Akçakoca Köyleri 7

bulunup ayrılırdı. Köylerde bu işler imece halinde yapılırdı. Kabuk ayırma işi erken bitimi, orası düğün evine döner, oyunlar şarkılar, gülme, eğlence, yeme içme başlardı. Kızlar erkekleri, erkekler kızları burada seçerdi. Çalışkan mı? Tembel mi? Dili tatlı mı? Nobran mı? Şaka kaldırır mı? Yoksa içine kapanıp arpacı kumrusu gibi düşünür mü? Yapıcımı yıkıcı mı? Hepsi burada denenirdi. Bu eğlencelerde maniler söylenirdi. Atmaca tabir edilen karşılıklı mani atmaları da yapılırdı.

FOLKLÖR  :Köye has topal oyunu vardır ,köyün kendine has folklor ekibi yoktur,Karadeniz folklörü hakimdir,Davul,Zurna,Saz,karşılıklı zille oynanan oyunda çalınan zil dir.Ayrıca köçek oyunu,gemici çardak oyunu vardır. Halay, Sallama Karşılıklı Zille oynama Köçek,Davullu gemici çardak oyunudur,Manav dal sıksara oyunlarıdır Bar,Halay,Horon,Sallama,Karşılıklı zille oynama,Hura,ve karşılama,Köçek oyunları da oynanır,Ayrıca Cide kemençesi ve tepside çalınır iki kişilik topal oyunu oynanır

 

DAVUL  : Davul savaş sırası,sonrası,askere giderken,törenlerde,ramazanlarda,güreş yapılırken çalınır.Davulun eski adı Tavuldur,Çağatay Türkleri tarafından yapılmıştır,bir haber aracıdır

ZURNA: Davul ve zembeleklerle çalınır ağaç maden, boynuzdan yapılır ,7 üstte 5 altta deliği vardır,Avrupa’ya Türkler tarafından götürülmüştür,Oğuz Türkleri Anadolu’ya getirmiştir,kemençe ve davula eşlik eder,4000 yıldan beri devam eden bir enstrümandır.Davul,Kaval,Zurna,göçer enstrümandır,köyde son zamanlarda bunların yerini taverna müziği almıştır org ile çalınan müzik aletidir eski neşe eski düğünler artık tarihe gömülmüştür,evlerde yapılan düğünler artık düğün salonlarına taşmıştır

KAVAL: Orta asyadan gelmiştir Balasau Türkleri icat etmiştir,Çağatay Turan Türkleri haval derdi Karadenize bunlar getirmiştir ,bir göçebe çalgısıdır Of, Tokat kavalı meşhurdur

KEMENÇE  :Klasik ve Karadeniz kemençesi olmak üzere iki türü vardır Akçakoca da Karadeniz kemençesi çalınır,ince uzundur,sol el ile havada tutularak çalınır,kemençenin telleri çeliktendir.Akortları la,re,sol,mi,yahut sol,re,la,mi veya 3 telli için re,la,mi dir,tellerin üzerine basılarak,tek olarak çalınır.Sazın şekli bir takayı andırır,gövde kısmı dut ve ceviz ağaçlarından oyularak yapılır,ses tablası ise 1,5- kalınlığında ladin veya köknar ağacından yapılır,kısa sapı ve çelikten üç teli vardır re-la-mi sesleri akort edilir,bir buçuk oktav çalar.Yayının kılları gevşek olarak takılır ve sol el ile havada veya dize dayanmış olarak tutularak kemençenin 3 teline aynı anda sürülerek çalınır çalınır Kemençe anadoluya oğuz Türklerinden gelmiştir Kemençe ,Özbekistan,Kırgızistan ada Anadoluda ıklık göbekli kemençe olarak çalınır Arapçada Keman Türkçede ç demektir bu iki kelime birleşmesinden Kemaençe doğmuştur ,Kıpçak Türkleri tarafının dan Mısıra götürülmüştür Özbeklerin girjası kemençeye benzer, kıyak kemençe denir.Trabzon dada Gagavuz Türkleri kemençeleri vardır,Trabzonda kemençeye kıyak denir,Türkmenistan,Özbekistan, Kırgızistan Gagavuz Türklerin kemençeleri vardır 2 sesle çalışır 2 telden ses alınır 4-6-7 aralıklıdır.

TULUM: Tulum Karadeniz bölgesinde kullanlıan nefesli halk sazıdır,deri,nav ve ağızlık olmak üzere 3 kısımdan oluşur.Deri,tulum olarak anılır, tulum,koyunveya oğlak derisinin tüyleri temizlendikten sonra ayakları yukardan kesilir,sağ ön ayak ile arka sol ayağın dışında kalan delikler hava kaçırmayacak şekilde sıkıca bağlanır,ön ayağa bir tahta boru,arka ayağada üzeri delikli iki boru tespit edilir.Deri hava ile

Delikli borulardan ses çıkmaya başlar,koltuk altına yerleştirilen tulum zurna analık üzerindeki parmaklar delikleri açıp kapamak suretiyle istenen ezginin çalınmasını sağlar,nav sazın zurna dediğimiz kısımdır,ağızlık ise hava üflenen kısımdır Tulum Türkçe kelimedir Çağatay Türkleri icat etmiştir Anadoluya Peçenek Turan Türkleri Karadenize getirmiştir Kıpçaklarda tuluk,Duluk diye geçer.

 

ÇOCUK OYUNLARI

Çelik çomak,binmeli eşek,esir oyunu,körebe,köşe kapmaca,birdirbir,seksek,yakan topu,lunç,domino devirme

KIYAFETLER

KÖYDE

 

Cepken Aba denilen kalın kumaştan veya kadife kumaştan yapılmaktadır. Çeşitli kumaş parçalarından üzerine süslemeler yapılır. Gelinliğin üstüne giyilir. Yöredeki ismi entaridir. Cepken denilen giysi zengin ailelerin kadın veya kızları tarafından da giyiliyordu. Bugün yaşlı,kadınlar,tarafından,giyilmektedir.
Fermene
Bu giyime üç etekte denir. Kutni denilen kumaştan dikilir. Çift kattır. Dışı kutni, iç astarı,kendilerinin,imal,ettikleri,lemza,denilen,kumaştan,yapılmaktadır. 
Göğüslük
Günlük kıyafetlerdendir. Kadife, kutni veya benzeri kumaşlardan yapılmaktadır. Boğazdan,asılıp,belden,bağlanmak,suretiyle,kullanılmakta,idi. 
Şal kuşağı Şal denilen iplikten işlenmiş kumaştan yapılmakta idi. Üçgen şeklinde katlanıp, arkadan bele sarılmaktadır. Kendine özgü dizbağı denilen bir kemerle bağlanıp, belden kaymaması sağlanır.


Kaynak: Rize Kültür Derlemeleri, Rize Halk Eğitim Müdürlüğü Yayınları, 1996

 

AKÇAKOCADA

Köyde 25-30 yıl öncesine göre  kıyafette önemli değişmeler olmuştur.Erkekler tamamen şehir kıyafetini benimsemişlerdir. Erkeklerde gündelik kıyafetlerden başka önemli günlerde, törenlerde giyilen ve içine beyaz eşarp bağlanan lacivert takım elbise en beğenilen giyim eşyasıdır. Ancak yaşlı erkeklerden bazıları köy içinde geleneksel kıyafetle ilgili olarak paçaları dar pantolon, üzerine gömlek ve yeleği giymeye devam etmektedirler. Kösele kunduranın yanında lastik ayakkabı, plastik ayakkabı, özellikle çocuklarda  çok görülmektedir. Erkeklerde pijama, şapka, şemsiye kullanılan giyim eşyaları arasındadır. Burada dikkati çeken husus pijamanın yatak kıyafeti olmaktan başka, bazen iş kıyafeti olarak kullanılması suretiyle ikinci bir iş görmüş olmasıdır.Kadın giyimi erkeklere oranla daha az değişmiştir.Eskiden kadınlar evlerde basit tezgahlarda keten ve kendirden giysiler dokurdu. Bugün ise köylüler malzemesi köy dışından sağlanan koyu renkli şalvar ve üzerine bluz giymekte, başlarına lacivert örtü (örtme)  örtmektedirler. Kadın giyiminde dış görünüş bakımından erkeğe nazaran değişme daha azdır. Evde elbisesi ile dolanan bazen başını örtmeyen kadın, sokağa çıkınca elbisesinin üzerine şalvar giymekte ve başını örtmektedir.Genç kadınlar arasında elbise giyenler, başlarını örtmeyenler az da olsa bulunmaktadır..Köyde gündelik kıyafette olduğu gibi gelin ve güvey kıyafatide tamamen şehirleşmiştir. Ancak köyde giyilenler, kasabadan ucuz sağlanan ve nispeten eski model olan giysilerdir.Kadın ve çocukların kısmen evde hazırlanan giysilerinin kumaşları dışarıdan satın alınmaktadır.

 ŞALVAR         : eninde üç boy kumaştan çıkar daha ziyade eflatun pembe,yaşlılar koyu renkleri tercih ederler,genellikle çimen yeşili,zeytin yeşili tercih edilir,şalvarın içine şalvar ( havsa) dikilir pamuklu veya şile bezinden dikilir

MİNTAN            : Şalvarın üstüne giyilir mintan ve şalvar işlemelidir,kadife kutnu,jantanlı ve yollu kumaşlardan dikilir

YELEK              : Şalvar üzerine kolsuz fakat işlemeli yelek giyilir,içine bezden buluz giyilir.

ÖRTÜLER         :Kare şeklinde üzeri baskı tekniği ile işlenmiştir,çiçek desenlidir

YAZMA             : Oyalar işlenir dikdörtgendir

ÇORAPLAR     : Yün çoraplar giyilir kadın çoraplar motif işlemelidir

AYAKKABILAR : Rugan ayakkabı giyilir,çarıkta giyilir,genellikle lastik ayakkabılar tercih edilir

ERKEKLERSE : Yelek ve zıpka giyerler,Kafkas kökenliler düğün törenlerde kalpak dik yakalı siyah satenden yapılmış diz boyu elbise ve yumuşak deriden çizme giyilir.Elbisenin üzerine dışardan fişeklik,kama,kemer gibi ayrıntılar vardır,kadınlar ise simli motiflerle süslenmiş kadife elbiseler giyerler bunları Aktaş,Edilli,Uğurlu,Yenice,Göktepe,Kirazlı,Hemşin köyleri giyerler

 

HIDIRELLEZ

6 Mayıs günü kutlanır,köyün piknik alanlarında,salıncaklar kurulur,yemekler pişirilir,ıp atlanır,salıncaklarda sallanılır,birçok oyunlar oynanır,kızlar erkeklere,erkekler kızlara bakarlar orada birbirini beğenirler,arkadaşlıklar kurarlar,balık tutmalar olur,erkeğin beğendiği kız eğer salıncağa biner sallanır ise erkek hemen silahını çıkartarak iki el ateş eder ona onu beğendiğini gösterir,hıdrellezin en iyi yemeği helvadır.Her hıdırellezde komşu köyler davet edilir mevlit okunur ,yemekler yenir çeşitli eğlenceler düzenlenir. Hıdrellez ve aşure günlerinde köyde aileler kendi aralarında toplanarak okulun bahçesinde büyük kazanlarda keşkek çorbası (yakalşık20 çeşit bakliyattan oluşan çorba)pişirirler yer sofralarında herkese ikram ederler Bu törenleri anlatmadan önce pilavlık parası üzerinde duralım. Daha öncede belirttiğimiz gibi köyden başka bir köye gelin giden kızlardan pirinç parası alınır. Bu para hemen harcanmaz biriktirilir. Pirinç parasının anlamı şudur. Köy gençleri bu kızı o zamana kadar o şekilde korumuşlardır ki, kızın namusuna halel getirmemişledir. Pirinç parası bunun mükafatı bir bahşiş sayılır. Alınan pirinç paralar yedi emin olarak köylünün saygı duyduğu birine telim ederler. Köyden ne kadar çok kız gelin giderse parada o kadar çoğalır. Hıdırellezde bu para ile bir koç satın alınır. Pirinç alınır, un yağ alınır. Kesilen koçun etinden ya etli pilav yapılır, helva kavrulur, ballanır. Öğleyin gençler toplanır ve bu pilav yenir. En sonunda da helva yenilir. Hıdrellez bayramının ayrı bir güzelliği vardır. İp salıncaklar, zincirli salıncaklar, büyük ağaçlara bağlanır. Kızlar ayrı yerde, erkekler ayrı yerde sallanırlar. Ama bazen kızlar erkekleri, bazen da erkekler kızları seyretmeye giderler. Eğer beğendiği bir kız salıncak biniyorsa orada çıkarır silahını bir şarjör boşaltır. Bu olaya kimse ses çıkarmaz. Böylece kimin beğenilip beğenilmediği bu hıdrellez bayramı vesilesi ile belli olur. Bazı köylerde güreşler tutulur. Bazı köylerde derelerde balık tutulur eğlenilir.Akçakoca köylerinde hemen hemen hepsinde geleneksel olarak her yıl kutlanır köydeki küskünler barıştırılır geleneksel oyunlar spor etkinlikleri,folklorik oyunlar ve bunun gibi,Akçakocadaki mulki amirlerde davet edilerek etkinlikler yapılır herkes baharı böyle karşılar

 

EVLERİ

Evler genellikle bahçe içinde olur çünkü meyve sebze yetiştirilir .Avlu,avlu ağla çevrilidir çünkü sebze meyve yetiştirilir ,Kurukavak,Karatavuk evler arası 4-5 km’dir,okul ve cami yanlarında evler yapılmıştır,az dağınık meskenlerde cepheleri sokak tarafına doğrudur Arabacı köyü gibi,Mısır ziraati çok olduğu için her evin yanında hemen hemen 1 adet serender yapı vardır,ahırlar evlere uzaktadır,ahır ile samanlık yan yanadır Tarım toprakların azlığı dağınıklığı kır yerleşim bölgesinin dağılmasına yol açmıştır

 

SPOR

Hiçbir zaman gayri federe veya amatör olarak hiçbir müsabakalara iştirak etmemiştir,köyün hiçbir sportif amaçlı kulübü yoktur,köylünün spora yatkınlığı yoktur.Yalnız bayramlarda Kınıkta ilk güreş olur sonra Göktepe,sonra Balatlı sonra Beyörende yapılırdı fakat son zamanlarda yapılmamaktadır

 

YEMEKLER

 

EKMEKLER       : Yufka ekmeği,Bazlama,Gözleme,Cızlama,Mısır ekmeği,Buğday ekmeği

ÇORBALAR        : Tarhana,Mercimek,Un,Çılbır,Kızılcık çorbasıdır

HAMUR İŞLERİ : Mantı,Börekler,Erişte,Kuskus,Kaşık makarna,Mancarlı pide

ET YEMEKLERİ : Kara dolma, Korçan,Sebze dolmaları,Kebaplar,Lahana sarma

TATLILAR           : Melen güççeği,Laz böreği,Güllaç,Sütlaç,Baklava

ÇEŞİTLİ YEMEKLER : Gaygana,Soğanlı yumurta,Sebze yemekleri,Zeytin yağlılar,Mamursa,Kaldırık,Mantar yemekleri,Tirit,Malay,Hoşmanım,Mancarlı fırında pide

 

ALT YAPI BİLGİLERİ

Köyün yolları asfalt olup yolları geniştir ,köy içi parke döşelidir. çevre düzenlemesi yapılmıştır. köyde genelde orta yaşın üzerinde kişiler ve yaşlılar devamlı durmaktadır. Genç nüfus genelde iş imkânı az olduğundan başka il ve ilçelere göç etmişlerdir.Yaz aylarında köye gelmektedirler. çocuk nüfusu çok azdır.köy de okul kapalıdır..Köyde, ilköğretim okulu yoktur fakat taşımalı eğitimden Akçakocadaki okullara gitmektedirler. köy Akçakocaya çok yakın olduğundan genelde yararlanılmaktadır. Köyün içme suyu şebekesi vardır ancak kanalizasyon şebekesi yoktur. Ptt şubesi yoktur ,ancak ptt acentesi vardır. Sağlık ocağı ve sağlık evi yoktur. Köye ayrıca ulaşımı sağlayan yol asfalt olup köyde elektrik ve sabit telefonu vardır.1871 birinci arazi yoklama defterinde 1922 Bolu salnamesinde kaydı vardır,mobil sağlık hizmetinden faydalanmaktadır,bir değirmen bir köy konağı bir kurs binası vardır 1782 yılında 38 Hane ,1890 da 16 Hane 96 ,1935 de 204,1940 de 301,1945 de 409,1950 de 467,1955 de 242,1960 de 248,1965 de 240,1997 de 328,2000 de 234 nufusu vardır.Fiskobirlik üye sayısı 152 dir,1943 yılında ilk ilkokul açılmıştır10 .000 mt kare kilitli parke taşı döşenmiştir,5,5 kmlik Kınık,-Akçakoca-,Kınık-Beyören yolu stabilize yapılmıştır,10 adet büz değişik yerlere konmuştur,köy cami kanal duvarı bitirilmiştir,köy içi mahalle arası yolların kanal şevleri, temizlenmiştir,2 kişiye kaymakamlık sera bahçesi vermiştir % 90 Fındık tarımı yapılmaktadır,azda olsa sebze meyve ve mısır ziraati de yapılmaktadır,tarla alanı yoktur,fındık alanı 2.700,orman alanı 300 dönümdür,karışık,dağınık köy statüsündedir,

İSTİKLAL SAVAŞINA KATILANLAR

ABAZA TÜTÜNCÜ MUSTAFANIN ÇETESİNDE OLANLAR

: HÜSNÜ ÖZTÜRK,MUSTAFA YALÇIN,ALİ YILDIRIM,HASAN YILDIRIM,İLYAS BAŞAR,RAŞİT ÖZTÜRK

Bunlar asker kaçağı olduğu için Abaza Mustafa çetesine katılmışlardır

GEMİCİ REİSLERİ : PEHLİVAN MEHMET—OSMAN AĞA

ARABACILAR         : HACIABDİOĞLU FATMA ÖZDEMİR—BASMACI SARI OĞLAN

Kuvayi milliyeciler Akçakoca ya gelince bu köyden HacıAbdıoğlundan Fatma teyze nın öküz arabasını gemiye bindirip Kastamonu İnebolu ya göturur ve orda çıkartma yaparlar Fatma teyze arabasını hediye etmiş tır

ŞEHİTLER  :   HACIABDULKADİROĞLU ALİ     D.1894-Ö.1915 ÇANAKKALE SAVAŞI

                           OSMAN YILMAZ  :                          D.1896-Ö,1915   ÇANAKKALE SAVAŞI 

                                      

18. VE 19. TEMETTUAT DEFTERİNDEKİ DURUMU

1871 de 16 hane 96 nufusu vardı. Başka temettuat defteri, nde adı geçmemem ektedir

 

KÖYE İLK GELEN SÜLALELER

ALİONBAŞILAR  YILDIRIMLAR DÜZCE AKÇAKOCA BEYÖREN DEN  GÖÇ GELME                                     

BASMACI                        AYDIN           GİRESUN     GÖRELE                    

EYÜBOĞLU                     YALÇIN        YERLİ                                            

HACIABDİOĞLU            ÖZDEMİR      YERLİ       HACIKATİP LER       

KİBARLAR                    KİBAR             RİZE  FINDIKLI  DEVRAN DAN DÜZCE AKÇAKOCA YENİCE KÖYÜNE  DAHA SONRA KINIK KÖYÜNE GÖÇ                         

HÜSEYİNBEYLER              ERTÜRK          YERLİ                                            

HANIMKIZLAR                   DENİZGEZ      YERLİ                                            

HANİFİLER                         YIMAZ             YERLİ                                             

İDRİSLER-DURSUNLAR  KARAYEL       YERLİ                                            

HACIMEHMETLER           BAŞAR             YERLİ                                             

OSMANLAR                                                YERLİ

BAYRAMOĞLU               OĞUZLAR         YERLİ

RAŞİTLER                        ÖZTÜRK           YERLİ                                              

SENEMLER                      OĞUZ               GİRESUN                                        

TOPALAHMETLER        OĞUZ               GİRESUN                                        

HARUNALİLER              ÖZCAN            YERLİ                                              

YUSUFLAR                      ERDOĞAN       YERLİ                                             

HABIBLER                       ÇAKMAK         YERLİ                                              

ALİMOĞULLARI             EREN                 RİZE  

KENDİR                                                       GİRESUN         GÖRELE

HASAN ÖZDEMİR          DÜZCE AKÇAKOCA ARABACI KÖYDEN GÖÇ GELME YERLİ                                              

NOT: Değerli büyüğüm Kınık köyü sakinlerinden Ekrem Özdemir ağabeyime yardımlarından dolayı teşekkür ederim

Kaynak

Coğrafi bölgesi      : İbrahim Tuzcu

Köyün ismi            : Ekrem Özdemir,Akç.K.Sitesi,Vikipedi özg.ans.,St,Drl.İbrahim Tuzcu

Tarihi yerler           : Ekrem Özdemir,Akç .K.Sitesi,Vikipedi özg.ansk.,St Drl.İbrahim Tuzcu

Coğrafi durumu      : Mustafa Kocadon,Şükrü Dönmez,Kenan Okan,Akç.K.Sitesi,Drl.İbrahim Tuzcu

Camı ve Mez.         : Kenan Okan,Ekrem Özdemir,Drl.İbrahim Tuzcu

Turizm                    : Ekrem Özdemir,Kenan Okan,Şükrü Dönmez,Akç K.Sitesi,Vikipedi özg.ans,St Drl.İbrahim Tuzcu

Ekonomı                 : Şükrü Dönmez,Kenan Okan,Akç .K.Sitesi,İlçe Tarım Md.,Vikipedi özg.ans.,St,Drl.İbrahim Tuzcu

Kültür                     : Vedia Emiroğlu,Rize valiliği sitesi,Ekrem Özdemir,Vikipedi özg.ans.,St Akç .K.Sitesi,Görsel yay.S.4 ,Kandıralılar eğt sıt.,Sosyal siyaset net,Sümeyye Köktürk,,Drl.İbrahim Tuzcu

Spor                        : İbrahim Tuzcu

Köy alt yapısı         : Mustafa Kocadon,Akç .K.Sitesi,Vikipedi özg.ans,St,Drl.İbrahim Tuzcu

İstiklal savaşı         : Şükrü Dönmez,Geltag net,Ekrem Özdemir,Drl.İbrahm Tuzcu

Sülaleler                 : Ekrem Özdemir,Hüsamettin Kaya,Drl.İbrahim Tuzcu

 

                     

KİRAZLI

 

COĞRAFİ BÖLGESİ    :  Karadeniz Bölgesi

İLİ                                   :  Düzce

İLÇESİ                           :  Akçakoca

KAYMAKAMI              : Mehmet Ünal

B . BAŞKANI                :  Fikret Albayrak

KÖY MUHTARI          .  Zekeriya Kar

TELEFONU                  :  05327162670  EV- 03806113208

POSTA KODU              :  81650

NUFUSU                       :  60 Hane 266Nüfusu vardır

ESKİ MUHTARLAR   : 2009 de Zekeriya Kar,2004 de Ali Kadıoğlu,1999 de Nihat Ustaer,1994,de Ali Riza Özbaş,1989 de,Nazım Ustaer,1980 de Muhammed Yılmaz

COĞRAFİ DURUMU  : Düzceye ,Akçakocaya uzaklıktadır,Rakımı 280 mt dir,En yüksek yeri 300 mt dir,2911 dekar fındıklık 38 dekar ormanlık alanı vardır.Komşu köyleri Koçar,Koçulu,Balatlı,Beyören,Yeşilköy,Kınık tır.

KÖYÜN İSMİ NEREDEN GELİYOR

 

1936Yılında Batumdan gelen Hasan Karacan dede kurmuştur. Köy adını kiraz ağacının bol olması sebebiyle almıştır. Köy papuli dede tarafından kurulmuştur.Akçakoca şehir yolundan Ortanca istikameti doğrultusunda ileriye doğru giden yolda Kınık tan sonra eskiden Emköy vardı münkariz oldu,Yeniköy ,Vakıf ın bir bölümü Balatlıya bir bölümü Göktepe ye bağlı idi bu iki köy bu bağlılıktan kurtulmak için yeni bir köy kurmak isterler,yani yol köyü ikiye bölmekte idi,karar alınır Balatlı ve Göktepeden ayrılarak ayrı  muhtarlık olurlar,Yeniköy kurarlar 1950 yılında  Burada çok kiraz ağaçları olduğu için buraya köylü Kirazlı adını verirler,bu arada Vakıf köylüleri manav Türklerinden oluşmakta idi biz burada kalabalığız bizde köy kura caz derler karar alırlar Kirazlıdan ayrılıp ayrı bir muhtarlık kurarlar.Bu arada Göktepe kısmında kalan Mekane dediğimiz yerde bir kısmı Kirazlıya bir kısmı da G öktepeye bağlandı.1940 yılından sonra  Rize’den gelenler  köyün çoğunluğunu temsil etmektedir Yeni kurulan bir köydür,yalnız yanındaki Yeşilköy de çok eskiden Bizanslılar yaşamışlardır

TARİHİ YERLER

Kirazlı köyün pek tarihi yönü yoktur, Yeşilköy eski olmasına rağmen burada ufak tefek kalıntılara rastlansa bile kıymeti bulunmamış munkariz edilmiştir. Bu iki köy aynı köy idiler

AKARSU VE DERELERİ

Sarma deresi ve Orhan deresinin 3 kolun çıkışı Kirazlı köyden çıkar Karadere de Kirazlı köy hudutlarından Değirmen ağzına akar ,sarma deresi ile beraber .Su altı seviyeleri çok değişkendir,Pınar,ve kuyu suları faydalıdır ancak çok kireçlidir,serttir koli bakımından zengindir içilmesi mahsurludur,sıcak su ve göl yoktur

 

DAĞ VE TEPELERİ:

Doruk dağı 2- kuzey eteklerinde kurulmuştur Haciz tepesi 960m

.

İKLİMİ:

En fazla yağış Eylül-Kasım-Aralık-Ocakta olur,kar Aralık ve Ocak ayında yağar ama uzun sürmez,Mayıs-Haziranda Karayel,Temmuz-Ağustos-Eylül ayında Poyraz eser,kış aylarında lodos eser,Temmuz- Ağustos-Eylülde güneş kendini daha iyi gösterir,Aralık,Mart ayları arası en düşük sıcaklık olur ılımaman Karadeniz iklimine sahiptir.

 

JEOLOJİK DURUMU:

 Eoesen-Folişi,Muminitli Kalker mevcuttur.Dere ve vadi tabanları alüvyon,yamaçların büyük bir bölümü silis formasyonu,tepelerin üst kısmı da 3.derecede kumlu,çakıllı tabakalar halindedir.Depreme dayanaklı 3.bölgedir.Dağlar denize paralel uzanır.Palezoik devre ve tersier arazilerde ibarettir.Eosen folişi- numinitli kalker toprağa Kum,Taş-Marn- Gre ( Kretese)  sahiptir Jeolog Dr.Ervin Lan,Mühendis Zeki Erişir.

 

BİTKİ ÖRTÜSÜ

Akçakoca’da orman alanı 20477.77 hektardır.Çoğu bozuk orman alanıdır % 43 kayın % 0.8 gürgen %0.1 kestane % 6 meşe % 1 kavak % 0.25 ıhlamur % o.4 çınar bulunur,gerisi fındıklıktır.Maki bitki örtüsüne sahiptir,iklimin mutedil yağışlı olması bitki örtüsünün gür olmasını doğurmuştur.

TOPRAK YAPISI

Topraklar kırmızı kahverengidir.Toprak asitli,kireci azdır,topraklar erozyona maruzdur.Potas ve fosfor bakımından fakirdir,tuz oranı normaldir.Saha umumi olarak pedojenez bakımından genulik safhasındadır.Toprak killi ve tınlı kıvrıntılı karakterdedir.

 

TURİZM:

Doruk dağı denen yerde Çingen konağı denen yerde piknik alanları ve doğa yürüyüş parkurları vardır,yayla tipi otantik evleri görmek mümkündür ,av turizmine çok uygun bir köy konumundadır,buradan Akçakoca’yı seyretmek çok güzeldir doyum olmaz

 

CAMİLERİ

 1947 yılında ahşap yapı,100 cemaatli,tek şerefeli camidir1500 mt karedir .Köy merkezinde modern cami yapılmıştır,2000 yılında 2 şerefeli 500 cemaatli bir yapıdır eski cami halen durmaktadır fakat kullanılmamaktadır.

 

MEZARLIKLAR:

Yeni cami yanında esas mezarlık vardır,karşı mahallede Kınık yolu üzerinde mahalle mezarlıkları da vardır,burası 1936 yılı ,esas mezarlık 1950 yılından beri kullanılmaktadır Mezar taşlarındaki konular erkek mezar başlarına başlık,kadın mezarında süslemeler ön plandadır,erkek mezarlığında büyük sarıklı olanlar ulema ve paşaları,uzun külah üzerine sarık tasvirler,derviş ve tarikat şeyhlerini,sadece ince sarıklılar köy ağalarını,üstü geniş ve altı dar kavuk biçiminde olanlar yeniçeri ağalarını işaret etmektedir

 

EKONOMİSİ

TARIM:

HUBUBAT   :Buğday,Mısır,

BAKLIYAT:Fasulye,Bezelye,Bakla,Soğan,Lahana,Marul,Pırasa,İspanak,Kaldırık,PatatesKaralahana,Biber,Patlıcan

MEYVE       : Elma,Armut,Kestane,Ceviz,Üzüm,İncir,Dağ çileği,Muşmula,Ayva,Kızılcık,Kiraz ,Deveci armudu

Ekonomisi Tarım ve Hayvancılığa dayanır.Köylü,bahçesinde yetiştirdiği sebzeleri Akçakoca pazarına götürür orada satar,kadınlar ev ekonomisine katkı sağlarlar.Artık günümüzde fındığın para etmemesi insanları başka işlere meşguliyetine zorluyor,,yalnız sağman inekler vardır,elde edilen sütler pazara götürülüp satılmaktadır., tavuk kümesleri olmasına rağmen kümes hayvancılık da yok olmaya yüz tutmuştur..Köyün erkekleri sanayi bölgelerine çalışmaya giderler,nakliyatçılıkla uğraşanlar vardır,artık köylü son zamanlarda endüstri kollarına yönlenmiştir,,köyde hiçbir sanayi kuruluşu yoktur. Veriyor.Akçakoca’dan eskiden köyden armut,ceviz,kestane,dut,incir,dağ çileği başta Zonguldak,İstanbul’a takalarla sevki yapılıyordu.Ayrıca kesif ormancılığı vardı bunlarda aynı şekilde sevkıyatı yapılıyordu,fındık bahçesinin gelişmesi buraya ayrı bir önem kazandırmıştır şimdilerde fındık tarımı ile geçinmektedir Köyün ekonomisi  tarım ve hayvancılığa dayalıdır.köyün başlıca geçim kaynağı fındıkçılık,seracılık ,tavukçuluk az miktarda da yeni oluşmakta olan kivi üretimi dir.Ayrıca değerli büyüyüm Ahmet Helvacıoğlu abım Bursa’dan 10.000 adet Deveci armut fidanının Akçakocaya ilk o getirmiştir İlçemizde tarımsal üretim içerisinde bitkisel üretim, özellikle fındık üretimi ağırlıklı yer tutmaktadır. Fındık üretimi dışında kasaplık tavuk üretimi,, arıcılık,  mantar üretimi önemli tarımsal faaliyetler arasındadır. Akçakocada 1930 yıllarda ekonomi denize bağlı idi,bunun yanı sıra reçberlik,odunculuk,kerestecilik ön safhada yer alırdı,şehirlinin tümü denizci idi,gemi tüccarı,gemici,tekne sahibi,balıkçı,yada yükleme ve boşaltma amelesi idiler.Akkaya,Aftunağzı,Beyhanlı,Döngelli,Çuhalı,Kızlarağası,Değirmenağzı,Taşman Deresi,Karaburun,Melenağzı iskeleleri vardı,buralardan ticaret sağlanırdı.Ayrıca ilçede 4750 büyükbaş hayvan vardı ama son yıllarda azalma kaydedilmiştir,kümes hayvancılığı da son yıllarda azalma görülmüştür 190 adet kümes vardı,beyaz et üretimi 25.000 tonu geçmekte idi.2000 civarında fenni kovan vardır .Maden direkleri dışında ,Bolu Adapazarı’nda ,Düzcede yetişen buğday,kavun,karpuz gibi toprak ürünleri manda ve öküz arabalarıyla deniz sahiline getirilir buradan da deniz yoluyla gelen gaz,ve tekel maddeleri aynı arabalarla taşınırdı,sahilde bulunan depolarda bu mallar stoklanır dı zaman içerisinde tuz ve benzeri şeyler şehir ve kasabalara sevkiyatı yapılırdı,ayrıca deniz yoluylada sandallarla başka şehirlere sevkiyatı yapılmakta idi.

FINDIKÇILIK

Hemen hemen herkes fındıkçılıkla uğraşmaktadır.Devlet orman arazilerini açıp buralara,memleketten 1900 yılında Trabzon’dan gelen Bostancı hacı Ahmet efendi Akçakoca’ya fındığı getirir Osmaniye mahallesine fındığı ekmiştir,yine Mehmet Arifin getirttiği fındığı ekerler daha sonra Batum göçmeni olan zücaciyelik yapan Mustafa efendi Doğu Karadeniz sahillerinden aldığı fındık fidelerini Ereğli ve Akçakoca da satarmış.Bir gün Giresun’a uğrar o zamanın belediye başkanı limanda fındık fidesi dağıtıyormuş,Mustafa bey bunları alır gemi kaptanına da söyler,gemi kaptanı fideleri fıçılara koyarak Ereğli Akçakoca ya getirir,diğer rivayete göre de Yenice köyün kurucusu Kibaroğlu Hurşit,Kırıkoğlu Tahir,Keleşoğlu İbrahim,Alioğlu Tufan Tefik ilk fındık fidelerini ekmişlerdir.Bunların getirdiği fındık dallarından sopa ile dövülürmüş dalları çok büyükmüş,daha sonra Mehmet Arif kaliteli fındık fidelerini götürür,millete bunları tercih eder millet bu fındık fidelerini dikerler.1922 yılında 4000 fidan mevcuttu fındık sevkiyatı artınca millet fındık ekmeye başlar,fındık bahçelerde elle toplanır,çeşitli evrelerden geçtikten sonra yere sofralar kurulur altına büyük bezler serilirdi, sofra etrafına toplanan kişiler fındığı kırardı,bazıları da fındığı kabuğundan ayıklıyordu çok çetin olan bu sistem yerini 1930 yılında merkezde Kapkirli’de elle çalışan değirmen gücü ile çalışıyordu ve fındık böyle kırılıyordu,Sarı Hafızların Halit Arıkan bu değirmeni kurmuştu ,daha sonra Trabzonlu Abdulrezzak efendi elle kırma fabrikası kurar,daha sonra Küçükömerle’in Ömer Aydın 1932 yılında  şimdiki Özyuvam’ın olduğu yere ahşap bina içinde makaralarla çalışan fındık kırma makinesini kurar,1942 yılında da Diyarbakırlı lakaplı Cemil bey Osmaniye de bir değirmen kurar ama bu değirmen dizel motoru ile çalışmakta idi,yine bu sırada mebus Vahit Yöntem Osmaniye de deniz kenarında modern bir fabrika kurar1946 yılında,1947 yılında da Arabacı köyünde Hocaoğlu Mehmet dizel motoru ile çalışan bir fındık kırma fabrikasını kurar.Edilli köyünden olan Hüseyin Horoz da dizel motorun masrafını azaltmak için Değirmenağzı mevkiinde su gücü ile çalışan fındık kırma fabrikasını kurar,düşük alternör ilavesi ile akü şarj girişimi ile iyi bir fabrika idi ve en son 1954 yılında Orhan derenin denize döküldüğü yerde fiskobirlik adına modern bir fabrika açılır,bu fabrika 2008 yılında tamamen yıkılır bunun yerine Sapak mevkiinde çok modern fabrika açılır üretimine devam etmektedir.İlk fındık yağını Kalfanın Bekir Üstünel yapmıştır,fındık eskiden tımar,çapalama,tırpan yapma,toplama,öküz arabalarla taşıma,sopalarla dövme,elle ayıklama,sık tellerden yapılmış bir aletle incesini kalınını tozunu ayıklama evrelerden geçerdi,ama şimdi toplama,ilaçlama,gübreleme,motorla tırpan yapmak,ayıklamayı patoz makineleri ile yapmak maliyeti yükseltiyor,Fisko’da fındık taban fiyatını da düşük tutunca halk artık fındıkçılık’a iyi bakmıyor.Fındık şubat mart ayında ekilir 2-3 yıl yetişmesi sürüyor,4-4 6-6 ara ile 6-8 fidan 60- ocak kuyular açılarak dikilir.En iyi fındık türleri şunlardır: Çakıldak,Kargalak,Kan,İncekara,Kuş,Tombul,Paloz,Foşa,Kalınkara,Uzunmusa,Mincane,Cavcana,Badem,Yağlı fındık,Kara fındık,( yağlı fındığa benzer kabuğu siyah ve serttir)Sarı fındık (yuvarlak kabuğu ince verimi fazla),Yomra(yuvarlak vermi fazla),Sivri( ince uzun bademe benzer),Dilovası,ve Mehmet Arif fındığı ( yağlı  kabuğu ince verimi fazladır). Deli sava(Fındığın içini iyi doldurmaz)

 

HAYVANCILK

Az sayıda Sığır,Tavuk,Kaz,,Arıcılık yapılmaktadır,her evde hemen hemen sağman inek mevcuttur,süt besiciliği yoktur süt mandıra üretim tesisleri yoktur,köylü kendi süt mamüllerini kendisi yapardı ama maalesef büyükbaş hayvan yetiştiriciliğinde düşüş yaşanmıştır.

ORMANCILIK

Çam,Kayın,Meşe,Kestane,Gürgen,İhlamur,Kavak,Çinar,Defne,Kocayemiş,Muşmula,Ayı üzümleri,Orman gülleri,Yer gülü,Erica ağaçları,Erelti otu,Çoban püskülü diye orman ürünleri var .Eskiden devlet orman arazisini talan edip fındık ekimi yapılmıştır,Akağaç,Sedir,Mazı,Ihlamur,Okaliptüs ardıç ,Servi ağaçları dikilmiştir

 

AVCILIK

Bölgede göçmen kuşlara daha çok raslanmaktadır,Sarıkuş,Çulluk,Bıldıcın,Ördek,Üveyikördek,Kaz,Kuğu,Tarakçın,Karakçun,Sığırcık,Bozbakal,Karabakal bulunur.Son zamanlarda,gerek ilaçlama gerek yanlış avlanma neticesinde çok azalma olmuştur. Ördek,Çulluk avı çok meşhurdur.Çevredeki daimi kuşlar Kestane Kargası,Çulluk,Ördek,Üveyik,Sığırcıktır.Tavşan,Çakal,Tilki,Domuz, Ayı,Su samuru,Kunduz,Geyik,Karaca vardı ne yazık ki bunlara da az rastlanmaktadır.Domuz avı devamlı yapılmaktadır.Köydeki devamlı hayvanlar Domuz,Ayı,Kurt,Tilki,Çakal dır.

 

KÜLTÜR

 

Lazlar 6. yüzyılda Bizanslıların etkisinde kalarak Hiristiyanlığı benimsediler,doğu Karadeniz sahil kesimi 1461 yılından itibaren Fatih Sultan zamanında Osmanlı egemenliği altında Lazistan sancağı ilan edildi ,bu bölgedeki Lazlar kendi yönetimleri altında yaşadılar.Yavuz Sultan Selim bu bölgeye beylikler kurdu,17. yüzyılda Lazlar müslüman olurlar,1925 yılına kadar Lazistan sancağı altında yaşamlarını   sürdürdüler,1788 Berlin antlaşması ile Lazlar iki ülke toprakla Tarihi kaynaklar, Lazların Doğu Karadeniz yöresine Kafkaslardan indikleri konusunda görüş birliği vardır. Tarih sahnesine ilk kez Karadeniz’de çıkmışlardır. XI-XII. Yüzyıllarda Karadeniz’in doğusunda kurulan ve KOLKHİS/Rothis devletini oluşturan topluluklardan biri de Mergrel- Lazlardır. Lazlar, 6. Yüzyılda  Bizans etkisinde kalarak Hıristiyanlığı benimsediler. Kolkhis Devleti yıkılınca Bizans egemenliği altında LAZİKA krallığı seçimle iş başına gelerek, Bizans’a vergi vermeyip, bunun karşılığında doğu sınırını korumayı üstlendiler.Doğu Karadeniz’in sahil kesimi  1461 yılından itibaren Fatih Sultan Mehmet döneminde Osmanlı egemenliği altında  Lazistan Sancağı olarak ilan edildi. Bu bölgedeki Lazlar kendi yönetimleri altında yaşadılar.Yavuz Sultan Selim bölgede beylik sistemini kurdu. Bölge 11 beylikten oluşuyordu. Lazlar da yarı bağımsız statüde Laz derebeyliği olarak Osmanlılara asker ve vergi vermekteydi. Lazlar 17. Yüzyıldan itibaren Müslümanlaşmaya başladılar. Bölge 1925 yılına kadar Lazistan olarak kayıtlara geçmiştir.1828-1829 Osmanlı Rus Savaşlarında Laz Savaşçıları Osmanlı cephesinde yer almışlardır. Bu savaşlarda büyük kahramanlıklar göstermişlerdir. 1877-1878 Osmanlı Rus Savaşı sonunda imzalanan  Berlin Anlaşması ile Lazlar iki ülke topraklarına bölündü. Bu savaştan olumsuz etkilenen Lazlar Bursa, Yalova, Karamürsel,İzmit, Adapazarı, Karasu,Akyazı, Geyve,Hendek, Sapanca, Zonguldak, Düzce , Akçakoca gibi bölgelere göç ederek dil ve kültürlerini buralara taşıdılar. Akçakoca’da merkez ve köylerde yerleştiler. Lazlar Akçakoca’da daha çok Merkez İlçedeki  Osmaniye , Ayazlı Mahallesinde ve Edilli , Döngelli, Uğurlu Köylerinde kalabalık gruplar halinde bulunmaktadır.

 Dil

 

Lazca (Lazuri nena) Güney Kafkasya dil ailesinden Zan ve Kokhian kolundan Gürcüce, Svanca ama özellikle Megrelce ile oldukça yakın bir dildir. Türkiye Lazlarının tamamı Türkçe'yi anadil seviyesinde konuşabilmekte ve yazabilmektedir. Köklü bir sözlü geleneğe sahip Lazca'nın yazılı bir dili bulunmamaktadır. Laz destan, masal ve şiirleri ancak 20. yüzyılda yazıya dökülebilmiş, 1984 yılında Fahri Kahraman tarafından Dumezil'in transkripsiyon sistemine dayanan Latin tabanlı bir alfabe önerilmiştir. Gürcistan'da yaşayan Lazlar ise dillerini Gürcü alfabesi ile yazmaktadır. Lazların ataları olduğu sanılan Kolhların yazılı dilleri olmamasına rağmen, incelenen antik çağa ait mezarlarda Laz asillerin adlarının Yunan alfabesiyle yazılı olduğu görülmüştür  Lazca Yunanca ve Türkçe'den ödünçlenmiş çok sayıda kelime barındırmakta ve kendi içinde bir kaç lehçeye ayrılmaktadır. Cumhuriyet döneminde Türkçe'nin Trabzon ağzının yaygınlık kazanmasıLazca'nın varlığını tehdit eder bir hal almıştır.

Din

Roma İmparatorluğu döneminde MS. 5 yüzyılda Paganizm'i terkederek topluca Hıristiyanlığa geçen Lazlar 16. yüzyılda Ortodoks Hıristiyanlıktan İslam'a toplu olarak geçmişlerdir. Günümüzde Lazların tamamı Hanefi mezhebinden Sünni müslümandır

Tarih

 Lazika krallığı MÖ 150 - MS 600 Laz halkı antik çağ ve sonrasında Kolhis, Osmanlı döneminde Lazistan günümüzde ise bazı Laz aydınları tarafından Lazona olarak adlandırılan Kuzey Doğu Anadolu ile Gürcistan'ın birleştiği coğrafyada otokton olarak yaşamaktadır. Kolhis'in varlığına ilişkin ilk yazılı belge Urartu kralı II. Sarduri döneminde Lazların yaşadığı ülke Qulha olarak geçmektedir. Lazlar MÖ 150-MS 600 yılları arasında Doğu Trabzon ile Abhazya arasında kalan sahil ve hinterlandının tek hakimi olacak Lazika krallığını kurmuşlar bu bölgede yaşayan çok sayıda halkı yönetmişlerdir. Arrian Trabzon ile Dioskuria(Sebastopolis) arasında yaşayan halkları sayarken Lazları da saymıştır: Kolhlar, Saniyalılar, Malahonlar, Heiohar, Helonlar, Tsitreitler, Lazlar, Apsiller, Abazglar, Sanigler  MS 456 yılında Roma İmparatoru Marcian bölgeyi ele geçirmiş ve Laz Kralı Gobazes’e (Gubaz) boyun eğdirmeyi başarmıştır.  Bölgeye bizzat giden Prokopius'un notları (MS 554)yazarın Çani olarak adlandırdığı Lazlar hakkında detaylı bilgi vermektedir: Tzaniler, kadim zamanlardan beri, herhangi bir hükümdara bağlı olmayan bağımsız bir halk olarak yaşamışlardır. Ömürlerinin tamamını gökyüzüne doğru uzanan ve ormanlarla kaplı olan bu dağlarda yaşayarak geçirirler. Zira, toprağı işleme konusunda usta değillerdir ve memleketleri, sarp dağların en az olduğu yerlerde bile oldukça engebelidir. Bu yaylalar, engebeli olmanın ötesinde, son derece taşlık, işlenmesi zor ve hiç bir mahsule uygun olmayan bir toprak yapısına sahiptir. Onlar tarım yapacak olsalar bile, ürün yetiştirmek için yeterli toprak bulamazlar. Burada, ne araziyi sulamak, ne de tahıl yetiştirmek mümkün değildir; çünkü bu bölgede düz bir arazi bulunmaz ve hatta buralarda ağaç da yetiştiği halde, bunlar meyve vermeyen ağaçlardır. Zira bu bölge; bitmek bilmeyen kışın etkisiyle, uzun süre kar altında kaldığından, ilkbaharın başlangıç dönemi son derece belirsiz ve düzensizdir. Bu nedenlerden dolayı Tzaniler eski çağlarda bağımsız bir yaşam sürmüşler, ama şimdiki imparator Justinianus’un saltanatı sırasında, general Tzittas’ın komutasındaki bir Roma ordusu tarafından bozguna uğratıldılar ve hepsi kısa sürede mücadeleden vazgeçerek boyun eğdiler. Böylece, tehlikeli bir özgürlüğün yerine, sıkıntısı daha az olan esareti tercih etmiş oldular. Ve onlar hemen Tanrıya itaat ederek, Hıristiyanlığı kabul ettiler. Böylece yaşam biçimlerini huzurlu bir yola sokmuş oldular ve daha sonra düşmana karşı sefere çıkıldığında, her zaman Romalıların yanında yer aldılar. Bizanslı tarihçi Agathias'ın MS 6. yüzyılda tuttuğu notlarda Laz ve Kolhis  terimlerini özdeştirmektedir: "Lazlar büyük ve gururlu bir halktır ve onlar, oldukça önemli başka kavimlere hükmetmektedirler. Kolkhidalıların antik isimlerine bağlı olmaları ile abartılı bir şekilde gurur duyuyorlar ve muhtemelen kibirli yaklaşımları da bundan kaynaklanmaktadır" Prokopius' Lazlar'ın Roma İmparatorluğu’nun doğu sınırını korumaları karşılığında yarı bağımsız krallıklarında özgür bir hayat sürdüğü bildirilmekteydi. Bizans ile Persler arasındaki mücadelede oldukça yıpranan Lazlar, MS 7. yüzyılın sonlarında, Kolhis’in Arap işgaline uğramasıyla topraklarını terkederek güneye inmek zorunda kalmışlardır. Bizans'ın bölgede etkinliğini yitirmesinin ardından Trabzon İmparatorluğu ve ardından Osmanlı hakimiyetine girmişlerdir. 1877-78 Osmanlı-Rus savaşları sırasında Batum ve civarındaki Lazlarin büyük bölümü Anadoluya göç etmek zorunda kalmışlardır.

Kültür

Küçük bahçesinde kendine yetecek miktarda mısır karalahana kendir, patates, fındık, meyve, salatalık ekiminin yanı sıra evinin altındaki ahırında küçük çaplı hayvancılık, balıkçılık, ku ş avcılığı, fırıncılık ve inşaat ustalığı geleneksel Laz meslekleridir. 1930'lu yıllardan itibaren bölgede ekimine başlanan çay tarımı Laz halkının sosyo-ekonomik seviyesini yükseltmiş, başta İstanbul olmak üzere göçtükleri büyük şehirlerde küçük esnaflık yapabilecek sermaye oluşturabilmelerine yardım etmiştir.

Giyim

Laz erkeğinin geleneksel kıyafeti Samsun - Batum arasında Osmanlı döneminde giyilmiştir Laz kıyafeti olarak adlandırılmıştır: Başta kabalak, kukul adı verilen siyah başlık, zipka adı verilen siyah körüklü şalvar, çuha adı verilen burnu kalkık çarık, omuz başları ve dirseklerine meşin şeritler dikilmiş siyah aba ceket, belde kalça üzerinde şal (trablus ya da lahor) kuşağı, Çerkez kemeri, ayrıca aksesuar olarak yağdanlık, kama, pazubent, hamayıl, zincir. Laz kadını, Anadolu kadınından farklı olarak şalvar giymemekte eteğine ortkapu adı verilen bir kemerle bağlamakta, başını keşanveya tülbentle örtüp, beline fota adı verilen peştemalisarıp, boyunlarına altın liralar takmaktaydı.

El sanatları

Osmanlı döneminde Lazlar inşaat ustalığıyla ünlü olup sanatlarını 1917 Ekim Devrimi'ne dek çalışmak amacıyla gittikleri Rusya ve Anadolu'da icra etmekteydiler. Kesme taş veya tamamen ahşap malzemeden yapılan (ahşap-çatma) geleneksel Laz evleri, kışlık tahılı saklamak amacıyla kullanılan serenderler ve ahşap oyma sanatının icra edildiği yapıların ayakta kalabilmiş örneklerine bölgede halen rastlanmaktadır. Yakın zamana değin gerçekleştirilen, şekil, büyüklük ve kullanım amacına göre hentskeli, kalati, gudeli olarak adlandırılan sepet örme sanatı da günümüzde terk edilmek üzeredir.

Mutfak

Geleneksel Laz mutfağının temel besin öğeleri Trabzon ve Rize’de olduğu gibi mısır, karalahana ve hamsi olmakla birlikte geleneksel pişirme teknikleri ve pek çok özgün yemek değişen yaşam koşulları sebebiyle terkedilmiştir. Laz mutfağının en çok bilinen yemekleri şunlardır: Çirbuli, Pilavi Makarina, Kveli kağimağoni, luku, Ağani lobia, kumhi lobia, kotumeş dolma, Princoni, papa (mamalika), bureği,baklava, patlicani tağaneri, patlicaniş dolma, mtkui patlicaniş giyai, turşi tahaneyi, kabağiş sutli, termoni

Müzik ve halk dansları

Şimşir kaval ve kemençenin seyrek de olsa kullanımına karşın temel geleneksel enstruman tulum, geleneksel halk danslarının yegane adı ise horondur. Laz ve Hemşin horonlarının Trabzon horonlarından başlıca farkı horonlara sözlü iştirak edilmesi ve omuz silkme figürünün eksikliğidir.

Avcılık

Laz balıkçısı feluka (< filika)adını verdikleri av kayıklarını kendileri inşa etmekte, ağlarını kendileri örmekteydi. Laz balıkçılar zargana, hamsinin yanı sıra çakmaklı tüfeklerle 1970'lere dek yağı için yunus balığı avlamışlardı. Lazlar aynı zamanda ağ kullanarak ya da atmaca evcilleştirerek kuş avlama sanatında da ustadırlar. Lazca ve Megrelce aynı kökten gelmektedir.1878 yılında Batum Rusların eline geçince bura halkının çoğu Anadolu’ya göç ettiler. Bu tarihlerde Batumun Liman Köyünden Bekaroğlu Osman, Akçaşehir’e gelerek Çuhalı Çarşı etrafında diğer ailelerle birlikte yerleştiler. Mahallenin adı bu zatın adına izafeten verilmiştir.

 KÖYDE GÜRCÜ KÜLTÜRÜ :Genellikle Kafkas Gürcü ve Doğu Karadeniz  kültürü hakimdir biraz yozlaşma görülse de bu gelenekler devam etmektedir Köyün bütününde günlük konuşma dili Gürcücedir. Bazı Türkçe kullanılan isimler dışında
Acara-Guria lehçesi Gürcüce konuşulmaktadır. Köy halkı köyün otantik yapısını korumaya azami özen göstermektedir. Köyde halen 150 -200 yıllık eski  evlere rastlanmaktadır. Bu evler özüne uygun olarak ustaca restore edilmekte, kendi tarihi dokusu içerisinde korunmaya çalışılmaktadır. Köyde eski imece usulü ( meci) çalışma devam etmektedir. Aileler baba mirası arazilerini erkek çocuklara devrediyor. Bu nedenle de köye dışarıdan insanların yerleşimi engellenerek kapalı toplum özelliğini sürdürmektedir. Evliliklerse, yine akraba olmayan sülaleler arası yapılmaktadır. Ancak bu gelenek günümüzde tüm köyün birbirine bir şekilde akraba olması sebebiyle çevre şehirler ve köylerdeki Gürcü ailelerle ilişki içine girmek suretiyle gerçekleştirilmeye çalışılmaktadır. Yerli halk dışarıdan bir kişiye, ekonomik şartlar ne kadar gerektirse de, arazi satmamaktadır.Yada köy halkının buna rızası aranmaktadır. Köy halkının geleneksel yapıyı korumaktaki bu hassasiyeti son derece saygıdeğer bir davranıştır. Çağın getirdiği globalleşme süreci içerisinde, içine girdiğimiz arabesk kültür asimilasyonu tehlikesinde, kendini bu derece koruyabilmeyi başarmış, öz kültürü ve gelenekselliği kaybetmemekte bizlere göre daha fazla mücadele etmiş,bu köy halkı önünde, saygı ile eğiliyorum. Tüm hemşerilerimizi kültürel değerlerimizi korumakta ve geliştirmekte Melenağzı Köyü Gürcü halkı gibi davranmaya, nadide kalmış bu köyümüze sahip çıkmaya davet ediyorum

 

 

Evlenme Geleneği .:Genellikle evlilikler köy içinden yapılır. Köyün büyüklerinden bir kaç kişi, kızı istemek için, kız evine gönderilir. Kız tarafı ve kız, evlenmek için oluru verince bir kaç gece sonra söz yapılır. Söz gecesinde yüzükler takılır ve Gürcü oyunları oynanır. Bir misafir geldiğinde veya söz kesildikten sonra kızlar ve erkekler evde beraber toplanarak eğlenirler. Bu eğlenmeye bizde "toplantı" denir. Toplantılarda aramızdan seçtiğimiz kişilere makyaj yapılır. Çeşitli giysiler giydirilir ve piyes oynatılır. Ayrıca yöresel oyunlar olan: Şapka, 3-5-1, meyve sepeti, istasyon, el vurmaca, ot derdim var, sessiz sinema, terlik geçirme gibi oyunlar oynanır.  Kına gecesinde gelin evinde oyunlar oynanır ve gecenin ilerleyen saatinde kına karılır. Gelin hazırlanır, kızlar gelinin etrafında toplanır, kızın yengeleri tarafından kına yakılır, gelin kayınvalidesinden hediye alıncaya kadar elini açmaz. Kına yakılırken bir taraftan da kızlar türkü söyleyerek gelini ağlatmaya çalışırlar. Kına yakılması bittikten sonra gelini kız arkadaşları sandalyesiyle birlikte havaya kaldırır ve damadın adını söylettikten sonra gelini yere indirirler. Düğüne gelecek misafirler için sabahın erken saatlerinde yemek pişirilmeye başlanır. Her çeşit yemek yapılmasına karşın en çok pişen keşkektir. Keşkek isteğe göre üzerine nohut dökülerek yenen ve söğüş etten yapılan bir yemektir. Düğün gecesi, gelin evinde gelin ve damat en önde olmak üzere tek sıra eşler halinde gelin ve damadın arkadaşları parmak dansı adı verilen oyunu oynarlar. Bu ilk grubun oyunu bitince diğer misafirler de aynı dansı yaparlar. Daha sonra akordeon eşliğinde Kumuk (Kafkas), kazaska, dönme, topal havası ve Çerkezli adındaki oyunlar oynanır. Bu oyunlar gece dörtlere kadar devam edebilir.Ertesi gün, damat tarafı gelin almaya gelin evine gider ki bu insanlara 'gelinalıcf denir. Gelin kuaförden gelinceye kadar, gelinin kız arkadaşları gelin alıcılara sürprizler hazırlarlar. Kartonlara komik sözler yazılır, bir de su dolu kovalar hazırlanır. Gelin kuaförden geldikten sonra, gelin evinde oyun oynamalar başlar. Damat tarafı oyunlara davet edilir. Damat tarafıyla oyun oynanırken kartonlar damat yakınlarının sırtlarına asılır. Ayrıca bu kişilerin boyunlarına çeşitli meyve ve sebzeler, çaydanlık, çan, zil, eski ayakkabı ve kemik gibi şeyler de asılır ve diğer taraftan bu kişilerin üstüne kovalardan su dökülür ve oyun bu şekilde devam eder. Oyunların sonunda gelinin kız arkadaşları damat tarafıyla bahşiş konusunda anlaşır. Ayrıca, gelinin erkek kardeşleri ve akrabaları da damat tarafıyla bahşiş konusunda anlaşırlar. Bu işlemlerden sonra gelin, gelin arabasına biner ve köyün delikanlılarının arabanın önünde oynadıkları oyunlarla birlikte gelin arabası damat evine doğru ilerler. Damat evine gelince bu oyuncular arabanın önüne otururlar ve damat tarafından çeşitli bahşişler alırlar. Eve gelindiğinde gelin arabadan indirilir ve damat evine girilir. Damat evinde gelin tarafına ve diğer konuklara yemek verilir. Akşama kadar çeşitli oyunlar oynanır damat evinde ve düğün sona erer.

        Cenaze Geleneği :Cenaze olan evde üç gün yemek pişirilmez. Komşular cenaze evine yemek taşırlar. Cenazeye gelen cemaate toplu olarak yemek verilir. Ölü için yedi gece kuran okunur. Yedinci gece mevlit okutulur.

        Ramazan Geleneği : Ramazan başlamadan önceki gün silahlar atılarak Ramazan ayı gelişi kutlanır. Her akşam bir evde iftar yemeği verilir. Ayrıca her akşam, akşam yemeğinden 15-20 dakika önce namaz kılacak erkekler için camiye 3-4 sofralık yemek gönderilir. Evlerdeki iftar yemeğinde daha çok genç Kızlar, kadınlar ve yaşlılar yer alırlar.

        Kocakarı Duaları ve İnanışlar : Akşam ezanından sonra tırnak kesmek uğursuzluk getirir. Salı günü yeni işe başlanmaz. İşe başlarken yavaş hareket eden kişi görülürse iş yavaş biter, hızlı hareket eden kişi görülürse iş hızlı biter. Kapı eşiğine oturan iftiraya uğrar. Giysi giyildikten sonra bunun üzerinde dikiş dikilmez, ille dikilecekse konuşmadan dikilir. Saç tarandığı zaman dökülen saçı mutlaka yakmak gerekir. Baykuş evin etrafında öterse uğursuzluk sayılır. Oklavayla insana vurulmaz, vurulursa o kişi bir dulla evlenir. Elinde kına varken tekrar kına yapılmaz. Ayakkabı çıkarıldıktan sonra üst üste gelirse gezmeye gidilecek demektir.

       DİL :Efteni Gürcüleri Gürcüceyi Acara diyalektiyle konuşurlar. Bugünkü dilde Türkçe kelimelerin Gürcü dil yapısına uydurularak kullanıldığı görülür (Türkçe "kök" kelimesinden amokokva -  kökünden sökmek). Gürcüce kelimelerin de Türkçe’ye uydurulmaya çalışıldığı gözlenir (Modisana -  gelsene). Megrelceye özgü kelimelere de çokça rastlanır (burdğa  tüy). Öte yandan, çağdaş Gürcüce’yle ağız farklılıklarına rastlanır (makaki -  ; çağdaş Gürcücede bakaki - bayayi = kurbağa). Efteni Gürcülerinin dilinde, Gürcüstan Gürcüce’sinden olmayan kelimeler de bulunur (çasavleti batı). Karşılaştığımız bazı kelimeler çağdaş Gürcüce’de farklı anlamlarda kullanılmaktadır (maperva - = başarmak; çağdaş Gürcüce’de] okşamak). Gürcüstan Gürcüce’sinde zamanla anlam değişikliğine uğramış olan kelimelerin Efteni'de asıl anlamında kullanıldığı görülür (mokda = öldü; çağdaş Gürcüce’de [mokvda] neredeyse "geberdi" anlamında). Zamanla anlam yüklenen kelimeler de vardır (dasahlda -  evlendi).


GELENEK VE GÖRENEK OĞUM. Doğan çocuk kız ise "papa erkekse pilav yapılır ve ziyarete gelen konuklara mutlaka ikram edilir. Çocuğun adını, hayattaki en büyük dede koyar. Çocuğu görmeye gelenler ocakta yanan ateşin önüne gelir ve silkelenir. Çocuk kırk günlük olmadan iki loğusa karşılaşırsa üzerlerinde taşıdıkları iğneleri takas ederler. Loğusanın ziyaretine yeni bir gelin gelirse, iki kadın yine üzerlerinde taşıdığı iğneleri takas edilir. Çocuğa ilk elbisesi bir büyüğünün kullanılmış elbisesinden dikilir. Kimin elbisesinin kumaşından zıbın giyerse ona daha bağlı olacağına inanılır. Çocuk kırk günlük olana kadar saçı kesilir. İleride saçlarının kime ait olduğu sorulur. Alınan cevap çocuğun kaderinin kime benzeyeceğini gösterir.Çocuk büyüklerin yanında anne ve baba tarafından sevilmez. Özellikle baba büyükleriyle birlikteyken çocuğuna dokunamaz. Kız çocuğu evden uzaklaştırılmaz. On iki yaş sonrası dördüncü derece kuzenlere kadar olanların dışında akraba olmayandan kaçar. Büyüklere kesin itaat söz konusudur. Ancak büyükleri yetişkinin fikrini sormadan onun adına karar vermezler.

 ANLAŞMAZLIK ÇÖZÜMLERİ. Anlaşmazlıklar sülale ileri gelenlerinin oluşturduğu mecliste çözülür. Meclise girebilmek için yaş önemli değildir. Esas alınan, kişinin kendini topluluğa kabul ettirmiş olmasıdır. Mecliste alınan kararlara kesin olarak uyulur.

SUÇLUYA KARŞI TAVIR. Suç öğrenildikten sonra suçluya soğuk durulur ve meclisin alacağı karar beklenir. Suç onaylanmışsa suçluya karşı takınılacak tavır da belirlenmiş demektir. Kan davalarında suçlu olan kişi kendiliğinden köyü terk eder. Adam öldürmenin gerekçesi mutlaka büyük olmalıdır. Öldürmek gerekliyse karşı taraf suskun kalır. Ancak günümüzde bu tür olaylara rastlanmaz. En sık karşılaşılan suçlar kız kaçırma ve kız çekmedir -kız kaldırma-. Günümüzde rastlanmasa da kaçan kızla genelde barışılmaz, çekilen kız ise kendini korur ve geri alınır. Başlık parası uygulaması olmamasına karşın, buna rastlandığı da olur.
AİLE. Evde kadının etkisi görülür. Nitekim kadın her yerde erkekle birlikte çalışır. Dışarıyla ilgili kararları erkek kadına danışarak alır. Mirasta kadın erkekle eşit pay alacağı gibi İslam hükümlerine uyulduğu da gözlenir. Dördüncü dereceye kadar kuzenlerle evlenilmez.

FOLKLOR :Yazılı gelenekten uzak kalan Gürcülerin sözlü edebiyat gelenekleri giderek kaybolmaktadır. Buna rağmen günümüze dualar, atasözleri, masallar ulaşmıştır

.KÖY DUALARI.Nazar, ağrı gibi çeşitli konularda şifa vereceğine inanılan dualar yaygındır. Aşağıda bir nazar duası ve bütün ağrılara iyi geldiğine inanılan bir ağrı duası örnek olarak verilmiştir.

KIZ İSTEME. Evlenme çağına gelen kıza ya da oğlana kimle evleneceği sorulmaz. Erkek tarafı kızı beğenir. Ancak beğenilen kız annenin yönlendirmesiyle isteneceğinden anne ve oğul konuyu konuşur. Dolayısıyla evlenecek kız ve erkek genellikle birbirini beğenen kişiler olur. Kız istemeye kadınlar gitmez; amca, dayı ya da dede gider. Evin kadınları görücülere gözükmezler. İlk gidişten sonra kız tarafı büyüklerine danışacağını söyler. Sonra büyüklere ve kıza sorulur. İkinci gidişte asıl cevap alınır. Cevap olumsuz olsa da küskünlük olmaz. Kız ve erkek karşı taraftan kaçar. Üçüncü gidişte söz kesilir, kıza alınacak hediyeler saptanır. Dördüncü gidişte nişan takılır; düğün tarihi belirlenir.

DÜĞÜN. Cumartesi akşamı kına gecesine erkekler ve kadınlar birlikte katılır. O akşam, kız evinin kapı komşusu olsa bile herkes gelin evinde kalır. Erkek tarafından giden insan sayısının iki katı kadar insan hizmet etmek için görevlendirilir. Önemli kişiler kız ve erkek etrafında bulunur Gelin alma sırasında kız evinin kapısı kilitlenir ve tüm konuklar içeride kilitli kalır. Bu, armağan istemek için yapılır. Gelin odasından babası ya da erkek kardeşi tarafından çıkarılır. Çeyiz sandığına yengelerden biri oturur. Erkek kardeş sandığı sahiplenir. Kaynata gelini sandığı üzerine üç kez oturtur ve kaldırır. Konuklara şeker ve para serpilir. Para verilerek sandık alınır. Erkek tarafın evden çıkmasından sonra, gelini erkek kardeşi dışarı çıkarır ve ata bindirir. Çeyiz öküzlerin çektiği arabalara yerleştirilir. Düğün alayı yola çıkarken müjdeci erkek evine doğru hareket eder. Yol boyunca danslar yapılır (Efteni yöresinde "Gandagan", "Deli Horoni", "Cilvelo", "Vahahey", "Varayda" adı verilen danslar yaygındır). Erkek evine yaklaşırken bir grup ""Hey, hey, hey, vay vahahey" derken bir grup da "Vahahey" diye karşılık verir.Kız tarafı düğün alayını durdurur ve erkek tarafına yol süpürtülür. Damat evinin önüne kilim serilir, şerbet istenir. Gelin içeriye alınırken üzerine bir örtü örtülür. Kaynana kapı önüne bir tabak koyar, gelin su dolu tası devirir. Gelinin eline yağ verilir. Bu ocağın içine sürmesi içindir. Kapı önüne gelinin koparması için bir ip gerilir. Yatak odasının bir bölümüne çivilerle tutturulan bir perde asılır; gelin buraya getirilir.
Dışarıda kız tarafı yemek yerken her istenenin karşılanması zorunludur. Yemek sonrasında damat çıkarılır. Damadın çıplak olduğu söylenir ve kız tarafının getirdiği giysiler verilir. Sonra gelinin olduğu odaya sokulur. Perde açılır ve damat gelinin başına üç kez elini koyar. Damat ve gelin birer kez birbirinin ayaklarına basarlar. Gelinin duvağı erkek kardeşi tarafından bıçakla açılır. Düğün gecesinin sabahı gelinin babası ya da erkek kardeşi, ipek elekten geçirilen undan yapılan bir tür çörek olan "kada ile damat evine gelir. Kahvaltı yapılır ve yeni evliler davet edilir. Damat ve arkadaşları, mızıka eşliğinde kayınpederin evine gider ve kaynanasını davet eder.
Bir hafta sonra kaynana arkadaşlarıyla yeni evlilerin evine gider. Kurulan yer sofrasını damadın tek elle kaldırması istenir, ardından kaşıklar bırakılır ve bahşiş verilir. Yeni gelin erkek kardeşi tarafından baba evine götürülür ve burada birkaç gün kalır. Daha sonra kaynata gelini almaya gider ve bundan sonra gelin-damadın birlikte gelip gidişleri başlar.
Gelin evde kaynana ve kaynatasına hizmet etmek zorundadır. Sofra kurulunca leğen ve ibrikle ellerini yıkatır, havlu verir. Yemek boyunca ayakta bekler.

 

AKÇAKOCADA

Bu bölümü hazırlarken Nilgün Altınışık’ın 1996 yılında hazırladığı Akçakoca Folkloru adlı Lisans bitirme tezinden yararlanıldı. Akçakoca merkez  ve Edilli Köyünde kalabalık bir gurup oluştururken diğer köylerde de küçük guruplar oluşturur. Vedia Emiroğlu, edilli köyünün kültürel boyutunu incelemiş ve “Edilli Köyünün Kültür Değişmesi Bakımından incelemesi “ adı ile 1972 yılında kitap halinde yayınlanmıştır. Bu kitaptan yararlanarak kendi gözlemlerimizi de katarak Laz folkloru hakkında bilgi vermeye çalışacağım.

rına bölündü bu arada Lazlar batıya göç ederler Lazlar ve Mergeller aynı kökten gelmektedir.

Kız ve Erkeğin Tanışası :Akçakoca’da mısır bitkisinin fazla ekildiği, fındığı kozalarından ayırma makinelerinin daha ortaya çıkmadığı dönemlerde mısır soyma, fındık ayıklama imeceleri yapılırdı. Bu imecelere kız ve erkekler bir arada katılırlardı. Mısır çapalama, fındık toplama işleri de imece şeklinde yapılırdı. Akçakocalı kız ve erkek gençler birbirlerini bu imecelerde, kasabaya inme sırasında, dereye suya giderken, nişan, düğün gibi eğlencelerde tanırdı.Kız ve erkeğin ortaklaşa güvendikleri bir kadını aracı olarak kabul eder ve sevgi nişanelerini birbirlerine bu aracılar ile gönderildi. Bu günde buna benzer olaylara şahit olunmaktadır. Çoğu kez kız erkeğe, kendi işlediği bir mendili, oğlanda kıza gülyağı, şeker, lokum, küpe, yüzük gibi hediyelerde gönderirdi.

Sevdalık Günleri :Akçakoca gençleri arasında sevdalık günleri çok önemliydi. Sevenlerin arkadaşları vardır. Bu arkadaşlar erkek ise, hep seven erkeğin etrafındadır, arkadaşları için pervane olurlar, hep beraber gezerler. Başkaları seven erkekmiş izlenimi yaratırlar. Örneğin; Sevdiği kız salıncağa binerse, önce aşık olan silahını boşaltır. Bunun anlamı: Bu “Seni başkası severse onu öldürürüm” anlamına bir mesajdır. Ardından aşığın arkadaşları silahlarını boşaltırlar. Bunun da anlamı: “Bir arkadaşımızın arkasındayız” demektir Durum herkes tarafından anlaşılır, kimse kimsenin sahasına girmez. Erkek evlenme arzusunu ailesindeki kadınlara açar. Zaman içinde gelişen olaylar oğlanın anası tarafından babasına iletilir. Günler ve gecelerce ne olup olmayacağı, aileler arasında düşünülüp tartışılır. Sonunda kız tarafının kıramayacağı bir elçi bulunur. Elçi baba ve annenin ağzını arar. Olumlu yanıt alınca kızı istemek için girişimlerde bulunur.Toplum kız isteme konusunda çok duyarlıdır. İstenilen bir kızın verilmemesi ya da söz kesiminden sonra dönülmesi erkek tarafından hakaret kabul edilir. Bu tür olaylar genellikle kan davası gibi olaylara sonuçlanır.

Sıra Gözetme : Ablası bekar olan, evlenme çağındaki erkek bu kuralı bozup evlenebilir. Erkek toplunda kadından önce gelir. Erkek kardeşler arasında da sıra gözetilir. Miras taksiminde kızın payı erkeğe göre yok gibidir. (Bu gelenek Lazlarda daha çoktur.)Son zamanlarda Bölgede kızlar arasında sıra gözetme geleneği vardır. Büyük kız varken küçük kız evlenmesi ayıplandığı gibi baba buna kesinlikle karşı koyar herkes hakkını yavaş yavaş  alma yolunu tutmaya başladı.

Başlık Parası :Akçakoca ve köylerinde başlık parası vermek hemen hemen yok gibidir. Yalnız fakir ailelerde kızına çeyiz yapabilmek için bir miktar para ödenir. Başlık parası verme Laz ve Gürcü ailelerde, Rizeli  toplumlarda daha az uygulanır. Abazalarda başlık parası alınmaktadır.

Kız Kaçırma Olayları :Abazalarda düğün çok masraflı olduğu için, özellikle birbirini seven çiftler kaçarlar. Bu danışıklı döğüştür. Kız kaçırılmadan önce nüfus cüzdanı kaçırılır. Kızın yaşı on sekizden küçük ise kız kaçırılınca erkeğin akrabalarından birinin evinde saklanır. Daha sonra aileler arasında anlaşmaya gidilir. Kaçırılan kızın yanında kıza yakınlığı ile bilinen kızın arkadaşı ile kaçırılır. Bu kıza tasavize denir. Kız emin bir ailenin yanına misafir edilir. Düğün yapılıncaya kadar kız o evde kalır. O evde her akşam eğlence yapılır. Bunun adına taşamhara denir. Kız-erkek anlaşarak kaçmışlarsa iki tarafın aileleri bir müddet birbirleriyle görüşmez. Daha sonra aracılar yardımıyla taraflar barıştırılır. Ancak yıllar süren küskünlükler söz konusudur. Kız kaçırmada kızın rızası yoksa olay kan davasına kadar gidebilir.

Kız İsteme Geleneği ;Ön hazırlıklar tamam olunca kız babasının sevdiği birisi erkek tarafı ile birlikte kız istemeye gider. Erkek tarafından ağzı laf yapan biri sözü açar.“Biz Allah’ın emri, Peygamberin kavli ile kızınız ...............’yı oğlumuz ..............’ya istemeğe geldik” der. Baba da;Allah yazdıysa olur. Amma bir düşünelim. Soracak adamlarımız var onlara soralım” der. Bu biraz naz etmek ve kendi akrabalarına paye çıkarmak için söylenmiş bir sözdür. Bir müddet biçilir. Bu arada istiyorlarsa, el altından erkek tarafını cesaretlendirecek haberler iletilir.Bu dönemde, kız ile erkek karşılaştıklarında kaş göz işaretleri ile birbirlerine cesaret verirler. Kız belli bir süre sonra istenir.

Söz Kesme ve Nişan Olayı :Eskiden erkek askere gitmeden nişanlanırdı. Nişanlık süresi, askerlik, para yokluğu ile ilgili olarak 2-3 hafta ile bir yıl arasında değişir. Yerli halk arasında beşik kertmesi kesinlikle yoktur. Göçmen köylerinde beşik kertmesine rastlandığı söylenmekte ise de tespit edemedim.Kız istemede erkek tarafından hediye olarak getirilen “kutu şekeri” ertesi gün iade edilmez açılırsa, kızı erkeğe verildiğine işarettir.Taraflar tarafından söz kesiminden sonra oğlan tarafından akrabaları kızın evine yüzük, kutu şekeri ile elbiseler, çorap ve terlik alıp giderler. Nişanda yüzükler takılır. Bazı köylerde nişanda erkeğin bulunmadığı, akrabası tarafından kızın parmağına yüzük takıldığı söylenmekte ise yerli köylerde böyle bir gelenek bulunmamaktadır.Bir süre sonra kız tarafı, yüzük, bir kat çamaşır, kaynanaya elbise alıp oğlan evine getirirler.

