşliğinde çok güzel güreşler olur fakat bu güreşlerde şimdilerde ilgisizlik yüzünden yapılmamaktadır.

TAKLA OYUNU :Bayramın son günü akşamı takla oyunu oynanır,4 kişi ebe olur bunlar eğilerek omuzlarını sırt sırta verirler bir daire oluştururlar,diğer taraftan da sıraya geçen oyuncular vardır bunlar bu ebelerin üstüne atlayarak takla atarlar,eğer yere düşen olursa bu oyuncu ebe olur.

EŞEK ATLAMA:Ayrıca bir hakem 5 ebe oyuncu ile oynanan eşek oyunu vardır bu 5 oyuncu ebedir bunlar eğilerek eşek şeklini alırlar,sıradaki oyuncular sırasıyla koşarak bunların üstüne bu diğer 5 oyuncu koşarak atlarlar üzerlerine binerler ilk atlayan oyuncu alta ki ebe oyuncuya parmaklarıyla bu kaçtır der seslenir altakı oyuncu bu üsteki oyuncunun dediği rakamı bilemezse üsteki oyuncular bu ebe oyuncuların sırtında durmaya devam ederler,bilirseler üstekiler ceza olarak alta ebe olurlar bu oyunda böyle devam eder.

SOPALI HALAT ÇEKME :Bu oyunda ortaya bir çizgi belirlenir kalın bir sopa vardır bir tarafta bir gurup diğer tarafta başka gurup vardır,ilk baştaki oyuncular bu sopayı tutarlar arkasında 5 er kişilik guruplar vardır bunlar birbirini çekerler hangi ilk oyuncu bu sopayı bırakırsa vede bu çizgiyi geçerse mağlup ilan edilir

KÖREBE OYUNU: burada da 3 oyuncu, 1 halat ip,2 adet taş,1 yere çakılan kazık sopa,1 de bezden yapılmış kamçı vardır,ilkönce bu kazık çakılır halatın orta bölümü bu kazığa bağlanır bu halatın bir ucu bir ebe oyuncuya diğer ucu diğer ebe oyuncuya bağlanır bu bağlanan 2 ebenin gözleri bir bezle bağlanır gözleri görmezler kazığın yanındaki oyuncu hakemdir,bu bir ebenin elinde 2 adet taş vardır bu taşları çarptırarak diğer ebeyi harekete geçirir bu ebe elinde de bulunan bezden yapılan kamçı vardır taşın sesine giderek bu ebeye bu kamçıyla vurmaya başlar bezende hakem oyuncuya da vurabilir bir daire şeklinde dönerek bu oyun böyle devam eder,dışarıdakilerde bu kamçılı ebeyi yanlış yönlendirirler oyun uzasın diye

BAYRAMI UĞURLAMA : Burada da son gün davullar çalınır,köyde dolaşılır,maniler söylenir, köy meydanında halaylar ,köçekler,şarkılar,silahlar atılır,oyunlar oynanır ve bayram bu şekilde uğurlanır

KIZ ALMA : Köçekler eşliğinde köyün şenlik yerinde köçekler köçek,oyunlar oynarlar,Alaplı çıftelesi dediğimiz figurleride yaparlar,köylüde bu köçeklere de köylü eşlik eder,silahlarda atılır,daha sonra köçekler eşliğinde köylü damat evine giderler,kızın annesi damat evinden baklava ,tavuk ister,yollarına kilim serilmesini ister bir koç ister bunların gerçekleştirmesini ister damat evinden damat evi biraz naz yapsa da bunların hepsini yaparlar kız arabadan inerek eve doğru giderler evin kapısından geçerken elleriyle evin bütün kapılara ellerini sürer,giriş kapısının önüne parça ekmek koyar uğurlu gelsin diye,daha sonra enson gelin yatak odasına gelir orda damat tarafından duvağı açılır akraba ve damat tarafından hediye leri takılır,bu arada misafirler gelinin çeyizlik hediyelerine bakarlar,resimler çektirirler bu gelenekte halende devam etmektedir

KIZ İSTEME  : Cuma gecesi erkek ailesi,kız evine gider ‘’Allah’ın emri Peygamber’in kavli ile’’ diyerek kızı ister.Kız tarafı araştırma ve akrabalarına sormak için süre ister,kızı vermek niyetinde değilseler kızımızın yaşı küçük nasibinizi başka yerde arayın derler ve ya Allah yazdıysa olur derler süre isterler.

SÖZ KESME : Kız tarafı müspet cevabı verirse erkek tarafı bir hafta sonra kız evine gider,oyalı yemeni götürürler.Kız tarafı da çevre verir,nişan günü orada tespit edilir.Kızın parmak ölçüsü alınır.

NİŞAN  : Erkek tarafı alışverişe çıkar,beşibiryerde,bilezik,küpe,tuvalet takımı,iç çamaşırı,gelinlik,elbise kumaşlar alınır.Ayrıca aile etrafı da giydirilir.Bohça içinde bunlar kız evine verilir,Nişan yüzüğü orada takılır.Bir hafta sonra da kız tarafı da aynısını yaparak erkek tarafına gidilir.Her iki aile fedakarlık yaparak düğüne hazırlanırlar.Çeyizler sandığa konur,çeyizde kızın işlediği oyalı danteller,kanaviçeler,yatak,yorgan,şalvar,yelek,mintan,bakır ev eşyalar erkek evine gönderilir.Çeyizler bir hafta boyunca yatak odasında duvarlara asılır,sandıkta ki çeyizler teşhir edilir.Çeyizlerin kalite çokluğu ailenin zenginliğine işarettir.

KINA    GECESİ  : Düğünden bir gün önce gelinin ve yakınlarının eline kına yakılır kına erkek tarafından getirilir kına yakma töreni boyunca maniler söylenir gelin ağlatılır,kına gecesi kızlar çiftetelli ve çeşitli oyunlar oynar.Köy lisanı ile mani ve türküler söylenir.

 

‘’Yukarı köyün çakalları                        Yukarı köyde çakal yok

   Aşağı köyün bakalları                         Aşağı köyde bakal yok

   Damat beyin sakalları                         Güveyin sakalı yok

   Gelin kınan kutlu olsun                       Gelin kınan kutlu olsun

 

   Kına gecen hoş olsun                          Köyümüzden çıkıyorsun

   Evin bereket dolsun                            Bize veda ediyorsun

   Damat bey eşin olsun                         Yeni yuva kuruyorsun

   Gelin yuvan mutlu olsun                    Gelin kınan kutlu olsun’’

  Diye maniler söylenir.

 

DÜĞÜN    : Erkek tarafı düğün günü kız evine giderler.Arkadaşları tarafından hazırlanan gelin,bir araba ve ya öküz arabasına ve ya bir ata bindirilerek yakınları da geline eşlik ederek erkek evine yol alırlar.Zengin olan at arabasına bindirilir,damadın arkadaşları at arabasına biner düğün evine ilk gelen atlı bahşiş alır.Diğer atların dizginlerine mendil takılır,düğün alayı erkek evine gelince damat tarafından karşılanır birlikte eve girilir buna koltuk denilir.Gelin eve girerken kapının üstüne yağ ve bal sürer,sağ ayağını da eşikten atar.Bu arada damat tarafı kapı önünde para serper uğur niyetine.Bu paralar çocuklar tarafından toplanır ve kapışılır.

 

GÜVEY  KOYMA: Akşam yemeği damat evinde yenir topluca kahveler içilir oyunlar oynanır yatsı namazından sonra imam nikahı kıyılır gelin ve damat zifaf odasına girerken güvey alayı damadın arkasına vururlar.Damat zifaf odasının içine kaçar canını zor kurtarır ve güvey alayı silahla ateşler eder.

 

DUVAK   : Güvey gecesi sabahı gelini eğlendirmek için eğlence tertiplenir,gelin de oynarken etrafa para atar genç kızlar gelinin duvağından teller kopartılır sonra erkek ve kız evlerinde davetler yapılır.Maalesef bu gelenekler şuanda düğün salonlarına taşmış ve gelenekler kaybolmuştur.Düğün salonlarında eski folklorik oyunlar yerine modern danslar taverna eşliğinde düğün salonlarında yapılmaktadır.

FOLKLÖR   :  Köyün kendine has folklor ekibi yoktur,Karadeniz folkloru

hakimdir,Davul,Zurna,Saz,karşılıklı zille oynanan oyunda çalınan zil  oyunu Kemençe,Tulum gibi enstrümanlar çalınır   yerli oyun gurupları sözlüdür,5-6 kişilik 2 gurup oluşturulur el ele tutmuş oyuncular seri ayak hareketleriyle birbirine yaklaşıp uzaklaşırlar,her gurupta bir türkü söyleyen vardır,türkücü karşı guruba türküler deyişler dokundurmaktadır,bu oyunda önemli olan türkü sözleriyle karşıdakini mat etmektedir,bu oyunun adı gelino dur.Rize Hemşin üç ayak oyunu da laz oyunudur,dairede oynanır Hemşin üç ayak oyunudur 2/4 veya4/4 lük ezgiler halinde oynanır Bar,Halay,Horon,Sallama,Hara ve karşılama,üç ayak,Kolbastı,laz kültüründe çok önemlidir

 

DAVUL  : Davul savaş sırası,sonrası,askere giderken,törenlerde,ramazanlarda,güreş yapılırken çalınır.Davulun eski adı Tavuldur,Çağatay Türkleri tarafından yapılmıştır,bir haber aracıdır

ZURNA: Davul ve zembeleklerle çalınır ağaç maden, boynuzdan yapılır ,7 üstte 5 altta deliği vardır,Avrupa’ya Türkler tarafından götürülmüştür,Oğuz Türkleri Anadolu’ya getirmiştir,kemençe ve davula eşlik eder,4000 yıldan beri devam eden bir enstrümandır.Davul,Kaval,Zurna,göçer enstrümandır,köyde son zamanlarda bunların yerini taverna müziği almıştır org ile çalınan müzik aletidir eski neşe eski düğünler artık tarihe gömülmüştür,evlerde yapılan düğünler artık düğün salonlarına taşmıştır

KEMENÇE  :Klasik ve Karadeniz kemençesi olmak üzere iki türü vardır.Akçakoca da Karadeniz kemençesi çalınır,ince uzundur,sol el ile havada tutularak çalınır,kemençenin telleri çeliktendir.Akortları la,re,sol,mi,yahut sol,re,la,mi veya 3 telli için re,la,mi dir,tellerin üzerine basılarak,tek olarak çalınır.Sazın şekli bir takayı andırır,gövde kısmı dut ve ceviz ağaçlarından oyularak yapılır,ses tablası ise 1,5- kalınlığında ladin veya köknar ağacından yapılır,kısa sapı ve çelikten üç teli vardır re-la-mi sesleri akort edilir,bir buçuk oktav çalar.Yayının kılları gevşek olarak takılır ve sol el ile havada veya dize dayanmış olarak tutularak kemençenin 3 teline aynı anda sürülerek çalınır çalınır.Kemençe Anadoluya oğuz Türklerinden gelmiştir Kemençe ,Özbekistan,Kırgızistan ada Anadoluda ıklık göbekli kemençe olarak çalınır Arapçada Keman Türkçede ç demektir bu iki kelime birleşmesinden Kemençe doğmuştur ,Kıpçak Türkleri tarafının dan Mısıra götürülmüştür Özbeklerin girjası kemençeye benzer, kıyak kemençe denir.Trabzon dada Gagavuz Türkleri kemençeleri vardır,Trabzonda kemençeye kıyak denir,Türkmenistan,Özbekistan, Kırgızistan Gagavuz Türklerin kemençeleri vardır 2 sesle çalışır 2 telden ses alınır 4-6-7 aralıklıdır.

TULUM: Tulum Karadeniz bölgesinde kullanlıan nefesli halk sazıdır,deri,nav ve ağızlık olmak üzere 3 kısımdan oluşur.Deri,tulum olarak anılır, tulum,koyunveya oğlak derisinin tüyleri temizlendikten sonra ayakları yukardan kesilir,sağ ön ayak ile arka sol ayağın dışında kalan delikler hava kaçırmayacak şekilde sıkıca bağlanır,ön ayağa bir tahta boru,arka ayağada üzeri delikli iki boru tespit edilir.Deri hava ile

Delikli borulardan ses çıkmaya başlar,koltuk altına yerleştirilen tulum zurna analık üzerindeki parmaklar delikleri açıp kapamak suretiyle istenen ezginin çalınmasını sağlar,nav sazın zurna dediğimiz kısımdır,ağızlık ise hava üflenen kısımdır Tulum Türkçe kelimedir Çağatay Türkleri icat etmiştir Anadoluya Peçenek Turan Türkleri Karadenize getirmiştir Kıpçaklarda tuluk,Duluk diye geçer.

KAVAL:Orta asyadan gelmiştir.Balasau Türkleri icat etmiştir.Çağatay Turan Türkleri Karadenize getirmişlerdir, havaldir ,bir göçebe çalgısıdır Of ve Tokat kavalı meşhurdur.

 

ÇOCUK OYUNLARI

Çelik çomak,binmeli eşek,esir oyunu,körebe,köşe kapmaca,birdirbir,seksek,yakan topu,lunç,domino devirme,tura,siviş,şişeye ateş etme damat ıslamak,ceviz kabuğu altında yüzük bulmak gibi

 

KIYAFETLER

Kalkın köyünde 25-30 yıl öncesine göre  kıyafette önemli değişmeler olmuştur.Erkekler tamamen şehir kıyafetini benimsemişlerdir. Erkeklerde gündelik kıyafetlerden başka önemli günlerde, törenlerde giyilen ve içine beyaz eşarp bağlanan lacivert takım elbise en beğenilen giyim eşyasıdır. Ancak yaşlı erkeklerden bazıları köy içinde geleneksel kıyafetle ilgili olarak paçaları dar pantolon, üzerine gömlek ve yeleği giymeye devam etmektedirler. Kösele kunduranın yanında lastik ayakkabı, plastik ayakkabı, özellikle çocuklarda  çok görülmektedir. Erkeklerde pijama, şapka, şemsiye kullanılan giyim eşyaları arasındadır. Burada dikkati çeken husus pijamanın yatak kıyafeti olmaktan başka, bazen iş kıyafeti olarak kullanılması suretiyle ikinci bir iş görmüş olmasıdır.

Kadın giyimi erkeklere oranla daha az değişmiştir.Eskiden kadınlar evlerde basit tezgahlarda keten ve kendirden giysiler dokurdu. Bugün ise köylüler malzemesi köy dışından sağlanan koyu renkli şalvar ve üzerine bluz giymekte, başlarına lacivert örtü (örtme)  örtmektedirler. Kadın giyiminde dış görünüş bakımından erkeğe nazaran değişme daha azdır. Evde elbisesi ile dolanan bazen başını örtmeyen kadın, sokağa çıkınca elbisesinin üzerine şalvar giymekte ve başını örtmektedir.Genç kadınlar arasında elbise giyenler, başlarını örtmeyenler az da olsa bulunmaktadır..Köyde gündelik kıyafette olduğu gibi gelin ve güvey kıyafatide tamamen şehirleşmiştir. Ancak köyde giyilenler, kasabadan ucuz sağlanan ve nispeten eski model olan giysilerdir.Kadın ve çocukların kısmen evde hazırlanan giysilerinin kumaşları dışarıdan satın alınmaktadır.

 ŞALVAR            : eninde üç boy kumaştan çıkar daha ziyade eflatun pembe,yaşlılar koyu renkleri tercih ederler,genellikle çimen yeşili,zeytin yeşili tercih edilir,şalvarın içine şalvar ( havsa) dikilir pamuklu veya şile bezinden dikilir

MİNTAN              : Şalvarın üstüne giyilir mintan ve şalvar işlemelidir,kadife kutnu,jantanlı ve yollu kumaşlardan dikilir

YELEK                 : Şalvar üzerine kolsuz fakat işlemeli yelek giyilir,içine bezden buluz giyilir.

ÖRTÜLER           :Kare şeklinde üzeri baskı tekniği ile işlenmiştir,çiçek desenlidir

YAZMA                : Oyalar işlenir dikdörtgendir

ÇORAPLAR         : Yün çoraplar giyilir kadın çoraplar motif işlemelidir

AYAKKABILAR : Rugan ayakkabı giyilir,çarıkta giyilir,genellikle lastik ayakkabılar tercih edilir

ERKEKLERSE : Yelek ve zıpka giyerler,Kafkas kökenliler düğün törenlerde kalpak dik yakalı siyah satenden yapılmış diz boyu elbise ve yumuşak deriden çizme giyilir.Elbisenin üzerine dışardan fişeklik,kama,kemer gibi ayrıntılar vardır,kadınlar ise simli motiflerle süslenmiş kadife elbiseler giyerler bunları

Karamandal,Trablus,kuşak,Başlık,Bartın yemenisi,Lastik ayakkabı,Yemeni,Şal,Peştamal,Fes,Para kesesi,Yatak tekkesi,Şayak bunlar Lazların giyimidir.

Aktaş,Edilli,Uğurlu,Yenice,Göktepe,Kirazlı,Hemşin köyleri giyerler

 

HIDIRELLEZ

6 Mayıs günü kutlanır,köyün piknik alanlarında,salıncaklar kurulur,yemekler pişirilir,ıp atlanır,salıncaklarda sallanılır,birçok oyunlar oynanır,kızlar erkeklere,erkekler kızlara bakarlar orada birbirini beğenirler,arkadaşlıklar kurarlar,balık tutmalar olur,erkeğin beğendiği kız eğer salıncağa biner sallanır ise erkek hemen silahını çıkartarak iki el ateş eder ona onu beğendiğini gösterir,hıdrellezin en iyi yemeği helvadır.Her hıdırellezde komşu köyler davet edilir mevlit okunur yemekler yenir çeşitli eğlenceler düzenlenir Bu törenleri anlatmadan önce pilavlık parası üzerinde duralım. Daha öncede belirttiğimiz gibi köyden başka bir köye gelin giden kızlardan pirinç parası alınır. Bu para hemen harcanmaz biriktirilir. Pirinç parasının anlamı şudur. Köy gençleri bu kızı o zamana kadar o şekilde korumuşlardır ki, kızın namusuna halel getirmemişledir. Pirinç parası bunun mükafatı bir bahşiş sayılır. Alınan pirinç paralar yedi emin olarak köylünün saygı duyduğu birine telim ederler. Köyden ne kadar çok kız gelin giderse parada o kadar çoğalır. Hıdrellezde bu para ile bir koç satın alınır. Pirinç alınır, un yağ alınır. Kesilen koçun etinden ya etli pilav yapılır, helva kavrulur, ballanır. Öğleyin gençler toplanır ve bu pilav yenir. En sonunda da helva yenilir. Hıdrellez bayramının ayrı bir güzelliği vardır. İp salıncaklar, zincirli salıncaklar, büyük ağaçlara bağlanır. Kızlar ayrı yerde, erkekler ayrı yerde sallanırlar. Ama bazen kızlar erkekleri, bazen da erkekler kızları seyretmeye giderler. Eğer beğendiği bir kız salıncak biniyorsa orada çıkarır silahını bir şarjör boşaltır. Bu olaya kimse ses çıkarmaz. Böylece kimin beğenilip beğenilmediği bu hıdrellez bayramı vesilesi ile belli olur. Bazı köylerde güreşler tutulur. Bazı köylerde derelerde balık tutulur eğlenilir.Akçakoca köylerinde hemen hemen hepsinde geleneksel olarak her yıl kutlanır köydeki küskünler barıştırılır geleneksel oyunlar spor etkinlikleri,folklorik oyunlar ve bunun gibi,Akçakocadaki mulki amirlerde davet edilerek etkinlikler yapılır herkes baharı böyle karşılar

 

EVLERİ

Evler genellikle bahçe içinde olur.,çünkü sebze meyve yetiştirilir .Avlu,avlu ağla ile çevrilidir bu mezralarda da evler birbirine uzaktır,Kurukavak,Karatavuk evler arası 4-5 km’dir,okul ve cami yanlarında evler yapılmıştır,az dağınık meskenlerde cepheleri sokak tarafına doğrudur Arabacı köyü gibi,Mısır ziraati çok olduğu için her evin yanında hemen hemen 1 adet serender yapı vardır,ahırlar evlere uzaktadır,ahır ile samanlık yan yanadır

 

SPOR

Bu köyde federe veya gayri federe hiçbir spor müsabakalara iştirak etmemiştir spora ilgi hiç yoktur

 

YEMEKLER

EKMEKLER       : Yufka ekmeği,Bazlama,Gözleme,Cızlama,Mısır ekmeği,Buğday ekmeği

ÇORBALAR        : Tarhana,Mercimek,Un,Çılbır,Kızılcık çorbasıdır

HAMUR İŞLERİ : Mantı,Börekler,Erişte,Kuskus,Kaşık makarna,Mancarlı pide

ET YEMEKLERİ: Kara dolma, Korçan,Sebze dolmaları,Kebaplar,Lahana sarma

TATLILAR           : Melen güççeği,,Güllaç incir-üzüm,Sütlacı

ÇEŞİTLİ YEMEKLER : Gaygana,Soğanlı yumurta,Sebze yemekleri,Zeytin yağlılar,Mamursa,Kaldırık,Mantar,  lahana  yemekleri,Tirit,Malay,Hoşmanım,Mancarlı cevizli fırında pide,keşkek,hamurlu kıymalı kulak denilen bir çeşit mantı.

 

ALTYAPI BİLGİLERİ

Köy taşımalı eğitimden faydalanıyor,sağlık ocağı ,sağlık evi yok ama sağlık mobil sisteminden faydalanıyor,içme suyu,elektriği,sabit telefonu,ptt acentesi,1 cami,vardır,Kanalizasyonu yoktur köy yolu asfalttır,2006 yılında içme suyu şebekesi yapıldı,8500 m² lik beton parke taşı döşenmiştir,2006 da köy cami şadırvanı yapıldı lik köy yolu stabilizesi yapıldı 1935 yılında 424,1965 te 968 ,1997 de-287,2000 de-116 nüfusu vardır,1962 yılında ilk ilkokul yapıldı,,1974 de 2. ilkokul yapıldı , göçmen dağınık köyler statüsündedir,bu köyde meskenlerin artışı dikkat çekicidir,tarla ziraatinin fazla yapıldığı köydür,165 aile 2876 dönüm ziraat arazisi vardır 1 Adet kooperatifi var,Fiskobirlik üye sayısı:307 dir,ençok üyesi olan köydür,1877 de birinci yoklama defterinde 1922 Bolu salnamesinde adı geçmektedir,tarla alanı yok ,fındık alanı 7.800,orman alanı 4.200 dönümdür,hayvan sayısı % 11 ini teşkil etmektedir.Kurugöl köyü yardımlaşma ve dayanışma derneği vardır

 

İSTİKLAL SAVAŞINA KATILANLAR

 

ŞEHİTLER : SÜLEYMAN ALİ-SARIAHMET  D.1304-Ö.1915 1. DÜNYA SAVAŞINDA

                     : HASANOĞLU HALİL                   D. 1304 Ö. 1916 IRAK CEPHESİ ER

                     : MEHMETOĞLU OSMAN             D. 1304- Ö.1915

                      

GAZİLER  : HÜSEYİN BİRİKTİR MEHMET 1314 H. M. 1898

                     : HÜSEYİN KARAYEL AHMET   1317 H. M.1900

                     : AHMET KAHRAMAN  OSMAN 1311 H. M.1865

ABAZA İSYANINDA MUSTAFA TÜTÜNCÜ NÜN ÇETESİNDE OLANLAR :

 HÜSNÜ KÜTÜK

 

18. 19 .YÜZYIL TEMETTUAT DEFTERİNDEKİ DURUMU

 

Kara Hüseyinoğlu Musa ilk camiyi yaptırmıştır,cami vakfını da kurmuştur,Abdurrahman ağa ibni İbrahim,Hüseyinoğlu Mehmet ağa ile beraber,1844 yılında nüfusu 18 hane,72 nüfusu vardı,Temettuat defterinde pek isminden bahsedilmektedir.

 

KÖYE İLK GELEN SÜLALELER

 

 

HACI KOCAMANLAR---BİRİKTİRLER ----1877      ,ORDU,ULUBEY- MELENYURT

 

HACI KAHRAMAN

MAT LAR---YALÇINLAR VE KARAYEL -   1877,     ORDU,ULUBEY –MELENYURT

 

KOCA HÜSEYİN

KOCA HASAN,KARA MEHMET,

ABDULLAH,

MUSA ÇAVUŞ--,

HÜSEYİN                                                          1877      ORDU ULUBEY MELENYURT

 

ÖZDEMİRLER  : ÖZDEMİRLER---               1877       ORDU GÜRGENTEPE                        

 

HASAN AĞA

 

MEHMET,ALİOSMAN

TARAKÇILAR : TARAKÇI-                            1877       ,ORDU ULUBEY MELENYURT

 

HALİL

YUSUF—HASAN--,HÜSEYİN

KARALAR : KARA                                         1877         ORDU ULUBEY MELENYURT

 

MUSTAFA--SALİH

ŞAHİNLER  : ŞAHİN--                                   1960,         SİNOP

 

AHMET

KEŞÇİLER  : KEŞÇİ---                                   1877         ORDU ULUBEY MELENYURT

 

İBRAHİM—MUSTAFA                                                                 

ÇOKEKLER  : ÇOKEK                                  1877,         ORDU,ÇUKURKÖY

 

HASAN-ALİ-MAHMUT

YERLİKAYALAR  : YERLİKAYA               1877         ORDU

 

KAMİL

HÜSEYİN-MEHMET

ALTAYLAR  : ALTAY—KÖYE GELİŞ      1885           ORDU ÇUKURKÖY

 

HALİL

MEHMET-HASAN

HATİPLER

 

CİNGİRTLER

 

MEHMET KEŞÇİ KARASUYA,--HASAN ÇÖKEK KARASU,TAŞLIGEÇİTE GÖÇTÜLER

 

HÜSEYİN YERLİKAYA KİRAZLI YA YERLEŞTİ

 

ALİ ALTAY HOCA İDİ                                                                                      Ö.1985 TİR

DÜZCEYE İLK YERLEŞEN KİŞİ-HACI HÜSEYİN                        D.1891—Ö.1983

DELİ BEKİR-GÖLE SERİNLEMEK İÇİN GİRER VE BOĞULUR D.1958-   Ö.1982

MEHMET ÖZDEMİR HOCA, BABASI İLK HOCA İDİ

ALİ ALTAY                                                                                         D.1903— Ö.1985  HOCA İDİ

 

KÜRT İSMAİL KÖYE İÇGÜVEYİ GİRMİŞTİR

KAHRAMAN HOCA 1950 YILINDA KOÇARA GÖÇTÜ KÖYÜN KURULUŞUNA ÖNCÜLÜK YAPMIŞTIR

CİNGİRTLER SARIYAYLAYA GÖÇTÜLER

KÖROĞLULAR SARIYAYLAYA GÖÇTÜLER

AYAZLAR SARIYAYLAYA GÖÇTÜLER

ARİF USTALAR SARIYAYLAYA GÖÇTÜLER

 

NOT: Hayrullah Altay ve değerli muhtar arkadaşım Hasan Basri Keşçi ye katkılarından dolayı teşekkür ediyorum

Kaynak

 

Coğrafi bölgesi      : İbrahim Tuzcu

Köyün ismi            : Hayrullah Altay,Hasan Keşçi,Akç .K.Sitesi,Kenan Okan,Şükrü Dönmez,Vikipedi özg.Sitesi  .,Derl.İbrahim Tuzcu

Tarihi yerler           : Hasan Keşçi,Akç ,K.Sitesi,Vikipedi özg.Sitesi .,Şükrü Dönmez,Derl.İbrahim Tuzcu

Coğrafi durumu     : Kenan Okan,Şükrü Dönmez,Mustafa Kocadon,A.kç K.Sitesi,Derl.,İbrahim Tuzcu

Cami ve Mez.        : Şükrü Dönmez,Hasan Keşçi,Drl.İbrahim Tuzcu

Turizm                  :  Hayrullah Altay,Hasan Keşçi,A.kç.K.Sitesi,Vikipedi özg ans,sitesi Drl.İbrahim Tuzcu

Ekonomi                : Kenan Okan,Şükür Dönmez,Mustafa Kocadon,İlçe.Tarım MD,Vikipedi özg.ansl.,Sitesi Hasan Keşçi,Derl.,İbrahim Tuzcu

Kültür                     : Vedia Emiroğlu,Kenan Okan,Şükrü Dönmez,Vikipedi özg.ansl. Sitesi Hayrullah Altay,Hasan Keşçi,Akç .K.Sitesi,Görsel yay.s.4.Ert tv Necmi Sala,Derl.İbrahim Tuzcu

Spor                        : İbrahim Tuzcu

Köy alt yapısı         : Mustafa Kocadon,Akç .K.Sitesi,Vikipedi özg.ansl.Sitesi Derl.İbrahim Tuzcu

İstiklal savaşı          : Şükrü Dönmez,Geltag net

Temettuat                : Dr Zeynel .Özlü

Sülaleler                  : Hayrullah Altay,Hasan Keşçi,Hüsamettin Kaya,Derl.İbrahim Tuzcu

 

KALKIN

 

 

 

 

COĞRAFİ BÖLGESİ  : Karadeniz Bölgesi

İLİ                                  : Düzce

İLÇESİ                          : Akçakoca

KAYMAKAMI             : Mehmet Ünal

B. BAŞKANI                : Fikret Albayrak

KÖY MUHTARI         : Şaban Delihasanoğlu

TELEFONU                 : 05337125041  EV- 03806222045

POSTA KODU             ; 81650

NÜFUSU                       : 97 Hane, 410 Nüfusu vardır

ESKİ MUTARLAR     : 2009-Şaban Delihasanoğlu,2004- Latif Topuz,1999-Şükrü Türkoğlu,1994-İbrahim Delihasanoğlu,1989-Osman Fil

COĞRAFİ DURUM      :Düzce ye .,Akçakoca ya uzaklıktadır,denizden 60 mt yüksektedir, rakım 100 dür. 2556 fındıklık, 7 dekar ormanlık alanı vardır,komşu köyleri,Paşalar,Tahirli,Hemşin Aktaş,tır. Akçakoca –Kocaeli yolu üzerinde kurulmuştur,Merkez,Kırantarla,Dere,Açıkdağ mahalleleri vardır.Merkez mahallede Türkmenler oturur. 1877 yılında Rize den gelen göçler oluşturur,en yüksek yer 200 mt dir

 

 

KÖYÜN İSMİ NEREDEN GELİYOR

 

1204 yılında 4. Haçlı orduları Türkiyeye gelirler Karadeniz kıyılarında bazı memleketler kurdular bunlardan bırtanesıde Akçakocada Ceneviz kalesidir,fakat daha sonra ,1261 yılında Latin imparatorluğu çökünce tekrar Ceneviz kalesi Bizanslıların eline geçti, 1204-1261 yılında Cenevizliler ve Bizanslılar,Akçakocaya gelirler bazı köyler kurarlar,bunlardan bir taneside Kalkın köyüdür..Buraya daha sonra 1243 yılında,Kastamonu’dan Moğol baskısından ve yenilgisinden sonra Oğuzların kayı boyundan ( Oğuzların Bozok kolundan Oğuz Kaan ın oğlu,Yıldız Han ın Karkın soyundan geldikleri kabul edilir.Akkoyunlu ve Dulkadiroğluları da Karkın soyundan gelmektedir.Karkın demek Taşkın ve doymuş,doyurucu anlamına gelir) 130.000 kişi batıya göç yapar bunlardan bazıları Akçakocaya gelirler bu Ceneviz ve Bizanslıların kurdukları köylerin yanına yerleşirler,fakat buraları talan ederler zarar verirler bunlardan bıkan Cenevizliler İmparatora şikayet eder ve İmparatorda o sıralarda Romanya Dobruca’da bulunan Gagavuz Türklerinden silahşör obaları buraya getirtir ve yerleştirir buraların güvenliğini sağlar ve bu kavimler yıllarca iç içe yaşarlar.Ayrıca 1877 yılında Osmanlı-Rus savaşlarından bıkan Doğu Karadeniz den Laz göçü gelir bu köye yerleşilir.Neticede bu köyde Ceneviz,Bizans,Gagavuz Türkleri,Oğuz kayı boyu üçok obaları,Doğukaradeniz den gelen Lazlar yaşamışlardır. Akçakocada M.Ö. 1200 yılında Frik,M.Ö. 670 Lidya,M.Ö.395 te Roma pontos,M.Ö.1200 de Hitit ama bu kesin bilinmiyor bu kavimler yaşamışlardır. Bu köyde eskiden Hıristiyan halk yaşardı. Gagavuz Türkleri köy yıllarca Ceneviz ve Bizanslılarla beraber yaşamışlardır bu Hıristiyanlar yıllar sonra buraları terk etmişler,yakın tarihte 1877 yılında Osmanlı-Rus savaşında ve1916 yılında  2ci göç dediğimiz göçte Doğu Karadenizden göçler Rize ve Artvin den Lazlar deniz yoluyla Karaburun iskelesine inerek,daha sonra bu köye  gelerek tekrar bu  laz köyünü kurmuşlardır,buraya Rize’den gelen Topuz ailesi bu köyü kurmuş ve yıllarca bu ismi ile anılmıştır Bu sülale çok kalabalık sülaledir,Denizcilikle uğraşırlarmış gemici olan çokmuş,en son Paşalardan ayrılarak Kalkın olmuştur .Eskiden 1844 yılında Temettuat defterinde Karkın der tab-i Kırımca kilise divanına kayıtlıdır,bu divan daha sonra ayrı muhtarlıklara dönüşmüştür.Kalkın –Nazımbey den ayrılmıştır,1327 tarihinden önce birlikte idare ediliyormuş,fakat bu iki köy Hemşin köyüne bağlı imiş,Karatavuk ve Kurukavak Hemşin köyünden ayrılmıştır.Köyde Doğu Karadenizden gelenLazlar,Rizeliler,Türkmenler,ve Kastamonu yöresinden gelenler vardır.2 köy vardı biri Topuz diğeri Kalkındı fakat muhtarlık Topuz köyde idi,bu arada Kalkın köy Topuz köyden ayrılmak istedi,1999 yılında köyde  Şükrü Türkoğlu muhtar idi,muhtar lığın adını değiştirmeyıpTopuz köyün ismini Kalkın olarak bırakır,Kalkın köyü de Paşalar köyü olarak muhtarlık alır,böylece Topuz köyü ismi Kalkın,Kalkın köyü ismıde Paşalar olur.1871 yılında birinci yoklama defterinde kaydı vardır.Kalkın köy ismi Oğuzların Bozok kolundan Oğuz Kaan ın oğlu,Yıldız Han ın Karkın soyundan geldikleri kabul edilir,bunlar bu köye yerleştikleri için bu isim bunlardan kalmıştır,bunlar burada bir divan kurmuşlardır

 

TARİHİ YERLERİ

 

Bizanslılar zamanında Karkın divani vardı,burada Hıristiyanlara ait kilise ve mezar kalıntıları vardı ,aynı şekilde Nazımbey köyünde de vardı ama şu anda bunlar tamamı ile münkariz olmuşlardır,bunların Kıran tarla mevkiinde geçtiğinden bahsedilmektedir bu Kıran tarlada sıtma hastalığından çok kimse kırılmış ayrıca kumlu yumuşak zemine sahip olduğundan deprem yaşanmış ölenler olmuş,bu yüzden buraya Kırantarla denmektedir. Burada eski köy hizmetleri binası Gençlik ve Spor müdürlüğüne geçmiştir Hasan Delihasanoğluna ait Banklow tipi evler vardır.Düzceliler siteside mevcuttur.Bolulular siteside mevcuttur.Kıran tarla mevkisinde defineciler yaptığı kazılarda 25x25 ebat’ında kalınlığında pişmiş tuğla parçalarını çıkarmışlardır bir çok kişi bu tuğlalardan ekmek fırınında kullanmışlardır fırın döşemesi olarak kullanmışlardır halen bu tuğla parçaları Kazım Güner in evin önünde mevcuttur

AKARSU VE DERELERİ

 

Darı deresi Aktaş sınırlarından doğar ,Kalkından denize dökülür. Su altı seviyeleri çok değşkendir,pınar ve kuyu suları faydalıdır ancak çok kireçlidir,serttir,koli mikrobu bakımından zengindir içilmesi mahsurludur

 

DAĞLARI VE TEPELERİ

 

Kaplan dede dağları eteğinde kurulmuştur,Kaplan tepe (1066)mt Kaplan dede tepesi(1158)mt Sivri tepe dir Köyün en yüksek tepesi Aktaş sınırında Ahmet dağı ( cil veya açık ) dağı diye geçer

 

İKLİMİ:

En fazla yağış Eylül-Kasım-Aralık-Ocakta olur,kar Aralık ve Ocak ayında yağar ama uzun sürmez,Mayıs-Haziranda Karayel,Temmuz-Ağustos-Eylül ayında Poyraz eser,kış aylarında lodos eser,Temmuz- Ağustos-Eylülde güneş kendini daha iyi gösterir,Aralık,Mart ayları arası en düşük sıcaklık olur ılımaman Karadeniz iklimine sahiptir.

 

JEOLOJİK DURUMU

Aliviyonlar ve kuarternerlerden mevcuttur.Dere ve vadi tabanları alüvyon,yamaçların büyük bir bölümü silis-devon formasyonu,tepelerin üst kısmı da 3.derecede kumlu,çakıllı tabakalar halindedir.Depreme dayanaklı 3.bölgedir.Dağlar denize paralel uzanır.Palezoik devre ve tersier arazilerde ibarettir. Toprağı yumuşaktır Jeolog Dr.Ervin Lan,Mühendis Zeki Erişir. Kaklında Linyit madenine rastlanmıştır,burada çalışmalar yapıp bu madenin değerlendirilmesi lazımdır bu ekonomi açısından bu köye çok katkı sağlayacağına inanıyorum( Bolu sallanamesi)

BİTKİ ÖRTÜSÜ

Akçakoca’da orman alanı 20477.77 hektardır.Çoğu bozuk orman alanıdır % 43 kayın % 0.8 gürgen %0.1 kestane % 6 meşe % 1 kavak % 0.25 ıhlamur % o.4 çınar bulunur,gerisi fındıklıktır.Maki bitki örtüsüne sahiptir,iklimin mutedil yağışlı olması bitki örtüsünün gür olmasını doğurmuştur.

TOPRAK YAPISI

Topraklar kırmızı kahverengidir.Toprak asitli,kireci azdır,topraklar erozyona maruzdur.Potas ve fosfor bakımından fakirdir,tuz oranı normaldir.Saha umumi olarak pedojenez bakımından genulik safhasındadır.Toprak killi ve tınlı kıvrıntılı karakterdedir.Yumuşak toprağa sahiptir.Dağlarda Linyit kömür rezervleri vardır

 

TURİZMİ

 

Darı deresindeki Gençlik ve spor müdürlüğüne ait bina, 40 yataklı,konferans salonu,yemekli bir dinlenme merkezidir. Hasan  Delihasanoğluna ait 13 adet banklow tipi evler,uzun plajı ve kumsalı ,denizi ,ve çadır turizmi piknik yer olan şirin sakin mükemmel bir köydür,banklow tipi evlerde mükemmel pansiyonculuk hizmeti verilmektedir,.Kalkın köyü yaşatma derneğinin köy muhtarlığına ait aile piknik mangal çadır kurabilecek yer mükemmeldir çoğu insanlar buraya gelmektedir. Akçakoca Kocaeli yolu üzerinde kurulan bu köy turizm konusunda çok şanslıdır,buraya biraz daha önem verilirse Turizm konusunda daha da gelişme kaydedeceğine inanıyorum Ev pansiyonculuğu Kıran tarla mevkiinde daha uygundur sebebi denize yakındır.Bolulular sitesi havuzlu 100 hanelik tir buraya iki yerden gidilmektedir,gençlik ve spor müdürlüğünün merkezin az ilerisinde Düzceliler sitesinin yanındadır darı deresi mevkiindedir,burada ayrıca Düzceliler siteside vardır Bolulular sıtesinden biraz daha küçüktür 50 adet dubleks yapı vardır.Edilli ağzına yakın Kıran tarla mevkide Çamlık pansiyon ve kafeteryası da buraya ayrı bir özellik kazandırmıştır.Doğa yürüyüşün ünde yapılabileceği şirin bir köydür.Kıran mevkiinden geçmekte olan Akçakoca-Karasu yolu buradan geçmektedir bu yol bu bölgeye çok önem verecektir,sahil kenarındaki mükemmel kumsalda denize girmek,uzun kumsalında yürüyüş yapmak harikadır doyum olmaz,avcılık turizme açık olan köydür,köydeki ekmek fırınları marketleri ,tavuk kümesi besiciliği ekonomik açıdan katkı sağlamaktadır,sekiden bu köyden çok denizci çıkmakta idi.Bu köydeki pansiyonlardan yararlanmalı buraya turizm açısından biraz daha önem verilmelidir.

 

CAMİLERİ

 

1973 Yılında betonarme,tek kubbeli,500 cemaatli bir camidir.Cami şimdiki mezarlığın yanıbaşındadır.18:19. yüzyılda çandı cami vardı munkariz olmuştur,Bizans lılar zamanında da 3 çandı cami yapılmış bunlarda münkariz olmuştur vakfı fındık bahçesidir.

 

MEZARLIKLARI

Şimdiki camının yanıbaşındadır ,en eski mezarlıktır burada sarıklı mezar taşlarına rastlanmakta idi son yıllarda bunlar kaybolmuştur,yalnız 1 adet sarıklı mezar taşı 1398 yılına ait emekli öğretmen İsmail Güner tarafından köy okul bahçesine getirilerek korumaya alınmıştır,bu mezarlık Osmanlılar zamanından beri kullanılmaktadır .Kalkın karyesi mezarlığı,1184 hicri Balıkoğlu Mehmet Reis( bunlara şimdi Kılıkoğlu ) denir---1185 h. İmam Abdullah efendi ( bunun oğlu hoca imiş)----1175 Koca İbrahimoğlu Musa Reis----İncili cami Şerifi hacı Abdi bey 1226 H. Mezar taşlarındaki konular erkek mezar başlarına başlık,kadın mezarında süslemeler ön plandadır,erkek mezarlığında büyük sarıklı olanlar ulema ve paşaları,uzun külah üzerine sarık tasvirler,derviş ve tarikat şeyhlerini,sadece ince sarıklılar köy ağalarını,üstü geniş ve altı dar kavuk biçiminde olanlar yeniçeri ağalarını işaret etmektedir

 

EKONOMİSİ

 

.HUBUBAT   :Buğday,Mısır,Arpa,

BAKLIYAT :Fasulye,Bezelye,Bakla,Soğan,Lahana,Marul,Pırasa,İspanak,Kaldırık,Patates Karalahana,Biber,Patlıcan

MEYVE       : Elma,Armut,Kestane,Ceviz,Üzüm,İncir,Dağ çileği,Muşmula,Ayva,Kızılcık,Kiraz

Ekonomisi Tarım ve Hayvancılığa dayanır.Köylü,bahçesinde yetiştirdiği sebzeleri Akçakoca pazarına götürür orada satar,kadınlar ev ekonomisine katkı sağlarlar.Artık günümüzde fındığın para etmemesi insanları başka işlere meşguliyetine zorluyor,köyde balıkçılık yapan vardır,büyükbaş hayvancılığı revaçtadır,eski manda,malak,vb gibi hayvanlar kalmamıştır,yalnız sağman inekler vardır,elde edilen sütler pazara götürülüp satılmaktadır., tavuk kümesi besiciliği olmasına rağmen kümes hayvancılık da yok olmaya yüz tutmuştur.Köyde eskiden kesif ormancılığı yapılıyordu ama şu an kanunlar buna el vermiyor, Köyün erkekleri sanayi bölgelerine çalışmaya giderler,nakliyatçılıkla uğraşanlar vardır,artık köylü son zamanlarda endüstri kollarına yönlenmiştir,köydeki dokuma tezgahları da münkariz olmuştur,köyde hiçbir sanayi kuruluşu yoktur.Akçakocada eskiden köyden armut,ceviz,kestane,dut,incir,dağ çileği başta Zonguldak,İstanbul’a takalarla sevki yapılıyordu.Ayrıca kesif ormancılığı vardı bunlarda aynı şekilde sevkıyatı yapılıyordu,fındık bahçesinin gelişmesi buraya ayrı bir önem kazandırmıştır.Mısır ve Buğday daha önceleri Bolu ve Gerededen karşılanıyordu.köyde tütün az miktarda yapılmıştır.1 adet ekmek fırını Erenlere ait vardır bu köydeki değirmen kapanmıştır. Arıcılıkla uğraşanlar vardır. İlçemizde tarımsal üretim içerisinde bitkisel üretim, özellikle fındık üretimi ağırlıklı yer tutmaktadır. Fındık üretimi dışında kasaplık tavuk üretimi, büyükbaş hayvan üretimi, balıkçılık, arıcılık,  mantar üretimi önemli tarımsal faaliyetler arasındadır. Akçakocada 1930 yıllarda ekonomi denize bağlı idi,bunun yanı sıra,reçberlik,odunculuk,kerestecilik ön safhada yer alırdı,şehirlinin tümü denizci idi,gemi tüccarı,gemici,tekne sahibi,balıkçı,yada yükleme ve boşaltma amelesi idiler.Akkaya,Aftunağzı,Beyhanlı,Döngelli,Çuhalı,Kızlarağası,Değirmenağzı,Taşman Deresi,Karaburun,Melenağzı iskeleleri vardı,buralardan ticaret sağlanırdı.Ayrıca ilçede 4750 büyükbaş hayvan vardı ama son yıllarda azalma kaydedilmiştir,kümes hayvancılığı da son yıllarda azalma görülmüştür 190 adet kümes vardı,beyaz et üretimi 25.000 tonu geçmekte idi.2000 civarında fenni kovan vardır.Maden direkleri dışında ,Bolu Adapazarı’nda ,Düzcede yetişen buğday,kavun,karpuz gibi toprak ürünleri manda ve öküz arabalarıyla deniz sahiline getirilir bura danda deniz yoluyla gelen gaz,ve tekel maddeleri aynı arabalarla taşınırdı,sahilde bulunan depolarda bu mallar stoklanır dı zaman içerisinde tuz ve benzeri şeyler şehir ve kasabalara sevkiyatı yapılırdı,ayrıca deniz yoluylada sandallarla başka şehirlere sevkiyatı yapılmakta idi. Kalkın köyü toprakları çok verimli olduğu için bahçelerde Öküz ve Manda hayvanlarından faydalanırdı,ayrıca şehir merkezlerine gitmek içinde kullanmışlardır,kereste taşımacılığı ön safhada olduğu içinde bu hayvanlardan faydalanılmıştır.Bu köyde balcılıkta fazla yapılmakta idi ,ama maalesef bu hayvanlar şimdilerde yok olmuştur.Molla Mehmetoğlu Mustafa bin Abdullah’ın 8 adet kısrağı vardı,kaptanlık ve reislik çoktu en zengin Topuz oğullarıydı

 

 

GEMİ YAPIMINDA KULLANILAN KERESTELERİN SU HIZARLARI İLE KESİLMESİ

Su hızarı su değirmenlerinde olduğu gibi olasılıkla suyun hareket gücünden faydalanarak yapılan ve dairesel hareketin doğrusal harekete çevrilerek odun ve kereste üretimini sağlayan ağaç testereleridir.Aftuni ( Altunçay,Dereköy,Subaşı ) bölgesinde 25 adet su hızarı vardır Arabacı köyünde18 adet su hızarı vardır. Bunlar şu anda teknolojiye yenik düşmüştür kullanılmaktadır

 

FINDIKÇILIK

 

Hemen hemen herkes fındıkçılıkla uğraşmaktadır.Devlet orman arazilerini açıp buralara,memleketten 1900 yılında Trabzon’dan gelen Bostancı hacı Ahmet efendi Akçakoca’ya fındığı getirir Osmaniye mahallesine fındığı ekmiştir,yine Mehmet Arifin getirttiği fındığı ekerler daha sonra Batum göçmeni olan zücaciyelik yapan Mustafa efendi Doğu Karadeniz sahillerinden aldığı fındık fidelerini Ereğli ve Akçakoca da satarmış.Bir gün Giresun’a uğrar o zamanın belediye başkanı limanda fındık fidesi dağıtıyormuş,Mustafa bey bunları alır gemi kaptanına da söyler,gemi kaptanı fideleri fıçılara koyarak Ereğli Akçakoca ya getirir,diğer rivayete göre de Yenice köyün kurucusu Kibaroğlu Hurşit,Kırıkoğlu Tahir,Keleşoğlu İbrahim,Alioğlu Tufan Tefik ilk fındık fidelerini ekmişlerdir.Bunların getirdiği fındık dallarından sopa ile dövülürmüş dalları çok büyükmüş,daha sonra Mehmet Arif kaliteli fındık fidelerini götürür,millete bunları tercih eder millet bu fındık fidelerini dikerler.1922 yılında 4000 fidan mevcuttu fındık sevkiyatı artınca millet fındık ekmeye başlar,fındık bahçelerde elle toplanır,çeşitli evrelerden geçtikten sonra yere sofralar kurulur altına büyük bezler serilirdi, sofra etrafına toplanan kişiler fındığı kırardı,bazıları da fındığı kabuğundan ayıklıyordu çok çetin olan bu sistem yerini 1930 yılında merkezde Kapkirli’de elle çalışan değirmen gücü ile çalışıyordu ve fındık böyle kırılıyordu,Sarı Hafızların Halit Arıkan bu değirmeni kurmuştu ,daha sonra Trabzonlu Abdulrezzak efendi elle kırma fabrikası kurar,daha sonra Küçükömerle’in Ömer Aydın 1932 yılında  şimdiki Özyuvam’ın olduğu yere ahşap bina içinde makaralarla çalışan fındık kırma makinesini kurar,1942 yılında da Diyarbakırlı lakaplı Cemil bey Osmaniye de bir değirmen kurar ama bu değirmen dizel motoru ile çalışmakta idi,yine bu sırada mebus Vahit Yöntem Osmaniye de deniz kenarında modern bir fabrika kurar1946 yılında,1947 yılında da Arabacı köyünde Hocaoğlu Mehmet dizel motoru ile çalışan bir fındık kırma fabrikasını kurar.Edilli köyünden olan Hüseyin Horoz da dizel motorun masrafını azaltmak için Değirmenağzı mevkiinde su gücü ile çalışan fındık kırma fabrikasını kurar,düşük alternör ilavesi ile akü şarj girişimi ile iyi bir fabrika idi ve en son 1954 yılında Orhan derenin denize döküldüğü yerde fiskobirlik adına modern bir fabrika açılır,bu fabrika 2008 yılında tamamen yıkılır bunun yerine Sapak mevkiinde çok modern fabrika açılır üretimine devam etmektedir.İlk fındık yağını Kalfanın Bekir Üstünel yapmıştır,fındık eskiden tımar,çapalama,tırpan yapma,toplama,öküz arabalarla taşıma,sopalarla dövme,elle ayıklama,sık tellerden yapılmış bir aletle incesini kalınını tozunu ayıklama evrelerden geçerdi,ama şimdi toplama,ilaçlama,gübreleme,motorla tırpan yapmak,ayıklamayı patoz makineleri ile yapmak maliyeti yükseltiyor,Fisko’da fındık taban fiyatını da düşük tutunca halk artık fındıkçılık’a iyi bakmıyor.Fındık şubat mart ayında ekilir 2-3 yıl yetişmesi sürüyor,4-4 6-6 ara ile 6-8 fidan 60- ocak kuyular açılarak dikilir.En iyi fındık türleri şunlardır:. Çakıldak,Kargalak,Kan,İncekara,Kuş,Tombul,Paloz,Foşa,Kalınkara,Uzunmusa,Mincane,Cavcana,Badem,Yağlı fındık,Kara fındık,( yağlı fındığa benzer kabuğu siyah ve serttir)Sarı fındık (yuvarlak kabuğu ince verimi fazla),Yomra(yuvarlak vermi fazla),Sivri( ince uzun bademe benzer),Dilovası,ve Mehmet Arif fındığı ( yağlı  kabuğu ince verimi fazladır). Deli sava(Fındığın içini iyi doldurmaz)

 

HAYVANCILK

Az sayıda Koyun,Sığır,Tavuk,,Arıcılık yapılmaktadır,her evde hemen hemen sağman inek mevcuttur,süt besiciliği yoktur süt mandıra üretim tesisleri yoktur,köylü kendi süt mamüllerini kendisi yapardı ama maalesef büyükbaş hayvan yetiştiriciliğinde düşüş yaşanmıştır.köyde kaz,ördek,tavuk  vardır,tavuk kümesçiliği canlılığını yitirmiştir Eskiden  Manda,Malak, At,Eşek,Öküz vardı bunlar münkariz oldu Köyden balıkçılık yapanlar vardır 17 adet tavuk kümesi besiciliği yapılmaktadır. Fakat kuş gribi sebebiyle bu kümesler şuanda 3 adet faal durumdadır .Arıcılıkta yapılmaktadır

 

ORMANCILIK

 

Çam,Kayın,Meşe,Kestane,Gürgen,İhlamur,Kavak,Çinar,Defne,Kocayemiş,Muşmula,Ayı üzümleri,Orman gülleri,Yer gülü,Erica ağaçları,Erelti otu,Çoban püskülü diye orman ürünleri var .Eskiden devlet orman arazisini talan edip fındık ekimi yapılmıştır,son zamanlarda orman kanununa göre kesif ormancılığı yapılmamaktadır orman işletme şefliği tarafından bölge kontrol edilmektedir,köyde hızar makinesi yoktur .Kerestecilik eskiden Karaburun iskelesinden sevkiyatı yapılıyordu 18. yüzyılda su hızarları vardı

 

AVCILIK

Bölgede göçmen kuşlara daha çok raslanmaktadır,Sarıkuş,Çulluk,Bıldıcın,Ördek,Üveyikördek,Kaz,Kuğu,Tarakçın,Karakçun,Sığırcık,Bozbakal,Karabakal bulunur.Son zamanlarda,gerek ilaçlama gerek yanlış avlanma neticesinde çok azalma olmuştur. Ördek,Çulluk avı çok meşhurdur.Çevredeki daimi kuşlar Kestane kargası,Çulluk,Ördek,Üveyik,Sığırcıktır.Tavşan,Çakal,Tilki,Domuz, Ayı,su samuru,Kunduz,Geyik,Karaca vardı ne yazık ki bunlara da az rastlanmaktadır.Domuz avı devamlı yapılmaktadır.Köydeki devamlı hayvanlar Domuz,Ayı,Kurt,Tilki,Çakal dır.Sahil kesiminde Karabatak ve Martılar vardır ama köylüler bunlarla ilgilenmezler.