Çeyiz Geleneği
:Çeyiz olarak sandık, yatak, yorgan, yelek, şalvar, bakırdan mutfak eşyası, elde dokunmuş yer hasırı, hasır seccade, ottan duvar yastığı, kanaviçe işler ve örtüler vardır. Çeyizin miktarı ailenin mali durumu ile ilgilidir. Yerli halkta çeyiz eşyası, Doğu Karadeniz kökenli ailelerde olduğu kadar fazla olmakla beraber, kızlar mirasta erkek kadar hakka sahiptir.

Kına Gecesi :Düğün geleneğinin ilk kademesi kına gecesidir.Kına gecesi Çarşamba günü yapılır. Kına gecesi için erkek tarafı beraberlerinde taraftarları ile birlikte yanlarına kına alıp gelin evine gidilir. Dört kız çarşaf veya büyük bir yazmanın altına gelini alırlar. Bir kız gelinin eline tabaktan kına yakar. Elleri temiz beyaz bezlerle yumrukları bağlanır. Bir taraftan da maniler söylenir. Hem gelin ağlar, hem etrafındakiler.
İzzet ve ikramdan sonra erkek tarafı evlerine gelir. Damadın evi önünde büyük bir ateş yakılır. Kız tarafı tavuk istemeğe gelir. Her evden birer tavuk alınır. Ateş yanınca baklavalar getirilir. İkramlar yapılır. Kız tarafı darıltılmadan uğurlanır.Kına gecesi bayramlık elbiselerini giyen genç kızlar çiftetelli, topal oyunu, orta oyunu gibi oyunlar yaşlı bir kadın denetiminde oynanır
Düğünden bir gün önce gelinin ve yakınlarının eline kına yakılır kına erkek tarafından getirilir kına yakma töreni boyunca maniler söylenir gelin ağlatılır,kına gecesi kızlar çiftetelli ve çeşitli oyunlar oynar.Köy lisanı ile mani ve türküler söylenir.

 

‘’Yukarı köyün çakalları                        Yukarı köyde çakal yok

   Aşağı köyün bakalları                         Aşağı köyde bakal yok

   Damat beyin sakalları                         Güveyin sakalı yok

   Gelin kınan kutlu olsun                       Gelin kınan kutlu olsun

 

   Kına gecen hoş olsun                          Köyümüzden çıkıyorsun

   Evin bereket dolsun                            Bize veda ediyorsun

   Damat bey eşin olsun                         Yeni yuva kuruyorsun

   Gelin yuvan mutlu olsun                    Gelin kınan kutlu olsun’’

   Diye maniler söylenir.

 

 

Düğün Günü :Düğün genellikle nişandan en az bir yıl sonra yapılır. Bindallı ve benzer gelenekler yoktur. Eskiden gelin renkli ve temiz ipekli elbise damat ise don pantolon üzerine beyaz gömlek ve işlemeli yelek giyerdi. Güvey fakirse beyaz elbise ödünç alınırdı.Eskiden olduğu gibi gelin kayın baba ve yakın akraba arasına giderdi. Gelin evden çıkarken, kız kardeşlerden biri, yoksa akraba kızlardan biri çeyiz sandığı üzerine oturup sandık haracı isterdi. Ayrıca kapıdan çıkarken erkek kardeş, kapı haracı olarak bir miktar para talep eder.Köylerde, genellikle bir öküz arabası süslenirdi. Üstüne halı ve kilimlerle bir örtü yayılır. Araba çan ve zillerle bezenir, köylüler şık giysilerini giymiş, arabanın önündü, ardında, yanında yürüyerek giderlerdi. İkide birde araba durdurulur: Ala ala hay... diye bağırarak düğün evine varılır. Yolda devamlı halaylar çekilir. Kasap oyunu, Kastamonu zeybeği gibi oyunlar oynanır. Gelin alayı, çeşitli yollardan dolaşarak damat evine varırdı.Gelin alınmadan o köylülere veya mahalleliye pilavlık parası verilir. Gelin arabaya binmeden bolluk ve bereketli olsun diye ya damadın babası veya yakını bozuk paralar içinde şekerler, buğdaylar serper, çocuklarda bunları birbiri üzerine yığışarak kapış kapış toplardı.Köyden çıkıncaya kadar çeşitli yollardan dolaşarak damat evine varılır. Gelin arabadan inmez, bahşiş ister. Bir inek ya da tosun getirilir. Kulağı kesilerek işaret verilir. Kapı önünde kurulan bir masada kız tarafı tatlı, şeker, sigara, mermi gibi isteklerde bulunur. Bu istekler karşılanıncaya kadar gelin bekletilir. Bu durum bazen üç dört saat kadar sürer.Gelin eve girerken eğilip eşiği öper. Bolluk getirmesi düşünülerek mısır, buğday, şeker, bozuk para atılır. Akraba ve komşular başlarında birer tepsi baklava alarak erkek evine giderler. Tepsiler üst üste kümelenir.Erkeklerde evin önünde yakılan ateş etrafında oynarlar. Bu oyunlar kadın kıyafetine girmiş köçekler tarafından oynanır. Eğer aile varlıklı ise dört köçek, dört davul, dört zurna ve dört keman bulunur.Diğer köylerden geleneklerde kafileler halinde düğüne katılırlar. Kimileri koç, kimileri koyun getirir. Meydanda ikramlar yapılır.Yenip içilir. Sonunda köylüler misafirlerini evlerine götürürler.Hoca nikahı yapılır, bu adet yaygındır. Hoca nikahı yapılırken gelinin yanında dadı veya bibi (teyze, hala) denilen kadınlar bulunur.Gürcü köylerinde düğün gecesi, güveyin gerdeğe girmesi yasaktır. O akşam kızın akrabası olan kızlar sabaha kadar beklerler. Düğünün ertesi günü gerdeğe girilir. Düğün genellikle üç gün devam eder. Lazlar ve Hemşinlilerde de benzer gelenekler vardır.Diğer köylerde ise hoca nikahı kıyılır. Sonunda güveyi arkadaşlarının kolunda gelinin odasını getirilir. Arkasından yumruklanarak odaya itilir. Damat odaya girer. Hazır bulunan seccadede iki rekat namaz kılıp duasını yapar ve gelinle tanışmaya gider. Damat bu arada gelini konuşturmaya çalışır. Ona hediyeler verip konuşturur. Konuşturulunca da pencereyi açıp iki el silah atar. Bundan sonra herkes dağılıp gider.Gelinle damat, gidip kayınvalidenin elini öperler. Tekrar odalarına giderler. Orada baklava yerler. Bazense baklava kesmelerinin yarısını yiyip bırakırlar. Ertesi gün bunları evlenmemiş erkek ve kızlar yer. Darısı sizin başınıza gibi bir gelenektir bu. Ertesi gün sabah, köçekler, davetliler düğün evinin önüne gelirler. Oyunlar oynanır. Damat elinde bir tepsi baklava ile herkese birer kesme baklava sunar. Sonra da herkes dağılıp gider. Ev kadınlarla dolar. Duvak günü damat sağdıçla gider. Gelinle sabahtan ikindiye dek oyunlar oynanır, şarkılar söylenir ve derken düğün biter

Duvak :Güvey gecesi sabah gelini eğlendirmek için eğlence düzenlenir. Gelin oynar ve etrafa para atar.Bekar kızlar gelinin duvağından teller koparırlar. Duvaktan sonra erkek ve kız evlerinde yemekli davetler yapılır.

Düğün Davetleri :Bütün akraba ve hısımlar gelin ile damadı davet ederler. Bunlar taşıma davetleridir. Her gidilen eve gelinin yaptığı bir el işi işleme götürülür. Onlarda onlara çeşitli hediyeler verirler.

Doğum Olayı :Genellikle ilk çocuğun erkek olması istenir. Çocuklar genellikle beşikte büyütülür. Çocuğun adı üç gün içinde yaşlı bir erkek veya hoca tarafından üç defa kulağına okunarak konulur. İsimden sonra ezan okunur. Komşular ve akraba loğusaya evvela geçmiş olsun derler sonrada hediyeler getirirler. Doğumun kırkıncı günü çocuk ve loğusa yıkanır. Buna çocuk kırklandı denilir.

Diş Çıkarma :Küçük çocukların diş çıkarmaları aile için ayrı bir sorun olur. Ailenin bireyleri yeni çıkan dişi görmeyi uğur sayarlar. Onun içinde sık sık çocuk güldürülür, ağzına bakılır. Hatta bazıları ekmek kabuğunu gevlettirmek suretiyle dişin çabuk çıkmasının sağlarlar. Bazıları da parmağını rakıya batırarak çocuğun diş etlerini oğalar. Çocuk bundan çok hoşlanır.Dişin çıktığını gören kişi mutlaka diş çıkaran çocuğa ya elbise alır ya entarilik alsınlar diye anne babasına para verir.

Sünnet Olayı :Akçakoca bölgesinde kirvelik olayına rastlanmaz. Eskiden gezginci sünnetçilerin gelmesiyle hiçbir hazırlık yapılmaksızın çocuklar sünnet edilirdi. Günümüzde eğlenceler düzenlemektedir. Sünnetçiye, bazen para almadığı için sabun, havlu gibi şeyler verilirdi.

Dini Bayramlar :Dini bayramların Akçakoca örf ve adetleri içinde çok büyük yeri vardır. Üç aylar girince Recep, Şaban ve Ramazan gelinceye kadar bazı kimseler ramazana alışmak için ayda bir belli oruçlar tutar, kutsal geceler, cumalar yavaş yavaş ayrı bir kalabalık olmaya ve cemaat artmaya başlar.Ramazana hazırlık olmak üzere, makarnalar kesilir, erişteler yapılır. Yufkalar açılır, kuskuslar hazırlanır. Mevsime göre çeşit çeşit reçeller, hoşaflar ve şuruplar hazırlanır.Hele bayram gecesi yeni esvaplar giyilir, Provalar biter. Küçükler giyeceklerini başlarının altına koyar. Ayakkabılarını yatağın içine yerleştirir. Herkes banyosunu yapıp yatar. Küçük erkek çocuklar sabahleyin sabah namazına herkesle birlikte camiye gider. Namazdan sonra vaiz dinlerler. Bayram namazı kılınır. Hoca dikilir, en yaşlı adam hoca ile bayramlaşır, ondan sonraki hoca ile yaşlı bayramlaşır ve yerini alır. Böylece sıralanır. Cemaatin en yaşlısı ile en genci bayramlaşıncaya kadar sürer. Sonra birlikte hoca dua eder.
“Bu bayrama eriştiren Allah’a senalar ve amin” denilip çıkılır. Yolda görülenlerle bayramlaşırlar. Mezarlıklara gidilir. Ölülere dua edilir. Hastalar ziyaret edilir.”
Her köyün ramazanında davulcular bahşiş toplar. Birinin elinde bir sırık, birini elinde bir sepet. Davulcu davulu çala çala her evin önünde maniler söyler. Bahşiş; havlu, mendil, yazma sırığa bağlanır. Baklavalar, el altıda tepsi bulunan sepete konur. Paralarda davulcunun cebine konur.

Bayramlar :Yerli köylerde bayram sözcüğü eğlence anlamına gelir. Bayram olacağı gece, bayramı bilen köydeki misafirler, bayramın olacağı köye yakın eş dost ve akrabalar ile birlikte giderler. O akşam onlara misafir olurlar. Kadın ve kızlar yemekten sonra daha geniş evlerde, erkekler ya kahvede ya da başka bir evde toplanırlar. Erkekler orta oyunları yaparlar. Mutaassıp olmayan yerlerde içkide içilir. Gramofon çalınır ve Cide kemençesi ve tepsi çalarak oyunlar oynanır. Genellikle oyunlar iki kişilik eşler halinde yapılır. En revaçta olan oyunlar topal oyunudur. Bu oyun Akçakoca’ya özgü bir oyundur

Eğlenceler
 :Eskiden patoz makineleri yokken, fındık harmanda kurutulur, sabahları tırmıklar vurulur, sonrada altından tanesi alınırdı. Kalan fındıklarda kabuklarından ellenmek suretiyle bulunup ayrılırdı. Köylerde bu işler imece halinde yapılırdı. Kabuk ayırma işi erken bitimi, orası düğün evine döner, oyunlar şarkılar, gülme, eğlence, yeme içme başlardı. Kızlar erkekleri, erkekler kızları burada seçerdi. Çalışkan mı? Tembel mi? Dili tatlı mı? Nobran mı? Şaka kaldırır mı? Yoksa içine kapanıp arpacı kumrusu gibi düşünür mü? Yapıcımı yıkıcı mı? Hepsi burada denenirdi. Bu eğlencelerde maniler söylenirdi. Atmaca tabir edilen karşılıklı mani atmaları da yapılırdı.

FOLKLÖR       Köyün.kendine,has,folklör,ekibi,yoktur,Karadeniz,folklörü,hakimdir,Davul,Zurna,Saz,karşılıklı zille oynanan oyunda çalınan zil  oyunu ,Kemençe,Tulum gibi enstrümanlar çalınır   yerli oyun gurupları sözlüdür,5-6 kişilik 2 gurup oluşturulur el ele tutmuş oyuncular seri ayak hareketleriyle birbirine yaklaşıp uzaklaşırlar,her gurupta bir türkü söyleyen vardır,türkücü karşı guruba türküler deyişler dokundurmaktadır,bu oyunda önemli olan türkü sözleriyle karşıdakini mat etmektedir,bu oyunun adı gelino dur.Rize Hemşin üç ayak oyunu da laz oyunudur,dairede oynanır Hemşin üç ayak oyunudur 2/4 veya4/4 lük ezgiler halinde oynanır Bar,Halay,Horon,Sallama,Hara ve karşılama,üç ayak,Kolbastı,laz kültüründe çok önemlidir Laz oyunlarındandır. Kına gecesinde kadınlar daire şeklinde oynarlar. Kadınlar ağıt yakarak gelini evin içinde dolaştırarak en son mutfağa götürürler. Orada bu oyunu oynayarak oyunu bitirirleri.

Oyunun Kuruluş Formu

 

(A)

A1 (Sağ ayakla üçleme)

A2 ( Sağ ayak yerinde adım)

 

Oyunun biçimsel formu tıpkı “Topal” oyununda olduğu gibidir.

RİZE- HEMŞİN ÜÇ AYAK OYUNU

 

Laz oyunlarındandır. Dairede oynanan horondur. Hemşin, Rize ve Üçayak Horonları 2/4 lük veya 4/4 lük ezgiler halinde çalınır.

 

RİZE

Oyun kuruluş formu:

A-               Adım cümlesi ( Sağ ayakta üçleme)

B-               Adım cümlesi ( Sağa ve sola yürüyüş)

 

Oyun indeksi:

 

(A)

A1- (Sağ ayakta üçleme)

A2 ( Sağ ayak yerinde adım)

 

(B)

B1- (Sağa yürüme)

B2- (Sol ayak yerinde adım )

B3- (Sola yürüme)

B4- (Sağ ayak yerinde adım)

 

 

DAVUL  : Davul savaş sırası,sonrası,askere giderken,törenlerde,ramazanlarda,güreş yapılırken çalınır.Davulun eski adı Tavuldur,Çağatay Türkleri tarafından yapılmıştır,bir haber aracıdır

KEMENÇE  :Klasik ve Karadeniz kemençesi olmak üzere iki türü vardır Akçakoca da Karadeniz kemençesi çalınır,ince uzundur,sol el ile havada tutularak çalınır,kemençenin telleri çeliktendir.Akortları la,re,sol,mi,yahut sol,re,la,mi veya 3 telli için re,la,mi dir,tellerin üzerine basılarak,tek olarak çalınır.Sazın şekli bir takayı andırır,gövde kısmı dut ve ceviz ağaçlarından oyularak yapılır,ses tablası ise 1,5- kalınlığında ladin veya köknar ağacından yapılır,kısa sapı ve çelikten üç teli vardır re-la-mi sesleri akort edilir,bir buçuk oktav çalar.Yayının kılları gevşek olarak takılır ve sol el ile havada veya dize dayanmış olarak tutularak kemençenin 3 teline aynı anda sürülerek çalınır çalınır Kemençe anadoluya oğuz Türklerinden gelmiştir Kemençe ,Özbekistan,Kırgızistan ada Anadoluda ıklık göbekli kemençe olarak çalınır Arapçada Keman Türkçede ç demektir bu iki kelime birleşmesinden Kemaençe doğmuştur ,Kıpçak Türkleri tarafının dan Mısıra götürülmüştür Özbeklerin girjası kemençeye benzer, kıyak kemençe denir.Trabzon dada Gagavuz Türkleri kemençeleri vardır,Trabzonda kemençeye kıyak denir,Türkmenistan,Özbekistan, Kırgızistan Gagavuz Türklerin kemençeleri vardır 2 sesle çalışır 2 telden ses alınır 4-6-7 aralıklıdır.

TULUM: Tulum Karadeniz bölgesinde kullanlıan nefesli halk sazıdır,deri,nav ve ağızlık olmak üzere 3 kısımdan oluşur.Deri,tulum olarak anılır, tulum,koyunveya oğlak derisinin tüyleri temizlendikten sonra ayakları yukardan kesilir,sağ ön ayak ile arka sol ayağın dışında kalan delikler hava kaçırmayacak şekilde sıkıca bağlanır,ön ayağa bir tahta boru,arka ayağada üzeri delikli iki boru tespit edilir.Deri hava ile

Delikli borulardan ses çıkmaya başlar,koltuk altına yerleştirilen tulum zurna analık üzerindeki parmaklar delikleri açıp kapamak suretiyle istenen ezginin çalınmasını sağlar,nav sazın zurna dediğimiz kısımdır,ağızlık ise hava üflenen kısımdır Tulum Türkçe kelimedir Çağatay Türkleri icat etmiştir Anadoluya Peçenek Turan Türkleri Karadenize getirmiştir Kıpçaklarda tuluk,Duluk diye geçer.

KAVAL:Orta asyadan gelmiştir.Balasau Türkleri icat etmiştir.Çağatay Turan Türkleri Karadenize getirmişlerdir, havaldir ,bir göçebe çalgısıdır Of ve Tokat kavalı meşhurdur.

ZURNA: Davul ve zembeleklerle çalınır ağaç maden, boynuzdan yapılır ,7 üstte 5 altta deliği vardır,Avrupa’ya Türkler tarafından götürülmüştür,Oğuz Türkleri Anadolu’ya getirmiştir,kemençe ve davula eşlik eder,4000 yıldan beri devam eden bir enstrümandır.Davul,Kaval,Zurna,göçer enstrümandır,köyde son zamanlarda bunların yerini taverna müziği almıştır org ile çalınan müzik aletidir eski neşe eski düğünler artık tarihe gömülmüştür,evlerde yapılan düğünler artık düğün salonlarına taşmıştır

KEMENÇE  :Klasik ve Karadeniz kemençesi olmak üzere iki türü vardır Akçakoca da Karadeniz kemençesi çalınır,ince uzundur,sol el ile havada tutularak çalınır,kemençenin telleri çeliktendir.Akortları la,re,sol,mi,yahut sol,re,la,mi veya 3 telli için re,la,mi dir,tellerin üzerine basılarak,tek olarak çalınır.Sazın şekli bir takayı andırır,gövde kısmı dut ve ceviz ağaçlarından oyularak yapılır,ses tablası ise 1,5- kalınlığında ladin veya köknar ağacından yapılır,kısa sapı ve çelikten üç teli vardır re-la-mi sesleri akort edilir,bir buçuk oktav çalar.Yayının kılları gevşek olarak takılır ve sol el ile havada veya dize dayanmış olarak tutularak kemençenin 3 teline aynı anda sürülerek çalınır çalınır Kemençe anadoluya oğuz Türklerinden gelmiştir Kemençe ,Özbekistan,Kırgızistan ada Anadoluda ıklık göbekli kemençe olarak çalınır Arapçada Keman Türkçede ç demektir bu iki kelime birleşmesinden Kemaençe doğmuştur ,Kıpçak Türkleri tarafınından Mısıra götürülmüştür Özbeklerin girjası kemençeye benzer, kıyak kemençe denir.Trabzon dada Gagavuz Türkleri kemençeleri vardır,Trabzonda kemençeye kıyak denir,Türkmenistan,Özbekistan, Kırgızistan Gagavuz Türklerin kemençeleri vardır 2 sesle çalışır 2 telden ses alınır 4-6-7 aralıklıdır.

TULUM: Tulum Karadeniz bölgesinde kullanlıan nefesli halk sazıdır,deri,nav ve ağızlık olmak üzere 3 kısımdan oluşur.Deri,tulum olarak anılır, tulum,koyunveya oğlak derisinin tüyleri temizlendikten sonra ayakları yukardan kesilir,sağ ön ayak ile arka sol ayağın dışında kalan delikler hava kaçırmayacak şekilde sıkıca bağlanır,ön ayağa bir tahta boru,arka ayağada üzeri delikli iki boru tespit edilir.Deri hava ile

Delikli borulardan ses çıkmaya başlar,koltuk altına yerleştirilen tulum zurna analık üzerindeki parmaklar delikleri açıp kapamak suretiyle istenen ezginin çalınmasını sağlar,nav sazın zurna dediğimiz kısımdır,ağızlık ise hava üflenen kısımdır Tulum Türkçe kelimedir Çağatay Türkleri icat etmiştir Anadoluya Peçenek Turan Türkleri Karadenize getirmiştir Kıpçaklarda tuluk,Duluk diye geçer.

ÇOCUK OYUNLARI

Çelik çomak,binmeli eşek,esir oyunu,körebe,köşe kapmaca,birdirbir,seksek,yakan topu,lunç,domino devirme

 

KIYAFETLER

Köyde 25-30 yıl öncesine göre  kıyafette önemli değişmeler olmuştur.Erkekler tamamen şehir kıyafetini benimsemişlerdir. Erkeklerde gündelik kıyafetlerden başka önemli günlerde, törenlerde giyilen ve içine beyaz eşarp bağlanan lacivert takım elbise en beğenilen giyim eşyasıdır. Ancak yaşlı erkeklerden bazıları köy içinde geleneksel kıyafetle ilgili olarak paçaları dar pantolon, üzerine gömlek ve yeleği giymeye devam etmektedirler. Kösele kunduranın yanında lastik ayakkabı, plastik ayakkabı, özellikle çocuklarda  çok görülmektedir. Erkeklerde pijama, şapka, şemsiye kullanılan giyim eşyaları arasındadır. Burada dikkati çeken husus pijamanın yatak kıyafeti olmaktan başka, bazen iş kıyafeti olarak kullanılması suretiyle ikinci bir iş görmüş olmasıdır.Kadın giyimi erkeklere oranla daha az değişmiştir.Eskiden kadınlar evlerde basit tezgahlarda keten ve kendirden giysiler dokurdu. Bugün ise köylüler malzemesi köy dışından sağlanan koyu renkli şalvar ve üzerine bluz giymekte, başlarına lacivert örtü (örtme)  örtmektedirler. Kadın giyiminde dış görünüş bakımından erkeğe nazaran değişme daha azdır. Evde elbisesi ile dolanan bazen başını örtmeyen kadın, sokağa çıkınca elbisesinin üzerine şalvar giymekte ve başını örtmektedir.Genç kadınlar arasında elbise giyenler, başlarını örtmeyenler az da olsa bulunmaktadır..Köyde gündelik kıyafette olduğu gibi gelin ve güvey kıyafatide tamamen şehirleşmiştir. Ancak köyde giyilenler, kasabadan ucuz sağlanan ve nispeten eski model olan giysilerdir.Kadın ve çocukların kısmen evde hazırlanan giysilerinin kumaşları dışarıdan satın alınmaktadır.

 ŞALVAR         : eninde üç boy kumaştan çıkar daha ziyade eflatun pembe,yaşlılar koyu renkleri tercih ederler,genellikle çimen yeşili,zeytin yeşili tercih edilir,şalvarın içine şalvar ( havsa) dikilir pamuklu veya şile bezinden dikilir

MİNTAN            : Şalvarın üstüne giyilir mintan ve şalvar işlemelidir,kadife kutnu,jantanlı ve yollu kumaşlardan dikilir

YELEK              : Şalvar üzerine kolsuz fakat işlemeli yelek giyilir,içine bezden buluz giyilir.

ÖRTÜLER         :Kare şeklinde üzeri baskı tekniği ile işlenmiştir,çiçek desenlidir

YAZMA             : Oyalar işlenir dikdörtgendir

ÇORAPLAR     : Yün çoraplar giyilir kadın çoraplar motif işlemelidir

AYAKKABILAR : Rugan ayakkabı giyilir,çarıkta giyilir,genellikle lastik ayakkabılar tercih edilir

ERKEKLERSE : Yelek ve zıpka giyerler,Kafkas kökenliler düğün törenlerde kalpak dik yakalı siyah satenden yapılmış diz boyu elbise ve yumuşak deriden çizme giyilir.Elbisenin üzerine dışardan fişeklik,kama,kemer gibi ayrıntılar vardır,kadınlar ise simli motiflerle süslenmiş kadife elbiseler giyerler bunları Aktaş,Edilli,Uğurlu,Yenice,Göktepe,Kirazlı,Hemşin köyleri giyerler

DİN

 Köy hayatında pek çok düşünce ve görüşü hala dini açıdan değerlendirme eğilimi vardır.Yaşlandıkça dine karşı ilgi artmaktadır.Toplumda hacılar dinsel bakımından en fazla değer kazanır ve itibar görürler. Hazırlık kişiye sosyal prestij sağlamaktadır.

 

AİLE VE AKRABALIK İLİŞKİLERİ

Kirazlı’de ailelerin çoğunluğu, geniş aile geleneğinin çeşitli tiplerini göstermektedir. Dar aile tiplerinin sayısı günden güne artmaktadır.Kirazlı’de eskiden baba soyundan olan akraba ile evlenme şekli çok yaygındı.Akrabayla evlilikte amca oğlu, amca kızı öncelik taşırdı. Bugün gençler eskisi gibi bu geleneklere uymamaktadırlar Bu gün, köy dışından evlenmeler ve köy dışına kız vermeleri ve kız almalar eskiye oranla artmıştır. Bu toplumda boşanma olayı nadir görülmektedir.

 

 

HIDIRELLEZ

6 Mayıs günü kutlanır,köyün piknik alanlarında,salıncaklar kurulur,yemekler pişirilir,ıp atlanır,salıncaklarda sallanılır,birçok oyunlar oynanır,kızlar erkeklere,erkekler kızlara bakarlar orada birbirini beğenirler,arkadaşlıklar kurarlar,balık tutmalar olur,erkeğin beğendiği kız eğer salıncağa biner sallanır ise erkek hemen silahını çıkartarak iki el ateş eder ona onu beğendiğini gösterir,hıdrellezin en iyi yemeği helvadır.Her hıdırellezde komşu köyler davet edilir mevlit okunur ,yemekler yenir çeşitli eğlenceler düzenlenir. Hıdrellez ve aşure günlerinde köyde aileler kendi aralarında toplanarak okulun bahçesinde büyük kazanlarda keşkek çorbası (yakalşık20 çeşit bakliyattan oluşan çorba)pişirirler yer sofralarında herkese ikram ederler Bu törenleri anlatmadan önce pilavlık parası üzerinde duralım. Daha öncede belirttiğimiz gibi köyden başka bir köye gelin giden kızlardan pirinç parası alınır. Bu para hemen harcanmaz biriktirilir. Pirinç parasının anlamı şudur. Köy gençleri bu kızı o zamana kadar o şekilde korumuşlardır ki, kızın namusuna halel getirmemişledir. Pirinç parası bunun mükafatı bir bahşiş sayılır. Alınan pirinç paralar yedi emin olarak köylünün saygı duyduğu birine telim ederler. Köyden ne kadar çok kız gelin giderse parada o kadar çoğalır. Hıdrellezde bu para ile bir koç satın alınır. Pirinç alınır, un yağ alınır. Kesilen koçun etinden ya etli pilav yapılır, helva kavrulur, ballanır. Öğleyin gençler toplanır ve bu pilav yenir. En sonunda da helva yenilir. Hıdrellez bayramının ayrı bir güzelliği vardır. İp salıncaklar, zincirli salıncaklar, büyük ağaçlara bağlanır. Kızlar ayrı yerde, erkekler ayrı yerde sallanırlar. Ama bazen kızlar erkekleri, bazen da erkekler kızları seyretmeye giderler. Eğer beğendiği bir kız salıncak biniyorsa orada çıkarır silahını bir şarjör boşaltır. Bu olaya kimse ses çıkarmaz. Böylece kimin beğenilip beğenilmediği bu hıdrellez bayramı vesilesi ile belli olur. Bazı köylerde güreşler tutulur. Bazı köylerde derelerde balık tutulur eğlenilir.Akçakoca köylerinde hemen hemen hepsinde geleneksel olarak her yıl kutlanır köydeki küskünler barıştırılır geleneksel oyunlar spor etkinlikleri,folklorik oyunlar ve bunun gibi,Akçakocadaki mulki amirlerde davet edilerek etkinlikler yapılır herkes baharı böyle karşılar

 

EVLERİ

Evler genellikle bahçe içinde olur çünkü meyve sebze yetiştirilir .Avlu,avlu ağla çevrilidir çünkü sebze meyve yetiştirilir ,Kurukavak,Karatavuk evler arası 4-5 km’dir,okul ve cami yanlarında evler yapılmıştır,az dağınık meskenlerde cepheleri sokak tarafına doğrudur Arabacı köyü gibi,Mısır ziraati çok olduğu için her evin yanında hemen hemen 1 adet serender yapı vardır,ahırlar evlere uzaktadır,ahır ile samanlık yan yanadır Tarım toprakların azlığı dağınıklığı kır yerleşim bölgesinin dağılmasına yol açmıştır

 

SPOR

Hiçbir zaman gayri federe veya amatör olarak hiçbir müsabakalara iştirak etmemiştir,köyün hiçbir sportif amaçlı kulübü yoktur,köylünün spora yatkınlığı yoktur.

 

YEMEKLER

EKMEKLER       : Yufka ekmeği,Bazlama,Gözleme,Cızlama,Mısır ekmeği,Buğday ekmeği

ÇORBALAR        : Tarhana,Mercimek,Un,Çılbır,Kızılcık çorbasıdır

HAMUR İŞLERİ : Mantı,Börekler,Erişte,Kuskus,Kaşık makarna,Mancarlı pide

ET YEMEKLERİ : Kara dolma, Korçan,Sebze dolmaları,Kebaplar,Lahana sarma

TATLILAR           : Melen güççeği,Laz böreği,Güllaç,Sütlaç,Baklava

ÇEŞİTLİ YEMEKLER : Gaygana,Soğanlı yumurta,Sebze yemekleri,Zeytin yağlılar,Mamursa,Kaldırık,Mantar yemekleri,Tirit,Malay,Hoşmanım,Mancarlı fırında pide Çirbuli, Pilavi Makarina, Kveli kağimağoni, luku, Ağani lobia, kumhi lobia, kotumeş dolma, Princoni, papa (mamalika), bureği,baklava, patlicani tağaneri, patlicaniş dolma, mtkui patlicaniş giyai, turşi tahaneyi, kabağiş sutli, termoni

 

ALT YAPI BİLGİLERİ

Köyde, ilköğretim okulu vardır ancak kullanılamamasının yanı sıra taşımalı eğitimden yararlanılmaktadır. Köyün içme suyu şebekesi vardır ancak kanalizasyon şebekesi yoktur. Ptt şubesi yoktur ancak ptt acentesi vardır. Sağlık ocağı yoktur ve sağlık evi vardır Abant İzzet Baysal yaptırmıştır.Ancak mobil sağlık sisteminden faydalanıyor, Köye ayrıca ulaşımı sağlayan yol asfalt olup köyde elektrik ve sabit telefon vardır.1 cami,var,birinci arazi yoklama defterinde ve Bolu salnamesinde kaydı yoktur 1938 de yeni kurulan köydür,1997 de 243,2000 de 270 nufusu vardır 2.5 kmlik Kirazlı-Kınık köy yolu stabilizesi yapıldı.Karışık,dağınık köy statüsündedir.tarla alanı yok,fındık alanı 3.352 ,orman alanı 1.248 dönümdür.Fiskobirlik üye sayısı 128 dir ilk ilkokul 1956 da açılmıştır

18.19. YÜZYILDA TEMETTUAT DEFTERİNDEKİ DURUMU

Yeni kurulan köy olduğu için temettuat defterinde adı geçmemektedir

İSTİKLAL SAVAŞINA KATILANLAR

İstiklal savaşından sonra kurulan köy dür

KÖYE İLK GELEN SÜLALELER

KARACAN               HASAN     KARACAN           ARTVİN   HOPA    LAZ

ÖZTÜRKLER           HAYDAR ÖZTÜRK               ACARA    BATUM    SİMONETKÖY

HELVACIOĞLU      HALVAŞİ                               ACARA    BATUM     SİMONETKÖY

USTAERLER           TETRADZE                            ACARA     BATUM    MARADİT

YILMAZ                   ŞABAN YILMAZ                   ARTVİN   ARHAVİ  LAZ

ÇAKALOĞLU          İBRAHİM ÇAKALOĞLU      ARTVİN  ARHAVİ   LAZ

ÖZBAŞ                     MUHİTTİN ÖZBAŞ                ARTVİN  ARHAVİ   LAZ

AKYILDIZ                                                                 ACARA   BATUM    MARADİT

ÇETİN                                                                        ARTVİN  ARHAVİ   LAZ

ÇETİNBAŞ              KASTAMONU     OĞUZ   TÜRKLERİ   MANAV   YERLİ                                                                     

DEMİRTAŞ             LAZ HAMDİLER                   ARTVİN   ARHAVİ    LAZ

GÜBÜL                                                                    GİRESUN  GÖRELE

GÜMÜŞ                                                                   ARTVİN    HOPA     KEMALPAŞA  LAZ                                                                                                                                               

KAHRAMAN                                                          RİZE          MERKEZ KURAYİSEBELİ

KAR                                                                         RİZE          SALAHA  KARAYEMİŞ   

KOYUNCU                                                             ARTVİN     HOPA       KEMALPAŞA                      SUNDURA        LAZ

NAR                                                                        RİZE          SALAHA  KARAYEMİŞ

BAKIRCILAR                                                        RİZE          SALAHA KARAYEMİŞ      

KADIOĞLU                                                           RİZE           SALAHA KARAYEMİŞ

UZUN            KASTAMONU OĞUZ TÜRKLERİ  MANAV YERLİ YEŞİLKÖYDEN GÖÇ

YALÇIN                                                                RİZE            SALAHA  KARAYEMİŞ

YALÇINKAYA                                                     RİZE             SALAHA  KARAYEMİŞ

KALENDERLER  RİZE DEN BATUM A          BATUM        MARADİT  AKÇAKOCAYA   ( GÜRCÜ DEĞİLLER)                                               

YAZICI                                                                  RİZE             SALAHA   KARAYEMİŞ

ZOR                                                                       ARTVİN       HOPA   LAZ

SAYGIN              KALAYCILAR                        TRABZON    OF 

ALTAY       ORDU ULUBEYDEN AKÇAKOCA KURUGÖL ORDAN KİRAZLIYA GÖÇ   

GÜMÜŞ                                                               ARTVİN        HOPA    KEMALPAŞA  LAZ 

ERKAN                                                                ARTVİN        ARHAVİ    LAZ 

NOT : NAR,KADIOĞLU ,BAKICILAR AYNI SÜLALEDİR-YALÇIN,YALÇINKAYA, KALENDERLER DE AYNI SÜLALEDİR                                             

NOT: Değerli ağabeyim sayın Ahmet Helvacıoğluna katkılarından dolayı çok teşk ediyorum

Kaynak

Coğrafi bölgesi     . İbrahim Tuzcu

Köyün ismi           . Ahmet Helvacıoğlu,Akç .K.Sitesi.,Vikipedi özg.ans.,St,Drl.İbrahim Tuzcu

Tarihi yerler; Ahmet Helvacıoğlu,Akç .K.Sitesi,Drl İbrahim Tuzcu

Coğrafi durumu    : Mustafa  Kocadon,Kenan Okan,Şükrü Dönmez,Vikipedi özg.ans,St,Drl.İbrahim Tuzcu

Cami ve Mez.       : Ahmet Helvacıoğlu,Kenan Okan,Drl.İbrahim Tuzcu

Turizm                 : Ahmet Helvacıoğlu,Kenan Okan,Şükrü Dönmez,Akç .K.Sitesi,Vikipedi özg ans,St ,Drl.İbrahim Tuzcu

Ekonomi               . Kenan Okan,Mustafa Kocadon,Şükrü Dönmez,Akç .K.Sitesi,Vikipedi özg.ans.,St ,İlçe Tarım Md.Drl.İbrahim Tuzcu

Kültür                   : Vedia Emiroğlu,Kenan Okan,Şükrü Dönmez,Vikipedi özg.ans,St,Akç .K.Sitesi,Macaheli net,M.Vanilişi,A.Tandilova, ,Rize valiliği sitesi,Hemşinliler Eğt.ve kül.Drğ.,Drl,İbrahim Tuzcu

Spor                      ; İbrahim Tuzcu

Köyün alt yapısı   : A.kç K.Sitesi,Mustafa Kocadon,Ahmet Helvacıoğlu,Drl.İbrahim Tuzcu

Sülaleler               : Ahmet Helvacıoğlu,Hüsamettin Kaya,Drl.İbrahim Tuzcu

 

 

KOÇAR

 

COĞRAFİ BÖLGESİ   : Karadeniz Bölgesi

İLİ                                   : Düzce

İLÇESİ                           ;Akçakoca

KAYMAKAMI             :Mehmet Ünal

B . BAŞKANI                ;Fikret Albayrak

KÖY MUHTAR           :Yılmaz Kütük

TELEFONU                 : 05372808181

POSTA KODU               81650

NUFUSU                       : 82 Hane 273 Nüfusu vardır

ESKİ MUHTARLARI : 2009 de Yılmaz Kütük,2004 de Murteza Sönmez,1999 de,Veysel Çelik,1994 de Nazım Çetinbaş,1989 de Orhan Yürekli,1984 de İsmail Çelik

COĞRAFİ DURUMU : Düzceye ,Akçakocaya uzaklıktadır,Rakım 200 mt dir,en yüksek yeri 225 mt dir,2987 dekar,fındıklık alanı vardır.Komşu köyleri Koçulu,Arabacı,Yeşilköy,Kirazlı, dır

KÖYÜN İSMİ NERDEN GELİYOR

M.Ö. 377 yılında Batı Anadolu Trakya dan gelen Bitinyalılar da buraya gelir bazı köyler kurarlar,bunların Kralları Bias tır,kurdukları köyler arasında Koçar köyü de vardır.Ayrıca Kastamonu dan 1243 yılında Moğol istilası ve yenilgisinden bıkan 130.000 bin Oğuz kınık boyu  obaları batıya doğru göç ederler ve Akçakocaya gelerek bazı köyler kurarak  yerleşirler bunlardan bır tanesıde Koçar dır.Ayrıca 1916 yılında Doğukaradenız den göç gelerek bu köye yerleşirler.Adana-İçel sancağından bazı Yörükler batıya göç ederek Akçakocaya gelirler burada bazı köylere  göç gelerek yerleşirler bır tanesıde Koçar

köydür.Neticede Bitinya,Oğuz kınık boyu obaları,Yörükler(yürüyen halk demek),Doğukaradeniz den gelen göçmenler yaşamışlardır.. Akçakocada M.Ö. 1200 yılında Frik,M.Ö. 670 Lidya,M.Ö.395 te Roma pontos,M.Ö.1200 de Hitit ama bu kesin bilinmiyor bu kavimler yaşamışlardır Köyün kurucularından Koçar beyden ismini aldığı tahmin

edilmektedir,1085 Yılında Akçakocaya gelen oğuz Türk boyundan üçok kolundan Koçar bey ilk buraya geldiği söylenmektedir,yerli köydür,1916 göçünde Giresun ve Ordu yöresinden gelenler olmuştur iki mahallesi vardır.Eski adı Kuçar- Koçer- Koçar olmuştur,Büyük ve küçük sarma derelerinin birleştiği yerin batısında tepe üzerine kurulan köydür,ahalisi Yörükhan taifesidir.,1916 Göçünde Giresun Görele’den gelen  Güler sülalesinden ve Durmuşoğlu Çelik sülalesinden Abdurrahman Ruslara esir düşmüştür.

TARİHİ YERLER

Büyük ve küçük sarma derelerinin birleştiği yerin batısında tepe üzerine kurulan köyde halen topraktan çıkartılan tuğla ve kiremit parçalar çanak çömlek kalıntıları buranını iskân mahalini gösteriyor Hikmet Gülere ait arsada Kale kalıntıları halen mevcuttur. Abacı köy denen yerde bayramlarda 40–50 manda kesilir yenilirdi, buraya çevre köylerden de gelenler olurdu, ama bu Abacı köy şimdilerde munkariz olmuştur, bu köyde bir yatı vardı oda munkariz oldu Koçara girişte idi, şuanda üzerinde fındıklıklar vardır, Adem Tekin, Ahmet Tekin, Hasan Tekin, Nezarettin Tekin arsaların üzeride idi

AKARSU VE DERELERİ

Büyük ve Küçük sarma dereleri ,köyün güney,doğu ve kuzey doğusundan geçmektedir,iki kaynak suyu vardır,özdere olarak sarma deresine kuzey istikametine bağlanmaktadır.1961 yılında köye su gelir ,dede dağından köy hizmetleri tarafından getirilir,daha önceleri köy içme suyunu köydeki iki kaynak suyundan sağlamakta idi. ,Sarma dere Koçarın altından geçerek Değirmenderesi ile birleşir denize dökülür,su altı seviyeleri çok değişkendir,Pınar,ve kuyu suları faydalıdır ancak çok kireçlidir,serttir koli bakımından zengindir içilmesi mahsurludur,sıcak su ve göl yoktur

DAĞLARI VE TEPELERİ

Kaplan dede tepesi (1158),Kaplan tepesi (1066) eteklerinde kurulan köydür

İKLİMİ:

En fazla yağış Eylül-Kasım-Aralık-Ocakta olur,kar Aralık ve Ocak ayında yağar ama uzun sürmez,Mayıs-Haziranda Karayel,Temmuz-Ağustos-Eylül ayında Poyraz eser,kış aylarında lodos eser,Temmuz- Ağustos-Eylülde güneş kendini daha iyi gösterir,Aralık,Mart ayları arası en düşük sıcaklık olur ılımaman Karadeniz iklimine sahiptir.

 

JEOLOJİK DURUMU:

 Eoesen-Folişi,Muminitli Kalker mevcuttur.Dere ve vadi tabanları alüvyon,yamaçların büyük bir bölümü silis formasyonu,tepelerin üst kısmı da 3.derecede kumlu,çakıllı tabakalar halindedir.Depreme dayanaklı 3.bölgedir.Dağlar denize paralel uzanır.Palezoik devre ve tersier arazilerde ibarettir.Eosen folişi- numinitli kalker toprağa Kum,Taş-Marn- Gre ( Kretese)  sahiptir Jeolog Dr.Ervin Lan,Mühendis Zeki Erişir.

 

BİTKİ ÖRTÜSÜ

Akçakoca’da orman alanı 20477.77 hektardır.Çoğu bozuk orman alanıdır % 43 kayın % 0.8 gürgen %0.1 kestane % 6 meşe % 1 kavak % 0.25 ıhlamur % o.4 çınar bulunur,gerisi fındıklıktır.Maki bitki örtüsüne sahiptir,iklimin mutedil yağışlı olması bitki örtüsünün gür olmasını doğurmuştur.

TOPRAK YAPISI

Topraklar kırmızı kahverengidir.Toprak asitli,kireci azdır,topraklar erozyona maruzdur.Potas ve fosfor bakımından fakirdir,tuz oranı normaldir.Saha umumi olarak pedojenez bakımından genulik safhasındadır.Toprak killi ve tınlı kıvrıntılı karakterdedir.Silisi rezervi bolca vardır Hinihacett işlenebilir Kaolin ve Feldspat tır

 

 

TURİZM

Koçar ve Kurugöl arasında sarma deresinin kıyısında Kaneyanı denilen yerde futbol sahası ve piknik ve mesire alanları vardır komşu köyler ve Akçakoca halkı buraya gelerek pikniklerini yapmaktadırlar yalnız buraya vc ve su tedarik edilirse burası çok güzel piknik alanı olarak değerlendirilebilir,turizm açısından fakirdir çok eski bir köy olmasına rağmen ,eski köy kalıntıları munkariz olmuştur.Burada Turan Gülere ait birde restoran ve piknik alanı vardır,buraya çeşitli yörelerden insanlar gelip çok rahat bir şekilde dinlenebilmektedir yolu çok güzeldir,alabalık balığını kiremitte burada yemek çok lezzetlidir yine buranın muhteşem bir yapıya sahip olması dikkat çekicidir.Sarma deresinde kadınlar çamaşır günlerini burada yaparlardı,ilk önce ateş yakarlar,su ısıtırlar,sepet içine çamaşırlarını doldururlar,üzerine daha önce biriktirdikleri ateş külünü bez üstüne koyarak sepetin üstündeki kirli çamaşırların üstüne yerleştirerek kaynar suyu dökerek kirli çamaşırların kirlerin yumuşaması sağlanırdı,daha sonra yeteri kadar bekletilir dere kenarında taşlara serilir sopalarla çamaşırlar dövülürdü ve burada bu günler her hafta sonu yapılıp yemekler yenirdi imece üsülü çamaşırlar yıkanırdı,sarma deresi boyunca doğa ve yürüyüş parkuru yapılıp buraya kazandırılması lazımdır,muhteşem ağaçların arasında yürüyüş yapmak insanı dinlendirmektedir,ayrıca köy av turizmine uygun köy konumundadır ,otantik ahşap Karadeniz evlerini görmek mümkündür

 

CAMİLERİ

Köyde iki cami vardır ,1850 yılında,tuğla yapı,150 cemaatli ,tek şerefeli yapılan bir camidir burada iki mescit vardır iki mahalle bu mescitleri iptal edelim yerine bir cami yapalım derler ve bu camiyi iki mahalle birleşerek yapar mahallenin tam ortasındadır,burada, daha sonra 1977 yılında betonarme yapı kubbesiz yapı 60 cemaatli camiyi Koçar mahallesi yapar ,mimari Zeki Yürekli dir

MEZARLIKLAR:

Mezar taşlarındaki konular erkek mezar başlarına başlık,kadın mezarında süslemeler ön plandadır,erkek mezarlığında büyük sarıklı olanlar ulema ve paşaları,uzun külah üzerine sarık tasvirler,derviş ve tarikat şeyhlerini,sadece ince sarıklılar köy ağalarını,üstü geniş ve altı dar kavuk biçiminde olanlar yeniçeri ağalarını işaret etmektedir Köyde iki mezarlık vardır Koçar mezarlığı,Belen mezarlığı,Belen mezarlığı köyün batısındadır halen kullanılmaktadır,Koçar mezarlığı ise köyün batısındadır halen kullanılmaktadır,ayrıca köyde bazı aile mezarlıkları vardır,Cenevizlilerin eski mezarlıkları munkariz olmuştur,Koçulu Koçar arasındaki 40 kızlar mezarı da munkariz olmuştur

 

EKONOMİSİ

TARIM:

HUBUBAT   :Buğday,Mısır,

BAKLIYAT:Fasulye,Bezelye,Bakla,Soğan,Lahana,Marul,Pırasa,İspanak,Kaldırık,PatatesKaralahana,Biber,Patlıcan

MEYVE       : Elma,Armut,Kestane,Ceviz,Üzüm,İncir,Dağ çileği,Muşmula,Ayva,Kızılcık,Kiraz

Ekonomisi Tarım ve Hayvancılığa dayanır.Köylü,bahçesinde yetiştirdiği sebzeleri Akçakoca pazarına götürür orada satar,kadınlar ev ekonomisine katkı sağlarlar.Artık günümüzde fındığın para etmemesi insanları başka işlere meşguliyetine zorluyor,,yalnız sağman inekler vardır,elde edilen sütler pazara götürülüp satılmaktadır., tavuk kümesleri olmasına rağmen kümes hayvancılık da yok olmaya yüz tutmuştur..Köyün erkekleri sanayi bölgelerine çalışmaya giderler,nakliyatçılıkla uğraşanlar vardır,artık köylü son zamanlarda endüstri kollarına yönlenmiştir,,köyde hiçbir sanayi kuruluşu yoktur. Akçakocada eskiden köyde armut,ceviz,kestane,dut,incir,dağ çileği başta Zonguldak,İstanbul’a takalarla sevki yapılıyordu.Ayrıca kesif ormancılığı vardı bunlarda aynı şekilde sevkıyatı yapılıyordu,fındık bahçesinin gelişmesi buraya ayrı bir önem kazandırmıştır şimdilerde fındık tarımı ile geçinmektedir.köyün başlıca geçim kaynağı fındıkçılık,seracılık ,tavukçuluk az miktarda da yeni oluşmakta olan kivi üretimi dir. Su hızarları yok olmuştur,manda malak ta yok olmuştur köyde 4 kişide tavuk kümesi vardır 20 kişi arıcılıkla uğraşmaktadır kivi yetiştiriciliğide 8 kişi uğraşmaktadır,ilk fındığı da Mustafa Çelik ekmiştir İlçemizde tarımsal üretim içerisinde bitkisel üretim, özellikle fındık üretimi ağırlıklı yer tutmaktadır. Fındık üretimi dışında kasaplık tavuk üretimi, büyükbaş hayvan üretimi,, arıcılık,  mantar üretimi önemli tarımsal faaliyetler arasındadır.Akçakocada  1930 yıllarda ekonomi denize bağlı idi,bunun yanı sıra reçberlik,odunculuk,kerestecilik ön safhada yer alırdı,şehirlinin tümü denizci idi,gemi tüccarı,gemici,tekne sahibi,balıkçı,yada yükleme ve boşaltma amelesi idiler.Akkaya,Aftunağzı,Beyhanlı,Döngelli,Çuhalı,Kızlarağası,Değirmenağzı,Taşman Deresi,Karaburun,Melenağzı iskeleleri vardı,buralardan ticaret sağlanırdı.Ayrıca ilçede 4750 büyükbaş hayvan vardı ama son yıllarda azalma kaydedilmiştir,kümes hayvancılığı da son yıllarda azalma görülmüştür 190 adet kümes vardı,beyaz et üretimi 25.000 tonu geçmekte idi.2000 civarında fenni kovan vardır Maden direkleri dışında ,Bolu Adapazarı’nda ,Düzcede yetişen buğday,kavun,karpuz gibi toprak ürünleri manda ve öküz arabalarıyla deniz sahiline getirilir buradan da deniz yoluyla gelen gaz,ve tekel maddeleri aynı arabalarla taşınırdı,sahilde bulunan depolarda bu mallar stoklanır dı zaman içerisinde tuz ve benzeri şeyler şehir ve kasabalara sevkiyatı yapılırdı,ayrıca deniz yoluylada sandallarla başka şehirlere sevkiyatı yapılmakta idi.

 

GEMİ YAPIMINDA KULLANILAN KERESTELERİN SU HIZARLARI İLE KESİLMESİ

Su hızarı su değirmenlerinde olduğu gibi olasılıkla suyun hareket gücünden faydalanarak yapılan ve dairesel hareketin doğrusal harekete çevrilerek odun ve kereste üretimini sağlayan ağaç testereleridir.Aftuni ( Altunçay,Dereköy,Subaşı ) bölgesinde 25 adet su hızarı vardır Arabacı köyünde18 adet su hızarı vardır. Bunlar şu anda teknolojiye yenik düşmüştür kullanılmaktadır

 

FINDIKÇILIK

Hemen hemen herkes fındıkçılıkla uğraşmaktadır.Devlet orman arazilerini açıp buralara,memleketten 1900 yılında Trabzon’dan gelen Bostancı hacı Ahmet efendi Akçakoca’ya fındığı getirir Osmaniye mahallesine fındığı ekmiştir,yine Mehmet Arifin getirttiği fındığı ekerler daha sonra Batum göçmeni olan zücaciyelik yapan Mustafa efendi Doğu Karadeniz sahillerinden aldığı fındık fidelerini Ereğli ve Akçakoca da satarmış.Bir gün Giresun’a uğrar o zamanın belediye başkanı limanda fındık fidesi dağıtıyormuş,Mustafa bey bunları alır gemi kaptanına da söyler,gemi kaptanı fideleri fıçılara koyarak Ereğli Akçakoca ya getirir,diğer rivayete göre de Yenice köyün kurucusu Kibaroğlu Hurşit,Kırıkoğlu Tahir,Keleşoğlu İbrahim,Alioğlu Tufan Tefik ilk fındık fidelerini ekmişlerdir.Bunların getirdiği fındık dallarından sopa ile dövülürmüş dalları çok büyükmüş,daha sonra Mehmet Arif kaliteli fındık fidelerini götürür,millete bunları tercih eder millet bu fındık fidelerini dikerler.1922 yılında 4000 fidan mevcuttu fındık sevkiyatı artınca millet fındık ekmeye başlar,fındık bahçelerde elle toplanır,çeşitli evrelerden geçtikten sonra yere sofralar kurulur altına büyük bezler serilirdi, sofra etrafına toplanan kişiler fındığı kırardı,bazıları da fındığı kabuğundan ayıklıyordu çok çetin olan bu sistem yerini 1930 yılında merkezde Kapkirli’de elle çalışan değirmen gücü ile çalışıyordu ve fındık böyle kırılıyordu,Sarı Hafızların Halit Arıkan bu değirmeni kurmuştu ,daha sonra Trabzonlu Abdulrezzak efendi elle kırma fabrikası kurar,daha sonra Küçükömerle’in Ömer Aydın 1932 yılında  şimdiki Özyuvam’ın olduğu yere ahşap bina içinde makaralarla çalışan fındık kırma makinesini kurar,1942 yılında da Diyarbakırlı lakaplı Cemil bey Osmaniye de bir değirmen kurar ama bu değirmen dizel motoru ile çalışmakta idi,yine bu sırada mebus Vahit Yöntem Osmaniye de deniz kenarında modern bir fabrika kurar1946 yılında,1947 yılında da Arabacı köyünde Hocaoğlu Mehmet dizel motoru ile çalışan bir fındık kırma fabrikasını kurar.Edilli köyünden olan Hüseyin Horoz da dizel motorun masrafını azaltmak için Değirmenağzı mevkiinde su gücü ile çalışan fındık kırma fabrikasını kurar,düşük alternör ilavesi ile akü şarj girişimi ile iyi bir fabrika idi ve en son 1954 yılında Orhan derenin denize döküldüğü yerde fiskobirlik adına modern bir fabrika açılır,bu fabrika 2008 yılında tamamen yıkılır bunun yerine Sapak mevkiinde çok modern fabrika açılır üretimine devam etmektedir.İlk fındık yağını Kalfanın Bekir Üstünel yapmıştır,fındık eskiden tımar,çapalama,tırpan yapma,toplama,öküz arabalarla taşıma,sopalarla dövme,elle ayıklama,sık tellerden yapılmış bir aletle incesini kalınını tozunu ayıklama evrelerden geçerdi,ama şimdi toplama,ilaçlama,gübreleme,motorla tırpan yapmak,ayıklamayı patoz makineleri ile yapmak maliyeti yükseltiyor,Fisko’da fındık taban fiyatını da düşük tutunca halk artık fındıkçılık’a iyi bakmıyor.Fındık şubat mart ayında ekilir 2-3 yıl yetişmesi sürüyor,4-4 6-6 ara ile 6-8 fidan 60- ocak kuyular açılarak dikilir ilk önce köye fındığı Mustafa Çelik ekmiştir.En iyi fındık türleri şunlardır: Çakıldak,Kargalak,Kan,İncekara,Kuş,Tombul,Paloz,Foşa,Kalınkara,Uzunmusa,Mincane,Cavcana,Badem,Yağlı fındık,Kara fındık,( yağlı fındığa benzer kabuğu siyah ve serttir)Sarı fındık (yuvarlak kabuğu ince verimi fazla),Yomra(yuvarlak vermi fazla),Sivri( ince uzun bademe benzer),Dilovası,ve Mehmet Arif fındığı ( yağlı  kabuğu ince verimi fazladır). Deli sava(Fındığın içini iyi doldurmaz)

HAYVANCILK

Az sayıda Sığır,Tavuk,,Arıcılık yapılmaktadır,her evde hemen hemen sağman inek mevcuttur,süt besiciliği yoktur süt mandıra üretim tesisleri yoktur,köylü kendi süt mamüllerini kendisi yapardı ama maalesef büyükbaş hayvan yetiştiriciliğinde düşüş yaşanmıştır.Köyde iki kümes vardır,köyde arıcılık son zamanlarda ileri derecede artmıştır,hatta arıcılığı bu köye ilk Ahmet Cesur tarafından köylülere  1971 yılında kurs verilerek bu arıcılığın burada artmasına öncülük yapmıştır,fındıkçılıktan sonra arıcılık son derece önemlidir.

ORMANCILIK

Çam,Kayın,Meşe,Kestane,Gürgen,İhlamur,Kavak,Çinar,Defne,Kocayemiş,Muşmula,Ayı üzümleri,Orman gülleri,Yer gülü,Erica ağaçları,Erelti otu,Çoban püskülü diye orman ürünleri var .Eskiden devlet orman arazisini talan edip fındık ekimi yapılmıştır,Akağaç,Sedir,Mazı,Ihlamur,Okaliptüs ardıç ,Servi ağaçları dikilmiştir

 

AVCILIK

Bölgede göçmen kuşlara daha çok raslanmaktadır,Sarıkuş,Çulluk,Bıldıcın,Ördek,Üveyikördek,Kaz,Kuğu,Tarakçın,Karakçun,Sığırcık,Bozbakal,Karabakal bulunur.Son zamanlarda,gerek ilaçlama gerek yanlış avlanma neticesinde çok azalma olmuştur .Ördek,Çulluk avı çok meşhurdur.Çevredeki daimi kuşlar Kestane Kargası,Çulluk,Ördek,Üveyik,Sığırcıktır.Tavşan,Çakal,Tilki,Domuz, Ayı,Su samuru,Kunduz,Geyik,Karaca vardı ne yazık ki bunlara da az rastlanmaktadır.Domuz avı devamlı yapılmaktadır.Köydeki devamlı hayvanlar Domuz,Ayı,Kurt,Tilki,Çakal dır.

 

 

KÜLTÜR

Köyde kültür Osmanlı manav türklerinin kültürü hakimdir.fırında yapılan mancarlı pidesi meşhurdur,köydeki kadınlar fırınların başlarında bir arada olarak mancarlı pide yaparlar. Akçakocada mancarlı pidenin meşhur oluşu buradan kaynaklanır.Köyde kültür Hıdrellez ve aşure günlerinde köyde aileler kendi aralarında toplanarak okulun bahçesinde büyük kazanlarda keşkek çorbası (yakalşık20 çeşit bakliyattan oluşan çorba)pişirirler yer sofralarında herkese ikram ederler buda bizin köyümüzün unutulmaz biryanıdır. Düğünlerde Alaplı çiftelerlisi,misket,kasap havası oynanır ama bu kültür son zamanlarda yozlaşmıştır,Doğu Karadeniz üç ayak oyun kültürü girmiştir öz kültürel değerler yozlaşmış Manav Türkleri kültürüne sahiptir düğünlerde Alaplı çiftelerlisi,misket,kasap havası oynanır ama bu kültür son zamanlarda yozlaşmıştır,Doğu Karadeniz üç ayak oyun kültürü girmiştir öz kültürel değerler yozlaşmıştır Halil İbrahim Yavuz'a ait yüksek lisans tezinden alınmıştır:
Osmanlı Devleti’nin kurulduğu bölge olan Taraklı-Göynük ve çevresi, kültürel miras yönünden çok zengindir. Bu bölgenin
insanları, Osmanlı’nın kültür varlıklarını bugüne kadar koruyup yaşatabilmişlerdir. Bununla beraber kökü Eski Türk İnançlarına dayanan ve İslâm’la çatışmayan örf, âdet, gelenek ve göreneklerini yaşatmakta mahir davranmışlardır. Bayramlar, doğum, düğün, ölüm âdetleri gibi kültür unsurları, geçmiştekine benzer bir şekilde devam etmektedir. Taraklı, Göynük ve köylerinde yaşayan insanlara verilen ad olan Manav kelimesini ve Manavları kısaca açıklayalım. Manav bir yere sonradan gelenleri, yerleşik olanlardan ayırt etmek için kullanılan ve önceden yerleşmiş olan yerlileri ifade eden yöresel bir mefhumdur. Kırsal bölgelerde yaşayan Manavlar, genelde epey çekingen, uysal, mülayim ve başkası tarafından söylenenlere fazlı karşı çıkmayan sosyal uyumu ağır basan insanlardır. Kendi ifadelerine göre, “yedi kez düşünmeden adım atmayan, yavaş davranan, gereksiz tartışmalara girmeyen” temkinli bir insan portresi çizmektedirler [İşsever, 1994: 23-31].
Manavlar, Osmanlı Devletinin kurulduğu bölge sayılan Aşağı Sakarya, Batı Anadolu’da Bursa çevresi, Batı Karadeniz de Kastamonu ve çevresine
yaşamaktadırlar. Özellikle Aşağı Sakarya kesiminin Taraklı, Geyve, Pamukova çevresinde yoğun olarak yerleşmişlerdir. Buralarda kendilerine has yaşam süren manavlar örf ve adetlerini devam ettirmektedirler. Manav köylerinde eski Türk kültürüne ait izler çoktur. Bu bölgelerin hala tarım ve hayvancılıkla uğraşmasından, Bayat, Emirler, Demirler, Yahyalı, Akpınar gibi Türkmen boy ve oymaklarının isimlerini taşımasına barındırdıkları maddî ve manevî kültür kadar pek çok örnek verilebilir. Manavlar Türkmen gruplarında olup çok eskiden beri köy hayatına hatta şehir hayatına geçmiş yerlilerdir. Buna göre manav adının etnik bir manası yoktur, manavlardan Oğuz Türklerinden gelmektedirler [Yaşa, 1999: 293]. Sakaya ve çevresindeki manavlar, bu bölgenin 1290’larda Osman Gazi tarafından fethedilmesiyle buralara yerleşmişlerdir. İlk Türk yurdu olan bu bölgenin yerli Türklerine hep “manav” denilmektedir ve bu bölgede manav, “yerli Türk” manasında kullanılmaktadır [Yaşa, 1999: 288].
Manav sözcüğünün; Türkistan’daki Kazak-Kırgız ve Sibirya’daki Yakut Türklerinde kullanılan koruyucu soylu kişi ve boy beyi manasına gelen “manap” ve “manag”dan geldiği tahmin edilmektedir. Eski Türklerde “v” sesi olmadığı için “manap”taki “p” ve “manag” daki “g” sesleri yumuşayıp “manav” kelimesini oluşturmuşlardır [Yaşa, 1999: 289].
Çağatay Türklerinde “asilzade” manasına gelen manap, Kırgız Türkçesi’nde ağa, bey
anlamında kullanılmaktadır. Türkçe dışında dil bilmeyen topluluk üyelerine yerli Türk anlamında manav denilmektedir [Aktaş,2002: 10]. Batı Anadolu’ya ve Taraklı’ya Türklerin ilk yerleşimi 1291’den hemen sonradır. Yıldırım Bayazıt döneminde İstanbul Sirkeci’de kurulan Türk mahallesinin halkı Taraklı ve Göynük’ten götürülmüş manavlardır [Aktaş, 2002:12]. Taraklı ve Göynük köylerinde yaptığımız araştırmalar neticesinde İslâmlaştırılmış olmakla beraber bir çok eski Türk inancının izlerini görmek mümkündür. Konuşma dilindeki ortak birçok kelime davranışlardaki, giyinişlerdeki bir çok benzerlik manavların oğuz Türklerinden olduğunun işaretleridir. Yerli Türk sanılan manavlar daha Osmanlı devleti kurulmadan bu bölgelere yerleştirilmişlerdir. Taraklı ve Göynük, Manav denilen yerli halkın kendi kültür ve geleneklerine bağlı olarak yaşadığı göçmen bulunmadığı Sakarya İli açısından istisnaî bir bölgedir. Manav kültürünün korunduğu ve yaşatıldığı bu bölgenin dilleri, beslenme, giyim, kuşam, müzik ve eğlence biçimi tamamen kendi örf ve âdetlerine uygun olarak devam etmektedir [Sakarya Valiliği; t.y.: 130]. Dikkatle incelenir ve araştırılırsa, yöreye mahsus örf ve âdetlerin perde arkasında da Eski Türk İnançlarının gizli olduğu görülebilir. (04.02.2007 13:51) Manav Türkleri Anadolu ya 11.y.yılda gelmiş ve yerleşmiş yerleşik Türklerdir.Manavlar ilk geldiklerinde göçebe olarak yaşıyordu.Yani önceki adı Yörük idi.Bu özelliğini kaybetmemiş Türkler şu an Ege bölgesinde ve Akdeniz bölgesinde mevcuttur. Hiç bozulmamış Manav bölgeleri;  Akçakoca,Göynük, Mudurnu, Geyve, Taraklı,Zonguldak (tamamı) ,Yığılca, Bilecik  dır.Ancak 1980 den sonra hızlanan doğudan batıya göç hareketleri başta Akçakoca olmak üzere diğer bölgelerimizi de tehdit.etmektedir.İzmit,İzmir,İstanbul,Bursa,Muğla,Antalya,Düzce gibi şehirlerimiz önceleri sade manav kültürüne sahip idi.Ancak bu göçler sebebiyle kültürü yavaş yavaş yozlaştı ve hala yozlaşmaya devam ediyor.Bu sorunu benden başka gören yada sorun olduğunu kabul eden var mı acaba merak ediyorum. Ancak ben bir yerli Türk olarak bu durumdan çok rahatsızım. Akçakoca lı manavların bir kısmı (Altunçay köyü, Çayağzı köyü) oğuzların Bozok koluna mensup Günhan aşiretindendir.Bu köyler 1234 (1.Alaeddin keykubat zamanında) kurulmuştur.Diğer manav köyleri ise Balatlı köyü bayat boyundan,Kınık köyü Kınık boyundan,Beyveren köyü de Oğuz boylarından biridir.Bu beş köy Akçakoca nın en eski köyleridir.Hatta Bolu,Sakarya,Akçakoca,Yığılca,Düzce,Ereğli Bizans ın elinde iken kurulmuştu http://www.sosyalsiyaset.com/documents/tarakli.htm Türkiye tarihi, 11 yy. Oğuz ve Türkmen denilen Türk ırkının en kalabalık bir kolunun Anadolu kapısını açarak kendine vatan yapmasıyla başlar. Tarihinin en büyük dönüm noktalarından biri olan 26 Ağustos 1071 Malazgirt Zaferi ile Bizans mukavemeti kırılınca artık Türkler karşısında bir ordu kalmayınca, Türkmenler Anadolu’ya yayılmaya ve yurt kurmaya başlamışlardır.Osman Turan, Malazgirt zaferinin “cihanşümul” bir mana taşıdığı ve tarihte bir dönüm noktası olduğunu ileri sürer. Malazgirt Zaferinin İslam ve Hıristiyan dünyalarının kaderine etki eden öneminden sonra, ilk büyük neticesinin “Anadolu Fethi ve Türkleşmesi” olduğuna dikkat çeker. Şu ifadeler oldukça önemlidir. İslam’ın ilk fetihleriyle sadece kanatları koparılan fakat 10. asırda tekrar kanatlanıp taarruza geçen Bizans, Anadolu fethi ile bel kemiğini kaybederek artık tedrici bir ölüme mahkum edilmiş oldu. Nitekim Malazgirt’ten sonra Bizans’ın mukavemeti kalmadığı için, Türkler birkaç yıl zarfında çadırlarını, Boğazlar, Marmara ve Adalar Denizi Ege sahillerinde dikmeğe başladılar.Türklerin Anadolu’ya yöneldiği 11.yy. başlarında, Bizans hem siyasi hem askeri, hem de sosyal ve ekonomik vaziyeti bakımından içi boşalmış, kof bir cüsse görünümündeydi. Türkler Anadolu’ya henüz yerleşmekteyken, Haçlı seferlerinin açtığı yeni bir mücadele evresiyle Anadolu’nun Türkleşmesinin bir asır kadar durakladığından, Orta Anadolu’ya çekilen Türklerin, bir taraftan da burada teşekkül eden öteki Türk devletleriyle cereyan eden kavgalarından ve bunların buhranları artırdığından söz eder. Vaziyetten faydalanan Bizanslılar sahilleri işgal ile Anadolu’yu geri alma ümitleri beslemektedir. Bizans’ın bu ümitleri bir asır sürmüştür. Nihayet Anadolu’da bir Türk birliğinin kuruluşu ve bu vatanın ikinci kuruluşu 2. Kılıçaslan, Manuel Kommenos’a karşı kazandığı Kumdanlı Zaferi (1176) Bizanssın Anadolu’ya Kurtarma ümit ve teşebbüslerine ebediyen son vermiştir ve Malazgirt’ten sonra bu ikinci zafer sayesinde bu memleket artık kat’i şekilde “Türk Vatanı” olmuştur.Anadolu’ya 1071 tarihinden önce de bir Türk yurdudur. Daha 410 yıllarında Hun İmparatoru Atilla’nın amcası Rua İstanbul’a yaklaşmış ve Atilla’nın (441-442) Balkan seferi İstanbul’u tehlikeye düşürmüştür. Bu tarihten sonra 616 yılında yine bir Türk boyu olan Avarlar, İstanbul üzerine gelmişlerdir.Daha Roma ve Bizans dönemlerinde Peçenek, Kuman-Kıpçak gibi Hıristiyan Türk boyları Bartın’dan başlayarak Kuzey Karadeniz sahili Doğu ve orta Anadolu’nun bazı bölgelerine yerleşmiştir. Çeşitli Türk kavimleri Anadolu’nun çeşitli yörelerinde yurt tutmuşlardır.XI. yüzyılın sonlarına doğru çalışma yaptığımız bölgede Selçuklular tarafında zapt olunmuş, İznik ‘i kendine başkent yapan Süleyman Şah bu bölgeyi topraklarına katmıştır. Ardından 1097 I. Haçlı seferinde Bizans İmparatoru Alexios Kommenes tarafından kuşatılan bölge, 1204-1207 yılları arasında Bizans’ta Latin İmparatorluğu kurulunca Latinlerin işgali altında kalmış. İznik Osmanlı Hükümdarı tarafından geri alınmıştır. İzmit Osmanlı padişahı Orhan gazi zamanında, Akçakoca’nın da içerisinde bulunduğu bir komuta heyeti tarafından kuşatılarak zapt edilmiştir. Daha sonra Bizanslılar tarafından şehir tekrar kuşatılmış ve bu kuşatmadan bir sonuç alamamışlardır. Timur’un Anadolu’ya istilası sırasında kuvvetlerinden bir kısmı İzmit’i yağmalamıştır. 1337 yılında fethedilen İzmit bu tarihten sonra devamlı olarak Türk hakimiyetinde kalmıştır.“Türkleşme” her yerde hemen hemen aynı yoğunlukta olmamıştır. Genellikle sınırdaki olayları ele alan vakayı namelerden de anlaşıldığı gibi siyasal yönden batı ve kuzeyde Bizans ile güneyde Ermenistan ile Türk toprakları arasındaki sınırlarda toplanmış olduğu bilinmektedir. Bizanslı yazarlar bazı yerlerden Türkçe adlarıyla söz ederler. Bunda da, bu yerlerin eski adlarını bilen kimselerin bile artık kalmadığını anlıyoruz. Y.Öztuna’ ya göre, 1058 yılında Avrupa’da artık Anadolu’ya, Türkiye yeni Türk ülkesi denmeye başlamıştır. Süleyman şah kapı dağı yarımadasını almış ve Çanakkale boğazını da 1339 yılında Avrupa yakasına geçilmiştir. Artık İstanbul ve Balkanların yolu Türklere açılmıştır.E. Güngör ise, bugün Türkiye’de yaşayan Türklerin atalarının büyük Selçuklu imparatorluğunu kuran oğuz Türkleri olduğunu ve Müslüman olduktan sonra bunlara “Türkmen” adı verildiği üzerinde durur.D.Avaoğu, Türklerinin tarihinde Türkmen deyiminin ilk kez X. Yy. ikinci yarısında Maksidisi’ de geçtiğini zamanla oğuz adının Türkmen adına dönüştüğünün kanıtlarını sunar. “Türkmen” adının yaygınlık kazanmış olduğu belirtir. Oğuzların İslamlaşmasıyla Türkmen adının yaygınlık kazanmış olduğu üzerinde durur.Türkmen’e, Türk iman (İmanlı Türk) Türkmen ben türküm gibi anlamlar yakıştırılsa da, Jean Deny görüşüyle “men” kuvvet ekidir ve Türkmen “Türklerin türkü “Öztürk” anlamına gelir.XI. yy. da Anadolu’ya gelen Türk boylarının konar göçer olduklarını Türkmen adının Anadolu’da konar göçerlikle eş anlamlı olduğunu, daha sonra konar göçerliği bırakarak yerleşik hayata geç tiklerini ve Anadolu’ya yurt edindiklerini biliyoruz.Türkmenlere bir müddet sonra Türkmen denilmeyerek, yerli veya manav denilmiştir. Türkmenlerin konar göçer halde hayatlarını sürdürenlerine ise, bu özelliklerinden dolayı (Yörük) adı verilmektedir. Konar göçerliğin özünde hayvancılık var, yeni otlaklıklar aramak var. Kısaca; yürümek var. Bu hayat tarzı da yürüyen Türk anlamında “YÖRÜK”Ü oluşturmuştur.Yörük’le Türkmen’in aynı etnik zümreye ait olan iki kelime olduğunu rahatça söyleyebiliriz. Anamur’da Yörüklere “yaylacı” yerleşik halka yaycı denildiğini Karadeniz’de bil hassa Giresun’da bu kavramları Çepni bir oğuz boyunun da adıdır ve ekinci kelimelerinin karşıladığını belirtmekte Anadolu’nun muhtelit yerlerinde Türkmen Yörük göçer kelimelerine karşılıktır.Peter Alford Andrews Türkiye’de etnik gruplar adlı kitabında Türklerin kendi etnik gruplarının pekala farkında olduklarını bu grupların nerede bulunduklarını tam olarak söyleyebileceklerini kendilerine Türkmen yerine yerli Yörük yerine manav tanımlaması getirdiklerini, bu iki sözcüğü de “doğma büyüme buralı” anlamını çağrıştırdığını, bu terimlerin şehirden çok köyde kullanıldığını aktarmaktadır.Adapazarı, Bilecik, Balıkesir, Bursa, Çanakkale, Kastamonu, Kocaeli, Eskişehir, Afyon ve Zonguldak da yoğun olarak yaşayan Türkmenlere yerli veya manav denilmektedir.“Manav” kavramı farklı kaynaklar şu şekilde tanımlanmaktadır.Meyve sebze satılan dükkan, bu dükkanda meyve ve sebze satan kişi.Genel manada Anadolu Türkü, Öztürk, Sadık Osmanlı Tebası. Balıkesir Bandırma ilçesinde de, “manav” adı verilen uzun süredir yerleşik olan ve tarımla uğraşan yerli toplumlar vardır.İzmit sancağının yerli ahalisi, eski Türk boy ve oymaklarına mensup Türk göçebeleri zamanla göçebeliği terk edip iskan edilince manav adı verilmiştir.

Yerli Türkmen, gibi yorumlamalar yapılmıştır.Genel adı Türk olan bu insanlara yöresel adlandırmaları ile yerli, manav, pallık (Artvin’in bazı bölgelerinde ), dadaş (Erzurum’da) efe (Ege), Zonguldak Bartın’da kıvırcık Toroslar da alevi Türkmenlere tahtacı, Balıkesir’deki alevi Türkmenlerine çetmi denildiğini biliyoruz.Kültürün kimlik tanımını etkileyen bir öğedir düşüncesinden yola çıkarak sözlü kaynaklara başvurulduğunda;

Söz konusu Oğuzların kayı boyu olan bu Türkmenlere “Size niçin manav deniliyor? Manav adının nereden geldiğini?” sorduğumuzda, aldığımız cevapların bazıları şunlardır:Yerli Türk.

Yörükler yürümeyi ve hayvancılığın yanında tarımla da uğraşmaya başladığı ve de yerleşik hayata geçtiği için “manav” denildi.Orta Asya’dan Batı Anadolu’ya gelen Türkmenlere verilen ad.Türk oturursa manav, gezerse Yörük olarak tanımlanır.Manav; toprağa ektiği keteni yetiştirip, olgunlaşan bu bitkiyi işlemeye başlayarak, tohumundan yağını, liflerinden de eğirip, büzerek giyeceklerini dokuduğu insanlardır. Hatta ketenin liflerini tabi boyalarla boyayarak en güzel kumaşları dokurlar. Buğdayını arpasını kendi yetiştirir. Yemeklik yağını ketenden kendi çıkarır. Sebzesini de bostan dediği avlu ile çevrili sulu tarlasından, bahçesinden yetiştirir. Kısaca; her ihtiyacını kendi kendine karşılayan kimseye muhtaç olmayan insanlardır.

Özelilikle Batı Anadolu’da yaşayan bu Türkmenistan türkü insanlar, sosyolojik açıdan değişime açık, bağnazlıktan uzak, üretken, barışçı, ihtirasları ölçülü, farklı kültüre sahip insanlarla da birlikte yaşama iradesi olan ve de devlete saygılı insan gruplarıdır manavlar.

Osmanlı Devletini kuran bu insanlar, devlet kurulduktan sonra da Türkmenistan’dan ağırlıklı göçle beslenerek Kocaeli, Bolu, Yalova, Bursa, Bilecik, Sakarya, Afyon, Eskişehir, Zonguldak ve de Balıkesir’in bir kısmında yaşadılar. Gerek Osmanlı gerekse de Türkiye Cumhuriyeti döneminde, devlete sadakatlikleri ve başkalarının haklarına saygı duymaları ile tanınırlar.Bu Türkmen topluluğuna “manav” denilmesinin esas tarihi gerçeği şudur;

Osmanlı Devleti kurulduktan sonra, her Türkmen boyu çıkardığı ve ürettiği ne varsa, yılda bir kere hiçbir karşılık beklemeden Osmanlı Sarayına gönderirdi.Bolu kabak, Afyon ve Eskişehir bulgur ve tarhana, Adapazarı ve İznik civarında sebze, İzmit Tavşancıl’dan üzüm saraya gönderilirdi.Bolu, Bursa, Kocaeli, Yalova, Eskişehir, Afyon, Yalova, Zonguldak ve Balıkesir bölgelerinden sadece hububat, meyve ve sebze gitmezdi, saraya koyun, kuzu, keçi, oğlak yağ ve kavurmada gönderilirdi.İşte; Osmanlının bu sadık tebası olan manav, bazı yerde de Yörük diye adlandırılan bu insanlara, bulundukları yerlerdeki azınlıklar (Ermeni-Rum). “Yahu, siz Osmanlıyı besliyorsunuz. Karşılıksız her şeyi saraya gönderiyorsunuz, siz Osmanlının manavı mısınız?” derlerdi. Bu devlete sadık insanlarda “Evet, biz Osmanlı’nın manavıyız. Osmanlının manavı olmakla da gurur duyarız. Devletimize yardım etmeyi de bir şeref biliriz” derlerdi.

İşte, o gündür, bu gündür azınlıkların hazımsızlıkla, kıskançla söyledikleri bir addır Manav tanımlaması. Osmanlının Sadık tebası, Özbe Öz Türk. Türkmen - Yörük kül türünün has insanlarıdır manavlar.Yine sözlü kaynaklardan halk arasındaki tanımlamalarla, manavların kişiliklerine ait bazı tespitler.Manav ve macıra senet gerekmez Manavın sözü senettir. Devlete, nizama son derece bağlı ve itaatkârdır. Hırsızlık yapmazlar. Herkesin mahsulü harmandadır. Kız kaçıranlar, kavgalı olanlar köyde barınabilirler ama hırsızlık yapanlar asla barınamazlar.

Bir Karadeniz göçmeninden derlenen tanımlama; manavın sessizine aldanma.

Manav uysaldır. Sessiz sakin insanlardır. Ama manavın damarı kabardı mı yanına gitme, Ayranlığı değişilmeye görsün.Manavlar birbirini tutmazlar, ama ayrıda yaşamazlar

Manavlar temiz kalpli, saf insanlardır.Yusuf Çam Milli Mücadelede İzmit Sancağı adlı eserinde Milli Mücadelenin başlangıç döneminde İzmit Sancağında yaşayanların %70 Müslüman %30 kadarı çoğu Hıristiyan olmak üzere azınlıklardan oluştuğunu ve bölgenin sosyal yapısını üç büyük sosyal bütünlük halinde görmek gerektiğini öne sürer.

Hıristiyan Azınlıklar ( Ermeniler, Rumlar, Yahudiler )1830 yılından itibaren bölgeye yerleşen (Muhacirler, Balkan ve Kafkasya)Bölgenin yerli (otoktan) halkı bu son boşluğu açarsak; bölgenin yerli halkı manavlardır (yani Türkmenlerdir) demektedir.Kültür, bir toplumun hayat biçimidir. İnsanoğlunun öğrendiği bilgi, sanat, gelenek – görenek ve benzeri yetenek, beceri ve alışkanlıkları içine alan karmaşık bir bütündür.Türk tipinin bulunduğu coğrafi bölgeye göre etkilenen ve karışarak değişik özellik kazanan bir ırk olduğu dile getirilmektedir. Özellikle Marmara Bölgesinde yaşayan kişiler Manav olduklarını söylemektedirler. Manav Türkmen kültürünü anlayabilmek için, Manavlar hakkında etnografik bilgilere ihtiyaç vardır. Örneğin keten el dokumacılığı manavlarla bütünleşmiştir. Çiftçi ailesinin boş zamanlarında tarımdan arta kalan günlerde uğraştığı, hem kendi ihtiyacını karşıladığı hem de fazlasını satın para kazandığı veya yöresindeki hammaddeden ve boş duran iş gücünü değerlendirdiği yardımcı bir el sanatı durumundadır. Ekilip dokuma durumuna gelinceye kadar, havuzlama, kurutma, kırma, tarama, yumuşatma, eğirme, ağartma, çözgü hazırlama aşamalarından geçen keten; dokunup çarşaf, yaygı, yorgan yüzü, yastık kılıfı, elbiselik, yolluk, çuval olarak Manavların ihtiyaçlarını görmektedir.Geleneksel giyimin parçaları olan uçkur, önlük, yağlık, çevre keten bezinden yapılır. Şalvar ve sırta giyilen içlik saya mintan, hırka ise zaten ketenden diğer bir adıyla kandıra bezindendir.Manavlar ketenin çöpünü bile ziyan etmez. Bu bir mübalağa değildir. Ketenin çöpünden yatak, minder yapar, keten tohumunun yağını yemeklik olarak kullanır ve kandilinde yakar.Şehre sadece tuz almaya, şeker almaya giderlerdi. Bazen de şeker ihtiyacını yaptıkları pekmezle karşılarlardı. (Dut, elma, pancar, armut ve şeker kamışı pekmezleri )Manavlar, bölgenin tarım ve hayvancılık özelliklerine uyum göstermiştir. Tahıl, keten, kenevir, meyve, sebze tarımı, bağcılık, son zamanlarda fındıkçılıkla uğraşmışlardır. Manavlarda özellikle Kandıra hayvancığının önemi büyüktür. Koyun, keçi, hindi, küçükbaş, sığır, dombay (manda) gibi büyükbaş hayvan yetiştiriciliği yapmaktadır.

Keş, yağ, peynir, yoğurt üretmişlerdir ki Kandıranın yoğurdu meşhurdur, bu üretimin bir kısmı aile içi tüketime tahsis edilmiş, bir kısmı satışa sunulmuştur.

 

Mimari : Manav köylerinde halk mimarisinin ilginç bir örneği ahşap yığma şeklinde olan çandı evler bulunmaktadır. Gerek Selçuklu, gerekse Osmanlı döneminin bu orijinal ahşap örnekleri günümüzde tek tük de olsa ulaşmıştır.Kandıra ve Kandıra’nın hemen yanı başında bulanan Taşköprü çevresinde yöresel adıyla, üç çandı camii kalmıştır. Tatar Ahmet, Karagüllü, ve Hatipler köyü civarıdır.

Kandıra, Kaynarca dolaylarındaki Çandı camilerinin çoğunda Orhan Gazi döneminde ait bulunduğu ve bu tür camilerin kesinlikle Akçakoca Bey’in fethettiği yerlerde yapılmış bulunduğu, Orta Asyadan gelen bu mimarinin anısına sadık olan Büyük Kahraman Akçakoca’nın isteğine bağlı olarak bu camilerin yaptırdığı kanısı öne sürülmektedir.

Çandı evler geleneksel Türk ailesinin yaşam şekline göre planlanmıştır. Evin tam ortasında ocaklı bir oda bulunmaktadır, Odanın etrafında onu çevreleyen bir dolaşma yer almaktadır. Evin girişindeki hayat denilen geniş alan bu dolaşmayla birbirine açılmaktadır.

Evler iki katlı olup alt katta ahır bulunmaktadır. Yaşam mahallinin ahırın üzerinde yer almasının amacı hayvanların ve nefeslerin oluşturduğu sıcaklığın üst katın ısınmasında katkı vermesidir. Aynı zamanda da mal canın yongasıdır. Hayvanlar ailenin gözü önündedir.

Çandı yapının en önemli özelliği çapındaki kütükler düzgün yontularak birbiri üzerine binen U kesitli boğazlarla kenetlenmektedir. Boğaz kısmından ağaçlar uzatılarak uçları aynı hizada düzgünce kesilmektedir. Kertilip birbirine geçirilen uzun kütüklerde çivi kullanılmamaktadır. Bu yapılar kültür özelliği olmasının yanı sıra birer sanat eseridir. Kışın sıcak, yazın serindir. Aynı zamanda depreme son derece dayanıklıdır.

Görüyoruz ki; Orta Asya’dan Anadolu’ya gelen Türkler manevi kültürlerinin yanında maddi kültürlerini de getirmişlerdir.

 

Manav Mutfağı;

Manav mutfağı karbonhidrat ağırlıklıdır diyebiliriz. Buğday başta olmak üzere tahıl maddeleri ana öğedir.Türklerde çok eski ve yaygın bir çeşit olan gözleme manavlarda da vazgeçilmezdir. Yine bu çeşide yakın bazlama ve cızlamayı sayabiliriz. Bazlama biraz kalındır. Ve ekmek işlevi görmektedir. Cızlama ise taşmış ve yumuşak hamurun daha ince pişirilmiş bir versiyonudur.Bu mutfağın en kendine has örneklerini vermek gerekirse, malay (mısır ve buğday unundandır, dartılı veya pekmezli yenir) mancarlı pide (bu genel bir başlıkla söylenirse ıspanaklı pidedir. Ispanakla sınırlanmaz. Pidenin içi gezecek otu, efelik, kaldirik otu, gışırık otu olur ama başlık aynıdır; mancarlı pide)

 

Dartı : Dartı başlı başına konudur. Bir imzadır bu mutfakta. Bekletilen sütün üstündeki kaymak, yoğurdun kaymağı toplanarak kaynatılır. Kaynatma süresi istenen kıvama göre değişmektedir. Çok kaynatılırsa yağı iyice ayrılır, az kaynatılırsa daha krema görünümünde olur. Bir iki maddede yapımını açıklayacağımız bu yiyecek kahvaltılarda baş tacı yemeklere çeşnidir.

 

Keşkek : Çok eski bir yemektir. Oğuz Türkmen boylarının vazgeçilmez yemeğidir. Buğdayın dövülmüşü kaynatılır içine et katılır. Üzerine mutlaka dartı koyulur.

Keşkek aslında düğün ve bayram yemeğidir. Eskiden bayramlarda asla es geçilmezdi.

 

Keş : Eski bir ağartıdır süt ürünüdür. Kesilmiş sütten yapılır. Kendi kendine toplanan süt bir tülbentle süzülür ve kurutulur. Kahvaltılık veya hamur işlerinde iç malzemesi olur.

İçecek olarak komposto ( hoşaf ) ve ayran sayabiliriz. Komposto için tercih edilen meyveler elma, armut, ayva, eriktir. Kurutulur, kurutma işlemi sonrası erik(kak) diğerleri (buruç) kıvamındadır artık..

Kışlık hazırlıklarda ise; pekmez, tarhana, salçalar, meyve kuruları ve kendi tuzlu suyunda uzun süre bekletilmiş sert peynirler yapılırdı. Bu kıvamdaki peynirler közde veya tavada kızartılıp tüketilir.

Çorbalarda kesin bir un malzemesi hakimiyeti vardır.

Kesme çorbası

Dımbıl çorbası

Umaç Çorbası

Erişte Çorbası

Tarhana Çorbası

Mancar Çorba ve yemekleri

Ana başlıklar halinde söylediğimiz manav mutfağı; her yöre mutfağında olduğu gibi yeniden keşfedilmeyi bekleyen lezzetlerin sahibidir.

Özellikle gözleme, cızlama ve bazlamaç çok özel yemeklerdir. Bugün bile gözleme deyince akla manavlar ve Yörükler gelir. Aynı kültürün insanları.

Sadece Batı Anadolu’da değil, Ege ve Akdeniz bölgesinde de, bu yerleşik veya kısmen Yörük olarak adlandırılan bu insanların en önemli yiyeceklerinin başında gözleme gelir.

Her evde kışlık tarhana, kuskus, buruç (elma, eriği armut vs.) vardır. Yazdan yapılmış peynirleri vardır. Kavurmalar pek çok aile tarafından toprak küplere yazdan basılır.

Pekmez (pancar, şekerkamışı, elma, armut vb. meyvelerden elde edilen tatlı) hemen hemen her evde bulunur. Enerji kaynağıdır. Kışın soğukta özellikle yenir.

Manav mutfağının en önemli yemeklerinden biri de “Malay” yemeğidir. Bazı yörelerde “kaçamak” diye de anılan bu yiyecek, yoğurt ve pekmezle iştahla tüketilir. Mısır malayı veya buğday malayı, her ikisi de bu yerli halkça çok sevilir.Mancarlı pide, manavlarda gözde yiyeceklerdir. Mancar (ıspanak, gazicek, efelik, gışırık, kaldirik, (çiçekli mancar) kabak urgan ucu, pazı vs.) bitkilerin ortak adıdır.Mancarlı olarak yapılan bu un mamulü pideler, dartı, sütçiği, peynir, keş gibi süt ürünleri ile de karıştırılır, desteklenirse mükemmel bir yiyecek ortaya çıkmış olur. Bozkurt Güvenç’in yaklaşımıyla dile getirecek olursak; bir manav ırkı belki yoktur ama görünen o ki bir MANAV kültürü vardır.

·         Sümeyye Köktürk yazıları

 

AKÇAKOCADA

 

Kız ve Erkeğin Tanışması :Akçakoca’da mısır bitkisinin fazla ekildiği, fındığı kozalarından ayırma makinelerinin daha ortaya çıkmadığı dönemlerde mısır soyma, fındık ayıklama imeceleri yapılırdı. Bu imecelere kız ve erkekler bir arada katılırlardı. Mısır çapalama, fındık toplama işleri de imece şeklinde yapılırdı. Akçakocalı kız ve erkek gençler birbirlerini bu imecelerde, kasabaya inme sırasında, dereye suya giderken, nişan, düğün gibi eğlencelerde tanırdı.Kız ve erkeğin ortaklaşa güvendikleri bir kadını aracı olarak kabul eder ve sevgi nişanelerini birbirlerine bu aracılar ile gönderildi. Bu günde buna benzer olaylara şahit olunmaktadır. Çoğu kez kız erkeğe, kendi işlediği bir mendili, oğlanda kıza gülyağı, şeker, lokum, küpe, yüzük gibi hediyelerde gönderirdi.

Sevdalık Günleri :Akçakoca gençleri arasında sevdalık günleri çok önemliydi. Sevenlerin arkadaşları vardır. Bu arkadaşlar erkek ise, hep seven erkeğin etrafındadır, arkadaşları için pervane olurlar, hep beraber gezerler. Başkaları seven erkekmiş izlenimi yaratırlar. Örneğin; Sevdiği kız salıncağa binerse, önce aşık olan silahını boşaltır. Bunun anlamı: Bu “Seni başkası severse onu öldürürüm” anlamına bir mesajdır. Ardından aşığın arkadaşları silahlarını boşaltırlar. Bunun da anlamı: “Bir arkadaşımızın arkasındayız” demektir Durum herkes tarafından anlaşılır, kimse kimsenin sahasına girmez. Erkek evlenme arzusunu ailesindeki kadınlara açar. Zaman içinde gelişen olaylar oğlanın anası tarafından babasına iletilir. Günler ve gecelerce ne olup olmayacağı, aileler arasında düşünülüp tartışılır. Sonunda kız tarafının kıramayacağı bir elçi bulunur. Elçi baba ve annenin ağzını arar. Olumlu yanıt alınca kızı istemek için girişimlerde bulunur.Toplum kız isteme konusunda çok duyarlıdır. İstenilen bir kızın verilmemesi ya da söz kesiminden sonra dönülmesi erkek tarafından hakaret kabul edilir. Bu tür olaylar genellikle kan davası gibi olaylara sonuçlanır.

Sıra Gözetme: Ablası bekar olan, evlenme çağındaki erkek bu kuralı bozup evlenebilir. Erkek toplunda kadından önce gelir. Erkek kardeşler arasında da sıra gözetilir. Miras taksiminde kızın payı erkeğe göre yok gibidir. (Bu gelenek Lazlarda daha çoktur.)Son zamanlarda Bölgede kızlar arasında sıra gözetme geleneği vardır. Büyük kız varken küçük kız evlenmesi ayıplandığı gibi baba buna kesinlikle karşı koyar herkes hakkını yavaş yavaş  alma yolunu tutmaya başladı.

Başlık Parası :Akçakoca ve köylerinde başlık parası vermek hemen hemen yok gibidir. Yalnız fakir ailelerde kızına çeyiz yapabilmek için bir miktar para ödenir. Başlık parası verme Laz ve Gürcü ailelerde, Rizeli  toplumlarda daha az uygulanır. Abazalarda başlık parası alınmaktadır.

Kız Kaçırma Olayları :Abazalarda düğün çok masraflı olduğu için, özellikle birbirini seven çiftler kaçarlar. Bu danışıklı döğüştür. Kız kaçırılmadan önce nüfus cüzdanı kaçırılır. Kızın yaşı on sekizden küçük ise kız kaçırılınca erkeğin akrabalarından birinin evinde saklanır. Daha sonra aileler arasında anlaşmaya gidilir. Kaçırılan kızın yanında kıza yakınlığı ile bilinen kızın arkadaşı ile kaçırılır. Bu kıza tasavize denir. Kız emin bir ailenin yanına misafir edilir. Düğün yapılıncaya kadar kız o evde kalır. O evde her akşam eğlence yapılır. Bunun adına taşamhara denir. Kız-erkek anlaşarak kaçmışlarsa iki tarafın aileleri bir müddet birbirleriyle görüşmez. Daha sonra aracılar yardımıyla taraflar barıştırılır. Ancak yıllar süren küskünlükler söz konusudur. Kız kaçırmada kızın rızası yoksa olay kan davasına kadar gidebilir.

Kız İsteme Geleneği :Ön hazırlıklar tamam olunca kız babasının sevdiği birisi erkek tarafı ile birlikte kız istemeye gider. Erkek tarafından ağzı laf yapan biri sözü açar.“Biz Allah’ın emri, Peygamberin kavli ile kızınız ...............’yı oğlumuz ..............’ya istemeğe geldik” der. Baba da;Allah yazdıysa olur. Amma bir düşünelim. Soracak adamlarımız var onlara soralım” der. Bu biraz naz etmek ve kendi akrabalarına paye çıkarmak için söylenmiş bir sözdür. Bir müddet biçilir. Bu arada istiyorlarsa, el altından erkek tarafını cesaretlendirecek haberler iletilir.Bu dönemde, kız ile erkek karşılaştıklarında kaş göz işaretleri ile birbirlerine cesaret verirler. Kız belli bir süre sonra istenir.

Söz Kesme ve Nişan Olayı :Eskiden erkek askere gitmeden nişanlanırdı. Nişanlık süresi, askerlik, para yokluğu ile ilgili olarak 2-3 hafta ile bir yıl arasında değişir. Yerli halk arasında beşik kertmesi kesinlikle yoktur. Göçmen köylerinde beşik kertmesine rastlandığı söylenmekte ise de tespit edemedim.Kız istemede erkek tarafından hediye olarak getirilen “kutu şekeri” ertesi gün iade edilmez açılırsa, kızı erkeğe verildiğine işarettir.Taraflar tarafından söz kesiminden sonra oğlan tarafından akrabaları kızın evine yüzük, kutu şekeri ile elbiseler, çorap ve terlik alıp giderler. Nişanda yüzükler takılır. Bazı köylerde nişanda erkeğin bulunmadığı, akrabası tarafından kızın parmağına yüzük takıldığı söylenmekte ise yerli köylerde böyle bir gelenek bulunmamaktadır.Bir süre sonra kız tarafı, yüzük, bir kat çamaşır, kaynanaya elbise alıp oğlan evine getirirler.

Çeyiz Geleneği
:Çeyiz olarak sandık, yatak, yorgan, yelek, şalvar, bakırdan mutfak eşyası, elde dokunmuş yer hasırı, hasır seccade, ottan duvar yastığı, kanaviçe işler ve örtüler vardır. Çeyizin miktarı ailenin mali durumu ile ilgilidir. Yerli halkta çeyiz eşyası, Doğu Karadeniz kökenli ailelerde olduğu kadar fazla olmakla beraber, kızlar mirasta erkek kadar hakka sahiptir.

Kına Gecesi :Düğün geleneğinin ilk kademesi kına gecesidir.Kına gecesi Çarşamba günü yapılır. Kına gecesi için erkek tarafı beraberlerinde taraftarları ile birlikte yanlarına kına alıp gelin evine gidilir. Dört kız çarşaf veya büyük bir yazmanın altına gelini alırlar. Bir kız gelinin eline tabaktan kına yakar. Elleri temiz beyaz bezlerle yumrukları bağlanır. Bir taraftan da maniler söylenir. Hem gelin ağlar, hem etrafındakiler. İzzet ve ikramdan sonra erkek tarafı evlerine gelir. Damadın evi önünde büyük bir ateş yakılır. Kız tarafı tavuk istemeğe gelir. Her evden birer tavuk alınır. Ateş yanınca baklavalar getirilir. İkramlar yapılır. Kız tarafı darıltılmadan uğurlanır.Kına gecesi bayramlık elbiselerini giyen genç kızlar çiftetelli, topal oyunu, orta oyunu gibi oyunlar yaşlı bir kadın denetiminde oynanır

Düğün Günü :Düğün genellikle nişandan en az bir yıl sonra yapılır. Bindallı ve benzer gelenekler yoktur. Eskiden gelin renkli ve temiz ipekli elbise damat ise don pantolon üzerine beyaz gömlek ve işlemeli yelek giyerdi. Güvey fakirse beyaz elbise ödünç alınırdı.Eskiden olduğu gibi gelin kayın baba ve yakın akraba arasına giderdi. Gelin evden çıkarken, kız kardeşlerden biri, yoksa akraba kızlardan biri çeyiz sandığı üzerine oturup sandık haracı isterdi. Ayrıca kapıdan çıkarken erkek kardeş, kapı haracı olarak bir miktar para talep eder.Köylerde, genellikle bir öküz arabası süslenirdi. Üstüne halı ve kilimlerle bir örtü yayılır. Araba çan ve zillerle bezenir, köylüler şık giysilerini giymiş, arabanın önündü, ardında, yanında yürüyerek giderlerdi. İkide birde araba durdurulur: Ala ala hay... diye bağırarak düğün evine varılır. Yolda devamlı halaylar çekilir. Kasap oyunu, Kastamonu zeybeği gibi oyunlar oynanır. Gelin alayı, çeşitli yollardan dolaşarak damat evine varırdı.Gelin alınmadan o köylülere veya mahalleliye pilavlık parası verilir. Gelin arabaya binmeden bolluk ve bereketli olsun diye ya damadın babası veya yakını bozuk paralar içinde şekerler, buğdaylar serper, çocuklarda bunları birbiri üzerine yığışarak kapış kapış toplardı.Köyden çıkıncaya kadar çeşitli yollardan dolaşarak damat evine varılır. Gelin arabadan inmez, bahşiş ister. Bir inek ya da tosun getirilir. Kulağı kesilerek işaret verilir. Kapı önünde kurulan bir masada kız tarafı tatlı, şeker, sigara, mermi gibi isteklerde bulunur. Bu istekler karşılanıncaya kadar gelin bekletilir. Bu durum bazen üç dört saat kadar sürer.Gelin eve girerken eğilip eşiği öper. Bolluk getirmesi düşünülerek mısır, buğday, şeker, bozuk para atılır. Akraba ve komşular başlarında birer tepsi baklava alarak erkek evine giderler. Tepsiler üst üste kümelenir.Erkeklerde evin önünde yakılan ateş etrafında oynarlar. Bu oyunlar kadın kıyafetine girmiş köçekler tarafından oynanır. Eğer aile varlıklı ise dört köçek, dört davul, dört zurna ve dört keman bulunur.Diğer köylerden geleneklerde kafileler halinde düğüne katılırlar. Kimileri koç, kimileri koyun getirir. Meydanda ikramlar yapılır.Yenip içilir. Sonunda köylüler misafirlerini evlerine götürürler.Hoca nikahı yapılır, bu adet yaygındır. Hoca nikahı yapılırken gelinin yanında dadı veya bibi (teyze, hala) denilen kadınlar bulunur.Gürcü köylerinde düğün gecesi, güveyin gerdeğe girmesi yasaktır. O akşam kızın akrabası olan kızlar sabaha kadar beklerler. Düğünün ertesi günü gerdeğe girilir. Düğün genellikle üç gün devam eder. Lazlar ve Hemşinlilerde de benzer gelenekler vardır.Diğer köylerde ise hoca nikahı kıyılır. Sonunda güveyi arkadaşlarının kolunda gelinin odasını getirilir. Arkasından yumruklanarak odaya itilir. Damat odaya girer. Hazır bulunan seccadede iki rekat namaz kılıp duasını yapar ve gelinle tanışmaya gider. Damat bu arada gelini konuşturmaya çalışır. Ona hediyeler verip konuşturur. Konuşturulunca da pencereyi açıp iki el silah atar. Bundan sonra herkes dağılıp gider.Gelinle damat, gidip kayınvalidenin elini öperler. Tekrar odalarına giderler. Orada baklava yerler. Bazense baklava kesmelerinin yarısını yiyip bırakırlar. Ertesi gün bunları evlenmemiş erkek ve kızlar yer. Darısı sizin başınıza gibi bir gelenektir bu. Ertesi gün sabah, köçekler, davetliler düğün evinin önüne gelirler. Oyunlar oynanır. Damat elinde bir tepsi baklava ile herkese birer kesme baklava sunar. Sonra da herkes dağılıp gider. Ev kadınlarla dolar. Duvak günü damat sağdıçla gider. Gelinle sabahtan ikindiye dek oyunlar oynanır, şarkılar söylenir ve derken düğün biter

Duvak :Güvey gecesi sabah gelini eğlendirmek için eğlence düzenlenir. Gelin oynar ve etrafa para atar.Bekar kızlar gelinin duvağından teller koparırlar. Duvaktan sonra erkek ve kız evlerinde yemekli davetler yapılır.

Düğün Davetleri :Bütün akraba ve hısımlar gelin ile damadı davet ederler. Bunlar taşıma davetleridir. Her gidilen eve gelinin yaptığı bir el işi işleme götürülür. Onlarda onlara çeşitli hediyeler verirler.

Doğum Olayı .Genellikle ilk çocuğun erkek olması istenir. Çocuklar genellikle beşikte büyütülür. Çocuğun adı üç gün içinde yaşlı bir erkek veya hoca tarafından üç defa kulağına okunarak konulur. İsimden sonra ezan okunur. Komşular ve akraba loğusaya evvela geçmiş olsun derler sonrada hediyeler getirirler. Doğumun kırkıncı günü çocuk ve loğusa yıkanır. Buna çocuk kırklandı denilir.

Diş Çıkarma :Küçük çocukların diş çıkarmaları aile için ayrı bir sorun olur. Ailenin bireyleri yeni çıkan dişi görmeyi uğur sayarlar. Onun içinde sık sık çocuk güldürülür, ağzına bakılır. Hatta bazıları ekmek kabuğunu gevlettirmek suretiyle dişin çabuk çıkmasının sağlarlar. Bazıları da parmağını rakıya batırarak çocuğun diş etlerini oğalar. Çocuk bundan çok hoşlanır.Dişin çıktığını gören kişi mutlaka diş çıkaran çocuğa ya elbise alır ya entarilik alsınlar diye anne babasına para verir.

Sünnet Olayı :Akçakoca bölgesinde kirvelik olayına rastlanmaz. Eskiden gezginci sünnetçilerin gelmesiyle hiçbir hazırlık yapılmaksızın çocuklar sünnet edilirdi. Günümüzde eğlenceler düzenlemektedir. Sünnetçiye, bazen para almadığı için sabun, havlu gibi şeyler verilirdi.

BAYRAMLAR VE EĞLENCELER

Dini Bayramlar :Dini bayramların Akçakoca örf ve adetleri içinde çok büyük yeri vardır. Üç aylar girince Recep, Şaban ve Ramazan gelinceye kadar bazı kimseler ramazana alışmak için ayda bir belli oruçlar tutar, kutsal geceler, cumalar yavaş yavaş ayrı bir kalabalık olmaya ve cemaat artmaya başlar.Ramazana hazırlık olmak üzere, makarnalar kesilir, erişteler yapılır. Yufkalar açılır, kuskuslar hazırlanır. Mevsime göre çeşit çeşit reçeller, hoşaflar ve şuruplar hazırlanır.Hele bayram gecesi yeni esvaplar giyilir, Provalar biter. Küçükler giyeceklerini başlarının altına koyar. Ayakkabılarını yatağın içine yerleştirir. Herkes banyosunu yapıp yatar. Küçük erkek çocuklar sabahleyin sabah namazına herkesle birlikte camiye gider. Namazdan sonra vaiz dinlerler. Bayram namazı kılınır. Hoca dikilir, en yaşlı adam hoca ile bayramlaşır, ondan sonraki hoca ile yaşlı bayramlaşır ve yerini alır. Böylece sıralanır. Cemaatin en yaşlısı ile en genci bayramlaşıncaya kadar sürer. Sonra birlikte hoca dua eder.
“Bu bayrama eriştiren Allah’a senalar ve amin” denilip çıkılır. Yolda görülenlerle bayramlaşırlar. Mezarlıklara gidilir. Ölülere dua edilir. Hastalar ziyaret edilir.”
Her köyün ramazanında davulcular bahşiş toplar. Birinin elinde bir sırık, birini elinde bir sepet. Davulcu davulu çala çala her evin önünde maniler söyler. Bahşiş; havlu, mendil, yazma sırığa bağlanır. Baklavalar, el altıda tepsi bulunan sepete konur. Paralarda davulcunun cebine konur.

Bayramlar :Yerli köylerde bayram sözcüğü eğlence anlamına gelir. Bayram olacağı gece, bayramı bilen köydeki misafirler, bayramın olacağı köye yakın eş dost ve akrabalar ile birlikte giderler. O akşam onlara misafir olurlar. Kadın ve kızlar yemekten sonra daha geniş evlerde, erkekler ya kahvede ya da başka bir evde toplanırlar. Erkekler orta oyunları yaparlar. Mutaassıp olmayan yerlerde içkide içilir. Gramofon çalınır ve Cide kemençesi ve tepsi çalarak oyunlar oynanır. Genellikle oyunlar iki kişilik eşler halinde yapılır. En revaçta olan oyunlar topal oyunudur. Bu oyun Akçakoca’ya özgü bir oyundur

KÖYDE

Eğlenceler

İMECE ÜSÜLÜ :Eskiden patoz makineleri yokken, fındık harmanda kurutulur, sabahları tırmıklar vurulur, sonrada altından tanesi alınırdı. Kalan fındıklarda kabuklarından ellenmek suretiyle bulunup ayrılırdı. Köylerde bu işler imece halinde yapılırdı. Kabuk ayırma işi erken bitimi, orası düğün evine döner, oyunlar şarkılar, gülme, eğlence, yeme içme başlardı. Kızlar erkekleri, erkekler kızları burada seçerdi. Çalışkan mı? Tembel mi? Dili tatlı mı? Nobran mı? Şaka kaldırır mı? Yoksa içine kapanıp arpacı kumrusu gibi düşünür mü? Yapıcımı yıkıcı mı? Hepsi burada denenirdi. Bu eğlencelerde maniler söylenirdi. Atmaca tabir edilen karşılıklı mani atmaları da yapılırdı.

KIZ BEĞENME : Bayramlarda köyün şenlik yerinde herkes toplanır buradaki ağaçlara salıncaklar kurulur ilkönce kızlar biner sallanırken bu kızı beğenen erkek adayı silah atar ben seni istiyorum demektir,daha sonra diğer sıradaki kızlar biner sallanırken damat erkek adayı silahını ateşler kıza beğendiğini vurgular bu böyle devam eder ,sıra erkeklere gelir erkekler sallanırken kız gelin adayı hemen ailesine söyler,bu kızda silah atar bu böyle devam devam eder eşlerini alan kız ve erkek kesinlikle başkası ile evlenemez sahiplenemez birbirleriyle evlenirler.

GÜREŞLER :Köyde köy şenlik yerinde davul zurnalı maniler eşliğinde çok güzel güreşler olur fakat bu güreşlerde şimdilerde ilgisizlik yüzünden yapılmamaktadır.

TAKLA OYUNU :Bayramın son günü akşamı takla oyunu oynanır,4 kişi ebe olur bunlar eğilerek omuzlarını sırt sırta verirler bir daire oluştururlar,diğer taraftan da sıraya geçen oyuncular vardır bunlar bu ebelerin üstüne atlayarak takla atarlar,eğer yere düşen olursa bu oyuncu ebe olur.

EŞEK ATLAMA:Ayrıca bir hakem 5 ebe oyuncu ile oynanan eşek oyunu vardır bu 5 oyuncu ebedir bunlar eğilerek eşek şeklini alırlar,sıradaki oyuncular sırasıyla koşarak bunların üstüne bu diğer 5 oyuncu koşarak atlarlar üzerlerine binerler ilk atlayan oyuncu alta ki ebe oyuncuya parmaklarıyla bu kaçtır der seslenir altakı oyuncu bu üsteki oyuncunun dediği rakamı bilemezse üsteki oyuncular bu ebe oyuncuların sırtında durmaya devam ederler,bilirseler üstekiler ceza olarak alta ebe olurlar bu oyunda böyle devam eder.

SOPALI HALAT ÇEKME :Bu oyunda ortaya bir çizgi belirlenir kalın bir sopa vardır bir tarafta bir gurup diğer tarafta başka gurup vardır,ilk baştaki oyuncular bu sopayı tutarlar arkasında 5 er kişilik guruplar vardır bunlar birbirini çekerler hangi ilk oyuncu bu sopayı bırakırsa vede bu çizgiyi geçerse mağlup ilan edilir

KÖREBE OYUNU: buladada 3 oyuncu, 1 halat ip,2 adet taş,1 yere çakılan kazık sopa,1 de bezden yapılmış kamçı vardır,ilkönce bu kazık çakılır halatın orta bölümü bu kazığa bağlanır bu halatın bir ucu bir ebe oyuncuya diğer ucu diğer ebe oyuncuya bağlanır bu bağlanan 2 ebe nın gözleri bir bezle bağlanır gözleri görmezler kazığın yanındaki oyuncu hakemdir,bu bir ebenin elinde 2 adet taş vardır bu taşları çarptırarak diğer ebeyi harekete geçirir bu ebe elinde de bulunan bezden yapılan kamçı vardır taşın sesine giderek bu ebeye bu kamçıyla vurmaya başlar bazen de hakem oyuncuya da vurabilir bir daire şeklinde dönerek bu oyun böyle devam eder,dışarıdakilerde bu kamçılı ebeyi yanlış yönlendirirler oyun uzasın diye

BAYRAMI UĞURLAMA : Burada da son gün davullar çalınır,köyde dolaşılır,maniler söylenir, köy meydanında halaylar ,köçekler,şarkılar,silahlar atılır,oyunlar oynanır ve bayram bu şekilde uğurlanır

KIZ ALMA : Köçekler eşliğinde köyün şenlik yerinde köçekler köçek,oyunlar oynarlar,Alaplı çıftelesi dediğimiz figurleride yaparlar,köylüde bu köçeklere de köylü eşlik eder,silahlarda atılır,daha sonra köçekler eşliğinde köylü damat evine giderler,kızın annesi damat evinden baklava ,tavuk ister,yollarına kilim serilmesini ister bir koç ister bunların gerçekleştirmesini ister damat evinden damat evi biraz naz yapsa da bunların hepsini yaparlar kız arabadan inerek eve doğru giderler evin kapısından geçerken elleriyle evin bütün kapılara ellerini sürer,giriş kapısının önüne parça ekmek koyar uğurlu gelsin dıye,daha sonra enson gelin yatak odasına gelir orda damat tarafından duvağı açılır akraba ve damat tarafından hediye leri takılır,bu arada misafirler gelinin çeyizlik hediyelerine bakarlar,resimler çektirirler bu gelenekte halende devam etmektedir

KIZ İSTEME  : Cuma gecesi erkek ailesi,kız evine gider ‘’Allah’ın emri Peygamber’in kavli ile’’ diyerek kızı ister.Kız tarafı araştırma ve akrabalarına sormak için süre ister,kızı vermek niyetinde değilseler kızımızın yaşı küçük nasibinizi başka yerde arayın derler ve ya Allah yazdıysa olur derler süre isterler.

SÖZ KESME : Kız tarafı müsbet cevabı verirse erkek tarafı bir hafta sonra kız evine gider,oyalı yemeni götürürler.Kız tarafı da çevre verir,nişan günü orada tespit edilir.Kızın parmak ölçüsü alınır.

NİŞAN : Erkek tarafı alışverişe çıkar,beşibiryerde,bilezik,küpe,tuvalet takımı,iç çamaşırı,gelinlik,elbise kumaşlar alınır.Ayrıca aile etrafı da giydirilir.Bohça içinde bunlar kız evine verilir,Nişan yüzüğü orada takılır.Bir hafta sonra da kız tarafı da aynısını yaparak erkek tarafına gidilir.Her iki aile fedakarlık yaparak düğüne hazırlanırlar.Çeyizler sandığa konur,çeyizde kızın işlediği oyalı danteller,kanaviçeler,yatak,yorgan,şalvar,yelek,mintan,bakır ev eşyalar erkek evine gönderilir.Çeyizler bir hafta boyunca yatak odasında duvarlara asılır,sandıkta ki çeyizler teşhir edilir.Çeyizlerin kalite çokluğu ailenin zenginliğine işarettir.

KINA    GECESİ  : Düğünden bir gün önce gelinin ve yakınlarının eline kına yakılır kına erkek tarafından getirilir kına yakma töreni boyunca maniler söylenir gelin ağlatılır,kına gecesi kızlar çiftetelli ve çeşitli oyunlar oynar.Köy lisanı ile mani ve türküler söylenir.

 

‘’Yukarı köyün çakalları                        Yukarı köyde çakal yok

   Aşağı köyün bakalları                         Aşağı köyde bakal yok

   Damat beyin sakalları                         Güveyin sakalı yok

   Gelin kınan kutlu olsun                       Gelin kınan kutlu olsun

 

   Kına gecen hoş olsun                          Köyümüzden çıkıyorsun

   Evin bereket dolsun                            Bize veda ediyorsun

   Damat bey eşin olsun                         Yeni yuva kuruyorsun

   Gelin yuvan mutlu olsun                    Gelin kınan kutlu olsun’’

   Diye maniler söylenir.

 

DÜĞÜN : Erkek tarafı düğün günü kız evine giderler.Arkadaşları tarafından hazırlanan gelin,bir araba ve ya öküz arabasına ve ya bir ata bindirilerek yakınları da geline eşlik ederek erkek evine yol alırlar.Zengin olan at arabasına bindirilir,damadın arkadaşları at arabasına biner düğün evine ilk gelen atlı bahşiş alır.Diğer atların dizginlerine mendil takılır,düğün alayı erkek evine gelince damat tarafından karşılanır birlikte eve girilir buna koltuk denilir.Gelin eve girerken kapının üstüne yağ ve bal sürer,sağ ayağını da eşikten atar.Bu arada damat tarafı kapı önünde para serper uğur niyetine.Bu paralar çocuklar tarafından toplanır ve kapışılır.

 

GÜVEY  KOYMA: Akşam yemeği damat evinde yenir topluca kahveler içilir oyunlar oynanır yatsı namazından sonra imam nikahı kıyılır gelin ve damat zifaf odasına girerken güvey alayı damadın arkasına vururlar.Damat zifaf odasının içine kaçar canını zor kurtarır ve güvey alayı silahla ateşler eder.

 

DUVAK  : Güvey gecesi sabahı gelini eğlendirmek için eğlence tertiplenir,gelin de oynarken etrafa para atar genç kızlar gelinin duvağından teller kopartılır sonra erkek ve kız evlerinde davetler yapılır.Maalesef bu gelenekler şuanda düğün salonlarına taşmış ve gelenekler kaybolmuştur.Düğün salonlarında eski folklorik oyunlar yerine modern danslar taverna eşliğinde düğün salonlarında yapılmaktadır.

 

FOLKLÖR : Köye has topal oyunu vardır ,köyün kendine has folklor ekibi yoktur,Karadeniz folkloru hakimdir,Davul,Zurna,Saz,karşılıklı zille oynanan oyunda çalınan zil dir.Ayrıca köçek oyunu,gemici çardak oyunu vardır Halay, Sallama Karşılıklı Zille oynama Köçek,Davullu gemici çardak oyunudur,Manav dal sıksara oyunlarıdır Bar,Halay,Horon,Sallama,Karşılıklı zille oynama,Hura,ve karşılama,Köçek oyunları da oynanır,Ayrıca Cide kemençesi ve tepside çalınır iki kişilik topal oyunu oynanır

 

DAVUL  : Davul savaş sırası,sonrası,askere giderken,törenlerde,ramazanlarda,güreş yapılırken çalınır.Davulun eski adı Tavuldur,Çağatay Türkleri tarafından yapılmıştır,bir haber aracıdır

ZURNA: Davul ve zembeleklerle çalınır ağaç maden, boynuzdan yapılır ,7 üstte 5 altta deliği vardır,Avrupa’ya Türkler tarafından götürülmüştür,Oğuz Türkleri Anadolu’ya getirmiştir,kemençe ve davula eşlik eder,4000 yıldan beri devam eden bir enstrümandır.Davul,Kaval,Zurna,göçer enstrümandır,köyde son zamanlarda bunların yerini taverna müziği almıştır org ile çalınan müzik aletidir eski neşe eski düğünler artık tarihe gömülmüştür,evlerde yapılan düğünler artık düğün salonlarına taşmıştır

KAVAL: Orta asyadan gelmiştir Balasau Türkleri icat etmiştir,Çağatay Turan Türkleri haval derdi Karadenize bunlar getirmiştir ,bir göçebe çalgısıdır Of, Tokat kavalı meşhurdur

KEMENÇE  :Klasik ve Karadeniz kemençesi olmak üzere iki türü vardır Akçakoca da Karadeniz kemençesi çalınır,ince uzundur,sol el ile havada tutularak çalınır,kemençenin telleri çeliktendir.Akortları la,re,sol,mi,yahut sol,re,la,mi veya 3 telli için re,la,mi dir,tellerin üzerine basılarak,tek olarak çalınır.Sazın şekli bir takayı andırır,gövde kısmı dut ve ceviz ağaçlarından oyularak yapılır,ses tablası ise 1,5- kalınlığında ladin veya köknar ağacından yapılır,kısa sapı ve çelikten üç teli vardır re-la-mi sesleri akort edilir,bir buçuk oktav çalar.Yayının kılları gevşek olarak takılır ve sol el ile havada veya dize dayanmış olarak tutularak kemençenin 3 teline aynı anda sürülerek çalınır çalınır Kemençe anadoluya oğuz Türklerinden gelmiştir Kemençe ,Özbekistan,Kırgızistan ada Anadoluda ıklık göbekli kemençe olarak çalınır Arapçada Keman Türkçede ç demektir bu iki kelime birleşmesinden Kemaençe doğmuştur ,Kıpçak Türkleri tarafınından Mısıra götürülmüştür Özbeklerin girjası kemençeye benzer, kıyak kemençe denir.Trabzon dada Gagavuz Türkleri kemençeleri vardır,Trabzonda kemençeye kıyak denir,Türkmenistan,Özbekistan, Kırgızistan Gagavuz Türklerin kemençeleri vardır 2 sesle çalışır 2 telden ses alınır 4-6-7 aralıklıdır.

TULUM: Tulum Karadeniz bölgesinde kullanlıan nefesli halk sazıdır,deri,nav ve ağızlık olmak üzere 3 kısımdan oluşur.Deri,tulum olarak anılır, tulum,koyunveya oğlak derisinin tüyleri temizlendikten sonra ayakları yukardan kesilir,sağ ön ayak ile arka sol ayağın dışında kalan delikler hava kaçırmayacak şekilde sıkıca bağlanır,ön ayağa bir tahta boru,arka ayağada üzeri delikli iki boru tespit edilir.Deri hava ile

Delikli borulardan ses çıkmaya başlar,koltuk altına yerleştirilen tulum zurna analık üzerindeki parmaklar delikleri açıp kapamak suretiyle istenen ezginin çalınmasını sağlar,nav sazın zurna dediğimiz kısımdır,ağızlık ise hava üflenen kısımdır Tulum Türkçe kelimedir Çağatay Türkleri icat etmiştir Anadoluya Peçenek Turan Türkleri Karadenize getirmiştir Kıpçaklarda tuluk,Duluk diye geçer.

ÇOCUK OYUNLARI

Çelik çomak,binmeli eşek,esir oyunu,körebe,köşe kapmaca,birdirbir,seksek,yakan topu,lunç,domino devirme

KIYAFETLER

Köyde 25-30 yıl öncesine göre  kıyafette önemli değişmeler olmuştur.Erkekler tamamen şehir kıyafetini benimsemişlerdir. Erkeklerde gündelik kıyafetlerden başka önemli günlerde, törenlerde giyilen ve içine beyaz eşarp bağlanan lacivert takım elbise en beğenilen giyim eşyasıdır. Ancak yaşlı erkeklerden bazıları köy içinde geleneksel kıyafetle ilgili olarak paçaları dar pantolon, üzerine gömlek ve yeleği giymeye devam etmektedirler. Kösele kunduranın yanında lastik ayakkabı, plastik ayakkabı, özellikle çocuklarda  çok görülmektedir. Erkeklerde pijama, şapka, şemsiye kullanılan giyim eşyaları arasındadır. Burada dikkati çeken husus pijamanın yatak kıyafeti olmaktan başka, bazen iş kıyafeti olarak kullanılması suretiyle ikinci bir iş görmüş olmasıdır.

Kadın giyimi erkeklere oranla daha az değişmiştir.Eskiden kadınlar evlerde basit tezgahlarda keten ve kendirden giysiler dokurdu. Bugün ise köylüler malzemesi köy dışından sağlanan koyu renkli şalvar ve üzerine bluz giymekte, başlarına lacivert örtü (örtme)  örtmektedirler. Kadın giyiminde dış görünüş bakımından erkeğe nazaran değişme daha azdır. Evde elbisesi ile dolanan bazen başını örtmeyen kadın, sokağa çıkınca elbisesinin üzerine şalvar giymekte ve başını örtmektedir.Genç kadınlar arasında elbise giyenler, başlarını örtmeyenler az da olsa bulunmaktadır..Köyde gündelik kıyafette olduğu gibi gelin ve güvey kıyafatide tamamen şehirleşmiştir. Ancak köyde giyilenler, kasabadan ucuz sağlanan ve nispeten eski model olan giysilerdir.Kadın ve çocukların kısmen evde hazırlanan giysilerinin kumaşları dışarıdan satın alınmaktadır.

 ŞALVAR         : eninde üç boy kumaştan çıkar daha ziyade eflatun pembe,yaşlılar koyu renkleri tercih ederler,genellikle çimen yeşili,zeytin yeşili tercih edilir,şalvarın içine şalvar ( havsa) dikilir pamuklu veya şile bezinden dikilir

MİNTAN            : Şalvarın üstüne giyilir mintan ve şalvar işlemelidir,kadife kutnu,jantanlı ve yollu kumaşlardan dikilir

YELEK              : Şalvar üzerine kolsuz fakat işlemeli yelek giyilir,içine bezden buluz giyilir.

ÖRTÜLER         :Kare şeklinde üzeri baskı tekniği ile işlenmiştir,çiçek desenlidir

YAZMA             : Oyalar işlenir dikdörtgendir

ÇORAPLAR     : Yün çoraplar giyilir kadın çoraplar motif işlemelidir

AYAKKABILAR : Rugan ayakkabı giyilir,çarıkta giyilir,genellikle lastik ayakkabılar tercih edilir

ERKEKLERSE : Yelek ve zıpka giyerler,Kafkas kökenliler düğün törenlerde kalpak dik yakalı siyah satenden yapılmış diz boyu elbise ve yumuşak deriden çizme giyilir.Elbisenin üzerine dışardan fişeklik,kama,kemer gibi ayrıntılar vardır,kadınlar ise simli motiflerle süslenmiş kadife elbiseler giyerler bunları Aktaş,Edilli,Uğurlu,Yenice,Göktepe,Kirazlı,Hemşin köyleri giyerler

 

HIDIRELLEZ

6 Mayıs günü kutlanır,köyün piknik alanlarında,salıncaklar kurulur,yemekler pişirilir,ıp atlanır,salıncaklarda sallanılır,birçok oyunlar oynanır,kızlar erkeklere,erkekler kızlara bakarlar orada birbirini beğenirler,arkadaşlıklar kurarlar,balık tutmalar olur,erkeğin beğendiği kız eğer salıncağa biner sallanır ise erkek hemen silahını çıkartarak iki el ateş eder ona onu beğendiğini gösterir,hıdrellezin en iyi yemeği helvadır.Her hıdırellezde komşu köyler davet edilir mevlit okunur ,yemekler yenir çeşitli eğlenceler düzenlenir. Hıdrellez ve aşure günlerinde köyde aileler kendi aralarında toplanarak okulun bahçesinde büyük kazanlarda keşkek çorbası (yakalşık20 çeşit bakliyattan oluşan çorba)pişirirler yer sofralarında herkese ikram ederler Bu törenleri anlatmadan önce pilavlık parası üzerinde duralım. Daha öncede belirttiğimiz gibi köyden başka bir köye gelin giden kızlardan pirinç parası alınır. Bu para hemen harcanmaz biriktirilir. Pirinç parasının anlamı şudur. Köy gençleri bu kızı o zamana kadar o şekilde korumuşlardır ki, kızın namusuna halel getirmemişledir. Pirinç parası bunun mükafatı bir bahşiş sayılır. Alınan pirinç paralar yedi emin olarak köylünün saygı duyduğu birine telim ederler. Köyden ne kadar çok kız gelin giderse parada o kadar çoğalır. Hıdrellezde bu para ile bir koç satın alınır. Pirinç alınır, un yağ alınır. Kesilen koçun etinden ya etli pilav yapılır, helva kavrulur, ballanır. Öğleyin gençler toplanır ve bu pilav yenir. En sonunda da helva yenilir. Hıdrellez bayramının ayrı bir güzelliği vardır. İp salıncaklar, zincirli salıncaklar, büyük ağaçlara bağlanır. Kızlar ayrı yerde, erkekler ayrı yerde sallanırlar. Ama bazen kızlar erkekleri, bazen da erkekler kızları seyretmeye giderler. Eğer beğendiği bir kız salıncak biniyorsa orada çıkarır silahını bir şarjör boşaltır. Bu olaya kimse ses çıkarmaz. Böylece kimin beğenilip beğenilmediği bu hıdrellez bayramı vesilesi ile belli olur. Bazı köylerde güreşler tutulur. Bazı köylerde derelerde balık tutulur eğlenilir.Akçakoca köylerinde hemen hemen hepsinde geleneksel olarak her yıl kutlanır köydeki küskünler barıştırılır geleneksel oyunlar spor etkinlikleri,folklorik oyunlar ve bunun gibi,Akçakocadaki mulki amirlerde davet edilerek etkinlikler yapılır herkes baharı böyle karşılar

 

EVLERİ

Evler genellikle bahçe içinde olur çünkü meyve sebze yetiştirilir .Avlu,avlu ağla çevrilidir çünkü sebze meyve yetiştirilir ,Kurukavak,Karatavuk evler arası 4-5 km’dir,okul ve cami yanlarında evler yapılmıştır,az dağınık meskenlerde cepheleri sokak tarafına doğrudur Arabacı köyü gibi,Mısır ziraati çok olduğu için her evin yanında hemen hemen 1 adet serender yapı vardır,ahırlar evlere uzaktadır,ahır ile samanlık yan yanadır Tarım toprakların azlığı dağınıklığı kır yerleşim bölgesinin dağılmasına yol açmıştır

SPOR

Hiçbir zaman gayri federe veya amatör olarak hiçbir müsabakalara iştirak etmemiştir,köyün hiçbir sportif amaçlı kulübü yoktur,köylünün spora yatkınlığı yoktur.

 

 

YEMEKLER

EKMEKLER       : Yufka ekmeği,Bazlama,Gözleme,Cızlama,Mısır ekmeği,Buğday ekmeği

ÇORBALAR        : Tarhana,Mercimek,Un,Çılbır,Kızılcık çorbasıdır

HAMUR İŞLERİ : Mantı,Börekler,Erişte,Kuskus,Kaşık makarna,Mancarlı pide

ET YEMEKLERİ : Kara dolma, Korçan,Sebze dolmaları,Kebaplar,Lahana sarma

TATLILAR           : Melen güççeği,Laz böreği,Güllaç,Sütlaç,Baklava

ÇEŞİTLİ YEMEKLER : Gaygana,Soğanlı yumurta,Sebze yemekleri,Zeytin yağlılar,Mamursa,Kaldırık,Mantar yemekleri,Tirit,Malay,Hoşmanım,Mancarlı fırında pide

 

ALT YAPI BİLGİLERİ

Köyde, ilköğretim okulu yoktur fakat taşımalı eğitimden yararlanılmaktadır. Köyün içme suyu şebekesi vardır ancak kanalizasyon şebekesi yoktur. Ptt şubesi yoktur ancak ptt acentesi vardır. Sağlık ocağı ve sağlık evi yoktur.mobil sağlık hizmetinden faydalanmaktadır Köye ayrıca ulaşımı sağlayan yol asfalt olup köyde elektrik ve sabit telefon vardır.1871 birinci arazi yoklama defteri 1922 Bolu salnamesinde kaydı vardır en eski köydür .2 cam 1 değirmeni vardır,1 km lik Koçar –Kurugöl yolu stabilizesi yapılmıştır lik köy yolu stabilizesi yapılmıştır köy içi kanal şevleri temizlenmiştir.Fiskobirlik üye sayısı 184 dür.ilk ilkokul  1945 yılında açılmıştır 1935 de 323,1940 de 328,1945 de 365,1950 369,1955 de 380,1960 de398, 1965 de 415,,1997 de 278,2000 de 281 nufusu vardır,karışık dağınık köy statüsündedir .tarla alanı yoktur,fındık alanı 300,orman alanı 1.700 dönümdür,meyvecilik çok miktarda yapılmaktadır.ormancılık had safhadadır % 85 dir,hayvancılık pek gelişmemiştir.Koçar köyü camii yaptırma ve yaşatma derneği,camii inşaatı imar ve koruma derneği vardır

18 ve 19 . YÜZYILDA TEMETTUAT DEFTERİNDEKİ DURUMU

Camide hatiplik görevi yapan kişi,Mehmed adlı kişinin ölmesiyle Naib İsmailin büyük oğlu Mahmud Halifedir 1726 da .çok eski köy olmasına rağmen temettuat defterinde başka adı geçmemektedir

KURTULUŞ SAVAŞINA KATILANLAR

MERKEZ KARAKOL KOMUTANLIĞINDA :  ALİ ÇAVUŞ

GAZİLER    : YAKUP ÇELİK MEHMET      D. 1901

                     :  HASAN TEKİN AHMET        D.  1899

                        YAKUP TAHMAZ  OSMAN  D. 1898

ÖLENLER : DURMUŞ SÖNMEZ  YEMEN HARBİNDE

KÖYE İLK GELEN SÜLALELER

BERBEROĞULLARI                                                          YÖRÜKHAN TAİFESİ

HİRA İMAMLAR                                                                YÖRÜKHAN TAİFESİ

APATOĞULLARI                  ÖZTÜRK                             YÖRÜKHAN TAİFESİDİR

MUSTALAR                            ÇETİNBAŞ                        YÖRÜKHAN TAİFESİDİR

KOCA ÖMERLER                  YAMAN                             YÖRÜKHAN TAİFESİDİR

KOCA ŞABANLAR               YAMAN                             YÖRÜKHAN TAİFESİDİR

İMAMLAR                              YÜREKLİ                           YÖRÜKHAN TAİFESİDİR

DERVİŞOĞULARI                 ÇELİK                                 YÖRÜKHAN TAİFESİDİR

KURU MEHMETLER            GÜLTEKİN                         YÖRÜKHAN TAİFESİDİR

HÜSEYİN AĞALAR               ÇETİNBAŞ                          YÖRÜKHAN TAİFESİDİR

KARAYEL                                                                             YÖRÜKHAN TAİFESİDİR

TEKİN                                                                                    YÖRÜKHAN TAİFESİDİR

KARAMAHMUTOĞULLARI   SÖNMEZLER                   ORDU – ULUBEY  1878 YILINDA KURUGÖLE ORDAN KOÇARA YERLEŞİRLER

GÖRELELİLER                      GÜLERLER                          GİRESUN  GÖRELE  1916 YILINDA GELİRLER

BİRİKTİRLER                                                                        ORDU –PERŞEMBE DEN 1878 YILINDA KURUGÖLE ORDAN KOÇARA YERLEŞİRLER  

KÜTÜKLER                                                                             ORDU –PERŞEMBE-KIRLI KÖYÜ,  1916 YILINDA                                                                                                                                                                   

YALÇIN                                                                                   ORDU-PERŞEMBE-ÇUKURKÖY DEN GELME

YILDIRIM                                                                                 RİZE

NOT: Katkılarından dolayı değerli öğretmenim Murteza Sönmez  ağabeyime teşekkür ederim 

Kaynak

Coğrafi bölgesi       İbrahim Tuzcu

Köyün ismi            : Murteza Sönmez,Akç,K.Sitesi,Vikipedi özgür ans.,st.Drl.İbrahim Tuzcu

Tarihi yerler          .  Murteza Sönmez,Vikipedi özg.ans.St  ,Akç.K.Sitesi,Drl.İbrahimTuzcu

Coğrafi durumu    : Murteza Kocadon,Kenan Okan,Şükrü Dönmez,Drl.İbrahim Tuzcu

Cami ve Mez.       : Kenan Okan,Murteza Sönmez,Drl.İbrahim Tuzcu

Turizm                  : Murteza Sönmez,Vikipedi özg ans,St Akç .K.Sitesi,Kenan Okan,Drl.İbrahim Tuzcu

Ekonomi               : Şükrü Dönmez,Kenan Okan,İlçe Tarım M d.,Akç .K.Sitesi,M.Kocadon,Vikipedi özg.ans.St Drl.İbrahim Tuzcu

Kültür                   : Vedia Emiroğlu,Sümeyye Köktürk,Sosyalsiyaset net,,Kenan Okan,Şükrü Dönmez,Vikipedi özg.ans,St ,Akç .K.Sitesi Görsel yay.S.4 ,,Ert tv Necmi Sala,Drl.İbrahim Tuzcu

Spor                     ; İbrahim Tuzcu

Köyün alt yapısı : Mustafa Kocadon,Akç .K.Sitesi,Vikipedi özg.ans.St,Murteza Sönmez,Drl.İbrahim Tuzcu

Temettuat           : Dr Zeynel Özlü

İstiklal savaşı     : Şükrü Dönmez,Geltag net,Murteza Sönmez Drl.İbrahim Tuzcu

Sülaleler             : Murteza Sönmez.Hüsamettin Kaya,Drl İbrahim Tuzcu,                        

 

KOÇULLU

 

 

COĞRAFİ BÖLGESİ       : Karadeniz Bölgesi

İLİ                                       :Düzce

İLÇESİ                               .Akçakoca

KAYMAKAMI                  : Mehmet Ünal

B . BAŞKANI                    : Fikret Albayrak

KÖY MUHTARI            .   İlhan Yılmaz

TELEFONU                      : 05372895609

POSTA KODU                  : 81650

NUFUSU                            : 52 Hane 229 Nüfusu vardır

ESKİ MUHTARLAR       : 2009 de İlhan Yılmaz,2004 de Fahri Cesur,1999 de, Recep Özen,1989 de Recep Özen,1984 de Ali Aydın

COĞRAFİ DURUMU      :  Düzceye ,Akçakocaya uzaklıktadır,rakımı 162 mt dir,en yüksek yeri 300 mt dir 2303 dekar fındıklık,12 dekar ormanlık alanı vardır.Komşu köyleri Arabacı,Koçar,Yeşilköy,Kurugöl dür.

 

KÖYÜN İSMİ NERDEN GELİYOR

1204 yılında 4. Haçlı orduları Türkiyeye gelirler Karadeniz kıyılarında bazı memleketler kurdular bunlardan bırtanesıde Akçakocada Ceneviz kalesidir,fakat daha sonra ,1261 yılında Latin imparatorluğu çökünce tekrar Ceneviz kalesi Bizanslıların eline geçti, 1204-1261 yılında Cenevizliler ve Bizanslılar,Akçakocaya gelirler bazı köyler kurarlar,bunlardan bir taneside Koçullu köyüdür..Buraya daha sonra 1243 yılında,Kastamonu’dan Moğol baskısından ve yenilgisinden sonra 130.000 kişi  Oğuz boyu kınık üçok obaları batıya göç yapar bunlardan bazıları Akçakocaya gelirler bu Ceneviz ve Bizanslıların kurdukları köylerin yanına yerleşirler,fakat buraları talan ederler zarar verirler bunlardan bıkan Cenevizliler İmparatora şikayet eder ve İmparatorda o sıralarda Romanya Dobruca’da bulunan Gagavuz Türklerinden silahşör obaları buraya getirtir ve yerleştirir buraların güvenliğini sağlar ve bu kavimler yıllarca iç içe yaşarlar

Ayrıca Doğukaradenizden 1916yılında,Ordu,Giresun,Trabzon.Rize’den göç gelerek buraya yerleşmişlerdir.Ayrıca Kırgız halkının da yaşadığı söylenmektedir.Neticede,Ceneviz,Oğuz kayı boyu üçok obaları,Kırgızlarında yaşadığı söylenmektedir.Gagavuz

türkleri,Doğukaradenizden gelen göçler yaşamışlardır. Akçakocada M.Ö. 1200 yılında Frik,M.Ö. 670 Lidya,M.Ö.395 te Roma pontos,M.Ö.1200 de Hitit ama bu kesin bilinmiyor bu kavimler yaşamışlardır.Köye yerleşim birimi köyün batısında iken ,daha sonra doğu yakasına köy taşınmıştır,sebebi Aktaş köyü ile birlikte imiş o zamanlar burada Hıristiyanlar vardı bunları buradan atmak isteyen Gagavuz Türkleri zaman zaman zarar veriyormuş bundan dolayı oğuz Türkleri buradan daha güvenli olduğunu düşünerek köyü doğuya taşımışlardır,bu oğuz Türkleri daha önceleri de Akçakocada birçok köyün ıslah edilişinden adı geçen Akkazak korsanlarından korunmak için iç kesimlerini tercih etmişlerdir .Köyde cumhuriyet döneminde büyük yangın olmuştur çoğu evler yanmıştır,fakat köylü imece üsülü ile tekrar yapılanmışlardır.Köyde ayrıca bır rivayete görede Kırgızların yaşadığı görülmüştür,Koçar-Koçullu arasında çayır mevkiinde çukur olan yere yerleşmişlerdir fakat burada çok büyük kolera hastalığı olur kimse sağ kalmaz yıllarca buraya kimse uğramaz,bu ölen Kırgızlar çukur  bölgesine gömülmüşlerdir,köyde hiç Kırgız kalmamıştır,halen boştur  bir arena gibi gözükmektedir,burada kazı yapıldığı takdirde burada çanak çömlek insan iskeletlerin çıkabileceği söylenmektedir. Köyden Haliloğullarından Kastamonu da askeri birlikte bir paşa vardır paşa buradan asker toplar Kastamonu’ya getirir ,köyde erkek kalmaz  bazı askerler geri dönmezler köydeki bazı kadınlar dul kalır ve köylü bu sebepten dolayı köy çok içgüveysi alır,Kastamonu Cide,ve Rize’den gelen erkekler köye içgüveysi olarak bu köyde kalırlar,köyde hiç yabancı yoktur hepsi yerli köylüdür,yalnız 1878-ve 1916 göçlerinden gelenler köylü tarafından bunlar Koçar,Sarıyayla,Kurugöl köylerine yerleşmeleri için bu köylere yönlendirilmişlerdir,bu konuda oğuz Türklerinden köy sakini İsa Kolçak köyde yıllarca muhtarlık yapmış bu köylerin kurulmasında da öncülük yapmıştır,aralarına hiç yabancı almamışlardır,bu çok dikkat çekicidir batı taraftan doğu tarafa gelmeleri ninde bu denli haklı olduklarını çıkartmaktadırlar.Köy Yemen harbi,Balkan harbi,Çanakkale harbi ne çok asker vermiştir,Akçakocada en fazla asker veren köy konumundadır.Köyün az nüfusa sahip olmasının nedeni ise de askere çok asker gönderdiği ve geri dönenin pek olmaması köyün nüfus bakımından çoğalamaması buna bağlıdır.Köyde eskiden çok az  kalan Hıristiyan bazı ailelerde Müslümanlığı kabul ettikten sonra buradaki oğuz Türkleriyle kaynaşırlar ve yaşamlarını sürdürürler.Bu köy Koçarla beraber aynı muhtarlıktı daha sonra Koçar ayrılarak ayrı muhtarlık olur.

TARİHİ YERLER

Büyük ve küçük sarma derelerinin birleştiği yerin batısında tepe üzerine kurulan köyde halen topraktan çıkartılan tuğla ve kiremit parçalar çanak çömlek kalıntıları buranını iskân mahalini gösteriyor. Kırgızların kolera hastalığından kırıldığı yer olan köyün güney doğusu çayır mevki Arena gibi görüntüsü ile halen bu yere önem ve dikkati çekmektedir, çok eski bir köy olmasına rağmen tarihi açıdan fakirdir,Bitinya ve Cenevizlilerden kalma kilise artıkları son yıllarda munkariz edilerek buralara fındık dikimi yapılmıştır,burası da oğuz mevkisi dir ki Kolçakların arazileri üzerindedir

AKARSU VE DERELERİ

Köyde 3 adet akarsu vardır,bunlar Akdere,Küp dere ,Sarma dere,Küp deresi köy içinden diğerleri köy arazisinden geçer bunların hepsi birleşerek  Edilli ağzından denize dökülürler ,su altı seviyeleri çok değişkendir,Pınar,ve kuyu suları faydalıdır ancak çok kireçlidir,serttir koli bakımından zengindir içilmesi mahsurludur,sıcak su ve göl yoktur

DAĞLARI VE TEPELERİ

Kaplan dede tepesi (1158),Kaplan tepesi (1066) eteklerinde kurulan köydür

İKLİMİ:

En fazla yağış Eylül-Kasım-Aralık-Ocakta olur,kar Aralık ve Ocak ayında yağar ama uzun sürmez,Mayıs-Haziranda Karayel,Temmuz-Ağustos-Eylül ayında Poyraz eser,kış aylarında lodos eser,Temmuz- Ağustos-Eylülde güneş kendini daha iyi gösterir,Aralık,Mart ayları arası en düşük sıcaklık olur ılımaman Karadeniz iklimine sahiptir.

 

JEOLOJİK DURUMU:

 Eoesen-Folişi,Muminitli Kalker mevcuttur.Dere ve vadi tabanları alüvyon,yamaçların büyük bir bölümü silis formasyonu,tepelerin üst kısmı da 3.derecede kumlu,çakıllı tabakalar halindedir.Depreme dayanaklı 3.bölgedir.Dağlar denize paralel uzanır.Palezoik devre ve tersier arazilerde ibarettir.Eosen folişi- numinitli kalker toprağa Kum,Taş-Marn- Gre ( Kretese)  sahiptir Jeolog Dr.Ervin Lan,Mühendis Zeki Erişir.

 

BİTKİ ÖRTÜSÜ

Akçakoca’da orman alanı 20477.77 hektardır.Çoğu bozuk orman alanıdır % 43 kayın % 0.8 gürgen %0.1 kestane % 6 meşe % 1 kavak % 0.25 ıhlamur % o.4 çınar bulunur,gerisi fındıklıktır.Maki bitki örtüsüne sahiptir,iklimin mutedil yağışlı olması bitki örtüsünün gür olmasını doğurmuştur.

TOPRAK YAPISI

Topraklar kırmızı kahverengidir.Toprak asitli,kireci azdır,topraklar erozyona maruzdur.Potas ve fosfor bakımından fakirdir,tuz oranı normaldir.Saha umumi olarak pedojenez bakımından genulik safhasındadır.Toprak killi ve tınlı kıvrıntılı karakterdedir.

 

 

TURİZM

 

Bostancık mevki dediğimiz yerde Sarıyayla köyüne uzaklıkta sarma deresinin yukarısında bır şelale vardır,ama yolu olmadığı için turizme açılmamıştır,buranın turizme açılması bu köye önem kazandıracaktır,bu şelalenin görülmeye değerdir,bu şelale suyu Değirmen ağzına denize dökülmektedir,bu dere boyunca doğa ve yürüyüş parkuru olarak değerlendirilirse buranın turizm açısından zengin olacaktır,köy av turizmine uygundur,Akçakoca buradan çok güzel gözükmektedir

 

CAMİLERİ

Köyde tek camii vardır,1955 Yılında eski caminin olduğu yere  Kagir tuğla yapı 100 cemaatli tek şerefeli bir yapıyı köylü kendisi yapmıştır.,bundan önce köyde çok eski camii vardı.,iki katlı ardıç ağacından yapılan bır yapı idi bu cami yıkılıp yerine şimdiki camii yapılmıştır

 

MEZARLIKLAR:

Köyde tek mezarlık vardır köy girişindedir halen kullanılmaktadır,çok eski köy olmasına rağmen eski mezarlıklar munkariz edilip yerine fındık dikimi yapılmıştır,bu mezarlıklar şuanda Salih oğullarının bulunduğu yerlerdedir,ayrıca köyde aile mezarlıkları da vardır. Mezar taşlarındaki konular erkek mezar başlarına başlık,kadın mezarında süslemeler ön plandadır,erkek mezarlığında büyük sarıklı olanlar ulema ve paşaları,uzun külah üzerine sarık tasvirler,derviş ve tarikat şeyhlerini,sadece ince sarıklılar köy ağalarını,üstü geniş ve altı dar kavuk biçiminde olanlar yeniçeri ağalarını işaret etmektedir

 

EKONOMİSİ

TARIM:

HUBUBAT   :Buğday,Mısır,

BAKLIYAT:Fasulye,Bezelye,Bakla,Soğan,Lahana,Marul,Pırasa,İspanak,Kaldırık,PatatesKaralahana,Biber,Patlıcan

MEYVE       : Elma,Armut,Kestane,Ceviz,Üzüm,İncir,Dağ çileği,Muşmula,Ayva,Kızılcık,Kiraz

Ekonomisi Tarım ve Hayvancılığa dayanır.Köylü,bahçesinde yetiştirdiği sebzeleri Akçakoca pazarına götürür orada satar,kadınlar ev ekonomisine katkı sağlarlar.Artık günümüzde fındığın para etmemesi insanları başka işlere meşguliyetine zorluyor,,yalnız sağman inekler vardır,elde edilen sütler pazara götürülüp satılmaktadır., tavuk kümesleri olmasına rağmen kümes hayvancılık da yok olmaya yüz tutmuştur..Köyün erkekleri sanayi bölgelerine çalışmaya giderler,nakliyatçılıkla uğraşanlar vardır,artık köylü son zamanlarda endüstri kollarına yönlenmiştir,,köyde hiçbir sanayi kuruluşu yoktur. Akçakocada eskiden köyde armut,ceviz,kestane,dut,incir,dağ çileği başta Zonguldak,İstanbul’a takalarla sevki yapılıyordu.Ayrıca kesif ormancılığı vardı bunlarda aynı şekilde sevkıyatı yapılıyordu,fındık bahçesinin gelişmesi buraya ayrı bir önem kazandırmıştır şimdilerde fındık tarımı ile geçinmektedir,.köyün başlıca geçim kaynağı fındıkçılık,seracılık ,tavukçuluk az miktarda da yeni oluşmakta olan kivi üretimi dir.Köyün ekonomisi işçi parasını karsılayaman fındıkçılıkla geçinmeye ugrasıyodur gençleri civar fabrikalarda çalışırken koy nufusunun bi kısmı eğitim yüzünden merkeze taşınmıştır hasat zamanı köylerine çıkmaktadırlar İlçemizde tarımsal üretim içerisinde bitkisel üretim, özellikle fındık üretimi ağırlıklı yer tutmaktadır. Fındık üretimi dışında kasaplık tavuk üretimi,  arıcılık,  mantar üretimi önemli tarımsal faaliyetler arasındadır. Akçakocada eskiden 1930 yıllarda ekonomi denize bağlı idi, bunun yanı sıra reçberlik, odunculuk, kerestecilik ön safhada yer alırdı, şehirlinin tümü denizci idi, gemi tüccarı, gemici, tekne sahibi, balıkçı, yada yükleme ve boşaltma amelesi idiler. Akkaya,Aftunağzı,Beyhanlı,Döngelli,Çuhalı,Kızlarağası,Değirmenağzı,Taşman Deresi,Karaburun,Melenağzı iskeleleri vardı,buralardan ticaret sağlanırdı.Ayrıca ilçede 4750 büyükbaş hayvan vardı ama son yıllarda azalma kaydedilmiştir,kümes hayvancılığı da son yıllarda azalma görülmüştür 190 adet kümes vardı,beyaz et üretimi 25.000 tonu geçmekte idi.2000 civarında fenni kovan vardır Maden direkleri dışında ,Bolu Adapazarı’nda ,Düzcede yetişen buğday,kavun,karpuz gibi toprak ürünleri manda ve öküz arabalarıyla deniz sahiline getirilir buradan da deniz yoluyla gelen gaz,ve tekel maddeleri aynı arabalarla taşınırdı,sahilde bulunan depolarda bu mallar stoklanır dı zaman içerisinde tuz ve benzeri şeyler şehir ve kasabalara sevkiyatı yapılırdı,ayrıca deniz yoluylada sandallarla başka şehirlere sevkiyatı yapılmakta idi.