 

KÜLTÜR

 

 Karadeniz sahil kesimi 1461 yılından itibaren Fatih Sultan zamanında Osmanlı egemenliği altında Lazistan sancağı ilan edildi ,bu bölgedeki Lazlar kendi yönetimleri altında yaşadılar.Yavuz Sultan Selim bu bölgeye beylikler kurdu,17. yüzyılda bu bölge müslüman olur1925 yılına kadar Lazistan sancağı altında yaşamlarını   sürdürdüler,1788 Berlin antlaşması ile Lazlar iki ülke topraklarına bölündü bu arada Doğu Karadeniz halkı batıya göç ederler Aynı halk Akçakoca dada aynı kültürlerini sürdürmektedirler Tarihi kaynaklar, Lazların Doğu Karadeniz yöresine Kafkaslardan indikleri konusunda görüş birliği vardır. Tarih sahnesine ilk kez Karadeniz’de çıkmışlardır. XI-XII. Yüzyıllarda Karadeniz’in doğusunda kurulan ve KOLKHİS/Rothis devletini oluşturan topluluklardan biri de Mergrel- Lazlardır. Lazlar, 6. Yüzyılda  Bizans etkisinde kalarak Hıristiyanlığı benimsediler. Kolkhis Devleti yıkılınca Bizans egemenliği altında LAZİKA krallığı seçimle iş başına gelerek, Bizans’a vergi vermeyip, bunun karşılığında doğu sınırını korumayı üstlendiler.Doğu Karadeniz’in sahil kesimi  1461 yılından itibaren Fatih Sultan Mehmet döneminde Osmanlı egemenliği altında  Lazistan Sancağı olarak ilan edildi. Bu bölgedeki Lazlar kendi yönetimleri altında yaşadılar.

Yavuz Sultan Selim bölgede beylik sistemini kurdu. Bölge 11 beylikten oluşuyordu. Lazlar da yarı bağımsız statüde Laz derebeyliği olarak Osmanlılara asker ve vergi vermekteydi. Lazlar 17. Yüzyıldan itibaren Müslümanlaşmaya başladılar. Bölge 1925 yılına kadar Lazistan olarak kayıtlara geçmiştir.1828-1829 Osmanlı Rus Savaşlarında Laz Savaşçıları Osmanlı cephesinde yer almışlardır. Bu savaşlarda büyük kahramanlıklar göstermişlerdir. 1877-1878 Osmanlı Rus Savaşı sonunda imzalanan  Berlin Anlaşması ile Lazlar iki ülke topraklarına bölündü. Bu savaştan olumsuz etkilenen Lazlar Bursa, Yalova, Karamürsel,İzmit, Adapazarı, Karasu,Akyazı, Geyve,Hendek, Sapanca, Zonguldak, Düzce , Akçakoca gibi bölgelere göç ederek dil ve kültürlerini buralara taşıdılar. Akçakoca’da merkez ve köylerde yerleştiler. Lazlar Akçakoca’da daha çok Merkez İlçedeki  Osmaniye , Ayazlı Mahallesinde ve Edilli , Döngelli, Uğurlu Köylerinde kalabalık gruplar halinde bulunmaktadır.

 Dil

Lazca (Lazuri nena) Güney Kafkasya dil ailesinden Zan ve Kokhian kolundan Gürcüce, Svanca ama özellikle Megrelce ile oldukça yakın bir dildir. Türkiye Lazlarının tamamı Türkçe'yi anadil seviyesinde konuşabilmekte ve yazabilmektedir. Köklü bir sözlü geleneğe sahip Lazca'nın yazılı bir dili bulunmamaktadır. Laz destan, masal ve şiirleri ancak 20. yüzyılda yazıya dökülebilmiş, 1984 yılında Fahri Kahraman tarafından Dumezil'in transkripsiyon sistemine dayanan Latin tabanlı bir alfabe önerilmiştir. Gürcistan'da yaşayan Lazlar ise dillerini Gürcü alfabesi ile yazmaktadır. Lazların ataları olduğu sanılan Kolhların yazılı dilleri olmamasına rağmen, incelenen antik çağa ait mezarlarda Laz asillerin adlarının Yunan alfabesiyle yazılı olduğu görülmüştür Lazca Yunanca ve Türkçe'den ödünçlenmiş çok sayıda kelime barındırmakta ve kendi içinde bir kaç lehçeye ayrılmaktadır. Cumhuriyet döneminde Türkçe'nin Trabzon ağzının yaygınlık kazanmasıLazca'nın varlığını tehdit eder bir hal almıştır.

Din

Roma İmparatorluğu döneminde MS. 5 yüzyılda Paganizm'i terkederek topluca Hıristiyanlığa geçen Lazlar 16. yüzyılda Ortodoks Hıristiyanlıktan İslam'a toplu olarak geçmişlerdir. Günümüzde Lazların tamamı Hanefi mezhebinden Sünni müslümandır

Tarih

 Lazika krallığı MÖ 150 - MS 600 Laz halkı antik çağ ve sonrasında Kolhis, Osmanlı döneminde Lazistan günümüzde ise bazı Laz aydınları tarafından Lazona olarak adlandırılan Kuzey Doğu Anadolu ile Gürcistan'ın birleştiği coğrafyada otokton olarak yaşamaktadır. Kolhis'in varlığına ilişkin ilk yazılı belge Urartu kralı II. Sarduri döneminde Lazların yaşadığı ülke Qulha olarak geçmektedir. Lazlar MÖ 150-MS 600 yılları arasında Doğu Trabzon ile Abhazya arasında kalan sahil ve hinterlandının tek hakimi olacak Lazika krallığını kurmuşlar bu bölgede yaşayan çok sayıda halkı yönetmişlerdir. Arrian Trabzon ile Dioskuria(Sebastopolis) arasında yaşayan halkları sayarken Lazları da saymıştır: Kolhlar, Saniyalılar, Malahonlar, Heiohar, Helonlar, Tsitreitler, Lazlar, Apsiller, Abazglar, Sanigler  MS 456 yılında Roma İmparatoru Marcian bölgeyi ele geçirmiş ve Laz Kralı Gobazes’e (Gubaz) boyun eğdirmeyi başarmıştır.  Bölgeye bizzat giden Prokopius'un notları (MS 554)yazarın Çani olarak adlandırdığı Lazlar hakkında detaylı bilgi vermektedir: Tzaniler, kadim zamanlardan beri, herhangi bir hükümdara bağlı olmayan bağımsız bir halk olarak yaşamışlardır. Ömürlerinin tamamını gökyüzüne doğru uzanan ve ormanlarla kaplı olan bu dağlarda yaşayarak geçirirler. Zira, toprağı işleme konusunda usta değillerdir ve memleketleri, sarp dağların en az olduğu yerlerde bile oldukça engebelidir. Bu yaylalar, engebeli olmanın ötesinde, son derece taşlık, işlenmesi zor ve hiç bir mahsule uygun olmayan bir toprak yapısına sahiptir. Onlar tarım yapacak olsalar bile, ürün yetiştirmek için yeterli toprak bulamazlar. Burada, ne araziyi sulamak, ne de tahıl yetiştirmek mümkün değildir; çünkü bu bölgede düz bir arazi bulunmaz ve hatta buralarda ağaç da yetiştiği halde, bunlar meyve vermeyen ağaçlardır. Zira bu bölge; bitmek bilmeyen kışın etkisiyle, uzun süre kar altında kaldığından, ilkbaharın başlangıç dönemi son derece belirsiz ve düzensizdir. Bu nedenlerden dolayı Tzaniler eski çağlarda bağımsız bir yaşam sürmüşler, ama şimdiki imparator Justinianus’un saltanatı sırasında, general Tzittas’ın komutasındaki bir Roma ordusu tarafından bozguna uğratıldılar ve hepsi kısa sürede mücadeleden vazgeçerek boyun eğdiler. Böylece, tehlikeli bir özgürlüğün yerine, sıkıntısı daha az olan esareti tercih etmiş oldular. Ve onlar hemen Tanrıya itaat ederek, Hıristiyanlığı kabul ettiler. Böylece yaşam biçimlerini huzurlu bir yola sokmuş oldular ve daha sonra düşmana karşı sefere çıkıldığında, her zaman Romalıların yanında yer aldılar. Bizanslı tarihçi Agathias'ın MS 6. yüzyılda tuttuğu notlarda Laz ve Kolhis  terimlerini özdeştirmektedir: "Lazlar büyük ve gururlu bir halktır ve onlar, oldukça önemli başka kavimlere hükmetmektedirler. Kolkhidalıların antik isimlerine bağlı olmaları ile abartılı bir şekilde gurur duyuyorlar ve muhtemelen kibirli yaklaşımları da bundan kaynaklanmaktadır" Prokopius' Lazlar'ın Roma İmparatorluğu’nun doğu sınırını korumaları karşılığında yarı bağımsız krallıklarında özgür bir hayat sürdüğü bildirilmekteydi. Bizans ile Persler arasındaki mücadelede oldukça yıpranan Lazlar, MS 7. yüzyılın sonlarında, Kolhis’in Arap işgaline uğramasıyla topraklarını terkederek güneye inmek zorunda kalmışlardır. Bizans'ın bölgede etkinliğini yitirmesinin ardından Trabzon İmparatorluğu ve ardından Osmanlı hakimiyetine girmişlerdir. 1877-78 Osmanlı-Rus savaşları sırasında Batum ve civarındaki Lazlarin büyük bölümü Anadoluya göç etmek zorunda kalmışlardır.

Kültür

Küçük bahçesinde kendine yetecek miktarda mısır karalahana kendir, patates, fındık, meyve, salatalık ekiminin yanı sıra evinin altındaki ahırında küçük çaplı hayvancılık, balıkçılık, kuş avcılığı, fırıncılık ve inşaat ustalığı geleneksel Laz meslekleridir. 1930'lu yıllardan itibaren bölgede ekimine başlanan çay tarımı Laz halkının sosyo-ekonomik seviyesini yükseltmiş, başta İstanbul olmak üzere göçtükleri büyük şehirlerde küçük esnaflık yapabilecek sermaye oluşturabilmelerine yardım etmiştir.

Giyim

Laz erkeğinin geleneksel kıyafeti Samsun - Batum arasında Osmanlı döneminde giyilmiştir Laz kıyafeti olarak adlandırılmıştır: Başta kabalak, kukul adı verilen siyah başlık, zipka adı verilen siyah körüklü şalvar, çuha adı verilen burnu kalkık çarık, omuz başları ve dirseklerine meşin şeritler dikilmiş siyah aba ceket, belde kalça üzerinde şal (trablus ya da lahor) kuşağı, Çerkez kemeri, ayrıca aksesuar olarak yağdanlık, kama, pazubent, hamayıl, zincir. Laz kadını, Anadolu kadınından farklı olarak şalvar giymemekte eteğine ortkapu adı verilen bir kemerle bağlamakta, başını keşanveya tülbentle örtüp, beline fota adı verilen peştemalisarıp, boyunlarına altın liralar takmaktaydı.

El sanatları

Osmanlı döneminde Lazlar inşaat ustalığıyla ünlü olup sanatlarını 1917 Ekim Devrimi'ne dek çalışmak amacıyla gittikleri Rusya ve Anadolu'da icra etmekteydiler. Kesme taş veya tamamen ahşap malzemeden yapılan (ahşap-çatma) geleneksel Laz evleri, kışlık tahılı saklamak amacıyla kullanılan serenderler ve ahşap oyma sanatının icra edildiği yapıların ayakta kalabilmiş örneklerine bölgede halen rastlanmaktadır. Yakın zamana değin gerçekleştirilen, şekil, büyüklük ve kullanım amacına göre hentskeli, kalati, gudeli olarak adlandırılan sepet örme sanatı da günümüzde terk edilmek üzeredir.

Mutfak

Geleneksel Laz mutfağının temel besin öğeleri Trabzon ve Rize’de olduğu gibi mısır, karalahana ve hamsi olmakla birlikte geleneksel pişirme teknikleri ve pek çok özgün yemek değişen yaşam koşulları sebebiyle terkedilmiştir. Laz mutfağının en çok bilinen yemekleri şunlardır: Çirbuli, Pilavi Makarina, Kveli kağimağoni, luku, Ağani lobia, kumhi lobia, kotumeş dolma, Princoni, papa (mamalika), bureği,baklava, patlicani tağaneri, patlicaniş dolma, mtkui patlicaniş giyai, turşi tahaneyi, kabağiş sutli, termoni

Müzik ve halk dansları

Şimşir kaval ve kemençenin seyrek de olsa kullanımına karşın temel geleneksel enstruman tulum, geleneksel halk danslarının yegane adı ise horondur. Laz ve Hemşin horonlarının Trabzon horonlarından başlıca farkı horonlara sözlü iştirak edilmesi ve omuz silkme figürünün eksikliğidir.

Avcılık

Laz balıkçısı feluka (< filika)adını verdikleri av kayıklarını kendileri inşa etmekte, ağlarını kendileri örmekteydi. Laz balıkçılar zargana, hamsinin yanı sıra çakmaklı tüfeklerle 1970'lere dek yağı için yunus balığı avlamışlardı. Lazlar aynı zamanda ağ kullanarak ya da atmaca evcilleştirerek kuş avlama sanatında da ustadırlar. Lazca ve Megrelce aynı kökten gelmektedir.1878 yılında Batum Rusların eline geçince bura halkının çoğu Anadolu’ya göç ettiler. Bu tarihlerde Batumun Liman Köyünden Bekaroğlu Osman, Akçaşehir’e gelerek Çuhalı Çarşı etrafında diğer ailelerle birlikte yerleştiler. Mahallenin adı bu zatın adına izafeten verilmiştir

AKÇAKOCADA

 

Bu bölümü hazırlarken Nilgün Altınışık’ın 1996 yılında hazırladığı Akçakoca Folkloru adlı Lisans bitirme tezinden yararlanıldı. Akçakoca merkez  ve Edilli Köyünde kalabalık bir gurup oluştururken diğer köylerde de küçük guruplar oluşturur. Vedia Emiroğlu, edilli köyünün kültürel boyutunu incelemiş ve “Edilli Köyünün Kültür Değişmesi Bakımından incelemesi “ adı ile 1972 yılında kitap halinde yayınlanmıştır. Bu kitaptan yararlanarak kendi gözlemlerimizi de katarak Laz folkloru hakkında bilgi vermeye çalışacağım.

 Kız ve Erkeğin Tanışması :Akçakoca’da mısır bitkisinin fazla ekildiği, fındığı kozalarından ayırma makinelerinin daha ortaya çıkmadığı dönemlerde mısır soyma, fındık ayıklama imeceleri yapılırdı. Bu imecelere kız ve erkekler bir arada katılırlardı. Mısır çapalama, fındık toplama işleri de imece şeklinde yapılırdı. Akçakocalı kız ve erkek gençler birbirlerini bu imecelerde, kasabaya inme sırasında, dereye suya giderken, nişan, düğün gibi eğlencelerde tanırdı.Kız ve erkeğin ortaklaşa güvendikleri bir kadını aracı olarak kabul eder ve sevgi nişanelerini birbirlerine bu aracılar ile gönderildi. Bu günde buna benzer olaylara şahit olunmaktadır. Çoğu kez kız erkeğe, kendi işlediği bir mendili, oğlanda kıza gülyağı, şeker, lokum, küpe, yüzük gibi hediyelerde gönderirdi.

Sevdalık Günleri :Akçakoca gençleri arasında sevdalık günleri çok önemliydi. Sevenlerin arkadaşları vardır. Bu arkadaşlar erkek ise, hep seven erkeğin etrafındadır, arkadaşları için pervane olurlar, hep beraber gezerler. Başkaları seven erkekmiş izlenimi yaratırlar. Örneğin; Sevdiği kız salıncağa binerse, önce aşık olan silahını boşaltır. Bunun anlamı: Bu “Seni başkası severse onu öldürürüm” anlamına bir mesajdır. Ardından aşığın arkadaşları silahlarını boşaltırlar. Bunun da anlamı: “Bir arkadaşımızın arkasındayız” demektir Durum herkes tarafından anlaşılır, kimse kimsenin sahasına girmez. Erkek evlenme arzusunu ailesindeki kadınlara açar. Zaman içinde gelişen olaylar oğlanın anası tarafından babasına iletilir. Günler ve gecelerce ne olup olmayacağı, aileler arasında düşünülüp tartışılır. Sonunda kız tarafının kıramayacağı bir elçi bulunur. Elçi baba ve annenin ağzını arar. Olumlu yanıt alınca kızı istemek için girişimlerde bulunur.Toplum kız isteme konusunda çok duyarlıdır. İstenilen bir kızın verilmemesi ya da söz kesiminden sonra dönülmesi erkek tarafından hakaret kabul edilir. Bu tür olaylar genellikle kan davası gibi olaylara sonuçlanır.

Sıra Gözetme :Ablası bekar olan, evlenme çağındaki erkek bu kuralı bozup evlenebilir. Erkek toplunda kadından önce gelir. Erkek kardeşler arasında da sıra gözetilir. Miras taksiminde kızın payı erkeğe göre yok gibidir. (Bu gelenek Lazlarda daha çoktur.)Son zamanlarda Bölgede kızlar arasında sıra gözetme geleneği vardır. Büyük kız varken küçük kız evlenmesi ayıplandığı gibi baba buna kesinlikle karşı koyar herkes hakkını yavaş yavaş  alma yolunu tutmaya başladı.

Başlık Parası :Akçakoca ve köylerinde başlık parası vermek hemen hemen yok gibidir. Yalnız fakir ailelerde kızına çeyiz yapabilmek için bir miktar para ödenir. Başlık parası verme Laz ve Gürcü ailelerde, Rizeli  toplumlarda daha az uygulanır. Abazalarda başlık parası alınmaktadır.

Kız Kaçırma Olayları :Abazalarda düğün çok masraflı olduğu için, özellikle birbirini seven çiftler kaçarlar. Bu danışıklı düğüştür. Kız kaçırılmadan önce nüfus cüzdanı kaçırılır. Kızın yaşı on sekizden küçük ise kız kaçırılınca erkeğin akrabalarından birinin evinde saklanır. Daha sonra aileler arasında anlaşmaya gidilir. Kaçırılan kızın yanında kıza yakınlığı ile bilinen kızın arkadaşı ile kaçırılır. Bu kıza tasavize denir. Kız emin bir ailenin yanına misafir edilir. Düğün yapılıncaya kadar kız o evde kalır. O evde her akşam eğlence yapılır. Bunun adına taşamhara denir. Kız-erkek anlaşarak kaçmışlarsa iki tarafın aileleri bir müddet birbirleriyle görüşmez. Daha sonra aracılar yardımıyla taraflar barıştırılır. Ancak yıllar süren küskünlükler söz konusudur. Kız kaçırmada kızın rızası yoksa olay kan davasına kadar gidebilir.

Kız İsteme Geleneği :Ön hazırlıklar tamam olunca kız babasının sevdiği birisi erkek tarafı ile birlikte kız istemeye gider. Erkek tarafından ağzı laf yapan biri sözü açar.“Biz Allah’ın emri, Peygamberin kavli ile kızınız ...............’yı oğlumuz ..............’ya istemeğe geldik” der. Baba da;Allah yazdıysa olur. Amma bir düşünelim. Soracak adamlarımız var onlara soralım” der. Bu biraz naz etmek ve kendi akrabalarına paye çıkarmak için söylenmiş bir sözdür. Bir müddet biçilir. Bu arada istiyorlarsa, el altından erkek tarafını cesaretlendirecek haberler iletilir.Bu dönemde, kız ile erkek karşılaştıklarında kaş göz işaretleri ile birbirlerine cesaret verirler. Kız belli bir süre sonra istenir.

Söz Kesme ve Nişan Olayı :Eskiden erkek askere gitmeden nişanlanırdı. Nişanlık süresi, askerlik, para yokluğu ile ilgili olarak 2-3 hafta ile bir yıl arasında değişir. Yerli halk arasında beşik kertmesi kesinlikle yoktur. Göçmen köylerinde beşik kertmesine rastlandığı söylenmekte ise de tespit edemedim.Kız istemede erkek tarafından hediye olarak getirilen “kutu şekeri” ertesi gün iade edilmez açılırsa, kızı erkeğe verildiğine işarettir.Taraflar tarafından söz kesiminden sonra oğlan tarafından akrabaları kızın evine yüzük, kutu şekeri ile elbiseler, çorap ve terlik alıp giderler. Nişanda yüzükler takılır. Bazı köylerde nişanda erkeğin bulunmadığı, akrabası tarafından kızın parmağına yüzük takıldığı söylenmekte ise yerli köylerde böyle bir gelenek bulunmamaktadır.Bir süre sonra kız tarafı, yüzük, bir kat çamaşır, kaynanaya elbise alıp oğlan evine getirirler.

Çeyiz Geleneği
:Çeyiz olarak sandık, yatak, yorgan, yelek, şalvar, bakırdan mutfak eşyası, elde dokunmuş yer hasırı, hasır seccade, ottan duvar yastığı, kanaviçe işler ve örtüler vardır. Çeyizin miktarı ailenin mali durumu ile ilgilidir. Yerli halkta çeyiz eşyası, Doğu Karadeniz kökenli ailelerde olduğu kadar fazla olmakla beraber, kızlar mirasta erkek kadar hakka sahiptir.

Kına Gecesi :Düğün geleneğinin ilk kademesi kına gecesidir.Kına gecesi Çarşamba günü yapılır. Kına gecesi için erkek tarafı beraberlerinde taraftarları ile birlikte yanlarına kına alıp gelin evine gidilir. Dört kız çarşaf veya büyük bir yazmanın altına gelini alırlar. Bir kız gelinin eline tabaktan kına yakar. Elleri temiz beyaz bezlerle yumrukları bağlanır. Bir taraftan da maniler söylenir. Hem gelin ağlar, hem etrafındakiler. İzzet ve ikramdan sonra erkek tarafı evlerine gelir. Damadın evi önünde büyük bir ateş yakılır. Kız tarafı tavuk istemeğe gelir. Her evden birer tavuk alınır. Ateş yanınca baklavalar getirilir. İkramlar yapılır. Kız tarafı darıltılmadan uğurlanır.Kına gecesi bayramlık elbiselerini giyen genç kızlar çiftetelli, topal oyunu, orta oyunu gibi oyunlar yaşlı bir kadın denetiminde oynanır

Düğün Günü :Düğün genellikle nişandan en az bir yıl sonra yapılır. Bindallı ve benzer gelenekler yoktur. Eskiden gelin renkli ve temiz ipekli elbise damat ise don pantolon üzerine beyaz gömlek ve işlemeli yelek giyerdi. Güvey fakirse beyaz elbise ödünç alınırdı.Eskiden olduğu gibi gelin kayın baba ve yakın akraba arasına giderdi. Gelin evden çıkarken, kız kardeşlerden biri, yoksa akraba kızlardan biri çeyiz sandığı üzerine oturup sandık haracı isterdi. Ayrıca kapıdan çıkarken erkek kardeş, kapı haracı olarak bir miktar para talep eder.Köylerde, genellikle bir öküz arabası süslenirdi. Üstüne halı ve kilimlerle bir örtü yayılır. Araba çan ve zillerle bezenir, köylüler şık giysilerini giymiş, arabanın önündü, ardında, yanında yürüyerek giderlerdi. İkide birde araba durdurulur: Ala ala hay... diye bağırarak düğün evine varılır. Yolda devamlı halaylar çekilir. Kasap oyunu, Kastamonu zeybeği gibi oyunlar oynanır. Gelin alayı, çeşitli yollardan dolaşarak damat evine varırdı.Gelin alınmadan o köylülere veya mahalleliye pilavlık parası verilir. Gelin arabaya binmeden bolluk ve bereketli olsun diye ya damadın babası veya yakını bozuk paralar içinde şekerler, buğdaylar serper, çocuklarda bunları birbiri üzerine yığışarak kapış kapış toplardı.Köyden çıkıncaya kadar çeşitli yollardan dolaşarak damat evine varılır. Gelin arabadan inmez, bahşiş ister. Bir inek ya da tosun getirilir. Kulağı kesilerek işaret verilir. Kapı önünde kurulan bir masada kız tarafı tatlı, şeker, sigara, mermi gibi isteklerde bulunur. Bu istekler karşılanıncaya kadar gelin bekletilir. Bu durum bazen üç dört saat kadar sürer.Gelin eve girerken eğilip eşiği öper. Bolluk getirmesi düşünülerek mısır, buğday, şeker, bozuk para atılır. Akraba ve komşular başlarında birer tepsi baklava alarak erkek evine giderler. Tepsiler üst üste kümelenir.Erkeklerde evin önünde yakılan ateş etrafında oynarlar. Bu oyunlar kadın kıyafetine girmiş köçekler tarafından oynanır. Eğer aile varlıklı ise dört köçek, dört davul, dört zurna ve dört keman bulunur.Diğer köylerden geleneklerde kafileler halinde düğüne katılırlar. Kimileri koç, kimileri koyun getirir. Meydanda ikramlar yapılır.Yenip içilir. Sonunda köylüler misafirlerini evlerine götürürler.Hoca nikahı yapılır, bu adet yaygındır. Hoca nikahı yapılırken gelinin yanında dadı veya bibi (teyze, hala) denilen kadınlar bulunur.Gürcü köylerinde düğün gecesi, güveyin gerdeğe girmesi yasaktır. O akşam kızın akrabası olan kızlar sabaha kadar beklerler. Düğünün ertesi günü gerdeğe girilir. Düğün genellikle üç gün devam eder. Lazlar ve Hemşinlilerde de benzer gelenekler vardır.Diğer köylerde ise hoca nikahı kıyılır. Sonunda güveyi arkadaşlarının kolunda gelinin odasını getirilir. Arkasından yumruklanarak odaya itilir. Damat odaya girer. Hazır bulunan seccadede iki rekat namaz kılıp duasını yapar ve gelinle tanışmaya gider. Damat bu arada gelini konuşturmaya çalışır. Ona hediyeler verip konuşturur. Konuşturulunca da pencereyi açıp iki el silah atar. Bundan sonra herkes dağılıp gider.Gelinle damat, gidip kayınvalidenin elini öperler. Tekrar odalarına giderler. Orada baklava yerler. Bazense baklava kesmelerinin yarısını yiyip bırakırlar. Ertesi gün bunları evlenmemiş erkek ve kızlar yer. Darısı sizin başınıza gibi bir gelenektir bu. Ertesi gün sabah, köçekler, davetliler düğün evinin önüne gelirler. Oyunlar oynanır. Damat elinde bir tepsi baklava ile herkese birer kesme baklava sunar. Sonra da herkes dağılıp gider. Ev kadınlarla dolar. Duvak günü damat sağdıçla gider. Gelinle sabahtan ikindiye dek oyunlar oynanır, şarkılar söylenir ve derken düğün biter

Duvak :Güvey gecesi sabah gelini eğlendirmek için eğlence düzenlenir. Gelin oynar ve etrafa para atar.Bekar kızlar gelinin duvağından teller koparırlar. Duvaktan sonra erkek ve kız evlerinde yemekli davetler yapılır.

Düğün Davetleri :Bütün akraba ve hısımlar gelin ile damadı davet ederler. Bunlar taşıma davetleridir. Her gidilen eve gelinin yaptığı bir el işi işleme götürülür. Onlarda onlara çeşitli hediyeler verirler.

Doğum Olayı :Genellikle ilk çocuğun erkek olması istenir. Çocuklar genellikle beşikte büyütülür. Çocuğun adı üç gün içinde yaşlı bir erkek veya hoca tarafından üç defa kulağına okunarak konulur. İsimden sonra ezan okunur. Komşular ve akraba loğusaya evvela geçmiş olsun derler sonrada hediyeler getirirler. Doğumun kırkıncı günü çocuk ve loğusa yıkanır. Buna çocuk kırklandı denilir.

Diş Çıkarma :Küçük çocukların diş çıkarmaları aile için ayrı bir sorun olur. Ailenin bireyleri yeni çıkan dişi görmeyi uğur sayarlar. Onun içinde sık sık çocuk güldürülür, ağzına bakılır. Hatta bazıları ekmek kabuğunu gevlettirmek suretiyle dişin çabuk çıkmasının sağlarlar. Bazıları da parmağını rakıya batırarak çocuğun diş etlerini oğalar. Çocuk bundan çok hoşlanır.Dişin çıktığını gören kişi mutlaka diş çıkaran çocuğa ya elbise alır ya entarilik alsınlar diye anne babasına para verir.

Sünnet Olayı :Akçakoca bölgesinde kirvelik olayına rastlanmaz. Eskiden gezginci sünnetçilerin gelmesiyle hiçbir hazırlık yapılmaksızın çocuklar sünnet edilirdi. Günümüzde eğlenceler düzenlemektedir. Sünnetçiye, bazen para almadığı için sabun, havlu gibi şeyler verilirdi.

KÖYDE

Dini Bayramlar:Dini bayramların Akçakoca örf ve adetleri içinde çok büyük yeri vardır. Üç aylar girince Recep, Şaban ve Ramazan gelinceye kadar bazı kimseler ramazana alışmak için ayda bir belli oruçlar tutar, kutsal geceler, cumalar yavaş yavaş ayrı bir kalabalık olmaya ve cemaat artmaya başlar.Ramazana hazırlık olmak üzere, makarnalar kesilir, erişteler yapılır. Yufkalar açılır, kuskuslar hazırlanır. Mevsime göre çeşit çeşit reçeller, hoşaflar ve şuruplar hazırlanır.Hele bayram gecesi yeni esvaplar giyilir, Provalar biter. Küçükler giyeceklerini başlarının altına koyar. Ayakkabılarını yatağın içine yerleştirir. Herkes banyosunu yapıp yatar. Küçük erkek çocuklar sabahleyin sabah namazına herkesle birlikte camiye gider. Namazdan sonra vaiz dinlerler. Bayram namazı kılınır. Hoca dikilir, en yaşlı adam hoca ile bayramlaşır, ondan sonraki hoca ile yaşlı bayramlaşır ve yerini alır. Böylece sıralanır. Cemaatin en yaşlısı ile en genci bayramlaşıncaya kadar sürer. Sonra birlikte hoca dua eder.
“Bu bayrama eriştiren Allah’a senalar ve amin” denilip çıkılır. Yolda görülenlerle bayramlaşırlar. Mezarlıklara gidilir. Ölülere dua edilir. Hastalar ziyaret edilir.”
Her köyün ramazanında davulcular bahşiş toplar. Birinin elinde bir sırık, birini elinde bir sepet. Davulcu davulu çala çala her evin önünde maniler söyler. Bahşiş; havlu, mendil, yazma sırığa bağlanır. Baklavalar, el altıda tepsi bulunan sepete konur. Paralarda davulcunun cebine konur.

Bayramlar :Yerli köylerde bayram sözcüğü eğlence anlamına gelir. Bayram olacağı gece, bayramı bilen köydeki misafirler, bayramın olacağı köye yakın eş dost ve akrabalar ile birlikte giderler. O akşam onlara misafir olurlar. Kadın ve kızlar yemekten sonra daha geniş evlerde, erkekler ya kahvede ya da başka bir evde toplanırlar. Erkekler orta oyunları yaparlar. Mutaassıp olmayan yerlerde içkide içilir. Gramofon çalınır ve Cide kemençesi ve tepsi çalarak oyunlar oynanır. Genellikle oyunlar iki kişilik eşler halinde yapılır. En revaçta olan oyunlar topal oyunudur. Bu oyun Akçakoca’ya özgü bir oyundur

Eğlenceler
 :Eskiden patoz makineleri yokken, fındık harmanda kurutulur, sabahları tırmıklar vurulur, sonrada altından tanesi alınırdı. Kalan fındıklarda kabuklarından ellenmek suretiyle bulunup ayrılırdı. Köylerde bu işler imece halinde yapılırdı. Kabuk ayırma işi erken bitimi, orası düğün evine döner, oyunlar şarkılar, gülme, eğlence, yeme içme başlardı. Kızlar erkekleri, erkekler kızları burada seçerdi. Çalışkan mı? Tembel mi? Dili tatlı mı? Nobran mı? Şaka kaldırır mı? Yoksa içine kapanıp arpacı kumrusu gibi düşünür mü? Yapıcımı yıkıcı mı? Hepsi burada denenirdi. Bu eğlencelerde maniler söylenirdi. Atmaca tabir edilen karşılıklı mani atmaları da yapılırdı.

KINA    GECESİ  : Düğünden bir gün önce gelinin ve yakınlarının eline kına yakılır kına erkek tarafından getirilir kına yakma töreni boyunca maniler söylenir gelin ağlatılır,kına gecesi kızlar çiftetelli ve çeşitli oyunlar oynar.Köy lisanı ile mani ve türküler söylenir.

 

‘’Yukarı köyün çakalları                        Yukarı köyde çakal yok

   Aşağı köyün bakalları                         Aşağı köyde bakal yok

   Damat beyin sakalları                         Güveyin sakalı yok

   Gelin kınan kutlu olsun                       Gelin kınan kutlu olsun

 

   Kına gecen hoş olsun                          Köyümüzden çıkıyorsun

   Evin bereket dolsun                            Bize veda ediyorsun

   Damat bey eşin olsun                         Yeni yuva kuruyorsun

   Gelin yuvan mutlu olsun                    Gelin kınan kutlu olsun’’

   Diye maniler söylenir.

 

FOLKLÖR :Köyün kendine has folklor ekibi yoktur,Karadeniz folkloru hakimdir,Davul,Zurna,Saz,karşılıklı zille oynanan oyunda çalınan zil  oyunu ,Kemençe,Tulum gibi enstrümanlar çalınır   yerli oyun gurupları sözlüdür,5-6 kişilik 2 gurup oluşturulur el ele tutmuş oyuncular seri ayak hareketleriyle birbirine yaklaşıp uzaklaşırlar,her gurupta bir türkü söyleyen vardır,türkücü karşı guruba türküler deyişler dokundurmaktadır,bu oyunda önemli olan türkü sözleriyle karşıdakini mat etmektedir,bu oyunun adı gelino dur.Rize Hemşin üç ayak oyunu da laz oyunudur,dairede oynanır Hemşin üç ayak oyunudur 2/4 veya4/4 lük ezgiler halinde oynanır Bar,Halay,Horon,Sallama,Hara ve karşılama,üç ayak,Kolbastı,laz kültüründe çok önemlidir Laz oyunlarındandır. Kına gecesinde kadınlar daire şeklinde oynarlar. Kadınlar ağıt yakarak gelini evin içinde dolaştırarak en son mutfağa götürürler. Orada bu oyunu oynayarak oyunu bitirirleri.

Oyunun Kuruluş Formu

 

(A)

A1 (Sağ ayakla üçleme)

A2 ( Sağ ayak yerinde adım)

 

Oyunun biçimsel formu tıpkı “Topal” oyununda olduğu gibidir.

RİZE- HEMŞİN ÜÇ AYAK OYUNU

 

Laz oyunlarındandır. Dairede oynanan horondur. Hemşin, Rize ve Üçayak Horonları 2/4 lük veya 4/4 lük ezgiler halinde çalınır.

 

RİZE

Oyun kuruluş formu:

G-               Adım cümlesi ( Sağ ayakta üçleme)

H-               Adım cümlesi ( Sağa ve sola yürüyüş)

 

Oyun indeksi:

 

(A)

A1- (Sağ ayakta üçleme)

A2 ( Sağ ayak yerinde adım)

 

(B)

B1- (Sağa yürüme)

B2- (Sol ayak yerinde adım )

B3- (Sola yürüme)

B4- (Sağ ayak yerinde adım)

 

DAVUL  : Davul savaş sırası,sonrası,askere giderken,törenlerde,ramazanlarda,güreş yapılırken çalınır.Davulun eski adı Tavuldur,Çağatay Türkleri tarafından yapılmıştır,bir haber aracıdır

ZURNA: Davul ve zembeleklerle çalınır ağaç maden, boynuzdan yapılır ,7 üstte 5 altta deliği vardır,Avrupa’ya Türkler tarafından götürülmüştür,Oğuz Türkleri Anadolu’ya getirmiştir,kemençe ve davula eşlik eder,4000 yıldan beri devam eden bir enstrümandır.Davul,Kaval,Zurna,göçer enstrümandır,köyde son zamanlarda bunların yerini taverna müziği almıştır org ile çalınan müzik aletidir eski neşe eski düğünler artık tarihe gömülmüştür,evlerde yapılan düğünler artık düğün salonlarına taşmıştır

KEMENÇE  :Klasik ve Karadeniz kemençesi olmak üzere iki türü vardır.Akçakoca da Karadeniz kemençesi çalınır,ince uzundur,sol el ile havada tutularak çalınır,kemençenin telleri çeliktendir.Akortları la,re,sol,mi,yahut sol,re,la,mi veya 3 telli için re,la,mi dir,tellerin üzerine basılarak,tek olarak çalınır.Sazın şekli bir takayı andırır,gövde kısmı dut ve ceviz ağaçlarından oyularak yapılır,ses tablası ise 1,5- kalınlığında ladin veya köknar ağacından yapılır,kısa sapı ve çelikten üç teli vardır re-la-mi sesleri akort edilir,bir buçuk oktav çalar.Yayının kılları gevşek olarak takılır ve sol el ile havada veya dize dayanmış olarak tutularak kemençenin 3 teline aynı anda sürülerek çalınır çalınır.Kemençe Anadoluya oğuz Türklerinden gelmiştir Kemençe ,Özbekistan,Kırgızistan ada Anadoluda ıklık göbekli kemençe olarak çalınır Arapçada Keman Türkçede ç demektir bu iki kelime birleşmesinden Kemaençe doğmuştur ,Kıpçak Türkleri tarafının dan Mısıra götürülmüştür Özbeklerin girjası kemençeye benzer, kıyak kemençe denir.Trabzon dada Gagavuz Türkleri kemençeleri vardır,Trabzonda kemençeye kıyak denir,Türkmenistan,Özbekistan, Kırgızistan Gagavuz Türklerin kemençeleri vardır 2 sesle çalışır 2 telden ses alınır 4-6-7 aralıklıdır.

TULUM: Tulum Karadeniz bölgesinde kullanlıan nefesli halk sazıdır,deri,nav ve ağızlık olmak üzere 3 kısımdan oluşur.Deri,tulum olarak anılır, tulum,koyunveya oğlak derisinin tüyleri temizlendikten sonra ayakları yukardan kesilir,sağ ön ayak ile arka sol ayağın dışında kalan delikler hava kaçırmayacak şekilde sıkıca bağlanır,ön ayağa bir tahta boru,arka ayağada üzeri delikli iki boru tespit edilir.Deri hava ile,delikli borulardan ses çıkmaya başlar,koltuk altına yerleştirilen tulum zurna analık üzerindeki parmaklar delikleri açıp kapamak suretiyle istenen ezginin çalınmasını sağlar,nav sazın zurna dediğimiz kısımdır,ağızlık ise hava üflenen kısımdır Tulum Türkçe kelimedir Çağatay Türkleri icat etmiştir Anadoluya Peçenek Turan Türkleri Karadenize getirmiştir Kıpçaklarda tuluk,Duluk diye geçer.

KAVAL:Orta asyadan gelmiştir.Balasau Türkleri icat etmiştir.Çağatay Turan Türkleri Karadenize getirmişlerdir, havaldir ,bir göçebe çalgısıdır Of ve Tokat kavalı meşhurdur.

 

ÇOCUK OYUNLARI

Çelik çomak,binmeli eşek,esir oyunu,körebe,köşe kapmaca,birdirbir,seksek,yakan topu,lunç,domino devirme

 DİN

 Köy hayatında pek çok düşünce ve görüşü hala dini açıdan değerlendirme eğilimi vardır.Yaşlandıkça dine karşı ilgi artmaktadır.Toplumda hacılar dinsel bakımından en fazla değer kazanır ve itibar görürler. Hazırlık kişiye sosyal prestij sağlamaktadır.

 

AİLE VE AKRABALIK İLİŞKİLERİ

Kalkın köyünde 1976 yılında başlatılan akraba arasındaki birlik beraberlik,tanışmayı sağlamak amacıyla başlattıkları geleneksel hasret gecesi düzenlenmektedir ,ramazan ve kurban bayramlarında 2 ci gün akşamları bayramlaşma adı altında hasret gecesi her yıl yapılmaktadır bu hasret gecesini düzenleyen Kalkın köyü sakinlerinden Güner sülalesidir .Kalkın da ailelerin çoğunluğu, geniş aile geleneğinin çeşitli tiplerini göstermektedir. Dar aile tiplerinin sayısı günden güne artmaktadır.Kalkın de eskiden baba soyundan olan akraba ile evlenme şekli çok yaygındı.Akrabayla evlilikte amca oğlu, amca kızı öncelik taşırdı. Bugün gençler eskisi gibi bu geleneklere uymamaktadırlar Bu gün, köy dışından evlenmeler ve köy dışına kız vermeleri ve kız almalar eskiye oranla artmıştır. Bu toplumda boşanma olayı nadir görülmektedir.

 

 

KIYAFETLER

Köyde 25-30 yıl öncesine göre  kıyafette önemli değişmeler olmuştur.Erkekler tamamen şehir kıyafetini benimsemişlerdir. Erkeklerde gündelik kıyafetlerden başka önemli günlerde, törenlerde giyilen ve içine beyaz eşarp bağlanan lacivert takım elbise en beğenilen giyim eşyasıdır. Ancak yaşlı erkeklerden bazıları köy içinde geleneksel kıyafetle ilgili olarak paçaları dar pantolon, üzerine gömlek ve yeleği giymeye devam etmektedirler. Kösele kunduranın yanında lastik ayakkabı, plastik ayakkabı, özellikle çocuklarda  çok görülmektedir. Erkeklerde pijama, şapka, şemsiye kullanılan giyim eşyaları arasındadır. Burada dikkati çeken husus pijamanın yatak kıyafeti olmaktan başka, bazen iş kıyafeti olarak kullanılması suretiyle ikinci bir iş görmüş olmasıdır.

Kadın giyimi erkeklere oranla daha az değişmiştir.Eskiden kadınlar evlerde basit tezgahlarda keten ve kendirden giysiler dokurdu. Bugün ise köylüler malzemesi köy dışından sağlanan koyu renkli şalvar ve üzerine bluz giymekte, başlarına lacivert örtü (örtme)  örtmektedirler. Kadın giyiminde dış görünüş bakımından erkeğe nazaran değişme daha azdır. Evde elbisesi ile dolanan bazen başını örtmeyen kadın, sokağa çıkınca elbisesinin üzerine şalvar giymekte ve başını örtmektedir.Genç kadınlar arasında elbise giyenler, başlarını örtmeyenler az da olsa bulunmaktadır..Köyde gündelik kıyafette olduğu gibi gelin ve güvey kıyafatide tamamen şehirleşmiştir. Ancak köyde giyilenler, kasabadan ucuz sağlanan ve nispeten eski model olan giysilerdir.Kadın ve çocukların kısmen evde hazırlanan giysilerinin kumaşları dışarıdan satın alınmaktadır.

 ŞALVAR     : eninde üç boy kumaştan çıkar daha ziyade eflatun pembe,yaşlılar koyu renkleri tercih ederler,genellikle çimen yeşili,zeytin yeşili tercih edilir,şalvarın içine şalvar ( havsa) dikilir pamuklu veya şile bezinden dikilir

MİNTAN       : Şalvarın üstüne giyilir mintan ve şalvar işlemelidir,kadife kutnu,jantanlı ve yollu kumaşlardan dikilir

YELEK          : Şalvar üzerine kolsuz fakat işlemeli yelek giyilir,içine bezden buluz giyilir.

ÖRTÜLER     :Kare şeklinde üzeri baskı tekniği ile işlenmiştir,çiçek desenlidir

YAZMA         : Oyalar işlenir dikdörtgendir

ÇORAPLAR : Yün çoraplar giyilir kadın çoraplar motif işlemelidir

AYAKKABILAR : Rugan ayakkabı giyilir,çarıkta giyilir,genellikle lastik ayakkabılar tercih edilir

ERKEKLERSE : Yelek ve zıpka giyerler,Kafkas kökenliler düğün törenlerde kalpak dik yakalı siyah satenden yapılmış diz boyu elbise ve yumuşak deriden çizme giyilir.Elbisenin üzerine dışardan fişeklik,kama,kemer gibi ayrıntılar vardır,kadınlar ise simli motiflerle süslenmiş kadife elbiseler giyerler bunları

Karamandal,Trablus,kuşak,Başlık,Bartın yemenisi,Lastik ayakkabı,Yemeni,Şal,Peştamal,Fes,Para kesesi,Yatak tekkesi,Şayak bunlar Lazların giyimidir.