FINDIKÇILIK

Hemen hemen herkes fındıkçılıkla uğraşmaktadır.Devlet orman arazilerini açıp buralara,memleketten 1900 yılında Trabzon’dan gelen Bostancı hacı Ahmet efendi Akçakoca’ya fındığı getirir Osmaniye mahallesine fındığı ekmiştir,yine Mehmet Arifin getirttiği fındığı ekerler daha sonra Batum göçmeni olan zücaciyelik yapan Mustafa efendi Doğu Karadeniz sahillerinden aldığı fındık fidelerini Ereğli ve Akçakoca da satarmış.Bir gün Giresun’a uğrar o zamanın belediye başkanı limanda fındık fidesi dağıtıyormuş,Mustafa bey bunları alır gemi kaptanına da söyler,gemi kaptanı fideleri fıçılara koyarak Ereğli Akçakoca ya getirir,diğer rivayete göre de Yenice köyün kurucusu Kibaroğlu Hurşit,Kırıkoğlu Tahir,Keleşoğlu İbrahim,Alioğlu Tufan Tefik ilk fındık fidelerini ekmişlerdir.Bunların getirdiği fındık dallarından sopa ile dövülürmüş dalları çok büyükmüş,daha sonra Mehmet Arif kaliteli fındık fidelerini götürür,millete bunları tercih eder millet bu fındık fidelerini dikerler.1922 yılında 4000 fidan mevcuttu fındık sevkiyatı artınca millet fındık ekmeye başlar,fındık bahçelerde elle toplanır,çeşitli evrelerden geçtikten sonra yere sofralar kurulur altına büyük bezler serilirdi, sofra etrafına toplanan kişiler fındığı kırardı,bazıları da fındığı kabuğundan ayıklıyordu çok çetin olan bu sistem yerini 1930 yılında merkezde Kapkirli’de elle çalışan değirmen gücü ile çalışıyordu ve fındık böyle kırılıyordu,Sarı Hafızların Halit Arıkan bu değirmeni kurmuştu ,daha sonra Trabzonlu Abdulrezzak efendi elle kırma fabrikası kurar,daha sonra Küçükömerle’in Ömer Aydın 1932 yılında  şimdiki Özyuvam’ın olduğu yere ahşap bina içinde makaralarla çalışan fındık kırma makinesini kurar,1942 yılında da Diyarbakırlı lakaplı Cemil bey Osmaniye de bir değirmen kurar ama bu değirmen dizel motoru ile çalışmakta idi,yine bu sırada mebus Vahit Yöntem Osmaniye de deniz kenarında modern bir fabrika kurar1946 yılında,1947 yılında da Arabacı köyünde Hocaoğlu Mehmet dizel motoru ile çalışan bir fındık kırma fabrikasını kurar.Edilli köyünden olan Hüseyin Horoz da dizel motorun masrafını azaltmak için Değirmenağzı mevkiinde su gücü ile çalışan fındık kırma fabrikasını kurar,düşük alternör ilavesi ile akü şarj girişimi ile iyi bir fabrika idi ve en son 1954 yılında Orhan derenin denize döküldüğü yerde fiskobirlik adına modern bir fabrika açılır,bu fabrika 2008 yılında tamamen yıkılır bunun yerine Sapak mevkiinde çok modern fabrika açılır üretimine devam etmektedir.İlk fındık yağını Kalfanın Bekir Üstünel yapmıştır,fındık eskiden tımar,çapalama,tırpan yapma,toplama,öküz arabalarla taşıma,sopalarla dövme,elle ayıklama,sık tellerden yapılmış bir aletle incesini kalınını tozunu ayıklama evrelerden geçerdi,ama şimdi toplama,ilaçlama,gübreleme,motorla tırpan yapmak,ayıklamayı patoz makineleri ile yapmak maliyeti yükseltiyor,Fisko’da fındık taban fiyatını da düşük tutunca halk artık fındıkçılık’a iyi bakmıyor.Fındık şubat mart ayında ekilir 2-3 yıl yetişmesi sürüyor,4-4 6-6 ara ile 6-8 fidan 60- ocak kuyular açılarak dikilir.En iyi fındık türleri şunlardır: Çakıldak,Kargalak,Kan,İncekara,Kuş,Tombul,Paloz,Foşa,Kalınkara,Uzunmusa,Mincane,Cavcana,Badem,Yağlı fındık,Kara fındık,( yağlı fındığa benzer kabuğu siyah ve serttir)Sarı fındık (yuvarlak kabuğu ince verimi fazla),Yomra(yuvarlak vermi fazla),Sivri( ince uzun bademe benzer),Dilovası,ve Mehmet Arif fındığı ( yağlı  kabuğu ince verimi fazladır). Deli sava(Fındığın içini iyi doldurmaz)

 

HAYVANCILIK

Az sayıda Koyun,Keçi,Sığır,Tavuk,,Arıcılık yapılmaktadır,her evde hemen hemen sağman inek mevcuttur,süt besiciliği yoktur süt mandıra üretim tesisleri yoktur,köylü kendi süt mamüllerini kendisi yapardı ama maalesef büyükbaş hayvan yetiştiriciliğinde düşüş yaşanmıştır.

 

ORMANCILIK

Çam,Kayın,Meşe,Kestane,Gürgen,İhlamur,Kavak,Çinar,Defne,Kocayemiş,Muşmula,Ayı üzümleri,Orman gülleri,Yer gülü,Erica ağaçları,Erelti otu,Çoban püskülü diye orman ürünleri var .Eskiden devlet orman arazisini talan edip fındık ekimi

yapılmıştır,Akağaç,Sedir,Mazı,İhlamur,Okaliptüs ardıç ,Servi ağaçları dikilmiştir

 

AVCILIK

Bölgede göçmen kuşlara daha çok raslanmaktadır,Sarıkuş,Çulluk,Bıldıcın,Ördek,Üveyikördek,Kaz,Kuğu,Tarakçın,Karakçun,Sığırcık,Bozbakal,Karabakal bulunur.Son zamanlarda,gerek ilaçlama gerek yanlış avlanma neticesinde çok azalma olmuştur Ördek,Çulluk avı çok meşhurdur.Çevredeki daimi kuşlar Kestane Kargası,Çulluk,Ördek,Üveyik,Sığırcıktır.Tavşan,Çakal,Tilki,Domuz, Ayı,Su Samuru,Kunduz,Geyik,Karaca vardı ne yazık ki bunlara da az rastlanmaktadır.Domuz avı devamlı yapılmaktadır.Köydeki devamlı hayvanlar Domuz,Ayı,Kurt,Tilki,Çakal dır.

 

 

KÜLTÜR

Köyde kültür Osmanlı manav türklerinin kültürü hakimdir.fırında yapılan mancarlı pidesi meşhurdur,köydeki kadınlar fırınların başlarında bir arada olarak mancarlı pide yaparlar. Akçakocada mancarlı pidenin meşhur oluşu buradan kaynaklanır Köyde kültür Hıdrellez ve aşure günlerinde köyde aileler kendi aralarında toplanarak okulun bahçesinde büyük kazanlarda keşkek çorbası (yaklaşık 20 çeşit bakliyattan oluşan çorba)pişirirler yer sofralarında herkese ikram ederler buda bizin köyümüzün unutulmaz biryanıdır. Doğu Karadeniz üç ayak oyun kültürü girmiştir öz kültürel değerler yozlaşmıştır Manav Türkleri kültürüne sahiptir düğünlerde Alaplı çiftelerlisi,misket,kasap havası oynanır ama bu kültür son zamanlarda yozlaşmıştır,Doğu Karadeniz üç ayak oyun kültürü girmiştir öz kültürel değerler yozlaşmıştır Halil İbrahim Yavuz'a ait yüksek lisans tezinden alınmıştır:
Osmanlı Devleti’nin kurulduğu bölge olan Taraklı-Göynük ve çevresi, kültürel miras yönünden çok zengindir. Bu bölgenin
insanları, Osmanlı’nın kültür varlıklarını bugüne kadar koruyup yaşatabilmişlerdir. Bununla beraber kökü Eski Türk İnançlarına dayanan ve İslâm’la çatışmayan örf, âdet, gelenek ve göreneklerini yaşatmakta mahir davranmışlardır. Bayramlar, doğum, düğün, ölüm âdetleri gibi kültür unsurları, geçmiştekine benzer bir şekilde devam etmektedir. Taraklı, Göynük ve köylerinde yaşayan insanlara verilen ad olan Manav kelimesini ve Manavları kısaca açıklayalım. Manav bir yere sonradan gelenleri, yerleşik olanlardan ayırt etmek için kullanılan ve önceden yerleşmiş olan yerlileri ifade eden yöresel bir mefhumdur. Kırsal bölgelerde yaşayan Manavlar, genelde epey çekingen, uysal, mülayim ve başkası tarafından söylenenlere fazlı karşı çıkmayan sosyal uyumu ağır basan insanlardır. Kendi ifadelerine göre, “yedi kez düşünmeden adım atmayan, yavaş davranan, gereksiz tartışmalara girmeyen” temkinli bir insan portresi çizmektedirler [İşsever, 1994: 23-31].
Manavlar, Osmanlı Devletinin kurulduğu bölge sayılan Aşağı Sakarya, Batı Anadolu’da Bursa çevresi, Batı Karadeniz de Kastamonu ve çevresine
yaşamaktadırlar. Özellikle Aşağı Sakarya kesiminin Taraklı, Geyve, Pamukova çevresinde yoğun olarak yerleşmişlerdir. Buralarda kendilerine has yaşam süren manavlar örf ve adetlerini devam ettirmektedirler. Manav köylerinde eski Türk kültürüne ait izler çoktur. Bu bölgelerin hala tarım ve hayvancılıkla uğraşmasından, Bayat, Emirler, Demirler, Yahyalı, Akpınar gibi Türkmen boy ve oymaklarının isimlerini taşımasına barındırdıkları maddî ve manevî kültür kadar pek çok örnek verilebilir. Manavlar Türkmen gruplarında olup çok eskiden beri köy hayatına hatta şehir hayatına geçmiş yerlilerdir. Buna göre manav adının etnik bir manası yoktur, manavlardan Oğuz Türklerinden gelmektedirler [Yaşa, 1999: 293]. Sakaya ve çevresindeki manavlar, bu bölgenin 1290’larda Osman Gazi tarafından fethedilmesiyle buralara yerleşmişlerdir. İlk Türk yurdu olan bu bölgenin yerli Türklerine hep “manav” denilmektedir ve bu bölgede manav, “yerli Türk” manasında kullanılmaktadır [Yaşa, 1999: 288]. Manav sözcüğünün; Türkistan’daki Kazak-Kırgız ve Sibirya’daki Yakut Türklerinde kullanılan koruyucu soylu kişi ve boy beyi manasına gelen “manap” ve “manag”dan geldiği tahmin edilmektedir. Eski Türklerde “v” sesi olmadığı için “manap”taki “p” ve “manag” daki “g” sesleri yumuşayıp “manav” kelimesini oluşturmuşlardır [Yaşa, 1999: 289]. Çağatay Türklerinde “asilzade” manasına gelen manap, Kırgız Türkçesi’nde ağa, bey anlamında kullanılmaktadır. Türkçe dışında dil bilmeyen topluluk üyelerine yerli Türk anlamında manav denilmektedir [Aktaş,2002: 10]. Batı Anadolu’ya ve Taraklı’ya Türklerin ilk yerleşimi 1291’den hemen sonradır. Yıldırım Bayazıt döneminde İstanbul Sirkeci’de kurulan Türk mahallesinin halkı Taraklı ve Göynük’ten götürülmüş manavlardır [Aktaş, 2002:12].
Taraklı ve Göynük köylerinde yaptığımız araştırmalar neticesinde İslâmlaştırılmış olmakla beraber bir çok eski Türk inancının izlerini görmek mümkündür. Konuşma dilindeki ortak birçok kelime davranışlardaki, giyinişlerdeki bir çok benzerlik manavların oğuz Türklerinden olduğunun işaretleridir. Yerli Türk sanılan manavlar daha Osmanlı devleti kurulmadan bu bölgelere yerleştirilmişlerdir. Taraklı ve Göynük, Manav denilen yerli halkın kendi kültür ve geleneklerine bağlı olarak yaşadığı göçmen bulunmadığı Sakarya İli açısından istisnaî bir bölgedir. Manav kültürünün korunduğu ve yaşatıldığı bu bölgenin dilleri, beslenme, giyim, kuşam,
müzik ve eğlence biçimi tamamen kendi örf ve âdetlerine uygun olarak devam etmektedir [Sakarya Valiliği; t.y.: 130]. Dikkatle incelenir ve araştırılırsa, yöreye mahsus örf ve âdetlerin perde arkasında da Eski Türk İnançlarının gizli olduğu görülebilir. (04.02.2007 13:51) Manav Türkleri Anadolu ya 11.y.yılda gelmiş ve yerleşmiş yerleşik Türklerdir.Manavlar ilk geldiklerinde göçebe olarak yaşıyordu.Yani önceki adı Yörük idi.Bu özelliğini kaybetmemiş Türkler şu an Ege bölgesinde ve Akdeniz bölgesinde mevcuttur. Hiç bozulmamış Manav bölgeleri;  Akçakoca,Göynük, Mudurnu, Geyve, Taraklı,Zonguldak (tamamı) ,Yığılca, Bilecik dır.Ancak 1980 den sonra hızlanan doğudan batıya göç hareketleri başta Akçakoca olmak üzere diğer bölgelerimizi de tehdit.etmektedir.İzmit,İzmir,İstanbul,Bursa,Muğla,Antalya,Düzce gibi şehirlerimiz önceleri sade manav kültürüne sahip idi.Ancak bu göçler sebebiyle kültürü yavaş yavaş yozlaştı ve hala yozlaşmaya devam ediyor.Bu sorunu benden başka gören yada sorun olduğunu kabul eden var mı acaba merak ediyorum. Ancak ben bir yerli Türk olarak bu durumdan çok rahatsızım. Akçakoca lı manavların bir kısmı (Altunçay köyü, Çayağzı köyü) oğuzların Bozok koluna mensup Günhan aşiretindendir.Bu köyler 1234 (1.Alaeddin keykubat zamanında) kurulmuştur.Diğer manav köyleri ise Balatlı köyü bayat boyundan,Kınık köyü Kınık boyundan,Beyveren köyü de Oğuz boylarından biridir.Bu beş köy Akçakoca nın en eski köyleridir.Hatta Bolu,Sakarya,Akçakoca,Yığılca,Düzce,Ereğli Bizans ın elinde iken kurulmuştu http://www.sosyalsiyaset.com/documents/tarakli.htm
Türkiye tarihi, 11 yy. Oğuz ve Türkmen denilen Türk ırkının en kalabalık bir kolunun

Anadolu kapısını açarak kendine vatan yapmasıyla başlar. Tarihinin en büyük dönüm noktalarından biri olan 26 Ağustos 1071 Malazgirt Zaferi ile Bizans mukavemeti kırılınca artık Türkler karşısında bir ordu kalmayınca, Türkmenler Anadolu’ya yayılmaya ve yurt kurmaya başlamışlardır.Osman Turan, Malazgirt zaferinin “cihanşümul” bir mana taşıdığı ve tarihte bir dönüm noktası olduğunu ileri sürer. Malazgirt Zaferinin İslam ve Hıristiyan dünyalarının kaderine etki eden öneminden sonra, ilk büyük neticesinin “Anadolu Fethi ve Türkleşmesi” olduğuna dikkat çeker. Şu ifadeler oldukça önemlidir. İslam’ın ilk fetihleriyle sadece kanatları koparılan fakat 10. asırda tekrar kanatlanıp taarruza geçen Bizans, Anadolu fethi ile bel kemiğini kaybederek artık tedrici bir ölüme mahkum edilmiş oldu. Nitekim Malazgirt’ten sonra Bizans’ın mukavemeti kalmadığı için, Türkler birkaç yıl zarfında çadırlarını, Boğazlar, Marmara ve Adalar Denizi Ege sahillerinde dikmeğe başladılar.

Türklerin Anadolu’ya yöneldiği 11.yy. başlarında, Bizans hem siyasi hem askeri, hem de sosyal ve ekonomik vaziyeti bakımından içi boşalmış, kof bir cüsse görünümündeydi.

Türkler Anadolu’ya henüz yerleşmekteyken, Haçlı seferlerinin açtığı yeni bir mücadele evresiyle Anadolu’nun Türkleşmesinin bir asır kadar durakladığından, Orta Anadolu’ya çekilen Türklerin, bir taraftan da burada teşekkül eden öteki Türk devletleriyle cereyan eden kavgalarından ve bunların buhranları artırdığından söz eder. Vaziyetten faydalanan Bizanslılar sahilleri işgal ile Anadolu’yu geri alma ümitleri beslemektedir. Bizans’ın bu ümitleri bir asır sürmüştür. Nihayet Anadolu’da bir Türk birliğinin kuruluşu ve bu vatanın ikinci kuruluşu 2. Kılıçaslan, Manuel Kommenos’a karşı kazandığı Kumdanlı Zaferi (1176) Bizanssın Anadolu’ya Kurtarma ümit ve teşebbüslerine ebediyen son vermiştir ve Malazgirt’ten sonra bu ikinci zafer sayesinde bu memleket artık kat’i şekilde “Türk Vatanı” olmuştur.Anadolu’ya 1071 tarihinden önce de bir Türk yurdudur. Daha 410 yıllarında Hun İmparatoru Atilla’nın amcası Rua İstanbul’a yaklaşmış ve Atilla’nın (441-442) Balkan seferi İstanbul’u tehlikeye düşürmüştür. Bu tarihten sonra 616 yılında yine bir Türk boyu olan Avarlar, İstanbul üzerine gelmişlerdir.Daha Roma ve Bizans dönemlerinde Peçenek, Kuman-Kıpçak gibi Hıristiyan Türk boyları Bartın’dan başlayarak Kuzey Karadeniz sahili Doğu ve orta Anadolu’nun bazı bölgelerine yerleşmiştir. Çeşitli Türk kavimleri Anadolu’nun çeşitli yörelerinde yurt tutmuşlardır.XI. yüzyılın sonlarına doğru çalışma yaptığımız bölgede Selçuklular tarafında zapt olunmuş, İznik ‘i kendine başkent yapan Süleyman Şah bu bölgeyi topraklarına katmıştır. Ardından 1097 I. Haçlı seferinde Bizans İmparatoru Alexios Kommenes tarafından kuşatılan bölge, 1204-1207 yılları arasında Bizans’ta Latin İmparatorluğu kurulunca Latinlerin işgali altında kalmış. İznik Osmanlı Hükümdarı tarafından geri alınmıştır. İzmit Osmanlı padişahı Orhan gazi zamanında, Akçakoca’nın da içerisinde bulunduğu bir komuta heyeti tarafından kuşatılarak zapt edilmiştir. Daha sonra Bizanslılar tarafından şehir tekrar kuşatılmış ve bu kuşatmadan bir sonuç alamamışlardır. Timur’un Anadolu’ya istilası sırasında kuvvetlerinden bir kısmı İzmit’i yağmalamıştır. 1337 yılında fethedilen İzmit bu tarihten sonra devamlı olarak Türk hakimiyetinde kalmıştır.

“Türkleşme” her yerde hemen hemen aynı yoğunlukta olmamıştır. Genellikle sınırdaki olayları ele alan vakayı namelerden de anlaşıldığı gibi siyasal yönden batı ve kuzeyde Bizans ile güneyde Ermenistan ile Türk toprakları arasındaki sınırlarda toplanmış olduğu bilinmektedir. Bizanslı yazarlar bazı yerlerden Türkçe adlarıyla söz ederler. Bunda da, bu yerlerin eski adlarını bilen kimselerin bile artık kalmadığını anlıyoruz. Y.Öztuna’ ya göre, 1058 yılında Avrupa’da artık Anadolu’ya, Türkiye yeni Türk ülkesi denmeye başlamıştır. Süleyman şah kapı dağı yarımadasını almış ve Çanakkale boğazını da 1339 yılında Avrupa yakasına geçilmiştir. Artık İstanbul ve Balkanların yolu Türklere açılmıştır.E. Güngör ise, bugün Türkiye’de yaşayan Türklerin atalarının büyük Selçuklu imparatorluğunu kuran oğuz Türkleri olduğunu ve Müslüman olduktan sonra bunlara “Türkmen” adı verildiği üzerinde durur.D.Avaoğu, Türklerinin tarihinde Türkmen deyiminin ilk kez X. Yy. ikinci yarısında Maksidisi’ de geçtiğini zamanla oğuz adının Türkmen adına dönüştüğünün kanıtlarını sunar.

“Türkmen” adının yaygınlık kazanmış olduğu belirtir. Oğuzların İslamlaşmasıyla Türkmen adının yaygınlık kazanmış olduğu üzerinde durur.Türkmen’e, Türk iman (İmanlı Türk) Türkmen ben türküm gibi anlamlar yakıştırılsa da, Jean Deny görüşüyle “men” kuvvet ekidir ve Türkmen “Türklerin türkü “Öztürk” anlamına gelir.XI. yy. da Anadolu’ya gelen Türk boylarının konar göçer olduklarını Türkmen adının Anadolu’da konar göçerlikle eş anlamlı olduğunu, daha sonra konar göçerliği bırakarak yerleşik hayata geç tiklerini ve Anadolu’ya yurt edindiklerini biliyoruz.Türkmenlere bir müddet sonra Türkmen denilmeyerek, yerli veya manav denilmiştir. Türkmenlerin konar göçer halde hayatlarını sürdürenlerine ise, bu özelliklerinden dolayı (Yörük) adı verilmektedir. Konar göçerliğin özünde hayvancılık var, yeni otlaklıklar aramak var. Kısaca; yürümek var. Bu hayat tarzı da yürüyen Türk anlamında “YÖRÜK”Ü oluşturmuştur.Yörük’le Türkmen’in aynı etnik zümreye ait olan iki kelime olduğunu rahatça söyleyebiliriz. Anamur’da Yörüklere “yaylacı” yerleşik halka yaycı denildiğini Karadeniz’de bil hassa Giresun’da bu kavramları Çepni bir oğuz boyunun da adıdır ve ekinci kelimelerinin karşıladığını belirtmekte Anadolu’nun muhtelit yerlerinde Türkmen Yörük göçer kelimelerine karşılıktır.Peter Alford Andrews Türkiye’de etnik gruplar adlı kitabında Türklerin kendi etnik gruplarının pekala farkında olduklarını bu grupların nerede bulunduklarını tam olarak söyleyebileceklerini kendilerine Türkmen yerine yerli Yörük yerine manav tanımlaması getirdiklerini, bu iki sözcüğü de “doğma büyüme buralı” anlamını çağrıştırdığını, bu terimlerin şehirden çok köyde kullanıldığını aktarmaktadır.

Adapazarı, Bilecik, Balıkesir, Bursa, Çanakkale, Kastamonu, Kocaeli, Eskişehir, Afyon ve Zonguldak da yoğun olarak yaşayan Türkmenlere yerli veya manav denilmektedir.

“Manav” kavramı farklı kaynaklar şu şekilde tanımlanmaktadır.Meyve sebze satılan dükkan, bu dükkanda meyve ve sebze satan kişi.Genel manada Anadolu Türkü, Öztürk, Sadık Osmanlı Tebası. Balıkesir Bandırma ilçesinde de, “manav” adı verilen uzun süredir yerleşik olan ve tarımla uğraşan yerli toplumlar vardır.İzmit sancağının yerli ahalisi, eski Türk boy ve oymaklarına mensup Türk göçebeleri zamanla göçebeliği terk edip iskan edilince manav adı verilmiştir.Yerli Türkmen, gibi yorumlamalar yapılmıştır.Genel adı Türk olan bu insanlara yöresel adlandırmaları ile yerli, manav, pallık (Artvin’in bazı bölgelerinde ), dadaş (Erzurum’da) efe (Ege), Zonguldak Bartın’da kıvırcık Toroslar da alevi Türkmenlere tahtacı, Balıkesir’deki alevi Türkmenlerine çetmi denildiğini biliyoruz.Kültürün kimlik tanımını etkileyen bir öğedir düşüncesinden yola çıkarak sözlü kaynaklara başvurulduğunda;

Söz konusu Oğuzların kayı boyu olan bu Türkmenlere “Size niçin manav deniliyor? Manav adının nereden geldiğini?” sorduğumuzda, aldığımız cevapların bazıları şunlardır:

Yerli Türk.Yörükler yürümeyi ve hayvancılığın yanında tarımla da uğraşmaya başladığı ve de yerleşik hayata geçtiği için “manav” denildi.Orta Asya’dan Batı Anadolu’ya gelen Türkmenlere verilen ad.Türk oturursa manav, gezerse Yörük olarak tanımlanır.

Manav; toprağa ektiği keteni yetiştirip, olgunlaşan bu bitkiyi işlemeye başlayarak, tohumundan yağını, liflerinden de eğirip, büzerek giyeceklerini dokuduğu insanlardır. Hatta ketenin liflerini tabi boyalarla boyayarak en güzel kumaşları dokurlar. Buğdayını arpasını kendi yetiştirir. Yemeklik yağını ketenden kendi çıkarır. Sebzesini de bostan dediği avlu ile çevrili sulu tarlasından, bahçesinden yetiştirir. Kısaca; her ihtiyacını kendi kendine karşılayan kimseye muhtaç olmayan insanlardır.Özelilikle Batı Anadolu’da yaşayan bu Türkmenistan türkü insanlar, sosyolojik açıdan değişime açık, bağnazlıktan uzak, üretken, barışçı, ihtirasları ölçülü, farklı kültüre sahip insanlarla da birlikte yaşama iradesi olan ve de devlete saygılı insan gruplarıdır manavlar.Osmanlı Devletini kuran bu insanlar, devlet kurulduktan sonra da Türkmenistan’dan ağırlıklı göçle beslenerek Kocaeli, Bolu, Yalova, Bursa, Bilecik, Sakarya, Afyon, Eskişehir, Zonguldak ve de Balıkesir’in bir kısmında yaşadılar. Gerek Osmanlı gerekse de Türkiye Cumhuriyeti döneminde, devlete sadakatlikleri ve başkalarının haklarına saygı duymaları ile tanınırlar.Bu Türkmen topluluğuna “manav” denilmesinin esas tarihi gerçeği şudur;Osmanlı Devleti kurulduktan sonra, her Türkmen boyu çıkardığı ve ürettiği ne varsa, yılda bir kere hiçbir karşılık beklemeden Osmanlı Sarayına gönderirdi.

Bolu kabak, Afyon ve Eskişehir bulgur ve tarhana, Adapazarı ve İznik civarında sebze, İzmit Tavşancıl’dan üzüm saraya gönderilirdi.Bolu, Bursa, Kocaeli, Yalova, Eskişehir, Afyon, Yalova, Zonguldak ve Balıkesir bölgelerinden sadece hububat, meyve ve sebze gitmezdi, saraya koyun, kuzu, keçi, oğlak yağ ve kavurmada gönderilirdi.İşte; Osmanlının bu sadık tebası olan manav, bazı yerde de Yörük diye adlandırılan bu insanlara, bulundukları yerlerdeki azınlıklar (Ermeni-Rum). “Yahu, siz Osmanlıyı besliyorsunuz. Karşılıksız her şeyi saraya gönderiyorsunuz, siz Osmanlının manavı mısınız?” derlerdi. Bu devlete sadık insanlarda “Evet, biz Osmanlı’nın manavıyız. Osmanlının manavı olmakla da gurur duyarız. Devletimize yardım etmeyi de bir şeref biliriz” derlerdi.İşte, o gündür, bu gündür azınlıkların hazımsızlıkla, kıskançla söyledikleri bir addır MANAV tanımlaması. Osmanlının Sadık tebası, Özbe Öz Türk. Türkmen - Yörük kül türünün has insanlarıdır manavlar.

Yine sözlü kaynaklardan halk arasındaki tanımlamalarla, manavların kişiliklerine ait bazı tespitler.Manav ve macıra senet gerekmez,Manavın sözü senettir. Devlete, nizama son derece bağlı ve itaatkârdır. Hırsızlık yapmazlar. Herkesin mahsulü harmandadır. Kız kaçıranlar, kavgalı olanlar köyde barınabilirler ama hırsızlık yapanlar asla barınamazlar.Bir Karadeniz göçmeninden derlenen tanımlama; manavın sessizine aldanma.Manav uysaldır. Sessiz sakin insanlardır. Ama manavın damarı kabardı mı yanına gitme, Ayranlığı değişilmeye görsün.

Manavlar birbirini tutmazlar, ama ayrıda yaşamazlar,Manavlar temiz kalpli, saf insanlardır.

Yusuf Çam Milli Mücadelede İzmit Sancağı adlı eserinde Milli Mücadelenin başlangıç döneminde İzmit Sancağında yaşayanların %70 Müslüman %30 kadarı çoğu Hıristiyan olmak üzere azınlıklardan oluştuğunu ve bölgenin sosyal yapısını üç büyük sosyal bütünlük halinde görmek gerektiğini öne sürer.Hıristiyan Azınlıklar ( Ermeniler, Rumlar, Yahudiler )

1830 yılından itibaren bölgeye yerleşen (Muhacirler, Balkan ve Kafkasya)

Bölgenin yerli (otoktan) halkı bu son boşluğu açarsak; bölgenin yerli halkı manavlardır (yani Türkmenlerdir) demektedir.Kültür, bir toplumun hayat biçimidir. İnsanoğlunun öğrendiği bilgi, sanat, gelenek – görenek ve benzeri yetenek, beceri ve alışkanlıkları içine alan karmaşık bir bütündür.Türk tipinin bulunduğu coğrafi bölgeye göre etkilenen ve karışarak değişik özellik kazanan bir ırk olduğu dile getirilmektedir. Özellikle Marmara Bölgesinde yaşayan kişiler Manav olduklarını söylemektedirler. Manav Türkmen kültürünü anlayabilmek için, Manavlar hakkında etnografik bilgilere ihtiyaç,vardır. Örneğin keten el dokumacılığı manavlarla bütünleşmiştir. Çiftçi ailesinin boş zamanlarında tarımdan arta kalan günlerde uğraştığı, hem kendi ihtiyacını karşıladığı hem de fazlasını satın para kazandığı veya yöresindeki hammaddeden ve boş duran iş gücünü değerlendirdiği yardımcı bir el sanatı durumundadır. Ekilip dokuma durumuna gelinceye kadar, havuzlama, kurutma, kırma, tarama, yumuşatma, eğirme, ağartma, çözgü hazırlama aşamalarından geçen keten; dokunup çarşaf, yaygı, yorgan yüzü, yastık kılıfı, elbiselik, yolluk, çuval olarak Manavların ihtiyaçlarını görmektedir.Geleneksel giyimin parçaları olan uçkur, önlük, yağlık, çevre keten bezinden yapılır. Şalvar ve sırta giyilen içlik saya mintan, hırka ise zaten ketenden diğer bir adıyla kandıra bezindendir.Manavlar ketenin çöpünü bile ziyan etmez. Bu bir mübalağa değildir. Ketenin çöpünden yatak, minder yapar, keten tohumunun yağını yemeklik olarak kullanır ve kandilinde yakar.Şehre sadece tuz almaya, şeker almaya giderlerdi. Bazen de şeker ihtiyacını yaptıkları pekmezle karşılarlardı. (Dut, elma, pancar, armut ve şeker kamışı pekmezleri )Manavlar, bölgenin tarım ve hayvancılık özelliklerine uyum göstermiştir. Tahıl, keten, kenevir, meyve, sebze tarımı, bağcılık, son zamanlarda fındıkçılıkla uğraşmışlardır. Manavlarda özellikle Kandıra hayvancığının önemi büyüktür. Koyun, keçi, hindi, küçükbaş, sığır, dombay (manda) gibi büyükbaş hayvan yetiştiriciliği yapmaktadır.

Keş, yağ, peynir, yoğurt üretmişlerdir ki Kandıranın yoğurdu meşhurdur, bu üretimin bir kısmı aile içi tüketime tahsis edilmiş, bir kısmı satışa sunulmuştur.

 

Mimari : Manav köylerinde halk mimarisinin ilginç bir örneği ahşap yığma şeklinde olan çandı evler bulunmaktadır. Gerek Selçuklu, gerekse Osmanlı döneminin bu orijinal ahşap örnekleri günümüzde tek tük de olsa ulaşmıştır.Kandıra ve Kandıra’nın hemen yanı başında bulanan Taşköprü çevresinde yöresel adıyla, üç çandı camii kalmıştır. Tatar Ahmet, Karagüllü, ve Hatipler köyü civarıdır.Kandıra, Kaynarca dolaylarındaki Çandı camilerinin çoğunda Orhan Gazi döneminde ait bulunduğu ve bu tür camilerin kesinlikle Akçakoca Bey’in fethettiği yerlerde yapılmış bulunduğu, Orta Asyadan gelen bu mimarinin anısına sadık olan Büyük Kahraman Akçakoca’nın isteğine bağlı olarak bu camilerin yaptırdığı kanısı öne sürülmektedir.Çandı evler geleneksel Türk ailesinin yaşam şekline göre planlanmıştır. Evin tam ortasında ocaklı bir oda bulunmaktadır, Odanın etrafında onu çevreleyen bir dolaşma yer almaktadır. Evin girişindeki hayat denilen geniş alan bu dolaşmayla birbirine açılmaktadır. Evler iki katlı olup alt katta ahır bulunmaktadır. Yaşam mahallinin ahırın üzerinde yer almasının amacı hayvanların ve nefeslerin oluşturduğu sıcaklığın üst katın ısınmasında katkı vermesidir. Aynı zamanda da mal canın yongasıdır. Hayvanlar ailenin gözü önündedir.Çandı yapının en önemli özelliği çapındaki kütükler düzgün yontularak birbiri üzerine binen U kesitli boğazlarla kenetlenmektedir. Boğaz kısmından ağaçlar uzatılarak uçları aynı hizada düzgünce kesilmektedir. Kertilip birbirine geçirilen uzun kütüklerde çivi kullanılmamaktadır. Bu yapılar kültür özelliği olmasının yanı sıra birer sanat eseridir. Kışın sıcak, yazın serindir. Aynı zamanda depreme son derece dayanıklıdır.

Görüyoruz ki; Orta Asya’dan Anadolu’ya gelen Türkler manevi kültürlerinin yanında maddi kültürlerini de getirmişlerdir.

 

Manav Mutfağı;

Manav mutfağı karbonhidrat ağırlıklıdır diyebiliriz. Buğday başta olmak üzere tahıl maddeleri ana öğedir.Türklerde çok eski ve yaygın bir çeşit olan gözleme manavlarda da vazgeçilmezdir. Yine bu çeşide yakın bazlama ve cızlamayı sayabiliriz. Bazlama biraz kalındır. Ve ekmek işlevi görmektedir. Cızlama ise taşmış ve yumuşak hamurun daha ince pişirilmiş bir versiyonudur.Bu mutfağın en kendine has örneklerini vermek gerekirse, malay (mısır ve buğday unundandır, dartılı veya pekmezli yenir) mancarlı pide (bu genel bir başlıkla söylenirse ıspanaklı pidedir. Ispanakla sınırlanmaz. Pidenin içi gezecek otu, efelik, kaldirik otu, gışırık otu olur ama başlık aynıdır; mancarlı pide)

 

Dartı : Dartı başlı başına konudur. Bir imzadır bu mutfakta. Bekletilen sütün üstündeki kaymak, yoğurdun kaymağı toplanarak kaynatılır. Kaynatma süresi istenen kıvama göre değişmektedir. Çok kaynatılırsa yağı iyice ayrılır, az kaynatılırsa daha krema görünümünde olur. Bir iki maddede yapımını açıklayacağımız bu yiyecek kahvaltılarda baş tacı yemeklere çeşnidir

 

Keşkek : Çok eski bir yemektir. Oğuz Türkmen boylarının vazgeçilmez yemeğidir. Buğdayın dövülmüşü kaynatılır içine et katılır. Üzerine mutlaka dartı koyulur.

Keşkek aslında düğün ve bayram yemeğidir. Eskiden bayramlarda asla es geçilmezdi.

 

Keş : Eski bir ağartıdır süt ürünüdür. Kesilmiş sütten yapılır. Kendi kendine toplanan süt bir tülbentle süzülür ve kurutulur. Kahvaltılık veya hamur işlerinde iç malzemesi olur.

İçecek olarak komposto ( hoşaf ) ve ayran sayabiliriz. Komposto için tercih edilen meyveler elma, armut, ayva, eriktir. Kurutulur, kurutma işlemi sonrası erik(kak) diğerleri (buruç) kıvamındadır artık..

Kışlık hazırlıklarda ise; pekmez, tarhana, salçalar, meyve kuruları ve kendi tuzlu suyunda uzun süre bekletilmiş sert peynirler yapılırdı. Bu kıvamdaki peynirler közde veya tavada kızartılıp tüketilir.

Çorbalarda kesin bir un malzemesi hakimiyeti vardır.

Kesme çorbası

Dımbıl çorbası

Umaç Çorbası

Erişte Çorbası

Tarhana Çorbası

Mancar Çorba ve yemekleri

Ana başlıklar halinde söylediğimiz manav mutfağı; her yöre mutfağında olduğu gibi yeniden keşfedilmeyi bekleyen lezzetlerin sahibidir.

Özellikle gözleme, cızlama ve bazlamaç çok özel yemeklerdir. Bugün bile gözleme deyince akla manavlar ve Yörükler gelir. Aynı kültürün insanları.

Sadece Batı Anadolu’da değil, Ege ve Akdeniz bölgesinde de, bu yerleşik veya kısmen Yörük olarak adlandırılan bu insanların en önemli yiyeceklerinin başında gözleme gelir.

Her evde kışlık tarhana, kuskus, buruç (elma, eriği armut vs.) vardır. Yazdan yapılmış peynirleri vardır. Kavurmalar pek çok aile tarafından toprak küplere yazdan basılır.

Pekmez (pancar, şekerkamışı, elma, armut vb. meyvelerden elde edilen tatlı) hemen hemen her evde bulunur. Enerji kaynağıdır. Kışın soğukta özellikle yenir.

Manav mutfağının en önemli yemeklerinden biri de “Malay” yemeğidir. Bazı yörelerde “kaçamak” diye de anılan bu yiyecek, yoğurt ve pekmezle iştahla tüketilir. Mısır malayı veya buğday malayı, her ikisi de bu yerli halkça çok sevilir.

Mancarlı pide, manavlarda gözde yiyeceklerdir. Mancar (ıspanak, gazicek, efelik, gışırık, kaldirik, (çiçekli mancar) kabak urgan ucu, pazı vs.) bitkilerin ortak adıdır.

Mancarlı olarak yapılan bu un mamulü pideler, dartı, sütçiği, peynir, keş gibi süt ürünleri ile de karıştırılır, desteklenirse mükemmel bir yiyecek ortaya çıkmış olur.

Bozkurt Güvenç’in yaklaşımıyla dile getirecek olursak; bir manav ırkı belki yoktur ama görünen o ki bir MANAV kültürü vardır.

·         Sümeyye Köktürk yazıları

 

AKÇAKOCADA

 

Kız ve Erkeğin Tanışması :Akçakoca’da mısır bitkisinin fazla ekildiği, fındığı kozalarından ayırma makinelerinin daha ortaya çıkmadığı dönemlerde mısır soyma, fındık ayıklama imeceleri yapılırdı. Bu imecelere kız ve erkekler bir arada katılırlardı. Mısır çapalama, fındık toplama işleri de imece şeklinde yapılırdı. Akçakocalı kız ve erkek gençler birbirlerini bu imecelerde, kasabaya inme sırasında, dereye suya giderken, nişan, düğün gibi eğlencelerde tanırdı.Kız ve erkeğin ortaklaşa güvendikleri bir kadını aracı olarak kabul eder ve sevgi nişanelerini birbirlerine bu aracılar ile gönderildi. Bu günde buna benzer olaylara şahit olunmaktadır. Çoğu kez kız erkeğe, kendi işlediği bir mendili, oğlanda kıza gülyağı, şeker, lokum, küpe, yüzük gibi hediyelerde gönderirdi.

Sevdalık Günleri :Akçakoca gençleri arasında sevdalık günleri çok önemliydi. Sevenlerin arkadaşları vardır. Bu arkadaşlar erkek ise, hep seven erkeğin etrafındadır, arkadaşları için pervane olurlar, hep beraber gezerler. Başkaları seven erkekmiş izlenimi yaratırlar. Örneğin; Sevdiği kız salıncağa binerse, önce aşık olan silahını boşaltır. Bunun anlamı: Bu “Seni başkası severse onu öldürürüm” anlamına bir mesajdır. Ardından aşığın arkadaşları silahlarını boşaltırlar. Bunun da anlamı: “Bir arkadaşımızın arkasındayız” demektir Durum herkes tarafından anlaşılır, kimse kimsenin sahasına girmez. Erkek evlenme arzusunu ailesindeki kadınlara açar. Zaman içinde gelişen olaylar oğlanın anası tarafından babasına iletilir. Günler ve gecelerce ne olup olmayacağı, aileler arasında düşünülüp tartışılır. Sonunda kız tarafının kıramayacağı bir elçi bulunur. Elçi baba ve annenin ağzını arar. Olumlu yanıt alınca kızı istemek için girişimlerde bulunur.Toplum kız isteme konusunda çok duyarlıdır. İstenilen bir kızın verilmemesi ya da söz kesiminden sonra dönülmesi erkek tarafından hakaret kabul edilir. Bu tür olaylar genellikle kan davası gibi olaylara sonuçlanır.

Sıra Gözetme : Ablası bekar olan, evlenme çağındaki erkek bu kuralı bozup evlenebilir. Erkek toplunda kadından önce gelir. Erkek kardeşler arasında da sıra gözetilir. Miras taksiminde kızın payı erkeğe göre yok gibidir. (Bu gelenek Lazlarda daha çoktur.)Son zamanlarda Bölgede kızlar arasında sıra gözetme geleneği vardır. Büyük kız varken küçük kız evlenmesi ayıplandığı gibi baba buna kesinlikle karşı koyar herkes hakkını yavaş yavaş  alma yolunu tutmaya başladı.

Başlık Parası :Akçakoca ve köylerinde başlık parası vermek hemen hemen yok gibidir. Yalnız fakir ailelerde kızına çeyiz yapabilmek için bir miktar para ödenir. Başlık parası verme Laz ve Gürcü ailelerde, Rizeli  toplumlarda daha az uygulanır. Abazalarda başlık parası alınmaktadır.

Kız Kaçırma Olayları .Abazalarda düğün çok masraflı olduğu için, özellikle birbirini seven çiftler kaçarlar. Bu danışıklı döğüştür. Kız kaçırılmadan önce nüfus cüzdanı kaçırılır. Kızın yaşı on sekizden küçük ise kız kaçırılınca erkeğin akrabalarından birinin evinde saklanır. Daha sonra aileler arasında anlaşmaya gidilir. Kaçırılan kızın yanında kıza yakınlığı ile bilinen kızın arkadaşı ile kaçırılır. Bu kıza tasavize denir. Kız emin bir ailenin yanına misafir edilir. Düğün yapılıncaya kadar kız o evde kalır. O evde her akşam eğlence yapılır. Bunun adına taşamhara denir. Kız-erkek anlaşarak kaçmışlarsa iki tarafın aileleri bir müddet birbirleriyle görüşmez. Daha sonra aracılar yardımıyla taraflar barıştırılır. Ancak yıllar süren küskünlükler söz konusudur. Kız kaçırmada kızın rızası yoksa olay kan davasına kadar gidebilir.

Kız İsteme Geleneği :Ön hazırlıklar tamam olunca kız babasının sevdiği birisi erkek tarafı ile birlikte kız istemeye gider. Erkek tarafından ağzı laf yapan biri sözü açar.Biz Allah’ın emri, Peygamberin kavli ile kızınız ...............’yı oğlumuz ..............’ya istemeğe geldik” der. Baba da;Allah yazdıysa olur. Amma bir düşünelim. Soracak adamlarımız var onlara soralım” der. Bu biraz naz etmek ve kendi akrabalarına paye çıkarmak için söylenmiş bir sözdür. Bir müddet biçilir. Bu arada istiyorlarsa, el altından erkek tarafını cesaretlendirecek haberler iletilir.Bu dönemde, kız ile erkek karşılaştıklarında kaş göz işaretleri ile birbirlerine cesaret verirler. Kız belli bir süre sonra istenir.

Söz Kesme ve Nişan Olayı :Eskiden erkek askere gitmeden nişanlanırdı. Nişanlık süresi, askerlik, para yokluğu ile ilgili olarak 2-3 hafta ile bir yıl arasında değişir. Yerli halk arasında beşik kertmesi kesinlikle yoktur. Göçmen köylerinde beşik kertmesine rastlandığı söylenmekte ise de tespit edemedim.Kız istemede erkek tarafından hediye olarak getirilen “kutu şekeri” ertesi gün iade edilmez açılırsa, kızı erkeğe verildiğine işarettir.Taraflar tarafından söz kesiminden sonra oğlan tarafından akrabaları kızın evine yüzük, kutu şekeri ile elbiseler, çorap ve terlik alıp giderler. Nişanda yüzükler takılır. Bazı köylerde nişanda erkeğin bulunmadığı, akrabası tarafından kızın parmağına yüzük takıldığı söylenmekte ise yerli köylerde böyle bir gelenek bulunmamaktadır.Bir süre sonra kız tarafı, yüzük, bir kat çamaşır, kaynanaya elbise alıp oğlan evine getirirler.

Çeyiz Geleneği
:Çeyiz olarak sandık, yatak, yorgan, yelek, şalvar, bakırdan mutfak eşyası, elde dokunmuş yer hasırı, hasır seccade, ottan duvar yastığı, kanaviçe işler ve örtüler vardır. Çeyizin miktarı ailenin mali durumu ile ilgilidir. Yerli halkta çeyiz eşyası, Doğu Karadeniz kökenli ailelerde olduğu kadar fazla olmakla beraber, kızlar mirasta erkek kadar hakka sahiptir.

Kına Gecesi :Düğün geleneğinin ilk kademesi kına gecesidir.Kına gecesi Çarşamba günü yapılır. Kına gecesi için erkek tarafı beraberlerinde taraftarları ile birlikte yanlarına kına alıp gelin evine gidilir. Dört kız çarşaf veya büyük bir yazmanın altına gelini alırlar. Bir kız gelinin eline tabaktan kına yakar. Elleri temiz beyaz bezlerle yumrukları bağlanır. Bir taraftan da maniler söylenir. Hem gelin ağlar, hem etrafındakiler.
İzzet ve ikramdan sonra erkek tarafı evlerine gelir. Damadın evi önünde büyük bir ateş yakılır. Kız tarafı tavuk istemeğe gelir. Her evden birer tavuk alınır. Ateş yanınca baklavalar getirilir. İkramlar yapılır. Kız tarafı darıltılmadan uğurlanır.Kına gecesi bayramlık elbiselerini giyen genç kızlar çiftetelli, topal oyunu, orta oyunu gibi oyunlar yaşlı bir kadın denetiminde oynanır

Düğün Günü :Düğün genellikle nişandan en az bir yıl sonra yapılır. Bindallı ve benzer gelenekler yoktur. Eskiden gelin renkli ve temiz ipekli elbise damat ise don pantolon üzerine beyaz gömlek ve işlemeli yelek giyerdi. Güvey fakirse beyaz elbise ödünç alınırdı.Eskiden olduğu gibi gelin kayın baba ve yakın akraba arasına giderdi. Gelin evden çıkarken, kız kardeşlerden biri, yoksa akraba kızlardan biri çeyiz sandığı üzerine oturup sandık haracı isterdi. Ayrıca kapıdan çıkarken erkek kardeş, kapı haracı olarak bir miktar para talep eder.Köylerde, genellikle bir öküz arabası süslenirdi. Üstüne halı ve kilimlerle bir örtü yayılır. Araba çan ve zillerle bezenir, köylüler şık giysilerini giymiş, arabanın önündü, ardında, yanında yürüyerek giderlerdi. İkide birde araba durdurulur:Ala ala hay... diye bağırarak düğün evine varılır. Yolda devamlı halaylar çekilir. Kasap oyunu, Kastamonu zeybeği gibi oyunlar oynanır. Gelin alayı, çeşitli yollardan dolaşarak damat evine varırdı.Gelin alınmadan o köylülere veya mahalleliye pilavlık parası verilir. Gelin arabaya binmeden bolluk ve bereketli olsun diye ya damadın babası veya yakını bozuk paralar içinde şekerler, buğdaylar serper, çocuklarda bunları birbiri üzerine yığışarak kapış kapış toplardı.Köyden çıkıncaya kadar çeşitli yollardan dolaşarak damat evine varılır. Gelin arabadan inmez, bahşiş ister. Bir inek ya da tosun getirilir. Kulağı kesilerek işaret verilir. Kapı önünde kurulan bir masada kız tarafı tatlı, şeker, sigara, mermi gibi isteklerde bulunur. Bu istekler karşılanıncaya kadar gelin bekletilir. Bu durum bazen üç dört saat kadar sürer.Gelin eve girerken eğilip eşiği öper. Bolluk getirmesi düşünülerek mısır, buğday, şeker, bozuk para atılır. Akraba ve komşular başlarında birer tepsi baklava alarak erkek evine giderler. Tepsiler üst üste kümelenir.Erkeklerde evin önünde yakılan ateş etrafında oynarlar. Bu oyunlar kadın kıyafetine girmiş köçekler tarafından oynanır. Eğer aile varlıklı ise dört köçek, dört davul, dört zurna ve dört keman bulunur.Diğer köylerden geleneklerde kafileler halinde düğüne katılırlar. Kimileri koç, kimileri koyun getirir. Meydanda ikramlar yapılır.Yenip içilir. Sonunda köylüler misafirlerini evlerine götürürler.Hoca nikahı yapılır, bu adet yaygındır. Hoca nikahı yapılırken gelinin yanında dadı veya bibi (teyze, hala) denilen kadınlar bulunur.Gürcü köylerinde düğün gecesi, güveyin gerdeğe girmesi yasaktır. O akşam kızın akrabası olan kızlar sabaha kadar beklerler. Düğünün ertesi günü gerdeğe girilir. Düğün genellikle üç gün devam eder. Lazlar ve Hemşinlilerde de benzer gelenekler vardır.Diğer köylerde ise hoca nikahı kıyılır. Sonunda güveyi arkadaşlarının kolunda gelinin odasını getirilir. Arkasından yumruklanarak odaya itilir. Damat odaya girer. Hazır bulunan seccadede iki rekat namaz kılıp duasını yapar ve gelinle tanışmaya gider. Damat bu arada gelini konuşturmaya çalışır. Ona hediyeler verip konuşturur. Konuşturulunca da pencereyi açıp iki el silah atar. Bundan sonra herkes dağılıp gider.Gelinle damat, gidip kayınvalidenin elini öperler. Tekrar odalarına giderler. Orada baklava yerler. Bazense baklava kesmelerinin yarısını yiyip bırakırlar. Ertesi gün bunları evlenmemiş erkek ve kızlar yer. Darısı sizin başınıza gibi bir gelenektir bu. Ertesi gün sabah, köçekler, davetliler düğün evinin önüne gelirler. Oyunlar oynanır. Damat elinde bir tepsi baklava ile herkese birer kesme baklava sunar. Sonra da herkes dağılıp gider. Ev kadınlarla dolar. Duvak günü damat sağdıçla gider. Gelinle sabahtan ikindiye dek oyunlar oynanır, şarkılar söylenir ve derken düğün biter

Duvak :Güvey gecesi sabah gelini eğlendirmek için eğlence düzenlenir. Gelin oynar ve etrafa para atar.Bekar kızlar gelinin duvağından teller koparırlar. Duvaktan sonra erkek ve kız evlerinde yemekli davetler yapılır.

Düğün Davetleri :Bütün akraba ve hısımlar gelin ile damadı davet ederler. Bunlar taşıma davetleridir. Her gidilen eve gelinin yaptığı bir el işi işleme götürülür. Onlarda onlara çeşitli hediyeler verirler.

Doğum Olayı :Genellikle ilk çocuğun erkek olması istenir. Çocuklar genellikle beşikte büyütülür. Çocuğun adı üç gün içinde yaşlı bir erkek veya hoca tarafından üç defa kulağına okunarak konulur. İsimden sonra ezan okunur. Komşular ve akraba loğusaya evvela geçmiş olsun derler sonrada hediyeler getirirler. Doğumun kırkıncı günü çocuk ve loğusa yıkanır. Buna çocuk kırklandı denilir.

Diş Çıkarma :Küçük çocukların diş çıkarmaları aile için ayrı bir sorun olur. Ailenin bireyleri yeni çıkan dişi görmeyi uğur sayarlar. Onun içinde sık sık çocuk güldürülür, ağzına bakılır. Hatta bazıları ekmek kabuğunu gevlettirmek suretiyle dişin çabuk çıkmasının sağlarlar. Bazıları da parmağını rakıya batırarak çocuğun diş etlerini oğalar. Çocuk bundan çok hoşlanır.Dişin çıktığını gören kişi mutlaka diş çıkaran çocuğa ya elbise alır ya entarilik alsınlar diye anne babasına para verir.

Sünnet Olayı :Akçakoca bölgesinde kirvelik olayına rastlanmaz. Eskiden gezginci sünnetçilerin gelmesiyle hiçbir hazırlık yapılmaksızın çocuklar sünnet edilirdi. Günümüzde eğlenceler düzenlemektedir. Sünnetçiye, bazen para almadığı için sabun, havlu gibi şeyler verilirdi.

BAYRAMLAR VE EĞLENCELER

Dini Bayramlar :Dini bayramların Akçakoca örf ve adetleri içinde çok büyük yeri vardır. Üç aylar girince Recep, Şaban ve Ramazan gelinceye kadar bazı kimseler ramazana alışmak için ayda bir belli oruçlar tutar, kutsal geceler, cumalar yavaş yavaş ayrı bir kalabalık olmaya ve cemaat artmaya başlar.Ramazana hazırlık olmak üzere, makarnalar kesilir, erişteler yapılır. Yufkalar açılır, kuskuslar hazırlanır. Mevsime göre çeşit çeşit reçeller, hoşaflar ve şuruplar hazırlanır.Hele bayram gecesi yeni esvaplar giyilir, Provalar biter. Küçükler giyeceklerini başlarının altına koyar. Ayakkabılarını yatağın içine yerleştirir. Herkes banyosunu yapıp yatar. Küçük erkek çocuklar sabahleyin sabah namazına herkesle birlikte camiye gider. Namazdan sonra vaiz dinlerler. Bayram namazı kılınır. Hoca dikilir, en yaşlı adam hoca ile bayramlaşır, ondan sonraki hoca ile yaşlı bayramlaşır ve yerini alır. Böylece sıralanır. Cemaatin en yaşlısı ile en genci bayramlaşıncaya kadar sürer. Sonra birlikte hoca dua eder.
“Bu bayrama eriştiren Allah’a senalar ve amin” denilip çıkılır. Yolda görülenlerle bayramlaşırlar. Mezarlıklara gidilir. Ölülere dua edilir. Hastalar ziyaret edilir.”
Her köyün ramazanında davulcular bahşiş toplar. Birinin elinde bir sırık, birini elinde bir sepet. Davulcu davulu çala çala her evin önünde maniler söyler. Bahşiş; havlu, mendil, yazma sırığa bağlanır. Baklavalar, el altıda tepsi bulunan sepete konur. Paralarda davulcunun cebine konur.

Bayramlar :Yerli köylerde bayram sözcüğü eğlence anlamına gelir. Bayram olacağı gece, bayramı bilen köydeki misafirler, bayramın olacağı köye yakın eş dost ve akrabalar ile birlikte giderler. O akşam onlara misafir olurlar. Kadın ve kızlar yemekten sonra daha geniş evlerde, erkekler ya kahvede ya da başka bir evde toplanırlar. Erkekler orta oyunları yaparlar. Mutaassıp olmayan yerlerde içkide içilir. Gramofon çalınır ve Cide kemençesi ve tepsi çalarak oyunlar oynanır. Genellikle oyunlar iki kişilik eşler halinde yapılır. En revaçta olan oyunlar topal oyunudur. Bu oyun Akçakoca’ya özgü bir oyundur

Eğlenceler

İMECE ÜSÜLÜ :Eskiden patoz makineleri yokken, fındık harmanda kurutulur, sabahları tırmıklar vurulur, sonrada altından tanesi alınırdı. Kalan fındıklarda kabuklarından ellenmek suretiyle bulunup ayrılırdı. Köylerde bu işler imece halinde yapılırdı. Kabuk ayırma işi erken bitimi, orası düğün evine döner, oyunlar şarkılar, gülme, eğlence, yeme içme başlardı. Kızlar erkekleri, erkekler kızları burada seçerdi. Çalışkan mı? Tembel mi? Dili tatlı mı? Nobran mı? Şaka kaldırır mı? Yoksa içine kapanıp arpacı kumrusu gibi düşünür mü? Yapıcımı yıkıcı mı? Hepsi burada denenirdi. Bu eğlencelerde maniler söylenirdi. Atmaca tabir edilen karşılıklı mani atmaları da yapılırdı.

KIZ BEĞENME : Bayramlarda köyün şenlik yerinde herkes toplanır buradaki ağaçlara salıncaklar kurulur ilkönce kızlar biner sallanırken bu kızı beğenen erkek adayı silah atar ben seni istiyorum demektir,daha sonra diğer sıradaki kızlar biner sallanırken damat erkek adayı silahını ateşler kıza beğendiğini vurgular bu böyle devam eder ,sıra erkeklere gelir erkekler sallanırken kız gelin adayı hemen ailesine söyler,bu kızda silah atar bu böyle devam devam eder eşlerini alan kız ve erkek kesinlikle başkası ile evlenemez sahiplenemez birbirleriyle evlenirler.

GÜREŞLER :Köyde köy şenlik yerinde davul zurnalı maniler eşliğinde çok güzel güreşler olur fakat bu güreşlerde şimdilerde ilgisizlik yüzünden yapılmamaktadır.

TAKLA OYUNU :Bayramın son günü akşamı takla oyunu oynanır,4 kişi ebe olur bunlar eğilerek omuzlarını sırt sırta verirler bir daire oluştururlar,diğer taraftan da sıraya geçen oyuncular vardır bunlar bu ebelerin üstüne atlayarak takla atarlar,eğer yere düşen olursa bu oyuncu ebe olur.

EŞEK ATLAMA:Ayrıca bir hakem 5 ebe oyuncu ile oynanan eşek oyunu vardır bu 5 oyuncu ebedir bunlar eğilerek eşek şeklini alırlar,sıradaki oyuncular sırasıyla koşarak bunların üstüne bu diğer 5 oyuncu koşarak atlarlar üzerlerine binerler ilk atlayan oyuncu alta ki ebe oyuncuya parmaklarıyla bu kaçtır der seslenir altakı oyuncu bu üsteki oyuncunun dediği rakamı bilemezse üsteki oyuncular bu ebe oyuncuların sırtında durmaya devam ederler,bilirseler üstekiler ceza olarak alta ebe olurlar bu oyunda böyle devam eder.

SOPALI HALAT ÇEKME :Bu oyunda ortaya bir çizgi belirlenir kalın bir sopa vardır bir tarafta bir gurup diğer tarafta başka gurup vardır,ilk baştaki oyuncular bu sopayı tutarlar arkasında 5 er kişilik guruplar vardır bunlar birbirini çekerler hangi ilk oyuncu bu sopayı bırakırsa vede bu çizgiyi geçerse mağlup ilan edilir

KÖREBE OYUNU: burada da 3 oyuncu, 1 halat ip,2 adet taş,1 yere çakılan kazık sopa,1 de bezden yapılmış kamçı vardır,ilkönce bu kazık çakılır halatın orta bölümü bu kazığa bağlanır bu halatın bir ucu bir ebe oyuncuya diğer ucu diğer ebe oyuncuya bağlanır bu bağlanan 2 ebe nın gözleri bir bezle bağlanır gözleri görmezler kazığın yanındaki oyuncu hakemdir,bu bir ebenin elinde 2 adet taş vardır bu taşları çarptırarak diğer ebeyi harekete geçirir bu ebe elinde de bulunan bezden yapılan kamçı vardır taşın sesine giderek bu ebeye bu kamçıyla vurmaya başlar bazen de hakem oyuncuya da vurabilir bir daire şeklinde dönerek bu oyun böyle devam eder,dışarıdakilerde bu kamçılı ebeyi yanlış yönlendirirler oyun uzasın diye

BAYRAMI UĞURLAMA : Burada da son gün davullar çalınır,köyde dolaşılır,maniler söylenir, köy meydanında halaylar ,köçekler,şarkılar,silahlar atılır,oyunlar oynanır ve bayram bu şekilde uğurlanır

KIZ ALMA : Köçekler eşliğinde köyün şenlik yerinde köçekler köçek,oyunlar oynarlar,Alaplı çıftelesi dediğimiz figurleride yaparlar,köylüde bu köçeklere de köylü eşlik eder,silahlarda atılır,daha sonra köçekler eşliğinde köylü damat evine giderler,kızın annesi damat evinden baklava ,tavuk ister,yollarına kilim serilmesini ister bir koç ister bunların gerçekleştirmesini ister damat evinden damat evi biraz naz yapsa da bunların hepsini yaparlar kız arabadan inerek eve doğru giderler evin kapısından geçerken elleriyle evin bütün kapılara ellerini sürer,giriş kapısının önüne parça ekmek koyar uğurlu gelsin dıye,daha sonra enson gelin yatak odasına gelir orda damat tarafından duvağı açılır akraba ve damat tarafından hediye leri takılır,bu arada misafirler gelinin çeyizlik hediyelerine bakarlar,resimler çektirirler bu gelenekte halende devam etmektedir

KÖYDE

KIZ İSTEME : Cuma gecesi erkek ailesi,kız evine gider ‘’Allah’ın emri Peygamber’in kavli ile’’ diyerek kızı ister.Kız tarafı araştırma ve akrabalarına sormak için süre ister,kızı vermek niyetinde değilseler kızımızın yaşı küçük nasibinizi başka yerde arayın derler ve ya Allah yazdıysa olur derler süre isterler.

SÖZ KESME : Kız tarafı müsbet cevabı verirse erkek tarafı bir hafta sonra kız evine gider,oyalı yemeni götürürler.Kız tarafı da çevre verir,nişan günü orada tespit edilir.Kızın parmak ölçüsü alınır.

NİŞAN  : Erkek tarafı alışverişe çıkar,beşibiryerde,bilezik,küpe,tuvalet takımı,iç çamaşırı,gelinlik,elbise kumaşlar alınır.Ayrıca aile etrafı da giydirilir.Bohça içinde bunlar kız evine verilir,Nişan yüzüğü orada takılır.Bir hafta sonra da kız tarafı da aynısını yaparak erkek tarafına gidilir.Her iki aile fedakarlık yaparak düğüne hazırlanırlar.Çeyizler sandığa konur,çeyizde kızın işlediği oyalı danteller,kanaviçeler,yatak,yorgan,şalvar,yelek,mintan,bakır ev eşyalar erkek evine gönderilir.Çeyizler bir hafta boyunca yatak odasında duvarlara asılır,sandıkta ki çeyizler teşhir edilir.Çeyizlerin kalite çokluğu ailenin zenginliğine işarettir.

KINA    GECESİ  : Düğünden bir gün önce gelinin ve yakınlarının eline kına yakılır kına erkek tarafından getirilir kına yakma töreni boyunca maniler söylenir gelin ağlatılır,kına gecesi kızlar çiftetelli ve çeşitli oyunlar oynar.Köy lisanı ile mani ve türküler söylenir.

 

‘’Yukarı köyün çakalları                        Yukarı köyde çakal yok

   Aşağı köyün bakalları                         Aşağı köyde bakal yok

   Damat beyin sakalları                         Güveyin sakalı yok

   Gelin kınan kutlu olsun                       Gelin kınan kutlu olsun

 

   Kına gecen hoş olsun                          Köyümüzden çıkıyorsun

   Evin bereket dolsun                            Bize veda ediyorsun

   Damat bey eşin olsun                         Yeni yuva kuruyorsun

   Gelin yuvan mutlu olsun                    Gelin kınan kutlu olsun’’

   Diye maniler söylenir.

 

DÜĞÜN  : Erkek tarafı düğün günü kız evine giderler.Arkadaşları tarafından hazırlanan gelin,bir araba ve ya öküz arabasına ve ya bir ata bindirilerek yakınları da geline eşlik ederek erkek evine yol alırlar.Zengin olan at arabasına bindirilir,damadın arkadaşları at arabasına biner düğün evine ilk gelen atlı bahşiş alır.Diğer atların dizginlerine mendil takılır,düğün alayı erkek evine gelince damat tarafından karşılanır birlikte eve girilir buna koltuk denilir.Gelin eve girerken kapının üstüne yağ ve bal sürer,sağ ayağını da eşikten atar.Bu arada damat tarafı kapı önünde para serper uğur niyetine.Bu paralar çocuklar tarafından toplanır ve kapışılır.

 

GÜVEY  KOYMA: Akşam yemeği damat evinde yenir topluca kahveler içilir oyunlar oynanır yatsı namazından sonra imam nikahı kıyılır gelin ve damat zifaf odasına girerken güvey alayı damadın arkasına vururlar.Damat zifaf odasının içine kaçar canını zor kurtarır ve güvey alayı silahla ateşler eder.

 

DUVAK   : Güvey gecesi sabahı gelini eğlendirmek için eğlence tertiplenir,gelin de oynarken etrafa para atar genç kızlar gelinin duvağından teller kopartılır sonra erkek ve kız evlerinde davetler yapılır.Maalesef bu gelenekler şuanda düğün salonlarına taşmış ve gelenekler kaybolmuştur.Düğün salonlarında eski folklorik oyunlar yerine modern danslar taverna eşliğinde düğün salonlarında yapılmaktadır.

 

FOLKLÖR  :Köye has topal oyunu vardır ,köyün kendine has folklor ekibi yoktur,Karadeniz folkloru hakimdir,Davul,Zurna,Saz,karşılıklı zille oynanan oyunda çalınan zil dir.Ayrıca köçek oyunu,gemici çardak oyunu vardır Halay, Sallama Karşılıklı Zille oynama Köçek,Davullu gemici çardak oyunudur,Manav dal sıksara oyunlarıdır Bar,Halay,Horon,Sallama,Karşılıklı zille oynama,Hura,ve karşılama,Köçek oyunları da oynanır,Ayrıca Cide kemençesi ve tepside çalınır iki kişilik topal oyunu oynanır

DAVUL  : Davul savaş sırası,sonrası,askere giderken,törenlerde,ramazanlarda,güreş yapılırken çalınır.Davulun eski adı Tavuldur,Çağatay Türkleri tarafından yapılmıştır,bir haber aracıdır

ZURNA: Davul ve zembeleklerle çalınır ağaç maden, boynuzdan yapılır ,7 üstte 5 altta deliği vardır,Avrupa’ya Türkler tarafından götürülmüştür,Oğuz Türkleri Anadolu’ya getirmiştir,kemençe ve davula eşlik eder,4000 yıldan beri devam eden bir enstrümandır.Davul,Kaval,Zurna,göçer enstrümandır,köyde son zamanlarda bunların yerini taverna müziği almıştır org ile çalınan müzik aletidir eski neşe eski düğünler artık tarihe gömülmüştür,evlerde yapılan düğünler artık düğün salonlarına taşmıştır

KAVAL: Orta asyadan gelmiştir Balasau Türkleri icat etmiştir,Çağatay Turan Türkleri haval derdi Karadenize bunlar getirmiştir ,bir göçebe çalgısıdır Of, Tokat kavalı meşhurdur

KEMENÇE  :Klasik ve Karadeniz kemençesi olmak üzere iki türü vardır Akçakoca da Karadeniz kemençesi çalınır,ince uzundur,sol el ile havada tutularak çalınır,kemençenin telleri çeliktendir.Akortları la,re,sol,mi,yahut sol,re,la,mi veya 3 telli için re,la,mi dir,tellerin üzerine basılarak,tek olarak çalınır.Sazın şekli bir takayı andırır,gövde kısmı dut ve ceviz ağaçlarından oyularak yapılır,ses tablası ise 1,5- kalınlığında ladin veya köknar ağacından yapılır,kısa sapı ve çelikten üç teli vardır re-la-mi sesleri akort edilir,bir buçuk oktav çalar.Yayının kılları gevşek olarak takılır ve sol el ile havada veya dize dayanmış olarak tutularak kemençenin 3 teline aynı anda sürülerek çalınır çalınır Kemençe anadoluya oğuz Türklerinden gelmiştir Kemençe ,Özbekistan,Kırgızistan ada Anadoluda ıklık göbekli kemençe olarak çalınır Arapçada Keman Türkçede ç demektir bu iki kelime birleşmesinden Kemaençe doğmuştur ,Kıpçak Türkleri tarafınından Mısıra götürülmüştür Özbeklerin girjası kemençeye benzer, kıyak kemençe denir.Trabzon dada Gagavuz Türkleri kemençeleri vardır,Trabzonda kemençeye kıyak denir,Türkmenistan,Özbekistan, Kırgızistan Gagavuz Türklerin kemençeleri vardır 2 sesle çalışır 2 telden ses alınır 4-6-7 aralıklıdır.

TULUM: Tulum Karadeniz bölgesinde kullanlıan nefesli halk sazıdır,deri,nav ve ağızlık olmak üzere 3 kısımdan oluşur.Deri,tulum olarak anılır, tulum,koyunveya oğlak derisinin tüyleri temizlendikten sonra ayakları yukardan kesilir,sağ ön ayak ile arka sol ayağın dışında kalan delikler hava kaçırmayacak şekilde sıkıca bağlanır,ön ayağa bir tahta boru,arka ayağada üzeri delikli iki boru tespit edilir.Deri hava ile

Delikli borulardan ses çıkmaya başlar,koltuk altına yerleştirilen tulum zurna analık üzerindeki parmaklar delikleri açıp kapamak suretiyle istenen ezginin çalınmasını sağlar,nav sazın zurna dediğimiz kısımdır,ağızlık ise hava üflenen kısımdır Tulum Türkçe kelimedir Çağatay Türkleri icat etmiştir Anadoluya Peçenek Turan Türkleri Karadenize getirmiştir Kıpçaklarda tuluk,Duluk diye geçer.

ÇOCUK OYUNLARI

Çelik çomak,binmeli eşek,esir oyunu,körebe,köşe kapmaca,birdirbir,seksek,yakan topu,lunç,domino devirme

KIYAFETLER

Köyde 25-30 yıl öncesine göre  kıyafette önemli değişmeler olmuştur.Erkekler tamamen şehir kıyafetini benimsemişlerdir. Erkeklerde gündelik kıyafetlerden başka önemli günlerde, törenlerde giyilen ve içine beyaz eşarp bağlanan lacivert takım elbise en beğenilen giyim eşyasıdır. Ancak yaşlı erkeklerden bazıları köy içinde geleneksel kıyafetle ilgili olarak paçaları dar pantolon, üzerine gömlek ve yeleği giymeye devam etmektedirler. Kösele kunduranın yanında lastik ayakkabı, plastik ayakkabı, özellikle çocuklarda  çok görülmektedir. Erkeklerde pijama, şapka, şemsiye kullanılan giyim eşyaları arasındadır. Burada dikkati çeken husus pijamanın yatak kıyafeti olmaktan başka, bazen iş kıyafeti olarak kullanılması suretiyle ikinci bir iş görmüş olmasıdır.

Kadın giyimi erkeklere oranla daha az değişmiştir.Eskiden kadınlar evlerde basit tezgahlarda keten ve kendirden giysiler dokurdu. Bugün ise köylüler malzemesi köy dışından sağlanan koyu renkli şalvar ve üzerine bluz giymekte, başlarına lacivert örtü (örtme)  örtmektedirler. Kadın giyiminde dış görünüş bakımından erkeğe nazaran değişme daha azdır. Evde elbisesi ile dolanan bazen başını örtmeyen kadın, sokağa çıkınca elbisesinin üzerine şalvar giymekte ve başını örtmektedir.Genç kadınlar arasında elbise giyenler, başlarını örtmeyenler az da olsa bulunmaktadır..Köyde gündelik kıyafette olduğu gibi gelin ve güvey kıyafatide tamamen şehirleşmiştir. Ancak köyde giyilenler, kasabadan ucuz sağlanan ve nispeten eski model olan giysilerdir.Kadın ve çocukların kısmen evde hazırlanan giysilerinin kumaşları dışarıdan satın alınmaktadır.

 ŞALVAR         : eninde üç boy kumaştan çıkar daha ziyade eflatun pembe,yaşlılar koyu renkleri tercih ederler,genellikle çimen yeşili,zeytin yeşili tercih edilir,şalvarın içine şalvar ( havsa) dikilir pamuklu veya şile bezinden dikilir

MİNTAN            : Şalvarın üstüne giyilir mintan ve şalvar işlemelidir,kadife kutnu,jantanlı ve yollu kumaşlardan dikilir

YELEK              : Şalvar üzerine kolsuz fakat işlemeli yelek giyilir,içine bezden buluz giyilir.

ÖRTÜLER         :Kare şeklinde üzeri baskı tekniği ile işlenmiştir,çiçek desenlidir

YAZMA             : Oyalar işlenir dikdörtgendir

ÇORAPLAR     : Yün çoraplar giyilir kadın çoraplar motif işlemelidir

AYAKKABILAR : Rugan ayakkabı giyilir,çarıkta giyilir,genellikle lastik ayakkabılar tercih edilir

ERKEKLERSE : Yelek ve zıpka giyerler,Kafkas kökenliler düğün törenlerde kalpak dik yakalı siyah satenden yapılmış diz boyu elbise ve yumuşak deriden çizme giyilir.Elbisenin üzerine dışardan fişeklik,kama,kemer gibi ayrıntılar vardır,kadınlar ise simli motiflerle süslenmiş kadife elbiseler giyerler bunları Aktaş,Edilli,Uğurlu,Yenice,Göktepe,Kirazlı,Hemşin köyleri giyerler

 

HIDIRELLEZ

6 Mayıs günü kutlanır,köyün piknik alanlarında,salıncaklar kurulur,yemekler pişirilir,ıp atlanır,salıncaklarda sallanılır,birçok oyunlar oynanır,kızlar erkeklere,erkekler kızlara bakarlar orada birbirini beğenirler,arkadaşlıklar kurarlar,balık tutmalar olur,erkeğin beğendiği kız eğer salıncağa biner sallanır ise erkek hemen silahını çıkartarak iki el ateş eder ona onu beğendiğini gösterir,hıdrellezin en iyi yemeği helvadır.Her hıdırellezde komşu köyler davet edilir mevlit okunur ,yemekler yenir çeşitli eğlenceler düzenlenir. Hıdrellez ve aşure günlerinde köyde aileler kendi aralarında toplanarak okulun bahçesinde büyük kazanlarda keşkek çorbası (yakalşık20 çeşit bakliyattan oluşan çorba)pişirirler yer sofralarında herkese ikram ederler Bu törenleri anlatmadan önce pilavlık parası üzerinde duralım. Daha öncede belirttiğimiz gibi köyden başka bir köye gelin giden kızlardan pirinç parası alınır. Bu para hemen harcanmaz biriktirilir. Pirinç parasının anlamı şudur. Köy gençleri bu kızı o zamana kadar o şekilde korumuşlardır ki, kızın namusuna halel getirmemişledir. Pirinç parası bunun mükafatı bir bahşiş sayılır. Alınan pirinç paralar yedi emin olarak köylünün saygı duyduğu birine telim ederler. Köyden ne kadar çok kız gelin giderse parada o kadar çoğalır. Hıdrellezde bu para ile bir koç satın alınır. Pirinç alınır, un yağ alınır. Kesilen koçun etinden ya etli pilav yapılır, helva kavrulur, ballanır. Öğleyin gençler toplanır ve bu pilav yenir. En sonunda da helva yenilir. Hıdrellez bayramının ayrı bir güzelliği vardır. İp salıncaklar, zincirli salıncaklar, büyük ağaçlara bağlanır. Kızlar ayrı yerde, erkekler ayrı yerde sallanırlar. Ama bazen kızlar erkekleri, bazen da erkekler kızları seyretmeye giderler. Eğer beğendiği bir kız salıncak biniyorsa orada çıkarır silahını bir şarjör boşaltır. Bu olaya kimse ses çıkarmaz. Böylece kimin beğenilip beğenilmediği bu hıdrellez bayramı vesilesi ile belli olur. Bazı köylerde güreşler tutulur. Bazı köylerde derelerde balık tutulur eğlenilir.Akçakoca köylerinde hemen hemen hepsinde geleneksel olarak her yıl kutlanır köydeki küskünler barıştırılır geleneksel oyunlar spor etkinlikleri,folklorik oyunlar ve bunun gibi,Akçakocadaki mulki amirlerde davet edilerek etkinlikler yapılır herkes baharı böyle karşılar

 

EVLERİ

Evler genellikle bahçe içinde olur çünkü meyve sebze yetiştirilir .Avlu,avlu ağla çevrilidir çünkü sebze meyve yetiştirilir ,Kurukavak,Karatavuk evler arası 4-5 km’dir,okul ve cami yanlarında evler yapılmıştır,az dağınık meskenlerde cepheleri sokak tarafına doğrudur Arabacı köyü gibi,Mısır ziraati çok olduğu için her evin yanında hemen hemen 1 adet serender yapı vardır,ahırlar evlere uzaktadır,ahır ile samanlık yan yanadır Tarım toprakların azlığı dağınıklığı kır yerleşim bölgesinin dağılmasına yol açmıştır

 

SPOR

Hiçbir zaman gayri federe veya amatör olarak hiçbir müsabakalara iştirak etmemiştir,köyün hiçbir sportif amaçlı kulübü yoktur,köylünün spora yatkınlığı yoktur.