Aktaş,Edilli,Uğurlu,Yenice,Göktepe,Kirazlı,Hemşin köyleri giyerler

 

HIDIRELLEZ

 

6 Mayıs günü kutlanır,köyün piknik alanlarında,salıncaklar kurulur,yemekler pişirilir,ıp atlanır,salıncaklarda sallanılır,birçok oyunlar oynanır,kızlar erkeklere,erkekler kızlara bakarlar orada birbirini beğenirler,arkadaşlıklar kurarlar,balık tutmalar olur,erkeğin beğendiği kız eğer salıncağa biner sallanır ise erkek hemen silahını çıkartarak iki el ateş eder ona onu beğendiğini gösterir,hıdrellezin en iyi yemeği helvadır Bu törenleri anlatmadan önce pilavlık parası üzerinde duralım. Daha öncede belirttiğimiz gibi köyden başka bir köye gelin giden kızlardan pirinç parası alınır. Bu para hemen harcanmaz biriktirilir. Pirinç parasının anlamı şudur. Köy gençleri bu kızı o zamana kadar o şekilde korumuşlardır ki, kızın namusuna halel getirmemişledir. Pirinç parası bunun mükafatı bir bahşiş sayılır. Alınan pirinç paralar yedi emin olarak köylünün saygı duyduğu birine telim ederler. Köyden ne kadar çok kız gelin giderse parada o kadar çoğalır. Hıdrellezde bu para ile bir koç satın alınır. Pirinç alınır, un yağ alınır. Kesilen koçun etinden ya etli pilav yapılır, helva kavrulur, ballanır. Öğleyin gençler toplanır ve bu pilav yenir. En sonunda da helva yenilir. Hıdrellez bayramının ayrı bir güzelliği vardır. İp salıncaklar, zincirli salıncaklar, büyük ağaçlara bağlanır. Kızlar ayrı yerde, erkekler ayrı yerde sallanırlar. Ama bazen kızlar erkekleri, bazen da erkekler kızları seyretmeye giderler. Eğer beğendiği bir kız salıncak biniyorsa orada çıkarır silahını bir şarjör boşaltır. Bu olaya kimse ses çıkarmaz. Böylece kimin beğenilip beğenilmediği bu hıdırellez bayramı vesilesi ile belli olur. Bazı köylerde güreşler tutulur. Bazı köylerde derelerde balık tutulur eğlenilir.Akçakoca köylerinde hemen hemen hepsinde geleneksel olarak her yıl kutlanır köydeki küskünler barıştırılır geleneksel oyunlar spor etkinlikleri,folklorik oyunlar ve bunun gibi,Akçakocadaki mulki amirlerde davet edilerek etkinlikler yapılır herkes baharı böyle karşılar

 

EVLERİ

Evler genellikle bahçe içinde olur. Çünkü sebze meyve yetiştirilir Avlu,avlu ağla ile çevrilidir bu mezralarda da evler birbirine uzaktır,Kurukavak,Karatavuk evler arası 4-5 km’dir,okul ve cami yanlarında evler yapılmıştır,az dağınık meskenlerde cepheleri sokak tarafına doğrudur Arabacı köyü gibi,Mısır ziraati çok olduğu için her evin yanında hemen hemen 1’şer adet serender yapı vardır,ahırlar evlere uzaktadır,ahır ile samanlık yan yanadır

 

SPOR

 Bu köyden Karasu,ya güreşe giden gençler vardı,köyde at yarışları ve güreşler olurdu, ,   bu köyde güreşe ilgi fazla idi son zamanlarda Ali Küçük,( Konya’da kendi dalında Türkiye  3. cülüğü vardır) Hüseyin Balcı,Hüseyin Taşıran gibi güreşçiler yetişmiştir federe,  gayri federe kulüp yoktur ,buradaki eski, KÖY hizmetlerine ait binayı gençlik spor müdürlüğünce kiralanmıştır kamp merkezi konumundadır,buraya kamp yapmaya gelen sporcular vardır

Daha önce 1990 başlarında Erhan Güner tarafından kurulan  Kalkın köy spor kulübü federe kulüp şimdilerde1999 depreminden sonra maddi imkansızlıklar neticesinde kapatılmıştır,Bolu Amatör kümede mücadele etmiştir Ayrıca Adnan Güner tarafından gayri federe valeybol yaptırılmıştır,köydeki gençlerin sporu çok sevmesine rağmen sporla ilgilenen pek yoktur

 

YEMEKLER

EKMEKLER        : Yufka ekmeği,Bazlama,Gözleme,Cızlama,Mısır ekmeği,Buğday ekmeği

ÇORBALAR         : Tarhana,Mercimek,Un,Çılbır,Kızılcık çorbasıdır

HAMUR İŞLERİ  : Mantı,Börekler,Erişte,Kuskus,Kaşık makarna,Mancarlı pide

ET YEMEKLERİ : Kara dolma, Korçan,Sebze dolmaları,Kebaplar,Lahana sarma

TATLILAR            : Melen güççeği,,Güllaç,Sütlaç laz böreği Baklava

ÇEŞİTLİ YEMEKLER : Gaygana,Soğanlı yumurta,Sebze yemekleri,Zeytin yağlılar,Mamursa,Kaldırık,Mantar,  lahana yemekleri,Tirit,Malay,Hoşmanım,Mancarlı fırında pide,keşkek,hamurlu kıymalı kulak denilen bir çeşit mantı. Çirbuli, Pilavi Makarina, Kveli kağimağoni, luku, Ağani lobia, kumhi lobia, kotumeş dolma, Princoni, papa (mamalika), bureği,baklava, patlicani tağaneri, patlicaniş dolma, mtkui patlicaniş giyai, turşi tahaneyi, kabağiş sutli, termoni

 

ALTYAPI BİLGİLERİ

1 Gençlik ve Spor müdürlüğüne ait sosyal tesisi,1 cami,,ptt acentesi,elektriği,telefonu,içme suyu vardır, kanalizasyonu yoktur,sağlık ocağı olmasına rağmen sağlık mobil sisteminden faydalanmaktadır,taşımalı eğitim sisteminden faydalanmaktadır,1946 yılında ilk ilkokul açılmıştır,Fiskobirlik üye sayısı: 306 dır,4000 m² lik beton kilitli parke taşı döşenmiştir,5 km lik köy yolu stabilizesi yapıldı köy içi kanal ve menfezlere büz konulmuştur,göçmen köydür, dağınık köy statüsündedir,216 aile,4132 dönüm ziraat araz,si vardır,8932 fındıklık,1218 orman alanı vardır % 12,orman, % 88 fındıklık tır mısır ve buğday ,meyve ekimi fazla değildir ,tarla alanı yoktur,fındık alanı 8.932,orman alanı 1.218 dönümdür,sebzecilik had safhadadır Nüfusu 1935 de 331, 1965 de 908 , 1997de-376,2000 de-435 tür buradaki okula Tahirli ve Paşalar köy burada eğitim görmekteydi, 2 adet ekmek fırını vardır kahveleri ve marketleriyle şirin bir köydür.Kalkın köyü güzelleştirme ve kalkındırma derneği vardır

 

 

İSTİKLAL SAVAŞINA KATILANLAR

 

 ŞEHİT OLANLAR :

 İMAMOĞLU SADIK-MEHMET           D.1308 Ö. 1915       GARP CEPHESİ: AHMETOĞLU KAZIM - ALİ                 D.1302 Ö.1915        ÇANAKKALE SAVAŞI ER MUSTAFAOĞLU ŞAKİR- MEHMET    D.1296 Ö.1916       1. DÜNYA HARBİ ER  MUSTAFA TÜRKOĞLU- İBRAHİM     D.1312-Ö. 1916      1. DÜNYA HARBİ ER KAZIM MUSTAFA REİSOĞLU –AHMET         D 1302 Ö. 1915        ÇANAKKALE KEREVİZDERE  SAVAŞI P.  ER

AHMET TOPUZ  BEKİR                         D.1302 Ö. 1915      ÇANAKKALE SAVAŞI ER

GAZİLERİ  :                                            

ŞAKİR KAR                                                                              KORE HARBİ

     

18.19. YÜZYILDA TEMETTUAT DEFTERİNDEKİ DURUMU

 

1844 yılında imam Tanecioğlu İsa efendi bin Ali dir,Akçakocada 7adet divan vardı,bunlardan bir tanesi Karkını tabii Kırımca kilise divanı dır,41 hane,205 nüfusu vardır 5 adet yetim vardır Köseğlu Mehmet bin Feyzullah,Osman Beşeoğlu Erdi bin İsa,Ebubekiroğlu Mehmet bim-n Abdullah,1 baltacı,1 hızarcı,64 arı kovanı,18 sağman manda ,13 sağman inek,8 manda öküzü,8 dişi malak,39 öküz,13 dana 15 dişi buzak 15 bargir,13 tay,11 kısrak vardı,bahriyeli asker, Torunoğlu Ahmet bin Mehmet’tir,dilencilik yapan,Ormanoğlu Mustafa bin Mehmet,İbrahimoğlu Arif  bin Hüseyin,dir,en varlıklılar ise Molla Ahmetoğlu Hüseyin bin Mustafa,Molla salihoğlu bin Salih,Molla Mehmetoğlu Mustafa bin Abdullah tır,tahıl üretimi buğday,60 kg arpa,60 kg mısır,34 meslek gurubu vardı,1 gemici reisi,1 gemici.Bu köy 18.19. yüzyılda temettuat defterinden adını sıkça söz ettiren bir köydür

 

KÖYE İLK GELEN SÜLALELER

MANAVOĞULLARI             GENÇ                       KASTAMONU

TOPUZ LAR                           TOPUZ                     KASTAMONU

ÜNSALLAR                           ÜNSAL                     KASTAMONU

GÜNERLER                           GÜNER                     RİZE   SALAHA   KARAYEMİŞ KÖY

DELİHASANOĞULLARI     DELİHASANOĞLU RİZE  URUSPA MURADİYE KÖY 

FILLER                                   FİL                             RİZE  SALAHA  KARAYEMİŞ KÖY

ÇAKALOĞULLARI              ÇAKALOĞLU          RİZE  ÇATALDERE MERKEZ

EROĞULLARI                       EROĞLU                  RİZE   SALAHA KARAYEMİŞ KÖY

ŞENGÜLLER                         ŞENGÜL                   RİZE  FINDIKLI TATLISU KÖY

DALAN ÇIKANLAR             DALANÇIKAN        RİZE   FINDIKLI TATLISU KÖY

KALYONCUOĞLU               KOÇ                          RİZE

KÖSEOĞULLARI                  ŞAHİN                      RİZE

KOCABIYIKOĞULLARI      TOPUZ                      KASTAMONU

İBRAHİMOĞULLARI           TÜRKOĞLU            RİZE

TOPUZOĞULLARI                TOPUZ                     KASTAMONU 

1916 Yılında Güner ailesi Rize Salaha Karayemiş köyünden Tahirli Ahmet  dağına gelir yerleşirler 1956 yılında da Hüseyin Güner babası Yunus Güner tarafından şimdiki Kıran tarla mevkiine yerleştirilmiştir bundan dolayı Kıran tarladaki Güner ler buradadır,çoğu Güner sülalesi Tahirlidedir

 

NOT : Kalkın köy sakinlerinden değerli büyüğüm emekli öğretmen İsmail Güner ağabeyime katkılarından dolayı teşekkür ediyorum

Kaynak

 

Coğrafi bölgesi     : İbrahim Tuzcu

Köyün ismi           : İsmail Güner,Akç .K.Sitesi,Vikipedi özg ansl.Sitesi,Şükrü Dönmez,Derl.İbrahim Tuzcu

Tarihi yerler          : İsmail Güner, Akç .K.Sitesi,Vikipedi özg ansl.Sitesi,Şükrü Dönmez,Derl.İbrahim Tuzcu

Coğrafi durumu    : Kenan Okan,Şükrü Dönmez,Mustafa Kocadon,Vikipedi özg.ansl.,Sitesi Derl.İbrahimTuzcu

Cami ve Mez.        : Şükrü Dönmez,İsmail Güner,Derl.İbrahim Tuzcu

Turizm                  : İsmail Güner,Akç.K.Sitesi,Vikipedi özg ans, Sitesi,Kenan Okan,Drl.İbrahim Tuzcu

Ekonomi               : Kenan Okan,Şükrü Dönmez,Vikipedi özg.ansl.,Sitesi,İlçe Tarım Md,Akç .K.Sitesi,İsmail Güner,Derl.İbrahim Tuzcu

Kültür                    : Vedia Emiroğlu,Recai Özgün,Vikipedi özg.ansl.Sitesi A.kç K.Sitesi,İsmail Güner,Kenan Okan,Şükrü Dönmez,Görsel yay.S.4,Derl.İbrahim Tuzcu

Spor                       : İbrahim Tuzcu

Köy alt yapısı        : Akç .K.Sitesi,Vikipedi özg.ansl.Sitesi,Mustafa Kocadon,Drl.İbrahim Tuzcu

İstiklal savaşı        :  Şükrü Dönmez,Geltag net,İsmail Güner,Drl.İbrahim Tuzcu

Temettuat              : Dr Zeynel Özlü

Sülaleler                : Hüsamettin Kaya,İsmail Güner,Drl.İbrahim Tuzcu

 

KARATAVUK

 

COĞRAFİ BÖLGESİ  : Karadeniz Bölgesi

İLİ                                  : Düzce

İLÇESİ                          : Akçakoca

KAYMAKAMI              : Mehmet Ünal

B . BAŞKANI               :  Fikret Albayrak

KÖY MUHTARI         :  Raif Alagöz

TELEFONU                 :  05322868462   EV- 03806113395

POSTA KODU             :  81650

NUFUSU                       :  200 Hane 239 Nüfusu vardır

ESKİ MUHTARLAR  : 2009de Raif Alagöz,2004 de İdris Post,1999 de ,Necdet Yılmaz,1994 de Abdullah Yılmaz,1989 da Necdet Yılmaz,1984 de İbrahim Kibar

COĞRAFİ DURUMU :  Düzce’ye ,Akçakocaya uzaklıktadır,Rakımı 430 mt dir,denizden 350 mt yüksektedir,en yüksek yeri 650 mt dir,6760 dekar fındıklık 830 dekar ormanlık vardır.Komşu köyleri Esmahanım,Yenice,Kurukavak,Dilaver,Uğurlu Hemşin,Aktaş  tır

KÖYÜN İSMİ NERDEN GELİYOR

1204 yılında 4. Haçlı orduları Türkiyeye gelirler Karadeniz kıyılarında bazı memleketler kurdular bunlardan bırtanesıde Akçakocada Ceneviz kalesidir,fakat daha sonra ,1261 yılında Latin imparatorluğu çökünce tekrar Ceneviz kalesi Bizanslıların eline geçti, 1204-1261 yılında Cenevizliler ve Bizanslılar,Akçakocaya gelirler bazı köyler kurarlar,bunlardan bir taneside Karatavuk köyüdür.Bizans imparatoru tarafından Romanya Dobruca bulunan Gagavuz Türklerinden silahşör obaları buraya getirtir,buralarda bazı köyler kurarlar bunlardan bir taneside Karatavuk köyüdür. 1877 yılında Osmanlı-Rus savaşlarından bıkan  Doğu Karadenizden Hemşin halkı buraya göç gelir yerleşirler.Neticede Cenevizli,Bizanslı,Gagavuz Türkü,Doğukaradeniz den gelen Hemşinliler yaşamışlardır.Akçakocada M.Ö. 1200 yılında Frik,M.Ö. 670 Lidya,M.Ö.395 te Roma pontos,M.Ö.1200 de Hitit ama bu kesin bilinmiyor bu kavimler yaşamışlardır .Köyün adı muhtemelen devlet tarafından verilmiştir.aslen Artvin Hopa Ardala köyünden göçen yöre halkı ardeletsi diye anılır.1878 Osmanlı-Rus savaşı olarak bilinen 93 harbi sırasında bölgeye göçülmüştür.köyde fındıkçılık ve gurbetçilik yoğundur.Hemşin köyünün yukarısında olan bu köyde de Ermenice dialekti olan Hemşince denen bir dil mevcuttur.  1877 yılında Artvin ve Hopa’dan gelenler tarafından kurulmuştur ,buraya ilk olarak Aloğlu ( Şahin-Alagöz ) sülalesi gelir.,Köyün bulunduğu yerde Orta mahallede  Pınar su denen yerde Karatavuk denen bir kuşun çok bulunması,köyde de bunun avcılığı yapılması ve devamlı bu kuş telaffuz edilmesi,köye adının verilmesi etkili,

olmuştur.Battal,Orta,Fevzioğlu,,Aloğlu,Çollu,Kayadibi,Üçoğlu mahalleleri vardır. Bu dikkat çakıcıdır şöyle ki Doğu Karadenizden gelen bu 6 sülale kendi oturacakları mahalleleri tespit eder ve oturdukları yere de kendi adlarını verirler, sülaleler birbirine yakın olmasın diye,İlk ve son ev arasında gibi uzaklık vardır.Yalnız Kayadibi mahallesinde 3 adet sülale vardır diğer mahallelerde yabancı sülale yoktur,ondan dolayı evler arası uzaktır,çok göç veren ve yabancı ülkelerde çalışan lar çoğunluktadır.

TARİHİ YERLER

Tarih açısından şuan tarihi yoktur lakın burada hırıstıyanlar yaşamıştır Cenevizliler ve Bizanslılar ,bunlar buraları terk etmışlerdir onlardan kalma tarihi eserler vardı fakat 1878 göçunde gelenler buraları talan edip fındık ekimi yapınca bu tarihi eserlerde bunların altında kalmıştır,şu an tarihi bakımından yoksundur,yalnızca Orta mahallede Pınar dıye su vardır

AKARSU VE DERELERİ

Kaplan dede dağından çıkan,Gubi deresi köyün içinden geçerek,Esmahanım, ve Melenağzından denize dökülür.Su altı seviyeleri çok değişkendir,Pınar,ve kuyu suları faydalıdır ancak çok kireçlidir,serttir koli bakımından zengindir içilmesi mahsurludur,sıcak su ve göl yoktur

DAĞ VE TEPELERİ:

 

Ordulu Dağı eteklerinde kurulmuştur,Yörük tepesi 960m.

 

İKLİMİ:

En fazla yağış Eylül-Kasım-Aralık-Ocakta olur,kar Aralık ve Ocak ayında yağar ama uzun sürmez,Mayıs-Haziranda Karayel,Temmuz-Ağustos-Eylül ayında Poyraz eser,kış aylarında lodos eser,Temmuz- Ağustos-Eylülde güneş kendini daha iyi gösterir,Aralık,Mart ayları arası en düşük sıcaklık olur ılımaman Karadeniz iklimine sahiptir.

 

JEOLOJİK DURUMU:

 Eoesen-Folişi,Muminitli Kalker mevcuttur.Dere ve vadi tabanları alüvyon,yamaçların büyük bir bölümü silis formasyonu,tepelerin üst kısmı da 3.derecede kumlu,çakıllı tabakalar halindedir.Depreme dayanaklı 3.bölgedir.Dağlar denize paralel uzanır.Palezoik devre ve tersier arazilerde ibarettir.Eosen folişi- numinitli kalker toprağa Kum,Taş-Marn- Gre ( Kretese)  sahiptir Jeolog Dr.Ervin Lan,Mühendis Zeki Erişir.

 

BİTKİ ÖRTÜSÜ

Akçakoca’da orman alanı 20477.77 hektardır.Çoğu bozuk orman alanıdır % 43 kayın % 0.8 gürgen %0.1 kestane % 6 meşe % 1 kavak % 0.25 ıhlamur % o.4 çınar bulunur,gerisi fındıklıktır.Maki bitki örtüsüne sahiptir,iklimin mutedil yağışlı olması bitki örtüsünün gür olmasını doğurmuştur.

TOPRAK YAPISI

Topraklar kırmızı kahverengidir.Toprak asitli,kireci azdır,topraklar erozyona maruzdur.Potas ve fosfor bakımından fakirdir,tuz oranı normaldir.Saha umumi olarak pedojenez bakımından genulik safhasındadır.Toprak killi ve tınlı kıvrıntılı karakterdedir.

 

TURİZM

 

Gerçekten turizm açısından görülmeye değer bir yerdir,Kocaali,Karasu,Akçakoca,Düzce buradan harika gözükmektedir,Kaplandede tepesinden Düzce’nin bütün ilçeleri gözükmektedir bu çok dikkat çekicidir,tepeye ulaşım Şifalı su ve Hemşin –Karatavuk tan

ulaşılmaktadır,Kurukavak tan- Çilimli ilçesine gayet muntazam bir yol vardır.Düzce Akçakoca yolu eskiden Üskübü Kaf yaylası,Kaplan dededen Hemşin yaylasından,Aktaşa oradan Arabacı köyüne ,ordanda Akçakocaya gidilirdi.Hacız yolundan sonra Düzce ye birde bu yoldan ulaşım sağlanıyordu,bu yol halen muntazam bir şekilde kullanılmaktadır.Esmahanım ve Çilimli Aybaşı  köyü Abazaları birbirleriyle  bu yoldan gidip gelirlerdi .Kaplandede tepesinde bir gözetleme kulesi vardır,birde yatı vardır Ahmet dede, buraya yağmur duasına

çıkılmaktadır,burası çok geniş büyük arazi içindededir. Burada daha önceleri

Yenice,Hemşin,Karatavuk,Kurukavak köylerinin kullandığı yayla vardı,bu yayla son zamanda Kurukavak köyü sınırları içerisine girmiş tır,Dededağına yakın Hemşin yaylası dıye adlandırılan 500 dönümlük araziyi,yaylayı bu 4 köy sahiplenmesin diye devlet koruma altına almıştır buraya ceviz ekmiştir.Üskübü’deki Konuralp teki Bitinya ve Bizans krallığına ait yerdir burayı bunlar çok kullanmışlardır,Konuralp krallığı burada kaldığı sure içerisinde 7 evre geçirmiştir,bu yaylada Hıristiyanlara ait bir kilise vardı,buraya 7 harmanlıklar kilisesi denirdi yaylanın güney batısında kalmaktadır,burayı defineciler bulurlar1960 yılında 2 mt lik çukurlar açılmış burada duvarlar bulunmuştur,burada bir çarşının olduğuna dair bize göstermektedir şimdilerde bir çok gürgen ağaçları vardır üzerinde kilisenin munkariz olmasına rol oynamıştır,ayrıca 70- lık kalınlığında değirmen taşları bulunmuştur,buraların defineciler tarafından talan edilmesinden dolayı devlet buraları koruma altına almıştır,Bu yayla şimdilerde Kurukavak sınırları içerisinde kalmıştır.Turizm açısından fakırdır,ancak Kocaali nın bütün köyleri ve Akçakoca buradan çok güzel gözükmektedir.Evler arasındaki mesafede dikkat çekicidir görülmeye değerdir,Karatavuk ve Kurukavak köyleri öncülüğünde Kaplan dede dağında bulunan Ahmet dede nın orda yağmur duası yapılması için bu yıl çalışmalara başlanacaktır.Gubi deresinden elde edilen su burada Yaşam su tesislerinde üretim yapılıyordu fakat üretim şimdilik durmuştur ,lakın bu yıl tekrar üretime başlayacaktır,bu tesis orman işletmesine aittir.Köy av turizmine çok uygun bir köydür,buradaki yayla tipi otantik evleri görmek mümkündür

 

CAMİLERİ

Merkez camı 2002 yılında köylü tarafından yaptırılmıştır betonarme yapı,250 cemaatli,tek şerefelidir.1984 yılında da Orta mahallede köylü tarafından yapılan camı 70 cemaatli tek şerefelidir 1950 yılında tuğla yapıdan yapılmış,100 cemaatli,tek şerefelidir,bu camı yıkılıp merkez camı yapılmıştır

MEZARLIKLAR:

2 mezarlık vardır 1 cisi  köyün güney tarafında bu eski mezarlıktır, bu mezarlık 50 yıldır kullanılmıyor, 2 cisi Orta mahalle mezarlığı merkez camı yanında dır.,.Mezar taşlarındaki konular erkek mezar başlarına başlık,kadın mezarında süslemeler ön plandadır,erkek mezarlığında büyük sarıklı olanlar ulema ve paşaları,uzun külah üzerine sarık tasvirler,derviş ve tarikat şeyhlerini,sadece ince sarıklılar köy ağalarını,üstü geniş ve altı dar kavuk biçiminde olanlar yeniçeri ağalarını işaret etmektedir

 

EKONOMİSİ

TARIM:

HUBUBAT   :Buğday,Mısır,

BAKLIYAT:Fasulye,Bezelye,Bakla,Soğan,Lahana,Marul,Pırasa,İspanak,Kaldırık,PatatesKaralahana,Biber,Patlıcan

MEYVE       : Elma,Armut,Kestane,Ceviz,Üzüm,İncir,Dağ çileği,Muşmula,Ayva,Kızılcık,Kiraz

Ekonomisi Tarım ve Hayvancılığa dayanır.Köylü,bahçesinde yetiştirdiği sebzeleri Akçakoca pazarına götürür orada satar,kadınlar ev ekonomisine katkı sağlarlar.Artık günümüzde fındığın para etmemesi insanları başka işlere meşguliyetine zorluyor,,yalnız sağman inekler vardır,elde edilen sütler pazara götürülüp satılmaktadır., tavuk kümesleri olmasına rağmen kümes hayvancılık da yok olmaya yüz tutmuştur..Köyün erkekleri sanayi bölgelerine çalışmaya giderler,nakliyatçılıkla uğraşanlar vardır,artık köylü son zamanlarda endüstri kollarına yönlenmiştir,,köyde hiçbir sanayi kuruluşu yoktur.Köyden yurt dışında çalışan çoktur.Akçakoca’dan eskiden köyden armut,ceviz,kestane,dut,incir,dağ çileği başta Zonguldak,İstanbul’a takalarla sevki yapılıyordu.Ayrıca kesif ormancılığı vardı bunlarda aynı şekilde sevkıyatı yapılıyordu,fındık bahçesinin gelişmesi buraya ayrı bir önem kazandırmıştır geçmişte yaylacılık yapan yöre halkı,şimdilerde fındık tarımı ile geçinmektedir,bide yurt dışına çok göç vermiştir.Akçakocada 1930 yıllarda ekonomi denize bağlı idi,bunun yanı sıra

reçberlik,odunculuk,kerestecilik ön safhada yer alırdı,şehirlinin tümü denizci idi,gemi tüccarı,gemici,tekne sahibi,balıkçı,yada yükleme ve boşaltma amelesi

idiler.Akkaya,Aftunağzı,Beyhanlı,Döngelli,Çuhalı,Kızlarağası,Değirmenağzı,Taşman Deresi,Karaburun,Melenağzı iskeleleri vardı,buralardan ticaret sağlanırdı.Ayrıca ilçede 4750 büyükbaş hayvan vardı ama son yıllarda azalma kaydedilmiştir,kümes hayvancılığı da son yıllarda azalma görülmüştür 190 adet kümes vardı,beyaz et üretimi 25.000 tonu geçmekte idi.2000 civarında fenni kovan vardır Maden direkleri dışında ,Bolu Adapazarı’nda ,Düzcede yetişen buğday,kavun,karpuz gibi toprak ürünleri manda ve öküz arabalarıyla deniz sahiline getirilir buradan da deniz yoluyla gelen gaz,ve tekel maddeleri aynı arabalarla taşınırdı,sahilde bulunan depolarda bu mallar stoklanır dı zaman içerisinde tuz ve benzeri şeyler şehir ve kasabalara sevkiyatı yapılırdı,ayrıca deniz yoluylada sandallarla başka şehirlere sevkiyatı yapılmakta idi.

 

FINDIKÇILIK

Hemen hemen herkes fındıkçılıkla uğraşmaktadır.Devlet orman arazilerini açıp buralara,memleketten 1900 yılında Trabzon’dan gelen Bostancı hacı Ahmet efendi Akçakoca’ya fındığı getirir Osmaniye mahallesine fındığı ekmiştir,yine Mehmet Arifin getirttiği fındığı ekerler daha sonra Batum göçmeni olan zücaciyelik yapan Mustafa efendi Doğu Karadeniz sahillerinden aldığı fındık fidelerini Ereğli ve Akçakoca da satarmış.Bir gün Giresun’a uğrar o zamanın belediye başkanı limanda fındık fidesi dağıtıyormuş,Mustafa bey bunları alır gemi kaptanına da söyler,gemi kaptanı fideleri fıçılara koyarak Ereğli Akçakoca ya getirir,diğer rivayete göre de Yenice köyün kurucusu Kibaroğlu Hurşit,Kırıkoğlu Tahir,Keleşoğlu İbrahim,Alioğlu Tufan Tefik ilk fındık fidelerini ekmişlerdir.Bunların getirdiği fındık dallarından sopa ile dövülürmüş dalları çok büyükmüş,daha sonra Mehmet Arif kaliteli fındık fidelerini götürür,millete bunları tercih eder millet bu fındık fidelerini dikerler.1922 yılında 4000 fidan mevcuttu fındık sevkiyatı artınca millet fındık ekmeye başlar,fındık bahçelerde elle toplanır,çeşitli evrelerden geçtikten sonra yere sofralar kurulur altına büyük bezler serilirdi, sofra etrafına toplanan kişiler fındığı kırardı,bazıları da fındığı kabuğundan ayıklıyordu çok çetin olan bu sistem yerini 1930 yılında merkezde Kapkirli’de elle çalışan değirmen gücü ile çalışıyordu ve fındık böyle kırılıyordu,Sarı Hafızların Halit Arıkan bu değirmeni kurmuştu ,daha sonra Trabzonlu Abdulrezzak efendi elle kırma fabrikası kurar,daha sonra Küçükömerle’in Ömer Aydın 1932 yılında  şimdiki Özyuvam’ın olduğu yere ahşap bina içinde makaralarla çalışan fındık kırma makinesini kurar,1942 yılında da Diyarbakırlı lakaplı Cemil bey Osmaniye de bir değirmen kurar ama bu değirmen dizel motoru ile çalışmakta idi,yine bu sırada mebus Vahit Yöntem Osmaniye de deniz kenarında modern bir fabrika kurar1946 yılında,1947 yılında da Arabacı köyünde Hocaoğlu Mehmet dizel motoru ile çalışan bir fındık kırma fabrikasını kurar.Edilli köyünden olan Hüseyin Horoz da dizel motorun masrafını azaltmak için Değirmenağzı mevkiinde su gücü ile çalışan fındık kırma fabrikasını kurar,düşük alternör ilavesi ile akü şarj girişimi ile iyi bir fabrika idi ve en son 1954 yılında Orhan derenin denize döküldüğü yerde fiskobirlik adına modern bir fabrika açılır,bu fabrika 2008 yılında tamamen yıkılır bunun yerine Sapak mevkiinde çok modern fabrika açılır üretimine devam etmektedir.İlk fındık yağını Kalfanın Bekir Üstünel yapmıştır,fındık eskiden tımar,çapalama,tırpan yapma,toplama,öküz arabalarla taşıma,sopalarla dövme,elle ayıklama,sık tellerden yapılmış bir aletle incesini kalınını tozunu ayıklama evrelerden geçerdi,ama şimdi toplama,ilaçlama,gübreleme,motorla tırpan yapmak,ayıklamayı patoz makineleri ile yapmak maliyeti yükseltiyor,Fisko’da fındık taban fiyatını da düşük tutunca halk artık fındıkçılık’a iyi bakmıyor.Fındık şubat mart ayında ekilir 2-3 yıl yetişmesi sürüyor,4-4 6-6 ara ile 6-8 fidan 60- ocak kuyular açılarak dikilir.En iyi fındık türleri şunlardır: Çakıldak,Kargalak,Kan,İncekara,Kuş,Tombul,Paloz,Foşa,Kalınkara,Uzunmusa,Mincane,Cavcana,Badem,Yağlı fındık,Kara fındık,( yağlı fındığa benzer kabuğu siyah ve serttir)Sarı fındık (yuvarlak kabuğu ince verimi fazla),Yomra(yuvarlak vermi fazla),Sivri( ince uzun bademe benzer),Dilovası,ve Mehmet Arif fındığı ( yağlı  kabuğu ince verimi fazladır). Deli sava(Fındığın içini iyi doldurmaz)

 

HAYVANCILK

Az sayıda Koyun,Sığır,Tavuk,,Arıcılık yapılmaktadır,her evde hemen hemen sağman inek mevcuttur,süt besiciliği yoktur süt mandıra üretim tesisleri yoktur,köylü kendi süt mamüllerini kendisi yapardı ama maalesef büyükbaş hayvan yetiştiriciliğinde düşüş yaşanmıştır.

ORMANCILIK

Çam,Kayın,Meşe,Kestane,Gürgen,İhlamur,Kavak,Çinar,Defne,Kocayemiş,Muşmula,Ayı üzümleri,Orman gülleri,Yer gülü,Erica ağaçları,Erelti otu,Çoban püskülü diye orman ürünleri var .Eskiden devlet orman arazisini talan edip fındık ekimi yapılmıştır,

 

AVCILIK

Bölgede göçmen kuşlara daha çok raslanmaktadır,Sarıkuş,Çulluk,Bıldıcın,Ördek,Üveyikördek,Kaz,Kuğu,Tarakçın,Karakçun,Sığırcık,Bozbakal,Karabakal bulunur.Son zamanlarda,gerek ilaçlama gerek yanlış avlanma neticesinde çok azalma olmuştur. Ördek,Çulluk avı çok meşhurdur.Çevredeki daimi kuşlar Kestane kargası,Çulluk,Ördek,Üveyik,Sığırcıktır.Tavşan,Çakal,Tilki,Domuz, Ayı,Su samuru,Kunduz,Geyik,Karaca vardı ne yazık ki bunlara da az rastlanmaktadır.Domuz avı devamlı yapılmaktadır.Köydeki devamlı hayvanlar Domuz,Ayı,Kurt,Tilki,Çakal dır.

 

KÜLTÜR

Kalabalık aile yapısına sahip köyde,Hopa Hemşinlilere özgü,hemşince denilen bir dil konuşulur.esasen Ermenicenin bir dialekti olan bu dil,yöreye özgüdür.düğün cemiyetleri tulum ile olan köyde,Hopa Hemşin,üçayak,Artvin temurağa horonları ve çevre Rize Hemşin

köylerinin etkisi ile Rize Hemşin horonu oynanmaktadır.Hemşinliler m.ö ikinci yüzyılda Horasandan gelip İranınHamadan bölgesinde 400 yıl kalmışlardır,daha sonra Kars, Arpaçay ilçesinin doğusuna buradan da 623 yılında İran Bizans savaşında Çoruh nehrini aşıp bu günkü yerlerine yerleşmişlerdir Arsaklı ve Saka Türklerinin bir boyudur. Birçok savaşa sahne olan Ermenistan’da,Kafkasya daki Arapların baskılarına dayanamayınca Ermeniler isyan edip,batıya göç etmeye başlarlar 789-790 yıllarında 12 bin Ermeni Hemşin topraklarına girdi ve bugünkü Hemşin’in bulunduğu yere bir kent kurdular buraya da  kendi isimleri olan Hamanaşen adını verdiler bu ad zamanla Hemşin’e dönüştü. Hemşinlilerde diğer eski kavimler gibi 16. yüzyıldan itibaren Müslümanlığı kabul etmişlerdir,Lazlarda deniz kenarında yerleşirken  Hemşinliler içeriye doğru dağlık bölgeye yerleşmeyi tercih etmişlerdir.Hemşinliler Cumhuriyet ilk yıllarında batı bölgelerine göç etmeye başlarlar göçler Düzce,

Adapazarı,İzmit,Bursa’ya yerleşmişlerdir,.Hemşinliler eskiden Oğuz Türkçesi konuşurken daha sonra bu bölgeye gelen çok sayıda Ermenilerle birlikte yaşamaya başladıktan sonra Ermeni dil kültürünün etkisinde kalmıştır.Halk arasında bu dil Hemşince olarak bilinmektedir

Hemşinliler M.Ö. ikinci yüzyılda Horasandan gelip İran’ın Hamadan Bölgesinde dört yüz yıl kalmışlardır. Daha sonra Kars’ın Arpaçay İlçesinin doğusuna, buradan da 623 yılında İran- Bizans Savaşı sırasında Çoruh nehrini aşıp bu günkü yerlerine yerleşmişlerdir. Arsaklı ve Saka  Türklerinin bir boyudur.Bir çok savaşa sahne olan Ermenistan’da ve Kafkasya’da ki Arapların baskılarına dayanamayan Ermeniler isyan edip batıya göç etmeye başladılar. 789-790 yılları arasında 12 bin Ermeni Hemşin topraklarına girdi ve bu günkü Hemşin’in bulunduğu yerde bir kent kurdular. Buraya kendi isimleri olan HAMANAŞEN adını verdiler. Bu ad zamanla Hemşin’e dönüştü. Hemşinliler de diğer eski kavimler gibi 16. Yüzyıldan itibaren Müslümanlığı kabul ettiler. Lazlar deniz kenarlarına yerleşirken, Hemşinliler sahilden uzak, dağlık bölgeleri tercih ettiler. Hemşinliler, Cumhuriyetin ilk yıllarınsa batı bölgelerine göç etmeye başladılar. Göçler daha ziyade Karasu, Kocaeli ilçeleri ,ile Düzce ili ve Akçakoca’ya olmuştur. Ayrıca İstanbul ve Bursa illerinde de toplanmışlardır. Hemşinliler eskiden Oğuz Türkçe’si ile konuşurken, daha sonra bu bölgeye gelen çok sayıda  Ermenilerle birlikte yaşamaya başladıktan sonra Ermeni dil kültürünün etkisinde kalmıştır. Halk arasında,bu,dil,Hemşince,olarak,bilinmektedir Evlenecek olan erkeğin ailesi kız araştırır, uygun kız bulununca oğlanın fikri alınır. Oğlan uygun görürse kız ailesinden kız istenir. Bu arada kızın fikrine de başvurulur. Büyük bir tepki göstermezse bu iş olur. Hatta erkek tarafı daha önceden kızın tutumunu bir yoklar. eğer bu işe sert tepki gösterirse,o,kız,istemekten,vazgeçilir. Kız kaçırma olayı genellikle olmaz. Kızın oğlanın peşine gitmesine "Uyma" denir. Uyma türü kızın peşe gitmesi olaylarına zaman zaman rastlanılır. Bu olaydan sonra aileler karşılıklı yumuşatılır ve aralarında uzlaşma sağlanmaya çalışılır. Kız istemeye oğlanın babası, yoksa ağabeyi, veya amcası, kadınlardan büyükanne, veya anne veya akrabadan bir aile büyüğü gider.

 

Nişan :Söz kesildikten sonra taraflar; takıları, başlık parasını konuşup kararlaştırır. Nişan günü belirlenir. Nişanda içinde yüzük, bilezik, kolye, saat, puşi, takım elbiselik kumaş bulunan bir bohça hazırlanır. Oğlan tarafının hazırladığı bu bohça nişan akşamı kız tarafına bırakılır. Nişan hediyeleri teşhir edilmez ve kullanılmaz. Nişan bozulursa iade edilir. Nişan akşamı oğlan tarafından 3-5 erkekle 3-5 kadın kız evine gider. O akşam genellikle şerbet içilir ve konuşulan takılar formalite olarak dile getirilir.

DÜĞÜN
üğün Pazartesi veya Perşembe günü yapılır. Yalnız düğünün başlangıç  günü Pazartesi veya cuma günüdür. Ağırlıklı düğün kına gecesi ile düğün günüdür.

Kına Gecesi
:Erkek evinde eğlence olmaz. Erkek tarafından kızlar ve oğlanlar yanlarında kına ile kız evine giderler. Kız evinde kına yakılır. Evin hayatında kızlar horon oynar. aileye çok yakın oğlanlar horana girebilir. Erkekler horon oynamaz.

Düğün Günü :Kız ve erkek tarafı yakınlarını ayrı ayrı düğüne davet eder. kız tarafının davetlileri kız evinde toplanır ve erkek tarafından gelecek olanlar beklenir. Erkek tarafından gelen davetliler eve yaklaştıklarında evin kapısı kilitlenir. Bunu kız tarafından her hangi birisi yapar. Bu kapının açılması için erkek tarafından bahşiş alınır. Damat kız almaya gelmez. Gelinin odasından almaya kayınpeder gelir. Yengeye ve geline bahşiş verir ve gelinin yüzünü açar. Gelinin kardeşi  gelini kapıya kadar çıkarır ve erkek tarafına teslim eder. Erkek tarafı, en önde gelin, kız evini terk eder. Kız tarafı kızla beraber, arkadan oğlan evine doğru gelir. Oğlan evine yaklaştıkça kız tarafı naz yapmaya başlar. at ister, araba ister, halı ister, geniş yol ister, yolu süpürttürür. Bin türlü  zorluk çıkarttırır. Kız tarafı hizmetkar ister. Maksat damadı görmektir. Düğün amiri hizmetkar yok, efendi var der. Nihayet damat görünür. Elinde bozuk paralar vardır. Bunları gelinin başına atar. Bu paralar bereketli  sayılır ve bunlarla kese dibi yapılır. Damat misafirlere hoş geldiniz der ve daha sonra yengesi ile eve çekilir. Gelin yengesi ile birlikte gelin odasına yerleşir. Kayınpeder yengenin getirdiği kete valizini, keteyi getirenden ücret karşılığı alır ve yengeye teslim eder.Evin müsait bir yerinde horon başlar. Erkekler oynar, kızlar oturur. Kızlar bu arada hem horonu hem gelini  seyreder. Horon saatlerce sürer. İkindi ile akşam arası önce kız tarafına sonra erkek tarafına yemek verilir. Yemekten sonra bir kısım davetli  dağılır. O gece sabaha kadar oyun oynanır. Erkekler evde kızlar hayatta oyun oynarlar. İki saatte bir şerbet veya yemiş ikram edilir. Sabah olunca erkek ve kız tarafının misafirleri dağılır. Yenge enişte ile beraber gelini alır kızın evine gelirler. Kızın evinde öğle yemeği verilir. Yemekten sonra kızın bir yakını, gelin ve enişte erkek evine dönerler. Yenge ve yakınları gelini bırakır ve gerdeğe girilir.

Gelin Kıyafetleri :Gelinlik ve çarşaf giyilmez ve gelin at üzerinde getirilmezdi. Gelin kadife foga giyer, başına İran şalı atardı. Gelin önden büzgülü, sırmalı, ipek bir elbise de giyerdi. ayaklarına ya ayakkabı ya da hasır çarık giyerdi. Düğün günü ya ayakta durur veya sandık üzerine oturtulurdu.


Kaynak :Rize Kültür Derlemeleri, Rize Halk Eğitim Müdürlüğü Yayınları, 1996

 

Hemşin'de Gelenekler :Hemşin'de yörenin gizemli yaşantısına bağlı olarak çok ilginç gelenekler ve görenekler vardır. Bunlardan bir bölümü günümüzde geçerliliğini yitirirken, bir bölümü de devam etmektedir.

 

YENİYIL : Her yeniyıl her yerde olduğu gibi Hemşinli içinde yeni bir umuttur. Rumi takvime göre yeni yıl sabahı kimsenin evine gelişi güzel gidilmez. Çünkü o kişi uğurlu veya uğursuz sayılabilir. Yalnız, davet edilen küçük bir erkek çocuk davet edilen eve gider. Ona hediyeler verilir ve uğurlu sayılır. Hemşinli yeni yıl akşamında başlamak üzere sabahleyin eve gelecek çocuklar için çeşitli mevsimlik yiyecekler hazırlar. Çocuklar gittikleri evde dileklerini dile getiren maniler söylerler."Yeni yıl geceleri Devleti bacaları Bana bir şey vermeyenin Tez gelmez kocaları"Ahırında öküzü olan bazı aileler, uğur getireceği inancıyla evinin sağ kapısında içeriye alırlar.Yeni yıl akşamlan genç kızlar için ayın bir önem taşır. Bu akşam yörede tuzlu pelit, yedi evden gizlice alınan mısır unundan yapılan ve içine sadece o akşam için çok tuz katılan bir tür pasta, denilen peliti yerler rüyalarında kimin kapısından su içerlerse o eve gelin gideceklerine inanırlar. Bu gelenek yeni yıl dışındaki akşamlarda da yapılmakta ve bu gelenek ve inanış hâlâ devam etmektedir.

 

KIZ İSTEME :Kız istemeye giderken, isteyecek kişilerden sözcü olan çorabının birini ters, veya başka çorap giyer. Kız verilince üç veya yedi tüfek veya tabanca atışı yapılır.Başlık parası düğün zamanı ve nelerin isteneceği kararlaştırılır. Günümüzde başlık parası ve görücü usulüyle evlenmek tamamen kalkmıştır.

DÜĞÜNLER :Günümüzde Hemsin düğünü geçmişteki geleneksel özelliğini büyük ölçüde yitirmiştir. Eski düğünlerin anıları günümüzde yaşlı insanlar tarafından büyük bir özlemle anlatılmaktadır. O dönemin son bölümlerini yaşayan orta yaş Hemşinliler, bu düğünlerin özlemi içindedirler. Hemsin düğünleri büyük ölçüde eski geleneklerinden kopuk salonlara taşınmış, düğünler sırasında uyum azalmıştır. Eski düğün törenleri az da olsa varlığını korumakta, Hemşinli tulum ve horondan vazgeçmemektedir. Yöremizde düğünler kız evinde yapılan kına gecesiyle başlar.Düğünler genellikle güz aylarında yapılır. Taraflar yakınlarını komşularını dostlarını davet ederler. Düğün günü yolun uzaklığına göre, yola çıkılır. Yolda tulum ve onun eşliğinde karşılıklı türküler söylenir. Gelinin düğün günü giyeceği eşyalar bir bavula konur ve taşıması için bir genç görevlendirilir. Kız evine gelindiğinde evin giriş kapısı kız tarafınca görevlendirilen bir veya birkaç kişi tarafından kilitlenir. Bu kişi genellikle kız tarafının yemeklerini yapan aşçıdır. Erkek tarafı da, kendi aralarında daha önce seçmiş oldukları bir sözcü aracılığı ile kapının niçin kapatıldığını araştırmaya koyulur ve kapının açılması için o anda gerekli olan bazı sözler söyler. Bu sözler "Acaba biz yanlış yere mi geldik? Bizi kimse karşılamıyor, oysa biz bu aileyi çok konuk sever bilirdik" ve benzeri sözlerdir. Kız tarafının sözcüsü ise hemen karşılık verir. "Hayır doğru geldiniz, ama bu kapı kolay açılmaz. Onu açmak sizin elinizde dir" diyerek karşılık verir. (Bu sözler kalıplaşmış değildir. Sözcü kişilerin yeteneğine göre söylenen nükteli sözlerdir, bu sözlerle söz savaşı yapılır. Bu savaşta kırıcılık yoktur. Amaç düğüne neşe katmak, çevredekiler! güldürmektir.) Erkek tarafı bir miktar parayı kapının aralığında içeriye atar. Paranı miktarı üzerinde tartışma olabilir. Ama genillikle kabul edilir ve kapı açılır. (Bu para aşçınındır) Gelenler en iyi şekilde karşılanır ve hemen bir horon oynanır. Horon oynanırken özellikle ev için bir atma türkü söylenir. Örneğin:

Bu yapı iyi yapı,
Otuz iki direkli
Bu yapıyı yaptıran
Yüreklidir, yürekli.

Dizeleri ile kız tarafı onurlandırmaya çalışılır. Sonra yemekler yenir. Artık gelini alma ve geri dönme hazırlıkları başlar. Erkek tarafının getirdiği giysi bavulu kız tarafına ödül karşılığı teslim edilir. Gelin bu giysilerle görevliler tarafından donatılır. Gelini giydiği giysiler, Hemşin'e özgü giysilerdir. Yalnız gelinin başına duvak yerine ipek şal atılır. Donatanlara hediyeler verildikten sonra belki de, düğünün en özel bölümüne geçilir. Artık gelin baba evinden dışarı çıkacaktır. Gelin yakın bir akrabası tarafından (genellikle kardeşi amcası ve dayısı) evin çıkış kapısına eşiğe kadar getirilir. Erkek tarafına teslim etmeden önce gelinle ilgili övgülü sözler sıralanır. Son söz olarak ta, bugüne kadar tüm sorumluluklarını taşıdıklarını, bundan sonra ise tüm sorumluluğun erkek tarafına ait olacağını belirtirler.Kayınpeder gelme kapı başı yüzüğü denen kıymetli yüzüğü takar. Bu sırada tulum, gelin çıkarma havası denilen hüzünlü bir ezgi çalar bu çalgıyla yola çıkı ir. (yol uzaksa, genillikle at sırtında götürülür) Düğün alayı erkek evine yaklaştıkça durur. Kendine bir çeki düzen verir, evin yakın görünür bir yerinde kız tarafı durur, erkek tarafı evin yanına geçer. Böylece yola çıkan iki gurup ayrılır ve sözcüler arasında magarlık (Sözlü atışma şeklinde çeşitli isteklerin yerine getirilmesinin istenmesi) kız tarafı yollara hali serilmesini ister, erkek tarafı ise bu isteğe kötü bir kilim getirerek karşılık verir. Daha sonra başka isteklerde de bulunurlar. Bu istekler erkek tarafından aynı nükteli söz ve davranışlarla sürdürülerek karşılanır. Gelinin eve alınma törenine geçilir. Kız tarafı kendilerini karşılayacak bir beyefendinin gelmesini isterler. (Bununla damat kast edilmektedir.) Damat ve yenge (Hemsin yöresinde düğünlerde gerek damada gerek geline düğün boyunca eşlik eden, onun nasıl dayanmasını söyleyen, kısaca sözcülüğünü yapana yenge denir. Gelinin yengesi evli bir kadındır. Damadın yengesi ise evli bir erkektir). Kapının eşiğine kadar gelirler. Yenge ve damadın eşiğe gelmesinden az önce kız tarafından iki kişi eve girmişler ve ocakta asılan zinciri tutup hatta zincirden asılarak, selim sayarlar, mani söylerler. Aşçının kazanı uçtur, iki dolu biri boştur, uzak yoldan geliyoruz, birazda karnımız açtır diyerek aşçının durumunu sormaktadırlar düğün sahibinden hediye isterler hediyeler genelikle Hemsin usûlü örme çorap ve yöreye özgü kede den oluşur. Eşik üzerine gelen damat genellikle hemen karşısında duran ve başında şemsiyesi olan geline ve beraberindekilere:Çiçeğinizle beraber hoş geldiniz.Diyerek avucunun içinde hazır bulunan madeni para ve pastaları gelinin üzerine atar. (yörede bu olaya pasta para atma denir. Pasta buradaki anlamıyla susamdır. Yani madeni para ile susam karıştırılarak atılır) Gelinin tarafında bulunan özellikle çocuklar bu bozuk paraları kapmaya çalışırlar. Çünkü bu bozuk paralar uğurlu sayılırdı. Kese dibi yapılır. Gelin içeriye odasına çıkarılır. Kaynata yüz açımını yapar, geline ve yengeye hediyesini verir. Bazı kaynatalar, o günün coşkusuyla yüz açımı sırasında bizi dörtlükler söyler, işte böyle bir yüz acımı sırasında, yetmiş kuruşluk hediyesini gelin ile yenge arasında paylaştırmak isteyen bir kaynata, şöyle söyler;

İhtiyarlık kötü şey
Ağarttı Sakalımı saçımı
Diş kalmadı çeneye
Otuz geline verin
ister sadaka sayın
Kırkını da yengeye,
isterse yüz açımı.

Böylece isteğini belirtmiştir. Bu sırada gelinin kucağına küçük bir erkek çocuğu oturtulur. Bundaki amaç, gelinin erkek çocuk doğurmasının dolaylı yönden istenmesi ve böyle bir dilekte bulunulmasıdır. Bundan sonra hediye vermek isteyenler hediyelerini veririler. (Verilen hediyelere karşılık, gelin de daha sonra hediye verenlere el örmesi birer çorap hediye eder) Hediye verme işlemi bittikten sonra, yemeklerde de yine karşılıklı bazı isteklerde bulunulur. Bunlar yerine getirilir. Yemekler bitince grup grup horon oynanır. Horona özellikle kaynana, kaynata, gelin ve damat oyuncuların coşkun istekleriyle hatta türkü ile çağırılır. Horon sırasında geline ve damada türküler atılır bu türküler genillikle gelini ve damadı övücü biçimdedir. Örneğin:

Enişte boyun uzun
Değiyor saçaklara
Baldızın kurban olsun
Bastığın topraklara

Daha sonra düğün gecesinin geç vakitlerinde enişte sofrası denen başka bir magarlığa geçilir. Bu arada orta oyununa benzeyen ihtiyar kocakafı oyunu dramatize edilir.Düğün sabaha kadar sürer Ertesi gün düğüncüler dağılır. Her iki tarafın çok yakın akrabaları kalır. O gün damat, gelin, gengeler ve yakın akrabalar kız evine gider. (Bu olaya tarçı geri denir) Kız evinde, gelin duruma göre birkaç gün kalır. Sonra tekrar damat evine gelir, törenler bu şekilde sona erer. Günümüzde Hemsin düğünleri eski özelliklerini kaybederek, farklılaşmışlar; genellikle yurdumuzdaki klasik törenlere dönüşmüşlerdir.