 

YEMEKLER

 

EKMEKLER       : Yufka ekmeği,Bazlama,Gözleme,Cızlama,Mısır ekmeği,Buğday ekmeği

ÇORBALAR        : Tarhana,Mercimek,Un,Çılbır,Kızılcık çorbasıdır

HAMUR İŞLERİ : Mantı,Börekler,Erişte,Kuskus,Kaşık makarna,Mancarlı pide

ET YEMEKLERİ : Kara dolma, Korçan,Sebze dolmaları,Kebaplar,Lahana sarma

TATLILAR           : Melen güççeği,Laz böreği,Güllaç,Sütlaç,Baklava

ÇEŞİTLİ YEMEKLER : Gaygana,Soğanlı yumurta,Sebze yemekleri,Zeytin yağlılar,Mamursa,Kaldırık,Mantar yemekleri,Tirit,Malay,Hoşmanım,Mancarlı fırında pide

 

ALT YAPI BİLGİLERİ

Köyde, ilköğretim okulu vardır ancak kullanılamamasının yanı sıra taşımalı eğitimden yararlanılmaktadır. Köyün içme suyu şebekesi vardır ancak kanalizasyon Akçakoca merkeziyle aynı anda faaliyete girmiştir. Ptt   şubesi yoktur ancak ptt acentesi vardır. Sağlık ocağı ve sağlık evi yoktur. Mobil sağlık sisteminden faydalanmaktadır Köye ayrıca ulaşımı sağlayan yol asfalt olup köyde elektrik ve sabit telefon vardır.1871 birinci arazi yoklama defterinde 1922 de Bolu salnamesinde kaydı vardır,karışık, yerli,az dağınık köy statüsündedir 1 cami  vardır,1890 de 33 hane 192,1935 de 298,1965 de 230,1997 de 222,2000 de 227 nufusu vardır,.Fisko birlik üye sayısı 114 dür,köy ve mahalle içi şevleri temizlendi,4 km lik köy yolu stabilizesi yapıldı,3 km lik Koçar- Koçulu arası stabilizesi yapıldı 800 mt kare kilitli parke taşı döşendi,Koçar-Koçullu arasındaki dere yatağı temizlendi ,tarla alanı yok ,fındık alanı 2.295,orman alanı 405 dönümdür,meyvecilik çok yapılmaktadır,hayvancılık % 2 nin altındadır ilk ilkokul 1965 yılında açılmıştır

18 ve 19 . YÜZYILDA TEMETTUAT DEFTERİNDEKİ DURUMU

Çok eski köy olmasına rağmen temettuat defterinde adı geçmemektedir

KURTULUŞ SAVAŞINA KATILANLAR

ŞEHİTLER  :  TAHİROĞLU İSMAİL            D.1886    Ö.1915 TAŞKIŞLA HASTANESİ

                        MUSTAFA OĞLU AHMET    D 1878  Ö. 1912 BALKAN SAVAŞI

                       YAKUPOĞLU OSMA              D.1878  Ö. 1912 BALKAN HARBİ

GAZİLER   : OSMAN SAPAN-ŞAHİN BALCI

NOT . Bu arkadaşlar Yemen harbinden Akçakoca ya yaya olarak gelmişlerdir,şimdi hayatta değillerdir

KÖYE İLK GELEN SÜLALELER

DELİ AHMETLER                      ILGAZ                        YÖRÜKHAN TAİFESİDİR

KÖSELİ AĞALAR                                                                  ^’                    ^’

YAKUPOĞULLARI                                                                ^’                   

SALİOĞULLARI                                                                    ‘^                     ;

BÖSENOĞULLARI                                                                  ;                        ;

ÜZMETLER  

AYDIN                            DÜZCE  AKÇAKOCA   ARABACI  KÖYDEN GÖÇ YERLİ

CESUR                            YERLİ

BAŞARAN                      YERLİ

KARA                              GİRESUN        GÖRELE

KOLÇAK                         YERLİ

KÜSMES                          YERLİ

ÖZEN                                YERLİ

YILDIZ                             YERLİ

YILMAZ                           YERLİ

AVCI                                 YERLİ

İNCE                                  YERLİ

SAPAN  -BALCI              YERLİ

ÖZCAN                             KASTAMONU       CİDE

ALİ BAŞARAN               DÜZCE AKÇAKOCA PAŞALAR KÖY DEN GELME

  ÇAKAL AHMETLER YUKARI MAHALLEYE GÖÇ ETMİŞLERDİR

Köye dışarıdan fazla göç gelmemiş tır

NOT: Kolçaklar, Arabacı, Beyören, Koçar köylerine de gidenler olmuştur

NOT: Yardımlarından dolayı Ayhan Kolçak arkadaşıma teşekkür ederim

Kaynak

Coğrafi bölgesi      . İbrahim Tuzcu

Köyün ismi            . Ayhan Kolçak,Vikipedi özgür  ans,Sitesi,Akç.K.Sitesi,Drl.İbrahim Tuzcu

Tarihi yerler          : Ayhan Kolçak,Vikipedi özg.ans.,St ,Şükrü Dönmez,Akç .K.Sitesi,Drl.İbrahim Tuzcu

Coğrafi durumu    : Mustafa Kocadon,Kenan Okan,Şükrü Dönmez,Drl.İbrahim Tuzcu

Turizm                  : Ayhan Kolçak.Vikipedi özg.ans,St A.K.Sitesi,Kenan Okan,Ş.Dönmez,DRL.İbrahim Tuzcu

Cami ve Mez.       : Kenan Okan,Ayhan Kolçak,Drl.İbrahim Tuzcu

Ekonomı               : A.kç K.Sitesi,Vikipedi özg.ans.St Kenan Okan,Şükrü Dönmez,Mustafa Kocadon,İlçe Tarım Md.Ayhan Kolçak,Drl.İbrahim Tuzcu

Kültür                   : Vedia  Emiroğlu,Sümeyy Köktürk,Sosyalsiyaset net,Kenan Okan,Şükrü Dönmez,Vikipedi özg ans.,St Akç .K.Sitesi, Ayhan Kolçak ,Görsel yay.S.4,Ert tv Necmi Sala,Drl.İbrahim Tuzcu

Spor                      . İbrahim Tuzcu

Köyün alt yapısı   : Ayhan Kolçak,Mustafa Kocadon,A.kç K.Sitesi,Vikipedi özg.ans.St Drl.İbrahim Tuzcu

İstiklal savaşı       . Şükrü Dönmez,Geltag net,Ayhan Kolçak,Drl.İbrahim Tuzcu

Sülaleler               : Ayhan Kolçak,Hüsamettin Kaya,Drl.İbrahim Tuzcu

 

KURUKAVAK

 

COĞRAFİ BÖLGESİ   :  Karadeniz Bölgesi

İ                                   :  Düzce

İLÇESİ                           :  Akçakoca

KAYMAKAMI              :  Mehmet Ünal

B. BAŞKANI                 :  Fikret Albayrak

KÖY MUHTARI          :  Hasan Ceylan

TELEFONU                  : 05368601118

POSTA KODU             : 81650

NUFUSU                       : 285 Hane 1144 Nüfusu vardır

ESKİ MUHTARLARI    : 2009 de Hasan Ceylan,2004 de Hızır Ofluoğlu,1999 de Rahmi Yılmaz,1994 de Mahmut Ceylan,1989 de Cabir Nefesoğlu,1984 de Cabir Nefesoğlu dur

COĞRAFİ DURUMU     : Düzceye ,Akçakocaya uzaklıktadır,Rakımı 600 mt dir,12446 dekar fındıklık 584 dekar ormanlık alanı vardır,en yüksek yeri 750 mt dir .Komşu köyleri Küpler,Karatavuk,Sarıyayla,Dilaver dir.Akçakoca’nın en yüksek köyüdür.Ayrıca Düzce Düverdüzü köyü ile sınırdır.

KÖYÜN İSMİ NERDEN GELİYOR

1877 yılında Osmanlı-Rus savaşından bıkan ilkönce Lazlar daha sonra Düzce Cumayeri’nden gelenler bu köyü kuruluşunda öncülük ederler,neticede burada Doğukaradenizden gelenler yaşamışlardır.Bu köye daha önceden Artvin Hopa dan Lazlar gelir bunlar Çakırlar ve Tantoğullarıdır, fakat burada fazla kalmazlar, çünkü kışın çok kar yağar cenazeleri olur kardan dolayı cenazelerini gömemezler cenazeleri evde 3-4 gün kalır buraya daha sonra Cumayeri’nden gelen Karslıoğullarına para karşılığında yerlerini satıp,Uğurludaki akrabaların yanına giderler ,daha sonra Ordu yöresinden göç gelir,iki mahallesi vardır.Karslıoğulları Kars’tan,  Orduya göç gelirler,burada Kılıfoğullu,veDavutoğulları ile kız alış veriş yaparlar ve akraba olurlar bunlar hep birlikte Düzce Cumayeri’ne gelirler yerleşirler fakat sivrisinek çok olduğu için daha yüksek tepelere çıkmak isterler birgün  4 arkadaş ava çıkarlar yaya Kurukavak köyüne kadar gelirler,içlerinden bır tanesi bu köyü daha önceden biliyormuş buraya Lazlar yerleşmiş bi gidelim derler ve gelirler şimdiki çeşme başına kadar gelirler çeşme başında Lazlar varmış ,hayrola nerden böyle nereye gidiyorsunuz derler,biz buraya yerleşmeye geldik ama sizler bizden önce buraya yerleşmişiniz derler,bu arada Lazlarda cenazelerini kardan dolayı gömemedikleri için burayı benimsemedikleri için derler ki biz yerlerimizi size satalım derler çünkü burada çok kar var soğuk var bizler sahil kesimine inecez ,ondandır ki arazilerimizi satacaz eğer isterseniz sizler alın derler bunlarda hemen kabul ederler hemen orda anlaşmayı yaparlar, 9 kırmızı lirayı verip köyü satın alırlar ve neticede Karslıoğlu ve Kılıfoğlu bu köyün kurulmasında çok emekleri geçmiştir.Tantoğluları Uğurluya göç giderler ,Çakırlarda Aktaşa göç giderler.Şimdide bu üç mahalleyi inceleyelim.

1-Beylik ağacı mahallesi : Tam ortadadır. Yatılı İlköğretim Bölge Okulu (YİBO) vardır. Camii vardır. En büyük mahallesidir. Bu köyde kesilen ağaçlar köyün ortasındaki şimdiki caminin yanında biriktirilirdi,bu ağaçlar Beylik ağa diye bır zat bunları satın alıp Tren rayları için travesti ağacı haline getirir bunları Osmanlı devletine satardı ,bu ağaçlar devlet malı olduğu içinde burası Beylik ismini almıştır. 2-Kurukavak mahallesi: ilk yerleşim yeridir. 2 tane kaynak suyu çeşmesi bulunur. bu mahallede de camii vardır. fındık ambarı vardır. Bu mahallede bulunan okul artık kullanılmamaktadır. 3-Çorak yanı mahallesi.burada da su biriken gölet vardı bu gölet kuruduğu zaman burası çoraklaşıyordu buraya da bundan dolayı bu ismi vermişlerdir Köyün adının Kurukavak olması: Eskiden köyde çok büyük kuru bir kavak ağacı varmış. Bu ağaç bir oda genişliğindeymiş.Bütün eğlencelerini geleneklerini bu tarihi kavak ağacı yanında yaparlarmış İnsanlar tarif ederken Kurukavak ağacından bahsederlermiş. bu yüzden köyün adı Kurukavak kalmış. .Kalkın –Nazımbey den ayrılmıştır,1327 tarihinden önce birlikte idare ediliyormuş,fakat bu iki köy Hemşin köyüne bağlı imiş,Karatavuk ve Kurukavak Hemşin köyünden ayrılmıştır.Hemşin’de Kurukavak ı ayıran zat Osmanlı döneminde Hafız  Mustafa isimi nde devlet tarafından aranmaktadır,bu izini kaybettirmek için ilk önce Esmahanıma gelir burada hocalık yapar,daha sonra burayı terk eder,Kurukavak a gelir burada da hocalık yapar  devletin içinde çalıştığı için yazışmaları iyi bilir ve köylüye derki bu köyü Hemşin’den ayıralım der ve devlete bir yazı yazar köyün muhtarlık mühür’ünü ister devlette bu mühür’ü gönderir ve böylece köy Hemşin köyünden ayrılır.Hafız Mustafa efendi çevre köylerden gelen talebelere ders verirdi çok talebe yatıştırmıştır.

TARİHİ YERLER

Köy tarihi yönden fakırdır,115 yıllık otantik ahşap yapı vardır,Harun Nefese ait Beylıkağacı mahallesindedir.

AKARSU VE DERELERİ

Gubi deresi ve Bıçkı deresi buradan doğar Esmahanımdan Uğurluya oradan Melen e dökülür,su altı seviyeleri çok değişkendir,Pınar,ve kuyu suları faydalıdır ancak çok kireçlidir,serttir koli bakımından zengindir içilmesi mahsurludur,sıcak su ve göl yoktur

DAĞLARI VE TEPELERİ

Ordulu dağı Yörük tepesi (960 ) Kaplan dede tepesi eteklerinde kurulan köydür

İKLİMİ

En fazla yağış Eylül-Kasım-Aralık-Ocakta olur,kar Aralık ve Ocak ayında yağar ama uzun sürmez,Mayıs-Haziranda Karayel,Temmuz-Ağustos-Eylül ayında Poyraz eser,kış aylarında lodos eser,Temmuz- Ağustos-Eylülde güneş kendini daha iyi gösterir,Aralık,Mart ayları arası en düşük sıcaklık olur ılımaman Karadeniz iklimine sahiptir.

 

JEOLOJİK DURUMU

 Eoesen-Folişi,Muminitli Kalker mevcuttur.Dere ve vadi tabanları alüvyon,yamaçların büyük bir bölümü silis formasyonu,tepelerin üst kısmı da 3.derecede kumlu,çakıllı tabakalar halindedir.Depreme dayanaklı 3.bölgedir.Dağlar denize paralel uzanır.Palezoik devre ve tersier arazilerde ibarettir.Eosen folişi- numinitli kalker toprağa Kum,Taş-Marn- Gre ( Kretese)  sahiptir Jeolog Dr.Ervin Lan,Mühendis Zeki Erişir.

 

BİTKİ ÖRTÜSÜ

Akçakoca’da orman alanı 20477.77 hektardır.Çoğu bozuk orman alanıdır % 43 kayın % 0.8 gürgen %0.1 kestane % 6 meşe % 1 kavak % 0.25 ıhlamur % o.4 çınar bulunur,gerisi fındıklıktır.Maki bitki örtüsüne sahiptir,iklimin mutedil yağışlı olması bitki örtüsünün gür olmasını doğurmuştur.

TOPRAK YAPISI

Topraklar kırmızı kahverengidir.Toprak asitli,kireci azdır,topraklar erozyona maruzdur.Potas ve fosfor bakımından fakirdir,tuz oranı normaldir.Saha umumi olarak pedojenez bakımından genulik safhasındadır.Toprak killi ve tınlı kıvrıntılı karakterdedir.

 

 

TURİZM:

 

Gerçekten turizm açısından görülmeye değer bir yerdir,Kocaali,Karasu,Akçakoca,Düzce buradan harika gözükmektedir,Kaplandede tepesinden Düzce’nin bütün ilçeleri gözükmektedir bu çok dikkat çekicidir,tepeye ulaşım Şifalı su ve Hemşin –Karatavuk tan ulaşılmaktadır,Kurukavak tan Çilimli ilçesine gayet muntazam bır yol vardır.Düzce Akçakoca yolu eskiden Üskübü Kaf yaylası,Kaplan dededen Hemşin yaylasından,Aktaşa oradan Arabacı köyüne ,ordanda Akçakocaya gidilirdi.Hacız yolundan sonra Düzce ye birde bu yoldan ulaşım sağlanıyordu,bu yol halen muntazam bır şekilde kullanılmaktadır.Esmahanım ve Çilimli Aybaşı  köyü Abazaları birbirleriyle  bu yoldan gidip gelirlerdi Kaplandede tepesinde bir gözetleme kulesi vardır,birde yatı vardır Ahmet dede, buraya yağmur duasına çıkılmaktadır,burası çok geniş büyük arazi içindededir.Gubi deresi,Bıçkı deresin  de tatlı su balık avcılığı yapılmaktadır,buranın aslında devlet tarafından koruma altına alınması lazımdır ,çünkü yanlış avlanma neticesinde balık nesli nini yok olmasıdır Burada daha önceleri Yenice,Hemşin,Karatavuk,Kurukavak köylerinin kullandığı yayla vardı,bu yayla son zamanda Kurukavak köyü sınırları içerisine girmiş tır,Dededağına yakın Hemşin yaylası dıye adlandırılan 500 dönümlük araziyi,yaylayı bu 4 köy sahiplenmesin diye devlet koruma altına almıştır buraya ceviz ekmiştir.Üskübü’deki Konuralp teki Bitinya ve Bizans krallığına ait yerdir burayı bunlar çok kullanmışlardır,Konuralp krallığı burada kaldığı sure içerisinde 7 evre geçirmiştir,bu yaylada Hıristiyanlara ait bır kilise vardı,buraya 7 harmanlıklar kilisesi denirdi yaylanın güney batısında kalmaktadır,burayı defineciler bulurlar1960 yılında 2 mt lik çukurlar açılmış burada duvarlar bulunmuştur,burada bır çarşının olduğuna dair bize göstermektedir şimdilerde bır çok gürgen ağaçları vardır üzerinde kilisenin munkariz olmasına rol oynamıştır,ayrıca 70- lık kalınlığında değirmen taşları bulunmuştur,buraların defineciler tarafından talan edilmesinden dolayı devlet buraları koruma altına almıştır,Bu yayla şimdilerde Kurukavak sınırları içerisinde kalmıştır.Köyde yayla tipi otantik evlere rastlamak mümkündür,av turizmine uygun bır köydür buraya.gidilip buradan fotoğraf çekmek mükemmel görüntü yakalamak mümkündür.Esmahanım’dan Gubi deresi bouyunca Kurukavak istikametinden lık Dede dağındaki yatı ya yol vardır buranın ayrıca doğa yürüyüşü parkuru olarak değerlendirilmesi lazımdır.Ahmet dede türbesinin yenıden restore edileceğini söyleyen köy muhtarı buranın inanç turizimine açacaklarını söylemıştir,30 dönüm arazi bunun için orman işletmesinden kıralanmıştır

 

 

CAMİLERİ

Beylik mahallesinde yapılan cami,1963 de ahşap yapı 250 cemaatli,  şerefelidir .yerine Beylik camı 1995 yılında betonarme yapı,1100 cemaatli ,şerefesi yok çok kubbelidir,1 adet işyeri ,muhtarlık binası,1 dükkan,1 telefon acentesi olan,alttan ısıtmalı modern bır yapı yapılmıştır.1992 yılında da köylünün katkılarıyla yapılan betonarme yapı,çift şerefeli 500 kişilik  merkez camiidir

MEZARLIKLAR

4 adet mezarlık vardır 1 ci mezarlık ilk köyün kurulduğu Kurukavak mahallesi batısında kalmaktadır, bu mezarda Tantoğlu ve Çakırların mezarı da buradadır ,2 cisi ve 3 cüsü ise şimdiki Kurukavak merkez camının yanındadır, 4 cüsü ise Beylıkağacı mahallesinin çorak yanı arasında kalan mezarlıktır en büyük mezarlıktır  şimdiki cami yanı  2 ci ve 3 cü mezarda Adem pehlivan,Hasan pehlivan a ait ünlü güreşçi,lerin mezarlıkları vardır.Hafız Mustafa da bu mezarda dır,bu zat çevre köylerden gelen talebelere ders verirdi köye mühür alan zat. Mezar taşlarındaki konular erkek mezar başlarına başlık,kadın mezarında süslemeler ön plandadır,erkek mezarlığında büyük sarıklı olanlar ulema ve paşaları,uzun külah üzerine sarık tasvirler,derviş ve tarikat şeyhlerini,sadece ince sarıklılar köy ağalarını,üstü geniş ve altı dar kavuk biçiminde olanlar yeniçeri ağalarını işaret etmektedir

 

EKONOMİSİ

TARIM:

HUBUBAT   :Buğday,Mısır,

BAKLIYAT:Fasulye,Bezelye,Bakla,Soğan,Lahana,Marul,Pırasa,İspanak,Kaldırık,PatatesKaralahana,Biber,Patlıcan

MEYVE       : Elma,Armut,Kestane,Ceviz,Üzüm,İncir,Dağ çileği,Muşmula,Ayva,Kızılcık,Kiraz

Ekonomisi Tarım ve Hayvancılığa dayanır.Köylü,bahçesinde yetiştirdiği sebzeleri Akçakoca pazarına götürür orada satar,kadınlar ev ekonomisine katkı sağlarlar.Artık günümüzde fındığın para etmemesi insanları başka işlere meşguliyetine zorluyor,,yalnız sağman inekler vardır,elde edilen sütler pazara götürülüp satılmaktadır.,artık köylü son zamanlarda endüstri kollarına yönlenmiştir,,köyde hiçbir sanayi kuruluşu yoktur.Akçakoca’dan eskiden köyde armut,ceviz,kestane,dut,incir,dağ çileği başta Zonguldak,İstanbul’a takalarla sevki yapılıyordu.Ayrıca kesif ormancılığı vardı bunlarda aynı şekilde sevkıyatı yapılıyordu,fındık bahçesinin gelişmesi buraya ayrı bir önem kazandırmıştır şimdilerde fındık tarımı ile geçinmektedir Köyün ekonomisi  tarım ve hayvancılığa dayalıdır.köyün başlıca geçim kaynağı fındıkçılık,seracılık ,tavukçuluk az miktarda da yeni oluşmakta olan kivi üretimi dir. Köy eskiden hayvancık lıkla geçinirmiş sonra fındıkçılığa yönelmiştir, yıllık 1500-2000 tondur,köy idare yönünden Akçakocaya bağlı dır. İlçemizde tarımsal üretim içerisinde bitkisel üretim, özellikle fındık üretimi ağırlıklı yer tutmaktadır. Fındık üretimi dışında kasaplık tavuk üretimi, büyükbaş hayvan üretimi,, arıcılık,  mantar üretimi önemli tarımsal faaliyetler arasındadır. Akçakocada eskiden 1930 yıllarda ekonomi denize bağlı idi,bunun yanı sıra reçberlik,odunculuk,kerestecilik ön safhada yer alırdı,şehirlinin tümü denizci idi,gemi tüccarı,gemici,tekne sahibi,balıkçı,yada yükleme ve boşaltma amelesi idiler.Akkaya,Aftunağzı,Beyhanlı,Döngelli,Çuhalı,Kızlarağası,Değirmenağzı,Taşman Deresi,Karaburun,Melenağzı iskeleleri vardı,buralardan ticaret sağlanırdı.Ayrıca ilçede 4750 büyükbaş hayvan vardı ama son yıllarda azalma kaydedilmiştir,kümes hayvancılığı da son yıllarda azalma görülmüştür 190 adet kümes vardı,beyaz et üretimi 25.000 tonu geçmekte idi.2000 civarında fenni kovan vardır buna rağmen Akçakocaya yerleşen ve ticaret yapan azdır % 80 i Düzceye yerleşmiştir Maden direkleri dışında ,Bolu Adapazarı’nda ,Düzcede yetişen buğday,kavun,karpuz gibi toprak ürünleri manda ve öküz arabalarıyla deniz sahiline getirilir buradan da deniz yoluyla gelen gaz,ve tekel maddeleri aynı arabalarla taşınırdı,sahilde bulunan depolarda bu mallar stoklanır dı zaman içerisinde tuz ve benzeri şeyler şehir ve kasabalara sevkiyatı yapılırdı,ayrıca deniz yoluylada sandallarla başka şehirlere sevkiyatı yapılmakta idi.

 

GEMİ YAPIMINDA KULLANILAN KERESTELERİN SU HIZARLARI İLE KESİLMESİ

Su hızarı su değirmenlerinde olduğu gibi olasılıkla suyun hareket gücünden faydalanarak yapılan ve dairesel hareketin doğrusal harekete çevrilerek odun ve kereste üretimini sağlayan ağaç testereleridir.Aftuni ( Altunçay,Dereköy,Subaşı ) bölgesinde 25 adet su hızarı vardır Arabacı köyünde18 adet su hızarı vardır. Bunlar şu anda teknolojiye yenik düşmüştür kullanılmaktadır

 

FINDIKÇILIK

Hemen hemen herkes fındıkçılıkla uğraşmaktadır.Devlet orman arazilerini açıp buralara,memleketten 1900 yılında Trabzon’dan gelen Bostancı hacı Ahmet efendi Akçakoca’ya fındığı getirir Osmaniye mahallesine fındığı ekmiştir,yine Mehmet Arifin getirttiği fındığı ekerler daha sonra Batum göçmeni olan zücaciyelik yapan Mustafa efendi Doğu Karadeniz sahillerinden aldığı fındık fidelerini Ereğli ve Akçakoca da satarmış.Bir gün Giresun’a uğrar o zamanın belediye başkanı limanda fındık fidesi dağıtıyormuş,Mustafa bey bunları alır gemi kaptanına da söyler,gemi kaptanı fideleri fıçılara koyarak Ereğli Akçakoca ya getirir,diğer rivayete göre de Yenice köyün kurucusu Kibaroğlu Hurşit,Kırıkoğlu Tahir,Keleşoğlu İbrahim,Alioğlu Tufan Tefik ilk fındık fidelerini ekmişlerdir.Bunların getirdiği fındık dallarından sopa ile dövülürmüş dalları çok büyükmüş,daha sonra Mehmet Arif kaliteli fındık fidelerini götürür,millete bunları tercih eder millet bu fındık fidelerini dikerler.1922 yılında 4000 fidan mevcuttu fındık sevkiyatı artınca millet fındık ekmeye başlar,fındık bahçelerde elle toplanır,çeşitli evrelerden geçtikten sonra yere sofralar kurulur altına büyük bezler serilirdi, sofra etrafına toplanan kişiler fındığı kırardı,bazıları da fındığı kabuğundan ayıklıyordu çok çetin olan bu sistem yerini 1930 yılında merkezde Kapkirli’de elle çalışan değirmen gücü ile çalışıyordu ve fındık böyle kırılıyordu,Sarı Hafızların Halit Arıkan bu değirmeni kurmuştu ,daha sonra Trabzonlu Abdulrezzak efendi elle kırma fabrikası kurar,daha sonra Küçükömerle’in Ömer Aydın 1932 yılında  şimdiki Özyuvam’ın olduğu yere ahşap bina içinde makaralarla çalışan fındık kırma makinesini kurar,1942 yılında da Diyarbakırlı lakaplı Cemil bey Osmaniye de bir değirmen kurar ama bu değirmen dizel motoru ile çalışmakta idi,yine bu sırada mebus Vahit Yöntem Osmaniye de deniz kenarında modern bir fabrika kurar1946 yılında,1947 yılında da Arabacı köyünde Hocaoğlu Mehmet dizel motoru ile çalışan bir fındık kırma fabrikasını kurar.Edilli köyünden olan Hüseyin Horoz da dizel motorun masrafını azaltmak için Değirmenağzı mevkiinde su gücü ile çalışan fındık kırma fabrikasını kurar,düşük alternör ilavesi ile akü şarj girişimi ile iyi bir fabrika idi ve en son 1954 yılında Orhan derenin denize döküldüğü yerde fiskobirlik adına modern bir fabrika açılır,bu fabrika 2008 yılında tamamen yıkılır bunun yerine Sapak mevkiinde çok modern fabrika açılır üretimine devam etmektedir.İlk fındık yağını Kalfanın Bekir Üstünel yapmıştır,fındık eskiden tımar,çapalama,tırpan yapma,toplama,öküz arabalarla taşıma,sopalarla dövme,elle ayıklama,sık tellerden yapılmış bir aletle incesini kalınını tozunu ayıklama evrelerden geçerdi,ama şimdi toplama,ilaçlama,gübreleme,motorla tırpan yapmak,ayıklamayı patoz makineleri ile yapmak maliyeti yükseltiyor,Fisko’da fındık taban fiyatını da düşük tutunca halk artık fındıkçılık’a iyi bakmıyor.Fındık şubat mart ayında ekilir 2-3 yıl yetişmesi sürüyor,4-4 6-6 ara ile 6-8 fidan 60- ocak kuyular açılarak dikilir.En iyi fındık türleri şunlardır: Çakıldak,Kargalak,Kan,İncekara,Kuş,Tombul,Paloz,Foşa,Kalınkara,Uzunmusa,Mincane,Cavcana,Badem,Yağlı fındık,Kara fındık,( yağlı fındığa benzer kabuğu siyah ve serttir)Sarı fındık (yuvarlak kabuğu ince verimi fazla),Yomra(yuvarlak vermi fazla),Sivri( ince uzun bademe benzer),Dilovası,ve Mehmet Arif fındığı ( yağlı  kabuğu ince verimi fazladır). Deli sava(Fındığın içini iyi doldurmaz) Fındık ağaçların % 28 yaşlıdır içinde mısır üretilir

 

HAYVANCILK

Az sayıda Koyun,Keçi,Sığır,Tavuk,Kaz,Hindi,Arıcılık yapılmaktadır,her evde hemen hemen sağman inek mevcuttur,süt besiciliği yoktur süt mandıra üretim tesisleri yoktur,köylü kendi süt mamüllerini kendisi yapardı ama maalesef büyükbaş hayvan yetiştiriciliğinde düşüş yaşanmıştır.burada eskiden Akçakoca’nın en çok hayvan yetiştirilen bölgesi idi son yıllarda bu azalma göstermiştir,buraya hiç önem verilmemiştir hayvancılık çok revaçta olmasına rağmen mandıralar kurulmamıştır1965 yılında 841 Sığır,650 Keçi,76 At,54 Katır, 40 Eşek,460 Koyun,796 Manda mevcuttu% 87 hayvancılık teşkil ediyordu

 

ORMANCILIK

Çam,Kayın,Meşe,Kestane,Gürgen,İhlamur,Kavak,Çinar,Defne,Kocayemiş,Muşmula,Ayı üzümleri,Orman gülleri,Yer gülü,Erica ağaçları,Erelti otu,Çoban püskülü diye orman ürünleri var .Eskiden devlet orman arazisini talan edip fındık ekimi yapılmıştır,yine eskiden bu köyde ormancılık çok yapılmakta idi zengin bir köy olmasına rağmen buraya gereken ilgi gösterilmemiştir ve son yıllarda ormancılıkta tarihe karışmıştır

 

AVCILIK

Bölgede göçmen kuşlara daha çok raslanmaktadır,Sarıkuş,Çulluk,Bıldıcın,Ördek,Üveyikördek,Kaz,Kuğu,Tarakçın,Karakçun,Sığırcık,Bozbakal,Karabakal bulunur.Son zamanlarda,gerek ilaçlama gerek yanlış avlanma neticesinde çok azalma olmuştur Ördek,Çulluk avı çok meşhurdur.Çevredeki daimi kuşlar Kestane kargası,Çulluk,Ördek,Üveyik,Sığırcıktır.Tavşan,Çakal,Tilki,Domuz ,Ayı,Su samuru,Kunduz,Geyik,Karaca vardı ne yazık ki bunlara da az rastlanmaktadır.Domuz avı devamlı yapılmaktadır.Köydeki devamlı hayvanlar Domuz,Ayı,Kurt,Tilki,Çakal dır.

 

KÜLTÜR

Köyde kültür Doğu Karadeniz kültürü hakimdir.fırında yapılan mancarlı pidesi meşhurdur,köydeki kadınlar fırınların başlarında bir arada olarak mancarlı pide yaparlar.

Köyde kültür Hıdrellez ve aşure günlerinde köyde aileler kendi aralarında toplanarak okulun bahçesinde büyük kazanlarda keşkek çorbası (yakalşık20 çeşit bakliyattan oluşan çorba)pişirirler yer sofralarında herkese ikram ederler buda bizin köyümüzün unutulmaz biryanıdır. Doğu Karadeniz üç ayak oyun kültürü girmiştir öz kültürel değerler yozlaşmıştır

Köyün en kalabalık olduğu zaman yaz mevsimidir. Temel geçim kaynağı olan fındık ürününün hasat zamanı yaz mevsimi olduğundan köy halkının geneli bu mevsimde köyde bulunmaktadır. Ayrıca fındık sezonunda dışarıdan 3-5 bin işçi gelmektedir

AKÇAKOCADA

Kız ve Erkeğin Tanışması :Akçakoca’da mısır bitkisinin fazla ekildiği, fındığı kozalarından ayırma makinelerinin daha ortaya çıkmadığı dönemlerde mısır soyma, fındık ayıklama imeceleri yapılırdı. Bu imecelere kız ve erkekler bir arada katılırlardı. Mısır çapalama, fındık toplama işleri de imece şeklinde yapılırdı. Akçakocalı kız ve erkek gençler birbirlerini bu imecelerde, kasabaya inme sırasında, dereye suya giderken, nişan, düğün gibi eğlencelerde tanırdı.Kız ve erkeğin ortaklaşa güvendikleri bir kadını aracı olarak kabul eder ve sevgi nişanelerini birbirlerine bu aracılar ile gönderildi. Bu günde buna benzer olaylara şahit olunmaktadır. Çoğu kez kız erkeğe, kendi işlediği bir mendili, oğlanda kıza gülyağı, şeker, lokum, küpe, yüzük gibi hediyelerde gönderirdi.

Sevdalık Günleri :Akçakoca gençleri arasında sevdalık günleri çok önemliydi. Sevenlerin arkadaşları vardır. Bu arkadaşlar erkek ise, hep seven erkeğin etrafındadır, arkadaşları için pervane olurlar, hep beraber gezerler. Başkaları seven erkekmiş izlenimi yaratırlar. Örneğin; Sevdiği kız salıncağa binerse, önce aşık olan silahını boşaltır. Bunun anlamı: Bu “Seni başkası severse onu öldürürüm” anlamına bir mesajdır. Ardından aşığın arkadaşları silahlarını boşaltırlar. Bunun da anlamı: “Bir arkadaşımızın arkasındayız” demektir Durum herkes tarafından anlaşılır, kimse kimsenin sahasına girmez. Erkek evlenme arzusunu ailesindeki kadınlara açar. Zaman içinde gelişen olaylar oğlanın anası tarafından babasına iletilir. Günler ve gecelerce ne olup olmayacağı, aileler arasında düşünülüp tartışılır. Sonunda kız tarafının kıramayacağı bir elçi bulunur. Elçi baba ve annenin ağzını arar. Olumlu yanıt alınca kızı istemek için girişimlerde bulunur.Toplum kız isteme konusunda çok duyarlıdır. İstenilen bir kızın verilmemesi ya da söz kesiminden sonra dönülmesi erkek tarafından hakaret kabul edilir. Bu tür olaylar genellikle kan davası gibi olaylara sonuçlanır

Sıra Gözetme :Ablası bekar olan, evlenme çağındaki erkek bu kuralı bozup evlenebilir. Erkek toplunda kadından önce gelir. Erkek kardeşler arasında da sıra gözetilir. Miras taksiminde kızın payı erkeğe göre yok gibidir. (Bu gelenek Lazlarda daha çoktur.)Son zamanlarda Bölgede kızlar arasında sıra gözetme geleneği vardır. Büyük kız varken küçük kız evlenmesi ayıplandığı gibi baba buna kesinlikle karşı koyar herkes hakkını yavaş yavaş  alma yolunu tutmaya başladı.

Başlık Parası :Akçakoca ve köylerinde başlık parası vermek hemen hemen yok gibidir. Yalnız fakir ailelerde kızına çeyiz yapabilmek için bir miktar para ödenir. Başlık parası verme Laz ve Gürcü ailelerde, Rizeli  toplumlarda daha az uygulanır. Abazalarda başlık parası alınmaktadır.

Kız Kaçırma Olayları :Abazalarda düğün çok masraflı olduğu için, özellikle birbirini seven çiftler kaçarlar. Bu danışıklı döğüştür. Kız kaçırılmadan önce nüfus cüzdanı kaçırılır. Kızın yaşı on sekizden küçük ise kız kaçırılınca erkeğin akrabalarından birinin evinde saklanır. Daha sonra aileler arasında anlaşmaya gidilir. Kaçırılan kızın yanında kıza yakınlığı ile bilinen kızın arkadaşı ile kaçırılır. Bu kıza tasavize denir. Kız emin bir ailenin yanına misafir edilir. Düğün yapılıncaya kadar kız o evde kalır. O evde her akşam eğlence yapılır. Bunun adına taşamhara denir. Kız-erkek anlaşarak kaçmışlarsa iki tarafın aileleri bir müddet birbirleriyle görüşmez. Daha sonra aracılar yardımıyla taraflar barıştırılır. Ancak yıllar süren küskünlükler söz konusudur. Kız kaçırmada kızın rızası yoksa olay kan davasına kadar gidebilir.

Kız İsteme Geleneği :Ön hazırlıklar tamam olunca kız babasının sevdiği birisi erkek tarafı ile birlikte kız istemeye gider. Erkek tarafından ağzı laf yapan biri sözü açar.Biz Allah’ın emri, Peygamberin kavli ile kızınız ...............’yı oğlumuz ..............’ya istemeğe geldik” der. Baba da;Allah yazdıysa olur. Amma bir düşünelim. Soracak adamlarımız var onlara soralım” der. Bu biraz naz etmek ve kendi akrabalarına paye çıkarmak için söylenmiş bir sözdür. Bir müddet biçilir. Bu arada istiyorlarsa, el altından erkek tarafını cesaretlendirecek haberler iletilir.Bu dönemde, kız ile erkek karşılaştıklarında kaş göz işaretleri ile birbirlerine cesaret verirler. Kız belli bir süre sonra istenir.

Söz Kesme ve Nişan Olayı :Eskiden erkek askere gitmeden nişanlanırdı. Nişanlık süresi, askerlik, para yokluğu ile ilgili olarak 2-3 hafta ile bir yıl arasında değişir. Yerli halk arasında beşik kertmesi kesinlikle yoktur. Göçmen köylerinde beşik kertmesine rastlandığı söylenmekte ise de tespit edemedim.Kız istemede erkek tarafından hediye olarak getirilen “kutu şekeri” ertesi gün iade edilmez açılırsa, kızı erkeğe verildiğine işarettir.Taraflar tarafından söz kesiminden sonra oğlan tarafından akrabaları kızın evine yüzük, kutu şekeri ile elbiseler, çorap ve terlik alıp giderler. Nişanda yüzükler takılır. Bazı köylerde nişanda erkeğin bulunmadığı, akrabası tarafından kızın parmağına yüzük takıldığı söylenmekte ise yerli köylerde böyle bir gelenek bulunmamaktadır.Bir süre sonra kız tarafı, yüzük, bir kat çamaşır, kaynanaya elbise alıp oğlan evine getirirler.

Çeyiz Geleneği
:Çeyiz olarak sandık, yatak, yorgan, yelek, şalvar, bakırdan mutfak eşyası, elde dokunmuş yer hasırı, hasır seccade, ottan duvar yastığı, kanaviçe işler ve örtüler vardır. Çeyizin miktarı ailenin mali durumu ile ilgilidir. Yerli halkta çeyiz eşyası, Doğu Karadeniz kökenli ailelerde olduğu kadar fazla olmakla beraber, kızlar mirasta erkek kadar hakka sahiptir.

Kına Gecesi :Düğün geleneğinin ilk kademesi kına gecesidir.Kına gecesi Çarşamba günü yapılır. Kına gecesi için erkek tarafı beraberlerinde taraftarları ile birlikte yanlarına kına alıp gelin evine gidilir. Dört kız çarşaf veya büyük bir yazmanın altına gelini alırlar. Bir kız gelinin eline tabaktan kına yakar. Elleri temiz beyaz bezlerle yumrukları bağlanır. Bir taraftan da maniler söylenir. Hem gelin ağlar, hem etrafındakiler.
İzzet ve ikramdan sonra erkek tarafı evlerine gelir. Damadın evi önünde büyük bir ateş yakılır. Kız tarafı tavuk istemeğe gelir. Her evden birer tavuk alınır. Ateş yanınca baklavalar getirilir. İkramlar yapılır. Kız tarafı darıltılmadan uğurlanır.Kına gecesi bayramlık elbiselerini giyen genç kızlar çiftetelli, topal oyunu, orta oyunu gibi oyunlar yaşlı bir kadın denetiminde oynanır

Düğün Günü ;Düğün genellikle nişandan en az bir yıl sonra yapılır. Bindallı ve benzer gelenekler yoktur. Eskiden gelin renkli ve temiz ipekli elbise damat ise don pantolon üzerine beyaz gömlek ve işlemeli yelek giyerdi. Güvey fakirse beyaz elbise ödünç alınırdı.Eskiden olduğu gibi gelin kayın baba ve yakın akraba arasına giderdi. Gelin evden çıkarken, kız kardeşlerden biri, yoksa akraba kızlardan biri çeyiz sandığı üzerine oturup sandık haracı isterdi. Ayrıca kapıdan çıkarken erkek kardeş, kapı haracı olarak bir miktar para talep eder.Köylerde, genellikle bir öküz arabası süslenirdi. Üstüne halı ve kilimlerle bir örtü yayılır. Araba çan ve zillerle bezenir, köylüler şık giysilerini giymiş, arabanın önündü, ardında, yanında yürüyerek giderlerdi. İkide birde araba durdurulur: Ala ala hay... diye bağırarak düğün evine varılır. Yolda devamlı halaylar çekilir. Kasap oyunu, Kastamonu zeybeği gibi oyunlar oynanır. Gelin alayı, çeşitli yollardan dolaşarak damat evine varırdı.Gelin alınmadan o köylülere veya mahalleliye pilavlık parası verilir. Gelin arabaya binmeden bolluk ve bereketli olsun diye ya damadın babası veya yakını bozuk paralar içinde şekerler, buğdaylar serper, çocuklarda bunları birbiri üzerine yığışarak kapış kapış toplardı.Köyden çıkıncaya kadar çeşitli yollardan dolaşarak damat evine varılır. Gelin arabadan inmez, bahşiş ister. Bir inek ya da tosun getirilir. Kulağı kesilerek işaret verilir. Kapı önünde kurulan bir masada kız tarafı tatlı, şeker, sigara, mermi gibi isteklerde bulunur. Bu istekler karşılanıncaya kadar gelin bekletilir. Bu durum bazen üç dört saat kadar sürer.Gelin eve girerken eğilip eşiği öper. Bolluk getirmesi düşünülerek mısır, buğday, şeker, bozuk para atılır. Akraba ve komşular başlarında birer tepsi baklava alarak erkek evine giderler. Tepsiler üst üste kümelenir.Erkeklerde evin önünde yakılan ateş etrafında oynarlar. Bu oyunlar kadın kıyafetine girmiş köçekler tarafından oynanır. Eğer aile varlıklı ise dört köçek, dört davul, dört zurna ve dört keman bulunur.Diğer köylerden geleneklerde kafileler halinde düğüne katılırlar. Kimileri koç, kimileri koyun getirir. Meydanda ikramlar yapılır.Yenip içilir. Sonunda köylüler misafirlerini evlerine götürürler.Hoca nikahı yapılır, bu adet yaygındır. Hoca nikahı yapılırken gelinin yanında dadı veya bibi (teyze, hala) denilen kadınlar bulunur.Gürcü köylerinde düğün gecesi, güveyin gerdeğe girmesi yasaktır. O akşam kızın akrabası olan kızlar sabaha kadar beklerler. Düğünün ertesi günü gerdeğe girilir. Düğün genellikle üç gün devam eder. Lazlar ve Hemşinlilerde de benzer gelenekler vardır.Diğer köylerde ise hoca nikahı kıyılır. Sonunda güveyi arkadaşlarının kolunda gelinin odasını getirilir. Arkasından yumruklanarak odaya itilir. Damat odaya girer. Hazır bulunan seccadede iki rekat namaz kılıp duasını yapar ve gelinle tanışmaya gider. Damat bu arada gelini konuşturmaya çalışır. Ona hediyeler verip konuşturur. Konuşturulunca da pencereyi açıp iki el silah atar. Bundan sonra herkes dağılıp gider.Gelinle damat, gidip kayınvalidenin elini öperler. Tekrar odalarına giderler. Orada baklava yerler. Bazense baklava kesmelerinin yarısını yiyip bırakırlar. Ertesi gün bunları evlenmemiş erkek ve kızlar yer. Darısı sizin başınıza gibi bir gelenektir bu. Ertesi gün sabah, köçekler, davetliler düğün evinin önüne gelirler. Oyunlar oynanır. Damat elinde bir tepsi baklava ile herkese birer kesme baklava sunar. Sonra da herkes dağılıp gider. Ev kadınlarla dolar. Duvak günü damat sağdıçla gider. Gelinle sabahtan ikindiye dek oyunlar oynanır, şarkılar söylenir ve derken düğün biter

Duvak :Güvey gecesi sabah gelini eğlendirmek için eğlence düzenlenir. Gelin oynar ve etrafa para atar.Bekar kızlar gelinin duvağından teller koparırlar. Duvaktan sonra erkek ve kız evlerinde yemekli davetler yapılır.

Düğün Davetleri :Bütün akraba ve hısımlar gelin ile damadı davet ederler. Bunlar taşıma davetleridir. Her gidilen eve gelinin yaptığı bir el işi işleme götürülür. Onlarda onlara çeşitli hediyeler verirler.

Doğum Olayı :Genellikle ilk çocuğun erkek olması istenir. Çocuklar genellikle beşikte büyütülür. Çocuğun adı üç gün içinde yaşlı bir erkek veya hoca tarafından üç defa kulağına okunarak konulur. İsimden sonra ezan okunur. Komşular ve akraba loğusaya evvela geçmiş olsun derler sonrada hediyeler getirirler. Doğumun kırkıncı günü çocuk ve loğusa yıkanır. Buna çocuk kırklandı denilir.

Diş Çıkarma :Küçük çocukların diş çıkarmaları aile için ayrı bir sorun olur. Ailenin bireyleri yeni çıkan dişi görmeyi uğur sayarlar. Onun içinde sık sık çocuk güldürülür, ağzına bakılır. Hatta bazıları ekmek kabuğunu gevlettirmek suretiyle dişin çabuk çıkmasının sağlarlar. Bazıları da parmağını rakıya batırarak çocuğun diş etlerini oğalar. Çocuk bundan çok hoşlanır.Dişin çıktığını gören kişi mutlaka diş çıkaran çocuğa ya elbise alır ya entarilik alsınlar diye anne babasına para verir.

Sünnet Olayı :Akçakoca bölgesinde kirvelik olayına rastlanmaz. Eskiden gezginci sünnetçilerin gelmesiyle hiçbir hazırlık yapılmaksızın çocuklar sünnet edilirdi. Günümüzde eğlenceler düzenlemektedir. Sünnetçiye, bazen para almadığı için sabun, havlu gibi şeyler verilirdi.

BAYRAMLAR VE EĞLENCELER

Dini Bayramlar :Dini bayramların Akçakoca örf ve adetleri içinde çok büyük yeri vardır. Üç aylar girince Recep, Şaban ve Ramazan gelinceye kadar bazı kimseler ramazana alışmak için ayda bir belli oruçlar tutar, kutsal geceler, cumalar yavaş yavaş ayrı bir kalabalık olmaya ve cemaat artmaya başlar.Ramazana hazırlık olmak üzere, makarnalar kesilir, erişteler yapılır. Yufkalar açılır, kuskuslar hazırlanır. Mevsime göre çeşit çeşit reçeller, hoşaflar ve şuruplar hazırlanır.Hele bayram gecesi yeni esvaplar giyilir, Provalar biter. Küçükler giyeceklerini başlarının altına koyar. Ayakkabılarını yatağın içine yerleştirir. Herkes banyosunu yapıp yatar. Küçük erkek çocuklar sabahleyin sabah namazına herkesle birlikte camiye gider. Namazdan sonra vaiz dinlerler. Bayram namazı kılınır. Hoca dikilir, en yaşlı adam hoca ile bayramlaşır, ondan sonraki hoca ile yaşlı bayramlaşır ve yerini alır. Böylece sıralanır. Cemaatin en yaşlısı ile en genci bayramlaşıncaya kadar sürer. Sonra birlikte hoca dua eder.
“Bu bayrama eriştiren Allah’a senalar ve amin” denilip çıkılır. Yolda görülenlerle bayramlaşırlar. Mezarlıklara gidilir. Ölülere dua edilir. Hastalar ziyaret edilir.”
Her köyün ramazanında davulcular bahşiş toplar. Birinin elinde bir sırık, birini elinde bir sepet. Davulcu davulu çala çala her evin önünde maniler söyler. Bahşiş; havlu, mendil, yazma sırığa bağlanır. Baklavalar, el altıda tepsi bulunan sepete konur. Paralarda davulcunun cebine konur.

Bayramlar :Yerli köylerde bayram sözcüğü eğlence anlamına gelir. Bayram olacağı gece, bayramı bilen köydeki misafirler, bayramın olacağı köye yakın eş dost ve akrabalar ile birlikte giderler. O akşam onlara misafir olurlar. Kadın ve kızlar yemekten sonra daha geniş evlerde, erkekler ya kahvede ya da başka bir evde toplanırlar. Erkekler orta oyunları yaparlar. Mutaassıp olmayan yerlerde içkide içilir. Gramofon çalınır ve Cide kemençesi ve tepsi çalarak oyunlar oynanır. Genellikle oyunlar iki kişilik eşler halinde yapılır. En revaçta olan oyunlar topal oyunudur. Bu oyun Akçakoca’ya özgü bir oyundur

Eğlenceler

 İMECE ÜSÜLÜ :Eskiden patoz makineleri yokken, fındık harmanda kurutulur, sabahları tırmıklar vurulur, sonrada altından tanesi alınırdı. Kalan fındıklarda kabuklarından ellenmek suretiyle bulunup ayrılırdı. Köylerde bu işler imece halinde yapılırdı. Kabuk ayırma işi erken bitimi, orası düğün evine döner, oyunlar şarkılar, gülme, eğlence, yeme içme başlardı. Kızlar erkekleri, erkekler kızları burada seçerdi. Çalışkan mı? Tembel mi? Dili tatlı mı? Nobran mı? Şaka kaldırır mı? Yoksa içine kapanıp arpacı kumrusu gibi düşünür mü? Yapıcımı yıkıcı mı? Hepsi burada denenirdi. Bu eğlencelerde maniler söylenirdi. Atmaca tabir edilen karşılıklı mani atmaları da yapılırdı.

KIZ BEĞENME : Bayramlarda köyün şenlik yerinde herkes toplanır buradaki ağaçlara salıncaklar kurulur ilkönce kızlar biner sallanırken bu kızı beğenen erkek adayı silah atar ben seni istiyorum demektir,daha sonra diğer sıradaki kızlar biner sallanırken damat erkek adayı silahını ateşler kıza beğendiğini vurgular bu böyle devam eder ,sıra erkeklere gelir erkekler sallanırken kız gelin adayı hemen ailesine söyler,bu kızda silah atar bu böyle devam devam eder eşlerini alan kız ve erkek kesinlikle başkası ile evlenemez sahiplenemez birbirleriyle evlenirler.

GÜREŞLER :Köyde köy şenlik yerinde davul zurnalı maniler eşliğinde çok güzel güreşler olur fakat bu güreşlerde şimdilerde ilgisizlik yüzünden yapılmamaktadır.

SİVİŞ :Köyde Daldı köydeki gibi SİVİŞ ( Kaçmak) demektir bu oyun her bayramda oynanmaktadır.Oyunda bir halat ip,bir de 2 adet çuval vardır bu 2 çuval bu halatın ucuna bağlanır bu oyun aletini oyunu yönetecek yönetici alır,2 şer eşli oyuncular olur bunlar önlü arkalıdır arkadaki oyuncu öndeki oyuncuyu elleriyle sarılır öylece bekler ellerini bırakırsa ebe olur ,bunlar bır daire oluştururlar,daire içerisindeki yönetici,daha önce belirlenen ebe bu ebe daire dışındadır ebeye  konuşmaya başlar yönetici ebenin hep kötü yanlarını söyler kötüler bunu derken yönetici ebe nın üzerine bu çuvallan hücum eder vurmaya çalışır ebe kaçar yönetici kovalar ebe kaçar yönetici kovalar ,yönetici ebe nın kötü yanlarını söylemeye devam ederken bır yandan da bu oyun aletini ebeye vurur,bitince yönetici SİVİŞ der ve dairede eşli duran sırası gelen ebe yerini daire dışında alır bu ebe aynı zamanda eşinden elini bırakanda ebe olur bu böyle dairedeki eşler bitinceye kadar devam eder,rivayete göre bunun anlamı köydeki gençler çalışsın tembel olmasın kötü alışkanlıklar yapmasın,baba annesine akrabalarına iyi davransın örnek insan olsun diye milletin içinde onu rencide eder ki bunlar utansın böyle şeyler yapmasınlar diye bu oyun icat edimiştır,güzel örnek alınacak bir oyundur,bu oyun her bayramda oynanmaktadır.

TAKLA OYUNU :Bayramın son günü akşamı takla oyunu oynanır,4 kişi ebe olur bunlar eğilerek omuzlarını sırt sırta verirler bir daire oluştururlar,diğer taraftan da sıraya geçen oyuncular vardır bunlar bu ebelerin üstüne atlayarak takla atarlar,eğer yere düşen olursa bu oyuncu ebe olur.

EŞEK ATLAMA:Ayrıca bir hakem 5 ebe oyuncu ile oynanan eşek oyunu vardır bu 5 oyuncu ebedir bunlar eğilerek eşek şeklini alırlar,sıradaki oyuncular sırasıyla koşarak bunların üstüne bu diğer 5 oyuncu koşarak atlarlar üzerlerine binerler ilk atlayan oyuncu alta ki ebe oyuncuya parmaklarıyla bu kaçtır der seslenir altakı oyuncu bu üsteki oyuncunun dediği rakamı bilemezse üsteki oyuncular bu ebe oyuncuların sırtında durmaya devam ederler,bilirseler üstekiler ceza olarak alta ebe olurlar bu oyunda böyle devam eder.

SOPALI HALAT ÇEKME :Bu oyunda ortaya bir çizgi belirlenir kalın bir sopa vardır bir tarafta bir gurup diğer tarafta başka gurup vardır,ilk baştaki oyuncular bu sopayı tutarlar arkasında 5 er kişilik guruplar vardır bunlar birbirini çekerler hangi ilk oyuncu bu sopayı bırakırsa vede bu çizgiyi geçerse mağlup ilan edilir

KÖREBE OYUNU: burada da 3 oyuncu, 1 halat ip,2 adet taş,1 yere çakılan kazık sopa,1 de bezden yapılmış kamçı vardır,ilkönce bu kazık çakılır halatın orta bölümü bu kazığa bağlanır bu halatın bir ucu bir ebe oyuncuya diğer ucu diğer ebe oyuncuya bağlanır bu bağlanan 2 ebe nın gözleri bir bezle bağlanır gözleri görmezler kazığın yanındaki oyuncu hakemdir,bu bir ebenin elinde 2 adet taş vardır bu taşları çarptırarak diğer ebeyi harekete geçirir bu ebe elinde de bulunan bezden yapılan kamçı vardır taşın sesine giderek bu ebeye bu kamçıyla vurmaya başlar bezende hakem oyuncuya da vurabilir bir daire şeklinde dönerek bu oyun böyle devam eder,dışarıdakilerde bu kamçılı ebeyi yanlış yönlendirirler oyun uzasın diye

BAYRAMI UĞURLAMA : Burada da son gün davullar çalınır,köyde dolaşılır,maniler söylenir, köy meydanında halaylar ,köçekler,şarkılar,silahlar atılır,oyunlar oynanır ve bayram bu şekilde uğurlanır

KIZ ALMA : Köçekler eşliğinde köyün şenlik yerinde köçekler köçek,oyunlar oynarlar,Alaplı çıftelesi dediğimiz figurleride yaparlar,köylüde bu köçeklere de köylü eşlik eder,silahlarda atılır,daha sonra köçekler eşliğinde köylü damat evine giderler,kızın annesi damat evinden baklava ,tavuk ister,yollarına kilim serilmesini ister bir koç ister bunların gerçekleştirmesini ister damat evinden damat evi biraz naz yapsa da bunların hepsini yaparlar kız arabadan inerek eve doğru giderler evin kapısından geçerken elleriyle evin bütün kapılara ellerini sürer,giriş kapısının önüne parça ekmek koyar uğurlu gelsin dıye,daha sonra enson gelin yatak odasına gelir orda damat tarafından duvağı açılır akraba ve damat tarafından hediye leri takılır,bu arada misafirler gelinin çeyizlik hediyelerine bakarlar,resimler çektirirler bu gelenekte halende devam etmektedir

KÖYDE

KIZ İSTEME  : Cuma gecesi erkek ailesi,kız evine gider ‘’Allah’ın emri Peygamber’in kavli ile’’ diyerek kızı ister.Kız tarafı araştırma ve akrabalarına sormak için süre ister,kızı vermek niyetinde değilseler kızımızın yaşı küçük nasibinizi başka yerde arayın derler ve ya Allah yazdıysa olur derler süre isterler.

SÖZ KESME   : Kız tarafı müsbet cevabı verirse erkek tarafı bir hafta sonra kız evine gider,oyalı yemeni götürürler.Kız tarafı da çevre verir,nişan günü orada tespit edilir.Kızın parmak ölçüsü alınır.

NİŞAN : Erkek tarafı alışverişe çıkar,beşibiryerde,bilezik,küpe,tuvalet takımı,iç çamaşırı,gelinlik,elbise kumaşlar alınır.Ayrıca aile etrafı da giydirilir.Bohça içinde bunlar kız evine verilir,Nişan yüzüğü orada takılır.Bir hafta sonra da kız tarafı da aynısını yaparak erkek tarafına gidilir.Her iki aile fedakarlık yaparak düğüne hazırlanırlar.Çeyizler sandığa konur,çeyizde kızın işlediği oyalı danteller,kanaviçeler,yatak,yorgan,şalvar,yelek,mintan,bakır ev eşyalar erkek evine gönderilir.Çeyizler bir hafta boyunca yatak odasında duvarlara asılır,sandıkta ki çeyizler teşhir edilir.Çeyizlerin kalite çokluğu ailenin zenginliğine işarettir.

KINA    GECESİ  : Düğünden bir gün önce gelinin ve yakınlarının eline kına yakılır kına erkek tarafından getirilir kına yakma töreni boyunca maniler söylenir gelin ağlatılır,kına gecesi kızlar çiftetelli ve çeşitli oyunlar oynar.Köy lisanı ile mani ve türküler söylenir.

 

‘’Yukarı köyün çakalları                        Yukarı köyde çakal yok

   Aşağı köyün bakalları                         Aşağı köyde bakal yok

   Damat beyin sakalları                         Güveyin sakalı yok

   Gelin kınan kutlu olsun                       Gelin kınan kutlu olsun

 

   Kına gecen hoş olsun                          Köyümüzden çıkıyorsun

   Evin bereket dolsun                            Bize veda ediyorsun

   Damat bey eşin olsun                         Yeni yuva kuruyorsun

   Gelin yuvan mutlu olsun                    Gelin kınan kutlu olsun’’

   Diye maniler söylenir.

 

DÜĞÜN : Erkek tarafı düğün günü kız evine giderler.Arkadaşları tarafından hazırlanan gelin,bir araba ve ya öküz arabasına ve ya bir ata bindirilerek yakınları da geline eşlik ederek erkek evine yol alırlar.Zengin olan at arabasına bindirilir,damadın arkadaşları at arabasına biner düğün evine ilk gelen atlı bahşiş alır.Diğer atların dizginlerine mendil takılır,düğün alayı erkek evine gelince damat tarafından karşılanır birlikte eve girilir buna koltuk denilir.Gelin eve girerken kapının üstüne yağ ve bal sürer,sağ ayağını da eşikten atar.Bu arada damat tarafı kapı önünde para serper uğur niyetine.Bu paralar çocuklar tarafından toplanır ve kapışılır.

 

GÜVEY  KOYMA: Akşam yemeği damat evinde yenir topluca kahveler içilir oyunlar oynanır yatsı namazından sonra imam nikahı kıyılır gelin ve damat zifaf odasına girerken güvey alayı damadın arkasına vururlar.Damat zifaf odasının içine kaçar canını zor kurtarır ve güvey alayı silahla ateşler eder.

 

DUVAK: Güvey gecesi sabahı gelini eğlendirmek için eğlence tertiplenir,gelin de oynarken etrafa para atar genç kızlar gelinin duvağından teller kopartılır sonra erkek ve kız evlerinde davetler yapılır.Maalesef bu gelenekler şuanda düğün salonlarına taşmış ve gelenekler kaybolmuştur.Düğün salonlarında eski folklorik oyunlar yerine modern danslar taverna eşliğinde düğün salonlarında yapılmaktadır.

 

FOLKLÖR  Köye has topal oyunu vardır ,köyün kendine has folklor ekibi yoktur,Karadeniz folkloru hakimdir,Davul,Zurna,Saz,karşılıklı zille oynanan oyunda çalınan zil dir.Ayrıca köçek oyunu,gemici çardak oyunu vardır Halay, Sallama Karşılıklı Zille oynama Köçek,Davullu gemici çardak oyunudur,Manav dal sıksara oyunlarıdır Bar,Halay,Horon,Sallama,Karşılıklı zille oynama,Hura,ve karşılama,Köçek oyunları da oynanır,Ayrıca Cide kemençesi ve tepside çalınır iki kişilik topal oyunu oynanır

DAVUL  : Davul savaş sırası,sonrası,askere giderken,törenlerde,ramazanlarda,güreş yapılırken çalınır.Davulun eski adı Tavuldur,Çağatay Türkleri tarafından yapılmıştır,bir haber aracıdır

ZURNA: Davul ve zembeleklerle çalınır ağaç maden, boynuzdan yapılır ,7 üstte 5 altta deliği vardır,Avrupa’ya Türkler tarafından götürülmüştür,Oğuz Türkleri Anadolu’ya getirmiştir,kemençe ve davula eşlik eder,4000 yıldan beri devam eden bir enstrümandır.Davul,Kaval,Zurna,göçer enstrümandır,köyde son zamanlarda bunların yerini taverna müziği almıştır org ile çalınan müzik aletidir eski neşe eski düğünler artık tarihe gömülmüştür,evlerde yapılan düğünler artık düğün salonlarına taşmıştır

KAVAL: Orta asyadan gelmiştir Balasau Türkleri icat etmiştir,Çağatay Turan Türkleri haval derdi Karadenize bunlar getirmiştir ,bir göçebe çalgısıdır Of, Tokat kavalı meşhurdur

KEMENÇE  :Klasik ve Karadeniz kemençesi olmak üzere iki türü vardır Akçakoca da Karadeniz kemençesi çalınır,ince uzundur,sol el ile havada tutularak çalınır,kemençenin telleri çeliktendir.Akortları la,re,sol,mi,yahut sol,re,la,mi veya 3 telli için re,la,mi dir,tellerin üzerine basılarak,tek olarak çalınır.Sazın şekli bir takayı andırır,gövde kısmı dut ve ceviz ağaçlarından oyularak yapılır,ses tablası ise 1,5- kalınlığında ladin veya köknar ağacından yapılır,kısa sapı ve çelikten üç teli vardır re-la-mi sesleri akort edilir,bir buçuk oktav çalar.Yayının kılları gevşek olarak takılır ve sol el ile havada veya dize dayanmış olarak tutularak kemençenin 3 teline aynı anda sürülerek çalınır çalınır Kemençe anadoluya oğuz Türklerinden gelmiştir Kemençe ,Özbekistan,Kırgızistan ada Anadoluda ıklık göbekli kemençe olarak çalınır Arapçada Keman Türkçede ç demektir bu iki kelime birleşmesinden Kemaençe doğmuştur ,Kıpçak Türkleri tarafınından Mısıra götürülmüştür Özbeklerin girjası kemençeye benzer, kıyak kemençe denir.Trabzon dada Gagavuz Türkleri kemençeleri vardır,Trabzonda kemençeye kıyak denir,Türkmenistan,Özbekistan, Kırgızistan Gagavuz Türklerin kemençeleri vardır 2 sesle çalışır 2 telden ses alınır 4-6-7 aralıklıdır.

TULUM: Tulum Karadeniz bölgesinde kullanlıan nefesli halk sazıdır,deri,nav ve ağızlık olmak üzere 3 kısımdan oluşur.Deri,tulum olarak anılır, tulum,koyunveya oğlak derisinin tüyleri temizlendikten sonra ayakları yukardan kesilir,sağ ön ayak ile arka sol ayağın dışında kalan delikler hava kaçırmayacak şekilde sıkıca bağlanır,ön ayağa bir tahta boru,arka ayağada üzeri delikli iki boru tespit edilir.Deri hava ile

Delikli borulardan ses çıkmaya başlar,koltuk altına yerleştirilen tulum zurna analık üzerindeki parmaklar delikleri açıp kapamak suretiyle istenen ezginin çalınmasını sağlar,nav sazın zurna dediğimiz kısımdır,ağızlık ise hava üflenen kısımdır Tulum Türkçe kelimedir Çağatay Türkleri icat etmiştir Anadoluya Peçenek Turan Türkleri Karadenize getirmiştir Kıpçaklarda tuluk,Duluk diye geçer.

ÇOCUK OYUNLARI

Çelik çomak,binmeli eşek,esir oyunu,körebe,köşe kapmaca,birdirbir,seksek,yakan topu,lunç,domino devirme

KIYAFETLER

Köyde 25-30 yıl öncesine göre  kıyafette önemli değişmeler olmuştur.Erkekler tamamen şehir kıyafetini benimsemişlerdir. Erkeklerde gündelik kıyafetlerden başka önemli günlerde, törenlerde giyilen ve içine beyaz eşarp bağlanan lacivert takım elbise en beğenilen giyim eşyasıdır. Ancak yaşlı erkeklerden bazıları köy içinde geleneksel kıyafetle ilgili olarak paçaları dar pantolon, üzerine gömlek ve yeleği giymeye devam etmektedirler. Kösele kunduranın yanında lastik ayakkabı, plastik ayakkabı, özellikle çocuklarda  çok görülmektedir. Erkeklerde pijama, şapka, şemsiye kullanılan giyim eşyaları arasındadır. Burada dikkati çeken husus pijamanın yatak kıyafeti olmaktan başka, bazen iş kıyafeti olarak kullanılması suretiyle ikinci bir iş görmüş olmasıdır.

Kadın giyimi erkeklere oranla daha az değişmiştir.Eskiden kadınlar evlerde basit tezgahlarda keten ve kendirden giysiler dokurdu. Bugün ise köylüler malzemesi köy dışından sağlanan koyu renkli şalvar ve üzerine bluz giymekte, başlarına lacivert örtü (örtme)  örtmektedirler. Kadın giyiminde dış görünüş bakımından erkeğe nazaran değişme daha azdır. Evde elbisesi ile dolanan bazen başını örtmeyen kadın, sokağa çıkınca elbisesinin üzerine şalvar giymekte ve başını örtmektedir.Genç kadınlar arasında elbise giyenler, başlarını örtmeyenler az da olsa bulunmaktadır..Köyde gündelik kıyafette olduğu gibi gelin ve güvey kıyafatide tamamen şehirleşmiştir. Ancak köyde giyilenler, kasabadan ucuz sağlanan ve nispeten eski model olan giysilerdir.Kadın ve çocukların kısmen evde hazırlanan giysilerinin kumaşları dışarıdan satın alınmaktadır.

 ŞALVAR         : eninde üç boy kumaştan çıkar daha ziyade eflatun pembe,yaşlılar koyu renkleri tercih ederler,genellikle çimen yeşili,zeytin yeşili tercih edilir,şalvarın içine şalvar ( havsa) dikilir pamuklu veya şile bezinden dikilir

MİNTAN            : Şalvarın üstüne giyilir mintan ve şalvar işlemelidir,kadife kutnu,jantanlı ve yollu kumaşlardan dikilir

YELEK              : Şalvar üzerine kolsuz fakat işlemeli yelek giyilir,içine bezden buluz giyilir.

ÖRTÜLER         :Kare şeklinde üzeri baskı tekniği ile işlenmiştir,çiçek desenlidir

YAZMA             : Oyalar işlenir dikdörtgendir

ÇORAPLAR     : Yün çoraplar giyilir kadın çoraplar motif işlemelidir

AYAKKABILAR : Rugan ayakkabı giyilir,çarıkta giyilir,genellikle lastik ayakkabılar tercih edilir

ERKEKLERSE : Yelek ve zıpka giyerler,Kafkas kökenliler düğün törenlerde kalpak dik yakalı siyah satenden yapılmış diz boyu elbise ve yumuşak deriden çizme giyilir.Elbisenin üzerine dışardan fişeklik,kama,kemer gibi ayrıntılar vardır,kadınlar ise simli motiflerle süslenmiş kadife elbiseler giyerler bunları Aktaş,Edilli,Uğurlu,Yenice,Göktepe,Kirazlı,Hemşin köyleri giyerler

 

HIDIRELLEZ

6 Mayıs günü kutlanır,köyün piknik alanlarında,salıncaklar kurulur,yemekler pişirilir,ıp atlanır,salıncaklarda sallanılır,birçok oyunlar oynanır,kızlar erkeklere,erkekler kızlara bakarlar orada birbirini beğenirler,arkadaşlıklar kurarlar,balık tutmalar olur,erkeğin beğendiği kız eğer salıncağa biner sallanır ise erkek hemen silahını çıkartarak iki el ateş eder ona onu beğendiğini gösterir,hıdrellezin en iyi yemeği helvadır.Her hıdırellezde komşu köyler davet edilir mevlit okunur ,yemekler yenir çeşitli eğlenceler düzenlenir. Hıdrellez ve aşure günlerinde köyde aileler kendi aralarında toplanarak okulun bahçesinde büyük kazanlarda keşkek çorbası (yakalşık20 çeşit bakliyattan oluşan çorba)pişirirler yer sofralarında herkese ikram ederler.Bu törenleri anlatmadan önce pilavlık parası üzerinde duralım. Daha öncede belirttiğimiz gibi köyden başka bir köye gelin giden kızlardan pirinç parası alınır. Bu para hemen harcanmaz biriktirilir. Pirinç parasının anlamı şudur. Köy gençleri bu kızı o zamana kadar o şekilde korumuşlardır ki, kızın namusuna halel getirmemişledir. Pirinç parası bunun mükafatı bir bahşiş sayılır. Alınan pirinç paralar yedi emin olarak köylünün saygı duyduğu birine telim ederler. Köyden ne kadar çok kız gelin giderse parada o kadar çoğalır. Hıdrellezde bu para ile bir koç satın alınır. Pirinç alınır, un yağ alınır. Kesilen koçun etinden ya etli pilav yapılır, helva kavrulur, ballanır. Öğleyin gençler toplanır ve bu pilav yenir. En sonunda da helva yenilir. Hıdrellez bayramının ayrı bir güzelliği vardır. İp salıncaklar, zincirli salıncaklar, büyük ağaçlara bağlanır. Kızlar ayrı yerde, erkekler ayrı yerde sallanırlar. Ama bazen kızlar erkekleri, bazen da erkekler kızları seyretmeye giderler. Eğer beğendiği bir kız salıncak biniyorsa orada çıkarır silahını bir şarjör boşaltır. Bu olaya kimse ses çıkarmaz. Böylece kimin beğenilip beğenilmediği bu hıdrellez bayramı vesilesi ile belli olur. Bazı köylerde güreşler tutulur. Bazı köylerde derelerde balık tutulur eğlenilir.Akçakoca köylerinde hemen hemen hepsinde geleneksel olarak her yıl kutlanır köydeki küskünler barıştırılır geleneksel oyunlar spor etkinlikleri,folklorik oyunlar ve bunun gibi,Akçakocadaki mulki amirlerde davet edilerek etkinlikler yapılır herkes baharı böyle karşılar

 

EVLERİ

Evler genellikle bahçe içinde olur çünkü meyve sebze yetiştirilir .Avlu,avlu ağla çevrilidir çünkü sebze meyve yetiştirilir ,Kurukavak,Karatavuk evler arası 4-5 km’dir,okul ve cami yanlarında evler yapılmıştır,az dağınık meskenlerde cepheleri sokak tarafına doğrudur Arabacı köyü gibi,Mısır ziraati çok olduğu için her evin yanında hemen hemen 1 adet serender yapı vardır,ahırlar evlere uzaktadır,ahır ile samanlık yan yanadır Tarım toprakların azlığı dağınıklığı kır yerleşim bölgesinin dağılmasına yol açmıştır

 

SPOR

1992 yılında Cabir Nefesoğlu ve Abdullah Aslan tarafından  ,gençlerin kumar ,alkol,  kahveden uzaklaşmaları için ,geriden gelen gençlere örnek olmaları için kurulan,forma rengi kırmızı beyaz olan Kurukavak spor  futbol ve valeybolda mücadele etmiştir.1992 yılında 2 ci amatörden 1 ci amatöre şampiyon olup çıkar ve yıllarca Düzce Amatör liginde mücadele eder,fakat şuanda maddi imkansızlıklar yüzünden liglere iştirak edememektedir,bunun için tekrar köyün ileri gelenleri bu konuda duyarlı olmaya davet ediyorum.Ayrıca bu köyde önemli pehlivanlar yetişmiş tır bunlar Adem pehlivan,Hasan pehlivandır,eskiden köyde güreş çok yapılırdı maalesef şimdilerde yapılmamaktadır.Köyde şimdilerde futbola merak fazla olmasına rağmen maddi imkansızlıklar buna el vermiyor.

 

 

YEMEKLER

EKMEKLER       : Yufka ekmeği,Bazlama,Gözleme,Cızlama,Mısır ekmeği,Buğday ekmeği

ÇORBALAR        : Tarhana,Mercimek,Un,Çılbır,Kızılcık çorbasıdır

HAMUR İŞLERİ : Mantı,Börekler,Erişte,Kuskus,Kaşık makarna,Mancarlı pide

ET YEMEKLERİ : Kara dolma, Korçan,Sebze dolmaları,Kebaplar,Lahana sarma

TATLILAR           : Melen güççeği,Laz böreği,Güllaç,Sütlaç,Baklava

ÇEŞİTLİ YEMEKLER : Gaygana,Soğanlı yumurta,Sebze yemekleri,Zeytin yağlılar,Mamursa,Kaldırık,Mantar yemekleri,Tirit,Malay,Hoşmanım,Mancarlı fırında pide Köyün en önemli özelliklerinden biri çarşıya pazara gitmeden , köyün kendi ürünü olan yiyecekleriyle sofranızı kurabiliyor olmanızdır. Ekmeğinizi kendiniz pişirerek nefis köy ekmeğinin tadına varabilirsiniz. Kara lahanadan yapılan mancar çorbası, ısırgan yemeği, fasulye turşusu kavurması, hamur dolması, sarı burma, celecoş, malay, kaldirik turşusu...

 

ALT YAPI BİLGİLERİ

Köyde Yatılı ilköğretim Bölge Okulu vardır. Köyün içme suyu şebekesi vardır. Kanalizasyon şebekesi yoktur. Ptt şubesi yoktur ancak ptt acentesi vardır. Sağlık ocağı var. Köye ayrıca ulaşımı sağlayan yol asfalttır .Köyde elektrik ve sabit telefon vardır.Orman Toplu Koruma Merkezi Vardır.2 ilkokul,1 değirmen vardır1890 de 114 ,1935 te 586,1965 de1241,1997 de 1756,2000 de 1139 nufusu vardır,meyve ve sebzecilik had safhadadır ekonomiye katkısı büyüktür,1.5 kmlik Çilimli-Kurukavak yolu asfaltlanmıştır12 adet büz köyün muhtelif yerlerine yerleştirilmiştir % 87 hayvancılık teşkil ediyordu,% 14 Buğday ve Mısır ekimi yapılıyordu 1871 birinci arazi yoklama defterinde,1922 de Bolu salnamesinde kaydı vardır,göçmen dağınık köy statüsündedir,6779 dönüm ziraat arazisi vardır,253 aile bununla uğraşmaktadır,tarla alanı 1.512,fındık alanı 7.020 orman alanı 2.268 dönümdür1400 ton mısır üretimi yapılır,ormancılığın büyük önemi vardır,Aktaş orman bölgesinde bulunurdu,ekonomik açıdan Düzceye bağlı kalan bir köydür ilk ilkokul 1946 yılında ikincisi1992 yılında açılmıştır.Gençlik ve spor kulübü derneği vardır.1984-1999 Yılları arasında muhtarlık yapan Cabir Nefesoğlu 1999-2004 yılları arasında da il genel meclis üyeliğini yapmıştır,köyün yeni camisi,ilköğretim bölge yatılı okulu,sağlık ocağı,spor kulübü,telefon şebekesi,su şebekesi (Beylik mahallesine) ,okul lojmanları,köye ilk asfalt ve Çilimli’den Hemşin’e yine asfalt,köyde evlenme memurluğu ve nikah işlemleri ni yapan Cabir Nefesoğlu  abımı bu örnek çalışmalarından dolayı köye yapmış olduğu hizmetlerden dolayı teşekkürü bır borç bilirim böyle çalışmalarını diğer köylere örnek olmasını dilerim

18. ve 19 .YÜZYILDA TEMETTUAT DEFTERİNDEKİ DURUMU

Köyde Davutoğlu Durmuş Bin Yakup 1910 yılında bin seksen kuruş vakıfa bağış yapmıştır,eski adı Kuruca şehirdir,bu bölgede 2 adet vakıf mezra tespit edilmiştir,Bilad-ı Kadı mezrasına Mustafa ağanın ölümünden sonra Naib Hasan arzı ile oğulları atanmıştır 1706 da,diğer mezrada Molla fakı mezrasında Mutasarrıf Ahmed ve Hasan ölünce yerine Ahmed isimli şahıs tek başına mutasarrıf olmuştur.Temettuat defterinde başka ismi geçmemektedir

KUTULUŞ SAVAŞINA KATILANLAR

ŞEHİTLER   : İSMAİLOĞLU NURİ  D.1875  Ö. 1916 ŞARK KAFKAS CEPHESİ ER

ABAZA İSYANINDA TÜTÜNCÜ MUSTAFA ÇETESİNDE OLANLAR

HAYDAR EFENDİ----MEHMET EFENDİ

GAZİLER    : HÜSEYİN NEFESOĞLU MEHMET  D.1895

                         VEDAT NEFESOĞLU  DURMUŞ      D.1953

KÖYE GELEN SÜLALELER

NEFESOĞLU        NEFESOĞLU          GİRESUN        DURU

DAVUTOĞLU      CEYLAN                  ORDU              ULUBEY

KARSLIOĞLU      KARSLIOĞLU         KARS              ORDU             ULUBEY

KILIFOĞLU            ÖZTÜRK               ORDU                ULUBEY

YILMAZ                  YILMAZ                ORDU                ULUBEY

MEHTAROĞULLARI KOÇ                   ORDU

ÇELIKLER                ÇELİK                   TRABZON         OF               

TÖNGELLER            TÖNGEL              GİRESUN

BALCIOĞLU            BALCI                  ORDU                  ULUBEY

HAVUSLAR             ÖZCANLAR         ORDU                  ULUBEY

ARSLAN                                                 ORDU                   ULUBEY

AYDIN                                                    ORDU                   ULUBEY

BEKTAŞ                                                  ORDU                   ULUBEY

DAVUTOĞLU                                         ORDU                  ULUBEY

DEMİR                                                     ORDU                  ULUBEY

EVLİ                                                         ORDU                  ULUBEY

NEFES                                                      GİRESUN            DERELİ

TOPALOĞLU                                           ORDU                 ULUBEY

TÜRK                                                        ORDU                  ULUBEY

TÜRKOĞLU                                             ORDU                  ULUBEY

NOT :Davut-Demir-Ceylan-Aksoy-Yılmaz aynı sülaledir.İran Azeri kökenli Van dan Ordu’ya oradanda Akçakoca’ya gelmişlerdir.Nefes ve Nefesoğlu aynı sülaledir,bunlarda Konya dan Ordu’ya ordan Akçakoca’ya gelmişlerdir Yörük türler.Türkoğlu ile Türk aynı sülaledirler

DİKKAT EDİCİ UNSUR ORDU ULUBEY DEN  FAZLA GÖÇ GELMESİDİR

NOT  : Bana yardımlarından dolayı sayın Cabir Nefesoğlu ve Hasan Ceylana teşekkür ediyorum

Kaynak

Coğrafi bölgesi     : İbrahim  Tuzcu

Köyün ismi            Cabir Nefesoğlu,Hasan Ceylan,Akç.K.Sitesi,Vikipedi özgür ans.Sitesi Drl.İbrahim Tuzcu

Tarihi yerler         : Cabir Nefesoğlu,Hasan Ceylan,Akç,K.Sitesi,Vikipedi özg.ans.St Drl.İbrahim Tuzcu

Coğrafi durumu      : Mustafa Kocadon,Kenan Okan,Şükrü Dönmez,Vikipedi özg,ans.St Drl.İbrahim Tuzcu

Cami ve Mez.         : Cabir Nefesoğlu,Hasan Ceylan,Kenan Okan,Drl.İbrahim Tuzcu

Turizm                    : Cabir Nefesoğlu,Hasan Ceylan,Kenan Okan,Vikipedi özg ans,St Akç .K.Sitesi,Drl.İbrahim Tuzcu

Ekonomı                 : Kenan Okan,Şükrü Dönmez,Mustafa Kocadon,Cabir Nefesoğlu,Hasan Ceylan,İlçe Tarım Md.,Akç .K.Sitesi,Drl.İbrahim Tuzcu

Kültür                     : Vedia Emiroğlu,Kenan Okan,Şükrü Dönmez,Akç .K.Sitesi,Vikipedi özg.ans.St Cabir Nefesoğlu,Hasan Ceylan,Ert tv Necmi Sala,Görsel yay.S.4,Drl.İbrahim Tuzcu

Spor                        : Cabir Nefesoğlu, İbrahim Tuzcu

Köyün alt yapısı     : Mustafa Kocadon,Akç .K.Sitesi,Vikipedi özg.ans.St Cabir Nefesoğlu,Hasan Ceylan,Drl.İbrahim Tuzcu

Temettuat               : Dr Zeynel Özlü

İstiklal savaşı         : Şükrü Dönmez,Geltag net,Cabir Nefesoğlu,Drl.İbrahim Tuzcu

Sülaleler                 : Cabir Nefesoğlu,Hasan Ceylan,Hüsamettin Kaya,Drl.İbrahim Tuzcu      

 

KÜPLER

 

COĞRAFİ BÖLGESİ   : Karadeniz Bölgesi

İLİ                                  :  Düzce

İLÇESİ                          :  Akçakoca

KAYMAKAMI              : Mehmet Ünal

B . BAŞKANI               :  Fikret Albayrak

KÖY MUHTARI          : Resul Köse

TELEFONU                  : 05385938726

POSTA KUTUSU        :  81650

NUFUSU                      :  35 Hane,212 Nüfusu vardır

ESKİ MUHTARLAR   . 2009 de Resul Köse,2004de Yunus Öztürk,1999 de,Yunus Öztürk1994 deYunus Öztürk1989 de1984 de Yunus Öztürk

COĞRAFİ DURUMU  : Düzceye , Akçakocaya uzaklıktadır,Rakımı 370 mt dir,En yüksek yeri 550 mt dir,2767 dekar fındıklık,377 dekar orman alanı vardır,Komşu köyleri Kurukavak,Dilaver,Davutağa,Karatavuk tur

 

 

KÖYÜN İSMİ NERDEN GELİYOR

1204 yılında 4. Haçlı orduları Türkiyeye gelirler Karadeniz kıyılarında bazı memleketler kurdular bunlardan bırtanesıde Akçakocada Ceneviz kalesidir,fakat daha sonra ,1261 yılında Latin imparatorluğu çökünce tekrar Ceneviz kalesi Bizanslıların eline geçti, 1204-1261 yılında Cenevizliler ve Bizanslılar,Akçakocaya gelirler bazı köyler kurarlar,bunlardan bir taneside Küpler köyüdür.Bizans imparatorunun getirttiği Romanya’da bulunan Gagavuz Türklerinden silahşör obaları buraya getirtir ve yerleştirir.Ayrıca Doğukaradeniz den

1916 yılında,Ordu,Giresun, göç gelerek buraya yerleşmişlerdir.Neticede,Gagavuz Türkleri, Ceneviz,,Doğukaradenizden gelen göçler yaşamışlardır. Akçakocada M.Ö. 1200 yılında Frik,M.Ö. 670 Lidya,M.Ö.395 te Roma pontos,M.Ö.1200 de Hitit ama bu kesin bilinmiyor bu kavimler yaşamışlardır Çok eski bir Ceneviz ve Bizans lılar köyüdür burayı terk edip, 1973 yılına kadar Kurukavak a bağlı idiler,Kurukavak tan buraya inmelerin sebebi bunlar büyükbaş hayvancılığı ile çok uğraşırlardı,hayvanlarını yüksek rakımdan korumak beslemek,su bölgesine yakın olmak için aşağı doğru inerek burayı yerleşim bölgesi haline getirip 1973 yılında Kurukavak tan ayrılıp ayrı muhtarlık olurlar Hıristiyanlar buradan göçüp gidince daha sonra buraya Ordudan gelenler Bizanslılara ait kalıntıları bozarak fındık ekmişlerdir her tarlayı kazıyınca büyük  şarap küpleri çıkarmış,hemen hemen her tarlada bu küplere rastlamak mümkündür,köylü burada çok küpler bulduğu için bu köye Küpler adını vermişler,yeni kurulan bir köy konumundadır.

TARİHİ YERLER

Hıristiyanlar buradan göçüp gidince daha sonra buraya Ordudan gelenler Rumlara ait kalıntıları bozarak fındık ekmişlerdir her tarlayı kazıyınca büyük  şarap küpleri çıkarmış,hemen hemen her tarlada bu küplere rastlamak mümkündür,köylü burada çok küpler bulduğu için bu köye Küpler adını vermişler.Ayrıca burada su değirmenleri vardı bunlarda zamanla kayboldu,yalnız şuan 1 adet değirmen mevcuttur,Rıfat Karaya aittir

AKARSU VE DERELERİ

Küpler deresi buradan doğar Dilaver  Esmahanımdan Uğurluya oradan Melen e dökülür,su altı seviyeleri çok değişkendir,Pınar,ve kuyu suları faydalıdır ancak çok kireçlidir,serttir koli bakımından zengindir içilmesi mahsurludur,sıcak su ve göl yoktur

DAĞLARI VE TEPELERİ

Ordulu dağı Yörük tepesi (960 ) Sivri tepesi eteklerinde kurulan köydür

İKLİMİ

En fazla yağış Eylül-Kasım-Aralık-Ocakta olur,kar Aralık ve Ocak ayında yağar ama uzun sürmez,Mayıs-Haziranda Karayel,Temmuz-Ağustos-Eylül ayında Poyraz eser,kış aylarında lodos eser,Temmuz- Ağustos-Eylülde güneş kendini daha iyi gösterir,Aralık,Mart ayları arası en düşük sıcaklık olur ılımaman Karadeniz iklimine sahiptir.

 

JEOLOJİK DURUMU

 Eoesen-Folişi,Muminitli Kalker mevcuttur.Dere ve vadi tabanları alüvyon,yamaçların büyük bir bölümü silis formasyonu,tepelerin üst kısmı da 3.derecede kumlu,çakıllı tabakalar halindedir.Depreme dayanaklı 3.bölgedir.Dağlar denize paralel uzanır.Palezoik devre ve tersier arazilerde ibarettir.Eosen folişi- numinitli kalker toprağa Kum,Taş-Marn- Gre ( Kretese)  sahiptir Jeolog Dr.Ervin Lan,Mühendis Zeki Erişir.

 

BİTKİ ÖRTÜSÜ

Akçakoca’da orman alanı 20477.77 hektardır.Çoğu bozuk orman alanıdır % 43 kayın % 0.8 gürgen %0.1 kestane % 6 meşe % 1 kavak % 0.25 ıhlamur % o.4 çınar bulunur,gerisi fındıklıktır.Maki bitki örtüsüne sahiptir,iklimin mutedil yağışlı olması bitki örtüsünün gür olmasını doğurmuştur.

TOPRAK YAPISI

Topraklar kırmızı kahverengidir.Toprak asitli,kireci azdır,topraklar erozyona maruzdur.Potas ve fosfor bakımından fakirdir,tuz oranı normaldir.Saha umumi olarak pedojenez bakımından genulik safhasındadır.Toprak killi ve tınlı kıvrıntılı karakterdedir.

 

TURİZM

 

Turizm adına gelişmiş köy değildir doğa yürüyüş parkuru ve tatlı su balıkçılığı yapılabilir bu balıklarında yanlış avlanma neticesinde balıkların nesli de tükenmektedir devletin burayı da koruma altına alması lazımdır Hıristiyanlar buradan göçüp gidince daha sonra buraya Ordudan gelenler Rumlara ait kalıntıları bozarak fındık ekmişlerdir her tarlayı kazıyınca büyük  şarap küpleri çıkarmış,hemen hemen her tarlada bu küplere rastlamak mümkündür,köylü burada çok küpler bulduğu için bu köye Küpler adını vermişler.Ayrıca burada su değirmenleri vardı bunlarda zamanla kayboldu,yalnız şuan 1 adet değirmen mevcuttur,Rıfat Karaya aittir Buraların kültür bakanlığınca incelenmesi lazımdır ,araştırmalar yapılıp buraya bır özel lık kazandırılmalıdır,sakin, temiz ,deresiyle, ormanıyla, doğasıyla harika yeni kurulan bır köydür,av turizmine uygun konumda dadır.Bıçkı deresi Dede dağından çıkar Küpler-Dilaver i geçerek Gubi deresi ile Kıran mevkiinde birleşirler bu dere boyunca doğa ve yürüyüş parkuru olarak değerlendirilmelidir

 

CAMİLERİ

 

İlk cami,1965de ahşap yapı 70 cemaatli, tek şerefelidir ,köylü tarafından yapılmıştır

 

MEZARLIKLAR

 Köyde tek mezarlık vardır Kurukavak- Küpler arasındadır eski yol üzerindedir ,ayrıca 3 adet aile mezarlığı da vardır. Mezar taşlarındaki konular erkek mezar başlarına başlık,kadın mezarında süslemeler ön plandadır,erkek mezarlığında büyük sarıklı olanlar ulema ve paşaları,uzun külah üzerine sarık tasvirler,derviş ve tarikat şeyhlerini,sadece ince sarıklılar köy ağalarını,üstü geniş ve altı dar kavuk biçiminde olanlar yeniçeri ağalarını işaret etmektedir

 

EKONOMİSİ

TARIM:

HUBUBAT   :Buğday,Mısır

BAKLIYAT:Fasulye,Bezelye,Bakla,Soğan,Lahana,Marul,Pırasa,İspanak,Kaldırık,PatatesKaralahana,Biber,Patlıcan

MEYVE       : Elma,Armut,Kestane,Ceviz,Üzüm,İncir,Dağ çileği,Muşmula,Ayva,Kızılcık,Kiraz

Ekonomisi Tarım ve Hayvancılığa dayanır.Köylü,bahçesinde yetiştirdiği sebzeleri Akçakoca pazarına götürür orada satar,kadınlar ev ekonomisine katkı sağlarlar.Artık günümüzde fındığın para etmemesi insanları başka işlere meşguliyetine zorluyor,,yalnız sağman inekler vardır,elde edilen sütler pazara götürülüp satılmaktadır., tavuk kümesleri olmasına rağmen kümes hayvancılık da yok olmaya yüz tutmuştur..,köyde hiçbir sanayi kuruluşu yoktur. veriyor .Köyde armut,ceviz,kestane,dut,incir,dağ çileği ,çoktur.Ayrıca kesif ormancılığı vardı bunlarda aynı şekilde sevkıyatı yapılıyordu,fındık bahçesinin gelişmesi buraya ayrı bir önem kazandırmıştır şimdilerde fındık tarımı ile geçinmektedir Köyün ekonomisi  tarım ve hayvancılığa dayalıdır.köyün başlıca geçim kaynağı fındıkçılık,seracılık ,tavukçuluk az miktarda da yeni oluşmakta olan kivi üretimi dir. İlçemizde tarımsal üretim içerisinde bitkisel üretim, özellikle fındık üretimi ağırlıklı yer tutmaktadır. Fındık üretimi dışında kasaplık tavuk üretimi, büyükbaş hayvan üretimi, , arıcılık,  mantar üretimi önemli tarımsal faaliyetler arasındadır.Akçakocada eskiden 1930 yıllarda ekonomi denize bağlı idi,bunun yanı sıra reçberlik,odunculuk,kerestecilik ön safhada yer alırdı,şehirlinin tümü denizci idi,gemi tüccarı,gemici,tekne sahibi,balıkçı,yada yükleme ve boşaltma amelesi idiler.Akkaya,Aftunağzı,Beyhanlı,Döngelli,Çuhalı,Kızlarağası,Değirmenağzı,Taşman Deresi,Karaburun,Melenağzı iskeleleri vardı,buralardan ticaret sağlanırdı.Ayrıca ilçede 4750 büyükbaş hayvan vardı ama son yıllarda azalma kaydedilmiştir,kümes hayvancılığı da son yıllarda azalma görülmüştür 190 adet kümes vardı,beyaz et üretimi 25.000 tonu geçmekte idi.2000 civarında fenni kovan vardı.Maden direkleri dışında ,Bolu Adapazarı’nda ,Düzcede yetişen buğday,kavun,karpuz gibi toprak ürünleri manda ve öküz arabalarıyla deniz sahiline getirilir buradan da deniz yoluyla gelen gaz,ve tekel maddeleri aynı arabalarla taşınırdı,sahilde bulunan depolarda bu mallar stoklanır dı zaman içerisinde tuz ve benzeri şeyler şehir ve kasabalara sevkiyatı yapılırdı,ayrıca deniz yoluylada sandallarla başka şehirlere sevkiyatı yapılmakta idi.

 

GEMİ YAPIMINDA KULLANILAN KERESTELERİN SU HIZARLARI İLE KESİLMESİ

Su hızarı su değirmenlerinde olduğu gibi olasılıkla suyun hareket gücünden faydalanarak yapılan ve dairesel hareketin doğrusal harekete çevrilerek odun ve kereste üretimini sağlayan ağaç testereleridir.Aftuni ( Altunçay,Dereköy,Subaşı ) bölgesinde 25 adet su hızarı vardır Arabacı köyünde18 adet su hızarı vardır. Bunlar şu anda teknolojiye yenik düşmüştür kullanılmaktadır

 

FINDIKÇILIK

Hemen hemen herkes fındıkçılıkla uğraşmaktadır.Devlet orman arazilerini açıp buralara,memleketten 1900 yılında Trabzon’dan gelen Bostancı hacı Ahmet efendi Akçakoca’ya fındığı getirir Osmaniye mahallesine fındığı ekmiştir,yine Mehmet Arifin getirttiği fındığı ekerler daha sonra Batum göçmeni olan zücaciyelik yapan Mustafa efendi Doğu Karadeniz sahillerinden aldığı fındık fidelerini Ereğli ve Akçakoca da satarmış.Bir gün Giresun’a uğrar o zamanın belediye başkanı limanda fındık fidesi dağıtıyormuş,Mustafa bey bunları alır gemi kaptanına da söyler,gemi kaptanı fideleri fıçılara koyarak Ereğli Akçakoca ya getirir,diğer rivayete göre de Yenice köyün kurucusu Kibaroğlu Hurşit,Kırıkoğlu Tahir,Keleşoğlu İbrahim,Alioğlu Tufan Tefik ilk fındık fidelerini ekmişlerdir.Bunların getirdiği fındık dallarından sopa ile dövülürmüş dalları çok büyükmüş,daha sonra Mehmet Arif kaliteli fındık fidelerini götürür,millete bunları tercih eder millet bu fındık fidelerini dikerler.1922 yılında 4000 fidan mevcuttu fındık sevkiyatı artınca millet fındık ekmeye başlar,fındık bahçelerde elle toplanır,çeşitli evrelerden geçtikten sonra yere sofralar kurulur altına büyük bezler serilirdi, sofra etrafına toplanan kişiler fındığı kırardı,bazıları da fındığı kabuğundan ayıklıyordu çok çetin olan bu sistem yerini 1930 yılında merkezde Kapkirli’de elle çalışan değirmen gücü ile çalışıyordu ve fındık böyle kırılıyordu,Sarı Hafızların Halit Arıkan bu değirmeni kurmuştu ,daha sonra Trabzonlu Abdulrezzak efendi elle kırma fabrikası kurar,daha sonra Küçükömerle’in Ömer Aydın 1932 yılında  şimdiki Özyuvam’ın olduğu yere ahşap bina içinde makaralarla çalışan fındık kırma makinesini kurar,1942 yılında da Diyarbakırlı lakaplı Cemil bey Osmaniye de bir değirmen kurar ama bu değirmen dizel motoru ile çalışmakta idi,yine bu sırada mebus Vahit Yöntem Osmaniye de deniz kenarında modern bir fabrika kurar1946 yılında,1947 yılında da Arabacı köyünde Hocaoğlu Mehmet dizel motoru ile çalışan bir fındık kırma fabrikasını kurar.Edilli köyünden olan Hüseyin Horoz da dizel motorun masrafını azaltmak için Değirmenağzı mevkiinde su gücü ile çalışan fındık kırma fabrikasını kurar,düşük alternör ilavesi ile akü şarj girişimi ile iyi bir fabrika idi ve en son 1954 yılında Orhan derenin denize döküldüğü yerde fiskobirlik adına modern bir fabrika açılır,bu fabrika 2008 yılında tamamen yıkılır bunun yerine Sapak mevkiinde çok modern fabrika açılır üretimine devam etmektedir.İlk fındık yağını Kalfanın Bekir Üstünel yapmıştır,fındık eskiden tımar,çapalama,tırpan yapma,toplama,öküz arabalarla taşıma,sopalarla dövme,elle ayıklama,sık tellerden yapılmış bir aletle incesini kalınını tozunu ayıklama evrelerden geçerdi,ama şimdi toplama,ilaçlama,gübreleme,motorla tırpan yapmak,ayıklamayı patoz makineleri ile yapmak maliyeti yükseltiyor,Fisko’da fındık taban fiyatını da düşük tutunca halk artık fındıkçılık’a iyi bakmıyor.Fındık şubat mart ayında ekilir 2-3 yıl yetişmesi sürüyor,4-4 6-6 ara ile 6-8 fidan 60- ocak kuyular açılarak dikilir.En iyi fındık türleri şunlardır: Çakıldak,Kargalak,Kan,İncekara,Kuş,Tombul,Paloz,Foşa,Kalınkara,Uzunmusa,Mincane,Cavcana,Badem,Yağlı fındık,Kara fındık,( yağlı fındığa benzer kabuğu siyah ve serttir)Sarı fındık (yuvarlak kabuğu ince verimi fazla),Yomra(yuvarlak vermi fazla),Sivri( ince uzun bademe benzer),Dilovası,ve Mehmet Arif fındığı ( yağlı  kabuğu ince verimi fazladır). Deli sava(Fındığın içini iyi doldurmaz) Fındık ağaçların % 28 yaşlıdır içinde mısır üretilir

 

HAYVANCILK

Az sayıda Koyun,Keçi,Sığır,Tavuk,Kaz,Hindi,Arıcılık yapılmaktadır,her evde hemen hemen sağman inek mevcuttur,süt besiciliği yoktur süt mandıra üretim tesisleri yoktur,köylü kendi süt mamüllerini kendisi yapardı ama maalesef büyükbaş hayvan yetiştiriciliğinde düşüş yaşanmıştır.burada eskiden Akçakoca’nın en çok hayvan yetiştirilen bölgesi idi son yıllarda bu azalma göstermiştir,buraya hiç önem verilmemiştir hayvancılık çok revaçta olmasına rağmen mandıralar kurulmamıştır % 87 hayvancılık yapılmaktadır.

 

ORMANCILIK

Çam,Kayın,Meşe,Kestane,Gürgen,İhlamur,Kavak,Çinar,Defne,Kocayemiş,Muşmula,Ayı üzümleri,Orman gülleri,Yer gülü,Erica ağaçları,Erelti otu,Çoban püskülü diye orman ürünleri var .Eskiden devlet orman arazisini talan edip fındık ekimi yapılmıştır,yine eskiden bu köyde ormancılık çok yapılmakta idi zengin bir köy olmasına rağmen buraya gereken ilgi gösterilmemiştir ve son yıllarda ormancılıkta tarihe karışmıştır

 

AVCILIK

Bölgede göçmen kuşlara daha çok raslanmaktadır,Sarıkuş,Çulluk,Bıldıcın,Ördek,Üveyikördek,Kaz,Kuğu,Tarakçın,Karakçun,Sığırcık,Bozbakal,Karabakal bulunur.Son zamanlarda,gerek ilaçlama gerek yanlış avlanma neticesinde çok azalma olmuştur Ördek,Çulluk avı çok meşhurdur.Çevredeki daimi kuşlar Kestane Kargası,Çulluk,Ördek,Üveyik,S sığırcıktır.Tavşan,Çakal,Tilki,Domuz, Ayı,Su samuru,Kunduz,Geyik,Karaca vardı ne yazık ki bunlara da az rastlanmaktadır.Domuz avı devamlı yapılmaktadır.Köydeki devamlı hayvanlar Domuz,Ayı,Kurt,Tilki,Çakal dır.

 

KÜLTÜR

 

Köyde kültür Doğu Karadeniz kültürü hakimdir.fırında yapılan mancarlı pidesi meşhurdur,köydeki kadınlar fırınların başlarında bir arada olarak mancarlı pide yaparlar.

Köyde kültür Hıdırellez ve aşure günlerinde köyde aileler kendi aralarında toplanarak okulun bahçesinde büyük kazanlarda keşkek çorbası (yakalşık20 çeşit bakliyattan oluşan çorba)pişirirler yer sofralarında herkese ikram ederler buda bizin köyümüzün unutulmaz biryanıdır. Doğu Karadeniz üç ayak oyun kültürü girmiştir öz kültürel değerler yozlaşmıştır.Köyün en kalabalık olduğu zaman yaz mevsimidir. Temel geçim kaynağı olan fındık ürününün hasat zamanı yaz mevsimi olduğundan köy halkının geneli bu mevsimde köyde bulunmaktadır.

AKÇAKOCADA

 Kız ve Erkeğin Tanışması :Akçakoca’da mısır bitkisinin fazla ekildiği, fındığı kozalarından ayırma makinelerinin daha ortaya çıkmadığı dönemlerde mısır soyma, fındık ayıklama imeceleri yapılırdı. Bu imecelere kız ve erkekler bir arada katılırlardı. Mısır çapalama, fındık toplama işleri de imece şeklinde yapılırdı. Akçakocalı kız ve erkek gençler birbirlerini bu imecelerde, kasabaya inme sırasında, dereye suya giderken, nişan, düğün gibi eğlencelerde tanırdı.Kız ve erkeğin ortaklaşa güvendikleri bir kadını aracı olarak kabul eder ve sevgi nişanelerini birbirlerine bu aracılar ile gönderildi. Bu günde buna benzer olaylara şahit olunmaktadır. Çoğu kez kız erkeğe, kendi işlediği bir mendili, oğlanda kıza gülyağı, şeker, lokum, küpe, yüzük gibi hediyelerde gönderirdi.

Sevdalık Günleri :Akçakoca gençleri arasında sevdalık günleri çok önemliydi. Sevenlerin arkadaşları vardır. Bu arkadaşlar erkek ise, hep seven erkeğin etrafındadır, arkadaşları için pervane olurlar, hep beraber gezerler. Başkaları seven erkekmiş izlenimi yaratırlar. Örneğin; Sevdiği kız salıncağa binerse, önce aşık olan silahını boşaltır. Bunun anlamı: Bu “Seni başkası severse onu öldürürüm” anlamına bir mesajdır. Ardından aşığın arkadaşları silahlarını boşaltırlar. Bunun da anlamı: “Bir arkadaşımızın arkasındayız” demektir Durum herkes tarafından anlaşılır, kimse kimsenin sahasına girmez. Erkek evlenme arzusunu ailesindeki kadınlara açar. Zaman içinde gelişen olaylar oğlanın anası tarafından babasına iletilir. Günler ve gecelerce ne olup olmayacağı, aileler arasında düşünülüp tartışılır. Sonunda kız tarafının kıramayacağı bir elçi bulunur. Elçi baba ve annenin ağzını arar. Olumlu yanıt alınca kızı istemek için girişimlerde bulunur.Toplum kız isteme konusunda çok duyarlıdır. İstenilen bir kızın verilmemesi ya da söz kesiminden sonra dönülmesi erkek tarafından hakaret kabul edilir. Bu tür olaylar genellikle kan davası gibi olaylara sonuçlanır.

Sıra Gözetme : Ablası bekar olan, evlenme çağındaki erkek bu kuralı bozup evlenebilir. Erkek toplunda kadından önce gelir. Erkek kardeşler arasında da sıra gözetilir. Miras taksiminde kızın payı erkeğe göre yok gibidir. (Bu gelenek Lazlarda daha çoktur.)Son zamanlarda Bölgede kızlar arasında sıra gözetme geleneği vardır. Büyük kız varken küçük kız evlenmesi ayıplandığı gibi baba buna kesinlikle karşı koyar herkes hakkını yavaş yavaş  alma yolunu tutmaya başladı.

Başlık Parası :Akçakoca ve köylerinde başlık parası vermek hemen hemen yok gibidir. Yalnız fakir ailelerde kızına çeyiz yapabilmek için bir miktar para ödenir. Başlık parası verme Laz ve Gürcü ailelerde, Rizeli  toplumlarda daha az uygulanır. Abazalarda başlık parası alınmaktadır.

Kız Kaçırma Olayları :Abazalarda düğün çok masraflı olduğu için, özellikle birbirini seven çiftler kaçarlar. Bu danışıklı döğüştür. Kız kaçırılmadan önce nüfus cüzdanı kaçırılır. Kızın yaşı on sekizden küçük ise kız kaçırılınca erkeğin akrabalarından birinin evinde saklanır. Daha sonra aileler arasında anlaşmaya gidilir. Kaçırılan kızın yanında kıza yakınlığı ile bilinen kızın arkadaşı ile kaçırılır. Bu kıza tasavize denir. Kız emin bir ailenin yanına misafir edilir. Düğün yapılıncaya kadar kız o evde kalır. O evde her akşam eğlence yapılır. Bunun adına taşamhara denir. Kız-erkek anlaşarak kaçmışlarsa iki tarafın aileleri bir müddet birbirleriyle görüşmez. Daha sonra aracılar yardımıyla taraflar barıştırılır. Ancak yıllar süren küskünlükler söz konusudur. Kız kaçırmada kızın rızası yoksa olay kan davasına kadar gidebilir.

Kız İsteme Geleneği :Ön hazırlıklar tamam olunca kız babasının sevdiği birisi erkek tarafı ile birlikte kız istemeye gider. Erkek tarafından ağzı laf yapan biri sözü açar.Biz Allah’ın emri, Peygamberin kavli ile kızınız ...............’yı oğlumuz ..............’ya istemeğe geldik” der. Baba da;Allah yazdıysa olur. Amma bir düşünelim. Soracak adamlarımız var onlara soralım” der. Bu biraz naz etmek ve kendi akrabalarına paye çıkarmak için söylenmiş bir sözdür. Bir müddet biçilir. Bu arada istiyorlarsa, el altından erkek tarafını cesaretlendirecek haberler iletilir.Bu dönemde, kız ile erkek karşılaştıklarında kaş göz işaretleri ile birbirlerine cesaret verirler. Kız belli bir süre sonra istenir.

Söz Kesme ve Nişan Olayı :Eskiden erkek askere gitmeden nişanlanırdı. Nişanlık süresi, askerlik, para yokluğu ile ilgili olarak 2-3 hafta ile bir yıl arasında değişir. Yerli halk arasında beşik kertmesi kesinlikle yoktur. Göçmen köylerinde beşik kertmesine rastlandığı söylenmekte ise de tespit edemedim.Kız istemede erkek tarafından hediye olarak getirilen “kutu şekeri” ertesi gün iade edilmez açılırsa, kızı erkeğe verildiğine işarettir.Taraflar tarafından söz kesiminden sonra oğlan tarafından akrabaları kızın evine yüzük, kutu şekeri ile elbiseler, çorap ve terlik alıp giderler. Nişanda yüzükler takılır. Bazı köylerde nişanda erkeğin bulunmadığı, akrabası tarafından kızın parmağına yüzük takıldığı söylenmekte ise yerli köylerde böyle bir gelenek bulunmamaktadır.Bir süre sonra kız tarafı, yüzük, bir kat çamaşır, kaynanaya elbise alıp oğlan evine getirirler.

Çeyiz Geleneği
:Çeyiz olarak sandık, yatak, yorgan, yelek, şalvar, bakırdan mutfak eşyası, elde dokunmuş yer hasırı, hasır seccade, ottan duvar yastığı, kanaviçe işler ve örtüler vardır. Çeyizin miktarı ailenin mali durumu ile ilgilidir. Yerli halkta çeyiz eşyası, Doğu Karadeniz kökenli ailelerde olduğu kadar fazla olmakla beraber, kızlar mirasta erkek kadar hakka sahiptir.

Kına Gecesi :Düğün geleneğinin ilk kademesi kına gecesidir.Kına gecesi Çarşamba günü yapılır. Kına gecesi için erkek tarafı beraberlerinde taraftarları ile birlikte yanlarına kına alıp gelin evine gidilir. Dört kız çarşaf veya büyük bir yazmanın altına gelini alırlar. Bir kız gelinin eline tabaktan kına yakar. Elleri temiz beyaz bezlerle yumrukları bağlanır. Bir taraftan da maniler söylenir. Hem gelin ağlar, hem etrafındakiler.
İzzet ve ikramdan sonra erkek tarafı evlerine gelir. Damadın evi önünde büyük bir ateş yakılır. Kız tarafı tavuk istemeğe gelir. Her evden birer tavuk alınır. Ateş yanınca baklavalar getirilir. İkramlar yapılır. Kız tarafı darıltılmadan uğurlanır.Kına gecesi bayramlık elbiselerini giyen genç kızlar çiftetelli, topal oyunu, orta oyunu gibi oyunlar yaşlı bir kadın denetiminde oynanır

Düğün Günü :Düğün genellikle nişandan en az bir yıl sonra yapılır. Bindallı ve benzer gelenekler yoktur. Eskiden gelin renkli ve temiz ipekli elbise damat ise don pantolon üzerine beyaz gömlek ve işlemeli yelek giyerdi. Güvey fakirse beyaz elbise ödünç alınırdı.Eskiden olduğu gibi gelin kayın baba ve yakın akraba arasına giderdi. Gelin evden çıkarken, kız kardeşlerden biri, yoksa akraba kızlardan biri çeyiz sandığı üzerine oturup sandık haracı isterdi. Ayrıca kapıdan çıkarken erkek kardeş, kapı haracı olarak bir miktar para talep eder.Köylerde, genellikle bir öküz arabası süslenirdi. Üstüne halı ve kilimlerle bir örtü yayılır. Araba çan ve zillerle bezenir, köylüler şık giysilerini giymiş, arabanın önündü, ardında, yanında yürüyerek giderlerdi. İkide birde araba durdurulur: Ala ala hay... diye bağırarak düğün evine varılır. Yolda devamlı halaylar çekilir. Kasap oyunu, Kastamonu zeybeği gibi oyunlar oynanır. Gelin alayı, çeşitli yollardan dolaşarak damat evine varırdı.Gelin alınmadan o köylülere veya mahalleliye pilavlık parası verilir. Gelin arabaya binmeden bolluk ve bereketli olsun diye ya damadın babası veya yakını bozuk paralar içinde şekerler, buğdaylar serper, çocuklarda bunları birbiri üzerine yığışarak kapış kapış toplardı.Köyden çıkıncaya kadar çeşitli yollardan dolaşarak damat evine varılır. Gelin arabadan inmez, bahşiş ister. Bir inek ya da tosun getirilir. Kulağı kesilerek işaret verilir. Kapı önünde kurulan bir masada kız tarafı tatlı, şeker, sigara, mermi gibi isteklerde bulunur. Bu istekler karşılanıncaya kadar gelin bekletilir. Bu durum bazen üç dört saat kadar sürer.Gelin eve girerken eğilip eşiği öper. Bolluk getirmesi düşünülerek mısır, buğday, şeker, bozuk para atılır. Akraba ve komşular başlarında birer tepsi baklava alarak erkek evine giderler. Tepsiler üst üste kümelenir.Erkeklerde evin önünde yakılan ateş etrafında oynarlar. Bu oyunlar kadın kıyafetine girmiş köçekler tarafından oynanır. Eğer aile varlıklı ise dört köçek, dört davul, dört zurna ve dört keman bulunur.Diğer köylerden geleneklerde kafileler halinde düğüne katılırlar. Kimileri koç, kimileri koyun getirir. Meydanda ikramlar yapılır.Yenip içilir. Sonunda köylüler misafirlerini evlerine götürürler.Hoca nikahı yapılır, bu adet yaygındır. Hoca nikahı yapılırken gelinin yanında dadı veya bibi (teyze, hala) denilen kadınlar bulunur.Gürcü köylerinde düğün gecesi, güveyin gerdeğe girmesi yasaktır. O akşam kızın akrabası olan kızlar sabaha kadar beklerler. Düğünün ertesi günü gerdeğe girilir. Düğün genellikle üç gün devam eder. Lazlar ve Hemşinlilerde de benzer gelenekler vardır.Diğer köylerde ise hoca nikahı kıyılır. Sonunda güveyi arkadaşlarının kolunda gelinin odasını getirilir. Arkasından yumruklanarak odaya itilir. Damat odaya girer. Hazır bulunan seccadede iki rekat namaz kılıp duasını yapar ve gelinle tanışmaya gider. Damat bu arada gelini konuşturmaya çalışır. Ona hediyeler verip konuşturur. Konuşturulunca da pencereyi açıp iki el silah atar. Bundan sonra herkes dağılıp gider.Gelinle damat, gidip kayınvalidenin elini öperler. Tekrar odalarına giderler. Orada baklava yerler. Bazense baklava kesmelerinin yarısını yiyip bırakırlar. Ertesi gün bunları evlenmemiş erkek ve kızlar yer. Darısı sizin başınıza gibi bir gelenektir bu. Ertesi gün sabah, köçekler, davetliler düğün evinin önüne gelirler. Oyunlar oynanır. Damat elinde bir tepsi baklava ile herkese birer kesme baklava sunar. Sonra da herkes dağılıp gider. Ev kadınlarla dolar. Duvak günü damat sağdıçla gider. Gelinle sabahtan ikindiye dek oyunlar oynanır, şarkılar söylenir ve derken düğün biter

Duvak :Güvey gecesi sabah gelini eğlendirmek için eğlence düzenlenir. Gelin oynar ve etrafa para atar.Bekar kızlar gelinin duvağından teller koparırlar. Duvaktan sonra erkek ve kız evlerinde yemekli davetler yapılır.

Düğün Davetleri :Bütün akraba ve hısımlar gelin ile damadı davet ederler. Bunlar taşıma davetleridir. Her gidilen eve gelinin yaptığı bir el işi işleme götürülür. Onlarda onlara çeşitli hediyeler verirler.

Doğum Olayı :Genellikle ilk çocuğun erkek olması istenir. Çocuklar genellikle beşikte büyütülür. Çocuğun adı üç gün içinde yaşlı bir erkek veya hoca tarafından üç defa kulağına okunarak konulur. İsimden sonra ezan okunur. Komşular ve akraba loğusaya evvela geçmiş olsun derler sonrada hediyeler getirirler. Doğumun kırkıncı günü çocuk ve loğusa yıkanır. Buna çocuk kırklandı denilir.

Diş Çıkarma :Küçük çocukların diş çıkarmaları aile için ayrı bir sorun olur. Ailenin bireyleri yeni çıkan dişi görmeyi uğur sayarlar. Onun içinde sık sık çocuk güldürülür, ağzına bakılır. Hatta bazıları ekmek kabuğunu gevlettirmek suretiyle dişin çabuk çıkmasının sağlarlar. Bazıları da parmağını rakıya batırarak çocuğun diş etlerini oğalar. Çocuk bundan çok hoşlanır.Dişin çıktığını gören kişi mutlaka diş çıkaran çocuğa ya elbise alır ya entarilik alsınlar diye anne babasına para verir.

Sünnet Olayı :Akçakoca bölgesinde kirvelik olayına rastlanmaz. Eskiden gezginci sünnetçilerin gelmesiyle hiçbir hazırlık yapılmaksızın çocuklar sünnet edilirdi. Günümüzde eğlenceler düzenlemektedir. Sünnetçiye, bazen para almadığı için sabun, havlu gibi şeyler verilirdi.

BAYRAMLAR VE EĞLENCELER

Dini Bayramlar :Dini bayramların Akçakoca örf ve adetleri içinde çok büyük yeri vardır. Üç aylar girince Recep, Şaban ve Ramazan gelinceye kadar bazı kimseler ramazana alışmak için ayda bir belli oruçlar tutar, kutsal geceler, cumalar yavaş yavaş ayrı bir kalabalık olmaya ve cemaat artmaya başlar.Ramazana hazırlık olmak üzere, makarnalar kesilir, erişteler yapılır. Yufkalar açılır, kuskuslar hazırlanır. Mevsime göre çeşit çeşit reçeller, hoşaflar ve şuruplar hazırlanır.Hele bayram gecesi yeni esvaplar giyilir, Provalar biter. Küçükler giyeceklerini başlarının altına koyar. Ayakkabılarını yatağın içine yerleştirir. Herkes banyosunu yapıp yatar. Küçük erkek çocuklar sabahleyin sabah namazına herkesle birlikte camiye gider. Namazdan sonra vaiz dinlerler. Bayram namazı kılınır. Hoca dikilir, en yaşlı adam hoca ile bayramlaşır, ondan sonraki hoca ile yaşlı bayramlaşır ve yerini alır. Böylece sıralanır. Cemaatin en yaşlısı ile en genci bayramlaşıncaya kadar sürer. Sonra birlikte hoca dua eder.
“Bu bayrama eriştiren Allah’a senalar ve amin” denilip çıkılır. Yolda görülenlerle bayramlaşırlar. Mezarlıklara gidilir. Ölülere dua edilir. Hastalar ziyaret edilir.”
Her köyün ramazanında davulcular bahşiş toplar. Birinin elinde bir sırık, birini elinde bir sepet. Davulcu davulu çala çala her evin önünde maniler söyler. Bahşiş; havlu, mendil, yazma sırığa bağlanır. Baklavalar, el altıda tepsi bulunan sepete konur. Paralarda davulcunun cebine konur.

Bayramlar ;Yerli köylerde bayram sözcüğü eğlence anlamına gelir. Bayram olacağı gece, bayramı bilen köydeki misafirler, bayramın olacağı köye yakın eş dost ve akrabalar ile birlikte giderler. O akşam onlara misafir olurlar. Kadın ve kızlar yemekten sonra daha geniş evlerde, erkekler ya kahvede ya da başka bir evde toplanırlar. Erkekler orta oyunları yaparlar. Mutaassıp olmayan yerlerde içkide içilir. Gramofon çalınır ve Cide kemençesi ve tepsi çalarak oyunlar oynanır. Genellikle oyunlar iki kişilik eşler halinde yapılır. En revaçta olan oyunlar topal oyunudur. Bu oyun Akçakoca’ya özgü bir oyundur

Eğlenceler

İMECE ÜSÜLÜ :Eskiden patoz makineleri yokken, fındık harmanda kurutulur, sabahları tırmıklar vurulur, sonrada altından tanesi alınırdı. Kalan fındıklarda kabuklarından ellenmek suretiyle bulunup ayrılırdı. Köylerde bu işler imece halinde yapılırdı. Kabuk ayırma işi erken bitimi, orası düğün evine döner, oyunlar şarkılar, gülme, eğlence, yeme içme başlardı. Kızlar erkekleri, erkekler kızları burada seçerdi. Çalışkan mı? Tembel mi? Dili tatlı mı? Nobran mı? Şaka kaldırır mı? Yoksa içine kapanıp arpacı kumrusu gibi düşünür mü? Yapıcımı yıkıcı mı? Hepsi burada denenirdi. Bu eğlencelerde maniler söylenirdi. Atmaca tabir edilen karşılıklı mani atmaları da yapılırdı.

KIZ BEĞENME : Bayramlarda köyün şenlik yerinde herkes toplanır buradaki ağaçlara salıncaklar kurulur ilkönce kızlar biner sallanırken bu kızı beğenen erkek adayı silah atar ben seni istiyorum demektir,daha sonra diğer sıradaki kızlar biner sallanırken damat erkek adayı silahını ateşler kıza beğendiğini vurgular bu böyle devam eder ,sıra erkeklere gelir erkekler sallanırken kız gelin adayı hemen ailesine söyler,bu kızda silah atar bu böyle devam devam eder eşlerini alan kız ve erkek kesinlikle başkası ile evlenemez sahiplenemez birbirleriyle evlenirler.

GÜREŞLER :Köyde köy şenlik yerinde davul zurnalı maniler eşliğinde çok güzel güreşler olur fakat bu güreşlerde şimdilerde ilgisizlik yüzünden yapılmamaktadır.

SİVİŞ :Köyde Dadalı köydeki gibi SİVİŞ ( Kaçmak) demektir bu oyun her bayramda oynanmaktadır.Oyunda bir halat ip,bir de 2 adet çuval vardır bu 2 çuval bu halatın ucuna bağlanır bu oyun aletini oyunu yönetecek yönetici alır,2 şer eşli oyuncular olur bunlar önlü arkalıdır arkadaki oyuncu öndeki oyuncuyu elleriyle sarılır öylece bekler ellerini bırakırsa ebe olur ,bunlar bır daire oluştururlar,daire içerisindeki yönetici,daha önce belirlenen ebe bu ebe daire dışındadır ebeye  konuşmaya başlar yönetici ebenin hep kötü yanlarını söyler kötüler bunu derken yönetici ebe nın üzerine bu çuvallan hücum eder vurmaya çalışır ebe kaçar yönetici kovalar ebe kaçar yönetici kovalar ,yönetici ebe nın kötü yanlarını söylemeye devam ederken bır yandan da bu oyun aletini ebeye vurur,bitince yönetici SİVİŞ der ve dairede eşli duran sırası gelen ebe yerini daire dışında alır bu ebe aynı zamanda eşinden elini bırakanda ebe olur bu böyle dairedeki eşler bitinceye kadar devam eder,rivayete göre bunun anlamı köydeki gençler çalışsın tembel olmasın kötü alışkanlıklar yapmasın,baba annesine akrabalarına iyi davransın örnek insan olsun diye milletin içinde onu rencide eder ki bunlar utansın böyle şeyler yapmasınlar diye bu oyun icat edimiştır,güzel örnek alınacak bir oyundur,bu oyun her bayramda oynanmaktadır.

TAKLA OYUNU :Bayramın son günü akşamı takla oyunu oynanır,4 kişi ebe olur bunlar eğilerek omuzlarını sırt sırta verirler bir daire oluştururlar,diğer taraftan da sıraya geçen oyuncular vardır bunlar bu ebelerin üstüne atlayarak takla atarlar,eğer yere düşen olursa bu oyuncu ebe olur.

EŞEK ATLAMA:Ayrıca bir hakem 5 ebe oyuncu ile oynanan eşek oyunu vardır bu 5 oyuncu ebedir bunlar eğilerek eşek şeklini alırlar,sıradaki oyuncular sırasıyla koşarak bunların üstüne bu diğer 5 oyuncu koşarak atlarlar üzerlerine binerler ilk atlı yan oyuncu alta ki ebe oyuncuya parmaklarıyla bu kaçtır der seslenir altakı oyuncu bu üsteki oyuncunun dediği rakamı bilemezse üsteki oyuncular bu ebe oyuncuların sırtında durmaya devam ederler,bilirseler üstekiler ceza olarak alta ebe olurlar bu oyunda böyle devam eder.

SOPALI HALAT ÇEKME :Bu oyunda ortaya bir çizgi belirlenir kalın bir sopa vardır bir tarafta bir gurup diğer tarafta başka gurup vardır,ilk baştaki oyuncular bu sopayı tutarlar arkasında 5 er kişilik guruplar vardır bunlar birbirini çekerler hangi ilk oyuncu bu sopayı bırakırsa vede bu çizgiyi geçerse mağlup ilan edilir

KÖREBE OYUNU: burada da 3 oyuncu, 1 halat ip,2 adet taş,1 yere çakılan kazık sopa,1 de bezden yapılmış kamçı vardır,ilkönce bu kazık çakılır halatın orta bölümü bu kazığa bağlanır bu halatın bir ucu bir ebe oyuncuya diğer ucu diğer ebe oyuncuya bağlanır bu bağlanan 2 ebe nın gözleri bir bezle bağlanır gözleri görmezler kazığın yanındaki oyuncu hakemdir,bu bir ebenin elinde 2 adet taş vardır bu taşları çarptırarak diğer ebeyi harekete geçirir bu ebe elinde de bulunan bezden yapılan kamçı vardır taşın sesine giderek bu ebeye bu kamçıyla vurmaya başlar bezende hakem oyuncuya da vurabilir bir daire şeklinde dönerek bu oyun böyle devam eder,dışarıdakilerde bu kamçılı ebeyi yanlış yönlendirirler oyun uzasın diye

BAYRAMI UĞURLAMA : Burada da son gün davullar çalınır,köyde dolaşılır,maniler söylenir, köy meydanında halaylar ,köçekler,şarkılar,silahlar atılır,oyunlar oynanır ve bayram bu şekilde uğurlanır

KIZ ALMA : Köçekler eşliğinde köyün şenlik yerinde köçekler köçek,oyunlar oynarlar,Alaplı çıftelesi dediğimiz figurleride yaparlar,köylüde bu köçeklere de köylü eşlik eder,silahlarda atılır,daha sonra köçekler eşliğinde köylü damat evine giderler,kızın annesi damat evinden baklava ,tavuk ister,yollarına kilim serilmesini ister bir koç ister bunların gerçekleştirmesini ister damat evinden damat evi biraz naz yapsa da bunların hepsini yaparlar kız arabadan inerek eve doğru giderler evin kapısından geçerken elleriyle evin bütün kapılara ellerini sürer,giriş kapısının önüne parça ekmek koyar uğurlu gelsin dıye,daha sonra enson gelin yatak odasına gelir orda damat tarafından duvağı açılır akraba ve damat tarafından hediye leri takılır,bu arada misafirler gelinin çeyizlik hediyelerine bakarlar,resimler çektirirler bu gelenekte halende devam etmektedir

KÖYDE

KIZ İSTEME : Cuma gecesi erkek ailesi,kız evine gider ‘’Allah’ın emri Peygamber’in kavli ile’’ diyerek kızı ister.Kız tarafı araştırma ve akrabalarına sormak için süre ister,kızı vermek niyetinde değilseler kızımızın yaşı küçük nasibinizi başka yerde arayın derler ve ya Allah yazdıysa olur derler süre isterler.

SÖZ KESME   : Kız tarafı müsbet cevabı verirse erkek tarafı bir hafta sonra kız evine gider,oyalı yemeni götürürler.Kız tarafı da çevre verir,nişan günü orada tespit edilir.Kızın parmak ölçüsü alınır.

NİŞAN   : Erkek tarafı alışverişe çıkar,beşibiryerde,bilezik,küpe,tuvalet takımı,iç çamaşırı,gelinlik,elbise kumaşlar alınır.Ayrıca aile etrafı da giydirilir.Bohça içinde bunlar kız evine verilir,Nişan yüzüğü orada takılır.Bir hafta sonra da kız tarafı da aynısını yaparak erkek tarafına gidilir.Her iki aile fedakarlık yaparak düğüne hazırlanırlar.Çeyizler sandığa konur,çeyizde kızın işlediği oyalı danteller,kanaviçeler,yatak,yorgan,şalvar,yelek,mintan,bakır ev eşyalar erkek evine gönderilir.Çeyizler bir hafta boyunca yatak odasında duvarlara asılır,sandıkta ki çeyizler teşhir edilir.Çeyizlerin kalite çokluğu ailenin zenginliğine işarettir.

KINA    GECESİ  : Düğünden bir gün önce gelinin ve yakınlarının eline kına yakılır kına erkek tarafından getirilir kına yakma töreni boyunca maniler söylenir gelin ağlatılır,kına gecesi kızlar çiftetelli ve çeşitli oyunlar oynar.Köy lisanı ile mani ve türküler söylenir.

 

‘’Yukarı köyün çakalları                        Yukarı köyde çakal yok

   Aşağı köyün bakalları                         Aşağı köyde bakal yok

   Damat beyin sakalları                         Güveyin sakalı yok

   Gelin kınan kutlu olsun                       Gelin kınan kutlu olsun

 

   Kına gecen hoş olsun                          Köyümüzden çıkıyorsun

   Evin bereket dolsun                            Bize veda ediyorsun

   Damat bey eşin olsun                         Yeni yuva kuruyorsun

   Gelin yuvan mutlu olsun                    Gelin kınan kutlu olsun’’

   Diye maniler söylenir.

 

DÜĞÜN  : Erkek tarafı düğün günü kız evine giderler.Arkadaşları tarafından hazırlanan gelin,bir araba ve ya öküz arabasına ve ya bir ata bindirilerek yakınları da geline eşlik ederek erkek evine yol alırlar.Zengin olan at arabasına bindirilir,damadın arkadaşları at arabasına biner düğün evine ilk gelen atlı bahşiş alır.Diğer atların dizginlerine mendil takılır,düğün alayı erkek evine gelince damat tarafından karşılanır birlikte eve girilir buna koltuk denilir.Gelin eve girerken kapının üstüne yağ ve bal sürer,sağ ayağını da eşikten atar.Bu arada damat tarafı kapı önünde para serper uğur niyetine.Bu paralar çocuklar tarafından toplanır ve kapışılır.

 

GÜVEY  KOYMA: Akşam yemeği damat evinde yenir topluca kahveler içilir oyunlar oynanır yatsı namazından sonra imam nikahı kıyılır gelin ve damat zifaf odasına girerken güvey alayı damadın arkasına vururlar.Damat zifaf odasının içine kaçar canını zor kurtarır ve güvey alayı silahla ateşler eder.

 

DUVAK : Güvey gecesi sabahı gelini eğlendirmek için eğlence tertiplenir,gelin de oynarken etrafa para atar genç kızlar gelinin duvağından teller kopartılır sonra erkek ve kız evlerinde davetler yapılır.Maalesef bu gelenekler şuanda düğün salonlarına taşmış ve gelenekler kaybolmuştur.Düğün salonlarında eski folklorik oyunlar yerine modern danslar taverna eşliğinde düğün salonlarında yapılmaktadır.

 

FOLKLÖR :Köye has topal oyunu vardır ,köyün kendine has folklor ekibi yoktur,Karadeniz folkloru hakimdir,Davul,Zurna,Saz,karşılıklı zille oynanan oyunda çalınan zil dir.Ayrıca köçek oyunu,gemici çardak oyunu vardır Halay, Sallama Karşılıklı Zille oynama Köçek,Davullu gemici çardak oyunudur,Manav dal sıksara oyunlarıdır Bar,Halay,Horon,Sallama,Karşılıklı zille oynama,Hura,ve karşılama,Köçek oyunları da oynanır,Ayrıca Cide kemençesi ve tepside çalınır iki kişilik topal oyunu oynanır

DAVUL  : Davul savaş sırası,sonrası,askere giderken,törenlerde,ramazanlarda,güreş yapılırken çalınır.Davulun eski adı Tavuldur,Çağatay Türkleri tarafından yapılmıştır,bir haber aracıdır

ZURNA: Davul ve zembeleklerle çalınır ağaç maden, boynuzdan yapılır ,7 üstte 5 altta deliği vardır,Avrupa’ya Türkler tarafından götürülmüştür,Oğuz Türkleri Anadolu’ya getirmiştir,kemençe ve davula eşlik eder,4000 yıldan beri devam eden bir enstrümandır.Davul,Kaval,Zurna,göçer enstrümandır,köyde son zamanlarda bunların yerini taverna müziği almıştır org ile çalınan müzik aletidir eski neşe eski düğünler artık tarihe gömülmüştür,evlerde yapılan düğünler artık düğün salonlarına taşmıştır

KAVAL: Orta asyadan gelmiştir Balasau Türkleri icat etmiştir,Çağatay Turan Türkleri haval derdi Karadenize bunlar getirmiştir ,bir göçebe çalgısıdır Of, Tokat kavalı meşhurdur

KEMENÇE  :Klasik ve Karadeniz kemençesi olmak üzere iki türü vardırAkçakoca da Karadeniz kemençesi çalınır,ince uzundur,sol el ile havada tutularak çalınır,kemençenin telleri çeliktendir.Akortları la,re,sol,mi,yahut sol,re,la,mi veya 3 telli için re,la,mi dir,tellerin üzerine basılarak,tek olarak çalınır.Sazın şekli bir takayı andırır,gövde kısmı dut ve ceviz ağaçlarından oyularak yapılır,ses tablası ise 1,5- kalınlığında ladin veya köknar ağacından yapılır,kısa sapı ve çelikten üç teli vardır re-la-mi sesleri akort edilir,bir buçuk oktav çalar.Yayının kılları gevşek olarak takılır ve sol el ile havada veya dize dayanmış olarak tutularak kemençenin 3 teline aynı anda sürülerek çalınır çalınır Kemençe anadoluya oğuz Türklerinden gelmiştir Kemençe ,Özbekistan,Kırgızistan ada Anadoluda ıklık göbekli kemençe olarak çalınır Arapçada Keman Türkçede ç demektir bu iki kelime birleşmesinden Kemaençe doğmuştur ,Kıpçak Türkleri tarafınından Mısıra götürülmüştür Özbeklerin girjası kemençeye benzer, kıyak kemençe denir.Trabzon dada Gagavuz Türkleri kemençeleri vardır,Trabzonda kemençeye kıyak denir,Türkmenistan,Özbekistan, Kırgızistan Gagavuz Türklerin kemençeleri vardır 2 sesle çalışır 2 telden ses alınır 4-6-7 aralıklıdır.

 

 

ÇOCUK OYUNLARI

Çelik çomak,binmeli eşek,esir oyunu,körebe,köşe kapmaca,birdirbir,seksek,yakan topu,lunç,domino devirme

KIYAFETLER

Köyde 25-30 yıl öncesine göre  kıyafette önemli değişmeler olmuştur.Erkekler tamamen şehir kıyafetini benimsemişlerdir. Erkeklerde gündelik kıyafetlerden başka önemli günlerde, törenlerde giyilen ve içine beyaz eşarp bağlanan lacivert takım elbise en beğenilen giyim eşyasıdır. Ancak yaşlı erkeklerden bazıları köy içinde geleneksel kıyafetle ilgili olarak paçaları dar pantolon, üzerine gömlek ve yeleği giymeye devam etmektedirler. Kösele kunduranın yanında lastik ayakkabı, plastik ayakkabı, özellikle çocuklarda  çok görülmektedir. Erkeklerde pijama, şapka, şemsiye kullanılan giyim eşyaları arasındadır. Burada dikkati çeken husus pijamanın yatak kıyafeti olmaktan başka, bazen iş kıyafeti olarak kullanılması suretiyle ikinci bir iş görmüş olmasıdır.

Kadın giyimi erkeklere oranla daha az değişmiştir.Eskiden kadınlar evlerde basit tezgahlarda keten ve kendirden giysiler dokurdu. Bugün ise köylüler malzemesi köy dışından sağlanan koyu renkli şalvar ve üzerine bluz giymekte, başlarına lacivert örtü (örtme)  örtmektedirler. Kadın giyiminde dış görünüş bakımından erkeğe nazaran değişme daha azdır. Evde elbisesi ile dolanan bazen başını örtmeyen kadın, sokağa çıkınca elbisesinin üzerine şalvar giymekte ve başını örtmektedir.Genç kadınlar arasında elbise giyenler, başlarını örtmeyenler az da olsa bulunmaktadır..Köyde gündelik kıyafette olduğu gibi gelin ve güvey kıyafatide tamamen şehirleşmiştir. Ancak köyde giyilenler, kasabadan ucuz sağlanan ve nispeten eski model olan giysilerdir.Kadın ve çocukların kısmen evde hazırlanan giysilerinin kumaşları dışarıdan satın alınmaktadır.

  ŞALVAR         : eninde üç boy kumaştan çıkar daha ziyade eflatun pembe,yaşlılar koyu renkleri tercih ederler,genellikle çimen yeşili,zeytin yeşili tercih edilir,şalvarın içine şalvar ( havsa) dikilir pamuklu veya şile bezinden dikilir

MİNTAN            : Şalvarın üstüne giyilir mintan ve şalvar işlemelidir,kadife kutnu,jantanlı ve yollu kumaşlardan dikilir

YELEK              : Şalvar üzerine kolsuz fakat işlemeli yelek giyilir,içine bezden buluz giyilir.

ÖRTÜLER         :Kare şeklinde üzeri baskı tekniği ile işlenmiştir,çiçek desenlidir

YAZMA             : Oyalar işlenir dikdörtgendir

ÇORAPLAR     : Yün çoraplar giyilir kadın çoraplar motif işlemelidir

AYAKKABILAR : Rugan ayakkabı giyilir,çarıkta giyilir,genellikle lastik ayakkabılar tercih edilir

ERKEKLERSE : Yelek ve zıpka giyerler,Kafkas kökenliler düğün törenlerde kalpak dik yakalı siyah satenden yapılmış diz boyu elbise ve yumuşak deriden çizme giyilir.Elbisenin üzerine dışardan fişeklik,kama,kemer gibi ayrıntılar vardır,kadınlar ise simli motiflerle süslenmiş kadife elbiseler giyerler bunları Aktaş,Edilli,Uğurlu,Yenice,Göktepe,Kirazlı,Hemşin köyleri giyerler

 

HIDIRELLEZ

6 Mayıs günü kutlanır,köyün piknik alanlarında,salıncaklar kurulur,yemekler pişirilir,ıp atlanır,salıncaklarda sallanılır,birçok oyunlar oynanır,kızlar erkeklere,erkekler kızlara bakarlar orada birbirini beğenirler,arkadaşlıklar kurarlar,balık tutmalar olur,erkeğin beğendiği kız eğer salıncağa biner sallanır ise erkek hemen silahını çıkartarak iki el ateş eder ona onu beğendiğini gösterir,hıdrellezin en iyi yemeği helvadır.Her hıdırellezde komşu köyler davet edilir mevlit okunur ,yemekler yenir çeşitli eğlenceler düzenlenir. Hıdrellez ve aşure günlerinde köyde aileler kendi aralarında toplanarak okulun bahçesinde büyük kazanlarda keşkek çorbası (yakalşık20 çeşit bakliyattan oluşan çorba)pişirirler yer sofralarında herkese ikram ederler.Bu törenleri anlatmadan önce pilavlık parası üzerinde duralım. Daha öncede belirttiğimiz gibi köyden başka bir köye gelin giden kızlardan pirinç parası alınır. Bu para hemen harcanmaz biriktirilir. Pirinç parasının anlamı şudur. Köy gençleri bu kızı o zamana kadar o şekilde korumuşlardır ki, kızın namusuna halel getirmemişledir. Pirinç parası bunun mükafatı bir bahşiş sayılır. Alınan pirinç paralar yedi emin olarak köylünün saygı duyduğu birine telim ederler. Köyden ne kadar çok kız gelin giderse parada o kadar çoğalır. Hıdrellezde bu para ile bir koç satın alınır. Pirinç alınır, un yağ alınır. Kesilen koçun etinden ya etli pilav yapılır, helva kavrulur, ballanır. Öğleyin gençler toplanır ve bu pilav yenir. En sonunda da helva yenilir. Hıdrellez bayramının ayrı bir güzelliği vardır. İp salıncaklar, zincirli salıncaklar, büyük ağaçlara bağlanır. Kızlar ayrı yerde, erkekler ayrı yerde sallanırlar. Ama bazen kızlar erkekleri, bazen da erkekler kızları seyretmeye giderler. Eğer beğendiği bir kız salıncak biniyorsa orada çıkarır silahını bir şarjör boşaltır. Bu olaya kimse ses çıkarmaz. Böylece kimin beğenilip beğenilmediği bu hıdrellez bayramı vesilesi ile belli olur. Bazı köylerde güreşler tutulur. Bazı köylerde derelerde balık tutulur eğlenilir.Akçakoca köylerinde hemen hemen hepsinde geleneksel olarak her yıl kutlanır köydeki küskünler barıştırılır geleneksel oyunlar spor etkinlikleri,folklorik oyunlar ve bunun gibi,Akçakocadaki mulki amirlerde davet edilerek etkinlikler yapılır herkes baharı böyle karşılar

 

EVLERİ

Evler genellikle bahçe içinde olur çünkü meyve sebze yetiştirilir .Avlu,avlu ağla çevrilidir çünkü sebze meyve yetiştirilir ,Kurukavak,Karatavuk evler arası 4-5 km’dir,okul ve cami yanlarında evler yapılmıştır,az dağınık meskenlerde cepheleri sokak tarafına doğrudur Arabacı köyü gibi,Mısır ziraati çok olduğu için her evin yanında hemen hemen 1 adet serender yapı vardır,ahırlar evlere uzaktadır,ahır ile samanlık yan yanadır Tarım toprakların azlığı dağınıklığı kır yerleşim bölgesinin dağılmasına yol açmıştır

 

SPOR

Köyde spor merakı yoktur,federe veya gayri federe kulüpleri yoktur,köyün gençleri boş vakitlerini kahve köşelerinde geçirmektedir spora ilgi azdır

 

 

YEMEKLER

 

EKMEKLER       : Yufka ekmeği,Bazlama,Gözleme,Cızlama,Mısır ekmeği,Buğday ekmeği

ÇORBALAR        : Tarhana,Mercimek,Un,Çılbır,Kızılcık çorbasıdır

HAMUR İŞLERİ : Mantı,Börekler,Erişte,Kuskus,Kaşık makarna,Mancarlı pide

ET YEMEKLERİ : Kara dolma, Korçan,Sebze dolmaları,Kebaplar,Lahana sarma

TATLILAR           : Melen güççeği,Laz böreği,Güllaç,Sütlaç,Baklava

ÇEŞİTLİ YEMEKLER : Gaygana,Soğanlı yumurta,Sebze yemekleri,Zeytin yağlılar,Mamursa,Kaldırık,Mantar yemekleri,Tirit,Malay,Hoşmanım,Mancarlı fırında pide Köyün en önemli özelliklerinden biri çarşıya pazara gitmeden , köyün kendi ürünü olan yiyecekleriyle sofranızı kurabiliyor olmanızdır. Ekmeğinizi kendiniz pişirerek nefis köy ekmeğinin tadına varabilirsiniz. Kara lahanadan yapılan mancar çorbası, ısırgan yemeği, fasulye turşusu kavurması, hamur dolması, sarı burma, celecoş, malay, kaldirik turşusu...

 

ALT YAPI BİLGİLERİ

Köyde, ilköğretim okulu vardır ancak kullanılamamasının yanı sıra taşımalı eğitimden yararlanılmaktadır. Köyün içme suyu şebekesi vardır ancak kanalizasyon şebekesi yoktur. Ptt şubesi yoktur ancak ptt acentesi vardır. Sağlık ocağı ve sağlık evi yoktur. Ancak mobil sağlık hizmetinden faydalanmaktadır Köye ayrıca ulaşımı sağlayan yol asfalt olup köyde elektrik ve sabit telefon 1 cami,1 değirmen  vardır.1997 de 252,2000 de 214 nufusu vardır,3 km lik köy yolu asfaltlanmıştır,köy tarla yolları açılmıştır,çok eski köy olmasına rağmen 1871 birinci arazi yoklama defteri ve 1922 Bolu salnamesinde kaydı yoktur ilk önceleri Kurukavak köyüne bağlı idi,yeni kurulan bir köydür ilk ilkokul 1967 yılında açıldı göçmen az dağınık köy statüsündedir

18. ve 19 . YÜZYILDA TEMETTUAT DEFTERİNDEKİ DURUMU

Temettuat defterinde kaydı yoktur

KURTULUŞ SAVAŞINA KATILANLAR

Yeni kurulan köy olduğu için bu köy kurtuluş savaşına katılmamıştır

KÖYE İLK GELEN SÜLALELER

KILIFOĞULLARI                   ÖZTÜRK                   ORDU                ULUBEY

KIRHASANOĞLU                   KARA                       ORDU                ULUBEY

KÖSELER                                 KÖSE                        ORDU                ULUBEY

HIDIROĞULLARI                   HIDIR                       GİRESUN           GÖRELE

KÖSEOĞLU                                                               GİRESUN           GÖRELE

TÖNGEL                                                                     GİRESUN           GÖRELE

YILDIRIM                                                                   GİRESUN

YOLDAŞ                                                                     ORDU                 ULUBEY

NOT  :Öztürkler Trabzon Beşikdüzü’nden , Ordu Ulubeye oradanda Akçakoca’ya gelirler Kurukavak’taki Öztürkler aynı sülaledir

DİKKAT ÇEKİCİ OLAN ORDU ULUBEYDEN ÇOK GÖÇ GELMESİ

NOT  : Bana yardımlarından dolayı Cabir Nefesoğlu ve Hasan Ceylan a teşekkür ediyorum

 

Kaynak

Coğrafi bölgesi     : İbrahim Tuzcu

Köyün ismi            Cabir Nefesoğlu,Hasan Ceylan,Akç .K.Sitesi,Vikipedi özgür .ans.Sitesi Drl.İbrahim Tuzcu

Tarihi yerler         : Cabir Nefesoğlu,Hasan Ceylan,Akç ,K.Sitesi,Vikipedi özg.ans.St Drl.İbrahim Tuzcu

Coğrafi durumu      : Mustafa Kocadon,Kenan Okan,Şükrü Dönmez,Vikipedi özg,ans.St Drl.İbrahim Tuzcu

Cami ve Mez.         : Cabir Nefesoğlu,Hasan Ceylan,Kenan Okan,Drl.İbrahim Tuzcu

Turizm                    : : Cabir Nefesoğlu,Hasan Ceylan,Kenan Okan,Akç .K.Sitesi,Vikipedi özg ans,St Drl.İbrahim Tuzcu

Ekonomı                 : Kenan Okan,Şükrü Dönmez,Mustafa Kocadon,Cabir Nefesoğlu,Hasan Ceylan,İlçe Tarım Md.,A.K.Sitesi,Drl.İbrahim Tuzcu

Kültür                     : Vedia Emiroğlu,Kenan Okan,Şükrü Dönmez,Akç .K.Sitesi,Vikipedi özg.ans.St Cabir Nefesoğlu,Hasan Ceylan,Görsel yay.S.4 Ert Necmi Sala,,Drl.İbrahim Tuzcu

Köyün alt yapısı     : Mustafa Kocadon,Akç .K.Sitesi,Vikipedi özg.ans.St Cabir Nefesoğlu,Hasan Ceylan,Drl.İbrahim Tuzcu

Sülaleler                 : Cabir Nefesoğlu,Hasan Ceylan,Hüsamettin Kaya,Drl.İbrahim Tuzcu     

 

MELENAĞZI

 

 

COĞRAFİ BÖLGESİ   : Karadeniz Bölgesi

İLİ                                   : Düzce

İLÇESİ                           : Akçakoca

KAYMAKAMI             : Mehmet Ünal

B.  BAŞKANI                 : Fikret Albayrak

KÖY MUHTARI           : Süha Özkök

TELEFONU                   : 05379263663 - 05072502727

POSTA KODU              : 81650

NÜFUSU                        : 300 Hane, 974 Nüfusu vardır

ESKİ MUHTARLARI : 2009 de Süha Özkök,2004- Gürsel Işıklı- 1999-Mahzar Turgut,1994-Sabri Çiloğlu,1889-Sabri Çiloğlu

COĞRAFİ DURUMU    :Düzce ye ,Akçakoca ya uzaklıktadır,denizden 5 yüksekliliktedir,en yüksek yeri 100 metredir,rakım 25 tir .3171 dekar fındıklık, vardır.Komşu köyleri, Nazımbey,Hasançavuş,Paşalar,Uğurlu dur.