ENİŞTE SOFRASI .Düğünlerde en önemli bölümdür. Horon kesilir. Herkes geniş bir hayatta (salon) toplanır orta yerde bir sofra kurulur. Kız tarafından temsilciler ve sözcü, erkek tarafından da eniştenin yengesi ile bir grup katılır. Kız tarafının sözcüsü, çeşitli yiyeceklerle sofrayı donattırır. Bunun yanında sembolik olarak yapılabilecek veya bulunabilecek isteklerde bulunur. Bunlardaki amaç düğünü neşe katmaktır. Örneğin içki istenir, buna karşı şişeye zeytin yağı ile su doldurularak gönderilir. Koç istenir, bir kişi sırtına post bağlar, başına koç boynuzu, boyun una çınlak bağlayarak gelir ve safrayı yıkmaya çalışır, iki kişi tutar ve sonra gelinin yengesi kede verir ve koç gider. Bundan sonra ihtiyar ve kocakarıyı temsil eden ve onlar gibi giyinen kişiler nükteli yanıtlar verirler. Bu sözler gelin ile damat’a öğüt, çevreye ise neşe verir, ihtiyar ve kocakarı ayrılırken çevreden onlara iğne batırılır.Daha sonra enişte ve yengesi gelir. Gelin ve yengesi de sofrayı görebilecek yerdedir. Enişte hiç konuşmaz çevreden kendisine çeşitli laflar atılır. Fakat yanıt vermez. Onun yerine yengesi konuşur. Bu arada gelin ve enişte arasında gizli bakışmalar da olur. Eniştenin yengesi sorular sorulurken hem onlara yanıt verir, hem de üç tane küçük lokma hazırlar. Sonunda bu lokmanın enişte tarafından yenmesini sağlar. Enişte üçüncü lokmayı yerken hazırladığı paraları (özellikle madeni para) sofraya bırakarak hızla oradan ayrılır. Eniştenin konuşmaması onun kibarlığını ve ağırlığını gösterir.

HORONDA BAHŞİŞ :Horon oynarken tulumcu değişik bir ezgiyle horonculara yaklaşır. Bunun anlamı bahşişi istemektir. Ezgi kime yönelik ise o kişi bahşişi verir. Bu horonlardan bir gelenektir. Eğer horon bir düğünde oynanıyorsa eniştenin kaynatanın, gelinin ve kaynananın horona girmesi gerekir. Horon sırasında geline, enişteye ve yakınlarına türkü atılması güzel bir gelenektir. Bu atma türküler çoğunlukla enişte üzerinde yoğunlaşır.

Kaynak: Rize Valiliği Resmi Sitesi

 

Kavran'da Vartivor :Kavran, halk diliyle (Kavron) Doğu Karadeniz Bölgesi'nde Kaçkar Dağları'nın eteğinde şirin bir yaylamızdır. Rize'nin Çamlıhemşin ilçesinden, Ayder yolu üzerinde araba ile ulaşım sağlanan Kavran, geçmişte sadece yaylayken günümüzde hem yayla, hem de tatil beldesi görünümündedir. Doğu Karadeniz insanı hem rutubetli sıcaktan korunmak, hem de hayvanlarını geniş  yayla mezralarında otlatmak için; ormanların seyrekleştiği yükseklikteki dağlar arasındaki yaylalara çıkarlar. Yayla evleri genellikle yaşlı, tecrübeli, katık (yağ, peynir, minci vb.) yapmasını iyi bilen ebe ile hayvanlara çobanlık yapabilecek on-onbeş yaşlarında kız ya da erkek çocuktan oluşan iki kişilik evlerdir. Köylerdeki yerleşim dağınık olmasına karşın, yayla evleri birbirine çok yakındır.
Doğu Karadeniz Bölgesi'nde yaz aylarına rastlayan çeşitli yayla şenlikleri geçmişten günümüze halen sürdürülmektedir. Bu şenlikler 'Çürük Ortası', 'Yayla Ortası', 'Okçular', 'Vartivor' gibi adlarla yayla süresinin belli dönemini yansıtmaktadır. Genellikle de yaylaların en kalabalık olduğu, ot biçme işleminin bitimine ya da köydeki son işlerin bitirilip yaylada toplanma tarihine rastlar. Rize'nin Çamlıhemşin ilçesi Ayder yaylalarından biri olan Kavran'da Vartivor, günümüzde de geçmişte olduğu gibi aynı görkem ve ihtişamla kutlanmaktadır.Vartivor,  yayla halkının yaptığı bir şenlik olup, Temmuz ayının 15'inde başlayıp 25'ine kadar devam eder. Şenlikte delikanlılar, kızlar horon oynar, birbirlerine mani söylerler. Vartivor gül bayramı, ot bayramı anlamına gelmektedir. Vartivor eskiden temmuz sonları, ağustos başlarında Ergenekon dolaylarında dağlarda yapılıyordu. Şimdi aynı görkemiyle, aynı tarihlerde Hemşin yaylalarında yapılmaktadır.
Yayla halkı, kuşaktan kuşağa taşıyarak günümüze aktardığı Vartivor'u şöyle anlatmaktadır: 'Hayvanlarımız otlasın, katığımız bol olsun diye yaylaya çıkarız. Yaylada her evde bir katık yapan, bir de sığırları otlatmak için çoban olur. Yazın köydeki işler ağustos başlarında biter. İşlet bitince köylü toplanır. Vartevor yapmak için yaylaya gelir. Köyden yaylaya gelenlere 'Vartevorcu' denir. Vartevorcularla yaylacılar yaylada eğlenirler, çalışmanın yorgunluğunu üzerlerinden atarlar, gece sabahlara kadar tulumla horon oynar içki içip tabanca atarlar'. Vartevora giden köylüler en güzel giysileri giyerek sabahın erken saatlerinde yola çıkarlar. Tulum çalıp, atma türkü söyleyerek, horon oynayarak, yaylanın yolunu tutarlar.Yaylacılar köyden gelen vartivorcuları büyük bir heyecan ve sevinçle karşılarlar. Vanrtivorcu yaylaya tulum eşliğinde büyük bir coşkuyla girer. Bu coşku yaylada on beş gün sürer. Vartivorcusu gelmeyen yaylacının, vartivoru hüzünlü geçer. Köyden vartivorcusu kalabalık gelen yaylacı gururlanır başı dik gezer. 'Eskiden işler bitince köylüler, sabah namazıyla yola çıkardı. Türkü söyleyerek, tulum çalarak, Vice (Çamlıhemşin ilçesi) dibine gelirdik. Orda mola verir, yemek yer, tekrar yola koyulurduk. Ayder'de bir gece boş ambarlarda yatardık, sabaha kadar tulum çalar, horon oynardık. Oradan tekrar hep birlikte yola koyulur, öğleye doğru tüfek ata ata yaylaya girerdik. Yaylanın düzünde hemen horonu kurardık. Gece sabahlara kadar lamba, lüküs ateşiyle horon oynardık. On-onbeş gün böyle devam ederdi. Genç kızlar, delikanlılar en güzel elbiselerini giyerek vartevora gelirler. Sevdalıklar da vartevorda başlar, orda büyürdü. Genç kızlar, delikanlılar sevdalarını atma türkülerle yine dile getirirlerdi'.
Vartivor, halk arasında 'Yayla Ortası' olarak da bilinen yörenin en önemli şenliklerindendir. Kutlamaların dinsel bir yönü olduğuna dair bir belgeye rastlanmamıştır. Ancak 'Hemşinliler Hıristiyan adetlerini muhafaza edip, Vartevor Yortusu Günü hepsi de kiliseye gider' ifadesi kullanılmaktadır. Vartivor zaman olarak yayla döneminin tam ortasında rast gelmektedir. Bu dönem köylerde işlerin azaldığı, sıcaklık ve nem oranının arttığı, Ağustos ayının ilk on beş gününü kapsamaktadır. Yörede yaşlıların kullandığı 'Köy Hesabı' ya da 'Ay Takvimi' Hicri gün hesabıyla 20-22 Temmuz'da başlamakta, on beş gün sürmektedir. Şenlikler ciddi  bir organizasyon çerçevesinde kutlanmakta, kutlamaların düzenli yapılması için Başkan ve Kutlama Komitesi oluşturulmaktadır. Şenliğin başlamasından bitimine kadar her aşamasından, Başkan ve Şenlik Komitesi sorumludur. Şenliğin maddi giderlerini yayla halkı karşılamakta, herkes gücüne göre katkı sağlamaktadır, zorlama yoktur. Vartivorda türkü söyleyip horon oynamanın yanı sıra, yaylanın belli yerlerine (Mezovit, Ovidin Düzü) gezintiler düzenlenmektedir. Bu gezilerde yemek yenilip, içki içilmekte genç kızlar ve erkekler yakan top oynamakta, delikanlılar balığa gitmektedirler. Şenliklerin en önemli kısmını horon oynamak için toplanan gruplar oluşturmakta, kızlar ve erkekler ayrı ayrı ya da birlikte oynamaktadırlar. Horonlar yayla halkının yaptığı çardaklarda veya büyük düzlüklerde oynanmakta, horon en önemli kısmını horon esnasında atılan silahlar oluşturmaktadır. Vartivorda 'Hoşmeli' ve 'lokum' gibi özel yiyecekler yapılmakta, yayla nüfusu,iki,üç,misli,artmaktadır.

SONUÇ
Vartivor geçmişte olduğu gibi günümüzde de halkın toplumsal ve psikolojik birçok gereksinimine yanıt vermektedir. Bir kültürel olgu toplumda işlevsel olduğu sürece varlığını gösterir ve kuşaktan kuşağa aktarılır. Vartivor yıl boyunca durmadan dinlenmeden çalışan yöre halkının; buluşma, kaynaşma yeridir.  Sadece köyde yaşayanlar değil, büyük kentlere göç eden yöre halkı da vartivora gelmek için büyük bir gayret göstermekte, işlerini vartivora göre ayarlamaktadır. Vartivor yorgunluğun atıldığı, hasretin giderildiği, eğlenme, kaynaşma yeridir. Duygu ve düşünceler en güzel ve çarpıcı olarak türkü yoluyla vartivorda dile getirilir. Sevgililer sevgilerini, kırgınlıklarını, komşular beklentilerini, dargınlar yergilerini, gurbetçiler özlemlerini anlatır türkülerle. Bu nedenle şenlik bir anlamda da iletişim işlevi görüp, bireyi bilinç altına ittiği sıkıntılardan uzaklaştırıp, ruhsal doyuma ulaştırmaktadır. Birbirleriyle karışıp kaynaşan halkın ilişkilerini güçlendirmekte, toplumsal düzeni sağlamlaştırmaktadır. Vartivor şenliklerinin yukarıda anlatılan işlevlerden dolayı, biçimde değişime uğrasa da içerikte amacını koruyarak, kuşaktan kuşağa aynı görkem ve ihtişamla  kutlanacak, Kavran Yaylası daha uzun yıllar şenliklere ev sahipliği yapacaktır.

Kaynakça: Bu bölüm hazırlanırken Tarım ve Köy Dergisi'nin 127. sayısında yayınlanan Ziraat Yük. Müh. Oğuz Tuna'nın yazısından da faydalanılmıştır.

 

Mahalli Tabirler

 

Afkurmak: Birinin hoşa gitmeyen sözler söylemesi karşı taraf açısından bu tabirle ifade edilir.

Aha ki duydum: Şimdiye kadar duymamıştım ilk defa duydum.

Çehluş olmak: Bir şeyin ayak altında kalıp iyice ezilmesi, yamyassı olması.

Çemur etmek: (Cemu etmek) Mısır ekmeğini erimiş yağın içersine doğrayıp ezmek.

Çepuş olmak: Yanık veya başka nedenlerle deride içi su dolu kabarcıklar meydana gelmek.

Çernaduş olmak: (Ceğnaduş olmak) Ayak altında kalıp çiğnenmek.

Değmiş: Olgunlaşmış

Dibinden aşağı gitmek: Cehennemi  boylamak

Eğreltiye halat atmak: Olmayacak işlere kalkmak.

Ese vas pa!: Aniden ortaya çıkan durumlarda "Şimdi ne olacak?" anlamında hayret ve şaşkınlık ifade eden bir tabirdir.

Evoy ana!: "Bu da neyin nesiydi?" anlamında üzüntü ile karışık bir hayret için kullanılır.

Hartuma: Kiremit yerine kullanılan tahta parçası

He mi?: Öyle mi? Yapılan bir açıklamanın arkasından onun doğruluğunu teyid etmek amacıyla soru edatı olarak kullanılır.

Hoh etmek: Balgam tükürmak.

Gogiç tutmak: Şiddetli öksürüğe yakalanmak.

Ğarğesim olmak: Bitkin düşmek, iyice yorulmak.

Ğoğol olmak: Karma karışık olmak, iyice birbirine karışmak. Mecazi manada; bir işin içinden çıkılmaz bir hal alması.

Ka!: Kadına yönelik söze başlamadan önce dikkat çekmek için kullanılır. Ancak bu hitap daha çok kişinin kendi emsali veya kendisinden daha küçük olanlar için kullanılır.

Ka ne der?: O kadın ne diyor? anlamında olan bu tabir daha çok bir kadın tarafından söylenmiş olup iyice anlaşılmayan bir sözün karşısında duyulan hayret ve şaşkınlığı ifade için kullanılır. Kendinden büyük olan kadınlara yönelik kullanılmaz. Mesela bir kızın annesine veya bir gelinin kayınvalidesine "Ka" diye hitabı hoş karşılanmaz ve saygısızlık ifade eder. 

Ken etmek: Kin duymak. İntikam almak için bir fırsatını kollamak.

Kuli baş olmak:Takla atmak. Ev, bina gibi şeyler için yıkılmak.

Kuru teli kalmamak: Sırılsıklam ıslanmak

Maladeç: Aferin sana, nazar değmesin

Memecuş etmek: Parmak uçlarının soğuktan donup sızlaması.

Odi kopmak: ani bir durum karşısında çok korkmak.

Okçuş etmek: Boğazına bir şey takılıp kusacak gibi olmak.

Ola veya Oro!: Erkeğe yönelik söze başlamadan önce dikkat çekmek için kullanılır. emsal ve küçüklere karşı kullanılır.

Pecuş etmek: Sinekten rahatsız olan sığırların delicesine hoplayı zıplamaları, kuyruklarını havaya dikip koşmaları.

Perenktüş etmek: Hapşırmak.

Portopuş etmek: Canlı bir şeyi iyice hırpalamak, onu yara bere içersinde bırakmak.

Sermeser olmak: Aniden yere düşüp boylu boyunca uzanmak.

Socuşlamak: Ağacı yontmak. Sırığın ucunu sivriltmek.

Taca etmek: Odunu üst üste yığmak. Mecazi  manada bir şeyi üst üste yığıp biriktirmek.

Todik sallamak: Can çekişmek

Velalenmek: Bunamak, akli dengesini kaybetmek.

Ye!: Kendisinden büyük olan kadın ve erkeklere yönelik olarak söze başlamadan önce dikkat çekmek için kullanılır.

Yessirun Oleyim: Kulun, kölen olayım. Daha çok bir sevgi ya da yalvarma ifadesi olarak kullanılır.

Zükem olmak: Nezleye yakalanmak, grip olmak.

 

 

 

 

 

AKÇAKOCADA

 

Kız ve Erkeğin Tanışması :Akçakoca’da mısır bitkisinin fazla ekildiği, fındığı kozalarından ayırma makinelerinin daha ortaya çıkmadığı dönemlerde mısır soyma, fındık ayıklama imeceleri yapılırdı. Bu imecelere kız ve erkekler bir arada katılırlardı. Mısır çapalama, fındık toplama işleri de imece şeklinde yapılırdı. Akçakocalı kız ve erkek gençler birbirlerini bu imecelerde, kasabaya inme sırasında, dereye suya giderken, nişan, düğün gibi eğlencelerde tanırdı.Kız ve erkeğin ortaklaşa güvendikleri bir kadını aracı olarak kabul eder ve sevgi nişanelerini birbirlerine bu aracılar ile gönderildi. Bu günde buna benzer olaylara şahit olunmaktadır. Çoğu kez kız erkeğe, kendi işlediği bir mendili, oğlanda kıza gülyağı, şeker, lokum, küpe, yüzük gibi hediyelerde gönderirdi.

Sevdalık Günleri .Akçakoca gençleri arasında sevdalık günleri çok önemliydi. Sevenlerin arkadaşları vardır. Bu arkadaşlar erkek ise, hep seven erkeğin etrafındadır, arkadaşları için pervane olurlar, hep beraber gezerler. Başkaları seven erkekmiş izlenimi yaratırlar. Örneğin; Sevdiği kız salıncağa binerse, önce aşık olan silahını boşaltır. Bunun anlamı: Bu “Seni başkası severse onu öldürürüm” anlamına bir mesajdır. Ardından aşığın arkadaşları silahlarını boşaltırlar. Bunun da anlamı: “Bir arkadaşımızın arkasındayız” demektir Durum herkes tarafından anlaşılır, kimse kimsenin sahasına girmez. Erkek evlenme arzusunu ailesindeki kadınlara açar. Zaman içinde gelişen olaylar oğlanın anası tarafından babasına iletilir. Günler ve gecelerce ne olup olmayacağı, aileler arasında düşünülüp tartışılır. Sonunda kız tarafının kıramayacağı bir elçi bulunur. Elçi baba ve annenin ağzını arar. Olumlu yanıt alınca kızı istemek için girişimlerde bulunur.Toplum kız isteme konusunda çok duyarlıdır. İstenilen bir kızın verilmemesi ya da söz kesiminden sonra dönülmesi erkek tarafından hakaret kabul edilir. Bu tür olaylar genellikle kan davası gibi olaylara sonuçlanır.

Sıra Gözetme :Ablası bekar olan, evlenme çağındaki erkek bu kuralı bozup evlenebilir. Erkek toplunda kadından önce gelir. Erkek kardeşler arasında da sıra gözetilir. Miras taksiminde kızın payı erkeğe göre yok gibidir. (Bu gelenek Lazlarda daha çoktur.)Son zamanlarda Bölgede kızlar arasında sıra gözetme geleneği vardır. Büyük kız varken küçük kız evlenmesi ayıplandığı gibi baba buna kesinlikle karşı koyar herkes hakkını yavaş yavaş  alma yolunu tutmaya başladı.

Başlık Parası :Akçakoca ve köylerinde başlık parası vermek hemen hemen yok gibidir. Yalnız fakir ailelerde kızına çeyiz yapabilmek için bir miktar para ödenir. Başlık parası verme Laz ve Gürcü ailelerde, Rizeli  toplumlarda daha az uygulanır. Abazalarda başlık parası alınmaktadır.

Kız Kaçırma Olayları :Abazalarda düğün çok masraflı olduğu için, özellikle birbirini seven çiftler kaçarlar. Bu danışıklı döğüştür. Kız kaçırılmadan önce nüfus cüzdanı kaçırılır. Kızın yaşı on sekizden küçük ise kız kaçırılınca erkeğin akrabalarından birinin evinde saklanır. Daha sonra aileler arasında anlaşmaya gidilir. Kaçırılan kızın yanında kıza yakınlığı ile bilinen kızın arkadaşı ile kaçırılır. Bu kıza tasavize denir. Kız emin bir ailenin yanına misafir edilir. Düğün yapılıncaya kadar kız o evde kalır. O evde her akşam eğlence yapılır. Bunun adına taşamhara denir. Kız-erkek anlaşarak kaçmışlarsa iki tarafın aileleri bir müddet birbirleriyle görüşmez. Daha sonra aracılar yardımıyla taraflar barıştırılır. Ancak yıllar süren küskünlükler söz konusudur. Kız kaçırmada kızın rızası yoksa olay kan davasına kadar gidebilir.

Kız İsteme Geleneği :Ön hazırlıklar tamam olunca kız babasının sevdiği birisi erkek tarafı ile birlikte kız istemeye gider. Erkek tarafından ağzı laf yapan biri sözü açar“Biz Allah’ın emri, Peygamberin kavli ile kızınız ...............’yı oğlumuz ..............’ya istemeğe geldik” der. Baba da;Allah yazdıysa olur. Amma bir düşünelim. Soracak adamlarımız var onlara soralım” der. Bu biraz naz etmek ve kendi akrabalarına paye çıkarmak için söylenmiş bir sözdür. Bir müddet biçilir. Bu arada istiyorlarsa, el altından erkek tarafını cesaretlendirecek haberler iletilir.Bu dönemde, kız ile erkek karşılaştıklarında kaş göz işaretleri ile birbirlerine cesaret verirler. Kız belli bir süre sonra istenir.

Söz Kesme ve Nişan Olayı :Eskiden erkek askere gitmeden nişanlanırdı. Nişanlık süresi, askerlik, para yokluğu ile ilgili olarak 2-3 hafta ile bir yıl arasında değişir. Yerli halk arasında beşik kertmesi kesinlikle yoktur. Göçmen köylerinde beşik kertmesine rastlandığı söylenmekte ise de tespit edemedim.Kız istemede erkek tarafından hediye olarak getirilen “kutu şekeri” ertesi gün iade edilmez açılırsa, kızı erkeğe verildiğine işarettir.Taraflar tarafından söz kesiminden sonra oğlan tarafından akrabaları kızın evine yüzük, kutu şekeri ile elbiseler, çorap ve terlik alıp giderler. Nişanda yüzükler takılır. Bazı köylerde nişanda erkeğin bulunmadığı, akrabası tarafından kızın parmağına yüzük takıldığı söylenmekte ise yerli köylerde böyle bir gelenek bulunmamaktadır.Bir süre sonra kız tarafı, yüzük, bir kat çamaşır, kaynanaya elbise alıp oğlan evine getirirler.

Çeyiz Geleneği
:Çeyiz olarak sandık, yatak, yorgan, yelek, şalvar, bakırdan mutfak eşyası, elde dokunmuş yer hasırı, hasır seccade, ottan duvar yastığı, kanaviçe işler ve örtüler vardır. Çeyizin miktarı ailenin mali durumu ile ilgilidir. Yerli halkta çeyiz eşyası, Doğu Karadeniz kökenli ailelerde olduğu kadar fazla olmakla beraber, kızlar mirasta erkek kadar hakka sahiptir.

Kına Gecesi :Düğün geleneğinin ilk kademesi kına gecesidir.Kına gecesi Çarşamba günü yapılır. Kına gecesi için erkek tarafı beraberlerinde taraftarları ile birlikte yanlarına kına alıp gelin evine gidilir. Dört kız çarşaf veya büyük bir yazmanın altına gelini alırlar. Bir kız gelinin eline tabaktan kına yakar. Elleri temiz beyaz bezlerle yumrukları bağlanır. Bir taraftan da maniler söylenir. Hem gelin ağlar, hem etrafındakiler.
İzzet ve ikramdan sonra erkek tarafı evlerine gelir. Damadın evi önünde büyük bir ateş yakılır. Kız tarafı tavuk istemeğe gelir. Her evden birer tavuk alınır. Ateş yanınca baklavalar getirilir. İkramlar yapılır. Kız tarafı darıltılmadan uğurlanır.Kına gecesi bayramlık elbiselerini giyen genç kızlar çiftetelli, topal oyunu, orta oyunu gibi oyunlar yaşlı bir kadın denetiminde oynanır
Düğünden bir gün önce gelinin ve yakınlarının eline kına yakılır kına erkek tarafından getirilir kına yakma töreni boyunca maniler söylenir gelin ağlatılır,kına gecesi kızlar çiftetelli ve çeşitli oyunlar oynar.Köy lisanı ile mani ve türküler söylenir.

 

‘’Yukarı köyün çakalları                        Yukarı köyde çakal yok

   Aşağı köyün bakalları                         Aşağı köyde bakal yok

   Damat beyin sakalları                         Güveyin sakalı yok

   Gelin kınan kutlu olsun                       Gelin kınan kutlu olsun

 

   Kına gecen hoş olsun                          Köyümüzden çıkıyorsun

   Evin bereket dolsun                            Bize veda ediyorsun

   Damat bey eşin olsun                         Yeni yuva kuruyorsun

   Gelin yuvan mutlu olsun                    Gelin kınan kutlu olsun’’

   Diye maniler söylenir.

Düğün Günü :Düğün genellikle nişandan en az bir yıl sonra yapılır. Bindallı ve benzer gelenekler yoktur. Eskiden gelin renkli ve temiz ipekli elbise damat ise don pantolon üzerine beyaz gömlek ve işlemeli yelek giyerdi. Güvey fakirse beyaz elbise ödünç alınırdı.Eskiden olduğu gibi gelin kayın baba ve yakın akraba arasına giderdi. Gelin evden çıkarken, kız kardeşlerden biri, yoksa akraba kızlardan biri çeyiz sandığı üzerine oturup sandık haracı isterdi. Ayrıca kapıdan çıkarken erkek kardeş, kapı haracı olarak bir miktar para talep eder.Köylerde, genellikle bir öküz arabası süslenirdi. Üstüne halı ve kilimlerle bir örtü yayılır. Araba çan ve zillerle bezenir, köylüler şık giysilerini giymiş, arabanın önündü, ardında, yanında yürüyerek giderlerdi. İkide birde araba durdurulur:Ala ala hay... diye bağırarak düğün evine varılır. Yolda devamlı halaylar çekilir. Kasap oyunu, Kastamonu zeybeği gibi oyunlar oynanır. Gelin alayı, çeşitli yollardan dolaşarak damat evine varırdı.Gelin alınmadan o köylülere veya mahalleliye pilavlık parası verilir. Gelin arabaya binmeden bolluk ve bereketli olsun diye ya damadın babası veya yakını bozuk paralar içinde şekerler, buğdaylar serper, çocuklarda bunları birbiri üzerine yığışarak kapış kapış toplardı.Köyden çıkıncaya kadar çeşitli yollardan dolaşarak damat evine varılır. Gelin arabadan inmez, bahşiş ister. Bir inek ya da tosun getirilir. Kulağı kesilerek işaret verilir. Kapı önünde kurulan bir masada kız tarafı tatlı, şeker, sigara, mermi gibi isteklerde bulunur. Bu istekler karşılanıncaya kadar gelin bekletilir. Bu durum bazen üç dört saat kadar sürer.Gelin eve girerken eğilip eşiği öper. Bolluk getirmesi düşünülerek mısır, buğday, şeker, bozuk para atılır. Akraba ve komşular başlarında birer tepsi baklava alarak erkek evine giderler. Tepsiler üst üste kümelenir.Erkeklerde evin önünde yakılan ateş etrafında oynarlar. Bu oyunlar kadın kıyafetine girmiş köçekler tarafından oynanır. Eğer aile varlıklı ise dört köçek, dört davul, dört zurna ve dört keman bulunur.Diğer köylerden geleneklerde kafileler halinde düğüne katılırlar. Kimileri koç, kimileri koyun getirir. Meydanda ikramlar yapılır.Yenip içilir. Sonunda köylüler misafirlerini evlerine götürürler.Hoca nikahı yapılır, bu adet yaygındır. Hoca nikahı yapılırken gelinin yanında dadı veya bibi (teyze, hala) denilen kadınlar bulunur.Gürcü köylerinde düğün gecesi, güveyin gerdeğe girmesi yasaktır. O akşam kızın akrabası olan kızlar sabaha kadar beklerler. Düğünün ertesi günü gerdeğe girilir. Düğün genellikle üç gün devam eder. Lazlar ve Hemşinlilerde de benzer gelenekler vardır.Diğer köylerde ise hoca nikahı kıyılır. Sonunda güveyi arkadaşlarının kolunda gelinin odasını getirilir. Arkasından yumruklanarak odaya itilir. Damat odaya girer. Hazır bulunan seccadede iki rekat namaz kılıp duasını yapar ve gelinle tanışmaya gider. Damat bu arada gelini konuşturmaya çalışır. Ona hediyeler verip konuşturur. Konuşturulunca da pencereyi açıp iki el silah atar. Bundan sonra herkes dağılıp gider.Gelinle damat, gidip kayınvalidenin elini öperler. Tekrar odalarına giderler. Orada baklava yerler. Bazense baklava kesmelerinin yarısını yiyip bırakırlar. Ertesi gün bunları evlenmemiş erkek ve kızlar yer. Darısı sizin başınıza gibi bir gelenektir bu. Ertesi gün sabah, köçekler, davetliler düğün evinin önüne gelirler. Oyunlar oynanır. Damat elinde bir tepsi baklava ile herkese birer kesme baklava sunar. Sonra da herkes dağılıp gider. Ev kadınlarla dolar. Duvak günü damat sağdıçla gider. Gelinle sabahtan ikindiye dek oyunlar oynanır, şarkılar söylenir ve derken düğün biter

Duvak :Güvey gecesi sabah gelini eğlendirmek için eğlence düzenlenir. Gelin oynar ve etrafa para atar.Bekar kızlar gelinin duvağından teller koparırlar. Duvaktan sonra erkek ve kız evlerinde yemekli davetler yapılır.

Düğün Davetleri :Bütün akraba ve hısımlar gelin ile damadı davet ederler. Bunlar taşıma davetleridir. Her gidilen eve gelinin yaptığı bir el işi işleme götürülür. Onlarda onlara çeşitli hediyeler verirler.

Doğum Olayı :Genellikle ilk çocuğun erkek olması istenir. Çocuklar genellikle beşikte büyütülür. Çocuğun adı üç gün içinde yaşlı bir erkek veya hoca tarafından üç defa kulağına okunarak konulur. İsimden sonra ezan okunur. Komşular ve akraba loğusaya evvela geçmiş olsun derler sonrada hediyeler getirirler. Doğumun kırkıncı günü çocuk ve loğusa yıkanır. Buna çocuk kırklandı denilir.

Diş Çıkarma :Küçük çocukların diş çıkarmaları aile için ayrı bir sorun olur. Ailenin bireyleri yeni çıkan dişi görmeyi uğur sayarlar. Onun içinde sık sık çocuk güldürülür, ağzına bakılır. Hatta bazıları ekmek kabuğunu gevlettirmek suretiyle dişin çabuk çıkmasının sağlarlar. Bazıları da parmağını rakıya batırarak çocuğun diş etlerini oğalar. Çocuk bundan çok hoşlanır.Dişin çıktığını gören kişi mutlaka diş çıkaran çocuğa ya elbise alır ya entarilik alsınlar diye anne babasına para verir.

Sünnet Olayı :Akçakoca bölgesinde kirvelik olayına rastlanmaz. Eskiden gezginci sünnetçilerin gelmesiyle hiçbir hazırlık yapılmaksızın çocuklar sünnet edilirdi. Günümüzde eğlenceler düzenlemektedir. Sünnetçiye, bazen para almadığı için sabun, havlu gibi şeyler verilirdi.

Dini Bayramlar :Dini bayramların Akçakoca örf ve adetleri içinde çok büyük yeri vardır. Üç aylar girince Recep, Şaban ve Ramazan gelinceye kadar bazı kimseler ramazana alışmak için ayda bir belli oruçlar tutar, kutsal geceler, cumalar yavaş yavaş ayrı bir kalabalık olmaya ve cemaat artmaya başlar.Ramazana hazırlık olmak üzere, makarnalar kesilir, erişteler yapılır. Yufkalar açılır, kuskuslar hazırlanır. Mevsime göre çeşit çeşit reçeller, hoşaflar ve şuruplar hazırlanır.Hele bayram gecesi yeni esvaplar giyilir, Provalar biter. Küçükler giyeceklerini başlarının altına koyar. Ayakkabılarını yatağın içine yerleştirir. Herkes banyosunu yapıp yatar. Küçük erkek çocuklar sabahleyin sabah namazına herkesle birlikte camiye gider. Namazdan sonra vaiz dinlerler. Bayram namazı kılınır. Hoca dikilir, en yaşlı adam hoca ile bayramlaşır, ondan sonraki hoca ile yaşlı bayramlaşır ve yerini alır. Böylece sıralanır. Cemaatin en yaşlısı ile en genci bayramlaşıncaya kadar sürer. Sonra birlikte hoca dua eder.
“Bu bayrama eriştiren Allah’a senalar ve amin” denilip çıkılır. Yolda görülenlerle bayramlaşırlar. Mezarlıklara gidilir. Ölülere dua edilir. Hastalar ziyaret edilir.”
Her köyün ramazanında davulcular bahşiş toplar. Birinin elinde bir sırık, birini elinde bir sepet. Davulcu davulu çala çala her evin önünde maniler söyler. Bahşiş; havlu, mendil, yazma sırığa bağlanır. Baklavalar, el altıda tepsi bulunan sepete konur. Paralarda davulcunun cebine konur.

Bayramlar :Yerli köylerde bayram sözcüğü eğlence anlamına gelir. Bayram olacağı gece, bayramı bilen köydeki misafirler, bayramın olacağı köye yakın eş dost ve akrabalar ile birlikte giderler. O akşam onlara misafir olurlar. Kadın ve kızlar yemekten sonra daha geniş evlerde, erkekler ya kahvede ya da başka bir evde toplanırlar. Erkekler orta oyunları yaparlar. Mutaassıp olmayan yerlerde içkide içilir. Gramofon çalınır ve Cide kemençesi ve tepsi çalarak oyunlar oynanır. Genellikle oyunlar iki kişilik eşler halinde yapılır. En revaçta olan oyunlar topal oyunudur. Bu oyun Akçakoca’ya özgü bir oyundur

Eğlenceler
:Eskiden patoz makineleri yokken, fındık harmanda kurutulur, sabahları tırmıklar vurulur, sonrada altından tanesi alınırdı. Kalan fındıklarda kabuklarından ellenmek suretiyle bulunup ayrılırdı. Köylerde bu işler imece halinde yapılırdı. Kabuk ayırma işi erken bitimi, orası düğün evine döner, oyunlar şarkılar, gülme, eğlence, yeme içme başlardı. Kızlar erkekleri, erkekler kızları burada seçerdi. Çalışkan mı? Tembel mi? Dili tatlı mı? Nobran mı? Şaka kaldırır mı? Yoksa içine kapanıp arpacı kumrusu gibi düşünür mü? Yapıcımı yıkıcı mı? Hepsi burada denenirdi. Bu eğlencelerde maniler söylenirdi. Atmaca tabir edilen karşılıklı mani atmaları da yapılırdı.

KÖYDE

 

FOLKLÖR   :  Neredeyse tüm oyunları kızlı erkekli eşli olarak oynanır.Karadeniz folkloru hakimdir,Köyde kendilerine göre oynanan Hemşin oyunları vardır.Bir bay bir bayan ortaya çıkar mızıka çalınır ve bazı kişiler ellerini vurur ya da tahtalara vurarak oyunlara eşlik ederler.,üçayak ve kemençe ile oynanan oyunlar vardır.Kafkas kültürü daha revaçtır. Bar,Halay Horon,Sallama,Köyün kendine has folklor ekibi yoktur,,Davul,Zurna,Saz,karşılıklı zille oynanan oyunda çalınan zil  oyunu ,Kemençe,Tulum gibi enstrümanlar çalınır Hemşin yerli oyun gurupları sözlüdür,5-6 kişilik 2 gurup oluşturulur el ele tutmuş oyuncular seri ayak hareketleriyle birbirine yaklaşıp uzaklaşırlar,her gurupta bir türkü söyleyen vardır,türkücü karşı guruba türküler deyişler dokundurmaktadır,bu oyunda önemli olan türkü sözleriyle karşıdakini mat etmektedir,bu oyunun adı gelino dur.Rize Hemşin üç ayak oyunu da laz oyunudur,dairede oynanır Hemşin üç ayak oyunudur 2/4 veya4/4 lük ezgiler halinde oynanır Bar,Halay,Horon,Sallama,Hara ve karşılama,üç ayak,Kolbastı,laz kültüründe çok önemlidir Ermenicenin bir dialekti olan bu dil,yöreye özgüdür.düğün cemiyetleri tulum ile olan köyde,Hopa Hemşin,üçayak,Artvin temurağa horonları ve çevre Rize Hemşin köylerinin etkisi ile Rize Hemşin horonu oynanmaktadır.

 

Oyunun Kuruluş Formu

 

(A)

A1 (Sağ ayakla üçleme)

A2 ( Sağ ayak yerinde adım)

 

Oyunun biçimsel formu tıpkı “Topal” oyununda olduğu gibidir.

RİZE- HEMŞİN ÜÇ AYAK OYUNU

 

Laz oyunlarındandır. Dairede oynanan horondur. Hemşin, Rize ve Üçayak Horonları 2/4 lük veya 4/4 lük ezgiler halinde çalınır.

 

RİZE

Oyun kuruluş formu:

İ-                  Adım cümlesi ( Sağ ayakta üçleme)

J-                  Adım cümlesi ( Sağa ve sola yürüyüş)

 

Oyun indeksi:

 

(A)

A1- (Sağ ayakta üçleme)

A2 ( Sağ ayak yerinde adım)

 

(B)

B1- (Sağa yürüme)

B2- (Sol ayak yerinde adım )

B3- (Sola yürüme)

B4- (Sağ ayak yerinde adım)

 

DAVUL  : Davul savaş sırası,sonrası,askere giderken,törenlerde,ramazanlarda,güreş yapılırken çalınır.Davulun eski adı Tavuldur,Çağatay Türkleri tarafından yapılmıştır,bir haber aracıdır

ZURNA: Davul ve zembeleklerle çalınır ağaç maden, boynuzdan yapılır ,7 üstte 5 altta deliği vardır,Avrupa’ya Türkler tarafından götürülmüştür,Oğuz Türkleri Anadolu’ya getirmiştir,kemençe ve davula eşlik eder,4000 yıldan beri devam eden bir enstrümandır.Davul,Kaval,Zurna,göçer enstrümandır,köyde son zamanlarda bunların yerini taverna müziği almıştır org ile çalınan müzik aletidir eski neşe eski düğünler artık tarihe gömülmüştür,evlerde yapılan düğünler artık düğün salonlarına taşmıştır

KEMENÇE  :Klasik ve Karadeniz kemençesi olmak üzere iki türü vardır Akçakoca da Karadeniz kemençesi çalınır,ince uzundur,sol el ile havada tutularak çalınır,kemençenin telleri çeliktendir.Akortları la,re,sol,mi,yahut sol,re,la,mi veya 3 telli için re,la,mi dir,tellerin üzerine basılarak,tek olarak çalınır.Sazın şekli bir takayı andırır,gövde kısmı dut ve ceviz ağaçlarından oyularak yapılır,ses tablası ise 1,5- kalınlığında ladin veya köknar ağacından yapılır,kısa sapı ve çelikten üç teli vardır re-la-mi sesleri akort edilir,bir buçuk oktav çalar.Yayının kılları gevşek olarak takılır ve sol el ile havada veya dize dayanmış olarak tutularak kemençenin 3 teline aynı anda sürülerek çalınır çalınır Kemençe anadoluya oğuz Türklerinden gelmiştir Kemençe ,Özbekistan,Kırgızistan ada Anadoluda ıklık göbekli kemençe olarak çalınır Arapçada Keman Türkçede ç demektir bu iki kelime birleşmesinden Kemaençe doğmuştur ,Kıpçak Türkleri tarafının dan Mısıra götürülmüştür Özbeklerin girjası kemençeye benzer, kıyak kemençe denir.Trabzon dada Gagavuz Türkleri kemençeleri vardır,Trabzonda kemençeye kıyak denir,Türkmenistan,Özbekistan, Kırgızistan Gagavuz Türklerin kemençeleri vardır 2 sesle çalışır 2 telden ses alınır 4-6-7 aralıklıdır.

TULUM: Tulum Karadeniz bölgesinde kullanlıan nefesli halk sazıdır,deri,nav ve ağızlık olmak üzere 3 kısımdan oluşur.Deri,tulum olarak anılır, tulum,koyunveya oğlak derisinin tüyleri temizlendikten sonra ayakları yukardan kesilir,sağ ön ayak ile arka sol ayağın dışında kalan delikler hava kaçırmayacak şekilde sıkıca bağlanır,ön ayağa bir tahta boru,arka ayağada üzeri delikli iki boru tespit edilir.Deri hava ile

Delikli borulardan ses çıkmaya başlar,koltuk altına yerleştirilen tulum zurna analık üzerindeki parmaklar delikleri açıp kapamak suretiyle istenen ezginin çalınmasını sağlar,nav sazın zurna dediğimiz kısımdır,ağızlık ise hava üflenen kısımdır  Tulum Türkçe kelimedir,Çağatay Türkleri icat etmiştir Anadoluya Peçenek Turan Türkleri Karadenize getirmiştir Kıpçaklarda Tuluk,Duluk diye geçer.

KAVAL: Orta asyadan gelmiştir Balasau Türkleri icat etmiştir,Çağatay Turan Türkleri haval derdi Karadenize bunlar getirmiştir ,bir göçebe çalgısıdır Of, Tokat kavalı meşhurdur

 

 

ÇOCUK OYUNLARI

Çelik çomak,binmeli eşek,esir oyunu,körebe,köşe kapmaca,birdirbir,seksek,yakan topu,lunç,domino devirme

KIYAFETLER

KÖYDE

 

Cepken : Aba denilen kalın kumaştan veya kadife kumaştan yapılmaktadır. Çeşitli kumaş parçalarından üzerine süslemeler yapılır. Gelinliğin üstüne giyilir. Yöredeki ismi entaridir. Cepken denilen giysi zengin ailelerin kadın veya kızları tarafından da giyiliyordu. Bugün yaşlı,kadınlar,tarafından,giyilmektedir.
Fermene :
Bu giyime üç etekte denir. Kutni denilen kumaştan dikilir. Çift kattır. Dışı kutni, iç astarı kendilerinin,imal,ettikleri,lemza,denilen,kumaştan,yapılmaktadır. 
Göğüslük:
Günlük kıyafetlerdendir. Kadife, kutni veya benzeri kumaşlardan yapılmaktadır. Boğazdan asılıp,belden,bağlanmak,suretiyle,kullanılmakta,idi. 
Şal kuşağı: Şal denilen iplikten işlenmiş kumaştan yapılmakta idi. Üçgen şeklinde katlanıp, arkadan bele sarılmaktadır. Kendine özgü dizbağı denilen bir kemerle bağlanıp, belden kaymaması sağlanır.


Kaynak: Rize Kültür Derlemeleri, Rize Halk Eğitim Müdürlüğü Yayınları, 1996

AKÇAKOCADA

 

Köyde 25-30 yıl öncesine göre  kıyafette önemli değişmeler olmuştur.Erkekler tamamen şehir kıyafetini benimsemişlerdir. Erkeklerde gündelik kıyafetlerden başka önemli günlerde, törenlerde giyilen ve içine beyaz eşarp bağlanan lacivert takım elbise en beğenilen giyim eşyasıdır. Ancak yaşlı erkeklerden bazıları köy içinde geleneksel kıyafetle ilgili olarak paçaları dar pantolon, üzerine gömlek ve yeleği giymeye devam etmektedirler. Kösele kunduranın yanında lastik ayakkabı, plastik ayakkabı, özellikle çocuklarda  çok görülmektedir. Erkeklerde pijama, şapka, şemsiye kullanılan giyim eşyaları arasındadır. Burada dikkati çeken husus pijamanın yatak kıyafeti olmaktan başka, bazen iş kıyafeti olarak kullanılması suretiyle ikinci bir iş görmüş olmasıdır.Kadın giyimi erkeklere oranla daha az değişmiştir.Eskiden kadınlar evlerde basit tezgahlarda keten ve kendirden giysiler dokurdu. Bugün ise köylüler malzemesi köy dışından sağlanan koyu renkli şalvar ve üzerine bluz giymekte, başlarına lacivert örtü (örtme)  örtmektedirler. Kadın giyiminde dış görünüş bakımından erkeğe nazaran değişme daha azdır. Evde elbisesi ile dolanan bazen başını örtmeyen kadın, sokağa çıkınca elbisesinin üzerine şalvar giymekte ve başını örtmektedir.Genç kadınlar arasında elbise giyenler, başlarını örtmeyenler az da olsa bulunmaktadır..Köyde gündelik kıyafette olduğu gibi gelin ve güvey kıyafatide tamamen şehirleşmiştir. Ancak köyde giyilenler, kasabadan ucuz sağlanan ve nispeten eski model olan giysilerdir.Kadın ve çocukların kısmen evde hazırlanan giysilerinin kumaşları dışarıdan satın alınmaktadır.

ŞALVAR         : eninde üç boy kumaştan çıkar daha ziyade eflatun pembe,yaşlılar koyu renkleri tercih ederler,genellikle çimen yeşili,zeytin yeşili tercih edilir,şalvarın içine şalvar ( havsa) dikilir pamuklu veya şile bezinden dikilir

MİNTAN            : Şalvarın üstüne giyilir mintan ve şalvar işlemelidir,kadife kutnu,jantanlı ve yollu kumaşlardan dikilir

YELEK              : Şalvar üzerine kolsuz fakat işlemeli yelek giyilir,içine bezden buluz giyilir.

ÖRTÜLER         :Kare şeklinde üzeri baskı tekniği ile işlenmiştir,çiçek desenlidir

YAZMA             : Oyalar işlenir dikdörtgendir

ÇORAPLAR     : Yün çoraplar giyilir kadın çoraplar motif işlemelidir

AYAKKABILAR : Rugan ayakkabı giyilir,çarıkta giyilir,genellikle lastik ayakkabılar tercih edilir

ERKEKLERSE : Yelek ve zıpka giyerler,Kafkas kökenliler düğün törenlerde kalpak dik yakalı siyah satenden yapılmış diz boyu elbise ve yumuşak deriden çizme giyilir.Elbisenin üzerine dışardan fişeklik,kama,kemer gibi ayrıntılar vardır,kadınlar ise simli motiflerle süslenmiş kadife elbiseler giyerler bunları Aktaş,Edilli,Uğurlu,Yenice,Göktepe,Kirazlı,Hemşin köyleri giyerler

 

HIDIRELLEZ

6 Mayıs günü kutlanır,köyün piknik alanlarında,salıncaklar kurulur,yemekler pişirilir,ıp atlanır,salıncaklarda sallanılır,birçok oyunlar oynanır,kızlar erkeklere,erkekler kızlara bakarlar orada birbirini beğenirler,arkadaşlıklar kurarlar,balık tutmalar olur,erkeğin beğendiği kız eğer salıncağa biner sallanır ise erkek hemen silahını çıkartarak iki el ateş eder ona onu beğendiğini gösterir,hıdrellezin en iyi yemeği helvadır.Her hıdırellezde komşu köyler davet edilir mevlit okunur ,yemekler yenir çeşitli eğlenceler düzenlenir. Bu törenleri anlatmadan önce pilavlık parası üzerinde duralım. Daha öncede belirttiğimiz gibi köyden başka bir köye gelin giden kızlardan pirinç parası alınır. Bu para hemen harcanmaz biriktirilir. Pirinç parasının anlamı şudur. Köy gençleri bu kızı o zamana kadar o şekilde korumuşlardır ki, kızın namusuna halel getirmemişledir. Pirinç parası bunun mükafatı bir bahşiş sayılır. Alınan pirinç paralar yedi emin olarak köylünün saygı duyduğu birine telim ederler. Köyden ne kadar çok kız gelin giderse parada o kadar çoğalır. Hıdrellezde bu para ile bir koç satın alınır. Pirinç alınır, un yağ alınır. Kesilen koçun etinden ya etli pilav yapılır, helva kavrulur, ballanır. Öğleyin gençler toplanır ve bu pilav yenir. En sonunda da helva yenilir. Hıdırellez bayramının ayrı bir güzelliği vardır. İp salıncaklar, zincirli salıncaklar, büyük ağaçlara bağlanır. Kızlar ayrı yerde, erkekler ayrı yerde sallanırlar. Ama bazen kızlar erkekleri, bazen da erkekler kızları seyretmeye giderler. Eğer beğendiği bir kız salıncak biniyorsa orada çıkarır silahını bir şarjör boşaltır. Bu olaya kimse ses çıkarmaz. Böylece kimin beğenilip beğenilmediği bu hıdrellez bayramı vesilesi ile belli olur. Bazı köylerde güreşler tutulur. Bazı köylerde derelerde balık tutulur eğlenilir.Akçakoca köylerinde hemen hemen hepsinde geleneksel olarak her yıl kutlanır köydeki küskünler barıştırılır geleneksel oyunlar spor etkinlikleri,folklorik oyunlar ve bunun gibi,Akçakocadaki mulki amirlerde davet edilerek etkinlikler yapılır herkes baharı böyle karşılar

 

EVLERİ

Evler genellikle bahçe içinde olur çünkü meyve sebze yetiştirilir .Avlu,avlu ağla çevrilidir çünkü sebze meyve yetiştirilir ,Kurukavak,Karatavuk evler arası 4-5 km’dir,okul ve cami yanlarında evler yapılmıştır,az dağınık meskenlerde cepheleri sokak tarafına doğrudur Arabacı köyü gibi,Mısır ziraati çok olduğu için her evin yanında hemen hemen 2 adet serender yapı vardır,ahırlar evlere uzaktadır,ahır ile samanlık yan yanadır Tarım toprakların azlığı dağınıklığı kır yerleşim bölgesinin dağılmasına yol açmıştır

 

SPOR

Hiçbir zaman gayri federe veya amatör olarak hiçbir müsabakalara iştirak etmemiştir,köyün hiçbir sportif amaçlı kulübü yoktur,köylünün spora yatkınlığı yoktur.

 

YEMEKLER

 

EKMEKLER                 : Yufka ekmeği,Bazlama,Gözleme,Cızlama,Mısır ekmeği,Buğday ekmeği

ÇORBALAR                  : Tarhana,Mercimek,Un,Çılbır,Kızılcık çorbasıdır

HAMUR İŞLERİ           : Mantı,Börekler,Erişte,Kuskus,Kaşık makarna,Mancarlı pide

ET YEMEKLERİ          : Kara dolma, Korçan,Sebze dolmaları,Kebaplar,Lahana sarma

TATLILAR                    : Melen güççeği,Laz böreği,Güllaç,Sütlaç,Baklava

ÇEŞİTLİ YEMEKLER : Gaygana,Soğanlı yumurta,Sebze yemekleri,Zeytin yağlılar,Mamursa,Kaldırık,Mantar yemekleri,Tirit,Malay,Hoşmanım,Mancarlı fırında pide Aktısızba( Çerkez tavuğu)Acıka( Fasülye ezmesi)Atukril,hampal,açaç,,çöğür gibi çeşitleri mevcuttur Papa,Teytey,Katnanas,Abur,Karuşuk,ğhavindz,papa,abur,gağişug,hats purt,polama,gencgun,cemur,gatneras

 

ALT YAPI BİLGİLERİ

Köyde, ilköğretim okulu yoktur fakat taşımalı eğitimden yararlanılmaktadır. Köyün içme suyu şebekesi vardır ancak kanalizasyon şebekesi yoktur. Ptt şubesi yoktur ancak ptt acentesi vardır. Sağlık ocağı ve sağlık evi yoktur. Köye ayrıca ulaşımı sağlayan yol asfalt olup köyde elektrik ve sabit telefon vardır 1890de  84 Hane 379,1935 de 371.1965 de 564,1997 de 239,2000 de 271 nufusu vardır.Mobil sağlık hizmetinden faydalanıyor, 2 cami,1 orman kalkındırma kooperatifi,1 değirmen vardır . 50 adet büz köyün muhtelif yerlerine konmuştur,cami duvarı kanalı yapılmıştır,köy içi yolların şevleri temizlenmiştir,köy meydanı temizlenmiştir,8,5 km lik Kurukavak-Karatavuk yolu stabilize si yapılmıştır,köy yolları açılmıştır,2000 mt kare kilitli parke taşı döşenmiştir,1922 de Bolu salnamesinde kaydı vardır,göçmen dağınık köy statüsündedir,tarla alanı 468,fındıklık alanı 10.530,ormanlık alanı 702 dönümdür,% 90 ı fındıklık teşkil eder,% 6 ormanlık teşkil eder,mısır ziraatide yapılmaktadır ilk ilkokul 1945 yılında açılmıştır.Karatavuk köyü camii yaptırma ve yaşatma derneği vardır.