 

 

 

KÖYÜN İSMİ NEREDEN GELİYOR

1204 yılında 4. Haçlı orduları Türkiyeye gelirler Karadeniz kıyılarında bazı memleketler kurdular bunlardan bırtanesıde Akçakocada Ceneviz kalesidir,fakat daha sonra ,1261 yılında Latin imparatorluğu çökünce tekrar Ceneviz kalesi Bizanslıların eline geçti, 1204-1261 yılında Cenevizliler ve Bizanslılar,Akçakocaya gelirler bazı köyler kurarlar,bunlardan bir taneside Melanağzı köyüdür.Bizans imparatoru Romanya Dobruca’da bulunan Gagavuz Türklerinden silahşör obaları buraya getirtir ve yerleştirir,bunlar burada bazı köyler kurarlar bu köylerden bir taneside Melenağzı köyüdür.Ayrıca M.Ö.377 yılında Batı Trakya’dan gelen Bitinyalılar vardır,bunların kralları Bias tır,bunların kurduğu köylerden bir taneside Melenağzı köyüdür. Ayrıca1877 yılında Osmanlı-Rus savaşından bıkan Doğukaradenizden Artvin’den,ve 1916yılında da göç gelerek buraya yerleşmişlerdir.Neticede Bitinya,Ceneviz,Bizans,Gagavuz Türkleri,Doğukaradenizden gelen göçler yaşamışlardır. Akçakocada M.Ö. 1200 yılında Frik,M.Ö. 670 Lidya,M.Ö.395 te Roma pontos,M.Ö.1200 de Hitit ama bu kesin bilinmiyor bu kavimler yaşamışlardır Köyün ismi ilkönce Bitinyalılar zamanında MELAN dır. Rumca bir kelimedir (kıyı dere kenarı) demektir Türkmenler zamanında MELEN olmuştur.Cumhuriyet döneminde MELENAĞZI olur. Bu köyde yasayanlar Bugün ki Gürcistan sınırlarında yer alan Acara Özerk Cumhuriyetinin Batum iline bağlı köylerden 1877-78 diye bilinen Osmanlı-Rus savaşı; halk arasında bilinen adı ile 93 harbi sonrasında göç eden muhacir Gürcüler (çveneburi) tarafından kurulmuştur. Melenağzı köyünde hala Gürcüce konuşulmaktadır. Melenağzı köyü adını; Karadenize dökülmekte olan Melen çayı ve bu çayın denize döküldüğü ağız kelimelerinin birleştirilmesi ile MELENAĞZI adını almıştır. Gürcüce adı Melenipiri (Melenağzı) Sopeli(köyü) dir.1874 yılında Batum muhaciri Makriha mahallesinden Ahmetoğlu Ali Reis arkadaşı Mehmetoğlu Mustafa ,Ahmet ağa,( Pehlivan oğullarından),İslam Medoğulu ,İhtıyaroğulları ( bunlar lazdır Hopa dan gelmişlerdir) 1878 yılında Batum limanında Türkiyeye gelmek isteyen göçmenler vardır ,Yavuz gemisi bu göçmenleri alır sırasıyla Giresun,Ordu,Samsun,Sinop,Akçakoca limanlarına bu göçmenleri bıraka bıraka İstanbul’a varır.Osanhadze ,Kokolize Ahmet adlı kişiler Cihadı Ekber ilanı üzere din ve namus mücadelesi için Türkiyeye iltica etmişlerdir ilk önce Rezeye gelirler orda düşman işgali olunca batıya göç etmeye başlar lar,takalarla Ordu Ünye’ye gelirler burada sıtma hastalığın fazla olması nedeni ile burada fazla kalmazlar,bunlardan bazıları Ünye’nin yüksek kesimlerine bazıları da İstanbul Sarıyer şimdiki Acarken tin bulunduğu yere gelir yerleşirler burada da kurt çakal gibi hayvanlardan rahatsız olurlar,burayı da terk edip İstanbul Şileye deniz kenarına yerleşirler fakat burayı da benimsemezler o zamanlar Akçakoca göçmen şehri olarak anılmaktadır bu arada Akçakocaya 2-3 kişi gönderilir ve şimdiki köprünün olduğu yere kadar gelirler buradaki melen ırmağına hayran kalırlar burayı benimserler tekrar İstanbul Şileye geri dönerler burayı anlatırlar ve burada göçleri alıp takalarla Melenağzına gelirler  şimdiki Pehlivanoğlu mezarlığının bulunduğu yere yerleşirler.Ali Reis çok iyi bir gemici idi,Deniz ceylanı ismi takası ile gelmişlerdir .Daha sonra memleketteki akrabalarına da çağırarak buradaki köyün nufusunun artmasını sağlamak için buraya kendi akrabalarını getıttirmişlerdir,bunlar buraya geldiklerinde köyde Bizanslılar yoktu yalnız köyün ilerisinde Nazımbey köy vardır burada Bizanslılar vardır,hatta bır rivayete göre İstanbul boğazı ayrılmadan önce Nazımbey,Uğurlu,Melenköy  buralar  hep deniz miş ,ve  Nazımbey köyünde Cenevizliler tarafından burada çok orman ve kereste olduğu için 150 adet kayık ve mavna lar yapmışlardır. Bu denizler daha sonra İstanbul boğazı ayrılınca buradaki denizler çekilmiştir.Eski yerleşim birimidir 1877 den önce en son Türkmenler varmış bunlar Hıristiyanlardan sonra bunlarda burayı terk ederler,bazılarda 1877 de doğu Karadenizden gelen Gürcülerle yıllarca yaşamışlardır Karadenizden gelen Gürcüler ilk önce Melen kıyısına barakalar kurarlar,burada eskiden oturan Hüseyin Fevzi paşa vardır,bu göçerler paşanın arazisini işgal ederler paşa şikayetini bildirse bile hükümet 75,500 kuruş bedele bu araziyi paşadan alır ve göçerlere verir paşa bu tarlaları uzun Osman bin Ahmet tarlası,Yazıcıoğlu İbrahim tarlası, Topaloğlu Hüseyin tarlası, Demircioğlu Mehmet bin İsmail ve kahveler denen arsalarını Medoğulu Hasan Ağaya satmıştır.Bu köye ilk gelenler Melekoğlu (TULUAY ) lardır . Ahmet Yılmaz (Kokolize) ilk muhtarı idi. 1910 yılında  Akçakoca Kocaali sahil yolunun,17.km. Melen çayının denize döküldüğü yerde bulunan şirin bir tatil köyüdür. Köyümüz, meşhur Melen çayının ilginç yarımadalar oluşturarak, kıvrım kıvrım dolanıp Karadeniz’e kavuştuğu yer itibarıyla Melenağzı adını almıştır. Melen çayının bir başka özelliği ise: Birbirlerine komşu olan Düzce ve Sakarya il sınırlarını belirlemekte yıllardır egemen olması, ortasından aktığı geniş ve verimli ovalara ana şefkati gösterircesine kol kanat gerip, Nadide görünüşüyle seyredenlerine parmak ısırttıran, endamlı bir güzelliğe sahip olmasıdır. Halkının büyük bir kısmının anadili atalarından günümüze kadar süregelen Gürcüce dilidir. Köy halkı geçimini: Tarım (Fındık, mısır vs)ve deniz ürünlerinden (Balık, midye, salyangoz ) sağlamaktadır.Sakarya hududunda bulunan Caferiyedeki Abazalarla yıllarca çok yakın ilişkiler içerisinde yaşamışlardır  Sahillerimizin temiz kumsalı, denizi ve halkın turizme verdiği önemiyle, köyümüz yurt içinde hatta Avrupa’da adı sayılı mesire beldesi haline gelmiştir. Kamu hizmetlerinin yeterli olmayışı, komşu köylerle olan turizm potansiyelimizi de olumsuz olarak etkilemektedir. Buna rağmen halkımız kendine düşen görevinin bilincinde olup, her alanda maddi manevi yardımlarını esirgemeksizin, hummalı bir şekilde çalışmaktadır. Melen çayının balıkçı barınağına kavuşmasıyla gerek coğrafi, gerekse hizmet açısından balıkçılık sektörünü daha da elverişli hale gelmiştir. Güzel köyümüz, onlarca Öğretmen, doktor, mühendis, kaymakam ve sınırsız yetiştirdiği sanatkârıyla müessir medeniyet seviyesine ulaştığını ve kültürel düzeyde adından söz ettirmesini başarmıştır. Resimlerinden de anlaşılacağı gibi tüm köy halkı, sevecen, güler yüzlü ve oldukça misafirperverliğiyle tipik bir Karadenizli görünümü sergilemektedir. Fıkrasıyla, horonuyla tatlı şakalarıyla doğrusu cana yakınlılığıyla sevilmeyi, gönüllerde taht kurmasını bilmiştir

TARİHİ YERLER

 

11. Yüzyılda  Bizanslılara ait 92 adet Bizans altını bulunmuştur.1953 yılında. Akçakoca Sakarya il sınırını belirlemiştir.Melenağzı açıklarında batık gemiler vardır,bazı evlerde amforalar vardır bir tanesi Rus arkeleog Kozirat adıyla anılan amforadır ki bu 7. yüzyıla aittir Köyde araştırmalar yapılırsa eski dönemlere ait daha çok kalıntılara rastlanabilir ve köye turizm açısından çok fayda sağlayacağına inanıyorum.Orhan gazi nin yaptırdığı çandı cami içinde,bir adeti de Akçakoca da Kapkirli mahallesinde koç baba türbesi içinde peygamberimizin sakalı şerifi bulunmaktadır,bunlar koruma altına alınmıştır.her bayram arifesinde burası ziyaret edilmektedir.Ormanlık bölgesi olan yukarki köylerden kesilen ağaçlar tomruk haline getirilerek Küpler deresi ve Uğurludan  Melen den deniz kıyısına sallarla getirilir ve buradan nakliyesi yapılırdı,Orhan beyin yaptırmış olduğu caminin üstüne 1975 yılında cami yanında bulunan 3 adet kavlan ağacından 1 adeti caminin üzerine kendiliğinden yatar 45 dakika sora tekrar ağaç kendini düzeltir ve köylü bunu üzerine şaşkına döner bu dikkat çekici olay yaşandığı için köylü buraya daha da önem vermektedir.Köy çok eski köy olmasına rağmen tarihi açıdan şimdilerde fakirdir .Şimdiki Melen deresinin geçtiği köprünün yanında köprünün güneyinde tarihi Bizanslılara ait mezarlıklar vardır,mezarlıklar kiremitlerle örtülmüştür halen bu mezarlıklar mevcuttur,üzerine kavak ağaçları dikilmiştir,burası yeni yol için istimlak edilmiştir ileride bu mezarlığı da munkariz olacaktır.Eski ilkokulun bulunduğu yerde de yine Bizanslılara ait mezarlıklar vardır burada bu okul yapılırken çok insan iskeletlerin çıktığını görmekteyiz,hatta burada kilise artıkları  tuğla parçalarına rastlamak mümkündür,bu mezarlıklarda munkariz edilmiş, burada mısır ekimi yapılmaktadır,bu arazi halen boştur,bu mezarlıkların koruma altına alınsaydı köye turizm adına çok önem kazandıracaktı fakat bu tarihi mezarlıklar munkariz edilip tarla haline getirilmiştir

AKARSU VE DERELERİ

 

Küpler deresi,Gubi deresi,Dilaver deresi Davutağa deresi birleşerek Melen çayına dökülür Melen çayından İstanbul’a su sevkiyatı yapılmaktadır,2007 yılında melen barajı Japonlar tarafından yapılmış büyük bir projedir Melen deresinin bölgeye çok önemi vardır, su altı seviyeleri çok değişkendir,Pınar,ve kuyu suları faydalıdır ancak çok kireçlidir,serttir koli bakımından zengindir içilmesi mahsurludur,sıcak su ve göl yoktur

 

DAĞ VE TEPELERİ

 Ordulu Dağı eteklerinde kurulmuştur,Yörük tepesi 960mt.

 

İKLİMİ:

En fazla yağış Eylül-Kasım-Aralık-Ocakta olur,kar Aralık ve Ocak ayında yağar ama uzun sürmez,Mayıs-Haziranda Karayel,Temmuz-Ağustos-Eylül ayında Poyraz eser,kış aylarında lodos eser,Temmuz- Ağustos-Eylülde güneş kendini daha iyi gösterir,Aralık,Mart ayları arası en düşük sıcaklık olur ılımaman Karadeniz iklimine sahiptir.

 

JEOLOJİK DURUMU

Eoesen-Folişi,Muminitli Kalker mevcuttur.Dere ve vadi tabanları alüvyon,yamaçların büyük bir bölümü silis formasyonu,tepelerin üst kısmı da 3.derecede kumlu,çakıllı tabakalar halindedir.Depreme dayanaklı 3.bölgedir.Dağlar denize paralel uzanır.Palezoik devre ve tersier arazilerde ibarettir.Eosen folişi- numinitli kalker toprağa sahiptir Jeolog Dr.Ervin Lan,Mühendis Zeki Erişir.

 

BİTKİ ÖRTÜSÜ

Akçakoca’da orman alanı 20477.77 hektardır.Çoğu bozuk orman alanıdır % 43 kayın % 0.8 gürgen %0.1 kestane % 6 meşe % 1 kavak % 0.25 ıhlamur % o.4 çınar bulunur,gerisi fındıklıktır.Maki bitki örtüsüne sahiptir,iklimin mutedil yağışlı olması bitki örtüsünün gür olmasını doğurmuştur.

TOPRAK YAPISI

Topraklar kırmızı kahverengidir.Toprak asitli,kireci azdır,topraklar erozyona maruzdur.Potas ve fosfor bakımından fakirdir,tuz oranı normaldir.Saha umumi olarak pedojenez bakımından genulik safhasındadır.Toprak killi ve tınlı kıvrıntılı karakterdedir.

 

TURİZİMİ

 

Köy köydes yardımı ile güzelleştirilmiştir,köyde balıkçılık ön safhadadır,çok büyük gırgırlar,sandallar M elen deresinin bir liman vazifesi görmesi buraya büyük önem kazandırmış balıkçılığı da ön safhaya çıkarmıştır burada her gün taze her türlü balık bulmak mümkündür,balıkçılık ve fındıkçılıkla geçimini sağlayan şirin bir köydür.Ayrıca uzun plajı,sahil şeridi,melen deresi,güzel yazlık villalar vardır.Düzce iline bağlı Melen Çayı’nın Karadeniz’e döküldüğü alanda kurulmuş şirin bir Gürcü köyüdür. Buraya yerleşik Kafkas Gürcü göçmenleri, Batum’un Karadeniz sahillerinden  93 Harbi diye anılan 1876-1878 Osmanlı-Rus İmp. Savaşı sonrası, Rus ilhakından kaçmak suretiyle bu bölgeye gelmişlerdir. Melen Ağzı halkı bu bölgeye diğer göçmenlerden daha sonra gelmişler, çevrede yerleşik Kastamonu sancağına bağlı yerli halk ile  göçmen diğer Kafkas halklarıyla birlikte, oldukça kanlı mücadelelere girişmiş, Melen Çay’ı Kanlı Melen olarak anılır olmasına karşın, burayı vatan edinerek, bir daha da Melen Çayı deltasından ayrılmamışlardır..
Bölge halkının çoğunluğu balıkçılık ve fındık üreticiliği ile geçinmektedir. Aynı zamanda y erli turistlerin deniz mevsiminde çok tercih ettikleri mükemmel plajı görülmeye değerdir. Köyün eğitim düzeyi oldukça yüksektir.,bunun nedeni ise köyde 2 katlı medrese vardı,medresede Tefik efendi vardı eski yazı okuturdu köyde herkes bu Tefik efendi sayesinde okuma öğrenmiştir,bundan dolayı köyden çok tahsilli kimseler çıkmıştır,örnek alınacak köy konumundadır,bundan dolayı bu köyü kutluyorum . Köyde yetişen gençlerin %65 ‘i yüksek okul, tamamı lise ve dengi okul mezunudur Köyün bütününde günlük konuşma dili Gürcücedir. Bazı Türkçe kullanılan isimler dışında Acara-Guria lehçesi Gürcüce konuşulmaktadır. Köy halkı köyün otantik yapısını korumaya azami özen göstermektedir. Köyde halen 150 -200 yıllık eski  evlere rastlanmaktadır,tahtadan yapılan bu yapılar otantik yapıya sahiptirler. Bu evler özüne uygun olarak ustaca restore edilmekte, kendi tarihi dokusu içerisinde korunmaya çalışılmaktadır. Köyde eski imece usulü ( meci) çalışma devam etmektedir. Aileler baba mirası arazilerini erkek çocuklara devrediyor. Bu nedenle de köye dışarıdan insanların yerleşimi engellenerek kapalı toplum özelliğini sürdürmektedir. Evliliklerse, yine akraba olmayan sülaleler arası yapılmaktadır. Ancak bu gelenek günümüzde tüm köyün birbirine bir şekilde akraba olması sebebiyle çevre şehirler ve köylerdeki Gürcü ailelerle ilişki içine girmek suretiyle gerçekleştirilmeye çalışılmaktadır. Yerli halk dışarıdan bir kişiye, ekonomik şartlar ne kadar gerektirse de, arazi satmamaktadır.Yada köy halkının buna rızası aranmaktadır. Köy halkının geleneksel yapıyı korumaktaki bu hassasiyeti son derece saygıdeğer bir davranıştır.Çağın getirdiği globalleşme süreci içerisinde, içine girdiğimiz arabesk kültür asimilasyonu tehlikesinde, kendini bu derece koruyabilmeyi başarmış, öz kültürü ve gelenekselliği kaybetmemekte bizlere göre daha fazla mücadele etmiş,bu köy halkı önünde, saygı ile eğiliyorum. Tüm hemşerilerimizi kültürel değerlerimizi korumakta ve geliştirmekte  Melenağzı Köyü Gürcü halkı gibi davranmaya, nadide kalmış bu köyümüze sahip çıkmaya davet ediyorum.Sahilde kurulan Melenağzı oteli buraya önem kazandırmıştı ama bu otel şimdilerde kapanmış hizmet vermemektedir ,köyde yeni yapılan villalar,siteler köye güzel görünüm kazandırmaktadır,pansiyonculukta yapılan bu güzel köyde turizm açısından çok büyük bir önemi vardır.Ayrıca Melen ırmağının Uğurlu köyüne kadar ıslah edilip bu lik ırmak parkurunu sandallarla ağaçların içersinden Melenağzından Uğurlu köyüne kadar geziler düzenlenmeli turizm açıdan kazanç sağlanmalıdır bu gezi turunun mükemmel bır proje olacağını hayata geçirilmesini temenni etmekteyim,ayrıca Avrupa birliği tarafında düşünülen olimpiyat köyü konusunda da çalışmalar hızla ilerlemektedir bununda en kısa zamanda çözülüp turizm açısından çok önem kazanacağını ümit ediyorum,işte bu köy Akçakoca’nın turizm açısından çok büyük önemi vardır buraya artık biraz daha önem verilmesini diliyorum Melen Çayı’nın denize döküldüğü yere ismini veren Melenağzı’nda, su çok sığ. Özellikle çocuklarıyla tatil yapanlar tarafından tercih ediliyor. Kilometrelerce uzanan doğal plajdaki kum hem çok ince hem de çok temiz; denizden çıktıktan sonra üzerinize yapışarak sizi rahatsız etmiyor. Melenağzına hem karadan hem de denizden tekne ile ulaşabilirsiniz. Bu koyda bol balık çıkıyor. Deniz ve güneş, sizi yormaya başlamışsa, özellikle güneşin kuvvetli olduğu saatlerde bir şeyler atıştırıp dinlenebileceğiniz kır kahveleri ve gazinolar size hizmet etmek için bekliyor.Köyün balıkçı barınağına kavuşması çevre balıkçılığına ve deniz taşımacılığını daha elverişli hale getirmiştir,sahillerin tertemiz olması,halkın turizme çok önem vermesini göstermektedir,hatta lik kumsalda yürüyüş yapılabilmektedir

 

CAMİLERİ

 

Köyde 2 camii vardır ,birincisi Yenimahalle’de ahşap yapı 100 cemaatli,şerefesi yoktu,burası daha sonra yıkılarak yerine 1968 yılında tek şerefeli,100 cemaatli,tuğla yapı olan bır cami yapılmıştır.Diğer cami ise iskele cami dediğimiz Orhan beyin 1370 yılında yaptırdığı çandı cami yanına daha sonra Karadenizden gelen göçmenlerin yaptırdığı cami1915 yılında yapılır, fakat bu camide1987 yılında yıkılarak bunun yerine 1988 yılında betonarme yapı,tek Şerifeli,500 cemaatli yapıdır, köylü kendisi yaptırmıştır,mühendisi değerli ağabeyim Nazmi Çiloğlu olmuştur.

MEZARLIKLAR

Köyde şuan tek mezarlık vardır,halen burası kullanılmaktadır Yenimahalle’de yolun altında deniz sahilindedir ,diğer eski mezarlık ise şimdiki mendireğe yakın deniz sahiline yakındır 1878 de gelenler ilk buraya defin işlemlerini burada yaparlardı bu mezarlık şuan kullanılmamaktadır ama halen mevcuttur üzerine çamlar ekilmiştir.Köyde ayrıca aile mezarlıkları da vardır.Şimdiki Melen deresinin geçtiği köprünün yanında köprünün güneyinde tarihi Bizanslılara ait mezarlıklar vardır,mezarlıklar kiremitlerle örtülmüştür halen bu mezarlıklar mevcuttur,üzerine kavak ağaçları dikilmiştir,burası yeni yol için istimlak edilmiştir ileride bu mezarlığıda munkariz olacaktır.Eski ilkokulun bulunduğu yerde de yine Bizanslılara ait mezarlıklar vardır burada bu okul yapılırken çok insan iskeletlerin çıktığını görmekteyiz,hatta burada kilise artıkları  tuğla parçalarına rastlamak mümkündür,bu mezarlıklarda munkariz edilmiş, burada mısır ekimi yapılmaktadır,bu arazi halen boştur,bu mezarlıkların koruma altına alınsaydı köye turizm adına çok önem kazandıracaktı fakat bu tarihi mezarlıklar munkariz edilip tarla haline getirilmiştir Mezar taşlarındaki konular erkek mezar başlarına başlık,kadın mezarında süslemeler ön plandadır,erkek mezarlığında büyük sarıklı olanlar ulema ve paşaları,uzun külah üzerine sarık tasvirler,derviş ve tarikat şeyhlerini,sadece ince sarıklılar köy ağalarını,üstü geniş ve altı dar kavuk biçiminde olanlar yeniçeri ağalarını işaret etmektedir

 

 

EKONOMİSİ

 

TARIM:

HUBUBAT:Buğday,Mısır,Arpa,Pirinç

BAKLIYAT:Fasulye,Bezelye,Bakla,Soğan,Lahana,Marul,Pırasa,İspanak,Kaldırık,PatatesKaralahana,Biber,Patlıcan

MEYVE       : Elma,Armut,Kestane,Ceviz,Üzüm,İncir,Dağ çileği,Muşmula,Ayva,Kızılcık,Kiraz

Ekonomisi Tarım ve Hayvancılığa dayanır.Köylü,bahçesinde yetiştirdiği sebzeleri Akçakoca pazarına götürür orada satar,kadınlar ev ekonomisine katkı sağlarlar.Artık günümüzde fındığın para etmemesi insanları başka işlere meşguliyetine zorluyor,köyde balıkçılık yapan çoktur.Balıkçılık çok ravactadır hemen hemen hergün her çeşit taze balık bulunmaktadır,köylü geçimini balıkçılık ve fındıkçılık çok miktarda yapılmaktadır,eski manda,malak,vb gibi hayvanlar kalmamıştır,yalnız sağman inekler vardır,elde edilen sütler pazara götürülüp satılmaktadır. kümes hayvancılık da yok olmaya yüz tutmuştur..Köyün erkekleri sanayi bölgelerine çalışmaya giderler,,artık köylü son zamanlarda endüstri kollarına yönlenmiştir,,köyde hiçbir sanayi kuruluşu yoktur. ,fındık bahçesinin gelişmesi buraya ayrı bir önem kazandırmıştır.Mısır ve Buğday daha önceleri Bolu ve Gerededen karşılanıyordu.köyde tütün az miktarda yapılmıştır

İlçemizde tarımsal üretim içerisinde bitkisel üretim, özellikle fındık üretimi ağırlıklı yer tutmaktadır. Fındık üretimi dışında kasaplık tavuk üretimi, büyükbaş hayvan üretimi, balıkçılık, arıcılık,  mantar üretimi önemli tarımsal faaliyetler arasındadır. Akçakocada eskiden ,1930 yıllarda ekonomi denize bağlı idi,bunun yanı sıra reçberlik,odunculuk,kerestecilik ön safhada yer alırdı,şehirlinin tümü denizci idi,gemi tüccarı,gemici,tekne sahibi,balıkçı,yada yükleme ve boşaltma amelesi idiler.Akkaya,Aftunağzı,Beyhanlı,Döngelli,Çuhalı,Kızlarağası,Değirmenağzı,Taşman Deresi,Karaburun,Melenağzı iskeleleri vardı,buralardan ticaret sağlanırdı.Ayrıca ilçede 4750 büyükbaş hayvan vardı ama son yıllarda azalma kaydedilmiştir,kümes hayvancılığı da son yıllarda azalma görülmüştür 190 adet kümes vardı,beyaz et üretimi 25.000 tonu geçmekte idi.2000 civarında fenni kovan vardır. Maden direkleri dışında ,Bolu Adapazarı’nda ,Düzcede yetişen buğday,kavun,karpuz gibi toprak ürünleri manda ve öküz arabalarıyla deniz sahiline getirilir buradan da deniz yoluyla gelen gaz,ve tekel maddeleri aynı arabalarla taşınırdı,sahilde bulunan depolarda bu mallar stoklanır dı zaman içerisinde tuz ve benzeri şeyler şehir ve kasabalara sevkiyatı yapılırdı,ayrıca deniz yoluylada sandallarla başka şehirlere sevkiyatı yapılmakta idi.

FINDIKÇILIK

Hemen hemen herkes fındıkçılıkla uğraşmaktadır.Devlet orman arazilerini açıp buralara,memleketten 1900 yılında Trabzon’dan gelen Bostancı hacı Ahmet efendi Akçakoca’ya fındığı getirir Osmaniye mahallesine fındığı ekmiştir,yine Mehmet Arifin getirttiği fındığı ekerler daha sonra Batum göçmeni olan zücaciyelik yapan Mustafa efendi Doğu Karadeniz sahillerinden aldığı fındık fidelerini Ereğli ve Akçakoca da satarmış.Bir gün Giresun’a uğrar o zamanın belediye başkanı limanda fındık fidesi dağıtıyormuş,Mustafa bey bunları alır gemi kaptanına da söyler,gemi kaptanı fideleri fıçılara koyarak Ereğli Akçakoca ya getirir,diğer rivayete göre de Yenice köyün kurucusu Kibaroğlu Hurşit,Kırıkoğlu Tahir,Keleşoğlu İbrahim,Alioğlu Tufan Tefik ilk fındık fidelerini ekmişlerdir.Bunların getirdiği fındık dallarından sopa ile dövülürmüş dalları çok büyükmüş,daha sonra Mehmet Arif kaliteli fındık fidelerini götürür,millete bunları tercih eder millet bu fındık fidelerini dikerler.1922 yılında 4000 fidan mevcuttu fındık sevkiyatı artınca millet fındık ekmeye başlar,fındık bahçelerde elle toplanır,çeşitli evrelerden geçtikten sonra yere sofralar kurulur altına büyük bezler serilirdi, sofra etrafına toplanan kişiler fındığı kırardı,bazıları da fındığı kabuğundan ayıklıyordu çok çetin olan bu sistem yerini 1930 yılında merkezde Kapkirli’de elle çalışan değirmen gücü ile çalışıyordu ve fındık böyle kırılıyordu,Sarı Hafızların Halit Arıkan bu değirmeni kurmuştu ,daha sonra Trabzonlu Abdulrezzak efendi elle kırma fabrikası kurar,daha sonra Küçükömerle’in Ömer Aydın 1932 yılında  şimdiki Özyuvam’ın olduğu yere ahşap bina içinde makaralarla çalışan fındık kırma makinesini kurar,1942 yılında da Diyarbakırlı lakaplı Cemil bey Osmaniye de bir değirmen kurar ama bu değirmen dizel motoru ile çalışmakta idi,yine bu sırada mebus Vahit Yöntem Osmaniye de deniz kenarında modern bir fabrika kurar1946 yılında,1947 yılında da Arabacı köyünde Hocaoğlu Mehmet dizel motoru ile çalışan bir fındık kırma fabrikasını kurar.Edilli köyünden olan Hüseyin Horoz da dizel motorun masrafını azaltmak için Değirmenağzı mevkiinde su gücü ile çalışan fındık kırma fabrikasını kurar,düşük alternör ilavesi ile akü şarj girişimi ile iyi bir fabrika idi ve en son 1954 yılında Orhan derenin denize döküldüğü yerde fiskobirlik adına modern bir fabrika açılır,bu fabrika 2008 yılında tamamen yıkılır bunun yerine Sapak mevkiinde çok modern fabrika açılır üretimine devam etmektedir.İlk fındık yağını Kalfanın Bekir Üstünel yapmıştır,fındık eskiden tımar,çapalama,tırpan yapma,toplama,öküz arabalarla taşıma,sopalarla dövme,elle ayıklama,sık tellerden yapılmış bir aletle incesini kalınını tozunu ayıklama evrelerden geçerdi,ama şimdi toplama,ilaçlama,gübreleme,motorla tırpan yapmak,ayıklamayı patoz makineleri ile yapmak maliyeti yükseltiyor,Fisko’da fındık taban fiyatını da düşük tutunca halk artık fındıkçılık’a iyi bakmıyor.Fındık şubat mart ayında ekilir 2-3 yıl yetişmesi sürüyor,4-4 6-6 ara ile 6-8 fidan 60- ocak kuyular açılarak dikilir.En iyi fındık türleri şunlardır: Çakıldak,Kargalak,Kan,İncekara,Kuş,Tombul,Paloz,Foşa,Kalınkara,Uzunmusa,Mincane,Cavcana,Badem,Yağlı fındık,Kara fındık,( yağlı fındığa benzer kabuğu siyah ve serttir)Sarı fındık (yuvarlak kabuğu ince verimi fazla),Yomra(yuvarlak vermi fazla),Sivri( ince uzun bademe benzer),Dilovası,ve Mehmet Arif fındığı ( yağlı  kabuğu ince verimi fazladır). Deli sava(Fındığın içini iyi doldurmaz)

 

HAYVANCILIK

Az sayıda Koyun,Keçi,Sığır,Tavuk,,Arıcılık yapılmaktadır,her evde hemen hemen sağman inek mevcuttur,süt besiciliği yoktur süt mandıra üretim tesisleri yoktur,köylü kendi süt mamüllerini kendisi yapardı ama maalesef büyükbaş hayvan yetiştiriciliğinde düşüş yaşanmıştır.Köyde ileri derecede balık avcılığı yapılmaktadır hemen hemen her evin balık avlama edevatları vardır

 

ORMANCILIK

Çam,Kayın,Meşe,Kestane,Gürgen,İhlamur,Kavak,Çinar,Defne,Kocayemiş,Muşmula,Ayı üzümleri,Orman gülleri,Yer gülü,Erica ağaçları,Erelti otu,Çoban püskülü diye orman ürünleri var .Eskiden devlet orman arazisini talan edip fındık ekimi yapılmıştır,Köyde ormanlık alanı seviyesi düşük seviyededir% 8 gibi

AVCILIK

Bölgede göçmen kuşlara daha çok raslanmaktadır,Sarıkuş,Çulluk,Bıldıcın,Ördek,Üveyikördek,Kaz,Kuğu,Tarakçın,Karakçun,Sığırcık,Bozbakal,Karabakal bulunur.Son zamanlarda,gerek ilaçlama gerek yanlış avlanma neticesinde çok azalma olmuştur. Ördek,Çulluk avı çok meşhurdur.Çevredeki daimi kuşlar Kestane Kargası,Çulluk,Ördek,Üveyik,Sığırcıktır.Tavşan,Çakal,Tilki,Domuz ,Ayı,su Samuru,Kunduz,Geyik,Karaca vardı ne yazık ki bunlara da az rastlanmaktadır.Domuz avı devamlı yapılmaktadır.Köydeki devamlı hayvanlar Domuz,Ayı,Kurt,Tilki,Çakal dır.Sahil kesiminde  martılar vardır ama köylüler bunlarla ilgilenirler Melen kenarında avlanmak için gelenler vardır ördek avı fazlaca yapılmaktadır.

 

 

KÜLTÜR

Genellikle Kafkas Gürcü ve Doğu Karadeniz  kültürü hakimdir biraz yozlaşma görülse de bu gelenekler devam etmektedir Köyün bütününde günlük konuşma dili Gürcücedir. Bazı Türkçe kullanılan isimler dışında Acara-Guria lehçesi Gürcüce konuşulmaktadır. Köy halkı köyün otantik yapısını korumaya azami özen göstermektedir. Köyde halen 150 -200 yıllık eski  evlere rastlanmaktadır. Bu evler özüne uygun olarak ustaca restore edilmekte, kendi tarihi dokusu içerisinde korunmaya çalışılmaktadır. Köyde eski imece usulü ( meci) çalışma devam etmektedir. Aileler baba mirası arazilerini erkek çocuklara devrediyor. Bu nedenle de köye dışarıdan insanların yerleşimi engellenerek kapalı toplum özelliğini sürdürmektedir. Evliliklerse, yine akraba olmayan sülaleler arası yapılmaktadır. Ancak bu gelenek günümüzde tüm köyün birbirine bir şekilde akraba olması sebebiyle çevre şehirler ve köylerdeki Gürcü ailelerle ilişki içine girmek suretiyle gerçekleştirilmeye çalışılmaktadır. Yerli halk dışarıdan bir kişiye, ekonomik şartlar ne kadar gerektirse de, arazi satmamaktadır.Yada köy halkının buna rızası aranmaktadır. Köy halkının geleneksel yapıyı korumaktaki bu hassasiyeti son derece saygıdeğer bir davranıştır. Çağın getirdiği globalleşme süreci içerisinde, içine girdiğimiz arabesk kültür asimilasyonu tehlikesinde, kendini bu derece koruyabilmeyi başarmış, öz kültürü ve gelenekselliği kaybetmemekte bizlere göre daha fazla mücadele etmiş,bu köy halkı önünde, saygı ile eğiliyorum. Tüm hemşerilerimizi kültürel değerlerimizi korumakta ve geliştirmekte Melenağzı Köyü Gürcü halkı gibi davranmaya, nadide kalmış bu köyümüze sahip çıkmaya davet ediyorum.

KÖYDE

Evlenme Geleneği .:Genellikle evlilikler köy içinden yapılır. Köyün büyüklerinden bir kaç kişi, kızı istemek için, kız evine gönderilir. Kız tarafı ve kız, evlenmek için oluru verince bir kaç gece sonra söz yapılır. Söz gecesinde yüzükler takılır ve Gürcü oyunları oynanır. Bir misafir geldiğinde veya söz kesildikten sonra kızlar ve erkekler evde beraber toplanarak eğlenirler. Bu eğlenmeye bizde "toplantı" denir. Toplantılarda aramızdan seçtiğimiz kişilere makyaj yapılır. Çeşitli giysiler giydirilir ve piyes oynatılır. Ayrıca yöresel oyunlar olan: Şapka, 3-5-1, meyve sepeti, istasyon, el vurmaca, ot derdim var, sessiz sinema, terlik geçirme gibi oyunlar oynanır.Kına gecesinde gelin evinde oyunlar oynanır ve gecenin ilerleyen saatinde kına karılır. Gelin hazırlanır, kızlar gelinin etrafında toplanır, kızın yengeleri tarafından kına yakılır, gelin kayınvalidesinden hediye alıncaya kadar elini açmaz. Kına yakılırken bir taraftan da kızlar türkü söyleyerek gelini ağlatmaya çalışırlar. Kına yakılması bittikten sonra gelini kız arkadaşları sandalyesiyle birlikte havaya kaldırır ve damadın adını söylettikten sonra gelini yere indirirler. Düğüne gelecek misafirler için sabahın erken saatlerinde yemek pişirilmeye başlanır. Her çeşit yemek yapılmasına karşın en çok pişen keşkektir. Keşkek isteğe göre üzerine nohut dökülerek yenen ve söğüş etten yapılan bir yemektir. Düğün gecesi, gelin evinde gelin ve damat en önde olmak üzere tek sıra eşler halinde gelin ve damadın arkadaşları parmak dansı adı verilen oyunu oynarlar. Bu ilk grubun oyunu bitince diğer misafirler de aynı dansı yaparlar. Daha sonra akordeon eşliğinde kumuk (Kafkas), kazaska, dönme, topal havası ve Çerkezli adındaki oyunlar oynanır. Bu oyunlar gece dörtlere kadar devam edebilir.Ertesi gün, damat tarafı gelin almaya gelin evine gider ki bu insanlara 'gelinalıcf denir. Gelin kuaförden gelinceye kadar, gelinin kız arkadaşları gelin alıcılara sürprizler hazırlarlar. Kartonlara komik sözler yazılır, bir de su dolu kovalar hazırlanır. Gelin kuaförden geldikten sonra, gelin evinde oyun oynamalar başlar. Damat tarafı oyunlara davet edilir. Damat tarafıyla oyun oynanırken kartonlar damat yakınlarının sırtlarına asılır. Ayrıca bu kişilerin boyunlarına çeşitli meyve ve sebzeler, çaydanlık, çan, zil, eski ayakkabı ve kemik gibi şeyler de asılır ve diğer taraftan bu kişilerin üstüne kovalardan su dökülür ve oyun bu şekilde devam eder. Oyunların sonunda gelinin kız arkadaşları damat tarafıyla bahşiş konusunda anlaşır. Ayrıca, gelinin erkek kardeşleri ve akrabaları da damat tarafıyla bahşiş konusunda anlaşırlar. Bu işlemlerden sonra gelin, gelin arabasına biner ve köyün delikanlılarının arabanın önünde oynadıkları oyunlarla birlikte gelin arabası damat evine doğru ilerler. Damat evine gelince bu oyuncular arabanın önüne otururlar ve damat tarafından çeşitli bahşişler alırlar. Eve gelindiğinde gelin arabadan indirilir ve damat evine girilir. Damat evinde gelin tarafına ve diğer konuklara yemek verilir. Akşama kadar çeşitli oyunlar oynanır damat evinde ve düğün sona erer.

        Cenaze Geleneği : Cenaze olan evde üç gün yemek pişirilmez. Komşular cenaze evine yemek taşırlar. Cenazeye gelen cemaate toplu olarak yemek verilir. Ölü için yedi gece kuran okunur. Yedinci gece mevlit okutulur.

        Ramazan Geleneği: Ramazan başlamadan önceki gün silahlar atılarak Ramazan ayı gelişi kutlanır. Her akşam bir evde iftar yemeği verilir. Ayrıca her akşam, akşam yemeğinden 15-20 dakika önce namaz kılacak erkekler için camiye 3-4 sofralık yemek gönderilir. Evlerdeki iftar yemeğinde daha çok genç Kızlar, kadınlar ve yaşlılar yer alırlar.

        Kocakarı Duaları ve İnanışlar : Akşam ezanından sonra tırnak kesmek uğursuzluk getirir. Salı günü yeni işe başlanmaz. İşe başlarken yavaş hareket eden kişi görülürse iş yavaş biter, hızlı hareket eden kişi görülürse iş hızlı biter. Kapı eşiğine oturan iftiraya uğrar. Giysi giyildikten sonra bunun üzerinde dikiş dikilmez, ille dikilecekse konuşmadan dikilir. Saç tarandığı zaman dökülen saçı mutlaka yakmak gerekir. Baykuş evin etrafında öterse uğursuzluk sayılır. Oklavayla insana vurulmaz, vurulursa o kişi bir dulla evlenir. Elinde kına varken tekrar kına yapılmaz. Ayakkabı çıkarıldıktan sonra üst üste gelirse gezmeye gidilecek demektir.

 DİL :Efteni Gürcüleri Gürcüceyi Acara diyalektiyle konuşurlar. Bugünkü dilde Türkçe kelimelerin Gürcü dil yapısına uydurularak kullanıldığı görülür (Türkçe "kök" kelimesinden amokokva -  kökünden sökmek). Gürcüce kelimelerin de Türkçe’ye uydurulmaya çalışıldığı gözlenir (Modisana -  gelsene). Megrelceye özgü kelimelere de çokça rastlanır (burdğa = tüy). Öte yandan, çağdaş Gürcüce’yle ağız farklılıklarına rastlanır (makaki - ; çağdaş Gürcücede bakaki - bayayi = kurbağa). Efteni Gürcülerinin dilinde, Gürcüstan Gürcüce’sinden olmayan kelimeler de bulunur (çasavleti - = batı). Karşılaştığımız bazı kelimeler çağdaş Gürcüce’de farklı anlamlarda kullanılmaktadır (maperva - = başarmak; çağdaş Gürcüce’de  okşamak). Gürcüstan Gürcüce’sinde zamanla anlam değişikliğine uğramış olan kelimelerin Efteni'de asıl anlamında kullanıldığı görülür (mokda - öldü; çağdaş Gürcüce’de [mokvda] neredeyse "geberdi" anlamında). Zamanla anlam yüklenen kelimeler de vardır (dasahlda -evlendi).

GELENEK VE GÖRENEK
DOĞUM. Doğan çocuk kız ise "papa" , erkekse pilav yapılır ve ziyarete gelen konuklara mutlaka ikram edilir. Çocuğun adını, hayattaki en büyük dede koyar. Çocuğu görmeye gelenler ocakta yanan ateşin önüne gelir ve silkelenir. Çocuk kırk günlük olmadan iki loğusa karşılaşırsa üzerlerinde taşıdıkları iğneleri takas ederler. Loğusanın ziyaretine yeni bir gelin gelirse, iki kadın yine üzerlerinde taşıdığı iğneleri takas edilir. Çocuğa ilk elbisesi bir büyüğünün kullanılmış elbisesinden dikilir. Kimin elbisesinin kumaşından zıbın giyerse ona daha bağlı olacağına inanılır. Çocuk kırk günlük olana kadar saçı kesilir. İleride saçlarının kime ait olduğu sorulur. Alınan cevap çocuğun kaderinin kime benzeyeceğini gösterir.Çocuk büyüklerin yanında anne ve baba tarafından sevilmez. Özellikle baba büyükleriyle birlikteyken çocuğuna dokunamaz. Kız çocuğu evden uzaklaştırılmaz. On iki yaş sonrası dördüncü derece kuzenlere kadar olanların dışında akraba olmayandan kaçar.
Büyüklere kesin itaat söz konusudur. Ancak büyükleri yetişkinin fikrini sormadan onun adına karar vermezler

 ANLAŞMAZLIK ÇÖZÜMLERİ. Anlaşmazlıklar sülale ileri gelenlerinin oluşturduğu mecliste çözülür. Meclise girebilmek için yaş önemli değildir. Esas alınan, kişinin kendini topluluğa kabul ettirmiş olmasıdır. Mecliste alınan kararlara kesin olarak uyulur.

SUÇLUYA KARŞI TAVIR. Suç öğrenildikten sonra suçluya soğuk durulur ve meclisin alacağı karar beklenir. Suç onaylanmışsa suçluya karşı takınılacak tavır da belirlenmiş demektir. Kan davalarında suçlu olan kişi kendiliğinden köyü terk eder. Adam öldürmenin gerekçesi mutlaka büyük olmalıdır. Öldürmek gerekliyse karşı taraf suskun kalır. Ancak günümüzde bu tür olaylara rastlanmaz. En sık karşılaşılan suçlar kız kaçırma  ve kız çekmedir -kız kaldırma-. Günümüzde rastlanmasa da kaçan kızla genelde barışılmaz, çekilen kız ise kendini korur ve geri alınır. Başlık parası uygulaması olmamasına karşın, buna rastlandığı da olur.

AİLE. Evde kadının etkisi görülür. Nitekim kadın her yerde erkekle birlikte çalışır. Dışarıyla ilgili kararları erkek kadına danışarak alır. Mirasta kadın erkekle eşit pay alacağı gibi İslam hükümlerine uyulduğu da gözlenir. Dördüncü dereceye kadar kuzenlerle evlenilmez. .

FOLKLOR.Yazılı gelenekten uzak kalan Gürcülerin sözlü edebiyat gelenekleri giderek kaybolmaktadır. Buna rağmen günümüze dualar, atasözleri, masallar ulaşmıştır.

KÖY DUALARI.Nazar, ağrı gibi çeşitli konularda şifa vereceğine inanılan dualar yaygındır. Aşağıda bir nazar duası ve bütün ağrılara iyi geldiğine inanılan bir ağrı duası örnek olarak verilmiştir.

KIZ İSTEME. Evlenme çağına gelen kıza ya da oğlana kimle evleneceği sorulmaz. Erkek tarafı kızı beğenir. Ancak beğenilen kız annenin yönlendirmesiyle isteneceğinden anne ve oğul konuyu konuşur. Dolayısıyla evlenecek kız ve erkek genellikle birbirini beğenen kişiler olur. Kız istemeye kadınlar gitmez; amca, dayı ya da dede gider. Evin kadınları görücülere gözükmezler. İlk gidişten sonra kız tarafı büyüklerine danışacağını söyler. Sonra büyüklere ve kıza sorulur. İkinci gidişte asıl cevap alınır. Cevap olumsuz olsa da küskünlük olmaz. Kız ve erkek karşı taraftan kaçar. Üçüncü gidişte söz kesilir, kıza alınacak hediyeler saptanır. Dördüncü gidişte nişan takılır; düğün tarihi belirlenir.


DÜĞÜN. Cumartesi akşamı kına gecesine erkekler ve kadınlar birlikte katılır. O akşam, kız evinin kapı komşusu olsa bile herkes gelin evinde kalır. Erkek tarafından giden insan sayısının iki katı kadar insan hizmet etmek için görevlendirilir. Önemli kişiler kız ve erkek etrafında bulunur.Gelin alma sırasında kız evinin kapısı kilitlenir ve tüm konuklar içeride kilitli kalır. Bu, armağan istemek için yapılır. Gelin odasından babası ya da erkek kardeşi tarafından çıkarılır. Çeyiz sandığına yengelerden biri oturur. Erkek kardeş sandığı sahiplenir. Kaynata gelini sandığı üzerine üç kez oturtur ve kaldırır. Konuklara şeker ve para serpilir. Para verilerek sandık alınır. Erkek tarafın evden çıkmasından sonra, gelini erkek kardeşi dışarı çıkarır ve ata bindirir. Çeyiz öküzlerin çektiği arabalara yerleştirilir. Düğün alayı yola çıkarken müjdeci erkek evine doğru hareket eder. Yol boyunca danslar yapılır (Efteni yöresinde "Gandagan", "Deli Horoni", "Cilvelo", "Vahahey", "Varayda" adı verilen danslar yaygındır). Erkek evine yaklaşırken bir grup ""Hey, hey, hey, vay vahahey" derken bir grup da "Vahahey" diye karşılık verir.Kız tarafı düğün alayını durdurur ve erkek tarafına yol süpürtülür. Damat evinin önüne kilim serilir, şerbet istenir. Gelin içeriye alınırken üzerine bir örtü örtülür. Kaynana kapı önüne bir tabak koyar, gelin su dolu tası devirir. Gelinin eline yağ verilir. Bu ocağın içine sürmesi içindir. Kapı önüne gelinin koparması için bir ip gerilir. Yatak odasının bir bölümüne çivilerle tutturulan bir perde asılır; gelin buraya getirilir.
Dışarıda kız tarafı yemek yerken her istenenin karşılanması zorunludur. Yemek sonrasında damat çıkarılır. Damadın çıplak olduğu söylenir ve kız tarafının getirdiği giysiler verilir. Sonra gelinin olduğu odaya sokulur. Perde açılır ve damat gelinin başına üç kez elini koyar. Damat ve gelin birer kez birbirinin ayaklarına basarlar. Gelinin duvağı erkek kardeşi tarafından bıçakla açılır. Düğün gecesinin sabahı gelinin babası ya da erkek kardeşi, ipek elekten geçirilen undan yapılan bir tür çörek olan "kada"  ile damat evine gelir. Kahvaltı yapılır ve yeni evliler davet edilir. Damat ve arkadaşları, mızıka eşliğinde kayınpederin evine gider ve kaynanasını davet eder. Bir hafta sonra kaynana arkadaşlarıyla yeni evlilerin evine gider. Kurulan yer sofrasını damadın tek elle kaldırması istenir, ardından kaşıklar bırakılır ve bahşiş verilir. Yeni gelin erkek kardeşi tarafından baba evine götürülür ve burada birkaç gün kalır. Daha sonra kaynata gelini almaya gider ve bundan sonra gelin-damadın birlikte gelip gidişleri başlar.Gelin evde kaynana ve kaynatasına hizmet etmek zorundadır. Sofra kurulunca leğen ve ibrikle ellerini yıkatır, havlu verir. Yemek boyunca ayakta bekler.

AKÇAKOCADA

Kız ve Erkeğin Tanışması :Akçakoca’da mısır bitkisinin fazla ekildiği, fındığı kozalarından ayırma makinelerinin daha ortaya çıkmadığı dönemlerde mısır soyma, fındık ayıklama imeceleri yapılırdı. Bu imecelere kız ve erkekler bir arada katılırlardı. Mısır çapalama, fındık toplama işleri de imece şeklinde yapılırdı. Akçakocalı kız ve erkek gençler birbirlerini bu imecelerde, kasabaya inme sırasında, dereye suya giderken, nişan, düğün gibi eğlencelerde tanırdı.Kız ve erkeğin ortaklaşa güvendikleri bir kadını aracı olarak kabul eder ve sevgi nişanelerini birbirlerine bu aracılar ile gönderildi. Bu günde buna benzer olaylara şahit olunmaktadır. Çoğu kez kız erkeğe, kendi işlediği bir mendili, oğlanda kıza gülyağı, şeker, lokum, küpe, yüzük gibi hediyelerde gönderirdi.

Sevdalık Günleri :Akçakoca gençleri arasında sevdalık günleri çok önemliydi. Sevenlerin arkadaşları vardır. Bu arkadaşlar erkek ise, hep seven erkeğin etrafındadır, arkadaşları için pervane olurlar, hep beraber gezerler. Başkaları seven erkekmiş izlenimi yaratırlar. Örneğin; Sevdiği kız salıncağa binerse, önce aşık olan silahını boşaltır. Bunun anlamı: Bu “Seni başkası severse onu öldürürüm” anlamına bir mesajdır. Ardından aşığın arkadaşları silahlarını boşaltırlar. Bunun da anlamı: “Bir arkadaşımızın arkasındayız” demektir Durum herkes tarafından anlaşılır, kimse kimsenin sahasına girmez. Erkek evlenme arzusunu ailesindeki kadınlara açar. Zaman içinde gelişen olaylar oğlanın anası tarafından babasına iletilir. Günler ve gecelerce ne olup olmayacağı, aileler arasında düşünülüp tartışılır. Sonunda kız tarafının kıramayacağı bir elçi bulunur. Elçi baba ve annenin ağzını arar. Olumlu yanıt alınca kızı istemek için girişimlerde bulunur.Toplum kız isteme konusunda çok duyarlıdır. İstenilen bir kızın verilmemesi ya da söz kesiminden sonra dönülmesi erkek tarafından hakaret kabul edilir. Bu tür olaylar genellikle kan davası gibi olaylara sonuçlanır.

Sıra Gözetme : Ablası bekar olan, evlenme çağındaki erkek bu kuralı bozup evlenebilir. Erkek toplunda kadından önce gelir. Erkek kardeşler arasında da sıra gözetilir. Miras taksiminde kızın payı erkeğe göre yok gibidir. (Bu gelenek Lazlarda daha çoktur.)Son zamanlarda Bölgede kızlar arasında sıra gözetme geleneği vardır. Büyük kız varken küçük kız evlenmesi ayıplandığı gibi baba buna kesinlikle karşı koyar herkes hakkını yavaş yavaş  alma yolunu tutmaya başladı.

Başlık Parası :Akçakoca ve köylerinde başlık parası vermek hemen hemen yok gibidir. Yalnız fakir ailelerde kızına çeyiz yapabilmek için bir miktar para ödenir. Başlık parası verme Laz ve Gürcü ailelerde, Rizeli  toplumlarda daha az uygulanır. Abazalarda başlık parası alınmaktadır.

Kız Kaçırma Olayları :Abazalarda düğün çok masraflı olduğu için, özellikle birbirini seven çiftler kaçarlar. Bu danışıklı döğüştür. Kız kaçırılmadan önce nüfus cüzdanı kaçırılır. Kızın yaşı on sekizden küçük ise kız kaçırılınca erkeğin akrabalarından birinin evinde saklanır. Daha sonra aileler arasında anlaşmaya gidilir. Kaçırılan kızın yanında kıza yakınlığı ile bilinen kızın arkadaşı ile kaçırılır. Bu kıza tasavize denir. Kız emin bir ailenin yanına misafir edilir. Düğün yapılıncaya kadar kız o evde kalır. O evde her akşam eğlence yapılır. Bunun adına taşamhara denir. Kız-erkek anlaşarak kaçmışlarsa iki tarafın aileleri bir müddet birbirleriyle görüşmez. Daha sonra aracılar yardımıyla taraflar barıştırılır. Ancak yıllar süren küskünlükler söz konusudur. Kız kaçırmada kızın rızası yoksa olay kan davasına kadar gidebilir.

Kız İsteme Geleneği :Ön hazırlıklar tamam olunca kız babasının sevdiği birisi erkek tarafı ile birlikte kız istemeye gider. Erkek tarafından ağzı laf yapan biri sözü açar.Biz Allah’ın emri, Peygamberin kavli ile kızınız ...............’yı oğlumuz ..............’ya istemeğe geldik” der. Baba da;Allah yazdıysa olur. Amma bir düşünelim. Soracak adamlarımız var onlara soralım” der. Bu biraz naz etmek ve kendi akrabalarına paye çıkarmak için söylenmiş bir sözdür. Bir müddet biçilir. Bu arada istiyorlarsa, el altından erkek tarafını cesaretlendirecek haberler iletilir.Bu dönemde, kız ile erkek karşılaştıklarında kaş göz işaretleri ile birbirlerine cesaret verirler. Kız belli bir süre sonra istenir.

Söz Kesme ve Nişan Olayı :Eskiden erkek askere gitmeden nişanlanırdı. Nişanlık süresi, askerlik, para yokluğu ile ilgili olarak 2-3 hafta ile bir yıl arasında değişir. Yerli halk arasında beşik kertmesi kesinlikle yoktur. Göçmen köylerinde beşik kertmesine rastlandığı söylenmekte ise de tespit edemedim.Kız istemede erkek tarafından hediye olarak getirilen “kutu şekeri” ertesi gün iade edilmez açılırsa, kızı erkeğe verildiğine işarettir.Taraflar tarafından söz kesiminden sonra oğlan tarafından akrabaları kızın evine yüzük, kutu şekeri ile elbiseler, çorap ve terlik alıp giderler. Nişanda yüzükler takılır. Bazı köylerde nişanda erkeğin bulunmadığı, akrabası tarafından kızın parmağına yüzük takıldığı söylenmekte ise yerli köylerde böyle bir gelenek bulunmamaktadır.Bir süre sonra kız tarafı, yüzük, bir kat çamaşır, kaynanaya elbise alıp oğlan evine getirirler.

Çeyiz Geleneği
:Çeyiz olarak sandık, yatak, yorgan, yelek, şalvar, bakırdan mutfak eşyası, elde dokunmuş yer hasırı, hasır seccade, ottan duvar yastığı, kanaviçe işler ve örtüler vardır. Çeyizin miktarı ailenin mali durumu ile ilgilidir. Yerli halkta çeyiz eşyası, Doğu Karadeniz kökenli ailelerde olduğu kadar fazla olmakla beraber, kızlar mirasta erkek kadar hakka sahiptir.

Kına Gecesi :Düğün geleneğinin ilk kademesi kına gecesidir.Kına gecesi Çarşamba günü yapılır. Kına gecesi için erkek tarafı beraberlerinde taraftarları ile birlikte yanlarına kına alıp gelin evine gidilir. Dört kız çarşaf veya büyük bir yazmanın altına gelini alırlar. Bir kız gelinin eline tabaktan kına yakar. Elleri temiz beyaz bezlerle yumrukları bağlanır. Bir taraftan da maniler söylenir. Hem gelin ağlar, hem etrafındakiler.
İzzet ve ikramdan sonra erkek tarafı evlerine gelir. Damadın evi önünde büyük bir ateş yakılır. Kız tarafı tavuk istemeğe gelir. Her evden birer tavuk alınır. Ateş yanınca baklavalar getirilir. İkramlar yapılır. Kız tarafı darıltılmadan uğurlanır.Kına gecesi bayramlık elbiselerini giyen genç kızlar çiftetelli, topal oyunu, orta oyunu gibi oyunlar yaşlı bir kadın denetiminde oynanan
Düğünden bir gün önce gelinin ve yakınlarının eline kına yakılır kına erkek tarafından getirilir kına yakma töreni boyunca maniler söylenir gelin ağlatılır,kına gecesi kızlar çiftetelli ve çeşitli oyunlar oynar.Köy lisanı ile mani ve türküler söylenir.

 

‘’Yukarı köyün çakalları                        Yukarı köyde çakal yok

   Aşağı köyün bakalları                         Aşağı köyde bakal yok

   Damat beyin sakalları                         Güveyin sakalı yok

   Gelin kınan kutlu olsun                       Gelin kınan kutlu olsun

 

   Kına gecen hoş olsun                          Köyümüzden çıkıyorsun

   Evin bereket dolsun                            Bize veda ediyorsun

   Damat bey eşin olsun                         Yeni yuva kuruyorsun

   Gelin yuvan mutlu olsun                    Gelin kınan kutlu olsun’’

Diye maniler söylenir.

 

Düğün Günü :Düğün genellikle nişandan en az bir yıl sonra yapılır. Bindallı ve benzer gelenekler yoktur. Eskiden gelin renkli ve temiz ipekli elbise damat ise don pantolon üzerine beyaz gömlek ve işlemeli yelek giyerdi. Güvey fakirse beyaz elbise ödünç alınırdı.Eskiden olduğu gibi gelin kayın baba ve yakın akraba arasına giderdi. Gelin evden çıkarken, kız kardeşlerden biri, yoksa akraba kızlardan biri çeyiz sandığı üzerine oturup sandık haracı isterdi. Ayrıca kapıdan çıkarken erkek kardeş, kapı haracı olarak bir miktar para talep eder.Köylerde, genellikle bir öküz arabası süslenirdi. Üstüne halı ve kilimlerle bir örtü yayılır. Araba çan ve zillerle bezenir, köylüler şık giysilerini giymiş, arabanın önündü, ardında, yanında yürüyerek giderlerdi. İkide birde araba durdurulur: Ala ala hay... diye bağırarak düğün evine varılır. Yolda devamlı halaylar çekilir. Kasap oyunu, Kastamonu zeybeği gibi oyunlar oynanır. Gelin alayı, çeşitli yollardan dolaşarak damat evine varırdı.Gelin alınmadan o köylülere veya mahalleliye pilavlık parası verilir. Gelin arabaya binmeden bolluk ve bereketli olsun diye ya damadın babası veya yakını bozuk paralar içinde şekerler, buğdaylar serper, çocuklarda bunları birbiri üzerine yığışarak kapış kapış toplardı.Köyden çıkıncaya kadar çeşitli yollardan dolaşarak damat evine varılır. Gelin arabadan inmez, bahşiş ister. Bir inek ya da tosun getirilir. Kulağı kesilerek işaret verilir. Kapı önünde kurulan bir masada kız tarafı tatlı, şeker, sigara, mermi gibi isteklerde bulunur. Bu istekler karşılanıncaya kadar gelin bekletilir. Bu durum bazen üç dört saat kadar sürer.Gelin eve girerken eğilip eşiği öper. Bolluk getirmesi düşünülerek mısır, buğday, şeker, bozuk para atılır. Akraba ve komşular başlarında birer tepsi baklava alarak erkek evine giderler. Tepsiler üst üste kümelenir.Erkeklerde evin önünde yakılan ateş etrafında oynarlar. Bu oyunlar kadın kıyafetine girmiş köçekler tarafından oynanır. Eğer aile varlıklı ise dört köçek, dört davul, dört zurna ve dört keman bulunur.Diğer köylerden geleneklerde kafileler halinde düğüne katılırlar. Kimileri koç, kimileri koyun getirir. Meydanda ikramlar yapılır.Yenip içilir. Sonunda köylüler misafirlerini evlerine götürürler.Hoca nikahı yapılır, bu adet yaygındır. Hoca nikahı yapılırken gelinin yanında dadı veya bibi (teyze, hala) denilen kadınlar bulunur.Gürcü köylerinde düğün gecesi, güveyin gerdeğe girmesi yasaktır. O akşam kızın akrabası olan kızlar sabaha kadar beklerler. Düğünün ertesi günü gerdeğe girilir. Düğün genellikle üç gün devam eder. Lazlar ve Hemşinlilerde de benzer gelenekler vardır.Diğer köylerde ise hoca nikahı kıyılır. Sonunda güveyi arkadaşlarının kolunda gelinin odasını getirilir. Arkasından yumruklanarak odaya itilir. Damat odaya girer. Hazır bulunan seccadede iki rekat namaz kılıp duasını yapar ve gelinle tanışmaya gider. Damat bu arada gelini konuşturmaya çalışır. Ona hediyeler verip konuşturur. Konuşturulunca da pencereyi açıp iki el silah atar. Bundan sonra herkes dağılıp gider.Gelinle damat, gidip kayınvalidenin elini öperler. Tekrar odalarına giderler. Orada baklava yerler. Bazense baklava kesmelerinin yarısını yiyip bırakırlar. Ertesi gün bunları evlenmemiş erkek ve kızlar yer. Darısı sizin başınıza gibi bir gelenektir bu. Ertesi gün sabah, köçekler, davetliler düğün evinin önüne gelirler. Oyunlar oynanır. Damat elinde bir tepsi baklava ile herkese birer kesme baklava sunar. Sonra da herkes dağılıp gider. Ev kadınlarla dolar. Duvak günü damat sağdıçla gider. Gelinle sabahtan ikindiye dek oyunlar oynanır, şarkılar söylenir ve derken düğün biter

Duvak :Güvey gecesi sabah gelini eğlendirmek için eğlence düzenlenir. Gelin oynar ve etrafa para atar.Bekar kızlar gelinin duvağından teller koparırlar. Duvaktan sonra erkek ve kız evlerinde yemekli davetler yapılır.

Düğün Davetleri :Bütün akraba ve hısımlar gelin ile damadı davet ederler. Bunlar taşıma davetleridir. Her gidilen eve gelinin yaptığı bir el işi işleme götürülür. Onlarda onlara çeşitli hediyeler verirler.

Doğum Olayı :Genellikle ilk çocuğun erkek olması istenir. Çocuklar genellikle beşikte büyütülür. Çocuğun adı üç gün içinde yaşlı bir erkek veya hoca tarafından üç defa kulağına okunarak konulur. İsimden sonra ezan okunur. Komşular ve akraba loğusaya evvela geçmiş olsun derler sonrada hediyeler getirirler. Doğumun kırkıncı günü çocuk ve loğusa yıkanır. Buna çocuk kırklandı denilir.

Diş Çıkarma :Küçük çocukların diş çıkarmaları aile için ayrı bir sorun olur. Ailenin bireyleri yeni çıkan dişi görmeyi uğur sayarlar. Onun içinde sık sık çocuk güldürülür, ağzına bakılır. Hatta bazıları ekmek kabuğunu gevlettirmek suretiyle dişin çabuk çıkmasının sağlarlar. Bazıları da parmağını rakıya batırarak çocuğun diş etlerini oğalar. Çocuk bundan çok hoşlanır.Dişin çıktığını gören kişi mutlaka diş çıkaran çocuğa ya elbise alır ya entarilik alsınlar diye anne babasına para verir.

Sünnet Olayı :Akçakoca bölgesinde kirvelik olayına rastlanmaz. Eskiden gezginci sünnetçilerin gelmesiyle hiçbir hazırlık yapılmaksızın çocuklar sünnet edilirdi. Günümüzde eğlenceler düzenlemektedir. Sünnetçiye, bazen para almadığı için sabun, havlu gibi şeyler verilirdi.

Dini Bayramlar :Dini bayramların Akçakoca örf ve adetleri içinde çok büyük yeri vardır. Üç aylar girince Recep, Şaban ve Ramazan gelinceye kadar bazı kimseler ramazana alışmak için ayda bir belli oruçlar tutar, kutsal geceler, cumalar yavaş yavaş ayrı bir kalabalık olmaya ve cemaat artmaya başlar.Ramazana hazırlık olmak üzere, makarnalar kesilir, erişteler yapılır. Yufkalar açılır, kuskuslar hazırlanır. Mevsime göre çeşit çeşit reçeller, hoşaflar ve şuruplar hazırlanır.Hele bayram gecesi yeni esvaplar giyilir, Provalar biter. Küçükler giyeceklerini başlarının altına koyar. Ayakkabılarını yatağın içine yerleştirir. Herkes banyosunu yapıp yatar. Küçük erkek çocuklar sabahleyin sabah namazına herkesle birlikte camiye gider. Namazdan sonra vaiz dinlerler. Bayram namazı kılınır. Hoca dikilir, en yaşlı adam hoca ile bayramlaşır, ondan sonraki hoca ile yaşlı bayramlaşır ve yerini alır. Böylece sıralanır. Cemaatin en yaşlısı ile en genci bayramlaşıncaya kadar sürer. Sonra birlikte hoca dua eder.
“Bu bayrama eriştiren Allah’a senalar ve amin” denilip çıkılır. Yolda görülenlerle bayramlaşırlar. Mezarlıklara gidilir. Ölülere dua edilir. Hastalar ziyaret edilir.”
Her köyün ramazanında davulcular bahşiş toplar. Birinin elinde bir sırık, birini elinde bir sepet. Davulcu davulu çala çala her evin önünde maniler söyler. Bahşiş; havlu, mendil, yazma sırığa bağlanır. Baklavalar, el altıda tepsi bulunan sepete konur. Paralarda davulcunun cebine konur.

Bayramlar :Yerli köylerde bayram sözcüğü eğlence anlamına gelir. Bayram olacağı gece, bayramı bilen köydeki misafirler, bayramın olacağı köye yakın eş dost ve akrabalar ile birlikte giderler. O akşam onlara misafir olurlar. Kadın ve kızlar yemekten sonra daha geniş evlerde, erkekler ya kahvede ya da başka bir evde toplanırlar. Erkekler orta oyunları yaparlar. Mutaassıp olmayan yerlerde içkide içilir. Gramofon çalınır ve Cide kemençesi ve tepsi çalarak oyunlar oynanır. Genellikle oyunlar iki kişilik eşler halinde yapılır. En revaçta olan oyunlar topal oyunudur. Bu oyun Akçakoca’ya özgü bir oyundur

Eğlenceler
.Eskiden patoz makineleri yokken, fındık harmanda kurutulur, sabahları tırmıklar vurulur, sonrada altından tanesi alınırdı. Kalan fındıklarda kabuklarından ellenmek suretiyle bulunup ayrılırdı. Köylerde bu işler imece halinde yapılırdı. Kabuk ayırma işi erken bitimi, orası düğün evine döner, oyunlar şarkılar, gülme, eğlence, yeme içme başlardı. Kızlar erkekleri, erkekler kızları burada seçerdi. Çalışkan mı? Tembel mi? Dili tatlı mı? Nobran mı? Şaka kaldırır mı? Yoksa içine kapanıp arpacı kumrusu gibi düşünür mü? Yapıcımı yıkıcı mı? Hepsi burada denenirdi. Bu eğlencelerde maniler söylenirdi. Atmaca tabir edilen karşılıklı mani atmaları da yapılırdı.

FOLKLÖR : Düğün eğlencesinde daire şeklinde oynanır.Bunlar misafirlerden oluşur ve oynayarak düğün sahibinden bazı şeyler istenir,. Örneğin tavuk gelsin vaha hey,içki gelsin vaha hey,baklava gelsin vaha hey v.b.gibi sözler söyleyerek devam ederler,sonunda bir tepsi gelir,tepsinin üstüne gelen istekler bırakılır en sonunda gelin ve damadı  çağrılarak oyun bitirilir,oyun daire içine el çırparak ve çökerek oynanır,Köyün kendine has folklor ekibi yoktur Davul,Zurna,Saz Kemençe karşılıklı zille oynanan oyunda çalınan zil dir Halay, Sallama Karşılıklı Zille oynama sıksara oyunlarıdır Bar,Halay,Horon,Sallama,Karşılıklı zille oynama,Hura,oyunları da oynanır

 

DAVUL  : Davul savaş sırası,sonrası,askere giderken,törenlerde,ramazanlarda,güreş yapılırken çalınır.Davulun eski adı Tavuldur,Çağatay Türkleri tarafından yapılmıştır,bir haber aracıdır

ZURNA: Davul ve zembeleklerle çalınır ağaç maden, boynuzdan yapılır ,7 üstte 5 altta deliği vardır,Avrupa’ya Türkler tarafından götürülmüştür,Oğuz Türkleri Anadolu’ya getirmiştir,kemençe ve davula eşlik eder,4000 yıldan beri devam eden bir enstrümandır.Davul,Kaval,Zurna,göçer enstrümandır,köyde son zamanlarda bunların yerini taverna müziği almıştır org ile çalınan müzik aletidir eski neşe eski düğünler artık tarihe gömülmüştür,evlerde yapılan düğünler artık düğün salonlarına taşmıştır

KAVAL:Orta asyadan gelmiştir.Balasau Türkleri icat etmiştir.Çağatay Turan Türkleri Karadenize getirmişlerdir, havaldir ,bir göçebe çalgısıdır Of ve Tokat kavalı meşhurdur.

KEMENÇE  :Klasik ve Karadeniz kemençesi olmak üzere iki türü vardırAkçakoca da Karadeniz kemençesi çalınır,ince uzundur,sol el ile havada tutularak çalınır,kemençenin telleri çeliktendir.Akortları la,re,sol,mi,yahut sol,re,la,mi veya 3 telli için re,la,mi dir,tellerin üzerine basılarak,tek olarak çalınır.Sazın şekli bir takayı andırır,gövde kısmı dut ve ceviz ağaçlarından oyularak yapılır,ses tablası ise 1,5- kalınlığında ladin veya köknar ağacından yapılır,kısa sapı ve çelikten üç teli vardır re-la-mi sesleri akort edilir,bir buçuk oktav çalar.Yayının kılları gevşek olarak takılır ve sol el ile havada veya dize dayanmış olarak tutularak kemençenin 3 teline aynı anda sürülerek çalınır çalınır Kemençe anadoluya oğuz Türklerinden gelmiştir Kemençe ,Özbekistan,Kırgızistan ada Anadoluda ıklık göbekli kemençe olarak çalınır Arapçada Keman Türkçede ç demektir bu iki kelime birleşmesinden Kemaençe doğmuştur ,Kıpçak Türkleri tarafınından Mısıra götürülmüştür Özbeklerin girjası kemençeye benzer, kıyak kemençe denir.Trabzon dada Gagavuz Türkleri kemençeleri vardır,Trabzonda kemençeye kıyak denir,Türkmenistan,Özbekistan, Kırgızistan Gagavuz Türklerin kemençeleri vardır 2 sesle çalışır 2 telden ses alınır 4-6-7 aralıklıdır.

MIZIKA : Armonika, üflemeli bir çalgıdır. İngilizce harmonica kelimesinden türemiştir, daha çok mızıka olarak bilinir. Nefes ve dil ile çalınan delikli bir çalgıdır. Blues, Country ve Western gibi müzik dallarında oldukça yaygındır.

Diatonik Mızıka

Diatonik Mızıkalar daha çok Blues ve Rock müzisyenleri tarafından kullanılır. Her farklı ton şarkı için farklı Diatonik mızıka kullanmak gerekir. Diatonik mızıkanın tonu ilk deliği üflediğinizde çıkan sesdir. Blues mızıkası farklı pozisyonlardan çalınabilir.
Birinci pozisyon
; birinci delikten üflenerek başlanan gamdır ve mızıkanın tonu ile aynıdır.
İkinci pozisyon
; ikinci deliği çekerek başlanan gamdır ve mızıkanın tonunun beş yarım ton pesidir.(crossharp)
Üçüncü pozisyon; üçüncü deliği çekerek başlayan gamdır ve mızıkanın tonunun iki yarım ton tizidir.Diatonik mızıkada, İlk öğrenilmesi gereken teknik, Tek ses çıkarmaktır. Üç çeşit tek ses tekniği vardır; Dil Kapama, Dil Kıvırma, Dudak Büzme. İkinci öğrenilmesi gereken teknik ise Ses Bükmedir. Ses bükme
Üfleyerek bükme ve Çekerek bükme olarak ikiye ayrılır. Diatonik mızıkanın ilk 6 deliği çekerek bükülebilir, son üç deliği ise üflenerek bükülebilir. Üfleyerek veya çekerek bükmek o deliğin orjinal sesinin yarım ton ile üç yarım ton arası pesleşmesini sağlar.

Kromatik Mızıka

Bir yaylı mekanizma ile delikler kapatılıp açılır. Kromatik gamdaki her ses üfleyerek veya çekilerek çıkartılabilir. Tek mızıka ile her ton şarkı çalınabilir.

AKERDİON :Kafkas müziğin vazgeçilmez çalgısıdır,tek tuşa basarak akort çıkabilecek körüklü ilginç enstümandır,soleli kullanarak çalınırişin en zor yanı budur,sol elin altındaki minik tuşlar,ilk sıra kontrbaslar,2ci sır baslar,3-3-4 sıralar major mınor ve 7 lı akortlardır,bazı akerdiyonlarda 6 sıra olarak eksik 7 ler vardır,sesin çıkması körüğün açılıp kapanması ile oluşan hava basıncının metal dilciklere çarpması,titremesi sonucunda sağlanankörüklü bir çalgıdırAkordeon'un ilkel şeklinin 1822'de Berlin'de Christian Friedrich Ludwig Buschmann tarafından icat edildiğine inanılır. Ama yakın zamanda akordeon oalrak adlandırılabilecek bir enstrümanın 1816'da veya daha önceki bir tarihte Nürnbergli Friedrich Lohner tarafından kullanıldığı saptanmıştır.Akordeon ismine ilk patent ise 1829'da, Viyanalı org ve piyano yapımcısı Cyrillus Demian tarafından günümüzdeki akerdeona çok da benzemeyen tek klavyeli küçük bir çalgı alındı. Kısa sürede, birçok firma bu yenin çalgının üretimine girişti. "Diyatonik akordiyon" denilen ve diyezli ya da bemollü sesleri veremeyen bu çalgı, köylere kadar yayıldı. 1880'de,iki klavyeli kromatik akordiyon gerçekleştirildi. Diyezli ve bemollü sesleri de verebilen bu yeni akordiyon, kısa sürede çok tutundu. 1940'da daha da gelişti ve konser akordiyonu adını aldı. George Auric ve Jean Françaix gibi besteciler bu çalgı için birçok parça bestelediler.Ülkemizde Kafkas halklarının veya Romanların çalgısı olarak bilinir. Özellikle Çerkes kültüründe büyük yer tutar: Çerkes düğünlerinin ve toplantılarının en ünlü çalgısıdır.Özellikle Sivas'ın Yavuz Köyünde çokca kullanılır.Türkiye'de virtüöz Ciguli sayesinde kısmen yeniden popülerlik kazanmıştır

 

 

 

ÇOCUK OYUNLARI

Çelik çomak,binmeli eşek,esir oyunu,körebe,köşe kapmaca,birdirbir,seksek,yakan topu,lunç,domino devirme

KIYAFETLER

Köyde 25-30 yıl öncesine göre  kıyafette önemli değişmeler olmuştur.Erkekler tamamen şehir kıyafetini benimsemişlerdir. Erkeklerde gündelik kıyafetlerden başka önemli günlerde, törenlerde giyilen ve içine beyaz eşarp bağlanan lacivert takım elbise en beğenilen giyim eşyasıdır. Ancak yaşlı erkeklerden bazıları köy içinde geleneksel kıyafetle ilgili olarak paçaları dar pantolon, üzerine gömlek ve yeleği giymeye devam etmektedirler. Kösele kunduranın yanında lastik ayakkabı, plastik ayakkabı, özellikle çocuklarda  çok görülmektedir. Erkeklerde pijama, şapka, şemsiye kullanılan giyim eşyaları arasındadır. Burada dikkati çeken husus pijamanın yatak kıyafeti olmaktan başka, bazen iş kıyafeti olarak kullanılması suretiyle ikinci bir iş görmüş olmasıdır.

Kadın giyimi erkeklere oranla daha az değişmiştir.Eskiden kadınlar evlerde basit tezgahlarda keten ve kendirden giysiler dokurdu. Bugün ise köylüler malzemesi köy dışından sağlanan koyu renkli şalvar ve üzerine bluz giymekte, başlarına lacivert örtü (örtme)  örtmektedirler. Kadın giyiminde dış görünüş bakımından erkeğe nazaran değişme daha azdır. Evde elbisesi ile dolanan bazen başını örtmeyen kadın, sokağa çıkınca elbisesinin üzerine şalvar giymekte ve başını örtmektedir.Genç kadınlar arasında elbise giyenler, başlarını örtmeyenler az da olsa bulunmaktadır..Köyde gündelik kıyafette olduğu gibi gelin ve güvey kıyafatide tamamen şehirleşmiştir. Ancak köyde giyilenler, kasabadan ucuz sağlanan ve nispeten eski model olan giysilerdir.Kadın ve çocukların kısmen evde hazırlanan giysilerinin kumaşları dışarıdan satın alınmaktadır

 ŞALVAR :          eninde üç boy kumaştan çıkar daha ziyade eflatun pembe,yaşlılar koyu renkleri tercih ederler,genellikle çimen yeşili,zeytin yeşili tercih edilir,şalvarın içine şalvar ( havsa) dikilir pamuklu veya şile bezinden dikilir

MİNTAN            : Şalvarın üstüne giyilir mintan ve şalvar işlemelidir,kadife kutnu,jantanlı ve yollu kumaşlardan dikilir

YELEK             : Şalvar üzerine kolsuz fakat işlemeli yelek giyilir,içine bezden buluz giyilir.

ÖRTÜLER        :Kare şeklinde üzeri baskı tekniği ile işlenmiştir,çiçek desenlidir

YAZMA            : Oyalar işlenir dikdörtgendir

ÇORAPLAR :    Yün çoraplar giyilir kadın çoraplar motif işlemelidir

AYAKKABILAR : Rugan ayakkabı giyilir,çarıkta giyilir,genellikle lastik ayakkabılar tercih edilir

ERKEKLERSE : Yelek ve zıpka giyerler,Kafkas kökenliler düğün törenlerde kalpak dik yakalı siyah satenden yapılmış diz boyu elbise ve yumuşak deriden çizme giyilir.Elbisenin üzerine dışardan fişeklik,kama,kemer gibi ayrıntılar vardır,kadınlar ise simli motiflerle süslenmiş kadife elbiseler giyerler bunları Aktaş,Edilli,Uğurlu,Yenice,Göktepe,Kirazlı,Hemşin köyleri giyerler

 

HIDIRELLEZ

6 Mayıs günü kutlanır,köyün piknik alanlarında,salıncaklar kurulur,yemekler pişirilir,ıp atlanır,salıncaklarda sallanılır,birçok oyunlar oynanır,kızlar erkeklere,erkekler kızlara bakarlar orada birbirini beğenirler,arkadaşlıklar kurarlar,balık tutmalar olur,erkeğin beğendiği kız eğer salıncağa biner sallanır ise erkek hemen silahını çıkartarak iki el ateş eder ona onu beğendiğini gösterir,hıdrellezin en iyi yemeği helvadır Bu törenleri anlatmadan önce pilavlık parası üzerinde duralım. Daha öncede belirttiğimiz gibi köyden başka bir köye gelin giden kızlardan pirinç parası alınır. Bu para hemen harcanmaz biriktirilir. Pirinç parasının anlamı şudur. Köy gençleri bu kızı o zamana kadar o şekilde korumuşlardır ki, kızın namusuna halel getirmemişledir. Pirinç parası bunun mükafatı bir bahşiş sayılır. Alınan pirinç paralar yedi emin olarak köylünün saygı duyduğu birine telim ederler. Köyden ne kadar çok kız gelin giderse parada o kadar çoğalır. Hıdrellezde bu para ile bir koç satın alınır. Pirinç alınır, un yağ alınır. Kesilen koçun etinden ya etli pilav yapılır, helva kavrulur, ballanır. Öğleyin gençler toplanır ve bu pilav yenir. En sonunda da helva yenilir. Hıdrellez bayramının ayrı bir güzelliği vardır. İp salıncaklar, zincirli salıncaklar, büyük ağaçlara bağlanır. Kızlar ayrı yerde, erkekler ayrı yerde sallanırlar. Ama bazen kızlar erkekleri, bazen da erkekler kızları seyretmeye giderler. Eğer beğendiği bir kız salıncak biniyorsa orada çıkarır silahını bir şarjör boşaltır. Bu olaya kimse ses çıkarmaz. Böylece kimin beğenilip beğenilmediği bu hıdrellez bayramı vesilesi ile belli olur. Bazı köylerde güreşler tutulur. Bazı köylerde derelerde balık tutulur eğlenilir.Akçakoca köylerinde hemen hemen hepsinde geleneksel olarak her yıl kutlanır köydeki küskünler barıştırılır geleneksel oyunlar spor etkinlikleri,folklorik oyunlar ve bunun gibi,Akçakocadaki mulki amirlerde davet edilerek etkinlikler yapılır herkes baharı böyle karşılar

 

EVLERİ

Evler genellikle bahçe içinde olur. Çünkü sebze meyve yetiştirilir,r Avlu,avlu ağla çevrilidir,Kurukavak,Karatavuk evler arası 4-5 km’dir,okul ve cami yanlarında evler yapılmıştır,az dağınık meskenlerde cepheleri sokak tarafına doğrudur Arabacı köyü gibi,Mısır ziraati çok olduğu için her evin yanında hemen hemen 1’şer adet serender yapı vardır,ahırlar evlere uzaktadır,ahır ile samanlık yan yanadır

 

SPOR

Bu köyde spora ilgi çoktur, ilkönce leri güreşler revaçtaydı çok güreşler yapılırdı kayıklarla Karasu ya Ereğliye güreş turnuvalara gidilirdi ,en önemli güreşçileri Ahmet Çiloğlu idi bunun namı her yerde duyulmuştur.Ayrıca daha sonra Akçakocada düzenlenen sandal yarışlarına katılmışlardır ve çeşitli branşlarda başarılar elde etmışlerdir ve bunun semeresini görmüşlerdir bu 4 kürekçi arkadaşlar bu yüzden erdemire işbaşı yapmışlardır,iş sahibi olmuşlardır,köyden değerli ağabeyimin Kazım Giritlinin Zafer isimli sandalı bu yarışlara katılarak isminden bahsettirmiştir hala hafızalardan bu isim silinmemiştir halen yaşatılıyor.Ayrıca 40 tonluk,mavna yarışlarına da katılmışlardır bu mavnalardan bazıları şunlardır Maden su,Tirfil, bu mavnalar çeşitli branşlarda başarılar kazanmışlar ve köyün tanıtımına katkıda bulunmuşlardır halende bu mavnalar hafızalardan silinmemiştir.,ayrıca 50 tonluk Gülnihal,100 tonluk Cemal Çiloğlu mavnaları da yarışmalara katılmıştır bu yarışmalardan dolayı köy tanıtımı açıdan önem kazanmıştır.Düzce 2. amatör liginde futbol müsabakaları yapmaktadırlar,Ayrıca Akçakocada yapılan kabotaj bayramına katılıp çeşitli derecelerde kupa ve armağanlar almışlardır hele Ayazlı mahallesi ile çekişmeleri görülmeye değerdir iki gurupta denizci kökenlidirler

 

YEMEKLER

 

EKMEKLER        : Yufka ekmeği,Bazlama,Gözleme,Cızlama,Mısır ekmeği,Buğday ekmeği

ÇORBALAR        : Tarhana,Mercimek,Un,Çılbır,Kızılcık çorbasıdır

HAMUR İŞLERİ : Mantı,Börekler,Erişte,Kuskus,Kaşık makarna,Mancarlı pide

ET YEMEKLERİ : Kara dolma, Korçan,Sebze dolmaları,Kebaplar,Lahana sarma

TATLILAR          : Melen güççeği,Laz böreği,Güllaç,Sütlaç,Baklava

ÇEŞİTLİ YEMEKLER : Gaygana,Soğanlı yumurta,Sebze yemekleri,Zeytin yağlılar,Mamursa,Kaldırık,Mantar yemekleri,Tirit,Malay,Hoşmanım,Mancarlı fırında pide Aktısızba( Çerkez tavuğu)Acıka( Fasülye ezmesi)Atukril,hampal,açaç,halij abhazya üsülü balık,enişte çöreği,abhazya pastası,abhazya peyniri,çöğür gibi çeşitleri mevcuttur

 

ALTYAPI BİLGİLERİ

lik beton kilitli parke döşenmiştir,3 kmlik köy yolu stabilize yapıldı,köy yolu asfalttır Akçakoca- Karasu yolu üzerinde kurulmuştur,basket sahası ,çocuk oyun parkları yapılmıştır,1 ilköğretim okulu,2 cami,1 değirmen,elektriği,içme suyu, otomatik telefonu,vardır.Fiskobirlik üye sayısı : 214 dür,ilk ilkokul 1943 yılında açıldı,,ptt şubesi,sağlık ocağı vardır göçmen köydür,Melen çayı Akçakocaya Adapazarı’ndan giriş noktasıdır,1935 te406,1965 te 806, 1997 de 697,2000 de853 nufusu vardır Melen çayı 60 mt genişliğindedir göçmen,Dağınık  gürcü köyler statüsündedir Tarla ziraati burada fazladır,2780 dönümdür, % 58 tarla arazisi mevcuttur 1600 dönüm araziye mısır ekilir% 32 dir.1922 Bolu salnamesinde kaydı vardır.Tarla alanı 1.600,fındık alanı 2.000, orman alanı 1.400 dönümdür % 32 mısır elde edilir.Balıkçılığın en yüksek seviyede olan köydür,ormancılık yoktur .Köyde sahilde mendirek başında cumartesi günü Pazar kurulmaktadır,Melen deresi ıslah edilip 100 tonluk gemiler buraya rahatlı klan girebilmektedir.Köyde Basri Demircioğluna ait 1950 yılında kurulan 1 adet fındık kırma fabrikası vardır ,fakat faaliyette değildir,1995 yılında kurulan 2 ci fındık kırma fabrikasında İbrahim Kaya  nındır.Birde köyün çıkışında iskele mevkiinde forum mühendisliğe ait 2004 yılında kurulan elektrik süpürgesi fabrikası vardır,bu zat Karasu ludur,köyde camii yaşatma ve yaptırma derneği ve gençlik ve spor derneği vardır

 

İSTİKLAL SAVAŞINA KATILANLAR

 

ŞEHİTLER :SÜLEYMANOĞLU MEHMET   D.1889- Ö.1915 ÇANAKKALE ARIBURNU SAVAŞI  P.ER

                      MEHMETOĞLU RAŞİT              D.1870- Ö.1912 KAFKAS ŞARK CEPHESİ

                      MEDOĞLU   HASAN                  D. 1895-Ö. 1916 YEMEN HARBİ   

                      İSMAİLOĞLU İSMAİL               D. 1893-Ö.1915  ÇANAKKALE HARBİ  

                      KARAHASANOĞLU HASAN    D.1895-Ö. 1915  ÇANAKKALE HARBİ

                            

GAZİLER :  ŞEMUN BİLGİN  UĞURLU JANDARMA KARAKOLU ER

                      ŞİRİN ALİ KAYA MEHMET 1304 UĞURLU JANDARMA KARAKOLU ER

                      BEKİROĞLU MEVLUT D.1895- Ö.1965 BALKAN HARBİ,Ayrıca İpsiz Recep çetesinde yer almıştır

 

İPSİZ RECEP ÇETESİNDE OLANLAR : AHMET SEÇKİN OSMAN

NOT: Lütfü Çiloğlu Yemen harbinde 12 sene askerde kalır çok bıkmıştır ve kaçar yaya köye gelir kaçtığı için buna idam cezası verilir ozaman karakol Akçakoca da çuhalı çarşıda idi yakalanır karakola hapsedilir bir subay buna yardım eder hapisten kaçırılır ve İstanbul’dan gemi ile Rusya’ya ordanda Batuma geçer oraya yerleşir evlenir çocukları olur af çıkar sevdiği memleket olan Melenağzına tekrar geri gelir çocuklarını orda bırakır

 

18.19. YÜZYIDA TEMETTUAT DEFTERİNDEKİ DURUMU

Milan deresi köyü camisi 1334 yılında Üskübü kazası ,içerisinde idi cami imamı Hasan efendi bin Halil yapmıştır 1809 de 22 hane,132 nüfusu  1782 de 94 hane vardı Medoğlu Hasan köyün ilk muhtarıdır,Hüseyin Fevzi Paşadan alınan şu andaki kahvelerin olduğu yer  ve Medoğlu Hasan muhtar olduğu anlatılmaktadır 1874 yılında,çok eski bir köydür

 

KÖYE İLK GELEN SÜLALELER

 

 PEHLİVANOĞLU         SEÇKİN             ACARA    BATUM     MAKRİHA

OSONHADZEOĞLU      ÇİLOĞLU          ACARA    BATU       

ÇADİŞVİLİ                     DEMİRCİOĞLUACARA    BATUM

MEDOĞLU                     ÖZTÜRK,           ARTVİN   HOPA        SARP VE BATUM MİRVETİ     (LAZ)

KOKOLİZEOĞLU         YILMAZ              ACARA    BATUM   MARADİT

SALİHOĞLU                  KAYA                 ACARA    BATUM    MARADİT

KARAHASANOĞLU     KAYA                 ACARA    BATUM    MARADİT

OSKAÇOĞLU                ÇOLAK               ACARA    BATUM    MARADİT

KARAMANOĞLU         BİLGİN               ACARA    BATUM     MARADİT

PAPUNAZİ                     TOPALOĞLU     ACARA    BATUM     MARADİT

TOPALLAROĞLU         TOPAŞLAR        ACARA    BATUM

AKYÜZ                                                       ACARA    BATUM

VEZİRALİOĞLU           ARSLAN            ACARA    BATUM

AYDIN                                                        ACARA    BATUM

DİASANİDZE                 ÇOŞKUN           ACARA    BATUM      MARADİT                      

DİASANİDZE                 GÖREN           ACARA    BATUM      MARADİT

PEKBEY                                                  ACARA     BATUM      MARADİT

HOŞBAŞ                                                  ARTVİN    HOPA          KEMALPAŞA     

İŞIKLI                                                      İSTANBUL KÖYE LİMAN REİSİ OLARAK GELİR KALIR

KAHVECİOĞLU                                     TRABZON  OF              AKÇAKOCA   EDİLLİ KÖYDEN BURAYA GÖÇ

KAVAS                                                    ACARA      BATUM

MUTİOĞLU                                             ACARA      BATUM     MARADİT

OFLUOĞLU                                             TRABZON OF

ÖZBAŞ                                                      ACARA      BATUM    MARADİT

OĞUZ                                                       ACARA       BATUM     MARADİT

ÖZCAN                                                     ACARA      BATUM

ÖZDEMİR                                                 ACARA      BATUM

PARTANADZE          ÖZKÖK                ACARA      BATUM

SEVİNÇ                                                     ACARA      BATUM      MARADİT

ŞAHİN                          MEDOĞLU         ARTVİN     HOPA          SARP VE BATUM  MİRVETİ   LAZ

MELEKOĞLU-İHTİYAROĞLU    TULUAY              ARTVİN     HOPA SARP VE BATUM  LAZ DIRLAR            

TURGUT                                                   ACARA       BATUM

TÜRKOĞLU                                             YÖRÜKHAN TAİFESİDİR

YAPICI                                                      ACARA       BATUM      MARADİT

GİRİTLİ                                                     RİZE

PAPUNAZİ                  ARIKAN              ACARA       BATUM      MARADİT

BALTACI                                                  TRABZON  OF

ÖZER                                                         TRABZON  OF

ÖZBAŞ VE OĞUZ SÜLALESİ AYNI SÜLALEDİR,--SEVİNÇ,TOPALOĞLU,ARIKAN AYNI SÜLALEDİR,---ŞAHİNİÖZTÜRK AYNI SÜLALEDİR---ÇOŞKUN,GÖREN AYNI SÜLALEDİR----

NOT : Katkılarından dolayı değerli ağabeylerim Sabri Çiloğlu,Kazım Giritli ye çok teşekkür ediyorum.

Kaynak

Coğrafi bölgesi     : İbrahim Tuzcu

Köyün ismi           : Sabri Çiloğlu,Kazım Giritli,Akç.Kaym.Sitesi,Vikipedi özg.ans.,Drl.İbrahim Tuzcu

Tarihi yerler         : Sabri Çiloğlu,Kazım Giritli,Şükrü Dönmez,Köy sakinleri,Akç.Kaym.Sitesi,Vikipedi özg.ans.Derl.İbrahim Tuzcu

Coğrafi durumu    : Mustafa Kocadon,Kenan Okan,Şükrü Dönmez,Drl.İbrahim Tuzcu

Cami ve Mez.       : Kenan Okan,Sabri Çiloğlu,Köy sakinleri,Kazım Giritli,Drl.İbrahim Tuzcu

Turizm                  : Sabri Çiloğlu,Kazım Giritli,Akç.aym..Sitesi,Vikipedi özg.ans.,Drl.İbrahim Tuzcu

Ekonomi               : Mustafa Kocadon,Şükrü Dönmez,İlçe Tarım Md,Akç.Kaym.Sitesi,Vikipedi özg an.,Sabri Çiloğlu,Drl.İbrahim.Tuzcu

Kültür                   : Vedia Emiroğlu,Kenan Okan,Vikipedi özg.an.,M.Vanilişi,A.Tandilova,Macaheli net,Görsel yay.S.4,Drl.İbrahim Tuzcu

Spor                      : İbrahim Tuzcu,Ahmet Seçkin

Köyün alt yapısı   : Mustafa Kocadon,Akç.aym..Sitesi,Vikipedi özg ans.Drl.İbrahim Tuzcu

İstiklal savaşı       ;: Şükrü Dönmez,Geltag net

Temettuat              : Dr .Zeynel Özlü

Sülaleler                : Sabri Çiloğlu,Kazım Giritli.Hüsamettin Kaya,Köy sak.Drl.İbrahim Tuzcu

 

NAZIMBEY

 

 

COĞRAFİ  BÖLGESİ   : Karadeniz Bölgesi

İLİ                                    : Düzce

İLÇESİ                            : Akçakoca

KAYMAKAMI               : Mehmet Ünal

B. BAŞKANI                   : Fikret Albayrak

KÖY MUHTARI            : Cihan Deniz

TELEFONU                    : 05335706839  EV- 03806286184

POSTA KODU                : 81650

NÜFUSU                          : 50 Hane, 157 nüfusu vardır

ESKİ MUHTARLAR     : 2009 de Cihan Deniz, 2004- Cihan Deniz-1999- Zühtü Deniz,1994,Fikrettin Oktay,1989- Mehmet Apaydın1984-Hikmet Ergün

COĞRAFİ DURUMU    : Düzce ye ,Akçakoca ya uzaklıktadır ,denizden 50 mt yüksektedir,Rakım 30 dur,3972 dekar fındıklık, vardır,en yüksek yeri 150 mt dir, komşu köyleri:Melenağzı,Hasançavuş, dir.

KÖYÜN İSMİ NEREDEN GELİYOR

1204 yılında 4. Haçlı orduları Türkiyeye gelirler Karadeniz kıyılarında bazı memleketler kurdular bunlardan bırtanesıde Akçakocada Ceneviz kalesidir,fakat daha sonra ,1261 yılında Latin imparatorluğu çökünce tekrar Ceneviz kalesi Bizanslıların eline geçti, 1204-1261 yılında Cenevizliler ve Bizanslılar,Akçakocaya gelirler bazı köyler kurarlar,bunlardan bir taneside Nazımbey köyüdür.Bizans imparatoru Romanya Dobruca’da bulunan Gagavuz Türklerinden silahşör obaları buraya getirtir ve yerleştirir,bunlarda burada bazı köyler kurarlar bunlardan bir taneside Nazımbey köydür. Ayrıca 1877 yılında Osmanlı-Rus savaşından bıkan Doğukaradeniz den ve1916 yılında,Ordu,Giresun,Trabzon.Rize’den göç gelerek buraya,yerleşmişlerdir.Neticede,Ceneviz,,Gagavuz Türkleri,Doğukaradenizden gelen göçler yaşamışlardır.Akçakocada M.Ö. 1200 yılında Frik,M.Ö. 670 Lidya,M.Ö.395 te Roma pontos,M.Ö.1200 de Hitit ama bu kesin bilinmiyor bu kavimler yaşamışlardır Eski adı Kızılca Kilise,Sarayköy,Düzceköy,Erenler,Nazımbey olmuştur,bu köylerde Hıristiyanlar vardı buraya gelen Selçuklu obaları bu ufak köyleri kurmuşlardır,daha sonra 1877 yılında Borçka’dan hapisten kaçan Karamehmetoğullarından bir kişi Düzceköy gelir buraya içgüveyi girer ve buraya yerleşir bu köy zaman içerisinde Kafkasya’dan gelen göçlerle çoğalırlar ve bu köy gelişir,daha önceleri burada Türkmenlerde yaşıyorlardı,yalnız Düzceköy de Çerkezler yaşamışlardır, Buraya Artvin ve Hopa danda göç gelmiştir çok eski köy olması ve Hıristiyanların burada çok uzun yaşaması daha sonrada buraya gelen Türklerle de yıllarca son yıllara kadar iç içe yaşamışlardır.Köyde Laz,Manav vardır .Kalkın –Nazımbey den ayrılmıştır,1327 tarihinden önce birlikte idare  ediliyormuş.Köyde Çerkezlerde yaşamıştır.Bir rivayete görede köye Çerkez gurubundan bir paşa Nazım bey isminde köye gelir buraya yerleşir,bu köyün kurulmasına öncülük yapar ,ondan dolaylıda Nazımbey adı köye verildiği söylenmektedir.

 

TARİHİ YERLER

Çok eski köy olmasına rağmen mezarlık ve kilise artıkları munkariz olmuştur köyde tarihi açıdan hiçbir tarihi kalıntı kalmamam ıştır.Bir rivayete görede  İstanbul boğazı ayrılmadan önce Nazımbey,Uğurlu,Melenköy  buralar  hep deniz miş ,ve  Nazımbey köyünde Cenevizliler tarafından burada çok orman ve kereste olduğu için 150 adet kayık ve mavna lar yapmışlardır.Daha sonrada.Osmanlılar bile burada donanmalarını yapmışlardır .Bu denizler daha sonra İstanbul boğazı ayrılınca buradaki denizler çekilmiştir.Eski yerleşim birimidir 1877 den önce en son Türkmenlerde varmış bunlar Hıristiyanlardan sonra bunlarda burayı terk ederler.,bu köyün bu konuda önemi çokmuş,hatta yanında bulunan Düzceköy,Erenler,Sarayköy  bu köyler çok yaşamışlardır şimdilerde munkariz olmuştur buda bize gösteriyor ki burada çok kavimlerin yaşamış olduğudur burası tarih kokmaktadır ama maalesef fındık bahçeleri yüzünden bertaraf edilmiştir buranın değerlendirilmesi lazımdır.Kaynak A.Altay

 

AKARSU VE DERELERİ

Melen çayı kıyısında kurulan bir köydür Hasan çavuştan çıkan Karadere köyün ortasından geçerek köyü ikiye böler bu dere köye çok fayda sağlamaktadır,ayrıca Kömür ocağı deresi Melene dökülür . Su altı seviyeleri çok değişkendir,Pınar,ve kuyu suları faydalıdır ancak çok kireçlidir,serttir koli bakımından zengindir içilmesi mahsurludur,sıcak su ve göl yoktur

 

DAĞ VE TEPELERİ

 Ordulu Dağı eteklerinde kurulmuştur,Yörük tepesi 960m

.

İKLİMİ

En fazla yağış Eylül-Kasım-Aralık-Ocakta olur,kar Aralık ve Ocak ayında yağar ama uzun sürmez,Mayıs-Haziranda Karayel,Temmuz-Ağustos-Eylül ayında Poyraz eser,kış aylarında lodos eser,Temmuz- Ağustos-Eylülde güneş kendini daha iyi gösterir,Aralık,Mart ayları arası en düşük sıcaklık olur ılımaman Karadeniz iklimine sahiptir.

 

JEOLOJİK DURUMU

 Eoesen-Folişi,Muminitli Kalker mevcuttur.Dere ve vadi tabanları alüvyon,yamaçların büyük bir bölümü silis formasyonu,tepelerin üst kısmı da 3.derecede kumlu,çakıllı tabakalar halindedir.Depreme dayanaklı 3.bölgedir.Dağlar denize paralel uzanır.Palezoik devre ve tersier arazilerde ibarettir.Eosen folişi- numinitli kalker toprağa sahiptir Jeolog Dr.Ervin Lan,Mühendis Zeki Erişir.

 

BİTKİ ÖRTÜSÜ

 

Akçakoca’da orman alanı 20477.77 hektardır.Çoğu bozuk orman alanıdır % 43 kayın % 0.8 gürgen %0.1 kestane % 6 meşe % 1 kavak % 0.25 ıhlamur % o.4 çınar bulunur,gerisi fındıklıktır.Maki bitki örtüsüne sahiptir,iklimin mutedil yağışlı olması bitki örtüsünün gür olmasını doğurmuştur.

TOPRAK YAPISI

Topraklar kırmızı kahverengidir.Toprak asitli,kireci azdır,topraklar erozyona maruzdur.Potas ve fosfor bakımından fakirdir,tuz oranı normaldir.Saha umumi olarak pedojenez bakımından genulik safhasındadır.Toprak killi ve tınlı kıvrıntılı karakterdedir.Yumuşak toprağa sahiptir

 

TURİZM

 

 Melen çayı kıyısında kurulan bu şirin köyde eskiden kalan kilise ve mezar kalıntıları vardır bu köyde incelemeler yapılırsa daha da eski kalıntılarına rastlanabilir ve buraya turizm açısından çok şey kazandırılabilir. Günübirlik balık tutmak ve piknik yapmak için buraya yakın iller ve ilçelerden gelenler vardır ,turizm açısından balık tutma turizmi olarak burası değerlendirilmelidir,av turiziminede uygun köy konumundadır.

 

CAMİLERİ

1855 yılında tuğla yapıdan tek Şerifeli bir yapıdır.Yenisi 1968 yılında yapıldı. Köyde iki cami vardır,1975 yılında karşı mahallede de tuğla yapı,100 cemaatli tek Şerifelidir

 

MEZARLIKLAR

Köyün 2 mezarlığı vardır birincisi köyün tam ortasında köy mezarlığıdır,ikincisi ise okulunun yanında en eski mezarlık olan şemsiye gürgen dibi mezarlığıdır burada okul yapılırken eskiden Hıristiyanlardan kalama sarıklı mezarlıklar tahribat edilerek okul yapılmıştır tarihi zenginlik kaybolmuştur,halen burada kazı yapılırsa eski mezar taşlarına rastlamak mümkündür. Mezar taşlarındaki konular erkek mezar başlarına başlık,kadın mezarında süslemeler ön plandadır,erkek mezarlığında büyük sarıklı olanlar ulema ve paşaları,uzun külah üzerine sarık tasvirler,derviş ve tarikat şeyhlerini,sadece ince sarıklılar köy ağalarını,üstü geniş ve altı dar kavuk biçiminde olanlar yeniçeri ağalarını işaret etmektedir Eski köyler munkariz olunca köyün kendine ait mezarlığı vardır,

 

EKONOMİSİ

 

TARIM:

HUBUBAT:Buğday,Mısır,Arpa,

BAKLIYAT:Fasulye,Bezelye,Bakla,Soğan,Lahana,Marul,Pırasa,İspanak,Kaldırık,PatatesKaralahana,Biber,Patlıcan

MEYVE       : Elma,Armut,Kestane,Ceviz,Üzüm,İncir,Dağ çileği,Muşmula,Ayva,Kızılcık,Kiraz

Ekonomisi Tarım ve Hayvancılığa dayanır.Köylü,bahçesinde yetiştirdiği sebzeleri Akçakoca pazarına götürür orada satar,kadınlar ev ekonomisine katkı sağlarlar.Artık günümüzde fındığın para etmemesi insanları başka işlere meşguliyetine zorluyor,,büyükbaş hayvancılığı revaçtadır,eski manda,malak,vb gibi hayvanlar kalmamıştır,yalnız sağman inekler vardır,elde edilen sütler pazara götürülüp satılmaktadır.,10 adet tavuk kümesi olmasına rağmen kümes hayvancılık da yok olmaya yüz tutmuştur..Köyün erkekleri sanayi bölgelerine çalışmaya giderler,,artık köylü son zamanlarda endüstri kollarına yönlenmiştir,,köyde hiçbir sanayi kuruluşu yoktur. ,fındık bahçesinin gelişmesi buraya ayrı bir önem kazandırmıştır.Mısır ve Buğday daha önceleri Bolu ve Gerededen karşılanıyordu.köyde tütün az miktarda yapılmıştır

İlçemizde tarımsal üretim içerisinde bitkisel üretim, özellikle fındık üretimi ağırlıklı yer tutmaktadır. Fındık üretimi dışında kasaplık tavuk üretimi, büyükbaş hayvan üretimi, balıkçılık, arıcılık,  mantar üretimi önemli tarımsal faaliyetler arasındadır. Akçakocada 1930 yıllarda ekonomi denize bağlı idi,bunun yanı sıra reçberlik,odunculuk,kerestecilik ön safhada yer alırdı,şehirlinin tümü denizci idi,gemi tüccarı,gemici,tekne sahibi,balıkçı,yada yükleme ve boşaltma amelesi

idiler.Akkaya,Aftunağzı,Beyhanlı,Döngelli,Çuhalı,Kızlarağası,Değirmenağzı,Taşman Deresi,Karaburun,Melenağzı iskeleleri vardı,buralardan ticaret sağlanırdı.Ayrıca ilçede 4750 büyükbaş hayvan vardı ama son yıllarda azalma kaydedilmiştir,kümes hayvancılığı da son yıllarda azalma görülmüştür 190 adet kümes vardı,beyaz et üretimi 25.000 tonu geçmekte idi.2000 civarında fenni kovan varır Maden direkleri dışında ,Bolu Adapazarı’nda ,Düzcede yetişen buğday,kavun,karpuz gibi toprak ürünleri manda ve öküz arabalarıyla deniz sahiline getirilir buradan da deniz yoluyla gelen gaz,ve tekel maddeleri aynı arabalarla taşınırdı,sahilde bulunan depolarda bu mallar stoklanır dı zaman içerisinde tuz ve benzeri şeyler şehir ve kasabalara sevkiyatı yapılırdı,ayrıca deniz yoluylada sandallarla başka şehirlere sevkiyatı yapılmakta idi.

 

FINDIKÇILIK

Hemen hemen herkes fındıkçılıkla uğraşmaktadır.Devlet orman arazilerini açıp buralara,memleketten 1900 yılında Trabzon’dan gelen Bostancı hacı Ahmet efendi Akçakoca’ya fındığı getirir Osmaniye mahallesine fındığı ekmiştir,yine Mehmet Arifin getirttiği fındığı ekerler daha sonra Batum göçmeni olan zücaciyelik yapan Mustafa efendi Doğu Karadeniz sahillerinden aldığı fındık fidelerini Ereğli ve Akçakoca da satarmış.Bir gün Giresun’a uğrar o zamanın belediye başkanı limanda fındık fidesi dağıtıyormuş,Mustafa bey bunları alır gemi kaptanına da söyler,gemi kaptanı fideleri fıçılara koyarak Ereğli Akçakoca ya getirir,diğer rivayete göre de Yenice köyün kurucusu Kibaroğlu Hurşit,Kırıkoğlu Tahir,Keleşoğlu İbrahim,Alioğlu Tufan Tefik ilk fındık fidelerini ekmişlerdir.Bunların getirdiği fındık dallarından sopa ile dövülürmüş dalları çok büyükmüş,daha sonra Mehmet Arif kaliteli fındık fidelerini götürür,millete bunları tercih eder millet bu fındık fidelerini dikerler.1922 yılında 4000 fidan mevcuttu fındık sevkiyatı artınca millet fındık ekmeye başlar,fındık bahçelerde elle toplanır,çeşitli evrelerden geçtikten sonra yere sofralar kurulur altına büyük bezler serilirdi, sofra etrafına toplanan kişiler fındığı kırardı,bazıları da fındığı kabuğundan ayıklıyordu çok çetin olan bu sistem yerini 1930 yılında merkezde Kapkirli’de elle çalışan değirmen gücü ile çalışıyordu ve fındık böyle kırılıyordu,Sarı Hafızların Halit Arıkan bu değirmeni kurmuştu ,daha sonra Trabzonlu Abdulrezzak efendi elle kırma fabrikası kurar,daha sonra Küçükömerle’in Ömer Aydın 1932 yılında  şimdiki Özyuvam’ın olduğu yere ahşap bina içinde makaralarla çalışan fındık kırma makinesini kurar,1942 yılında da Diyarbakırlı lakaplı Cemil bey Osmaniye de bir değirmen kurar ama bu değirmen dizel motoru ile çalışmakta idi,yine bu sırada mebus Vahit Yöntem Osmaniye de deniz kenarında modern bir fabrika kurar1946 yılında,1947 yılında da Arabacı köyünde Hocaoğlu Mehmet dizel motoru ile çalışan bir fındık kırma fabrikasını kurar.Edilli köyünden olan Hüseyin Horoz da dizel motorun masrafını azaltmak için Değirmenağzı mevkiinde su gücü ile çalışan fındık kırma fabrikasını kurar,düşük alternör ilavesi ile akü şarj girişimi ile iyi bir fabrika idi ve en son 1954 yılında Orhan derenin denize döküldüğü yerde fiskobirlik adına modern bir fabrika açılır,bu fabrika 2008 yılında tamamen yıkılır bunun yerine Sapak mevkiinde çok modern fabrika açılır üretimine devam etmektedir.İlk fındık yağını Kalfanın Bekir Üstünel yapmıştır,fındık eskiden tımar,çapalama,tırpan yapma,toplama,öküz arabalarla taşıma,sopalarla dövme,elle ayıklama,sık tellerden yapılmış bir aletle incesini kalınını tozunu ayıklama evrelerden geçerdi,ama şimdi toplama,ilaçlama,gübreleme,motorla tırpan yapmak,ayıklamayı patoz makineleri ile yapmak maliyeti yükseltiyor,Fisko’da fındık taban fiyatını da düşük tutunca halk artık fındıkçılık’a iyi bakmıyor.Fındık şubat mart ayında ekilir 2-3 yıl yetişmesi sürüyor,4-4 6-6 ara ile 6-8 fidan 60- ocak kuyular açılarak dikilir.En iyi fındık türleri şunlardır: Çakıldak,Kargalak,Kan,İncekara,Kuş,Tombul,Paloz,Foşa,Kalınkara,Uzunmusa,Mincane,Cavcana,Badem,Yağlı fındık,Kara fındık,( yağlı fındığa benzer kabuğu siyah ve serttir)Sarı fındık (yuvarlak kabuğu ince verimi fazla),Yomra(yuvarlak vermi fazla),Sivri( ince uzun bademe benzer),Dilovası,ve Mehmet Arif fındığı ( yağlı  kabuğu ince verimi fazladır). Deli sava(Fındığın içini iyi doldurmaz)

 

HAYVANCILK

Az sayıda Koyun,Keçi,Sığır,Tavuk,,Arıcılık yapılmaktadır,her evde hemen hemen sağman inek mevcuttur,süt besiciliği yoktur süt mandıra üretim tesisleri yoktur,köylü kendi süt mamüllerini kendisi yapardı ama maalesef büyükbaş hayvan yetiştiriciliğinde düşüş yaşanmıştır. Tavuk  kümes besiciliği yapılmaktadır 10 adet tavuk kümesi vardır ayda 3000 bin tavuk besiciliği yapılmaktadır,eskiden büyükbaş hayvancılığı fazla olmasına rağmen buda yok olmaya yüz tutmuştur

ORMANCILIK

Çam,Kayın,Meşe,Kestane,Gürgen,İhlamur,Kavak,Çinar,Defne,Kocayemiş,Muşmula,Ayı üzümleri,Orman gülleri,Yer gülü,Erica ağaçları,Erelti otu,Çoban püskülü diye orman ürünleri var .Eskiden devlet orman arazisini talan edip fındık ekimi yapılmıştır,Köyde ormanlık alanı seviyesi düşük seviyededir% 8 gibi

AVCILIK

Bölgede göçmen kuşlara daha çok raslanmaktadır,Sarıkuş,Çulluk,Bıldıcın,Ördek,Üveyikördek,Kaz,Kuğu,Tarakçın,Karakçun,Sığırcık,Bozbakal,Karabakal bulunur.Son zamanlarda,gerek ilaçlama gerek yanlış avlanma neticesinde çok azalma olmuştur .Ördek,Çulluk avı çok meşhurdur.Çevredeki daimi kuşlar Kestane kargası,Çulluk,Ördek,Üveyik,Sığırcıktır.Tavşan,Çakal,Tilki,Domuz ,Ayı,Su samuru,Kunduz,Geyik,Karaca vardı ne yazık ki bunlara da az rastlanmaktadır.Domuz avı devamlı yapılmaktadır.Köydeki devamlı hayvanlar Domuz,Ayı,Kurt,Tilki,Çakal dır.

 

KÜLTÜR

 

Karadeniz sahil kesimi 1461 yılından itibaren Fatih Sultan zamanında Osmanlı egemenliği altında Lazistan sancağı ilan edildi ,bu bölgedeki Lazlar kendi yönetimleri altında yaşadılar.Yavuz Sultan Selim bu bölgeye beylikler kurdu,17. yüzyılda bu bölge müslüman olur1925 yılına kadar Lazistan sancağı altında yaşamlarını   sürdürdüler,1788 Berlin antlaşması ile Lazlar iki ülke topraklarına bölündü bu arada Doğu Karadeniz halkı batıya göç ederler Aynı halk Akçakoca dada aynı kültürlerini sürdürmektedirler. Tarihi kaynaklar, Lazların Doğu Karadeniz yöresine Kafkaslardan indikleri konusunda görüş birliği vardır. Tarih sahnesine ilk kez Karadeniz’de çıkmışlardır. XI-XII. Yüzyıllarda Karadeniz’in doğusunda kurulan ve KOLKHİS/Rothis devletini oluşturan topluluklardan biri de Mergrel- Lazlardır. Lazlar, 6. Yüzyılda  Bizans etkisinde kalarak Hıristiyanlığı benimsediler. Kolkhis Devleti yıkılınca Bizans egemenliği altında LAZİKA krallığı seçimle iş başına gelerek, Bizans’a vergi vermeyip, bunun karşılığında doğu sınırını korumayı üstlendiler.Doğu Karadeniz’in sahil kesimi  1461 yılından itibaren Fatih Sultan Mehmet döneminde Osmanlı egemenliği altında  Lazistan Sancağı olarak ilan edildi. Bu bölgedeki Lazlar kendi yönetimleri altında yaşadılar.Yavuz Sultan Selim bölgede beylik sistemini kurdu. Bölge 11 beylikten oluşuyordu. Lazlar da yarı bağımsız statüde Laz derebeyliği olarak Osmanlılara asker ve vergi vermekteydi. Lazlar 17. Yüzyıldan itibaren Müslümanlaşmaya başladılar. Bölge 1925 yılına kadar Lazistan olarak kayıtlara geçmiştir.1828-1829 Osmanlı Rus Savaşlarında Laz Savaşçıları Osmanlı cephesinde yer almışlardır. Bu savaşlarda büyük kahramanlıklar göstermişlerdir. 1877-1878 Osmanlı Rus Savaşı sonunda imzalanan  Berlin Anlaşması ile Lazlar iki ülke topraklarına bölündü. Bu savaştan olumsuz etkilenen Lazlar Bursa, Yalova, Karamürsel,İzmit, Adapazarı, Karasu,Akyazı, Geyve,Hendek, Sapanca, Zonguldak, Düzce , Akçakoca gibi bölgelere göç ederek dil ve kültürlerini buralara taşıdılar. Akçakoca’da merkez ve köylerde yerleştiler. Lazlar Akçakoca’da daha çok Merkez İlçedeki  Osmaniye , Ayazlı Mahallesinde ve Edilli , Döngelli, Uğurlu Köylerinde kalabalık gruplar halinde bulunmaktadır.

 

 Dil

 

Lazca (Lazuri nena) Güney Kafkasya dil ailesinden Zan ve Kokhian kolundan Gürcüce, Svanca ama özellikle Megrelce ile oldukça yakın bir dildir. Türkiye Lazlarının tamamı Türkçe'yi anadil seviyesinde konuşabilmekte ve yazabilmektedir. Köklü bir sözlü geleneğe sahip Lazca'nın yazılı bir dili bulunmamaktadır. Laz destan, masal ve şiirleri ancak 20. yüzyılda yazıya dökülebilmiş, 1984 yılında Fahri Kahraman tarafından Dumezil'in transkripsiyon sistemine dayanan Latin tabanlı bir alfabe önerilmiştir. Gürcistan'da yaşayan Lazlar ise dillerini Gürcü alfabesi ile yazmaktadır. Lazların ataları olduğu sanılan Kolhların yazılı dilleri olmamasına rağmen, incelenen antik çağa ait mezarlarda Laz asillerin adlarının Yunan alfabesiyle yazılı olduğu görülmüştür [9] Lazca Yunanca ve Türkçe'den ödünçlenmiş çok sayıda kelime barındırmakta ve kendi içinde bir kaç lehçeye ayrılmaktadır. Cumhuriyet döneminde Türkçe'nin Trabzon ağzının yaygınlık kazanmasıLazca'nın varlığını tehdit eder bir hal almıştır.laz ve manav kültürü vardır

Din

Roma İmparatorluğu döneminde MS. 5 yüzyılda Paganizm'i terkederek topluca Hıristiyanlığa geçen Lazlar 16. yüzyılda Ortodoks Hıristiyanlıktan İslam'a toplu olarak geçmişlerdir. Günümüzde Lazların tamamı Hanefi mezhebinden Sünni müslümandır [11]

Tarih

 Lazika krallığı MÖ 150 - MS 600 Laz halkı antik çağ ve sonrasında Kolhis, Osmanlı döneminde Lazistan günümüzde ise bazı Laz aydınları tarafından Lazona olarak adlandırılan Kuzey Doğu Anadolu ile Gürcistan'ın birleştiği coğrafyada otokton olarak yaşamaktadır. Kolhis'in varlığına ilişkin ilk yazılı belge Urartu kralı II. Sarduri döneminde Lazların yaşadığı ülke Qulha olarak geçmektedir. Lazlar MÖ 150-MS 600 yılları arasında Doğu Trabzon ile Abhazya arasında kalan sahil ve hinterlandının tek hakimi olacak Lazika krallığını kurmuşlar bu bölgede yaşayan çok sayıda halkı yönetmişlerdir. Arrian Trabzon ile Dioskuria(Sebastopolis) arasında yaşayan halkları sayarken Lazları da saymıştır: Kolhlar, Saniyalılar, Malahonlar, Heiohar, Helonlar, Tsitreitler, Lazlar, Apsiller, Abazglar, Sanigler  MS 456 yılında Roma İmparatoru Marcian bölgeyi ele geçirmiş ve Laz Kralı Gobazes’e (Gubaz) boyun eğdirmeyi başarmıştır.  Bölgeye bizzat giden Prokopius'un notları (MS 554)yazarın Çani olarak adlandırdığı Lazlar hakkında detaylı bilgi vermektedir: Tzaniler, kadim zamanlardan beri, herhangi bir hükümdara bağlı olmayan bağımsız bir halk olarak yaşamışlardır. Ömürlerinin tamamını gökyüzüne doğru uzanan ve ormanlarla kaplı olan bu dağlarda yaşayarak geçirirler. Zira, toprağı işleme konusunda usta değillerdir ve memleketleri, sarp dağların en az olduğu yerlerde bile oldukça engebelidir. Bu yaylalar, engebeli olmanın ötesinde, son derece taşlık, işlenmesi zor ve hiç bir mahsule uygun olmayan bir toprak yapısına sahiptir. Onlar tarım yapacak olsalar bile, ürün yetiştirmek için yeterli toprak bulamazlar. Burada, ne araziyi sulamak, ne de tahıl yetiştirmek mümkün değildir; çünkü bu bölgede düz bir arazi bulunmaz ve hatta buralarda ağaç da yetiştiği halde, bunlar meyve vermeyen ağaçlardır. Zira bu bölge; bitmek bilmeyen kışın etkisiyle, uzun süre kar altında kaldığından, ilkbaharın başlangıç dönemi son derece belirsiz ve düzensizdir. Bu nedenlerden dolayı Tzaniler eski çağlarda bağımsız bir yaşam sürmüşler, ama şimdiki imparator Justinianus’un saltanatı sırasında, general Tzittas’ın komutasındaki bir Roma ordusu tarafından bozguna uğratıldılar ve hepsi kısa sürede mücadeleden vazgeçerek boyun eğdiler. Böylece, tehlikeli bir özgürlüğün yerine, sıkıntısı daha az olan esareti tercih etmiş oldular. Ve onlar hemen Tanrıya itaat ederek, Hıristiyanlığı kabul ettiler. Böylece yaşam biçimlerini huzurlu bir yola sokmuş oldular ve daha sonra düşmana karşı sefere çıkıldığında, her zaman Romalıların yanında yer aldılar. Bizanslı tarihçi Agathias'ın MS 6. yüzyılda tuttuğu notlarda Laz ve Kolhis  terimlerini özdeştirmektedir: "Lazlar büyük ve gururlu bir halktır ve onlar, oldukça önemli başka kavimlere hükmetmektedirler. Kolkhidalıların antik isimlerine bağlı olmaları ile abartılı bir şekilde gurur duyuyorlar ve muhtemelen kibirli yaklaşımları da bundan kaynaklanmaktadır" Prokopius' Lazlar'ın Roma İmparatorluğu’nun doğu sınırını korumaları karşılığında yarı bağımsız krallıklarında özgür bir hayat sürdüğü bildirilmekteydi. Bizans ile Persler arasındaki mücadelede oldukça yıpranan Lazlar, MS 7. yüzyılın sonlarında, Kolhis’in Arap işgaline uğramasıyla topraklarını terkederek güneye inmek zorunda kalmışlardır. Bizans'ın bölgede etkinliğini yitirmesinin ardından Trabzon İmparatorluğu ve ardından Osmanlı hakimiyetine girmişlerdir. 1877-78 Osmanlı-Rus savaşları sırasında Batum ve civarındaki Lazlarin büyük bölümü Anadoluya göç etmek zorunda kalmışlardır.

Kültür

Küçük bahçesinde kendine yetecek miktarda mısır karalahana kendir, patates, fındık, meyve, salatalık ekiminin yanı sıra evinin altındaki ahırında küçük çaplı hayvancılık, balıkçılık, ku ş avcılığı, fırıncılık ve inşaat ustalığı geleneksel Laz meslekleridir. 1930'lu yıllardan itibaren bölgede ekimine başlanan çay tarımı Laz halkının sosyo-ekonomik seviyesini yükseltmiş, başta İstanbul olmak üzere göçtükleri büyük şehirlerde küçük esnaflık yapabilecek sermaye oluşturabilmelerine yardım etmiştir.

Giyim

Laz erkeğinin geleneksel kıyafeti Samsun - Batum arasında Osmanlı döneminde giyilmiştir Laz kıyafeti olarak adlandırılmıştır: Başta kabalak, kukul adı verilen siyah başlık, zipka adı verilen siyah körüklü şalvar, çuha adı verilen burnu kalkık çarık, omuz başları ve dirseklerine meşin şeritler dikilmiş siyah aba ceket, belde kalça üzerinde şal (trablus ya da lahor) kuşağı, Çerkez kemeri, ayrıca aksesuar olarak yağdanlık, kama, pazubent, hamayıl, zincir.

Laz kadını, Anadolu kadınından farklı olarak şalvar giymemekte eteğine ortkapu adı verilen bir kemerle bağlamakta, başını keşanveya tülbentle örtüp, beline fota adı verilen peştemalisarıp, boyunlarına altın liralar takmaktaydı.

El sanatları

Osmanlı döneminde Lazlar inşaat ustalığıyla ünlü olup sanatlarını 1917 Ekim Devrimi'ne dek çalışmak amacıyla gittikleri Rusya ve Anadolu'da icra etmekteydiler. Kesme taş veya tamamen ahşap malzemeden yapılan (ahşap-çatma) geleneksel Laz evleri, kışlık tahılı saklamak amacıyla kullanılan serenderler ve ahşap oyma sanatının icra edildiği yapıların ayakta kalabilmiş örneklerine bölgede halen rastlanmaktadır. Yakın zamana değin gerçekleştirilen, şekil, büyüklük ve kullanım amacına göre hentskeli, kalati, gudeli olarak adlandırılan sepet örme sanatı da günümüzde terk edilmek üzeredir.

Mutfak

Geleneksel Laz mutfağının temel besin öğeleri Trabzon ve Rize’de olduğu gibi mısır, karalahana ve hamsi olmakla birlikte geleneksel pişirme teknikleri ve pek çok özgün yemek değişen yaşam koşulları sebebiyle terkedilmiştir. Laz mutfağının en çok bilinen yemekleri şunlardır: Çirbuli, Pilavi Makarina, Kveli kağimağoni, luku, Ağani lobia, kumhi lobia, kotumeş dolma, Princoni, papa (mamalika), bureği,baklava, patlicani tağaneri, patlicaniş dolma, mtkui patlicaniş giyai, turşi tahaneyi, kabağiş sutli, termoni

Müzik ve halk dansları

Şimşir kaval ve kemençenin seyrek de olsa kullanımına karşın temel geleneksel enstruman tulum, geleneksel halk danslarının yegane adı ise horondur. Laz ve Hemşin horonlarının Trabzon horonlarından başlıca farkı horonlara sözlü iştirak edilmesi ve omuz silkme figürünün eksikliğidir.

Avcılık

Laz balıkçısı feluka (< filika)adını verdikleri av kayıklarını kendileri inşa etmekte, ağlarını kendileri örmekteydi. Laz balıkçılar zargana, hamsinin yanı sıra çakmaklı tüfeklerle 1970'lere dek yağı için yunus balığı avlamışlardı. Lazlar aynı zamanda ağ kullanarak ya da atmaca evcilleştirerek kuş avlama sanatında da ustadırlar. Lazca ve Megrelce aynı kökten gelmektedir 1878 yılında Batum Rusların eline geçince bura halkının çoğu Anadolu’ya göç ettiler. Bu tarihlerde Batumun Liman Köyünden Bekaroğlu Osman, Akçaşehir’e gelerek Çuhalı Çarşı etrafında diğer ailelerle birlikte yerleştiler. Mahallenin adı bu zatın adına izafeten verilmiştir.

MANAV KÜLTÜRÜ

Köyde kültür Osmanlı manav türklerinin kültürü hakimdir.fırında yapılan mancarlı pidesi meşhurdur,köydeki kadınlar fırınları başlarında bir arada olarak mancarlı pide yaparlar. Akçakocada mancarlı pidenin meşhur oluşu buradan kaynaklanır.Köyde kültür Hıdrellez ve aşure günlerinde köyde aileler kendi aralarında toplanarak okulun bahçesinde büyük kazanlarda keşkek çorbası (yakalşık20 çeşit bakliyattan oluşan çorba)pişirirler yer sofralarında herkese ikram ederler buda bizin köyümüzün unutulmaz biryanıdır. Düğünlerde Alaplı çiftelerlisi,misket,kasap havası oynanır ama bu kültür son zamanlarda yozlaşmıştır,Doğu Karadeniz üç ayak oyun kültürü girmiştir öz kültürel değerler yozlaşmış Manav Türkleri kültürüne sahiptir düğünlerde Alaplı çiftelerlisi,misket,kasap havası oynanır ama bu kültür son zamanlarda yozlaşmıştır,Doğu Karadeniz üç ayak oyun kültürü girmiştir öz kültürel değerler yozlaşmıştır Halil İbrahim Yavuz'a ait yüksek lisans tezinden alınmıştır:
Osmanlı Devleti’nin kurulduğu bölge olan Taraklı-Göynük ve çevresi, kültürel miras yönünden çok zengindir. Bu bölgenin
insanları, Osmanlı’nın kültür varlıklarını bugüne kadar koruyup yaşatabilmişlerdir. Bununla beraber kökü Eski Türk İnançlarına dayanan ve İslâm’la çatışmayan örf, âdet, gelenek ve göreneklerini yaşatmakta mahir davranmışlardır. Bayramlar, doğum, düğün, ölüm âdetleri gibi kültür unsurları, geçmiştekine benzer bir şekilde devam etmektedir. Taraklı, Göynük ve köylerinde yaşayan insanlara verilen ad olan Manav kelimesini ve Manavları kısaca açıklayalım. Manav bir yere sonradan gelenleri, yerleşik olanlardan ayırt etmek için kullanılan ve önceden yerleşmiş olan yerlileri ifade eden yöresel bir mefhumdur. Kırsal bölgelerde yaşayan Manavlar, genelde epey çekingen, uysal, mülayim ve başkası tarafından söylenenlere fazlı karşı çıkmayan sosyal uyumu ağır basan insanlardır. Kendi ifadelerine göre, “yedi kez düşünmeden adım atmayan, yavaş davranan, gereksiz tartışmalara girmeyen” temkinli bir insan portresi çizmektedirler [İşsever, 1994: 23-31].
Manavlar, Osmanlı Devletinin kurulduğu bölge sayılan Aşağı Sakarya, Batı Anadolu’da Bursa çevresi, Batı Karadeniz de Kastamonu ve çevresine
yaşamaktadırlar. Özellikle Aşağı Sakarya kesiminin Taraklı, Geyve, Pamukova çevresinde yoğun olarak yerleşmişlerdir. Buralarda kendilerine has yaşam süren manavlar örf ve adetlerini devam ettirmektedirler. Manav köylerinde eski Türk kültürüne ait izler çoktur. Bu bölgelerin hala tarım ve hayvancılıkla uğraşmasından, Bayat, Emirler, Demirler, Yahyalı, Akpınar gibi Türkmen boy ve oymaklarının isimlerini taşımasına barındırdıkları maddî ve manevî kültür kadar pek çok örnek verilebilir. Manavlar Türkmen gruplarında olup çok eskiden beri köy hayatına hatta şehir hayatına geçmiş yerlilerdir. Buna göre manav adının etnik bir manası yoktur, manavlardan Oğuz Türklerinden gelmektedirler [Yaşa, 1999: 293]. Sakaya ve çevresindeki manavlar, bu bölgenin 1290’larda Osman Gazi tarafından fethedilmesiyle buralara yerleşmişlerdir. İlk Türk yurdu olan bu bölgenin yerli Türklerine hep “manav” denilmektedir ve bu bölgede manav, “yerli Türk” manasında kullanılmaktadır [Yaşa, 1999: 288].
Manav sözcüğünün; Türkistan’daki Kazak-Kırgız ve Sibirya’daki Yakut Türklerinde kullanılan koruyucu soylu kişi ve boy beyi manasına gelen “manap” ve “manag”dan geldiği tahmin edilmektedir. Eski Türklerde “v” sesi olmadığı için “manap”taki “p” ve “manag” daki “g” sesleri yumuşayıp “manav” kelimesini oluşturmuşlardır [Yaşa, 1999: 289].
Çağatay Türklerinde “asilzade” manasına gelen manap, Kırgız Türkçesi’nde ağa, bey
anlamında kullanılmaktadır. Türkçe dışında dil bilmeyen topluluk üyelerine yerli Türk anlamında manav denilmektedir [Aktaş,2002: 10]. Batı Anadolu’ya ve Taraklı’ya Türklerin ilk yerleşimi 1291’den hemen sonradır. Yıldırım Bayazıt döneminde İstanbul Sirkeci’de kurulan Türk mahallesinin halkı Taraklı ve Göynük’ten götürülmüş manavlardır [Aktaş, 2002:12]. Taraklı ve Göynük köylerinde yaptığımız araştırmalar neticesinde İslâmlaştırılmış olmakla beraber bir çok eski Türk inancının izlerini görmek mümkündür. Konuşma dilindeki ortak birçok kelime davranışlardaki, giyinişlerdeki bir çok benzerlik manavların oğuz Türklerinden olduğunun işaretleridir. Yerli Türk sanılan manavlar daha Osmanlı devleti kurulmadan bu bölgelere yerleştirilmişlerdir. Taraklı ve Göynük, Manav denilen yerli halkın kendi kültür ve geleneklerine bağlı olarak yaşadığı göçmen bulunmadığı Sakarya İli açısından istisnaî bir bölgedir. Manav kültürünün korunduğu ve yaşatıldığı bu bölgenin dilleri, beslenme, giyim, kuşam, müzik ve eğlence biçimi tamamen kendi örf ve âdetlerine uygun olarak devam etmektedir [Sakarya Valiliği; t.y.: 130]. Dikkatle incelenir ve araştırılırsa, yöreye mahsus örf ve âdetlerin perde arkasında da Eski Türk İnançlarının gizli olduğu görülebilir. (04.02.2007 13:51) Manav Türkleri Anadolu ya 11.y.yılda gelmiş ve yerleşmiş yerleşik Türklerdir.Manavlar ilk geldiklerinde göçebe olarak yaşıyordu.Yani önceki adı Yörük idi.Bu özelliğini kaybetmemiş Türkler şu an Ege bölgesinde ve Akdeniz bölgesinde mevcuttur. Hiç bozulmamış Manav bölgeleri;  Akçakoca,Göynük, Mudurnu, Geyve, Taraklı,Zonguldak (tamamı) ,Yığılca, Bilecik  dır.Ancak 1980 den sonra hızlanan doğudan batıya göç hareketleri başta Akçakoca olmak üzere diğer bölgelerimizi de tehdit.etmektedir.İzmit,İzmir,İstanbul,Bursa,Muğla,Antalya,Düzce gibi şehirlerimiz önceleri sade manav kültürüne sahip idi.Ancak bu göçler sebebiyle kültürü yavaş yavaş yozlaştı ve hala yozlaşmaya devam ediyor.Bu sorunu benden başka gören yada sorun olduğunu kabul eden var mı acaba merak ediyorum. Ancak ben bir yerli Türk olarak bu durumdan çok rahatsızım. Akçakoca lı manavların bir kısmı (Altunçay köyü, Çayağzı köyü) oğuzların Bozok koluna mensup Günhan aşiretındendir.Bu köyler 1234 (1.Alaeddin keykubat zamanında) kurulmuştur.Diğer manav köyleri ise Balatlı köyü bayat boyundan,Kınık köyü Kınık boyundan,Beyveren köyü de Oğuz boylarından biridir.Bu beş köy Akçakoca nın en eski köyleridir.Hatta Bolu,Sakarya,Akçakoca,Yığılca,Düzce,Ereğli Bizans ın elinde iken kurulmuştu http://www.sosyalsiyaset.com/documents/tarakli.htm Türkiye tarihi, 11 yy. Oğuz ve Türkmen denilen Türk ırkının en kalabalık bir kolunun Anadolu kapısını açarak kendine vatan yapmasıyla başlar. Tarihinin en büyük dönüm noktalarından biri olan 26 Ağustos 1071 Malazgirt Zaferi ile Bizans mukavemeti kırılınca artık Türkler karşısında bir ordu kalmayınca, Türkmenler Anadolu’ya yayılmaya ve yurt kurmaya başlamışlardır.Osman Turan, Malazgirt zaferinin “cihanşümul” bir mana taşıdığı ve tarihte bir dönüm noktası olduğunu ileri sürer. Malazgirt Zaferinin İslam ve Hıristiyan dünyalarının kaderine etki eden öneminden sonra, ilk büyük neticesinin “Anadolu Fethi ve Türkleşmesi” olduğuna dikkat çeker. Şu ifadeler oldukça önemlidir. İslam’ın ilk fetihleriyle sadece kanatları koparılan fakat 10. asırda tekrar kanatlanıp taarruza geçen Bizans, Anadolu fethi ile bel kemiğini kaybederek artık tedrici bir ölüme mahkum edilmiş oldu. Nitekim Malazgirt’ten sonra Bizans’ın mukavemeti kalmadığı için, Türkler birkaç yıl zarfında çadırlarını, Boğazlar, Marmara ve Adalar Denizi Ege sahillerinde dikmeğe başladılar.Türklerin Anadolu’ya yöneldiği 11.yy. başlarında, Bizans hem siyasi hem askeri, hem de sosyal ve ekonomik vaziyeti bakımından içi boşalmış, kof bir cüsse görünümündeydi. Türkler Anadolu’ya henüz yerleşmekteyken, Haçlı seferlerinin açtığı yeni bir mücadele evresiyle Anadolu’nun Türkleşmesinin bir asır kadar durakladığından, Orta Anadolu’ya çekilen Türklerin, bir taraftan da burada teşekkül eden öteki Türk devletleriyle cereyan eden kavgalarından ve bunların buhranları artırdığından söz eder. Vaziyetten faydalanan Bizanslılar sahilleri işgal ile Anadolu’yu geri alma ümitleri beslemektedir. Bizans’ın bu ümitleri bir asır sürmüştür. Nihayet Anadolu’da bir Türk birliğinin kuruluşu ve bu vatanın ikinci kuruluşu 2. Kılıçaslan, Manuel Kommenos’a karşı kazandığı Kumdanlı Zaferi (1176) Bizanssın Anadolu’ya Kurtarma ümit ve teşebbüslerine ebediyen son vermiştir ve Malazgirt’ten sonra bu ikinci zafer sayesinde bu memleket artık kat’i şekilde “Türk Vatanı” olmuştur.Anadolu’ya 1071 tarihinden önce de bir Türk yurdudur. Daha 410 yıllarında Hun İmparatoru Atilla’nın amcası Rua İstanbul’a yaklaşmış ve Atilla’nın (441-442) Balkan seferi İstanbul’u tehlikeye düşürmüştür. Bu tarihten sonra 616 yılında yine bir Türk boyu olan Avarlar, İstanbul üzerine gelmişlerdir.Daha Roma ve Bizans dönemlerinde Peçenek, Kuman-Kıpçak gibi Hıristiyan Türk boyları Bartın’dan başlayarak Kuzey Karadeniz sahili Doğu ve orta Anadolu’nun bazı bölgelerine yerleşmiştir. Çeşitli Türk kavimleri Anadolu’nun çeşitli yörelerinde yurt tutmuşlardır.XI. yüzyılın sonlarına doğru çalışma yaptığımız bölgede Selçuklular tarafında zapt olunmuş, İznik ‘i kendine başkent yapan Süleyman Şah bu bölgeyi topraklarına katmıştır. Ardından 1097 I. Haçlı seferinde Bizans İmparatoru Alexios Kommenes tarafından kuşatılan bölge, 1204-1207 yılları arasında Bizans’ta Latin İmparatorluğu kurulunca Latinlerin işgali altında kalmış. İznik Osmanlı Hükümdarı tarafından geri alınmıştır. İzmit Osmanlı padişahı Orhan gazi zamanında, Akçakoca’nın da içerisinde bulunduğu bir komuta heyeti tarafından kuşatılarak zapt edilmiştir. Daha sonra Bizanslılar tarafından şehir tekrar kuşatılmış ve bu kuşatmadan bir sonuç alamamışlardır. Timur’un Anadolu’ya istilası sırasında kuvvetlerinden bir kısmı İzmit’i yağmalamıştır. 1337 yılında fethedilen İzmit bu tarihten sonra devamlı olarak Türk hakimiyetinde kalmıştır.“Türkleşme” her yerde hemen hemen aynı yoğunlukta olmamıştır. Genellikle sınırdaki olayları ele alan vakayı namelerden de anlaşıldığı gibi siyasal yönden batı ve kuzeyde Bizans ile güneyde Ermenistan ile Türk toprakları arasındaki sınırlarda toplanmış olduğu bilinmektedir. Bizanslı yazarlar bazı yerlerden Türkçe adlarıyla söz ederler. Bunda da, bu yerlerin eski adlarını bilen kimselerin bile artık kalmadığını anlıyoruz. Y.Öztuna’ ya göre, 1058 yılında Avrupa’da artık Anadolu’ya, Türkiye yeni Türk ülkesi denmeye başlamıştır. Süleyman şah kapı dağı yarımadasını almış ve Çanakkale boğazını da 1339 yılında Avrupa yakasına geçilmiştir. Artık İstanbul ve Balkanların yolu Türklere açılmıştır.E. Güngör ise, bugün Türkiye’de yaşayan Türklerin atalarının büyük Selçuklu imparatorluğunu kuran oğuz Türkleri olduğunu ve Müslüman olduktan sonra bunlara “Türkmen” adı verildiği üzerinde durur.D.Avaoğu, Türklerinin tarihinde Türkmen deyiminin ilk kez X. Yy. ikinci yarısında Maksidisi’ de geçtiğini zamanla oğuz adının Türkmen adına dönüştüğünün kanıtlarını sunar. “Türkmen” adının yaygınlık kazanmış olduğu belirtir. Oğuzların İslamlaşmasıyla Türkmen adının yaygınlık kazanmış olduğu üzerinde durur.Türkmen’e, Türk iman (İmanlı Türk) Türkmen ben türküm gibi anlamlar yakıştırılsa da, Jean Deny görüşüyle “men” kuvvet ekidir ve Türkmen “Türklerin türkü “Öztürk” anlamına gelir.XI. yy. da Anadolu’ya gelen Türk boylarının konar göçer olduklarını Türkmen adının Anadolu’da konar göçerlikle eş anlamlı olduğunu, daha sonra konar göçerliği bırakarak yerleşik hayata geç tiklerini ve Anadolu’ya yurt edindiklerini biliyoruz.Türkmenlere bir müddet sonra Türkmen denilmeyerek, yerli veya manav denilmiştir. Türkmenlerin konar göçer halde hayatlarını sürdürenlerine ise, bu özelliklerinden dolayı (Yörük) adı verilmektedir. Konar göçerliğin özünde hayvancılık var, yeni otlaklıklar aramak var. Kısaca; yürümek var. Bu hayat tarzı da yürüyen Türk anlamında “YÖRÜK”Ü oluşturmuştur.Yörük’le Türkmen’in aynı etnik zümreye ait olan iki kelime olduğunu rahatça söyleyebiliriz. Anamur’da Yörüklere “yaylacı” yerleşik halka yaycı denildiğini Karadeniz’de bil hassa Giresun’da bu kavramları Çepni bir oğuz boyunun da adıdır ve ekinci kelimelerinin karşıladığını belirtmekte Anadolu’nun muhtelit yerlerinde Türkmen Yörük göçer kelimelerine karşılıktır.Peter Alford Andrews Türkiye’de etnik gruplar adlı kitabında Türklerin kendi etnik gruplarının pekala farkında olduklarını bu grupların nerede bulunduklarını tam olarak söyleyebileceklerini kendilerine Türkmen yerine yerli Yörük yerine manav tanımlaması getirdiklerini, bu iki sözcüğü de “doğma büyüme buralı” anlamını çağrıştırdığını, bu terimlerin şehirden çok köyde kullanıldığını aktarmaktadır.Adapazarı, Bilecik, Balıkesir, Bursa, Çanakkale, Kastamonu, Kocaeli, Eskişehir, Afyon ve Zonguldak da yoğun olarak yaşayan Türkmenlere yerli veya manav denilmektedir.“Manav” kavramı farklı kaynaklar şu şekilde tanımlanmaktadır.Meyve sebze satılan dükkan, bu dükkanda meyve ve sebze satan kişi.Genel manada Anadolu Türkü, Öztürk, Sadık Osmanlı Tebası. Balıkesir Bandırma ilçesinde de, “manav” adı verilen uzun süredir yerleşik olan ve tarımla uğraşan yerli toplumlar vardır.İzmit sancağının yerli ahalisi, eski Türk boy ve oymaklarına mensup Türk göçebeleri zamanla göçebeliği terk edip iskan edilince manav adı verilmiştir.Yerli Türkmen, gibi yorumlamalar yapılmıştır.Genel adı Türk olan bu insanlara yöresel adlandırmaları ile yerli, manav, pallık (Artvin’in bazı bölgelerinde ), dadaş (Erzurum’da) efe (Ege), Zonguldak Bartın’da kıvırcık Toroslar da alevi Türkmenlere tahtacı, Balıkesir’deki alevi Türkmenlerine çetmi denildiğini biliyoruz.Kültürün kimlik tanımını etkileyen bir öğedir düşüncesinden yola çıkarak sözlü kaynaklara başvurulduğunda;

Söz konusu Oğuzların kayı boyu olan bu Türkmenlere “Size niçin manav deniliyor? Manav adının nereden geldiğini?” sorduğumuzda, aldığımız cevapların bazıları şunlardır:Yerli Türk.

Yörükler yürümeyi ve hayvancılığın yanında tarımla da uğraşmaya başladığı ve de yerleşik hayata geçtiği için “manav” denildi.Orta Asya’dan Batı Anadolu’ya gelen Türkmenlere verilen ad.Türk oturursa manav, gezerse Yörük olarak tanımlanır.Manav; toprağa ektiği keteni yetiştirip, olgunlaşan bu bitkiyi işlemeye başlayarak, tohumundan yağını, liflerinden de eğirip, büzerek giyeceklerini dokuduğu insanlardır. Hatta ketenin liflerini tabi boyalarla boyayarak en güzel kumaşları dokurlar. Buğdayını arpasını kendi yetiştirir. Yemeklik yağını ketenden kendi çıkarır. Sebzesini de bostan dediği avlu ile çevrili sulu tarlasından, bahçesinden yetiştirir. Kısaca; her ihtiyacını kendi kendine karşılayan kimseye muhtaç olmayan insanlardır.

Özelilikle Batı Anadolu’da yaşayan bu Türkmenistan türkü insanlar, sosyolojik açıdan değişime açık, bağnazlıktan uzak, üretken, barışçı, ihtirasları ölçülü, farklı kültüre sahip insanlarla da birlikte yaşama iradesi olan ve de devlete saygılı insan gruplarıdır manavlar.

Osmanlı Devletini kuran bu insanlar, devlet kurulduktan sonra da Türkmenistan’dan ağırlıklı göçle beslenerek Kocaeli, Bolu, Yalova, Bursa, Bilecik, Sakarya, Afyon, Eskişehir, Zonguldak ve de Balıkesir’in bir kısmında yaşadılar. Gerek Osmanlı gerekse de Türkiye Cumhuriyeti döneminde, devlete sadakatlikleri ve başkalarının haklarına saygı duymaları ile tanınırlar.Bu Türkmen topluluğuna “manav” denilmesinin esas tarihi gerçeği şudur;

Osmanlı Devleti kurulduktan sonra, her Türkmen boyu çıkardığı ve ürettiği ne varsa, yılda bir kere hiçbir karşılık beklemeden Osmanlı Sarayına gönderirdi.Bolu kabak, Afyon ve Eskişehir bulgur ve tarhana, Adapazarı ve İznik civarında sebze, İzmit Tavşancıl’dan üzüm saraya gönderilirdi.Bolu, Bursa, Kocaeli, Yalova, Eskişehir, Afyon, Yalova, Zonguldak ve Balıkesir bölgelerinden sadece hububat, meyve ve sebze gitmezdi, saraya koyun, kuzu, keçi, oğlak yağ ve kavurmada gönderilirdi.

İşte; Osmanlının bu sadık tebası olan manav, bazı yerde de Yörük diye adlandırılan bu insanlara, bulundukları yerlerdeki azınlıklar (Ermeni-Rum). “Yahu, siz Osmanlıyı besliyorsunuz. Karşılıksız her şeyi saraya gönderiyorsunuz, siz Osmanlının manavı mısınız?” derlerdi. Bu devlete sadık insanlarda “Evet, biz Osmanlı’nın manavıyız. Osmanlının manavı olmakla da gurur duyarız. Devletimize yardım etmeyi de bir şeref biliriz” derlerdi.

İşte, o gündür, bu gündür azınlıkların hazımsızlıkla, kıskançla söyledikleri bir addır MANAV tanımlaması. Osmanlının Sadık tebası, Özbe Öz Türk. Türkmen - Yörük kül türünün has insanlarıdır manavlar.Yine sözlü kaynaklardan halk arasındaki tanımlamalarla, manavların kişiliklerine ait bazı tespitler.Manav ve macıra senet gerekmez Manavın sözü senettir. Devlete, nizama son derece bağlı ve itaatkârdır. Hırsızlık yapmazlar. Herkesin mahsulü harmandadır. Kız kaçıranlar, kavgalı olanlar köyde barınabilirler ama hırsızlık yapanlar asla barınamazlar.

Bir Karadeniz göçmeninden derlenen tanımlama; manavın sessizine aldanma.

Manav uysaldır. Sessiz sakin insanlardır. Ama manavın damarı kabardı mı yanına gitme, Ayranlığı değişilmeye görsün.Manavlar birbirini tutmazlar, ama ayrıda yaşamazlar

Manavlar temiz kalpli, saf insanlardır.Yusuf Çam Milli Mücadelede İzmit Sancağı adlı eserinde Milli Mücadelenin başlangıç döneminde İzmit Sancağında yaşayanların %70 Müslüman %30 kadarı çoğu Hıristiyan olmak üzere azınlıklardan oluştuğunu ve bölgenin sosyal yapısını üç büyük sosyal bütünlük halinde görmek gerektiğini öne sürer.

Hıristiyan Azınlıklar ( Ermeniler, Rumlar, Yahudiler )1830 yılından itibaren bölgeye yerleşen (Muhacirler, Balkan ve Kafkasya)Bölgenin yerli (otoktan) halkı bu son boşluğu açarsak; bölgenin yerli halkı manavlardır (yani Türkmenlerdir) demektedir.Kültür, bir toplumun hayat biçimidir. İnsanoğlunun öğrendiği bilgi, sanat, gelenek – görenek ve benzeri yetenek, beceri ve alışkanlıkları içine alan karmaşık bir bütündür.Türk tipinin bulunduğu coğrafi bölgeye göre etkilenen ve karışarak değişik özellik kazanan bir ırk olduğu dile getirilmektedir. Özellikle Marmara Bölgesinde yaşayan kişiler MANAV olduklarını söylemektedirler. Manav Türkmen kültürünü anlayabilmek için, Manavlar hakkında etnografik bilgilere ihtiyaç vardır. Örneğin keten el dokumacılığı manavlarla bütünleşmiştir. Çiftçi ailesinin boş zamanlarında tarımdan arta kalan günlerde uğraştığı, hem kendi ihtiyacını karşıladığı hem de fazlasını satın para kazandığı veya yöresindeki hammaddeden ve boş duran iş gücünü değerlendirdiği yardımcı bir el sanatı durumundadır. Ekilip dokuma durumuna gelinceye kadar, havuzlama, kurutma, kırma, tarama, yumuşatma, eğirme, ağartma, çözgü hazırlama aşamalarından geçen keten; dokunup çarşaf, yaygı, yorgan yüzü, yastık kılıfı, elbiselik, yolluk, çuval olarak Manavların ihtiyaçlarını görmektedir.Geleneksel giyimin parçaları olan uçkur, önlük, yağlık, çevre keten bezinden yapılır. Şalvar ve sırta giyilen içlik saya mintan, hırka ise zaten ketenden diğer bir adıyla kandıra bezindendir.Manavlar ketenin çöpünü bile ziyan etmez. Bu bir mübalağa değildir. Ketenin çöpünden yatak, minder yapar, keten tohumunun yağını yemeklik olarak kullanır ve kandilinde yakar.Şehre sadece tuz almaya, şeker almaya giderlerdi. Bazen de şeker ihtiyacını yaptıkları pekmezle karşılarlardı. (Dut, elma, pancar, armut ve şeker kamışı pekmezleri )Manavlar, bölgenin tarım ve hayvancılık özelliklerine uyum göstermiştir. Tahıl, keten, kenevir, meyve, sebze tarımı, bağcılık, son zamanlarda fındıkçılıkla uğraşmışlardır. Manavlarda özellikle Kandıra hayvancığının önemi büyüktür. Koyun, keçi, hindi, küçükbaş, sığır, dombay (manda) gibi büyükbaş hayvan yetiştiriciliği yapmaktadır.

Keş, yağ, peynir, yoğurt üretmişlerdir ki Kandıranın yoğurdu meşhurdur, bu üretimin bir kısmı aile içi tüketime tahsis edilmiş, bir kısmı satışa sunulmuştur

 

Mimari : Manav köylerinde halk mimarisinin ilginç bir örneği ahşap yığma şeklinde olan çandı evler bulunmaktadır. Gerek Selçuklu, gerekse Osmanlı döneminin bu orijinal ahşap örnekleri günümüzde tek tük de olsa ulaşmıştır.Kandıra ve Kandıra’nın hemen yanı başında bulanan Taşköprü çevresinde yöresel adıyla, üç çandı camii kalmıştır. Tatar Ahmet, Karagüllü, ve Hatipler köyü civarıdır.

Kandıra, Kaynarca dolaylarındaki Çandı camilerinin çoğunda Orhan Gazi döneminde ait bulunduğu ve bu tür camilerin kesinlikle Akçakoca Bey’in fethettiği yerlerde yapılmış bulunduğu, Orta Asyadan gelen bu mimarinin anısına sadık olan Büyük Kahraman Akçakoca’nın isteğine bağlı olarak bu camilerin yaptırdığı kanısı öne sürülmektedir.

Çandı evler geleneksel Türk ailesinin yaşam şekline göre planlanmıştır. Evin tam ortasında ocaklı bir oda bulunmaktadır, Odanın etrafında onu çevreleyen bir dolaşma yer almaktadır. Evin girişindeki hayat denilen geniş alan bu dolaşmayla birbirine açılmaktadır.

Evler iki katlı olup alt katta ahır bulunmaktadır. Yaşam mahallinin ahırın üzerinde yer almasının amacı hayvanların ve nefeslerin oluşturduğu sıcaklığın üst katın ısınmasında katkı vermesidir. Aynı zamanda da mal canın yongasıdır. Hayvanlar ailenin gözü önündedir.

Çandı yapının en önemli özelliği çapındaki kütükler düzgün yontularak birbiri üzerine binen U kesitli boğazlarla kenetlenmektedir. Boğaz kısmından ağaçlar uzatılarak uçları aynı hizada düzgünce kesilmektedir. Kertilip birbirine geçirilen uzun kütüklerde çivi kullanılmamaktadır. Bu yapılar kültür özelliği olmasının yanı sıra birer sanat eseridir. Kışın sıcak, yazın serindir. Aynı zamanda depreme son derece dayanıklıdır.

Görüyoruz ki; Orta Asya’dan Anadolu’ya gelen Türkler manevi kültürlerinin yanında maddi kültürlerini de getirmişlerdir.

 

Manav Mutfağı;

Manav mutfağı karbonhidrat ağırlıklıdır diyebiliriz. Buğday başta olmak üzere tahıl maddeleri ana öğedir.Türklerde çok eski ve yaygın bir çeşit olan gözleme manavlarda da vazgeçilmezdir. Yine bu çeşide yakın bazlama ve cızlamayı sayabiliriz. Bazlama biraz kalındır. Ve ekmek işlevi görmektedir. Cızlama ise taşmış ve yumuşak hamurun daha ince pişirilmiş bir versiyonudur.Bu mutfağın en kendine has örneklerini vermek gerekirse, malay (mısır ve buğday unundandır