 

18.VE 19. YÜZYILDA TEMETTUAT DEFTERİNDEKİ DURUMU

 

İlk imam Şaban efendidir,daha fazla adı geçmemektedir

İSTİKLAL SAVAŞINA KATILANLAR

ÖLENLER :İBRAHİM ŞAHIN               D. 1895    Ö. 1915  ÇANAKKALE SAVAŞI ER

                     ALİ KÖSE                            D.1896     Ö.  1915  ÇANAKKALE SAVAŞI  ER

GAZİLER :FEVZİ ASLAN      ALİ       1900

                    MEHMET ŞANLI  SALIH   1900

                    HALİM ASLAN   İBRAHIM

ABAZA NUMANIN ÇETESİNDE OLANLAR : POSTOĞLU

 

KÖYE İLK GELEN SÜLALELER

FEVZİOĞLU              ARSLAN          ARTVİN              HOPA             ARDALA

TEKEOĞLU               TEKE                ARTVİN              HOPA             ARDALA

YILMAZLAR             YILMAZ          ARTVIN              HOPA             ZAĞUNA

POSTOĞLU                POST                ARTVIN              HOPA             ARDALA

POSĞOROĞLU          ALAGÖZ         ARTVIN              HOPA             KEMALPAŞA

BATTALOĞLU          KİBAR             TRABZON          OF

KÖSEOĞLU                KÖSE               ARTVIN             HOPA               ARDALA

KAYADİBİNE YERLEŞENLER

SELAHİ  YUSUF        KORKMAZ     ARTVİN            HOPA                ARDALA

 GÜÇOĞLU  ŞABAN MEYDAN        ARTVİN            HOPA                ARDALA

 TOSUNOĞLU  HIZIR PARLAK        ARTVİN           HOPA                ARDALA

 PAÇOZ  HASAN        AYDIN            ARTVİN            HOPA                ARDALA

ÇOLLU  İBRAHİM     ASLAN            ARTVİN           HOPA                ARDALA

ÖZCAN                                                 ARTVİN            HOPA               ARDALA

ŞAHİN                                                   ARTVİN           HOPA                ARDALA

ALBAYRAK                                         ARTVİN           HOPA                ARDALA

Bu köyde fazla dışardan göç almamıştır hep Artvin Hopa dan göç gelmedir.

NOT: Köy sakinlerinden değerli büyüğüm Bilal Arslan ve köy muhtarı Raif Alagöz e teşekkürlerimi arz ederim.

Kaynak

 

Coğrafi bölgesi       : İbrahim Tuzcu

Köy ismi                 : Bilal Arslan,Raif Alagöz,Vikipedi özg.ansl.Sitesi ,Şükrü Dönmez,Drl. İbrahim Tuzcu

Tarihi yerler            : Bilal Arslan,Raif Alagöz,Vikipedi özg.ansl.Sitesi Şükrü Dönmez,Drl.İbrahim Tuzcu

Coğrafi durumu       : Kenan Okan,Şükrü Dönmez,Mustafa Kocadon,Vikipedi özg.ansl.Sitesi Derl.İbrahim Tuzcu

Cami ve Mez.          : Kenan Okan,Şükrü Dönmez,Raif Alagöz,Bilal Arslan,Drl.İbrahim Tuzcu

Turizm                     : Bilal Arslan,Raif Alagöz,Akç .K.Sitesi,Vikipedi özgür ans,Sitesi Kenan Okan,Drl.İbrahim Tuzcu

Ekonomi                  . Şükrü Dönmez,Mustafa Kocadon,Vikipedi özg.ans.St.Bilal Arslan,Raif Alagöz,İlçe Tarım Md,Akç.K.Sitesi,Drl.İbrahim Tuzcu

Kültür                       : Vedia Emiroğlu,Rize valiliği,Hemşinliler Eğt.ve Kül Der.,Kenan Okan,Bilal Arslan,Raif Alagöz,A.kç .K.Sitesi,Vikipedi özg.ans.,St .Görsel yay.S.4,,Drl.İbrahim Tuzcu

Spor                          : İbrahim Tuzcu

Köyün alt yapısı       . Mustafa Kocadon,Vikipedi özg.ans.,St Akç.K.Sitesi,Drl.İbrahim Tuzcu

İstiklal savaşı            : Şükrü Dönmez,Geltag net,Drl.İbrahim Tuzcu

Sülaleler                    : Hüsamettin Kaya,Raif Alagöz,Bilal Arslan,Drl.İbrahimTuzcu

 

KEPENÇ

 

 

 

COĞRAFİ BÖLGESİ     : Karadeniz Bölgesi

İLİ                                   : Düzce

İLÇESİ                            : Akçakoca

KAYMAKAMI              : Mehmet Ünal

B. BAŞKANI                 : Fikret Albayrak

KÖY MUHTARI         . : Yaşar Uğur

TELEFONU                  : 05326762662  EV-  03816116029

POSTA KODU             : 81650

NUFUSU                       : 35 Hane  135 Nüfusu vardır

ESKİ MUHTARLAR : 2009 de Yaşar Uğur,2004 de Yaşar Uğur,1999 de Yaşar Uğur,

COĞRAFİ DURUMU  : Düzceye ,Akçakocaya uzaklıktadır,Rakımı 90 mt dir,en yüksek yeri 100 mt dir .3000 dekar fındıklık,3 dekar orman alanı vardır.Köy komşuları Göktepe,Ortanca,Kınık,Edilli,Doğancılar dır

KÖYÜN İSMİ NERDEN GELİYOR

 M.Ö.377 yılında batı Tarakyadan göç gelen Bitinyalılar yıllarca yaşamışlardır,bunların kralı Bias tır.bunlar burada bazı köyler kurarlar bunlardan olan Kepenç köydür,.Buraya daha sonra 1243 yılında,Kastamonu’dan Moğol baskısından ve yenilgisinden sonra Oğuzların kınık boyu üçok obalarından 130.000 kişi batıya göç yapar bunlardan bazıları Akçakocaya gelirler bu Ceneviz ve Bizanslıların kurdukları köylerin yanına yerleşirler,1204 yılında 4. Haçlı orduları Türkiyeye gelirler Karadeniz kıyılarında bazı memleketler kurdular bunlardan bırtanesıde Akçakocada Ceneviz kalesidir,fakat daha sonra ,1261 yılında Latin imparatorluğu çökünce tekrar Ceneviz kalesi Bizanslıların eline geçti, 1204-1261 yılında Cenevizliler ve Bizanslılar,Akçakocaya gelirler bazı köyler kurarlar,bunlardan bir taneside Kepenç köyüdür.. Ayrıca Adana-İçel sancağından  Yörükler (yürüyen halk demek)batıya göç gelir ve Akçakocaya

yerleşirler,neticede  burada Ceneviz,Bizans,Bitinya,Yörükler ,Oğuz kayı boyu üçok obaları yaşamışlardır .Akçakocada M.Ö. 1200 yılında Frik,M.Ö. 670 Lidya,M.Ö.395 te Roma pontos,M.Ö.1200 de Hitit ama bu kesin bilinmiyor bu kavimler yaşamışlardır Çok eski bir köydür Cenevizliler zamanında buraya OMA denirmiş ,OMA demek pazaryeri anlamına geliyor İtalyanca,köyün güney tarafında bu isimle anılan yer vardır.Köyün girişinde Yusuf Tuna’nın evinin arkasında otobana yakındadır.Buraya Kınık boyundan üçok obalarının yerleşmesiyle bu köy Genç Keleş daha sonra tekrar Kepenç köyü olarak kurulmuştur.Köy hiç göç almamıştır yalnızca 2 göç gelmiştir.Yerli bir köydür.

 

TARİHİ YERLERİ

Oma denilen yerde kilise artığı ve camii önünde iki tane yazılı sınır taşı vardır ,faryanı denilen yer dede bir Ayazma vardır.Oma denilen yerde aşağı mezarlıkta da 6 mt uzunluğunda bir mezar bulunmaktadır,yanında huni şeklinde sepet e benzer kayalardan yapılmış taşlar vardır burası çamaşır yıkama yerleri imiş.

 

AKARSU VE DERELERİ

Faryanı suyu  vardır bu su köyden çıkmaktadır bu Orhan deresine akmaktadır ,ayrıca kayacık suyu da mevcuttur buda Orhan deresine akar, su altı seviyeleri çok değişkendir,Pınar,ve kuyu suları faydalıdır ancak çok kireçlidir,serttir koli bakımından zengindir içilmesi mahsurludur,sıcak su ve göl yoktu

 

DAĞ VE TEPELERİ

 İncirlik sırtları eteklerinde kurulmuştur,Haciz tepesi 960m.

 

İKLİMİ

En fazla yağış Eylül-Kasım-Aralık-Ocakta olur,kar Aralık ve Ocak ayında yağar ama uzun sürmez,Mayıs-Haziranda Karayel,Temmuz-Ağustos-Eylül ayında Poyraz eser,kış aylarında lodos eser,Temmuz- Ağustos-Eylülde güneş kendini daha iyi gösterir,Aralık,Mart ayları arası en düşük sıcaklık olur ılımaman Karadeniz iklimine sahiptir

.

JEOLOJİK DURUMU

 Eoesen-Folişi,Muminitli Kalker mevcuttur.Dere ve vadi tabanları alüvyon,yamaçların büyük bir bölümü silis formasyonu,tepelerin üst kısmı da 3.derecede kumlu,çakıllı tabakalar halindedir.Depreme dayanaklı 3.bölgedir.Dağlar denize paralel uzanır.Palezoik devre ve tersier arazilerde ibarettir.Eosen folişi- numinitli kalker toprağa Kum,Taş-Marn- Gre ( Kretese)  sahiptir Jeolog Dr.Ervin Lan,Mühendis Zeki Erişir.

 

BİTKİ ÖRTÜSÜ

Akçakoca’da orman alanı 20477.77 hektardır.Çoğu bozuk orman alanıdır % 43 kayın % 0.8 gürgen %0.1 kestane % 6 meşe % 1 kavak % 0.25 ıhlamur % o.4 çınar bulunur,gerisi fındıklıktır.Maki bitki örtüsüne sahiptir,iklimin mutedil yağışlı olması bitki örtüsünün gür olmasını doğurmuştur.

TOPRAK YAPISI

Topraklar kırmızı kahverengidir.Toprak asitli,kireci azdır,topraklar erozyona maruzdur.Potas ve fosfor bakımından fakirdir,tuz oranı normaldir.Saha umumi olarak pedojenez bakımından genulik safhasındadır.Toprak killi ve tınlı kıvrıntılı karakterdedir.

 

 

TURİZM:

Cumayanı’ndaki Ahmet Dede ile Dede Dağındaki Ahmet Dede Kepenç köyü batısında elmalığın ilerisinde mezarı bulunan Mehmet Dede kardeştirler.Bu mezarlık Mehmet Dedenin mezarlığı taşlarla çevrilidir.Oma köyünde bulunan mezarlık yanında Pazaryeri kurulurdu,civardaki bütün köylüler buraya gelir burada alışverişlerini yaparlardı.Bu Pazaryeri şuanda fındık bahçesi haline dönüştürülmüştür.Bu bahçe sahipleri İsmail Kalaycı ve Remzi Uğur’a aittir.Burada kazı yapıldığında kiremit ve tuğla parçalarına rastlanmaktadır.Otoban yol kenarındaki alt mahalleye ait mezarlıkta 6 metreye yakın bir mezar vardır.Başında ulema kalpaklı mezar taşı bulunmaktadır.Osmanlıca yazı yazmaktadır.Ayrıca burada Gagavuz Türkleri’nden kalma mezar kalıntıları vardır.Faryanı ve kayacık kaynak suyunda eskiden burada köylüler çamaşırlarını yıkamak ve piknik yapmaya buraya gelirler ayrıca burada bir mescit vardır fakat bunlar şimdilik münkariz olmuştur ama şuanda halen havuz gibi bölme bölme taşlar vardır.Bir sepeti andırıyor.Köylüler bu taşların içinde çamaşırlarını yıkarlardı,suyun içinde halen bu taşlar mevcuttur.köyün suyu kesildiğinde köylü suyu buradan tedarik etmektedir.Bu su kışın sıcak yazın çok soğuktur,tatlı su balığı yoktur.Burası köyün girişinde solda Yusuf Tuna’nın evi arkasındadır.Burayı 1978 yılında Hayrettin Çift sürer burayı kamping olarak değerlendirmiştir,bu kamping daha sonra kapatılmıştır.Buranın tekrar turizme kazandırılması için buraya ilginin gösterilmesi gerekmektedir.Köy av turizmine

uygun bir köydür

 

CAMİLERİ

 Köydeki eski camii yıkılır yerine,1962 yılında betonarme çok kubbeli bir yapıdır,mimarı Dursun Taşçı dır,300 cemaatlidir,tek şerefelidir

 

MEZARLIKLAR:

Köyün 3 mezarlığı vardır.Batısında Üst Köy,ortasında Ortaköy,otoban kenarındaki de Alt Köy mezarlığıdır.Eski Kınık Boyu üçok obalarının mezarlıkları köyün batısında elmalığın ilerisindedir.Bu mezarlık kullanılmamaktadır,köyün mezarlığı güney tarafındadır.Oma köyü (Pazaryeri) otoban yolu başındaydı.Burada da bir mezarlık vardı fakat burası da kullanılmamaktadır.Maltepe mevkiinde Ortanca ve Kepenç ortasında eski mezarlıklar vardı,eskiden mezarlıklar 3 mt boyunda kazılırdı tümsek yapılırdı,Hayati Kurt un bahçesinde bu mezarlıklara rastlanmaktadır,

Mezar taşlarındaki konular erkek mezar başlarına başlık,kadın mezarında süslemeler ön plandadır,erkek mezarlığında büyük sarıklı olanlar ulema ve paşaları,uzun külah üzerine sarık tasvirler,derviş ve tarikat şeyhlerini,sadece ince sarıklılar köy ağalarını,üstü geniş ve altı dar kavuk biçiminde olanlar yeniçeri ağalarını işaret etmektedir

Kepenç karye mezarlığında Hacı Ali Zade ilacı Osman hicri 1242 Hacı Osman Ağanın oğlu Mehmet 1242 hicri

 

EKONOMİSİ

TARIM:

HUBUBAT   :Buğday,Mısır,

BAKLIYAT:Fasulye,Bezelye,Bakla,Soğan,Lahana,Marul,Pırasa,İspanak,Kaldırık,PatatesKaralahana,Biber,Patlıcan

MEYVE       : Elma,Armut,Kestane,Ceviz,Üzüm,İncir,Dağ çileği,Muşmula,Ayva,Kızılcık,Kiraz

Ekonomisi Tarım ve Hayvancılığa dayanır.Köylü,bahçesinde yetiştirdiği sebzeleri Akçakoca pazarına götürür orada satar,kadınlar ev ekonomisine katkı sağlarlar.Artık günümüzde fındığın para etmemesi insanları başka işlere meşguliyetine zorluyor,,yalnız sağman inekler vardır,elde edilen sütler pazara götürülüp satılmaktadır., tavuk kümesleri olmasına rağmen kümes hayvancılık da yok olmaya yüz tutmuştur..Köyün erkekleri sanayi bölgelerine çalışmaya giderler,nakliyatçılıkla uğraşanlar vardır,artık köylü son zamanlarda endüstri kollarına yönlenmiştir,,köyde hiçbir sanayi kuruluşu yoktur. Akçakocada eskiden köyden armut,ceviz,kestane,dut,incir,dağ çileği başta Zonguldak,İstanbul’a takalarla sevki yapılıyordu.Ayrıca kesif ormancılığı vardı bunlarda aynı şekilde sevkıyatı yapılıyordu,fındık bahçesinin gelişmesi buraya ayrı bir önem kazandırmıştır şimdilerde fındık tarımı ile geçinmektedir. İlçemizde tarımsal üretim içerisinde bitkisel üretim, özellikle fındık üretimi ağırlıklı yer tutmaktadır. Fındık üretimi dışında kasaplık tavuk üretimi, , arıcılık,  mantar üretimi önemli tarımsal faaliyetler arasındadır. Akçakocada 1930 yıllarda ekonomi denize bağlı idi,bunun yanı sıra reçberlik,odunculuk,kerestecilik ön safhada yer alırdı,şehirlinin tümü denizci idi,gemi tüccarı,gemici,tekne sahibi,balıkçı,yada yükleme ve boşaltma amelesi idiler.Akkaya,Aftunağzı,Beyhanlı,Döngelli,Çuhalı,Kızlarağası,Değirmenağzı,Taşman Deresi,Karaburun,Melenağzı iskeleleri vardı,buralardan ticaret sağlanırdı.Ayrıca ilçede 4750 büyükbaş hayvan vardı ama son yıllarda azalma kaydedilmiştir,kümes hayvancılığı da son yıllarda azalma görülmüştür 190 adet kümes vardı,beyaz et üretimi 25.000 tonu geçmekte idi.2000 civarında fenni kovan vardır.Maden direkleri dışında ,Bolu Adapazarı’nda ,Düzcede yetişen buğday,kavun,karpuz gibi toprak ürünleri manda ve öküz arabalarıyla deniz sahiline getirilir buradan da deniz yoluyla gelen gaz,ve tekel maddeleri aynı arabalarla taşınırdı,sahilde bulunan depolarda bu mallar stoklanır dı zaman içerisinde tuz ve benzeri şeyler şehir ve kasabalara sevkiyatı yapılırdı,ayrıca deniz yoluylada sandallarla başka şehirlere sevkiyatı yapılmakta idi.

 

FINDIKÇILIK

Hemen hemen herkes fındıkçılıkla uğraşmaktadır.Devlet orman arazilerini açıp buralara,memleketten 1900 yılında Trabzon’dan gelen Bostancı hacı Ahmet efendi Akçakoca’ya fındığı getirir Osmaniye mahallesine fındığı ekmiştir,yine Mehmet Arifin getirttiği fındığı ekerler daha sonra Batum göçmeni olan zücaciyelik yapan Mustafa efendi Doğu Karadeniz sahillerinden aldığı fındık fidelerini Ereğli ve Akçakoca da satarmış.Bir gün Giresun’a uğrar o zamanın belediye başkanı limanda fındık fidesi dağıtıyormuş,Mustafa bey bunları alır gemi kaptanına da söyler,gemi kaptanı fideleri fıçılara koyarak Ereğli Akçakoca ya getirir,diğer rivayete göre de Yenice köyün kurucusu Kibaroğlu Hurşit,Kırıkoğlu Tahir,Keleşoğlu İbrahim,Alioğlu Tufan Tefik ilk fındık fidelerini ekmişlerdir.Bunların getirdiği fındık dallarından sopa ile dövülürmüş dalları çok büyükmüş,daha sonra Mehmet Arif kaliteli fındık fidelerini götürür,millete bunları tercih eder millet bu fındık fidelerini dikerler.1922 yılında 4000 fidan mevcuttu fındık sevkiyatı artınca millet fındık ekmeye başlar,fındık bahçelerde elle toplanır,çeşitli evrelerden geçtikten sonra yere sofralar kurulur altına büyük bezler serilirdi, sofra etrafına toplanan kişiler fındığı kırardı,bazıları da fındığı kabuğundan ayıklıyordu çok çetin olan bu sistem yerini 1930 yılında merkezde Kapkirli’de elle çalışan değirmen gücü ile çalışıyordu ve fındık böyle kırılıyordu,Sarı Hafızların Halit Arıkan bu değirmeni kurmuştu ,daha sonra Trabzonlu Abdulrezzak efendi elle kırma fabrikası kurar,daha sonra Küçükömerle’in Ömer Aydın 1932 yılında  şimdiki Özyuvam’ın olduğu yere ahşap bina içinde makaralarla çalışan fındık kırma makinesini kurar,1942 yılında da Diyarbakırlı lakaplı Cemil bey Osmaniye de bir değirmen kurar ama bu değirmen dizel motoru ile çalışmakta idi,yine bu sırada mebus Vahit Yöntem Osmaniye de deniz kenarında modern bir fabrika kurar1946 yılında,1947 yılında da Arabacı köyünde Hocaoğlu Mehmet dizel motoru ile çalışan bir fındık kırma fabrikasını kurar.Edilli köyünden olan Hüseyin Horoz da dizel motorun masrafını azaltmak için Değirmenağzı mevkiinde su gücü ile çalışan fındık kırma fabrikasını kurar,düşük alternör ilavesi ile akü şarj girişimi ile iyi bir fabrika idi ve en son 1954 yılında Orhan derenin denize döküldüğü yerde fiskobirlik adına modern bir fabrika açılır,bu fabrika 2008 yılında tamamen yıkılır bunun yerine Sapak mevkiinde çok modern fabrika açılır üretimine devam etmektedir.İlk fındık yağını Kalfanın Bekir Üstünel yapmıştır,fındık eskiden tımar,çapalama,tırpan yapma,toplama,öküz arabalarla taşıma,sopalarla dövme,elle ayıklama,sık tellerden yapılmış bir aletle incesini kalınını tozunu ayıklama evrelerden geçerdi,ama şimdi toplama,ilaçlama,gübreleme,motorla tırpan yapmak,ayıklamayı patoz makineleri ile yapmak maliyeti yükseltiyor,Fisko’da fındık taban fiyatını da düşük tutunca halk artık fındıkçılık’a iyi bakmıyor.Fındık şubat mart ayında ekilir 2-3 yıl yetişmesi sürüyor,4-4 6-6 ara ile 6-8 fidan 60- ocak kuyular açılarak dikilir.En iyi fındık türleri şunlardır: Çakıldak,Kargalak,Kan,İncekara,Kuş,Tombul,Paloz,Foşa,Kalınkara,Uzunmusa,Mincane,Cavcana,Badem,Yağlı fındık,Kara fındık,( yağlı fındığa benzer kabuğu siyah ve serttir)Sarı fındık (yuvarlak kabuğu ince verimi fazla),Yomra(yuvarlak vermi fazla),Sivri( ince uzun bademe benzer),Dilovası,ve Mehmet Arif fındığı ( yağlı  kabuğu ince verimi fazladır). Deli sava(Fındığın içini iyi doldurmaz)

 

HAYVANCILK

Az sayıda Koyun,,Sığır,Tavuk,hayvancılığı, yapılmaktadır,her evde hemen hemen sağman inek mevcuttur,süt besiciliği yoktur süt mandıra üretim tesisleri yoktur,köylü kendi süt mamüllerini kendisi yapardı ama maalesef büyükbaş hayvan yetiştiriciliğinde düşüş yaşanmıştır.

ORMANCILIK

Çam,Kayın,Meşe,Kestane,Gürgen,İhlamur,Kavak,Çinar,Defne,Kocayemiş,Muşmula,Ayı üzümleri,Orman gülleri,Yer gülü,Erica ağaçları,Erelti otu,Çoban püskülü diye orman ürünleri var .Eskiden devlet orman arazisini talan edip fındık ekimi yapılmıştır,Akağaç,Sedir,Mazı,Ihlamur,Okaliptüs ardıç ,Servi ağaçları dikilmiştir

 

 

AVCILIK

Bölgede göçmen kuşlara daha çok raslanmaktadır,Sarıkuş,Çulluk,Bıldıcın,Ördek,Üveyikördek,Kaz,Kuğu,Tarakçın,Karakçun,Sığırcık,Bozbakal,Karabakal bulunur.Son zamanlarda,gerek ilaçlama gerek yanlış avlanma neticesinde çok azalma olmuştur.Ördek,Çulluk avı çok meşhurdur.Çevredeki daimi kuşlar Kestane kargası,Çulluk,Ördek,Üveyik,Sığırcıktır.Tavşan,Çakal,Tilki,Domuz ,Ayı,Su samuru,Kunduz,Geyik,Karaca vardı ne yazık ki bunlara da az rastlanmaktadır.Domuz avı devamlı yapılmaktadır.Köydeki devamlı hayvanlar Domuz,Ayı,Kurt,Tilki,Çakal dır.

 

KÜLTÜR

Manav Türkleri kültürüne sahiptir düğünlerde Alaplı çiftelerlisi,misket,kasap havası oynanır ama bu kültür son zamanlarda yozlaşmıştır,Doğu Karadeniz üç ayak oyun kültürü girmiştir öz kültürel değerler yozlaşmıştır Manav Türkleri kültürüne sahiptir düğünlerde Alaplı çiftelerlisi,misket,kasap havası oynanır ama bu kültür son zamanlarda yozlaşmıştır,Doğu Karadeniz üç ayak oyun kültürü girmiştir öz kültürel değerler yozlaşmıştır Halil İbrahim YAVUZ’A ait yüksek lisans tezinden alınmıştır: Osmanlı Devleti’nin kurulduğu bölge olan Taraklı-Göynük ve çevresi, kültürel miras yönünden çok zengindir. Bu bölgenin insanları, Osmanlı’nın kültür varlıklarını bugüne kadar koruyup yaşatabilmişlerdir. Bununla beraber kökü Eski Türk İnançlarına dayanan ve İslâm’la çatışmayan örf, âdet, gelenek ve göreneklerini yaşatmakta mahir davranmışlardır. Bayramlar, doğum, düğün, ölüm âdetleri gibi kültür unsurları, geçmiştekine benzer bir şekilde devam etmektedir. Taraklı, Göynük ve köylerinde yaşayan insanlara verilen ad olan Manav kelimesini ve Manavları kısaca açıklayalım. Manav bir yere sonradan gelenleri, yerleşik olanlardan ayırt etmek için kullanılan ve önceden yerleşmiş olan yerlileri ifade eden yöresel bir mefhumdur. Kırsal bölgelerde yaşayan Manavlar, genelde epey çekingen, uysal, mülayim ve başkası tarafından söylenenlere fazlı karşı çıkmayan sosyal uyumu ağır basan insanlardır. Kendi ifadelerine göre, “yedi kez düşünmeden adım atmayan, yavaş davranan, gereksiz tartışmalara girmeyen” temkinli bir insan portresi çizmektedirler [İşsever, 1994: 23-31]. Manavlar, Osmanlı Devletinin kurulduğu bölge sayılan Aşağı Sakarya, Batı Anadolu’da Bursa çevresi, Batı Karadeniz de Kastamonu ve çevresine yaşamaktadırlar. Özellikle Aşağı Sakarya kesiminin Taraklı, Geyve, Pamukova çevresinde yoğun olarak yerleşmişlerdir. Buralarda kendilerine has yaşam süren manavlar örf ve adetlerini devam ettirmektedirler. Manav köylerinde eski Türk kültürüne ait izler çoktur. Bu bölgelerin hala tarım ve hayvancılıkla uğraşmasından, Bayat, Emirler, Demirler, Yahyalı, Akpınar gibi Türkmen boy ve oymaklarının isimlerini taşımasına barındırdıkları maddî ve manevî kültür kadar pek çok örnek verilebilir. Manavlar Türkmen gruplarında olup çok eskiden beri köy hayatına hatta şehir hayatına geçmiş yerlilerdir. Buna göre manav adının etnik bir manası yoktur, manavlardan Oğuz Türklerinden gelmektedirler [Yaşa, 1999: 293].
Sakaya ve çevresindeki manavlar, bu bölgenin 1290’larda Osman Gazi tarafından fethedilmesiyle buralara yerleşmişlerdir. İlk Türk yurdu olan bu bölgenin yerli Türklerine hep “manav” denilmektedir ve bu bölgede manav, “yerli Türk” manasında kullanılmaktadır [Yaşa, 1999: 288]. Manav sözcüğünün; Türkistan’daki Kazak-Kırgız ve Sibirya’daki Yakut Türklerinde kullanılan koruyucu soylu kişi ve boy beyi manasına gelen “manap” ve “manag”dan geldiği tahmin edilmektedir. Eski Türklerde “v” sesi olmadığı için “manap”taki “p” ve “manag” daki “g” sesleri yumuşayıp “manav” kelimesini oluşturmuşlardır [Yaşa, 1999: 289]. Çağatay Türklerinde “asilzade” manasına gelen manap, Kırgız Türkçesi’nde ağa, bey
anlamında kullanılmaktadır. Türkçe dışında dil bilmeyen topluluk üyelerine yerli Türk anlamında manav denilmektedir [Aktaş,2002: 10]. Batı Anadolu’ya ve Taraklı’ya Türklerin ilk yerleşimi 1291’den hemen sonradır. Yıldırım Bayazıt döneminde İstanbul Sirkeci’de kurulan Türk mahallesinin halkı Taraklı ve Göynük’ten götürülmüş manavlardır [Aktaş, 2002:12]. Taraklı ve Göynük köylerinde yaptığımız araştırmalar neticesinde İslâmlaştırılmış olmakla beraber bir çok eski Türk inancının izlerini görmek mümkündür. Konuşma dilindeki ortak birçok kelime davranışlardaki, giyinişlerdeki bir çok benzerlik manavların oğuz Türklerinden olduğunun işaretleridir. Yerli Türk sanılan manavlar daha Osmanlı devleti kurulmadan bu bölgelere yerleştirilmişlerdir. Taraklı ve Göynük, Manav denilen yerli halkın kendi kültür ve geleneklerine bağlı olarak yaşadığı göçmen bulunmadığı Sakarya İli açısından istisnaî bir bölgedir. Manav kültürünün korunduğu ve yaşatıldığı bu bölgenin dilleri, beslenme, giyim, kuşam, müzik ve eğlence biçimi tamamen kendi örf ve âdetlerine uygun olarak devam etmektedir [Sakarya Valiliği; t.y.: 130]. Dikkatle incelenir ve araştırılırsa, yöreye mahsus örf ve âdetlerin perde arkasında da Eski Türk İnançlarının gizli olduğu görülebilir. (04.02.2007 13:51) Manav Türkleri Anadolu ya 11.y.yılda gelmiş ve yerleşmiş yerleşik Türklerdir.Manavlar ilk geldiklerinde göçebe olarak yaşıyordu.Yani önceki adı Yörük idi.Bu özelliğini kaybetmemiş Türkler şu an Ege bölgesinde ve Akdeniz bölgesinde mevcuttur. Hiç bozulmamış manav bölgeleri; Akçakoca,Göynük, Mudurnu, Geyve, Taraklı,Zonguldak (tamamı) ,Yığılca, Bilecek  dır.Ancak 1980 den sonra hızlanan doğudan batıya göç hareketleri başta Akçakoca olmak üzere diğer bölgelerimizi de tehdit,etmektedir.İzmit,İzmir,İstanbul,Bursa,Muğla,Antalya,Düzce gibi şehirlerimiz önceleri sade manav kültürüne sahip idi.Ancak bu göçler sebebiyle kültürü yavaş yavaş yozlaştı ve hala yozlaşmaya devam ediyor.Bu sorunu benden başka gören yada sorun olduğunu kabul eden var mı acaba merak ediyorum. Ancak ben bir yerli Türk olarak bu durumdan çok rahatsızım. Akçakoca lı manavların bir kısmı (Altunçay köyü, Çayağzı köyü) oğuzların Bozok koluna mensup Günhan aşiretindendir.Bu köyler 1234 (1.Alaeddin keykubat zamanında) kurulmuştur.Diğer manav köyleri ise Balatlı köyü bayat boyundan,Kınık köyü Kınık boyundan,Beyveren köyü de Oğuz boylarından biridir.Bu beş köy Akçakoca nın en eski köyleridir.Hatta Bolu,Sakarya,Akçakoca,Yığılca,Düzce,Ereğli Bizans ın elinde iken kurulmuştu http://www.sosyalsiyaset.com/documents/tarakli.htm
Türkiye tarihi, 11 yy. Oğuz ve Türkmen denilen Türk ırkının en kalabalık bir kolunun

Anadolu kapısını açarak kendine vatan yapmasıyla başlar. Tarihinin en büyük dönüm noktalarından biri olan 26 Ağustos 1071 Malazgirt Zaferi ile Bizans mukavemeti kırılınca artık Türkler karşısında bir ordu kalmayınca, Türkmenler Anadolu’ya yayılmaya ve yurt kurmaya başlamışlardır.Osman Turan, Malazgirt zaferinin “cihanşümul” bir mana taşıdığı ve tarihte bir dönüm noktası olduğunu ileri sürer. Malazgirt Zaferinin İslam ve Hıristiyan dünyalarının kaderine etki eden öneminden sonra, ilk büyük neticesinin “Anadolu Fethi ve Türkleşmesi” olduğuna dikkat çeker. Şu ifadeler oldukça önemlidir. İslam’ın ilk fetihleriyle sadece kanatları koparılan fakat 10. asırda tekrar kanatlanıp taarruza geçen Bizans, Anadolu fethi ile bel kemiğini kaybederek artık tedrici bir ölüme mahkum edilmiş oldu. Nitekim Malazgirt’ten sonra Bizans’ın mukavemeti kalmadığı için, Türkler birkaç yıl zarfında çadırlarını, Boğazlar, Marmara ve Adalar Denizi Ege sahillerinde dikmeğe başladılar.

Türklerin Anadolu’ya yöneldiği 11.yy. başlarında, Bizans hem siyasi hem askeri, hem de sosyal ve ekonomik vaziyeti bakımından içi boşalmış, kof bir cüsse görünümündeydi.

Türkler Anadolu’ya henüz yerleşmekteyken, Haçlı seferlerinin açtığı yeni bir mücadele evresiyle Anadolu’nun Türkleşmesinin bir asır kadar durakladığından, Orta Anadolu’ya çekilen Türklerin, bir taraftan da burada teşekkül eden öteki Türk devletleriyle cereyan eden kavgalarından ve bunların buhranları artırdığından söz eder. Vaziyetten faydalanan Bizanslılar sahilleri işgal ile Anadolu’yu geri alma ümitleri beslemektedir. Bizans’ın bu ümitleri bir asır sürmüştür. Nihayet Anadolu’da bir Türk birliğinin kuruluşu ve bu vatanın ikinci kuruluşu 2. Kılıçaslan, Manuel Kommenos’a karşı kazandığı Kumdanlı Zaferi (1176) Bizanssın Anadolu’ya Kurtarma ümit ve teşebbüslerine ebediyen son vermiştir ve Malazgirt’ten sonra bu ikinci zafer sayesinde bu memleket artık kat’i şekilde “Türk Vatanı” olmuştur.Anadolu’ya 1071 tarihinden önce de bir Türk yurdudur. Daha 410 yıllarında Hun İmparatoru Atilla’nın amcası Rua İstanbul’a yaklaşmış ve Atilla’nın (441-442) Balkan seferi İstanbul’u tehlikeye düşürmüştür. Bu tarihten sonra 616 yılında yine bir Türk boyu olan Avarlar, İstanbul üzerine gelmişlerdir.Daha Roma ve Bizans dönemlerinde Peçenek, Kuman-Kıpçak gibi Hıristiyan Türk boyları Bartın’dan başlayarak Kuzey Karadeniz sahili Doğu ve orta Anadolu’nun bazı bölgelerine yerleşmiştir. Çeşitli Türk kavimleri Anadolu’nun çeşitli yörelerinde yurt tutmuşlardır.XI. yüzyılın sonlarına doğru çalışma yaptığımız bölgede Selçuklular tarafında zapt olunmuş, İznik ‘i kendine başkent yapan Süleyman Şah bu bölgeyi topraklarına katmıştır. Ardından 1097 I. Haçlı seferinde Bizans İmparatoru Alexios Kommenes tarafından kuşatılan bölge, 1204-1207 yılları arasında Bizans’ta Latin İmparatorluğu kurulunca Latinlerin işgali altında kalmış. İznik Osmanlı Hükümdarı tarafından geri alınmıştır. İzmit Osmanlı padişahı Orhan gazi zamanında, Akçakoca’nın da içerisinde bulunduğu bir komuta heyeti tarafından kuşatılarak zapt edilmiştir. Daha sonra Bizanslılar tarafından şehir tekrar kuşatılmış ve bu kuşatmadan bir sonuç alamamışlardır. Timur’un Anadolu’ya istilası sırasında kuvvetlerinden bir kısmı İzmit’i yağmalamıştır. 1337 yılında fethedilen İzmit bu tarihten sonra devamlı olarak Türk hakimiyetinde kalmıştır.

“Türkleşme” her yerde hemen hemen aynı yoğunlukta olmamıştır. Genellikle sınırdaki olayları ele alan vakayı namelerden de anlaşıldığı gibi siyasal yönden batı ve kuzeyde Bizans ile güneyde Ermenistan ile Türk toprakları arasındaki sınırlarda toplanmış olduğu bilinmektedir. Bizanslı yazarlar bazı yerlerden Türkçe adlarıyla söz ederler. Bunda da, bu yerlerin eski adlarını bilen kimselerin bile artık kalmadığını anlıyoruz. Y.Öztuna’ ya göre, 1058 yılında Avrupa’da artık Anadolu’ya, Türkiye yeni Türk ülkesi denmeye başlamıştır. Süleyman şah kapı dağı yarımadasını almış ve Çanakkale boğazını da 1339 yılında Avrupa yakasına geçilmiştir. Artık İstanbul ve Balkanların yolu Türklere açılmıştır.

E. Güngör ise, bugün Türkiye’de yaşayan Türklerin atalarının büyük Selçuklu imparatorluğunu kuran oğuz Türkleri olduğunu ve Müslüman olduktan sonra bunlara “Türkmen” adı verildiği üzerinde durur.D.Avaoğu, Türklerinin tarihinde Türkmen deyiminin ilk kez X. Yy. ikinci yarısında Maksidisi’ de geçtiğini zamanla oğuz adının Türkmen adına dönüştüğünün kanıtlarını sunar. “Türkmen” adının yaygınlık kazanmış olduğu belirtir. Oğuzların İslamlaşmasıyla Türkmen adının yaygınlık kazanmış olduğu üzerinde durur.

Türkmen’e, Türk iman (İmanlı Türk) Türkmen ben türküm gibi anlamlar yakıştırılsa da, Jean Deny görüşüyle “men” kuvvet ekidir ve Türkmen “Türklerin türkü “Öztürk” anlamına gelir.

XI. yy. da Anadolu’ya gelen Türk boylarının konar göçer olduklarını Türkmen adının Anadolu’da konar göçerlikle eş anlamlı olduğunu, daha sonra konar göçerliği bırakarak yerleşik hayata geç tiklerini ve Anadolu’ya yurt edindiklerini biliyoruz.

Türkmenlere bir müddet sonra Türkmen denilmeyerek, yerli veya manav denilmiştir. Türkmenlerin konar göçer halde hayatlarını sürdürenlerine ise, bu özelliklerinden dolayı (Yörük) adı verilmektedir. Konar göçerliğin özünde hayvancılık var, yeni otlaklıklar aramak var. Kısaca; yürümek var. Bu hayat tarzı da yürüyen Türk anlamında “YÖRÜK”Ü oluşturmuştur.Yörük’le Türkmen’in aynı etnik zümreye ait olan iki kelime olduğunu rahatça söyleyebiliriz. Anamur’da Yörüklere “yaylacı” yerleşik halka yaycı denildiğini Karadeniz’de bil hassa Giresun’da bu kavramları Çepni bir oğuz boyunun da adıdır ve ekinci kelimelerinin karşıladığını belirtmekte Anadolu’nun muhtelit yerlerinde Türkmen Yörük göçer kelimelerine karşılıktır.Peter Alford Andrews Türkiye’de etnik gruplar adlı kitabında Türklerin kendi etnik gruplarının pekala farkında olduklarını bu grupların nerede bulunduklarını tam olarak söyleyebileceklerini kendilerine Türkmen yerine yerli Yörük yerine manav tanımlaması getirdiklerini, bu iki sözcüğü de “doğma büyüme buralı” anlamını çağrıştırdığını, bu terimlerin şehirden çok köyde kullanıldığını aktarmaktadır.Adapazarı, Bilecik, Balıkesir, Bursa, Çanakkale, Kastamonu, Kocaeli, Eskişehir, Afyon ve Zonguldak da yoğun olarak yaşayan Türkmenlere yerli veya manav denilmektedir.“Manav” kavramı farklı kaynaklar şu şekilde tanımlanmaktadır.Meyve sebze satılan dükkan, bu dükkanda meyve ve sebze satan kişi.Genel manada Anadolu Türkü, Öztürk, Sadık Osmanlı Tebası. Balıkesir Bandırma ilçesinde de, “manav” adı verilen uzun süredir yerleşik olan ve tarımla,uğraşan yerli toplumlar vardır.İzmit sancağının yerli ahalisi, eski Türk boy ve oymaklarına mensup Türk göçebeleri zamanla göçebeliği terk edip iskan edilince manav adı verilmiştir.

Yerli Türkmen, gibi yorumlamalar yapılmıştır.Genel adı Türk olan bu insanlara yöresel adlandırmaları ile yerli, manav, pallık (Artvin’in bazı bölgelerinde ), dadaş (Erzurum’da) efe (Ege), Zonguldak Bartın’da kıvırcık Toroslar da alevi Türkmenlere tahtacı, Balıkesir’deki alevi Türkmenlerine çetmi denildiğini biliyoruz.Kültürün kimlik tanımını etkileyen bir öğedir düşüncesinden yola çıkarak sözlü kaynaklara başvurulduğunda;

Söz konusu Oğuzların kayı boyu olan bu Türkmenlere “Size niçin manav deniliyor? Manav adının nereden geldiğini?” sorduğumuzda, aldığımız cevapların bazıları şunlardır:

Yerli Türk.Yörükler yürümeyi ve hayvancılığın yanında tarımla da uğraşmaya başladığı ve de yerleşik hayata geçtiği için “manav” denildi.Orta Asya’dan Batı Anadolu’ya gelen Türkmenlere verilen ad.Türk oturursa manav, gezerse Yörük olarak tanımlanır.

Manav; toprağa ektiği keteni yetiştirip, olgunlaşan bu bitkiyi işlemeye başlayarak, tohumundan yağını, liflerinden de eğirip, burarak giyeceklerini dokuduğu insanlardır. Hatta ketenin liflerini tabi boyalarla boyayarak en güzel kumaşları dokurlar. Buğdayını arpasını kendi yetiştirir. Yemeklik yağını ketenden kendi çıkarır. Sebzesini de bostan dediği avlu ile çevrili sulu tarlasından, bahçesinden yetiştirir. Kısaca; her ihtiyacını kendi kendine karşılayan kimseye muhtaç olmayan insanlardır.Özelilikle Batı Anadolu’da yaşayan bu Türkmenistan türkü insanlar, sosyolojik açıdan değişime açık, bağnazlıktan uzak, üretken, barışçı, ihtirasları ölçülü, farklı kültüre sahip insanlarla da birlikte yaşama iradesi olan ve de devlete saygılı insan gruplarıdır manavlar.Osmanlı Devletini kuran bu insanlar, devlet kurulduktan sonra da Türkmenistan’dan ağırlıklı göçle beslenerek Kocaeli, Bolu, Yalova, Bursa, Bilecik, Sakarya, Afyon, Eskişehir, Zonguldak ve de Balıkesir’in bir kısmında yaşadılar. Gerek Osmanlı gerekse de Türkiye Cumhuriyeti döneminde, devlete sadakatlikleri ve başkalarının haklarına saygı duymaları ile tanınırlar.Bu Türkmen topluluğuna “manav” denilmesinin esas tarihi gerçeği şudur;Osmanlı Devleti kurulduktan sonra, her Türkmen boyu çıkardığı ve ürettiği ne varsa, yılda bir kere hiçbir karşılık beklemeden Osmanlı Sarayına gönderirdi.Bolu kabak, Afyon ve Eskişehir bulgur ve tarhana, Adapazarı ve İznik civarında sebze, İzmit Tavşancıl’dan üzüm saraya gönderilirdi.Bolu, Bursa, Kocaeli, Yalova, Eskişehir, Afyon, Yalova, Zonguldak ve Balıkesir bölgelerinden sadece hububat, meyve ve sebze gitmezdi, saraya koyun, kuzu, keçi, oğlak yağ ve kavurmada gönderilirdi.İşte; Osmanlının bu sadık tebası olan manav, bazı yerde de Yörük diye adlandırılan bu insanlara, bulundukları yerlerdeki azınlıklar (Ermeni-Rum). “Yahu, siz Osmanlıyı besliyorsunuz. Karşılıksız her şeyi saraya gönderiyorsunuz, siz Osmanlının manavı mısınız?” derlerdi. Bu devlete sadık insanlarda “Evet, biz Osmanlı’nın manavıyız. Osmanlının manavı olmakla da gurur duyarız. Devletimize yardım etmeyi de bir şeref biliriz” derlerdi.

İşte, o gündür, bu gündür azınlıkların hazımsızlıkla, kıskançla söyledikleri bir addır MANAV tanımlaması. Osmanlının Sadık tebası, Özbe Öz Türk. Türkmen - Yörük kül türünün has insanlarıdır manavlar.Yine sözlü kaynaklardan halk arasındaki tanımlamalarla, manavların kişiliklerine ait bazı tespitler.Manav ve macıra senet gerekmez Manavın sözü senettir. Devlete, nizama son derece bağlı ve itaatkârdır. Hırsızlık yapmazlar. Herkesin mahsulü harmandadır. Kız kaçıranlar, kavgalı olanlar köyde barınabilirler ama hırsızlık yapanlar asla barınamazlar.

Bir Karadeniz göçmeninden derlenen tanımlama; manavın sessizine aldanma.

Manav uysaldır. Sessiz sakin insanlardır. Ama manavın damarı kabardı mı yanına gitme, Ayranlığı değişilmeye görsün.Manavlar birbirini tutmazlar, ama ayrıda yaşamazlar

Manavlar temiz kalpli, saf insanlardır.Yusuf Çam Milli Mücadelede İzmit Sancağı adlı eserinde Milli Mücadelenin başlangıç döneminde İzmit Sancağında yaşayanların %70 Müslüman %30 kadarı çoğu Hıristiyan olmak üzere azınlıklardan oluştuğunu ve bölgenin sosyal yapısını üç büyük sosyal bütünlük halinde görmek gerektiğini öne sürer.

Hıristiyan Azınlıklar ( Ermeniler, Rumlar, Yahudiler )1830 yılından itibaren bölgeye yerleşen (Muhacirler, Balkan ve Kafkasya)Bölgenin yerli (otoktan) halkı bu son boşluğu açarsak; bölgenin yerli halkı manavlardır (yani Türkmenlerdir) demektedir.Kültür, bir toplumun hayat biçimidir. İnsanoğlunun öğrendiği bilgi, sanat, gelenek – görenek ve benzeri yetenek, beceri ve alışkanlıkları içine alan karmaşık bir bütündür.Türk tipinin bulunduğu coğrafi bölgeye göre etkilenen ve karışarak değişik özellik kazanan bir ırk olduğu dile getirilmektedir. Özellikle Marmara Bölgesinde yaşayan kişiler Manav olduklarını söylemektedirler.

Manav Türkmen kültürünü anlayabilmek için, Manavlar hakkında etnografik bilgilere ihtiyaç vardır. Örneğin keten el dokumacılığı manavlarla bütünleşmiştir. Çiftçi ailesinin boş zamanlarında tarımdan arta kalan günlerde uğraştığı, hem kendi ihtiyacını karşıladığı hem de fazlasını satın para kazandığı veya yöresindeki hammaddeden ve boş duran iş gücünü değerlendirdiği yardımcı bir el sanatı durumundadır. Ekilip dokuma durumuna gelinceye kadar, havuzlama, kurutma, kırma, tarama, yumuşatma, eğirme, ağartma, çözgü hazırlama aşamalarından geçen keten; dokunup çarşaf, yaygı, yorgan yüzü, yastık kılıfı, elbiselik, yolluk, çuval olarak Manavların ihtiyaçlarını görmektedir.Geleneksel giyimin parçaları olan uçkur, önlük, yağlık, çevre keten bezinden yapılır. Şalvar ve sırta giyilen içlik saya mintan, hırka ise zaten ketenden diğer bir adıyla kandıra bezindendir.Manavlar ketenin çöpünü bile ziyan etmez. Bu bir mübalağa değildir. Ketenin çöpünden yatak, minder yapar, keten tohumunun yağını yemeklik olarak kullanır ve kandilinde yakar.Şehre sadece tuz almaya, şeker almaya giderlerdi. Bazen de şeker ihtiyacını yaptıkları pekmezle karşılarlardı. (Dut, elma, pancar, armut ve şeker kamışı pekmezleri )

Manavlar, bölgenin tarım ve hayvancılık özelliklerine uyum göstermiştir. Tahıl, keten, kenevir, meyve, sebze tarımı, bağcılık, son zamanlarda fındıkçılıkla uğraşmışlardır. Manavlarda özellikle Kandıra hayvancığının önemi büyüktür. Koyun, keçi, hindi, küçükbaş, sığır, dombay (manda) gibi büyükbaş hayvan yetiştiriciliği yapmaktadır.

Keş, yağ, peynir, yoğurt üretmişlerdir ki Kandıranın yoğurdu meşhurdur, bu üretimin bir kısmı aile içi tüketime tahsis edilmiş, bir kısmı satışa sunulmuştur.Mimari : Manav köylerinde halk mimarisinin ilginç bir örneği ahşap yığma şeklinde olan çandı evler bulunmaktadır. Gerek Selçuklu, gerekse Osmanlı döneminin bu orijinal ahşap örnekleri günümüzde tek tük de olsa ulaşmıştır.Kandıra ve Kandıra’nın hemen yanı başında bulanan Taşköprü çevresinde yöresel adıyla, üç çandı camii kalmıştır. Tatar Ahmet, Karagüllü, ve Hatipler köyü civarıdır.

Kandıra, Kaynarca dolaylarındaki Çandı camilerinin çoğunda Orhan Gazi döneminde ait bulunduğu ve bu tür camilerin kesinlikle Akçakoca Bey’in fethettiği yerlerde yapılmış bulunduğu, Orta Asyadan gelen bu mimarinin anısına sadık olan Büyük Kahraman Akçakoca’nın isteğine bağlı olarak bu camilerin yaptırdığı kanısı öne sürülmektedir.

Çandı evler geleneksel Türk ailesinin yaşam şekline göre planlanmıştır. Evin tam ortasında ocaklı bir oda bulunmaktadır, Odanın etrafında onu çevreleyen bir dolaşma yer almaktadır. Evin girişindeki hayat denilen geniş alan bu dolaşmayla birbirine açılmaktadır.

Evler iki katlı olup alt katta ahır bulunmaktadır. Yaşam mahallinin ahırın üzerinde yer almasının amacı hayvanların ve nefeslerin oluşturduğu sıcaklığın üst katın ısınmasında katkı vermesidir. Aynı zamanda da mal canın yongasıdır. Hayvanlar ailenin gözü önündedir.

Çandı yapının en önemli özelliği çapındaki kütükler düzgün yontularak birbiri üzerine binen U kesitli boğazlarla kenetlenmektedir. Boğaz kısmından ağaçlar uzatılarak uçları aynı hizada düzgünce kesilmektedir. Kertilip birbirine geçirilen uzun kütüklerde çivi kullanılmamaktadır. Bu yapılar kültür özelliği olmasının yanı sıra birer sanat eseridir. Kışın sıcak, yazın serindir. Aynı zamanda depreme son derece dayanıklıdır.

Görüyoruz ki; Orta Asya’dan Anadolu’ya gelen Türkler manevi kültürlerinin yanında maddi kültürlerini de getirmişlerdir.

 

Manav Mutfağı;Manav mutfağı karbonhidrat ağırlıklıdır diyebiliriz. Buğday başta olmak üzere tahıl maddeleri ana öğedir.Türklerde çok eski ve yaygın bir çeşit olan gözleme manavlarda da vazgeçilmezdir. Yine bu çeşide yakın bazlama ve cızlamayı sayabiliriz. Bazlama biraz kalındır. Ve ekmek işlevi görmektedir. Cızlama ise taşmış ve yumuşak hamurun daha ince pişirilmiş bir versiyonudur.Bu mutfağın en kendine has örneklerini vermek gerekirse, malay (mısır ve buğday unundandır, dartılı veya pekmezli yenir) mancarlı pide (bu genel bir başlıkla söylenirse ıspanaklı pidedir. Ispanakla sınırlanmaz. Pidenin içi gezecek otu, efelik, kaldirik otu, gışırık otu olur ama başlık aynıdır; mancarlı pide)

 

Dartı : Dartı başlı başına konudur. Bir imzadır bu mutfakta. Bekletilen sütün üstündeki kaymak, yoğurdun kaymağı toplanarak kaynatılır. Kaynatma süresi istenen kıvama göre değişmektedir. Çok kaynatılırsa yağı iyice ayrılır, az kaynatılırsa daha krema görünümünde olur. Bir iki maddede yapımını açıklayacağımız bu yiyecek kahvaltılarda baş tacı yemeklere çeşnidir

.Keşkek : Çok eski bir yemektir. Oğuz Türkmen boylarının vazgeçilmez yemeğidir. Buğdayın dövülmüşü kaynatılır içine et katılır. Üzerine mutlaka dartı koyulur.

Keşkek aslında düğün ve bayram yemeğidir. Eskiden bayramlarda asla es geçilmezdi.

 

Keş : Eski bir ağartıdır süt ürünüdür. Kesilmiş sütten yapılır. Kendi kendine toplanan süt bir tülbentle süzülür ve kurutulur. Kahvaltılık veya hamur işlerinde iç malzemesi olur.

İçecek olarak komposto ( hoşaf ) ve ayran sayabiliriz. Komposto için tercih edilen meyveler elma, armut, ayva, eriktir. Kurutulur, kurutma işlemi sonrası erik(kak) diğerleri (buruç) kıvamındadır artık..Kışlık hazırlıklarda ise; pekmez, tarhana, salçalar, meyve kuruları ve kendi tuzlu suyunda uzun süre bekletilmiş sert peynirler yapılırdı. Bu kıvamdaki peynirler közde veya tavada kızartılıp tüketilir.

Çorbalarda kesin bir un malzemesi hakimiyeti vardır.

Kesme çorbası

Dımbıl çorbası

Umaç Çorbası

Erişte Çorbası

Tarhana Çorbası

Mancar Çorba ve yemekleri

Ana başlıklar halinde söylediğimiz manav mutfağı; her yöre mutfağında olduğu gibi yeniden keşfedilmeyi bekleyen lezzetlerin sahibidir.Özellikle gözleme, cızlama ve bazlamaç çok özel yemeklerdir. Bugün bile gözleme deyince akla manavlar ve Yörükler gelir. Aynı kültürün insanları.Sadece Batı Anadolu’da değil, Ege ve Akdeniz bölgesinde de, bu yerleşik veya kısmen Yörük olarak adlandırılan bu insanların en önemli yiyeceklerinin başında gözleme gelir.Her evde kışlık tarhana, kuskus, buruç (elma, eriği armut vs.) vardır. Yazdan yapılmış peynirleri vardır. Kavurmalar pek çok aile tarafından toprak küplere yazdan basılır.

Pekmez (pancar, şekerkamışı, elma, armut vb. meyvelerden elde edilen tatlı) hemen hemen her evde bulunur. Enerji kaynağıdır. Kışın soğukta özellikle yenir.

Manav mutfağının en önemli yemeklerinden biri de “Malay” yemeğidir. Bazı yörelerde “kaçamak” diye de anılan bu yiyecek, yoğurt ve pekmezle iştahla tüketilir. Mısır malayı veya buğday malayı, her ikisi de bu yerli halkça çok sevilir.Mancarlı pide, manavlarda gözde yiyeceklerdir. Mancar (ıspanak, gazicek, efelik, gışırık, kaldirik, (çiçekli mancar) kabak urgan ucu, pazı vs.) bitkilerin ortak adıdır.Mancarlı olarak yapılan bu un mamulü pideler, dartı, sütçiği, peynir, keş gibi süt ürünleri ile de karıştırılır, desteklenirse mükemmel bir yiyecek ortaya çıkmış olur. Bozkurt Güvenç’in yaklaşımıyla dile getirecek olursak; bir manav ırkı belki yoktur ama görünen o ki bir MANAV kültürü vardır.

·         Sümeyye Köktürk yazıları

AKÇAKOCADA

 

Kız ve Erkeğin Tanışması :Akçakoca’da mısır bitkisinin fazla ekildiği, fındığı kozalarından ayırma makinelerinin daha ortaya çıkmadığı dönemlerde mısır soyma, fındık ayıklama imeceleri yapılırdı. Bu imecelere kız ve erkekler bir arada katılırlardı. Mısır çapalama, fındık toplama işleri de imece şeklinde yapılırdı. Akçakocalı kız ve erkek gençler birbirlerini bu imecelerde, kasabaya inme sırasında, dereye suya giderken, nişan, düğün gibi eğlencelerde tanırdı.Kız ve erkeğin ortaklaşa güvendikleri bir kadını aracı olarak kabul eder ve sevgi nişanelerini birbirlerine bu aracılar ile gönderildi. Bu günde buna benzer olaylara şahit olunmaktadır. Çoğu kez kız erkeğe, kendi işlediği bir mendili, oğlanda kıza gülyağı, şeker, lokum, küpe, yüzük gibi hediyelerde gönderirdi.

Sevdalık Günleri :Akçakoca gençleri arasında sevdalık günleri çok önemliydi. Sevenlerin arkadaşları vardır. Bu arkadaşlar erkek ise, hep seven erkeğin etrafındadır, arkadaşları için pervane olurlar, hep beraber gezerler. Başkaları seven erkekmiş izlenimi yaratırlar. Örneğin; Sevdiği kız salıncağa binerse, önce aşık olan silahını boşaltır. Bunun anlamı: Bu “Seni başkası severse onu öldürürüm” anlamına bir mesajdır. Ardından aşığın arkadaşları silahlarını boşaltırlar. Bunun da anlamı: “Bir arkadaşımızın arkasındayız” demektir Durum herkes tarafından anlaşılır, kimse kimsenin sahasına girmez. Erkek evlenme arzusunu ailesindeki kadınlara açar. Zaman içinde gelişen olaylar oğlanın anası tarafından babasına iletilir. Günler ve gecelerce ne olup olmayacağı, aileler arasında düşünülüp tartışılır. Sonunda kız tarafının kıramayacağı bir elçi bulunur. Elçi baba ve annenin ağzını arar. Olumlu yanıt alınca kızı istemek için girişimlerde bulunur.Toplum kız isteme konusunda çok duyarlıdır. İstenilen bir kızın verilmemesi ya da söz kesiminden sonra dönülmesi erkek tarafından hakaret kabul edilir. Bu tür olaylar genellikle kan davası gibi olaylara sonuçlanır.

Sıra Gözetme :Ablası bekar olan, evlenme çağındaki erkek bu kuralı bozup evlenebilir. Erkek toplunda kadından önce gelir. Erkek kardeşler arasında da sıra gözetilir. Miras taksiminde kızın payı erkeğe göre yok gibidir. (Bu gelenek Lazlarda daha çoktur.)Son zamanlarda Bölgede kızlar arasında sıra gözetme geleneği vardır. Büyük kız varken küçük kız evlenmesi ayıplandığı gibi baba buna kesinlikle karşı koyar herkes hakkını yavaş yavaş  alma yolunu tutmaya başladı.

Başlık Parası :Akçakoca ve köylerinde başlık parası vermek hemen hemen yok gibidir. Yalnız fakir ailelerde kızına çeyiz yapabilmek için bir miktar para ödenir. Başlık parası verme Laz ve Gürcü ailelerde, Rizeli  toplumlarda daha az uygulanır. Abazalarda başlık parası alınmaktadır.

Kız Kaçırma Olayları :Abazalarda düğün çok masraflı olduğu için, özellikle birbirini seven çiftler kaçarlar. Bu danışıklı döğüştür. Kız kaçırılmadan önce nüfus cüzdanı kaçırılır. Kızın yaşı on sekizden küçük ise kız kaçırılınca erkeğin akrabalarından birinin evinde saklanır. Daha sonra aileler arasında anlaşmaya gidilir. Kaçırılan kızın yanında kıza yakınlığı ile bilinen kızın arkadaşı ile kaçırılır. Bu kıza tasavize denir. Kız emin bir ailenin yanına misafir edilir. Düğün yapılıncaya kadar kız o evde kalır. O evde her akşam eğlence yapılır. Bunun adına taşamhara denir. Kız-erkek anlaşarak kaçmışlarsa iki tarafın aileleri bir müddet birbirleriyle görüşmez. Daha sonra aracılar yardımıyla taraflar barıştırılır. Ancak yıllar süren küskünlükler söz konusudur. Kız kaçırmada kızın rızası yoksa olay kan davasına kadar gidebilir.

Kız İsteme Geleneği :Ön hazırlıklar tamam olunca kız babasının sevdiği birisi erkek tarafı ile birlikte kız istemeye gider. Erkek tarafından ağzı laf yapan biri sözü açar.Biz Allah’ın emri, Peygamberin kavli ile kızınız ...............’yı oğlumuz ..............’ya istemeğe geldik” der. Baba da;Allah yazdıysa olur. Amma bir düşünelim. Soracak adamlarımız var onlara soralım” der. Bu biraz naz etmek ve kendi akrabalarına paye çıkarmak için söylenmiş bir sözdür. Bir müddet biçilir. Bu arada istiyorlarsa, el altından erkek tarafını cesaretlendirecek haberler iletilir.Bu dönemde, kız ile erkek karşılaştıklarında kaş göz işaretleri ile birbirlerine cesaret verirler. Kız belli bir süre sonra istenir.

Söz Kesme ve Nişan Olayı :Eskiden erkek askere gitmeden nişanlanırdı. Nişanlık süresi, askerlik, para yokluğu ile ilgili olarak 2-3 hafta ile bir yıl arasında değişir. Yerli halk arasında beşik kertmesi kesinlikle yoktur. Göçmen köylerinde beşik kertmesine rastlandığı söylenmekte ise de tespit edemedim.Kız istemede erkek tarafından hediye olarak getirilen “kutu şekeri” ertesi gün iade edilmez açılırsa, kızı erkeğe verildiğine işarettir.Taraflar tarafından söz kesiminden sonra oğlan tarafından akrabaları kızın evine yüzük, kutu şekeri ile elbiseler, çorap ve terlik alıp giderler. Nişanda yüzükler takılır. Bazı köylerde nişanda erkeğin bulunmadığı, akrabası tarafından kızın parmağına yüzük takıldığı söylenmekte ise yerli köylerde böyle bir gelenek bulunmamaktadır.Bir süre sonra kız tarafı, yüzük, bir kat çamaşır, kaynanaya elbise alıp oğlan evine getirirler.

Çeyiz Geleneği
:Çeyiz olarak sandık, yatak, yorgan, yelek, şalvar, bakırdan mutfak eşyası, elde dokunmuş yer hasırı, hasır seccade, ottan duvar yastığı, kanaviçe işler ve örtüler vardır. Çeyizin miktarı ailenin mali durumu ile ilgilidir. Yerli halkta çeyiz eşyası, Doğu Karadeniz kökenli ailelerde olduğu kadar fazla olmakla beraber, kızlar mirasta erkek kadar hakka sahiptir.

Kına Gecesi :Düğün geleneğinin ilk kademesi kına gecesidir.Kına gecesi Çarşamba günü yapılır. Kına gecesi için erkek tarafı beraberlerinde taraftarları ile birlikte yanlarına kına alıp gelin evine gidilir. Dört kız çarşaf veya büyük bir yazmanın altına gelini alırlar. Bir kız gelinin eline tabaktan kına yakar. Elleri temiz beyaz bezlerle yumrukları bağlanır. Bir taraftan da maniler söylenir. Hem gelin ağlar, hem etrafındakiler. İzzet ve ikramdan sonra erkek tarafı evlerine gelir. Damadın evi önünde büyük bir ateş yakılır. Kız tarafı tavuk istemeğe gelir. Her evden birer tavuk alınır. Ateş yanınca baklavalar getirilir. İkramlar yapılır. Kız tarafı darıltılmadan uğurlanır.Kına gecesi bayramlık elbiselerini giyen genç kızlar çiftetelli, topal oyunu, orta oyunu gibi oyunlar yaşlı bir kadın denetiminde oynanır

Düğün Günü :Düğün genellikle nişandan en az bir yıl sonra yapılır. Bindallı ve benzer gelenekler yoktur. Eskiden gelin renkli ve temiz ipekli elbise damat ise don pantolon üzerine beyaz gömlek ve işlemeli yelek giyerdi. Güvey fakirse beyaz elbise ödünç alınırdı.Eskiden olduğu gibi gelin kayın baba ve yakın akraba arasına giderdi. Gelin evden çıkarken, kız kardeşlerden biri, yoksa akraba kızlardan biri çeyiz sandığı üzerine oturup sandık haracı isterdi. Ayrıca kapıdan çıkarken erkek kardeş, kapı haracı olarak bir miktar para talep eder.Köylerde, genellikle bir öküz arabası süslenirdi. Üstüne halı ve kilimlerle bir örtü yayılır. Araba çan ve zillerle bezenir, köylüler şık giysilerini giymiş, arabanın önündü, ardında, yanında yürüyerek giderlerdi. İkide birde araba durdurulur:- Ala ala hay... diye bağırarak düğün evine varılır. Yolda devamlı halaylar çekilir. Kasap oyunu, Kastamonu zeybeği gibi oyunlar oynanır. Gelin alayı, çeşitli yollardan dolaşarak damat evine varırdı.Gelin alınmadan o köylülere veya mahalleliye pilavlık parası verilir. Gelin arabaya binmeden bolluk ve bereketli olsun diye ya damadın babası veya yakını bozuk paralar içinde şekerler, buğdaylar serper, çocuklarda bunları birbiri üzerine yığışarak kapış kapış toplardı.Köyden çıkıncaya kadar çeşitli yollardan dolaşarak damat evine varılır. Gelin arabadan inmez, bahşiş ister. Bir inek ya da tosun getirilir. Kulağı kesilerek işaret verilir. Kapı önünde kurulan bir masada kız tarafı tatlı, şeker, sigara, mermi gibi isteklerde bulunur. Bu istekler karşılanıncaya kadar gelin bekletilir. Bu durum bazen üç dört saat kadar sürer.Gelin eve girerken eğilip eşiği öper. Bolluk getirmesi düşünülerek mısır, buğday, şeker, bozuk para atılır. Akraba ve komşular başlarında birer tepsi baklava alarak erkek evine giderler. Tepsiler üst üste kümelenir.Erkeklerde evin önünde yakılan ateş etrafında oynarlar. Bu oyunlar kadın kıyafetine girmiş köçekler tarafından oynanır. Eğer aile varlıklı ise dört köçek, dört davul, dört zurna ve dört keman bulunur.Diğer köylerden geleneklerde kafileler halinde düğüne katılırlar. Kimileri koç, kimileri koyun getirir. Meydanda ikramlar yapılır.Yenip içilir. Sonunda köylüler misafirlerini evlerine götürürler.Hoca nikahı yapılır, bu adet yaygındır. Hoca nikahı yapılırken gelinin yanında dadı veya bibi (teyze, hala) denilen kadınlar bulunur.Gürcü köylerinde düğün gecesi, güveyin gerdeğe girmesi yasaktır. O akşam kızın akrabası olan kızlar sabaha kadar beklerler. Düğünün ertesi günü gerdeğe girilir. Düğün genellikle üç gün devam eder. Lazlar ve Hemşinlilerde de benzer gelenekler vardır.Diğer köylerde ise hoca nikahı kıyılır. Sonunda güveyi arkadaşlarının kolunda gelinin odasını getirilir. Arkasından yumruklanarak odaya itilir. Damat odaya girer. Hazır bulunan seccadede iki rekat namaz kılıp duasını yapar ve gelinle tanışmaya gider. Damat bu arada gelini konuşturmaya çalışır. Ona hediyeler verip konuşturur. Konuşturulunca da pencereyi açıp iki el silah atar. Bundan sonra herkes dağılıp gider.Gelinle damat, gidip kayınvalidenin elini öperler. Tekrar odalarına giderler. Orada baklava yerler. Bazense baklava kesmelerinin yarısını yiyip bırakırlar. Ertesi gün bunları evlenmemiş erkek ve kızlar yer. Darısı sizin başınıza gibi bir gelenektir bu. Ertesi gün sabah, köçekler, davetliler düğün evinin önüne gelirler. Oyunlar oynanır. Damat elinde bir tepsi baklava ile herkese birer kesme baklava sunar. Sonra da herkes dağılıp gider. Ev kadınlarla dolar. Duvak günü damat sağdıçla gider. Gelinle sabahtan ikindiye dek oyunlar oynanır, şarkılar söylenir ve derken düğün biter

Duvak :Güvey gecesi sabah gelini eğlendirmek için eğlence düzenlenir. Gelin oynar ve etrafa para atar.Bekar kızlar gelinin duvağından teller koparırlar. Duvaktan sonra erkek ve kız evlerinde yemekli davetler yapılır.

Düğün Davetleri :Bütün akraba ve hısımlar gelin ile damadı davet ederler. Bunlar taşıma davetleridir. Her gidilen eve gelinin yaptığı bir el işi işleme götürülür. Onlarda onlara çeşitli hediyeler verirler.

Doğum Olayı :Genellikle ilk çocuğun erkek olması istenir. Çocuklar genellikle beşikte büyütülür. Çocuğun adı üç gün içinde yaşlı bir erkek veya hoca tarafından üç defa kulağına okunarak konulur. İsimden sonra ezan okunur. Komşular ve akraba loğusaya evvela geçmiş olsun derler sonrada hediyeler getirirler. Doğumun kırkıncı günü çocuk ve loğusa yıkanır. Buna çocuk kırklandı denilir.

Diş Çıkarma :Küçük çocukların diş çıkarmaları aile için ayrı bir sorun olur. Ailenin bireyleri yeni çıkan dişi görmeyi uğur sayarlar. Onun içinde sık sık çocuk güldürülür, ağzına bakılır. Hatta bazıları ekmek kabuğunu gevlettirmek suretiyle dişin çabuk çıkmasının sağlarlar. Bazıları da parmağını rakıya batırarak çocuğun diş etlerini oğalar. Çocuk bundan çok hoşlanır.Dişin çıktığını gören kişi mutlaka diş çıkaran çocuğa ya elbise alır ya entarilik alsınlar diye anne babasına para verir.

Sünnet Olayı :Akçakoca bölgesinde kirvelik olayına rastlanmaz. Eskiden gezginci sünnetçilerin gelmesiyle hiçbir hazırlık yapılmaksızın çocuklar sünnet edilirdi. Günümüzde eğlenceler düzenlemektedir. Sünnetçiye, bazen para almadığı için sabun, havlu gibi şeyler verilirdi.

BAYRAMLAR VE EĞLENCELER

Dini Bayramlar :Dini bayramların Akçakoca örf ve adetleri içinde çok büyük yeri vardır. Üç aylar girince Recep, Şaban ve Ramazan gelinceye kadar bazı kimseler ramazana alışmak için ayda bir belli oruçlar tutar, kutsal geceler, cumalar yavaş yavaş ayrı bir kalabalık olmaya ve cemaat artmaya başlar.Ramazana hazırlık olmak üzere, makarnalar kesilir, erişteler yapılır. Yufkalar açılır, kuskuslar hazırlanır. Mevsime göre çeşit çeşit reçeller, hoşaflar ve şuruplar hazırlanır.Hele bayram gecesi yeni esvaplar giyilir, Provalar biter. Küçükler giyeceklerini başlarının altına koyar. Ayakkabılarını yatağın içine yerleştirir. Herkes banyosunu yapıp yatar. Küçük erkek çocuklar sabahleyin sabah namazına herkesle birlikte camiye gider. Namazdan sonra vaiz dinlerler. Bayram namazı kılınır. Hoca dikilir, en yaşlı adam hoca ile bayramlaşır, ondan sonraki hoca ile yaşlı bayramlaşır ve yerini alır. Böylece sıralanır. Cemaatin en yaşlısı ile en genci bayramlaşıncaya kadar sürer. Sonra birlikte hoca dua eder.
“Bu bayrama eriştiren Allah’a senalar ve amin” denilip çıkılır. Yolda görülenlerle bayramlaşırlar. Mezarlıklara gidilir. Ölülere dua edilir. Hastalar ziyaret edilir.”
Her köyün ramazanında davulcular bahşiş toplar. Birinin elinde bir sırık, birini elinde bir sepet. Davulcu davulu çala çala her evin önünde maniler söyler. Bahşiş; havlu, mendil, yazma sırığa bağlanır. Baklavalar, el altıda tepsi bulunan sepete konur. Paralarda davulcunun cebine konur.

Bayramlar :Yerli köylerde bayram sözcüğü eğlence anlamına gelir. Bayram olacağı gece, bayramı bilen köydeki misafirler, bayramın olacağı köye yakın eş dost ve akrabalar ile birlikte giderler. O akşam onlara misafir olurlar. Kadın ve kızlar yemekten sonra daha geniş evlerde, erkekler ya kahvede ya da başka bir evde toplanırlar. Erkekler orta oyunları yaparlar. Mutaassıp olmayan yerlerde içkide içilir. Gramofon çalınır ve Cide kemençesi ve tepsi çalarak oyunlar oynanır. Genellikle oyunlar iki kişilik eşler halinde yapılır. En revaçta olan oyunlar topal oyunudur. Bu oyun Akçakoca’ya özgü bir oyundur

Eğlenceler
:Eskiden patoz makineleri yokken, fındık harmanda kurutulur, sabahları tırmıklar vurulur, sonrada altından tanesi alınırdı. Kalan fındıklarda kabuklarından ellenmek suretiyle bulunup ayrılırdı. Köylerde bu işler imece halinde yapılırdı. Kabuk ayırma işi erken bitimi, orası düğün evine döner, oyunlar şarkılar, gülme, eğlence, yeme içme başlardı. Kızlar erkekleri, erkekler kızları burada seçerdi. Çalışkan mı? Tembel mi? Dili tatlı mı? Nobran mı? Şaka kaldırır mı? Yoksa içine kapanıp arpacı kumrusu gibi düşünür mü? Yapıcımı yıkıcı mı? Hepsi burada denenirdi. Bu eğlencelerde maniler söylenirdi. Atmaca tabir edilen karşılıklı mani atmaları da yapılırdı.

KÖYDE

 

KIZ İSTEME : Cuma gecesi erkek ailesi,kız evine gider ‘’Allah’ın emri Peygamber’in kavli ile’’ diyerek kızı ister.Kız tarafı araştırma ve akrabalarına sormak için süre ister,kızı vermek niyetinde değilseler kızımızın yaşı küçük nasibinizi başka yerde arayın derler ve ya Allah yazdıysa olur derler süre isterler.

SÖZ KESME  : Kız tarafı müsbet cevabı verirse erkek tarafı bir hafta sonra kız evine gider,oyalı yemeni götürürler.Kız tarafı da çevre verir,nişan günü orada tespit edilir.Kızın parmak ölçüsü alınır.

NİŞAN : Erkek tarafı alışverişe çıkar,beşibiryerde,bilezik,küpe,tuvalet takımı,iç çamaşırı,gelinlik,elbise kumaşlar alınır.Ayrıca aile etrafı da giydirilir.Bohça içinde bunlar kız evine verilir,Nişan yüzüğü orada takılır.Bir hafta sonra da kız tarafı da aynısını yaparak erkek tarafına gidilir.Her iki aile fedakarlık yaparak düğüne hazırlanırlar.Çeyizler sandığa konur,çeyizde kızın işlediği oyalı danteller,kanaviçeler,yatak,yorgan,şalvar,yelek,mintan,bakır ev eşyalar erkek evine gönderilir.Çeyizler bir hafta boyunca yatak odasında duvarlara asılır,sandıkta ki çeyizler teşhir edilir.Çeyizlerin kalite çokluğu ailenin zenginliğine işarettir.

KINA    GECESİ  : Düğünden bir gün önce gelinin ve yakınlarının eline kına yakılır kına erkek tarafından getirilir kına yakma töreni boyunca maniler söylenir gelin ağlatılır,kına gecesi kızlar çiftetelli ve çeşitli oyunlar oynar.Köy lisanı ile mani ve türküler söylenir.

 

‘’Yukarı köyün çakalları                        Yukarı köyde çakal yok

   Aşağı köyün bakalları                         Aşağı köyde bakal yok

   Damat beyin sakalları                         Güveyin sakalı yok

   Gelin kınan kutlu olsun                       Gelin kınan kutlu olsun

 

   Kına gecen hoş olsun                          Köyümüzden çıkıyorsun

   Evin bereket dolsun                            Bize veda ediyorsun

   Damat bey eşin olsun                         Yeni yuva kuruyorsun

   Gelin yuvan mutlu olsun                    Gelin kınan kutlu olsun’’

   Diye maniler söylenir.

 

DÜĞÜN : Erkek tarafı düğün günü kız evine giderler.Arkadaşları tarafından hazırlanan gelin,bir araba ve ya öküz arabasına ve ya bir ata bindirilerek yakınları da geline eşlik ederek erkek evine yol alırlar.Zengin olan at arabasına bindirilir,damadın arkadaşları at arabasına biner düğün evine ilk gelen atlı bahşiş alır.Diğer atların dizginlerine mendil takılır,düğün alayı erkek evine gelince damat tarafından karşılanır birlikte eve girilir buna koltuk denilir.Gelin eve girerken kapının üstüne yağ ve bal sürer,sağ ayağını da eşikten atar.Bu arada damat tarafı kapı önünde para serper uğur niyetine.Bu paralar çocuklar tarafından toplanır ve kapışılır.

 

GÜVEY  KOYMA: Akşam yemeği damat evinde yenir topluca kahveler içilir oyunlar oynanır yatsı namazından sonra imam nikahı kıyılır gelin ve damat zifaf odasına girerken güvey alayı damadın arkasına vururlar.Damat zifaf odasının içine kaçar canını zor kurtarır ve güvey alayı silahla ateşler eder.

 

DUVAK : Güvey gecesi sabahı gelini eğlendirmek için eğlence tertiplenir,gelin de oynarken etrafa para atar genç kızlar gelinin duvağından teller kopartılır sonra erkek ve kız evlerinde davetler yapılır.Maalesef bu gelenekler şuanda düğün salonlarına taşmış ve gelenekler kaybolmuştur.Düğün salonlarında eski folklorik oyunlar yerine modern danslar taverna eşliğinde düğün salonlarında yapılmaktadır.

 

FOLKLÖR : Köye has topal oyunu vardır ,köyün kendine has folklor ekibi yoktur,Karadeniz folkloru hakimdir,Davul,Zurna,Saz,karşılıklı zille oynanan oyunda çalınan zil dir.Ayrıca köçek oyunu,gemici çardak oyunu vardır Halay, Sallama Karşılıklı Zille oynama Köçek,Davullu gemici çardak oyunudur,Manav dal sıksara oyunlarıdır Bar,Halay,Horon,Sallama,Karşılıklı zille oynama,Hura,ve karşılama,Köçek oyunları da oynanır,Ayrıca Cide kemençesi ve tepside çalınır iki kişilik topal oyunu oynanır

 

 

DAVUL  : Davul savaş sırası,sonrası,askere giderken,törenlerde,ramazanlarda,güreş yapılırken çalınır.Davulun eski adı Tavuldur,Çağatay Türkleri tarafından yapılmıştır,bir haber aracıdır

ZURNA: Davul ve zembeleklerle çalınır ağaç maden, boynuzdan yapılır ,7 üstte 5 altta deliği vardır,Avrupa’ya Türkler tarafından götürülmüştür,Oğuz Türkleri Anadolu’ya getirmiştir,kemençe ve davula eşlik eder,4000 yıldan beri devam eden bir enstrümandır.Davul,Kaval,Zurna,göçer enstrümandır,köyde son zamanlarda bunların yerini taverna müziği almıştır org ile çalınan müzik aletidir eski neşe eski düğünler artık tarihe gömülmüştür,evlerde yapılan düğünler artık düğün salonlarına taşmıştır

KAVAL: Orta asyadan gelmiştir Balasau Türkleri icat etmiştir,Çağatay Turan Türkleri haval derdi Karadenize bunlar getirmiştir ,bir göçebe çalgısıdır Of, Tokat kavalı meşhurdur

KEMENÇE  :Klasik ve Karadeniz kemençesi olmak üzere iki türü vardır Akçakoca da Karadeniz kemençesi çalınır,ince uzundur,sol el ile havada tutularak çalınır,kemençenin telleri çeliktendir.Akortları la,re,sol,mi,yahut sol,re,la,mi veya 3 telli için re,la,mi dir,tellerin üzerine basılarak,tek olarak çalınır.Sazın şekli bir takayı andırır,gövde kısmı dut ve ceviz ağaçlarından oyularak yapılır,ses tablası ise 1,5- kalınlığında ladin veya köknar ağacından yapılır,kısa sapı ve çelikten üç teli vardır re-la-mi sesleri akort edilir,bir buçuk oktav çalar.Yayının kılları gevşek olarak takılır ve sol el ile havada veya dize dayanmış olarak tutularak kemençenin 3 teline aynı anda sürülerek çalınır çalınır Kemençe anadoluya oğuz Türklerinden gelmiştir Kemençe ,Özbekistan,Kırgızistan ada Anadoluda ıklık göbekli kemençe olarak çalınır Arapçada Keman Türkçede ç demektir bu iki kelime birleşmesinden Kemaençe doğmuştur ,Kıpçak Türkleri tarafının dan Mısıra götürülmüştür Özbeklerin girjası kemençeye benzer, kıyak kemençe denir.Trabzon dada Gagavuz Türkleri kemençeleri vardır,Trabzonda kemençeye kıyak denir,Türkmenistan,Özbekistan, Kırgızistan Gagavuz Türklerin kemençeleri vardır 2 sesle çalışır 2 telden ses alınır 4-6-7 aralıklıdır.

TULUM: Tulum Karadeniz bölgesinde kullanlıan nefesli halk sazıdır,deri,nav ve ağızlık olmak üzere 3 kısımdan oluşur.Deri,tulum olarak anılır, tulum,koyunveya oğlak derisinin tüyleri temizlendikten sonra ayakları yukardan kesilir,sağ ön ayak ile arka sol ayağın dışında kalan delikler hava kaçırmayacak şekilde sıkıca bağlanır,ön ayağa bir tahta boru,arka ayağada üzeri delikli iki boru tespit edilir.Deri hava ile

Delikli borulardan ses çıkmaya başlar,koltuk altına yerleştirilen tulum zurna analık üzerindeki parmaklar delikleri açıp kapamak suretiyle istenen ezginin çalınmasını sağlar,nav sazın zurna dediğimiz kısımdır,ağızlık ise hava üflenen kısımdır Tulum Türkçe kelimedir Çağatay Türkleri icat etmiştir Anadoluya Peçenek Turan Türkleri Karadenize getirmiştir Kıpçaklarda tuluk,Duluk diye geçer.

 

ÇOCUK OYUNLARI

Çelik çomak,binmeli eşek,esir oyunu,körebe,köşe kapmaca,birdirbir,seksek,yakan topu,lunç,domino devirme

KIYAFETLER

Köyde 25-30 yıl öncesine göre  kıyafette önemli değişmeler olmuştur.Erkekler tamamen

 şehir kıyafetini benimsemişlerdir. Erkeklerde gündelik kıyafetlerden başka önemli günlerde,törenlerde giyilen ve içine beyaz eşarp bağlanan lacivert takım elbise en beğenilen giyim eşyasıdır. Ancak yaşlı erkeklerden bazıları köy içinde geleneksel kıyafetle ilgili olarak paçaları dar pantolon, üzerine gömlek ve yeleği giymeye devam etmektedirler. Kösele kunduranın yanında lastik ayakkabı, plastik ayakkabı, özellikle çocuklarda  çok görülmektedir. Erkeklerde pijama, şapka, şemsiye kullanılan giyim eşyaları arasındadır. Burada dikkati çeken husus pijamanın yatak kıyafeti olmaktan başka, bazen iş kıyafeti olarak kullanılması suretiyle ikinci bir iş görmüş olmasıdır.Kadın giyimi erkeklere oranla daha az değişmiştir.Eskiden kadınlar evlerde basit tezgahlarda keten ve kendirden giysiler dokurdu. Bugün ise köylüler malzemesi köy dışından sağlanan koyu renkli şalvar ve üzerine bluz giymekte, başlarına lacivert örtü (örtme)  örtmektedirler. Kadın giyiminde dış görünüş bakımından erkeğe nazaran değişme daha azdır. Evde elbisesi ile dolanan bazen başını örtmeyen kadın, sokağa çıkınca elbisesinin üzerine şalvar giymekte ve başını örtmektedir.Genç kadınlar arasında elbise giyenler, başlarını örtmeyenler az da olsa bulunmaktadır..Köyde gündelik kıyafette olduğu gibi gelin ve güvey kıyafatide tamamen şehirleşmiştir. Ancak köyde giyilenler, kasabadan ucuz sağlanan ve nispeten eski model olan giysilerdir.Kadın ve çocukların kısmen evde hazırlanan giysilerinin kumaşları dışarıdan satın alınmaktadır.

  ŞALVAR         : eninde üç boy kumaştan çıkar daha ziyade eflatun pembe,yaşlılar koyu renkleri tercih ederler,genellikle çimen yeşili,zeytin yeşili tercih edilir,şalvarın içine şalvar ( havsa) dikilir pamuklu veya şile bezinden dikilir

MİNTAN            : Şalvarın üstüne giyilir mintan ve şalvar işlemelidir,kadife kutnu,jantanlı ve yollu kumaşlardan dikilir

YELEK              : Şalvar üzerine kolsuz fakat işlemeli yelek giyilir,içine bezden buluz giyilir.

ÖRTÜLER         :Kare şeklinde üzeri baskı tekniği ile işlenmiştir,çiçek desenlidir

YAZMA             : Oyalar işlenir dikdörtgendir

ÇORAPLAR     : Yün çoraplar giyilir kadın çoraplar motif işlemelidir

AYAKKABILAR : Rugan ayakkabı giyilir,çarıkta giyilir,genellikle lastik ayakkabılar tercih edilir

ERKEKLERSE : Yelek ve zıpka giyerler,Kafkas kökenliler düğün törenlerde kalpak dik yakalı siyah satenden yapılmış diz boyu elbise ve yumuşak deriden çizme giyilir.Elbisenin üzerine dışardan fişeklik,kama,kemer gibi ayrıntılar vardır,kadınlar ise simli motiflerle süslenmiş kadife elbiseler giyerler bunları Aktaş,Edilli,Uğurlu,Yenice,Göktepe,Kirazlı,Hemşin köyleri giyerler

 

HIDIRELLEZ

6 Mayıs günü kutlanır,köyün piknik alanlarında,salıncaklar kurulur,yemekler pişirilir,ıp atlanır,salıncaklarda sallanılır,birçok oyunlar oynanır,kızlar erkeklere,erkekler kızlara bakarlar orada birbirini beğenirler,arkadaşlıklar kurarlar,balık tutmalar olur,erkeğin beğendiği kız eğer salıncağa biner sallanır ise erkek hemen silahını çıkartarak iki el ateş eder ona onu beğendiğini gösterir,hıdrellezin en iyi yemeği helvadır.Her hıdırellezde komşu köyler davet edilir mevlit okunur ,yemekler yenir çeşitli eğlenceler düzenlenir. Bu törenleri anlatmadan önce pilavlık parası üzerinde duralım. Daha öncede belirttiğimiz gibi köyden başka bir köye gelin giden kızlardan pirinç parası alınır. Bu para hemen harcanmaz biriktirilir. Pirinç parasının anlamı şudur. Köy gençleri bu kızı o zamana kadar o şekilde korumuşlardır ki, kızın namusuna halel getirmemişledir. Pirinç parası bunun mükafatı bir bahşiş sayılır. Alınan pirinç paralar yedi emin olarak köylünün saygı duyduğu birine telim ederler. Köyden ne kadar çok kız gelin giderse parada o kadar çoğalır. Hıdrellezde bu para ile bir koç satın alınır. Pirinç alınır, un yağ alınır. Kesilen koçun etinden ya etli pilav yapılır, helva kavrulur, ballanır. Öğleyin gençler toplanır ve bu pilav yenir. En sonunda da helva yenilir. Hıdrellez bayramının ayrı bir güzelliği vardır. İp salıncaklar, zincirli salıncaklar, büyük ağaçlara bağlanır. Kızlar ayrı yerde, erkekler ayrı yerde sallanırlar. Ama bazen kızlar erkekleri, bazen da erkekler kızları seyretmeye giderler. Eğer beğendiği bir kız salıncak biniyorsa orada çıkarır silahını bir şarjör boşaltır. Bu olaya kimse ses çıkarmaz. Böylece kimin beğenilip beğenilmediği bu hıdrellez bayramı vesilesi ile belli olur. Bazı köylerde güreşler tutulur. Bazı köylerde derelerde balık tutulur eğlenilir.Akçakoca köylerinde hemen hemen hepsinde geleneksel olarak her yıl kutlanır köydeki küskünler barıştırılır geleneksel oyunlar spor etkinlikleri,folklorik oyunlar ve bunun gibi,Akçakocadaki mulki amirlerde davet edilerek etkinlikler yapılır herkes baharı böyle karşılar

 

EVLERİ

Evler genellikle bahçe içinde olur çünkü meyve sebze yetiştirilir .Avlu,avlu ağla çevrilidir çünkü sebze meyve yetiştirilir ,Kurukavak,Karatavuk evler arası 4-5 km’dir,okul ve cami yanlarında evler yapılmıştır,az dağınık meskenlerde cepheleri sokak tarafına doğrudur Arabacı köyü gibi,Mısır ziraati çok olduğu için her evin yanında hemen hemen 1 adet serender yapı vardır,ahırlar evlere uzaktadır,ahır ile samanlık yan yanadır Tarım toprakların azlığı dağınıklığı kır yerleşim bölgesinin dağılmasına yol açmıştır

 

SPOR

Hiçbir zaman gayri federe veya amatör olarak hiçbir müsabakalara iştirak etmemiştir,köyün hiçbir sportif amaçlı kulübü yoktur,köylünün spora yatkınlığı yoktur.

 

 

YEMEKLER

EKMEKLER       : Yufka ekmeği,Bazlama,Gözleme,Cızlama,Mısır ekmeği,Buğday ekmeği

ÇORBALAR        : Tarhana,Mercimek,Un,Çılbır,Kızılcık çorbasıdır

HAMUR İŞLERİ : Mantı,Börekler,Erişte,Kuskus,Kaşık makarna,Mancarlı pide

ET YEMEKLERİ : Kara dolma, Korçan,Sebze dolmaları,Kebaplar,Lahana sarma

TATLILAR           : Melen güççeği,Laz böreği,Güllaç,Sütlaç,Baklava

ÇEŞİTLİ YEMEKLER : Gaygana,Soğanlı yumurta,Sebze yemekleri,Zeytin yağlılar,Mamursa,Kaldırık,Mantar yemekleri,Tirit,Malay,Hoşmanım,Mancarlı fırında pide

 

ALT YAPI BİLGİLERİ

Köyde, ilköğretim okulu vardır ancak kullanılamamasının yanı sıra taşımalı eğitimden yararlanılmaktadır. Köyün içme suyu şebekesi vardır ancak kanalizasyon şebekesi vardır. Ptt şubesi yoktur ancak ptt acentesi vardır. Sağlık ocağı ve sağlık evi yoktur mobil sağlık sisteminden faydalanmaktadır. Köye ayrıca ulaşımı sağlayan yol asfalt olup köyde elektrik ve sabit telefon vardır,fındık alanı % 92 dir,Fisko üye sayısı 66 dir,2000 mt kare kilitli parke taşı döşenmiştir,5 dönüm tüzel kişiye ait yere kapama meyvesi dikilmiştir.1871 biririnci arazi yoklama defterinde 1922 Bolu salnamesinde kaydı vardır,1781 de 145 Hane,1890 da 27 Hane 162 ,1935 de 97,1940 de 109, 1945 de 123,1950 de 128,1955 de 261,1960 da 130,1965 de 127,1997 de 130,2000 de 143 nufusu vardır ,ençok göç veren köydür.yerli az dağınık köy statüsündedir,,Tarla alanı yoktur,fındık alanı 1.104,orman alanı 6 dönümdür ilk ilkokul 1976 yılında açılmıştır

 

İSTİKLAL SAVAŞINA KATILANLAR

ABAZA MUSTAFA TÜTÜNCÜ ÇETESİNDE OLANLAR  : PATRİK MUSTAFA

GEMİCİ REİSLERİ      : HAÇAN OSMAN ÇİFT SÜREN

ARABACILAR              : ÇAVUŞOĞLU MUSTAFA FIRAT

                                           ANAKUZULARIN NİYAZİ SARICA

ŞEHİTLER  : OSMANOĞLULARI KADİROĞLU MEHMET D. 1887-Ö.1915 ÇANAKKALE  SEDDÜLBAYIRI SAVAŞI  P.ER

                                          OSMAN CANDAŞ                D.1887-Ö.1915 ÇANAKKALE SAVAŞI

GAZİLER: M.ALİ ÇELİK

 

18. VE 19. YÜZYIDA TEMETTUAT DEFTERİNDEKİ DURUMU

1877 de 27 Hane 162 Nufusu vardır,çok eski köy olmasına rağmen ismi geçmemektedir

 

 

KÖYE İLK GELEN SÜLALELER

 

UĞURLAR                           ÇİFTSÜREN            TRABZON            SÜRMENE

KARAKAŞLAR                   NALCI                      YERLİ

OCAKÇILAR                       TUNA                        YERLİ

SARICALAR                        YAMAN                    YERLİ

TOPAL YUNUSLAR                                              YERLİ

LAZOĞULLARI                                                      TRABZON

ÇAVUŞOĞLU                                                          YERLİ

HAMZA ALİLER                                                     YERLİ

ÇELİKLER                                                                YERLİ

BULGAN                                                                   GİRESUN           GÖRELE

Bunlar bu köyün yerlileridir.1878 yılında Trabzon Sürmene’den Hendemoğlu Osman Efendi (Çiftsüren) iç güveye gelir.Değirmenci Ahmet Bulgan Giresun Görele’den göç gelir.Son yıllarda Sarı Yayla köyünden de 2 göç gelmiştir.

NOT:Katkılarından dolayı Hayrettin Çifsüren ağabeyime teşekkür ederim

Kaynak

Coğrafi bölgesi      : İbrahim Tuzcu

Köyün ismi            : Hayrettin Çiftsüren,Akç .K.Sitesi,Vikipedi özg.ansl.St Şükrü Dönmez,Drl.İbrahim Tuzcu

Tarihi yerler           : Hayrettin Çiftsüren,Vikipedi özg.ans.St,A.kç.K.Sitesi,Drl.İbrahim  Tuzcu

Coğrafi durumu     . Mustafa Kocadon,Kenan Okan,Şükrü Dönmez,Drl.İbrahim Tuzcu

Cami ve Mez.        : Kenan Okan,Hayrettin Çiftsüren,Drl.İbrahim Tuzcu

Turizm                   : Hayrettin Çiftsüren,Kenan Okan,Şükrü Dönmez,Akç .K.Sitesi,Vikipedi özg ans,St.Drl.İbrahim Tuzcu

Ekonomi                : Kenan Okan,Şükrü Dönmez,Mustafa Kocadon,Hayrettin Çiftsüren,İlçe Tarım Md.,Akç .K.Sitesi,Drl.,İbrahim Tuzcu

Kültür                     : Vedia Emiroğlu,Sümeyye Köktürk,Kandıralılar derğ.,Sosyal siyaset net,Kenan Okan,Şükrü Dönmez,Akç .K.Sitesi,Görsel yay s.4,Drl.İbrahim Tuzcu

Spor                        : İbrahim Tuzcu

Köyün alt yapısı     : Mustafa Kocadon,Akç.K.Sitesi,Hayrettin Çiftsüren,Vikipedi özg.ans.,St,Drl.İbrahim Tuzcu

İstiklal savaşı          : Şükrü Dönmez,Geltag net

Sülaleler                  : Hayrettin Çiftsüren,Hayrettin Kaya,Drl.İbrahim Tuzcu

 

KINIK

 

 

COĞRAFİ BÖLGESİ    :  Karadeniz Bölgesi

İLİ                                    :  Düzce

İLÇESİ                            :  Akçakoca

KAYMAKAMI                : Mehmet Ünal

B. BAŞKANI                   :  Fikret Albayrak

KÖY MUHTARI            :  Sami Başaran

TELEFONU                    :  05383035280   EV- 03806115388

POSTA KODU                :  81650

NUFUSU                          :  60 Hane,238 Nüfusu vardır

ESKİ MUHTARLAR     :  2009de Sami Başaran,2004 de İsmail Eren,1999-Sami Başar,1994-Fikri Erdoğan,1989-Nizamettin Kibar

COĞRAFİ DURUMU   :  Düzceye ,Akçakocaya uzaklıktadır,rakımı 145 mt dir.

En yüksek yeri 300 mt dir 2639 dekar fındıklık 6 dekar ormanlık vardır.Komşu köyleri Göktepe,Ortanca,Beyören,Kirazlı, Doğancılar Kepenç tir.

KÖYÜN İSMİ NEREDEN GELİYOR

M.Ö.377 yılında batı Trakya’dan gelen Bitinyalılar vardır bunların kralları Bias tır,bunlar burada bazı köyler kurmuşlardır bunlardan bırtanesi Kınık köydür.Buraya daha sonra 1243 yılında,Kastamonu’dan Moğol baskısından ve yenilgisinden sonra Oğuz kınık boyundan 130.000 kişi batıya göç yapar bunlardan bazıları Akçakocaya gelirler bu Ceneviz ve Bizanslıların kurdukları köylerin yanına yerleşirler, Ayrıca Adana-İçel sancağından  Yörükler (yürüyen halk demek)batıya göç gelir ve Akçakocaya yerleşirler,neticede  burada ,Bitinya,,Yörükler, ,Oğuz kınık boyu  obaları yaşamışlardır.(Kınık Oğuzların Bozok kolundan Oğuz Kaan Hanın oğlu Deniz Han soyundan geldikleri kabul edilir, Kınık demek Çakırdoğanın erkeği demektir Farsçada kuşların erkeği demektir.).Akçakocada M.Ö. 1200 yılında Frik,M.Ö. 670 Lidya,M.Ö.395 te Roma pontos,M.Ö.1200 de Hitit ama bu kesin bilinmiyor bu kavimler yaşamışlardır.Bir rivayete görede Akçakocaya gelen ilk Selçuklu Oğuz Kınık boyundan olan obalar buraya gelir yerleşirler ,Kınık boyundan oldukları ve ilk yerleştikleri yer olan buraya bu isim vermişlerdir,bu yüzden  bu isim halende süre gelmektedir. En eski yerleşim birimidir 1324 yılında divanı teşkilatı vardı,kuruluşu 1324 öncedir,Oğuz boyu Kınık boyundandırlar,merkez ve tepe olmak üzere iki mahallesi vardır,köyün adı önce Kınık,sonra Kadıköy,daha sonra Kınık olmuştur  Köyün adı önceleri Kadı köyü olarak bilinirdi.köyde eskiden kadı (yargıç) bulunurmuş tu. diğer köylerde bu kadıya bağlımışlardı.köyün eski yeri Emköy denilen bölgede imiş sonraları şu an olduğu bölgeye yerleşmiştir,1980li yıllarda köyün adı Kınık olarak resmen değiştirilmiştir.köyün halkı manav Türkleridir.köyde ilk ikamet eden aileler şunlardır,Harun Aliler-(Özcan),Yusuflar-(Erdoğan),Habipler-(Çakmak),Hacıahmetler-(Başar),Hanifeler-(Yılmaz)Raşitler-(Öztürk)Alimoğular(Eren)Fisenbeyler(Ertürk)Dursunlar (Karayel) sülaleridir..köyün bahsedilen aileleri nin daha evvel nerden buraya geldikleri konusunda bilgi yoktur.bu ailelerin dışındaki aileler Karadeniz bölgesinden göç yoluyla köye yerleşmişlerdir.köyde Osmanlı manav Türkleri kültürü hakimdir.Bu köyde Hemşin kültürü de vardır ,buraya daha sonra Giresun’dan çok göç gelmiştir,Manav,Hemşin,Giresunlu vardır ,daha önceleri Emköy vardı burası münkariz oldu,bu köy çok rüzgar alırdı bir kısmı Göktepe ye,bir kısmı da burayı terk ettiler ve köy kayboldu burası köyün doğusundan çıkan bir kaynak suyu vardı Beyören ile Kınık arasında akan derenin üzerinde kurulmuştu halen eskiye ait direkleri duruyor,burada birde eski değirmen vardı oda münkariz olmuştur.1910 yılında Hemşin ve Yenice köyden buraya göç gelen aileler vardır,1930 yılında da Giresun Görele’den göç gelenler vardır.

TARİHİ YERLER

Köyün pek tarihi kalıntıları yoktur zengin değildir.Caminin yanında Ahmet dede isminde bır yatı vardı ,burada adaklar kesilir kuran okumaları yapılırdı burası daha sonra yok edilerek üzerine köyün 2 ci su deposu yapıldı halen bu depo kullanılmaktadır,ayrıca 350 yıllık Ayda ban kestane ağacı vardı, çevresi12 mt  genişliğinde idi burada da bayramlar güreşler tutulurdu köyün toplanma yeri idi fakat bu kestane ağacıda daha sonra kesilerek yerine fındık ekilmiştir.Köyde Recep Yazıcıoğlu tarafından diktirilen çamlıklar vardır ondan dolayı da buraya Recep Yazıcıoğlu çamlığı denmekte dır dır

 

AKARSU VE DERELERİ

 

Orhan deresi yanından geçmektedir,su altı seviyeleri çok değişkendir,Pınar,ve kuyu suları faydalıdır ancak çok kireçlidir,serttir koli bakımından zengindir içilmesi mahsurludur,sıcak su ve göl yoktur köy içme suyunu güneyinde bulunan Doruk dağından gelen şu anki Sarma deresinin bir kolu olan Değırmen deresinin ucundaki bir koldan alır bu mevki Çingen konağı mevkisi denir .suyun bir kolu olan pınar suyun dan yaklaşık mesafeden karşılamaktadır.fakat yaz aylarında yaşanan su sıkıntısından dolayı doğusunda bulu ban su çıkarı diye adlandırdığımız bir pınardan pompa yardımıyla köye takviye su pompalanmaktadır köyün batısından ve doğusundan iki adet dere geçmektedir,köyün adı da batısından geçen Kınıklı deresinin adını almıştır

 

DAĞ VE TEPELERİ:

 İncirlik sırtları eteğinde kurulmuştur,tepesi yoktur

 

İKLİMİ

En fazla yağış Eylül-Kasım-Aralık-Ocakta olur,kar Aralık ve Ocak ayında yağar ama uzun sürmez,Mayıs-Haziranda Karayel,Temmuz-Ağustos-Eylül ayında Poyraz eser,kış aylarında lodos eser,Temmuz- Ağustos-Eylülde güneş kendini daha iyi gösterir,Aralık,Mart ayları arası en düşük sıcaklık olur ılımaman Karadeniz iklimine sahiptir.

 

JEOLOJİK DURUMU:

Eoesen-Folişi,Muminitli Kalker mevcuttur.Dere ve vadi tabanları alüvyon,yamaçların büyük bir bölümü silis formasyonu,tepelerin üst kısmı da 3.derecede kumlu,çakıllı tabakalar halindedir.Depreme dayanaklı 3.bölgedir.Dağlar denize paralel uzanır.Palezoik devre ve tersier arazilerde ibarettir.Eosen folişi- numinitli kalker toprağa Kum,Taş-Marn- Gre ( Kretese)  sahiptir Jeolog Dr.Ervin Lan,Mühendis Zeki Erişir.

 

BİTKİ ÖRTÜSÜ

Akçakoca’da orman alanı 20477.77 hektardır.Çoğu bozuk orman alanıdır % 43 kayın % 0.8 gürgen %0.1 kestane % 6 meşe % 1 kavak % 0.25 ıhlamur % o.4 çınar bulunur,gerisi fındıklıktır.Maki bitki örtüsüne sahiptir,iklimin mutedil yağışlı olması bitki örtüsünün gür olmasını doğurmuştur.

TOPRAK YAPISI

Topraklar kırmızı kahverengidir.Toprak asitli,kireci azdır,topraklar erozyona maruzdur.Potas ve fosfor bakımından fakirdir,tuz oranı normaldir.Saha umumi olarak pedojenez bakımından genulik safhasındadır.Toprak killi ve tınlı kıvrıntılı karakterdedir.

 

TURİZM:

 

Burada yeni yapılan fidan lama alanları ileride güzel piknik alanları olarak

düşünülmektedir,turizm açısından zengin değildir.Köy av turizmine uygundur

 

CAMİLERİ

1875 yılında camii tuğla yapı 100 cemaat li tek şerefelidir,2000 yılında Osman Başar tarafından camı derneği kurulur böylece köye yeni camı yapımı düşünülür daha sonrada Osman Yılmaz bu camı yapımını üstlenir yeni yapılan   cami tek şerefeli,350 cemaatlidir betonarme.modern yapıdır,eski cami yıkılmıştır,1 camisi vardır

 

MEZARLIKLAR:

Köyün 3  mezarlığı vardır ,1 cısı köyün içinde cami yanındadır, 2 cısı Harun Alilerin evin önündedir ,3 cüsü ise Eyüboğluları mezarlığıdır,   araları 100 mt dir.Ayrıca aile mezarlıkları da vardır,camının yanındaki mezarlık 1324 yılından beri vardır halende bu eski mezar taşlarına rastlamak mümkündür ama koruma altına alınmamış eski yazılar silik tır. Mezar taşlarındaki konular erkek mezar başlarına başlık,kadın mezarında süslemeler ön plandadır,erkek mezarlığında büyük sarıklı olanlar ulema ve paşaları,uzun külah üzerine sarık tasvirler,derviş ve tarikat şeyhlerini,sadece ince sarıklılar köy ağalarını,üstü geniş ve altı dar kavuk biçiminde olanlar yeniçeri ağalarını işaret etmektedir

 

EKONOMİSİ

TARIM:

HUBUBAT   :Buğday,Mısır,

BAKLIYAT:Fasulye,Bezelye,Bakla,Soğan,Lahana,Marul,Pırasa,İspanak,Kaldırık,PatatesKaralahana,Biber,Patlıcan

MEYVE       : Elma,Armut,Kestane,Ceviz,Üzüm,İncir,Dağ çileği,Muşmula,Ayva,Kızılcık,Kiraz

Ekonomisi Tarım ve Hayvancılığa dayanır.Köylü,bahçesinde yetiştirdiği sebzeleri Akçakoca pazarına götürür orada satar,kadınlar ev ekonomisine katkı sağlarlar.Artık günümüzde fındığın para etmemesi insanları başka işlere meşguliyetine zorluyor,,yalnız sağman inekler vardır,elde edilen sütler pazara götürülüp satılmaktadır., tavuk kümesleri olmasına rağmen kümes hayvancılık da yok olmaya yüz tutmuştur..Köyün erkekleri sanayi bölgelerine çalışmaya giderler,nakliyatçılıkla uğraşanlar vardır,artık köylü son zamanlarda endüstri kollarına yönlenmiştir,,köyde hiçbir sanayi kuruluşu yoktur.Akçakocada eskiden. köyden Armut,Ceviz,Kestane,Dut,İncir,Dağ Çileği başta Zonguldak,İstanbul’a takalarla sevki yapılıyordu.Ayrıca kesif ormancılığı vardı bunlarda aynı şekilde sevkıyatı yapılıyordu,fındık bahçesinin gelişmesi buraya ayrı bir önem kazandırmıştır şimdilerde fındık tarımı ile geçinmektedir .köyün başlıca geçim kaynağı fındıkçılık,seracılık ,tavukçuluk az miktarda da yeni oluşmakta olan kivi üretimi dir.İlçemizde tarımsal üretim içerisinde bitkisel üretim, özellikle fındık üretimi ağırlıklı yer tutmaktadır. Fındık üretimi dışında kasaplık tavuk üretimi, arıcılık,  mantar üretimi önemli tarımsal faaliyetler arasındadır.Akçakocada 1930 yıllarda ekonomi denize bağlı idi,bunun yanı sıra reçberlik,odunculuk,kerestecilik ön safhada yer alırdı,şehirlinin tümü denizci idi,gemi tüccarı,gemici,tekne sahibi,balıkçı,yada yükleme ve boşaltma amelesi idiler.Akkaya,Aftunağzı,Beyhanlı,Döngelli,Çuhalı,Kızlarağası,Değirmenağzı,Taşman Deresi,Karaburun,Melenağzı iskeleleri vardı,buralardan ticaret sağlanırdı.Ayrıca ilçede 4750 büyükbaş hayvan vardı ama son yıllarda azalma kaydedilmiştir,kümes hayvancılığı da son yıllarda azalma görülmüştür 190 adet kümes vardı,beyaz et üretimi 25.000 tonu geçmekte idi.2000 civarında fenni kovan vardır.Maden direkleri dışında ,Bolu Adapazarı’nda ,Düzcede yetişen buğday,kavun,karpuz gibi toprak ürünleri manda ve öküz arabalarıyla deniz sahiline getirilir buradan da deniz yoluyla gelen gaz,ve tekel maddeleri aynı arabalarla taşınırdı,sahilde bulunan depolarda bu mallar stoklanır dı zaman içerisinde tuz ve benzeri şeyler şehir ve kasabalara sevkiyatı yapılırdı,ayrıca deniz yoluylada sandallarla başka şehirlere sevkiyatı yapılmakta idi.

 

FINDIKÇILIK

Hemen hemen herkes fındıkçılıkla uğraşmaktadır.Devlet orman arazilerini açıp buralara,memleketten 1900 yılında Trabzon’dan gelen Bostancı hacı Ahmet efendi Akçakoca’ya fındığı getirir Osmaniye mahallesine fındığı ekmiştir,yine Mehmet Arifin getirttiği fındığı ekerler daha sonra Batum göçmeni olan zücaciyelik yapan Mustafa efendi Doğu Karadeniz sahillerinden aldığı fındık fidelerini Ereğli ve Akçakoca da satarmış.Bir gün Giresun’a uğrar o zamanın belediye başkanı limanda fındık fidesi dağıtıyormuş,Mustafa bey bunları alır gemi kaptanına da söyler,gemi kaptanı fideleri fıçılara koyarak Ereğli Akçakoca ya getirir,diğer rivayete göre de Yenice köyün kurucusu Kibaroğlu Hurşit,Kırıkoğlu Tahir,Keleşoğlu İbrahim,Alioğlu Tufan Tefik ilk fındık fidelerini ekmişlerdir.Bunların getirdiği fındık dallarından sopa ile dövülürmüş dalları çok büyükmüş,daha sonra Mehmet Arif kaliteli fındık fidelerini götürür,millete bunları tercih eder millet bu fındık fidelerini dikerler.1922 yılında 4000 fidan mevcuttu fındık sevkiyatı artınca millet fındık ekmeye başlar,fındık bahçelerde elle toplanır,çeşitli evrelerden geçtikten sonra yere sofralar kurulur altına büyük bezler serilirdi, sofra etrafına toplanan kişiler fındığı kırardı,bazıları da fındığı kabuğundan ayıklıyordu çok çetin olan bu sistem yerini 1930 yılında merkezde Kapkirli’de elle çalışan değirmen gücü ile çalışıyordu ve fındık böyle kırılıyordu,Sarı Hafızların Halit Arıkan bu değirmeni kurmuştu ,daha sonra Trabzonlu Abdulrezzak efendi elle kırma fabrikası kurar,daha sonra Küçükömerle’in Ömer Aydın 1932 yılında  şimdiki Özyuvam’ın olduğu yere ahşap bina içinde makaralarla çalışan fındık kırma makinesini kurar,1942 yılında da Diyarbakırlı lakaplı Cemil bey Osmaniye de bir değirmen kurar ama bu değirmen dizel motoru ile çalışmakta idi,yine bu sırada mebus Vahit Yöntem Osmaniye de deniz kenarında modern bir fabrika kurar1946 yılında,1947 yılında da Arabacı köyünde Hocaoğlu Mehmet dizel motoru ile çalışan bir fındık kırma fabrikasını kurar.Edilli köyünden olan Hüseyin Horoz da dizel motorun masrafını azaltmak için Değirmenağzı mevkiinde su gücü ile çalışan fındık kırma fabrikasını kurar,düşük alternör ilavesi ile akü şarj girişimi ile iyi bir fabrika idi ve en son 1954 yılında Orhan derenin denize döküldüğü yerde fiskobirlik adına modern bir fabrika açılır,bu fabrika 2008 yılında tamamen yıkılır bunun yerine Sapak mevkiinde çok modern fabrika açılır üretimine devam etmektedir.İlk fındık yağını Kalfanın Bekir Üstünel yapmıştır,fındık eskiden tımar,çapalama,tırpan yapma,toplama,öküz arabalarla taşıma,sopalarla dövme,elle ayıklama,sık tellerden yapılmış bir aletle incesini kalınını tozunu ayıklama evrelerden geçerdi,ama şimdi toplama,ilaçlama,gübreleme,motorla tırpan yapmak,ayıklamayı patoz makineleri ile yapmak maliyeti yükseltiyor,Fisko’da fındık taban fiyatını da düşük tutunca halk artık fındıkçılık’a iyi bakmıyor.Fındık şubat mart ayında ekilir 2-3 yıl yetişmesi sürüyor,4-4 6-6 ara ile 6-8 fidan 60- ocak kuyular açılarak dikilir.En iyi fındık türleri şunlardır: Çakıldak,Kargalak,Kan,İncekara,Kuş,Tombul,Paloz,Foşa,Kalınkara,Uzunmusa,Mincane,Cavcana,Badem,Yağlı fındık,Kara fındık,( yağlı fındığa benzer kabuğu siyah ve serttir)Sarı fındık (yuvarlak kabuğu ince verimi fazla),Yomra(yuvarlak vermi fazla),Sivri( ince uzun bademe benzer),Dilovası,ve Mehmet Arif fındığı ( yağlı  kabuğu ince verimi fazladır). Deli sava(Fındığın içini iyi doldurmaz)

 

HAYVANCILK

Az sayıda Sığır,Tavuk,,Arıcılık yapılmaktadır,her evde hemen hemen sağman inek mevcuttur,süt besiciliği yoktur süt mandıra üretim tesisleri yoktur,köylü kendi süt mamüllerini kendisi yapardı ama maalesef büyükbaş hayvan yetiştiriciliğinde düşüş yaşanmıştır.

 

ORMANCILIK

Çam,Kayın,Meşe,Kestane,Gürgen,İhlamur,Kavak,Çinar,Defne,Kocayemiş,Muşmula,Ayı üzümleri,Orman gülleri,Yer gülü,Erica ağaçları,Erelti otu,Çoban püskülü diye orman ürünleri var .Eskiden devlet orman arazisini talan edip fındık ekimi yapılmıştır,Akağaç,Sedir,Mazı,Ihlamur,Okaliptüs ardıç ,Servi ağaçları dikilmiştir

 

AVCILIK

Bölgede göçmen kuşlara daha çok raslanmaktadır,Sarıkuş,Çulluk,Bıldıcın,Ördek,Üveyikördek,Kaz,Kuğu,Tarakçın,Karakçun,Sığırcık,Bozbakal,Karabakal bulunur.Son zamanlarda,gerek ilaçlama gerek yanlış avlanma neticesinde çok azalma olmuştur ördek,çulluk avı çok meşhurdur.Çevredeki daimi kuşlar Kestane Kargası,Çulluk,Ördek,Üveyik,Sığırcıktır.Tavşan,Çakal,Tilki,Domuz Ayı,Su Samuru,Kunduz,Geyik,Karaca vardı ne yazık ki bunlara da az rastlanmaktadır.Domuz avı devamlı yapılmaktadır.Köydeki devamlı hayvanlar Domuz,Ayı,Kurt,Tilki,Çakal dır.

 

KÜLTÜR

Kalabalık aile yapısına sahip köyde,Hopa Hemşinlilere özgü,hemşince denilen bir dil konuşulur.esasen Ermenicenin bir dialekti olan bu dil,yöreye özgüdür.düğün cemiyetleri tulum ile olan köyde,Hopa Hemşin,üçayak,Artvin temurağa horonları ve çevre Rize Hemşin

köylerinin etkisi ile Rize Hemşin horonu oynanmaktadır.Hemşinliler m.ö ikinci yüzyılda Horasandan gelip İranınHamadan bölgesinde 400 yıl kalmışlardır,daha sonra Kars, Arpaçay ilçesinin doğusuna buradan da 623 yılında İran Bizans savaşında Çoruh nehrini aşıp bu günkü yerlerine yerleşmişlerdir Arsaklı ve Saka Türklerinin bir boyudur. Birçok savaşa sahne olan Ermenistan’da,Kafkasyada ki Arapların baskılarına dayanamayınca Ermeniler isyan edip,batıya göç etmeye başlarlar 789-790 yıllarında 12 bin Ermeni Hemşin topraklarına girdi ve bugünkü Hemşin’in bulunduğu yere bir kent kurdular buraya da  kendi isimleri olan Hamanaşen adını verdiler bu ad zamanla Hemşin’e dönüştü. Hemşinlilerde diğer eski kavimler gibi 16yüzyıldan itibaren Müslümanlığı kabul etmişlerdir,Lazlarda deniz kenarında yerleşirken  Hemşinliler içeriye doğru dağlık bölgeye yerleşmeyi tercih etmişlerdir.Hemşinliler Cumhuriyet ilk yıllarında batı bölgelerine göç etmeye başlarlar göçler Düzce, Adapazarı,İzmit,Bursa’ya yerleşmişlerdir,.Hemşinliler eskiden Oğuz Türkçesi konuşurken daha sonra bu bölgeye gelen çok sayıda Ermenilerle birlikte yaşamaya başladıktan sonra Ermeni dil kültürünün etkisinde kalmıştır.Halk arasında bu dil Hemşince olarak bilinmektedir.Hemşinliler M.Ö. ikinci yüzyılda Horasandan gelip İran’ın Hamadan Bölgesinde dört yüz yıl kalmışlardır. Daha sonra Kars’ın Arpaçay İlçesinin doğusuna, buradan da 623 yılanda İran- Bizans Savaşı sırasında Çoruh nehrini aşıp bu günkü yerlerine yerleşmişlerdir. Arsaklı ve Saka  Türklerinin bir boyudur.Bir çok savaşa sahne olan Ermenistan’da ve Kafkasya’da ki Arapların baskılarına dayanamayan Ermeniler isyan edip batıya göç etmeye başladılar. 789-790 yılları arasında 12 bin Ermeni Hemşin topraklarına girdi ve bu günkü Hemşin’in bulunduğu yerde bir kent kurdular. Buraya kendi isimleri olan HAMANAŞEN adını verdiler. Bu ad zamanla Hemşin’e dönüştü. Hemşinliler de diğer eski kavimler gibi 16. Yüzyıldan itibaren Müslümanlığı kabul ettiler. Lazlar deniz kenarlarına yerleşirken, Hemşinliler sahilden uzak, dağlık bölgeleri tercih ettiler. Hemşinliler, Cumhuriyetin ilk yıllarınsa batı bölgelerine göç etmeye başladılar. Göçler daha ziyade Karasu, Kocaeli ilçeleri ,ile Düzce ili ve Akçakoca’ya olmuştur. Ayrıca İstanbul ve Bursa illerinde de toplanmışlardır. Hemşinliler eskiden Oğuz Türkçe’si ile konuşurken, daha sonra bu bölgeye gelen çok sayıda  Ermenilerle birlikte yaşamaya başladıktan sonra Ermeni dil kültürünün etkisinde kalmıştır. Halk arasında,bu,dil,Hemşince,olarak,bilinmektedir

Evlenecek olan erkeğin ailesi kız araştırır, uygun kız bulununca oğlanın fikri alınır. Oğlan uygun görürse kız ailesinden kız istenir. Bu arada kızın fikrine de başvurulur. Büyük bir tepki göstermezse bu iş olur. Hatta erkek tarafı daha önceden kızın tutumunu bir yoklar. eğer bu işe sert tepki gösterirse o kız istemekten vazgeçilir.
Kız kaçırma olayı genellikle olmaz. Kızın oğlanın peşine gitmesine "Uyma
" denir. Uyma türü kızın peşe gitmesi olaylarına zaman zaman rastlanılır. Bu olaydan sonra aileler karşılıklı yumuşatılır ve aralarında uzlaşma sağlanmaya çalışılır.
Kız istemeye oğlanın babası, yoksa ağabeyi, veya amcası, kadınlardan büyükanne, veya anne veya akrabadan bir aile büyüğü gider.

 

Nişan :Söz kesildikten sonra taraflar; takıları, başlık parasını konuşup kararlaştırır. Nişan günü belirlenir. Nişanda içinde yüzük, bilezik, kolye, saat, puşi, takım elbiselik kumaş bulunan bir bohça hazırlanır. Oğlan tarafının hazırladığı bu bohça nişan akşamı kız tarafına bırakılır. Nişan hediyeleri teşhir edilmez ve kullanılmaz. Nişan bozulursa iade edilir. Nişan akşamı oğlan tarafından 3-5 erkekle 3-5 kadın kız evine gider. O akşam genellikle şerbet içilir ve konuşulan takılar formalite olarak dile getirilir.

DÜĞÜN
üğün Pazartesi veya Perşembe günü yapılır. Yalnız düğünün başlangıç  günü Pazartesi veya cuma günüdür. Ağırlıklı düğün kına gecesi ile düğün günüdür.

Kına Gecesi
:Erkek evinde eğlence olmaz. Erkek tarafından kızlar ve oğlanlar yanlarında kına ile kız evine giderler. Kız evinde kına yakılır. Evin hayatında kızlar horon oynar. aileye çok yakın oğlanlar horana girebilir. Erkekler horon oynamaz.

Düğün Günü
:Kız ve erkek tarafı yakınlarını ayrı ayrı düğüne davet eder. kız tarafının davetlileri kız evinde toplanır ve erkek tarafından gelecek olanlar beklenir. Erkek tarafından gelen davetliler eve yaklaştıklarında evin kapısı kilitlenir. Bunu kız tarafından her hangi birisi yapar. Bu kapının açılması için erkek tarafından bahşiş alınır. Damat kız almaya gelmez.
Gelinin odasından almaya kayınpeder gelir. Yengeye ve geline bahşiş verir ve gelinin yüzünü açar. Gelinin kardeşi  gelini kapıya kadar çıkarır ve erkek tarafına teslim eder. Erkek tarafı, en önde gelin, kız evini terk eder. Kız tarafı kızla beraber, arkadan oğlan evine doğru gelir. Oğlan evine yaklaştıkça kız tarafı naz yapmaya başlar. at ister, araba ister, halı ister, geniş yol ister, yolu süpürtülür. Bin türlü  zorluk çıkarttırır. Kız tarafı hizmetkar ister. Maksat damadı görmektir. Düğün amiri hizmetkar yok, efendi var der. Nihayet damat görünür. Elinde bozuk paralar vardır. Bunları gelinin başına atar. Bu paralar bereketli  sayılır ve bunlarla kese dibi yapılır. Damat misafirlere hoş geldiniz der ve daha sonra yengesi ile eve çekilir. Gelin yengesi ile birlikte gelin odasına yerleşir. Kayınpeder yengenin getirdiği kete valizini, keteyi getirenden ücret karşılığı alır ve yengeye teslim eder.
Evin müsait bir yerinde horon başlar. Erkekler oynar, kızlar oturur. Kızlar bu arada hem horonu hem gelini  seyreder. Horon saatlerce sürer. İkindi ile akşam arası önce kız tarafına sonra erkek tarafına yemek verilir. Yemekten sonra bir kısım davetli  dağılır. O gece sabaha kadar oyun oynanır. Erkekler evde kızlar hayatta oyun oynarlar. İki saatte bir şerbet veya yemiş ikram edilir. Sabah olunca erkek ve kız tarafının misafirleri dağılır. Yenge enişte ile beraber gelini alır kızın evine gelirler. Kızın evinde öğle yemeği verilir. Yemekten sonra kızın bir yakını, gelin ve enişte erkek evine dönerler. Yenge ve yakınları gelini bırakır ve gerdeğe girilir.

Gelin Kıyafetleri :Gelinlik ve çarşaf giyilmez ve gelin at üzerinde getirilmezdi. Gelin kadife foga giyer, başına İran şalı atardı. Gelin önden büzgülü, sırmalı, ipek bir elbise de giyerdi. ayaklarına ya ayakkabı ya da hasır çarık giyerdi. Düğün günü ya ayakta durur veya sandık üzerine oturtulurdu.


Kaynak :Rize Kültür Derlemeleri, Rize Halk Eğitim Müdürlüğü Yayınları, 1996

 

Hemşin'de Gelenekler :Hemşin'de yörenin gizemli yaşantısına bağlı olarak çok ilginç gelenekler ve görenekler vardır. Bunlardan bir bölümü günümüzde geçerliliğini yitirirken, bir bölümü de devam etmektedir.

 

YENİYIL : Her yeniyıl her yerde olduğu gibi Hemşinli içinde yeni bir umuttur. Rumi takvime göre yeni yıl sabahı kimsenin evine gelişi güzel gidilmez. Çünkü o kişi uğurlu veya uğursuz sayılabilir. Yalnız, davet edilen küçük bir erkek çocuk davet edilen eve gider. Ona hediyeler verilir ve uğurlu sayılır. Hemşinli yeni yıl akşamında başlamak üzere sabahleyin eve gelecek çocuklar için çeşitli mevsimlik yiyecekler hazırlar. Çocuklar gittikleri evde dileklerini dile getiren maniler söylerler."Yeni yıl geceleri Devleti bacaları Bana bir şey vermeyenin Tez gelmez kocaları"Ahırında öküzü olan bazı aileler, uğur getireceği inancıyla evinin sağ kapısında içeriye alırlar.Yeni yıl akşamlan genç kızlar için ayın bir önem taşır. Bu akşam yörede tuzlu pelit, yedi evden gizlice alınan mısır unundan yapılan ve içine sadece o akşam için çok tuz katılan bir tür pasta, denilen peliti yerler rüyalarında kimin kapısından su içerlerse o eve gelin gideceklerine inanırlar. Bu gelenek yeni yıl dışındaki akşamlarda da yapılmakta ve bu gelenek ve inanış hâlâ devam etmektedir.

KIZ İSTEME :Kız istemeye giderken, isteyecek kişilerden sözcü olan çorabının birini ters, veya başka çorap giyer. Kız verilince üç veya yedi tüfek veya tabanca atışı yapılır.Başlık parası düğün zamanı ve nelerin isteneceği kararlaştırılır. Günümüzde başlık parası ve görücü usulüyle evlenmek tamamen kalkmıştır.

DÜĞÜNLER :Günümüzde Hemsin düğünü geçmişteki geleneksel özelliğini büyük ölçüde yitirmiştir. Eski düğünlerin anıları günümüzde yaşlı insanlar tarafından büyük bir özlemle anlatılmaktadır. O dönemin son bölümlerini yaşayan orta yaş Hemşinliler, bu düğünlerin özlemi içindedirler. Hemsin düğünleri büyük ölçüde eski geleneklerinden kopuk salonlara taşınmış, düğünler sırasında uyum azalmıştır. Eski düğün törenleri az da olsa varlığını korumakta, Hemşinli tulum ve horondan vazgeçmemektedir. Yöremizde düğünler kız evinde yapılan kına gecesiyle başlar.Düğünler genellikle güz aylarında yapılır. Taraflar yakınlarını komşularını dostlarını davet ederler. Düğün günü yolun uzaklığına göre, yola çıkılır. Yolda tulum ve onun eşliğinde karşılıklı türküler söylenir. Gelinin düğün günü giyeceği eşyalar bir bavula konur ve taşıması için bir genç görevlendirilir. Kız evine gelindiğinde evin giriş kapısı kız tarafınca görevlendirilen bir veya birkaç kişi tarafından kilitlenir. Bu kişi genellikle kız tarafının yemeklerini yapan aşçıdır. Erkek tarafı da, kendi aralarında daha önce seçmiş oldukları bir sözcü aracılığı ile kapının niçin kapatıldığını araştırmaya koyulur ve kapının açılması için o anda gerekli olan bazı sözler söyler. Bu sözler "Acaba biz yanlış yere mi geldik? Bizi kimse karşılamıyor, oysa biz bu aileyi çok konuk sever bilirdik" ve benzeri sözlerdir. Kız tarafının sözcüsü ise hemen karşılık verir. "Hayır doğru geldiniz, ama bu kapı kolay açılmaz. Onu açmak sizin elinizde dir" diyerek karşılık verir. (Bu sözler kalıplaşmış değildir. Sözcü kişilerin yeteneğine göre söylenen nükteli sözlerdir, bu sözlerle söz savaşı yapılır. Bu savaşta kırıcılık yoktur. Amaç düğüne neşe katmak, çevredekiler! güldürmektir.) Erkek tarafı bir miktar parayı kapının aralığında içeriye atar. Paranı miktarı üzerinde tartışma olabilir. Ama genillikle kabul edilir ve kapı açılır. (Bu para aşçınındır) Gelenler en iyi şekilde karşılanır ve hemen bir horon oynanır. Horon oynanırken özellikle ev için bir atma türkü söylenir. Örneğin:

Bu yapı iyi yapı,
Otuz iki direkli
Bu yapıyı yaptıran
Yüreklidir, yürekli.

Dizeleri ile kız tarafı onurlandırmaya çalışılır. Sonra yemekler yenir. Artık gelini alma ve geri dönme hazırlıkları başlar. Erkek tarafının getirdiği giysi bavulu kız tarafına ödül karşılığı teslim edilir. Gelin bu giysilerle görevliler tarafından donatılır. Gelini giydiği giysiler, Hemşin'e özgü giysilerdir. Yalnız gelinin başına duvak yerine ipek şal atılır. Donatanlara hediyeler verildikten sonra belki de, düğünün en özel bölümüne geçilir. Artık gelin baba evinden dışarı çıkacaktır. Gelin yakın bir akrabası tarafından (genellikle kardeşi amcası ve dayısı) evin çıkış kapısına eşiğe kadar getirilir. Erkek tarafına teslim etmeden önce gelinle ilgili övgülü sözler sıralanır. Son söz olarak ta, bugüne kadar tüm sorumluluklarını taşıdıklarını, bundan sonra ise tüm sorumluluğun erkek tarafına ait olacağını belirtirler.Kayınpeder gelme kapı başı yüzüğü denen kıymetli yüzüğü takar. Bu sırada tulum, gelin çıkarma havası denilen hüzünlü bir ezgi çalar bu çalgıyla yola çıkı ir. (yol uzaksa, genillikle at sırtında götürülür) Düğün alayı erkek evine yaklaştıkça durur. Kendine bir çeki düzen verir, evin yakın görünür bir yerinde kız tarafı durur, erkek tarafı evin yanına geçer. Böylece yola çıkan iki gurup ayrılır ve sözcüler arasında magarlık (Sözlü atışma şeklinde çeşitli isteklerin yerine getirilmesinin istenmesi) kız tarafı yollara hali serilmesini ister, erkek tarafı ise bu isteğe kötü bir kilim getirerek karşılık verir. Daha sonra başka isteklerde de bulunurlar. Bu istekler erkek tarafından aynı nükteli söz ve davranışlarla sürdürülerek karşılanır. Gelinin eve alınma törenine geçilir. Kız tarafı kendilerini karşılayacak bir beyefendinin gelmesini isterler. (Bununla damat kast edilmektedir.) Damat ve yenge (Hemsin yöresinde düğünlerde gerek damada gerek geline düğün boyunca eşlik eden, onun nasıl dayanmasını söyleyen, kısaca sözcülüğünü yapana yenge denir. Gelinin yengesi evli bir kadındır. Damadın yengesi ise evli bir erkektir). Kapının eşiğine kadar gelirler. Yenge ve damadın eşiğe gelmesinden az önce kız tarafından iki kişi eve girmişler ve ocakta asılan zinciri tutup hatta zincirden asılarak, selim sayarlar, mani söylerler. Aşçının kazanı uçtur, iki dolu biri boştur, uzak yoldan geliyoruz, birazda karnımız açtır diyerek aşçının durumunu sormaktadırlar düğün sahibinden hediye isterler hediyeler genelikle Hemsin usûlü örme çorap ve yöreye özgü kede den oluşur. Eşik üzerine gelen damat genellikle hemen karşısında duran ve başında şemsiyesi olan geline ve beraberindekilere:Çiçeğinizle beraber hoş geldiniz.Diyerek avucunun içinde hazır bulunan madeni para ve pastaları gelinin üzerine atar. (yörede bu olaya pasta para atma denir. Pasta buradaki anlamıyla susamdır. Yani madeni para ile susam karıştırılarak atılır) Gelinin tarafında bulunan özellikle çocuklar bu bozuk paraları kapmaya çalışırlar. Çünkü bu bozuk paralar uğurlu sayılırdı. Kese dibi yapılır. Gelin içeriye odasına çıkarılır. Kaynata yüz açımını yapar, geline ve yengeye hediyesini verir. Bazı kaynatalar, o günün coşkusuyla yüz açımı sırasında bizi dörtlükler söyler, işte böyle bir yüz acımı sırasında, yetmiş kuruşluk hediyesini gelin ile yenge arasında paylaştırmak isteyen bir kaynata, şöyle söyler;

İhtiyarlık kötü şey
Ağarttı Sakalımı saçımı
Diş kalmadı çeneye
Otuz geline verin
ister sadaka sayın
Kırkını da yengeye,
isterse yüz açımı.

Böylece isteğini belirtmiştir. Bu sırada gelinin kucağına küçük bir erkek çocuğu oturtulur. Bundaki amaç, gelinin erkek çocuk doğurmasının dolaylı yönden istenmesi ve böyle bir dilekte bulunulmasıdır. Bundan sonra hediye vermek isteyenler hediyelerini veririler. (Verilen hediyelere karşılık, gelin de daha sonra hediye verenlere el örmesi birer çorap hediye eder) Hediye verme işlemi bittikten sonra, yemeklerde de yine karşılıklı bazı isteklerde bulunulur. Bunlar yerine getirilir. Yemekler bitince grup grup horon oynanır. Horona özellikle kaynana, kaynata, gelin ve damat oyuncuların coşkun istekleriyle hatta türkü ile çağırılır. Horon sırasında geline ve damada türküler atılır bu türküler genillikle gelini ve damadı övücü biçimdedir. Örneğin:

Enişte boyun uzun
Değiyor saçaklara
Baldızın kurban olsun
Bastığın topraklara

Daha sonra düğün gecesinin geç vakitlerinde enişte sofrası denen başka bir magarlığa geçilir. Bu arada orta oyununa benzeyen ihtiyar kocakafı oyunu dramatize edilir.Düğün sabaha kadar sürer Ertesi gün düğüncüler dağılır. Her iki tarafın çok yakın akrabaları kalır. O gün damat, gelin, gengeler ve yakın akrabalar kız evine gider. (Bu olaya tarçı geri denir) Kız evinde, gelin duruma göre birkaç gün kalır. Sonra tekrar damat evine gelir, törenler bu şekilde sona erer. Günümüzde Hemsin düğünleri eski özelliklerini kaybederek, farklılaşmışlar; genellikle yurdumuzdaki klasik törenlere dönüşmüşlerdir.

ENİŞTE SOFRASI :Düğünlerde en önemli bölümdür. Horon kesilir. Herkes geniş bir hayatta (salon) toplanır orta yerde bir sofra kurulur. Kız tarafından temsilciler ve sözcü, erkek tarafından da eniştenin yengesi ile bir grup katılır. Kız tarafının sözcüsü, çeşitli yiyeceklerle sofrayı donattırır. Bunun yanında sembolik olarak yapılabilecek veya bulunabilecek isteklerde bulunur. Bunlardaki amaç düğünü neşe katmaktır. Örneğin içki istenir, buna karşı şişeye zeytin yağı ile su doldurularak gönderilir. Koç istenir, bir kişi sırtına post bağlar, başına koç boynuzu, boyun una çınlak bağlayarak gelir ve safrayı yıkmaya çalışır, iki kişi tutar ve sonra gelinin yengesi kede verir ve koç gider. Bundan sonra ihtiyar ve kocakarıyı temsil eden ve onlar gibi giyinen kişiler nükteli yanıtlar verirler. Bu sözler gelin ile damada öğüt, çevreye ise neşe verir, ihtiyar ve kocakarı ayrılırken çevreden onlara iğne batırılır.Daha sonra enişte ve yengesi gelir. Gelin ve yengesi de sofrayı görebilecek yerdedir. Enişte hiç konuşmaz çevreden kendisine çeşitli laflar atılır. Fakat yanıt vermez. Onun yerine yengesi konuşur. Bu arada gelin ve enişte arasında gizli bakışmalar da olur. Eniştenin yengesi sorular sorulurken hem onlara yanıt verir, hem de üç tane küçük lokma hazırlar. Sonunda bu lokmanın enişte tarafından yenmesini sağlar. Enişte üçüncü lokmayı yerken hazırladığı paraları (özellikle madeni para) sofraya bırakarak hızla oradan ayrılır. Eniştenin konuşmaması onun kibarlığını ve ağırlığını gösterir.

HORONDA BAHŞİŞ :Horon oynarken tulumcu değişik bir ezgiyle horonculara yaklaşır. Bunun anlamı bahşişi istemektir. Ezgi kime yönelik ise o kişi bahşişi verir. Bu horonlardan bir gelenektir. Eğer horon bir düğünde oynanıyorsa eniştenin kaynatanın, gelinin ve kaynananın horona girmesi gerekir. Horon sırasında geline, enişteye ve yakınlarına türkü atılması güzel bir gelenektir. Bu atma türküler çoğunlukla enişte üzerinde yoğunlaşır.


Kaynak: Rize Valiliği Resmi Sitesi

 

Kavran'da Vartivor:Kavran, halk diliyle (Kavron) Doğu Karadeniz Bölgesi'nde Kaçkar Dağları'nın eteğinde şirin bir yaylamızdır. Rize'nin Çamlıhemşin ilçesinden, Ayder yolu üzerinde araba ile ulaşım sağlanan Kavran, geçmişte sadece yaylayken günümüzde hem yayla, hem de tatil beldesi görünümündedir. Doğu Karadeniz insanı hem rutubetli sıcaktan korunmak, hem de hayvanlarını geniş  yayla mezralarında otlatmak için; ormanların seyrekleştiği yükseklikteki dağlar arasındaki yaylalara çıkarlar. Yayla evleri genellikle yaşlı, tecrübeli, katık (yağ, peynir, minci vb.) yapmasını iyi bilen ebe ile hayvanlara çobanlık yapabilecek on-onbeş yaşlarında kız ya da erkek çocuktan oluşan iki kişilik evlerdir. Köylerdeki yerleşim dağınık olmasına karşın, yayla evleri birbirine çok yakındır.
Doğu Karadeniz Bölgesi'nde yaz aylarına rastlayan çeşitli yayla şenlikleri geçmişten günümüze halen sürdürülmektedir. Bu şenlikler 'Çürük Ortası', 'Yayla Ortası', 'Okçular', 'Vartivor' gibi adlarla yayla süresinin belli dönemini yansıtmaktadır. Genellikle de yaylaların en kalabalık olduğu, ot biçme işleminin bitimine ya da köydeki son işlerin bitirilip yaylada toplanma tarihine rastlar. Rize'nin Çamlıhemşin ilçesi Ayder yaylalarından biri olan Kavran'da Vartivor, günümüzde de geçmişte olduğu gibi aynı görkem ve ihtişamla kutlanmaktadır.Vartivor,  yayla halkının yaptığı bir şenlik olup, Temmuz ayının 15'inde başlayıp 25'ine kadar devam eder. Şenlikte delikanlılar, kızlar horon oynar, birbirlerine mani söylerler. Vartivor gül bayramı, ot bayramı anlamına gelmektedir. Vartivor eskiden temmuz sonları, ağustos başlarında Ergenekon dolaylarında dağlarda yapılıyordu. Şimdi aynı görkemiyle, aynı tarihlerde Hemşin yaylalarında yapılmaktadır.Yayla halkı, kuşaktan kuşağa taşıyarak günümüze aktardığı Vartivor'u şöyle anlatmaktadır:  'Hayvanlarımız otlasın, katığımız bol olsun diye yaylaya çıkarız. Yaylada her evde bir katık yapan, bir de sığırları otlatmak için çoban olur. Yazın köydeki işler ağustos başlarında biter. İşlet bitince köylü toplanır. Vartevor yapmak için yaylaya gelir. Köyden yaylaya gelenlere 'Vartevorcu' denir. Vartevorcularla yaylacılar yaylada eğlenirler, çalışmanın yorgunluğunu üzerlerinden atarlar, gece sabahlara kadar tulumla horon oynar içki içip tabanca atarlar'. Vartevora giden köylüler en güzel giysileri giyerek sabahın erken saatlerinde yola çıkarlar. Tulum çalıp, atma türkü söyleyerek, horon oynayarak, yaylanın yolunu tutarlar.Yaylacılar köyden gelen vartivorcuları büyük bir heyecan ve sevinçle karşılarlar. Vanrtivorcu yaylaya tulum eşliğinde büyük bir coşkuyla girer. Bu çoşku yaylada on beş gün sürer. Vartivorcusu gelmeyen yaylacının, vartivoru hüzünlü geçer. Köyden vartivorcusu kalabalık gelen yaylacı gururlanır başı dik gezer.
'Eskiden işler bitince köylüler, sabah namazıyla yola çıkardı. Türkü söyleyerek, tulum çalarak, Vice (Çamlıhemşin ilçesi) dibine gelirdik. Orda mola verir, yemek yer, tekrar yola koyulurduk. Ayder'de bir gece boş ambarlarda yatardık, sabaha kadar tulum çalar, horon oynardık. Oradan tekrar hep birlikte yola koyulur, öğleye doğru tüfek ata ata yaylaya girerdik. Yaylanın düzünde hemen horonu kurardık. Gece sabahlara kadar lamba, lüküs ateşiyle horon oynardık. On-onbeş gün böyle devam ederdi. Genç kızlar, delikanlılar en güzel elbiselerini giyerek vartevora gelirler. Sevdalıklar da vartevorda başlar, orda büyürdü. Genç kızlar, delikanlılar sevdalarını atma türkülerle yine dile getirirlerdi'.
Vartivor, halk arasında 'Yayla Ortası' olarak da bilinen yörenin en önemli şenliklerindendir. Kutlamaların dinsel bir yönü olduğuna dair bir belgeye rastlanmamıştır. Ancak 'Hemşinliler Hıristiyan adetlerini muhafaza edip, Vartevor Yortusu Günü hepsi de kiliseye gider' ifadesi kullanılmaktadır. Vartivor zaman olarak yayla döneminin tam ortasında rast gelmektedir. Bu dönem köylerde işlerin azaldığı, sıcaklık ve nem oranının arttığı, Ağustos ayının ilk on beş gününü kapsamaktadır. Yörede yaşlıların kullandığı 'Köy Hesabı' ya da 'Ay Takvimi' Hicri gün hesabıyla 20-22 Temmuz'da başlamakta, on beş gün sürmektedir. Şenlikler ciddi  bir organizasyon çerçevesinde kutlanmakta, kutlamaların düzenli yapılması için Başkan ve Kutlama Komitesi oluşturulmaktadır. Şenliğin başlamasından bitimine kadar her aşamasından, Başkan ve Şenlik Komitesi sorumludur. Şenliğin maddi giderlerini yayla halkı karşılamakta, herkes gücüne göre katkı sağlamaktadır, zorlama yoktur. Vartivorda türkü söyleyip horon oynamanın yanı sıra, yaylanın belli yerlerine (Mezovit, Ovidin Düzü) gezintiler düzenlenmektedir. Bu gezilerde yemek yenilip, içki içilmekte genç kızlar ve erkekler yakan top oynamakta, delikanlılar balığa gitmektedirler. Şenliklerin en önemli kısmını horon oynamak için toplanan gruplar oluşturmakta, kızlar ve erkekler ayrı ayrı ya da birlikte oynamaktadırlar. Horonlar yayla halkının yaptığı çardaklarda veya büyük düzlüklerde oynanmakta, horon en önemli kısmını horon esnasında atılan silahlar oluşturmaktadır. Vartivorda 'Hoşmeli' ve 'lokum' gibi özel yiyecekler yapılmakta, yayla nüfusu,iki,üç,misli,artmaktadır.

SONUÇ
Vartivor geçmişte olduğu gibi günümüzde de halkın toplumsal ve psikolojik birçok gereksinimine yanıt vermektedir. Bir kültürel olgu toplumda işlevsel olduğu sürece varlığını gösterir ve kuşaktan kuşağa aktarılır. Vartivor yıl boyunca durmadan dinlenmeden çalışan yöre halkının; buluşma, kaynaşma yeridir.  Sadece köyde yaşayanlar değil, büyük kentlere göç eden yöre halkı da vartivora gelmek için büyük bir gayret göstermekte, işlerini vartivora göre ayarlamaktadır. Vartivor yorgunluğun atıldığı, hasretin giderildiği, eğlenme, kaynaşma yeridir. Duygu ve düşünceler en güzel ve çarpıcı olarak türkü yoluyla vartivorda dile getirilir. Sevgililer sevgilerini, kırgınlıklarını, komşular beklentilerini, dargınlar yergilerini, gurbetçiler özlemlerini anlatır türkülerle. Bu nedenle şenlik bir anlamda da iletişim işlevi görüp, bireyi bilinç altına ittiği sıkıntılardan uzaklaştırıp, ruhsal doyuma ulaştırmaktadır. Birbirleriyle karışıp kaynaşan halkın ilişkilerini güçlendirmekte, toplumsal düzeni sağlamlaştırmaktadır. Vartivor şenliklerinin yukarıda anlatılan işlevlerden dolayı, biçimde değişime uğrasa da içerikte amacını koruyarak, kuşaktan kuşağa aynı görkem ve ihtişamla  kutlanacak, Kavran Yaylası daha uzun yıllar şenliklere ev sahipliği yapacaktır.

Kaynakça: Bu bölüm hazırlanırken Tarım ve Köy Dergisi'nin 127. sayısında yayınlanan Ziraat Yük. Müh. Oğuz Tuna'nın yazısından da faydalanılmıştır.

 

Kıyafetler

Cepken Aba denilen kalın kumaştan veya kadife kumaştan yapılmaktadır. Çeşitli kumaş parçalarından üzerine süslemeler yapılır. Gelinliğin üstüne giyilir. Yöredeki ismi entaridir. Cepken denilen giysi zengin ailelerin kadın veya kızları tarafından da giyiliyordu. Bugün yaşlı kadınlar tarafından giyilmektedir.
Fermene
Bu giyime üç etekte denir. Kutni denilen kumaştan dikilir. Çift kattır. Dışı kutni, iç astarı kendilerinin imal ettikleri lemza denilen kumaştan yapılmaktadır. 
Göğüslük
Günlük kıyafetlerdendir. Kadife, kutni veya benzeri kumaşlardan yapılmaktadır. Boğazdan asılıp belden bağlanmak suretiyle kullanılmakta idi. 
Şal kuşağı Şal denilen iplikten işlenmiş kumaştan yapılmakta idi. Üçgen

şeklinde katlanıp, arkadan bele sarılmaktadır. Kendine özgü

dizbağı,denilen bir kemerle bağlanıp, belden kaymaması sağlanır.


Kaynak: Rize Kültür Derlemeleri, Rize Halk Eğitim Müdürlüğü Yayınları, 1996

 

Mahalli Tabirler

 

Afkurmak: Birinin hoşa gitmeyen sözler söylemesi karşı taraf açısından bu tabirle ifade edilir.

Aha ki duydum: Şimdiye kadar duymamıştım ilk defa duydum.

Çehluş olmak: Bir şeyin ayak altında kalıp iyice ezilmesi, yamyassı olması.

Çemur etmek: (Cemu etmek) Mısır ekmeğini erimiş yağın içersine doğrayıp ezmek.

Çepuş olmak: Yanık veya başka nedenlerle deride içi su dolu kabarcıklar meydana gelmek.

Çernaduş olmak: (Ceğnaduş olmak) Ayak altında kalıp çiğnenmek.

Değmiş: Olgunlaşmış

Dibinden aşağı gitmek: Cehennemi  boylamak

Eğreltiye halat atmak: Olmayacak işlere kalkmak.

Ese vas pa!: Aniden ortaya çıkan durumlarda "Şimdi ne olacak?" anlamında hayret ve şaşkınlık ifade eden bir tabirdir.

Evoy ana!: "Bu da neyin nesiydi?" anlamında üzüntü ile karışık bir hayret için kullanılır.

Hartuma: Kiremit yerine kullanılan tahta parçası

He mi?: Öyle mi? Yapılan bir açıklamanın arkasından onun doğruluğunu teyid etmek amacıyla soru edatı olarak kullanılır.

Hoh etmek: Balgam tükürmak.

Gogiç tutmak: Şiddetli öksürüğe yakalanmak.

Ğarğesim olmak: Bitkin düşmek, iyice yorulmak.

Ğoğol olmak: Karma karışık olmak, iyice birbirine karışmak. Mecazi manada; bir işin içinden çıkılmaz bir hal alması.

Ka!: Kadına yönelik söze başlamadan önce dikkat çekmek için kullanılır. Ancak bu hitap daha çok kişinin kendi emsali veya kendisinden daha küçük olanlar için kullanılır.

Ka ne der?: O kadın ne diyor? anlamında olan bu tabir daha çok bir kadın tarafından söylenmiş olup iyice anlaşılmayan bir sözün karşısında duyulan hayret ve şaşkınlığı ifade için kullanılır. Kendinden büyük olan kadınlara yönelik kullanılmaz. Mesela bir kızın annesine veya bir gelinin kayınvalidesine "Ka" diye hitabı hoş karşılanmaz ve saygısızlık ifade eder. 

Ken etmek: Kin duymak. İntikam almak için bir fırsatını kollamak.

Kuli baş olmak:Takla atmak. Ev, bina gibi şeyler için yıkılmak.

Kuru teli kalmamak: Sırılsıklam ıslanmak

Maladeç: Aferin sana, nazar değmesin

Memecuş etmek: Parmak uçlarının soğuktan donup sızlaması.

Odi kopmak: ani bir durum karşısında çok korkmak.

Okçuş etmek: Boğazına bir şey takılıp kusacak gibi olmak.

Ola veya Oro!: Erkeğe yönelik söze başlamadan önce dikkat çekmek için kullanılır. emsal ve küçüklere karşı kullanılır.

Pecuş etmek: Sinekten rahatsız olan sığırların delicesine hoplayı zıplamaları, kuyruklarını havaya dikip koşmaları.

Perenktüş etmek: Hapşırmak.

Portopuş etmek: Canlı bir şeyi iyice hırpalamak, onu yara bere içersinde bırakmak.

Sermeser olmak: Aniden yere düşüp boylu boyunca uzanmak.

Socuşlamak: Ağacı yontmak. Sırığın ucunu sivriltmek.

Taca etmek: Odunu üst üste yığmak. Mecazi  manada bir şeyi üst üste yığıp biriktirmek.

Todik sallamak: Can çekişmek

Velalenmek: Bunamak, akli dengesini kaybetmek.

Ye!: Kendisinden büyük olan kadın ve erkeklere yönelik olarak söze başlamadan önce dikkat çekmek için kullanılır.

Yessirun Oleyim: Kulun, kölen olayım. Daha çok bir sevgi ya da yalvarma ifadesi olarak kullanılır.

MANAV KÜLTÜRÜ

Zükem olmak: Nezleye yakalanmak, grip olmak. Manav Türkleri kültürüne sahiptir düğünlerde Alaplı çiftelerlisi,misket,kasap havası oynanır ama bu kültür son zamanlarda yozlaşmıştır,Doğu Karadeniz üç ayak oyun kültürü girmiştir öz kültürel değerler yozlaşmıştır Manav Türkleri kültürüne sahiptir düğünlerde Alaplı çiftelerlisi,misket,kasap havası oynanır ama bu kültür son zamanlarda yozlaşmıştır,Doğu Karadeniz üç ayak oyun kültürü girmiştir öz kültürel değerler yozlaşmıştır Halil İbrahim Yavuz'a ait yüksek lisans tezinden alınmıştır: Osmanlı Devleti’nin kurulduğu bölge olan Taraklı-Göynük ve çevresi, kültürel miras yönünden çok zengindir. Bu bölgenin insanları, Osmanlı’nın kültür varlıklarını bugüne kadar koruyup yaşatabilmişlerdir. Bununla beraber kökü Eski Türk İnançlarına dayanan ve İslâm’la çatışmayan örf, âdet, gelenek ve göreneklerini yaşatmakta mahir davranmışlardır. Bayramlar, doğum, düğün, ölüm âdetleri gibi kültür unsurları, geçmiştekine benzer bir şekilde devam etmektedir. Taraklı, Göynük ve köylerinde yaşayan insanlara verilen ad olan Manav kelimesini ve Manavları kısaca açıklayalım. Manav bir yere sonradan gelenleri, yerleşik olanlardan ayırt etmek için kullanılan ve önceden yerleşmiş olan yerlileri ifade eden yöresel bir mefhumdur. Kırsal bölgelerde yaşayan Manavlar, genelde epey çekingen, uysal, mülayim ve başkası tarafından söylenenlere fazlı karşı çıkmayan sosyal uyumu ağır basan insanlardır. Kendi ifadelerine göre, “yedi kez düşünmeden adım atmayan, yavaş davranan, gereksiz tartışmalara girmeyen” temkinli bir insan portresi çizmektedirler [İşsever, 1994: 23-31]. Manavlar, Osmanlı Devletinin kurulduğu bölge sayılan Aşağı Sakarya, Batı Anadolu’da Bursa çevresi, Batı Karadeniz de Kastamonu ve çevresine yaşamaktadırlar. Özellikle Aşağı Sakarya kesiminin Taraklı, Geyve, Pamukova çevresinde yoğun olarak yerleşmişlerdir. Buralarda kendilerine has yaşam süren manavlar örf ve adetlerini devam ettirmektedirler. Manav köylerinde eski Türk kültürüne ait izler çoktur. Bu bölgelerin hala tarım ve hayvancılıkla uğraşmasından, Bayat, Emirler, Demirler, Yahyalı, Akpınar gibi Türkmen boy ve oymaklarının isimlerini taşımasına barındırdıkları maddî ve manevî kültür kadar pek çok örnek verilebilir. Manavlar Türkmen gruplarında olup çok eskiden beri köy hayatına hatta şehir hayatına geçmiş yerlilerdir. Buna göre manav adının etnik bir manası yoktur, manavlardan Oğuz Türklerinden gelmektedirler [Yaşa, 1999: 293].Sakaya ve çevresindeki manavlar, bu bölgenin 1290’larda Osman Gazi tarafından fethedilmesiyle buralara yerleşmişlerdir. İlk Türk yurdu olan bu bölgenin yerli Türklerine hep “manav” denilmektedir ve bu bölgede manav, “yerli Türk” manasında kullanılmaktadır [Yaşa, 1999: 288]. Manav sözcüğünün; Türkistan’daki Kazak-Kırgız ve Sibirya’daki Yakut Türklerinde kullanılan koruyucu soylu kişi ve boy beyi manasına gelen “manap” ve “manag”dan geldiği tahmin edilmektedir. Eski Türklerde “v” sesi olmadığı için “manap”taki “p” ve “manag” daki “g” sesleri yumuşayıp “manav” kelimesini oluşturmuşlardır [Yaşa, 1999: 289]. Çağatay Türklerinde “asilzade” manasına gelen manap, Kırgız Türkçesi’nde ağa, bey anlamında kullanılmaktadır. Türkçe dışında dil bilmeyen topluluk üyelerine yerli Türk anlamında manav denilmektedir [Aktaş,2002: 10]. Batı Anadolu’ya ve Taraklı’ya Türklerin ilk yerleşimi 1291’den hemen sonradır. Yıldırım Bayazıt döneminde İstanbul Sirkeci’de kurulan Türk mahallesinin halkı Taraklı ve Göynük’ten götürülmüş manavlardır [Aktaş, 2002:12]. Taraklı ve Göynük köylerinde yaptığımız araştırmalar neticesinde İslâmlaştırılmış olmakla beraber bir çok eski Türk inancının izlerini görmek mümkündür. Konuşma dilindeki ortak birçok kelime davranışlardaki, giyinişlerdeki bir çok benzerlik manavların oğuz Türklerinden olduğunun işaretleridir. Yerli Türk sanılan manavlar daha Osmanlı devleti kurulmadan bu bölgelere yerleştirilmişlerdir. Taraklı ve Göynük, Manav denilen yerli halkın kendi kültür ve geleneklerine bağlı olarak yaşadığı göçmen bulunmadığı Sakarya İli açısından istisnaî bir bölgedir. Manav kültürünün korunduğu ve yaşatıldığı bu bölgenin dilleri, beslenme, giyim, kuşam, müzik ve eğlence biçimi tamamen kendi örf ve âdetlerine uygun olarak devam etmektedir [Sakarya Valiliği; t.y.: 130]. Dikkatle incelenir ve araştırılırsa, yöreye mahsus örf ve âdetlerin perde arkasında da Eski Türk İnançlarının gizli olduğu görülebilir. (04.02.2007 13:51) Manav Türkleri Anadolu ya 11.y.yılda gelmiş ve yerleşmiş yerleşik Türklerdir.Manavlar ilk geldiklerinde göçebe olarak yaşıyordu.Yani önceki adı Yörük idi.Bu özelliğini kaybetmemiş Türkler şu an Ege bölgesinde ve Akdeniz bölgesinde mevcuttur. Hiç bozulmamış Manav bölgeleri; Akçakoca,Göynük, Mudurnu, Geyve, Taraklı,Zonguldak (tamamı) ,Yığılca, Bilecik  dır.Ancak 1980 den sonra hızlanan doğudan batıya göç hareketleri başta Akçakoca olmak üzere diğer bölgelerimizi de tehdit,etmektedir.İzmit,İzmir,İstanbul,Bursa,Muğla,Antalya,Düzce gibi şehirlerimiz önceleri sade manav kültürüne sahip idi.Ancak bu göçler sebebiyle kültürü yavaş yavaş yozlaştı ve hala yozlaşmaya devam ediyor.Bu sorunu benden başka gören yada sorun olduğunu kabul eden var mı acaba merak ediyorum. Ancak ben bir yerli Türk olarak bu durumdan çok rahatsızım. Akçakoca lı manavların bir kısmı (Altunçay köyü, Çayağzı köyü) oğuzların Bozok koluna mensup Günhan aşiretindendir.Bu köyler 1234 (1.Alaeddin keykubat zamanında) kurulmuştur.Diğer manav köyleri ise Balatlı köyü bayat boyundan,Kınık köyü Kınık boyundan,Beyveren köyü de Oğuz boylarından biridir.Bu beş köy Akçakoca nın en eski köyleridir.Hatta Bolu,Sakarya,Akçakoca,Yığılca,Düzce,Ereğli Bizans ın elinde iken kurulmuştu http://www.sosyalsiyaset.com/documents/tarakli.htm
Türkiye tarihi, 11 yy. Oğuz ve Türkmen denilen Türk ırkının en kalabalık bir kolunun Anadolu kapısını açarak kendine vatan yapmasıyla başlar. Tarihinin en büyük dönüm noktalarından biri olan 26 Ağustos 1071 Malazgirt Zaferi ile Bizans mukavemeti kırılınca artık Türkler karşısında bir ordu kalmayınca, Türkmenler Anadolu’ya yayılmaya ve yurt kurmaya başlamışlardır.Osman Turan, Malazgirt zaferinin “cihanşümul” bir mana taşıdığı ve tarihte bir dönüm noktası olduğunu ileri sürer. Malazgirt Zaferinin İslam ve Hıristiyan dünyalarının kaderine etki eden öneminden sonra, ilk büyük neticesinin “Anadolu Fethi ve Türkleşmesi” olduğuna dikkat çeker. Şu ifadeler oldukça önemlidir. İslam’ın ilk fetihleriyle sadece kanatları koparılan fakat 10. asırda tekrar kanatlanıp taarruza geçen Bizans, Anadolu fethi ile bel kemiğini kaybederek artık tedrici bir ölüme mahkum edilmiş oldu. Nitekim Malazgirt’ten sonra Bizans’ın mukavemeti kalmadığı için, Türkler birkaç yıl zarfında çadırlarını, Boğazlar, Marmara ve Adalar Denizi Ege sahillerinde dikmeğe başladılar.Türklerin Anadolu’ya yöneldiği 11.yy. başlarında, Bizans hem siyasi hem askeri, hem de sosyal ve ekonomik vaziyeti bakımından içi boşalmış, kof bir cüsse görünümündeydi. Türkler Anadolu’ya henüz yerleşmekteyken, Haçlı seferlerinin açtığı yeni bir mücadele evresiyle Anadolu’nun Türkleşmesinin bir asır kadar durakladığından, Orta Anadolu’ya çekilen Türklerin, bir taraftan da burada teşekkül eden öteki Türk devletleriyle cereyan eden kavgalarından ve bunların buhranları artırdığından söz eder. Vaziyetten faydalanan Bizanslılar sahilleri işgal ile Anadolu’yu geri alma ümitleri beslemektedir. Bizans’ın bu ümitleri bir asır sürmüştür. Nihayet Anadolu’da bir Türk birliğinin kuruluşu ve bu vatanın ikinci kuruluşu 2. Kılıçaslan, Manuel Kommenos’a karşı kazandığı Kumdanlı Zaferi (1176) Bizanssın Anadolu’ya Kurtarma ümit ve teşebbüslerine ebediyen son vermiştir ve Malazgirt’ten sonra bu ikinci zafer sayesinde bu memleket artık kat’i şekilde “Türk Vatanı” olmuştur.Anadolu’ya 1071 tarihinden önce de bir Türk yurdudur. Daha 410 yıllarında Hun İmparatoru Atilla’nın amcası Rua İstanbul’a yaklaşmış ve Atilla’nın (441-442) Balkan seferi İstanbul’u tehlikeye düşürmüştür. Bu tarihten sonra 616 yılında yine bir Türk boyu olan Avarlar, İstanbul üzerine gelmişlerdir.Daha Roma ve Bizans dönemlerinde Peçenek, Kuman-Kıpçak gibi Hıristiyan Türk boyları Bartın’dan başlayarak Kuzey Karadeniz sahili Doğu ve orta Anadolu’nun bazı bölgelerine yerleşmiştir. Çeşitli Türk kavimleri Anadolu’nun çeşitli yörelerinde yurt tutmuşlardır.XI. yüzyılın sonlarına doğru çalışma yaptığımız bölgede Selçuklular tarafında zapt olunmuş, İznik ‘i kendine başkent yapan Süleyman Şah bu bölgeyi topraklarına katmıştır. Ardından 1097 I. Haçlı seferinde Bizans İmparatoru Alexios Kommenes tarafından kuşatılan bölge, 1204-1207 yılları arasında Bizans’ta Latin İmparatorluğu kurulunca Latinlerin işgali altında kalmış. İznik Osmanlı Hükümdarı tarafından geri alınmıştır. İzmit Osmanlı padişahı Orhan gazi zamanında, Akçakoca’nın da içerisinde bulunduğu bir komuta heyeti tarafından kuşatılarak zapt edilmiştir. Daha sonra Bizanslılar tarafından şehir tekrar kuşatılmış ve bu kuşatmadan bir sonuç alamamışlardır. Timur’un Anadolu’ya istilası sırasında kuvvetlerinden bir kısmı İzmit’i yağmalamıştır. 1337 yılında fethedilen İzmit bu tarihten sonra devamlı olarak Türk hakimiyetinde kalmıştır.“Türkleşme” her yerde hemen hemen aynı yoğunlukta olmamıştır. Genellikle sınırdaki olayları ele alan vakayı namelerden de anlaşıldığı gibi siyasal yönden batı ve kuzeyde Bizans ile güneyde Ermenistan ile Türk toprakları arasındaki sınırlarda toplanmış olduğu bilinmektedir. Bizanslı yazarlar bazı yerlerden Türkçe adlarıyla söz ederler. Bunda da, bu yerlerin eski adlarını bilen kimselerin bile artık kalmadığını anlıyoruz. Y.Öztuna’ ya göre, 1058 yılında Avrupa’da artık Anadolu’ya, Türkiye yeni Türk ülkesi denmeye başlamıştır. Süleyman şah kapı dağı yarımadasını almış ve Çanakkale boğazını da 1339 yılında Avrupa yakasına geçilmiştir. Artık İstanbul ve Balkanların yolu Türklere açılmıştır.E. Güngör ise, bugün Türkiye’de yaşayan Türklerin atalarının büyük Selçuklu imparatorluğunu kuran oğuz Türkleri olduğunu ve Müslüman olduktan sonra bunlara “Türkmen” adı verildiği üzerinde durur.D.Avaoğu, Türklerinin tarihinde Türkmen deyiminin ilk kez X. Yy. ikinci yarısında Maksidisi’ de geçtiğini zamanla oğuz adının Türkmen adına dönüştüğünün kanıtlarını sunar. “Türkmen” adının yaygınlık kazanmış olduğu belirtir. Oğuzların İslamlaşmasıyla Türkmen adının yaygınlık kazanmış olduğu üzerinde durur.Türkmen’e, Türk iman (İmanlı Türk) Türkmen ben türküm gibi anlamlar yakıştırılsa da, Jean Deny görüşüyle “men” kuvvet ekidir ve Türkmen “Türklerin türkü “Öztürk” anlamına gelir.XI. yy. da Anadolu’ya gelen Türk boylarının konar göçer olduklarını Türkmen adının Anadolu’da konar göçerlikle eş anlamlı olduğunu, daha sonra konar göçerliği bırakarak yerleşik hayata geç tiklerini ve Anadolu’ya yurt edindiklerini biliyoruz.Türkmenlere bir müddet sonra Türkmen denilmeyerek, yerli veya manav denilmiştir. Türkmenlerin konar göçer halde hayatlarını sürdürenlerine ise, bu özelliklerinden dolayı (Yörük) adı verilmektedir. Konar göçerliğin özünde hayvancılık var, yeni otlaklıklar aramak var. Kısaca; yürümek var. Bu hayat tarzı da yürüyen Türk anlamında “YÖRÜK”Ü oluşturmuştur.Yörük’le Türkmen’in aynı etnik zümreye ait olan iki kelime olduğunu rahatça söyleyebiliriz. Anamur’da Yörüklere “yaylacı” yerleşik halka yaycı denildiğini Karadeniz’de bil hassa Giresun’da bu kavramları Çepni bir oğuz boyunun da adıdır ve ekinci kelimelerinin karşıladığını belirtmekte Anadolu’nun muhtelit yerlerinde Türkmen Yörük göçer kelimelerine karşılıktır.Peter Alford Andrews Türkiye’de etnik gruplar adlı kitabında Türklerin kendi etnik gruplarının pekala farkında olduklarını bu grupların nerede bulunduklarını tam olarak söyleyebileceklerini kendilerine Türkmen yerine yerli Yörük yerine manav tanımlaması getirdiklerini, bu iki sözcüğü de “doğma büyüme buralı” anlamını çağrıştırdığını, bu terimlerin şehirden çok köyde kullanıldığını aktarmaktadır.Adapazarı, Bilecik, Balıkesir, Bursa, Çanakkale, Kastamonu, Kocaeli, Eskişehir, Afyon ve Zonguldak da yoğun olarak yaşayan Türkmenlere yerli veya manav denilmektedir.“Manav” kavramı farklı kaynaklar şu şekilde tanımlanmaktadır.Meyve sebze satılan dükkan, bu dükkanda meyve ve sebze satan kişi.Genel manada Anadolu Türkü, Öztürk, Sadık Osmanlı Tebası. Balıkesir Bandırma ilçesinde de, “manav” adı verilen uzun süredir yerleşik olan ve tarımla,uğraşan yerli toplumlar vardır.İzmit sancağının yerli ahalisi, eski Türk boy ve oymaklarına mensup Türk göçebeleri zamanla göçebeliği terk edip iskan edilince manav adı verilmiştir.Yerli Türkmen, gibi yorumlamalar yapılmıştır.Genel adı Türk olan bu insanlara yöresel adlandırmaları ile yerli, manav, pallık (Artvin’in bazı bölgelerinde ), dadaş (Erzurum’da) efe (Ege), Zonguldak Bartın’da kıvırcık Toroslar da alevi Türkmenlere tahtacı, Balıkesir’deki alevi Türkmenlerine çetmi denildiğini biliyoruz.Kültürün kimlik tanımını etkileyen bir öğedir düşüncesinden yola çıkarak sözlü kaynaklara başvurulduğunda;Söz konusu Oğuzların kayı boyu olan bu Türkmenlere “Size niçin manav deniliyor? Manav adının nereden geldiğini?” sorduğumuzda, aldığımız cevapların bazıları şunlardır:Yerli Türk.Yörükler yürümeyi ve hayvancılığın yanında tarımla da uğraşmaya başladığı ve de yerleşik hayata geçtiği için “manav” denildi.Orta Asya’dan Batı Anadolu’ya gelen Türkmenlere verilen ad.Türk oturursa manav, gezerse Yörük olarak tanımlanır.Manav; toprağa ektiği keteni yetiştirip, olgunlaşan bu bitkiyi işlemeye başlayarak, tohumundan yağını, liflerinden de eğirip, büzerek giyeceklerini dokuduğu insanlardır. Hatta ketenin liflerini tabi boyalarla boyayarak en güzel kumaşları dokurlar. Buğdayını arpasını kendi yetiştirir. Yemeklik yağını ketenden kendi çıkarır. Sebzesini de bostan dediği avlu ile çevrili sulu tarlasından, bahçesinden yetiştirir. Kısaca; her ihtiyacını kendi kendine karşılayan kimseye muhtaç olmayan insanlardır.Özelilikle Batı Anadolu’da yaşayan bu Türkmenistan türkü insanlar, sosyolojik açıdan değişime açık, bağnazlıktan uzak, üretken, barışçı, ihtirasları ölçülü, farklı kültüre sahip insanlarla da birlikte yaşama iradesi olan ve de devlete saygılı insan gruplarıdır manavlar.Osmanlı Devletini kuran bu insanlar, devlet kurulduktan sonra da Türkmenistan’dan ağırlıklı göçle beslenerek Kocaeli, Bolu, Yalova, Bursa, Bilecik, Sakarya, Afyon, Eskişehir, Zonguldak ve de Balıkesir’in bir kısmında yaşadılar. Gerek Osmanlı gerekse de Türkiye Cumhuriyeti döneminde, devlete sadakatlikleri ve başkalarının haklarına saygı duymaları ile tanınırlar.Bu Türkmen topluluğuna “manav” denilmesinin esas tarihi gerçeği şudur;Osmanlı Devleti kurulduktan sonra, her Türkmen boyu çıkardığı ve ürettiği ne varsa, yılda bir kere hiçbir karşılık beklemeden Osmanlı Sarayına gönderirdi.Bolu kabak, Afyon ve Eskişehir bulgur ve tarhana, Adapazarı ve İznik civarında sebze, İzmit Tavşancıl’dan üzüm saraya gönderilirdi.Bolu, Bursa, Kocaeli, Yalova, Eskişehir, Afyon, Yalova, Zonguldak ve Balıkesir bölgelerinden sadece hububat, meyve ve sebze gitmezdi, saraya koyun, kuzu, keçi, oğlak yağ ve kavurmada gönderilirdi.İşte; Osmanlının bu sadık tebası olan manav, bazı yerde de Yörük diye adlandırılan bu insanlara, bulundukları yerlerdeki azınlıklar (Ermeni-Rum). “Yahu, siz Osmanlıyı besliyorsunuz. Karşılıksız her şeyi saraya gönderiyorsunuz, siz Osmanlının manavı mısınız?” derlerdi. Bu devlete sadık insanlarda “Evet, biz Osmanlı’nın manavıyız. Osmanlının manavı olmakla da gurur duyarız. Devletimize yardım etmeyi de bir şeref biliriz” derlerdi.İşte, o gündür, bu gündür azınlıkların hazımsızlıkla, kıskançla söyledikleri bir addır MANAV tanımlaması. Osmanlının Sadık tebası, Özbe Öz Türk. Türkmen - Yörük kül türünün has insanlarıdır manavlar.Yine sözlü kaynaklardan halk arasındaki tanımlamalarla, manavların kişiliklerine ait bazı tespitler.Manav ve macıra senet gerekmez Manavın sözü senettir. Devlete, nizama son derece bağlı ve itaatkârdır. Hırsızlık yapmazlar. Herkesin mahsulü harmandadır. Kız kaçıranlar, kavgalı olanlar köyde barınabilirler ama hırsızlık yapanlar asla barınamazlar.Bir Karadeniz göçmeninden derlenen tanımlama; manavın sessizine aldanma.Manav uysaldır. Sessiz sakin insanlardır. Ama manavın damarı kabardı mı yanına gitme, Ayranlığı değişilmeye görsün.Manavlar birbirini tutmazlar, ama ayrıda yaşamazlar Manavlar temiz kalpli, saf insanlardır.Yusuf Çam Milli Mücadelede İzmit Sancağı adlı eserinde Milli Mücadelenin başlangıç döneminde İzmit Sancağında yaşayanların %70 Müslüman %30 kadarı çoğu Hıristiyan olmak üzere azınlıklardan oluştuğunu ve bölgenin sosyal yapısını üç büyük sosyal bütünlük halinde görmek gerektiğini öne sürer.Hıristiyan Azınlıklar ( Ermeniler, Rumlar, Yahudiler )1830 yılından itibaren bölgeye yerleşen (Muhacirler, Balkan ve Kafkasya)Bölgenin yerli (otoktan) halkı bu son boşluğu açarsak; bölgenin yerli halkı manavlardır (yani Türkmenlerdir) demektedir.Kültür, bir toplumun hayat biçimidir. İnsanoğlunun öğrendiği bilgi, sanat, gelenek – görenek ve benzeri yetenek, beceri ve alışkanlıkları içine alan karmaşık bir bütündür.Türk tipinin bulunduğu coğrafi bölgeye göre etkilenen ve karışarak değişik özellik kazanan bir ırk olduğu dile getirilmektedir. Özellikle Marmara Bölgesinde yaşayan kişiler Manav olduklarını söylemektedirler. Manav Türkmen kültürünü anlayabilmek için, Manavlar hakkında etnografik bilgilere ihtiyaç vardır. Örneğin keten el dokumacılığı manavlarla bütünleşmiştir. Çiftçi ailesinin boş zamanlarında tarımdan arta kalan günlerde uğraştığı, hem kendi ihtiyacını karşıladığı hem de fazlasını satın para kazandığı veya yöresindeki hammaddeden ve boş duran iş gücünü değerlendirdiği yardımcı bir el sanatı durumundadır. Ekilip dokuma durumuna gelinceye kadar, havuzlama, kurutma, kırma, tarama, yumuşatma, eğirme, ağartma, çözgü hazırlama aşamalarından geçen keten; dokunup çarşaf, yaygı, yorgan yüzü, yastık kılıfı, elbiselik, yolluk, çuval olarak Manavların ihtiyaçlarını görmektedir.Geleneksel giyimin parçaları olan uçkur, önlük, yağlık, çevre keten bezinden yapılır. Şalvar ve sırta giyilen içlik saya mintan, hırka ise zaten ketenden diğer bir adıyla kandıra bezindendir.Manavlar ketenin çöpünü bile ziyan etmez. Bu bir mübalağa değildir. Ketenin çöpünden yatak, minder yapar, keten tohumunun yağını yemeklik olarak kullanır ve kandilinde yakar.Şehre sadece tuz almaya, şeker almaya giderlerdi. Bazen de şeker ihtiyacını yaptıkları pekmezle karşılarlardı. (Dut, elma, pancar, armut ve şeker kamışı pekmezleri )Manavlar, bölgenin tarım ve hayvancılık özelliklerine uyum göstermiştir. Tahıl, keten, kenevir, meyve, sebze tarımı, bağcılık, son zamanlarda fındıkçılıkla uğraşmışlardır. Manavlarda özellikle Kandıra hayvancığının önemi büyüktür. Koyun, keçi, hindi, küçükbaş, sığır, dombay (manda) gibi büyükbaş hayvan yetiştiriciliği yapmaktadır. Keş, yağ, peynir, yoğurt üretmişlerdir ki Kandıranın yoğurdu meşhurdur, bu üretimin bir kısmı aile içi tüketime tahsis edilmiş, bir kısmı satışa sunulmuştur.Mimari : Manav köylerinde halk mimarisinin ilginç bir örneği ahşap yığma şeklinde olan çandı evler bulunmaktadır. Gerek Selçuklu, gerekse Osmanlı döneminin bu orijinal ahşap örnekleri günümüzde tek tük de olsa ulaşmıştır.Kandıra ve Kandıra’nın hemen yanı başında bulanan Taşköprü çevresinde yöresel adıyla, üç çandı camii kalmıştır. Tatar Ahmet, Karagüllü, ve Hatipler köyü civarıdır.Kandıra, Kaynarca dolaylarındaki Çandı camilerinin çoğunda Orhan Gazi döneminde ait bulunduğu ve bu tür camilerin kesinlikle Akçakoca Bey’in fethettiği yerlerde yapılmış bulunduğu, Orta Asyadan gelen bu mimarinin anısına sadık olan Büyük Kahraman Akçakoca’nın isteğine bağlı olarak bu camilerin yaptırdığı kanısı öne sürülmektedir.Çandı evler geleneksel Türk ailesinin yaşam şekline göre planlanmıştır. Evin tam ortasında ocaklı bir oda bulunmaktadır, Odanın etrafında onu çevreleyen bir dolaşma yer almaktadır. Evin girişindeki hayat denilen geniş alan bu dolaşmayla birbirine açılmaktadır. Evler iki katlı olup alt katta ahır bulunmaktadır. Yaşam mahallinin ahırın üzerinde yer almasının amacı hayvanların ve nefeslerin oluşturduğu sıcaklığın üst katın ısınmasında katkı vermesidir. Aynı zamanda da mal canın yongasıdır. Hayvanlar ailenin gözü önündedir.Çandı yapının en önemli özelliği çapındaki kütükler düzgün yontularak birbiri üzerine binen U kesitli boğazlarla kenetlenmektedir. Boğaz kısmından ağaçlar uzatılarak uçları aynı hizada düzgünce kesilmektedir. Kertilip birbirine geçirilen uzun kütüklerde çivi kullanılmamaktadır. Bu yapılar kültür özelliği olmasının yanı sıra birer sanat eseridir. Kışın sıcak, yazın serindir. Aynı zamanda depreme son derece dayanıklıdır.Görüyoruz ki; Orta Asya’dan Anadolu’ya gelen Türkler manevi kültürlerinin yanında maddi kültürlerini de getirmişlerdir

.Manav Mutfağı;Manav mutfağı karbonhidrat ağırlıklıdır diyebiliriz. Buğday başta olmak üzere tahıl maddeleri ana öğedir.Türklerde çok eski ve yaygın bir çeşit olan gözleme manavlarda da vazgeçilmezdir. Yine bu çeşide yakın bazlama ve cızlamayı sayabiliriz. Bazlama biraz kalındır. Ve ekmek işlevi görmektedir. Cızlama ise taşmış ve yumuşak hamurun daha ince pişirilmiş bir versiyonudur.Bu mutfağın en kendine has örneklerini vermek gerekirse, malay (mısır ve buğday unundandır, dartılı veya pekmezli yenir) mancarlı pide (bu genel bir başlıkla söylenirse ıspanaklı pidedir. Ispanakla sınırlanmaz. Pidenin içi gezecek otu, efelik, kaldirik otu, gışırık otu olur ama başlık aynıdır; mancarlı pide)

Dartı : Dartı başlı başına konudur. Bir imzadır bu mutfakta. Bekletilen sütün üstündeki kaymak, yoğurdun kaymağı toplanarak kaynatılır. Kaynatma süresi istenen kıvama göre değişmektedir. Çok kaynatılırsa yağı iyice ayrılır, az kaynatılırsa daha krema görünümünde olur. Bir iki maddede yapımını açıklayacağımız bu yiyecek kahvaltılarda baş tacı yemeklere çeşnidir

Keşkek : Çok eski bir yemektir. Oğuz Türkmen boylarının vazgeçilmez yemeğidir. Buğdayın dövülmüşü kaynatılır içine et katılır. Üzerine mutlaka dartı koyulur.

Keşkek aslında düğün ve bayram yemeğidir. Eskiden bayramlarda asla es geçilmezdi.

 

Keş : Eski bir ağartıdır süt ürünüdür. Kesilmiş sütten yapılır. Kendi kendine toplanan süt bir tülbentle süzülür ve kurutulur. Kahvaltılık veya hamur işlerinde iç malzemesi olur.

İçecek olarak komposto ( hoşaf ) ve ayran sayabiliriz. Komposto için tercih edilen meyveler elma, armut, ayva, eriktir. Kurutulur, kurutma işlemi sonrası erik(kak) diğerleri (buruç) kıvamındadır artık..Kışlık hazırlıklarda ise; pekmez, tarhana, salçalar, meyve kuruları ve kendi tuzlu suyunda uzun süre bekletilmiş sert peynirler yapılırdı. Bu kıvamdaki peynirler közde veya tavada kızartılıp tüketilir.

Çorbalarda kesin bir un malzemesi hakimiyeti vardır.

Kesme çorbası

Dımbıl çorbası

Umaç Çorbası

Erişte Çorbası

Tarhana Çorbası

Mancar Çorba ve yemekleri

Ana başlıklar halinde söylediğimiz manav mutfağı; her yöre mutfağında olduğu gibi yeniden keşfedilmeyi bekleyen lezzetlerin sahibidir.Özellikle gözleme, cızlama ve bazlamaç çok özel yemeklerdir. Bugün bile gözleme deyince akla manavlar ve Yörükler gelir. Aynı kültürün insanları.Sadece Batı Anadolu’da değil, Ege ve Akdeniz bölgesinde de, bu yerleşik veya kısmen Yörük olarak adlandırılan bu insanların en önemli yiyeceklerinin başında gözleme gelir.Her evde kışlık tarhana, kuskus, buruç (elma, eriği armut vs.) vardır. Yazdan yapılmış peynirleri vardır. Kavurmalar pek çok aile tarafından toprak küplere yazdan basılır.

Pekmez (pancar, şekerkamışı, elma, armut vb. meyvelerden elde edilen tatlı) hemen hemen her evde bulunur. Enerji kaynağıdır. Kışın soğukta özellikle yenir.

Manav mutfağının en önemli yemeklerinden biri de “Malay” yemeğidir. Bazı yörelerde “kaçamak” diye de anılan bu yiyecek, yoğurt ve pekmezle iştahla tüketilir. Mısır malayı veya buğday malayı, her ikisi de bu yerli halkça çok sevilir.Mancarlı pide, manavlarda gözde yiyeceklerdir. Mancar (ıspanak, gazicek, efelik, gışırık, kaldirik, (çiçekli mancar) kabak urgan ucu, pazı vs.) bitkilerin ortak adıdır.Mancarlı olarak yapılan bu un mamulü pideler, dartı, sütçiği, peynir, keş gibi süt ürünleri ile de karıştırılır, desteklenirse mükemmel bir yiyecek ortaya çıkmış olur. Bozkurt Güvenç’in yaklaşımıyla dile getirecek olursak; bir manav ırkı belki yoktur ama görünen o ki bir MANAV kültürü vardır.

·         Sümeyye Köktürk yazıları

 

 

 

 

 

AKÇAKOCADA

 

Kız ve Erkeğin Tanışması :Akçakoca’da mısır bitkisinin fazla ekildiği, fındığı kozalarından ayırma makinelerinin daha ortaya çıkmadığı dönemlerde mısır soyma, fındık ayıklama imeceleri yapılırdı. Bu imecelere kız ve erkekler bir arada katılırlardı. Mısır çapalama, fındık toplama işleri de imece şeklinde yapılırdı. Akçakocalı kız ve erkek gençler birbirlerini bu imecelerde, kasabaya inme sırasında, dereye suya giderken, nişan, düğün gibi eğlencelerde tanırdı.Kız ve erkeğin ortaklaşa güvendikleri bir kadını aracı olarak kabul eder ve sevgi nişanelerini birbirlerine bu aracılar ile gönderildi. Bu günde buna benzer olaylara şahit olunmaktadır. Çoğu kez kız erkeğe, kendi işlediği bir mendili, oğlanda kıza gülyağı, şeker, lokum, küpe, yüzük gibi hediyelerde gönderirdi.

Sevdalık Günleri :Akçakoca gençleri arasında sevdalık günleri çok önemliydi. Sevenlerin arkadaşları vardır. Bu arkadaşlar erkek ise, hep seven erkeğin etrafındadır, arkadaşları için pervane olurlar, hep beraber gezerler. Başkaları seven erkekmiş izlenimi yaratırlar. Örneğin; Sevdiği kız salıncağa binerse, önce aşık olan silahını boşaltır. Bunun anlamı: Bu “Seni başkası severse onu öldürürüm” anlamına bir mesajdır. Ardından aşığın arkadaşları silahlarını boşaltırlar. Bunun da anlamı: “Bir arkadaşımızın arkasındayız” demektir Durum herkes tarafından anlaşılır, kimse kimsenin sahasına girmez. Erkek evlenme arzusunu ailesindeki kadınlara açar. Zaman içinde gelişen olaylar oğlanın anası tarafından babasına iletilir. Günler ve gecelerce ne olup olmayacağı, aileler arasında düşünülüp tartışılır. Sonunda kız tarafının kıramayacağı bir elçi bulunur. Elçi baba ve annenin ağzını arar. Olumlu yanıt alınca kızı istemek için girişimlerde bulunur.
Toplum kız isteme konusunda çok duyarlıdır. İstenilen bir kızın verilmemesi ya da söz kesiminden sonra dönülmesi erkek tarafından hakaret kabul edilir. Bu tür olaylar genellikle kan davası gibi olaylara sonuçlanır.


Sıra Gözetme: Ablası bekar olan, evlenme çağındaki erkek bu kuralı bozup evlenebilir. Erkek toplunda kadından önce gelir. Erkek kardeşler arasında da sıra gözetilir. Miras taksiminde kızın payı erkeğe göre yok gibidir. (Bu gelenek Lazlarda daha çoktur.)Son zamanlarda Bölgede kızlar arasında sıra gözetme geleneği vardır. Büyük kız varken küçük kız evlenmesi ayıplandığı gibi baba buna kesinlikle karşı koyar herkes hakkını yavaş yavaş  alma yolunu tutmaya başladı.

Başlık Parası :Akçakoca ve köylerinde başlık parası vermek hemen hemen yok gibidir. Yalnız fakir ailelerde kızına çeyiz yapabilmek için bir miktar para ödenir. Başlık parası verme Laz ve Gürcü ailelerde, Rizeli  toplumlarda daha az uygulanır. Abazalarda başlık parası alınmaktadır.

Kız Kaçırma Olayları :Abazalarda düğün çok masraflı olduğu için, özellikle birbirini seven çiftler kaçarlar. Bu danışıklı döğüştür. Kız kaçırılmadan önce nüfus cüzdanı kaçırılır. Kızın yaşı on sekizden küçük ise kız kaçırılınca erkeğin akrabalarından birinin evinde saklanır. Daha sonra aileler arasında anlaşmaya gidilir. Kaçırılan kızın yanında kıza yakınlığı ile bilinen kızın arkadaşı ile kaçırılır. Bu kıza tasavize denir. Kız emin bir ailenin yanına misafir edilir. Düğün yapılıncaya kadar kız o evde kalır. O evde her akşam eğlence yapılır. Bunun adına taşamhara denir. Kız-erkek anlaşarak kaçmışlarsa iki tarafın aileleri bir müddet birbirleriyle görüşmez. Daha sonra aracılar yardımıyla taraflar barıştırılır. Ancak yıllar süren küskünlükler söz konusudur. Kız kaçırmada kızın rızası yoksa olay kan davasına kadar gidebilir.

Kız İsteme Geleneği :Ön hazırlıklar tamam olunca kız babasının sevdiği birisi erkek tarafı ile birlikte kız istemeye gider. Erkek tarafından ağzı laf yapan biri sözü açar.Biz Allah’ın emri, Peygamberin kavli ile kızınız ...............’yı oğlumuz ..............’ya istemeğe geldik” der. Baba da;Allah yazdıysa olur. Amma bir düşünelim. Soracak adamlarımız var onlara soralım” der. Bu biraz naz etmek ve kendi akrabalarına paye çıkarmak için söylenmiş bir sözdür. Bir müddet biçilir. Bu arada istiyorlarsa, el altından erkek tarafını cesaretlendirecek haberler iletilir.Bu dönemde, kız ile erkek karşılaştıklarında kaş göz işaretleri ile birbirlerine cesaret verirler. Kız belli bir süre sonra istenir.

Söz Kesme ve Nişan Olayı :Eskiden erkek askere gitmeden nişanlanırdı. Nişanlık süresi, askerlik, para yokluğu ile ilgili olarak 2-3 hafta ile bir yıl arasında değişir. Yerli halk arasında beşik kertmesi kesinlikle yoktur. Göçmen köylerinde beşik kertmesine rastlandığı söylenmekte ise de tespit edemedim.Kız istemede erkek tarafından hediye olarak getirilen “kutu şekeri” ertesi gün iade edilmez açılırsa, kızı erkeğe verildiğine işarettir.Taraflar tarafından söz kesiminden sonra oğlan tarafından akrabaları kızın evine yüzük, kutu şekeri ile elbiseler, çorap ve terlik alıp giderler. Nişanda yüzükler takılır. Bazı köylerde nişanda erkeğin bulunmadığı, akrabası tarafından kızın parmağına yüzük takıldığı söylenmekte ise yerli köylerde böyle bir gelenek bulunmamaktadır.Bir süre sonra kız tarafı, yüzük, bir kat çamaşır, kaynanaya elbise alıp oğlan evine getirirler.

Çeyiz Geleneği
:Çeyiz olarak sandık, yatak, yorgan, yelek, şalvar, bakırdan mutfak eşyası, elde dokunmuş yer hasırı, hasır seccade, ottan duvar yastığı, kanaviçe işler ve örtüler vardır. Çeyizin miktarı ailenin mali durumu ile ilgilidir. Yerli halkta çeyiz eşyası, Doğu Karadeniz kökenli ailelerde olduğu kadar fazla olmakla beraber, kızlar mirasta erkek kadar hakka sahiptir.

Kına Gecesi :Düğün geleneğinin ilk kademesi kına gecesidir.Kına gecesi Çarşamba günü yapılır. Kına gecesi için erkek tarafı beraberlerinde taraftarları ile birlikte yanlarına kına alıp gelin evine gidilir. Dört kız çarşaf veya büyük bir yazmanın altına gelini alırlar. Bir kız gelinin eline tabaktan kına yakar. Elleri temiz beyaz bezlerle yumrukları bağlanır. Bir taraftan da maniler söylenir. Hem gelin ağlar, hem etrafındakiler. İzzet ve ikramdan sonra erkek tarafı evlerine gelir. Damadın evi önünde büyük bir ateş yakılır. Kız tarafı tavuk istemeğe gelir. Her evden birer tavuk alınır. Ateş yanınca baklavalar getirilir. İkramlar yapılır. Kız tarafı darıltılmadan uğurlanır.Kına gecesi bayramlık elbiselerini giyen genç kızlar çiftetelli, topal oyunu, orta oyunu gibi oyunlar yaşlı bir kadın denetiminde oynanır Düğünden bir gün önce gelinin ve yakınlarının eline kına yakılır kına erkek tarafından getirilir kına yakma töreni boyunca maniler söylenir gelin ağlatılır,kına gecesi kızlar çiftetelli ve çeşitli oyunlar oynar.Köy lisanı ile mani ve türküler söylenir.

 

‘’Yukarı köyün çakalları                        Yukarı köyde çakal yok

   Aşağı köyün bakalları                         Aşağı köyde bakal yok

   Damat beyin sakalları                         Güveyin sakalı yok

   Gelin kınan kutlu olsun                       Gelin kınan kutlu olsun

 

   Kına gecen hoş olsun                          Köyümüzden çıkıyorsun

   Evin bereket dolsun                            Bize veda ediyorsun

   Damat bey eşin olsun                         Yeni yuva kuruyorsun

   Gelin yuvan mutlu olsun                    Gelin kınan kutlu olsun’’

   Diye maniler söylenir.

Düğün Günü :Düğün genellikle nişandan en az bir yıl sonra yapılır. Bindallı ve benzer gelenekler yoktur. Eskiden gelin renkli ve temiz ipekli elbise damat ise don pantolon üzerine beyaz gömlek ve işlemeli yelek giyerdi. Güvey fakirse beyaz elbise ödünç alınırdı.Eskiden olduğu gibi gelin kayın baba ve yakın akraba arasına giderdi. Gelin evden çıkarken, kız kardeşlerden biri, yoksa akraba kızlardan biri çeyiz sandığı üzerine oturup sandık haracı isterdi. Ayrıca kapıdan çıkarken erkek kardeş, kapı haracı olarak bir miktar para talep eder.Köylerde, genellikle bir öküz arabası süslenirdi. Üstüne halı ve kilimlerle bir örtü yayılır. Araba çan ve zillerle bezenir, köylüler şık giysilerini giymiş, arabanın önündü, ardında, yanında yürüyerek giderlerdi. İkide birde araba durdurulur:- Ala ala hay... diye bağırarak düğün evine varılır. Yolda devamlı halaylar çekilir. Kasap oyunu, Kastamonu zeybeği gibi oyunlar oynanır. Gelin alayı, çeşitli yollardan dolaşarak damat evine varırdı.Gelin alınmadan o köylülere veya mahalleliye pilavlık parası verilir. Gelin arabaya binmeden bolluk ve bereketli olsun diye ya damadın babası veya yakını bozuk paralar içinde şekerler, buğdaylar serper, çocuklarda bunları birbiri üzerine yığışarak kapış kapış toplardı.Köyden çıkıncaya kadar çeşitli yollardan dolaşarak damat evine varılır. Gelin arabadan inmez, bahşiş ister. Bir inek ya da tosun getirilir. Kulağı kesilerek işaret verilir. Kapı önünde kurulan bir masada kız tarafı tatlı, şeker, sigara, mermi gibi isteklerde bulunur. Bu istekler karşılanıncaya kadar gelin bekletilir. Bu durum bazen üç dört saat kadar sürer.Gelin eve girerken eğilip eşiği öper. Bolluk getirmesi düşünülerek mısır, buğday, şeker, bozuk para atılır. Akraba ve komşular başlarında birer tepsi baklava alarak erkek evine giderler. Tepsiler üst üste kümelenir.Erkeklerde evin önünde yakılan ateş etrafında oynarlar. Bu oyunlar kadın kıyafetine girmiş köçekler tarafından oynanır. Eğer aile varlıklı ise dört köçek, dört davul, dört zurna ve dört keman bulunur.Diğer köylerden geleneklerde kafileler halinde düğüne katılırlar. Kimileri koç, kimileri koyun getirir. Meydanda ikramlar yapılır.Yenip içilir. Sonunda köylüler misafirlerini evlerine götürürler.Hoca nikahı yapılır, bu adet yaygındır. Hoca nikahı yapılırken gelinin yanında dadı veya bibi (teyze, hala) denilen kadınlar bulunur.Gürcü köylerinde düğün gecesi, güveyin gerdeğe girmesi yasaktır. O akşam kızın akrabası olan kızlar sabaha kadar beklerler. Düğünün ertesi günü gerdeğe girilir. Düğün genellikle üç gün devam eder. Lazlar ve Hemşinlilerde de benzer gelenekler vardır.Diğer köylerde ise hoca nikahı kıyılır. Sonunda güveyi arkadaşlarının kolunda gelinin odasını getirilir. Arkasından yumruklanarak odaya itilir. Damat odaya girer. Hazır bulunan seccadede iki rekat namaz kılıp duasını yapar ve gelinle tanışmaya gider. Damat bu arada gelini konuşturmaya çalışır. Ona hediyeler verip konuşturur. Konuşturulunca da pencereyi açıp iki el silah atar. Bundan sonra herkes dağılıp gider.Gelinle damat, gidip kayınvalidenin elini öperler. Tekrar odalarına giderler. Orada baklava yerler. Bazense baklava kesmelerinin yarısını yiyip bırakırlar. Ertesi gün bunları evlenmemiş erkek ve kızlar yer. Darısı sizin başınıza gibi bir gelenektir bu. Ertesi gün sabah, köçekler, davetliler düğün evinin önüne gelirler. Oyunlar oynanır. Damat elinde bir tepsi baklava ile herkese birer kesme baklava sunar. Sonra da herkes dağılıp gider. Ev kadınlarla dolar. Duvak günü damat sağdıçla gider. Gelinle sabahtan ikindiye dek oyunlar oynanır, şarkılar söylenir ve derken düğün biter

Duvak :Güvey gecesi sabah gelini eğlendirmek için eğlence düzenlenir. Gelin oynar ve etrafa para atar.Bekar kızlar gelinin duvağından teller koparırlar. Duvaktan sonra erkek ve kız evlerinde yemekli davetler yapılır.

Düğün Davetleri :Bütün akraba ve hısımlar gelin ile damadı davet ederler. Bunlar taşıma davetleridir. Her gidilen eve gelinin yaptığı bir el işi işleme götürülür. Onlarda onlara çeşitli hediyeler verirler.

Doğum Olayı :Genellikle ilk çocuğun erkek olması istenir. Çocuklar genellikle beşikte büyütülür. Çocuğun adı üç gün içinde yaşlı bir erkek veya hoca tarafından üç defa kulağına okunarak konulur. İsimden sonra ezan okunur. Komşular ve akraba loğusaya evvela geçmiş olsun derler sonrada hediyeler getirirler. Doğumun kırkıncı günü çocuk ve loğusa yıkanır. Buna çocuk kırklandı denilir.

Diş Çıkarma :Küçük çocukların diş çıkarmaları aile için ayrı bir sorun olur. Ailenin bireyleri yeni çıkan dişi görmeyi uğur sayarlar. Onun içinde sık sık çocuk güldürülür, ağzına bakılır. Hatta bazıları ekmek kabuğunu gevlettirmek suretiyle dişin çabuk çıkmasının sağlarlar. Bazıları da parmağını rakıya batırarak çocuğun diş etlerini oğalar. Çocuk bundan çok hoşlanır.Dişin çıktığını gören kişi mutlaka diş çıkaran çocuğa ya elbise alır ya entarilik alsınlar diye anne babasına para verir.

Sünnet Olayı :Akçakoca bölgesinde kirvelik olayına rastlanmaz. Eskiden gezginci sünnetçilerin gelmesiyle hiçbir hazırlık yapılmaksızın çocuklar sünnet edilirdi. Günümüzde eğlenceler düzenlemektedir. Sünnetçiye, bazen para almadığı için sabun, havlu gibi şeyler verilirdi.

Dini Bayramlar :Dini bayramların Akçakoca örf ve adetleri içinde çok büyük yeri vardır. Üç aylar girince Recep, Şaban ve Ramazan gelinceye kadar bazı kimseler ramazana alışmak için ayda bir belli oruçlar tutar, kutsal geceler, cumalar yavaş yavaş ayrı bir kalabalık olmaya ve cemaat artmaya başlar.Ramazana hazırlık olmak üzere, makarnalar kesilir, erişteler yapılır. Yufkalar açılır, kuskuslar hazırlanır. Mevsime göre çeşit çeşit reçeller, hoşaflar ve şuruplar hazırlanır.Hele bayram gecesi yeni esvaplar giyilir, Provalar biter. Küçükler giyeceklerini başlarının altına koyar. Ayakkabılarını yatağın içine yerleştirir. Herkes banyosunu yapıp yatar. Küçük erkek çocuklar sabahleyin sabah namazına herkesle birlikte camiye gider. Namazdan sonra vaiz dinlerler. Bayram namazı kılınır. Hoca dikilir, en yaşlı adam hoca ile bayramlaşır, ondan sonraki hoca ile yaşlı bayramlaşır ve yerini alır. Böylece sıralanır. Cemaatin en yaşlısı ile en genci bayramlaşıncaya kadar sürer. Sonra birlikte hoca dua eder.
“Bu bayrama eriştiren Allah’a senalar ve amin” denilip çıkılır. Yolda görülenlerle bayramlaşırlar. Mezarlıklara gidilir. Ölülere dua edilir. Hastalar ziyaret edilir.”
Her köyün ramazanında davulcular bahşiş toplar. Birinin elinde bir sırık, birini elinde bir sepet. Davulcu davulu çala çala her evin önünde maniler söyler. Bahşiş; havlu, mendil, yazma sırığa bağlanır. Baklavalar, el altıda tepsi bulunan sepete konur. Paralarda davulcunun cebine konur.

Bayramlar:Yerli köylerde bayram sözcüğü eğlence anlamına gelir. Bayram olacağı gece, bayramı bilen köydeki misafirler, bayramın olacağı köye yakın eş dost ve akrabalar ile birlikte giderler. O akşam onlara misafir olurlar. Kadın ve kızlar yemekten sonra daha geniş evlerde, erkekler ya kahvede ya da başka bir evde toplanırlar. Erkekler orta oyunları yaparlar. Mutaassıp olmayan yerlerde içkide içilir. Gramofon çalınır ve Cide kemençesi ve tepsi çalarak oyunlar oynanır. Genellikle oyunlar iki kişilik eşler halinde yapılır. En revaçta olan oyunlar topal oyunudur. Bu oyun Akçakoca’ya özgü bir oyundur

Eğlenceler
:Eskiden patoz makineleri yokken, fındık harmanda kurutulur, sabahları tırmıklar vurulur, sonrada altından tanesi alınırdı. Kalan fındıklarda kabuklarından ellenmek suretiyle

İBRAHİM TUZCU WEB SİTESİ KURULUŞ:09.09.2017
SİTEYİ KURAN ve DÜZENLEYEN: MEHMET GÜVEN
EĞER TELİF HAKKININ İHLAL EDİLDİĞİNİ DÜŞÜNÜYORSANIZ LÜTFEN İLETİŞİMDEN BİZE YAZINIZ.



Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol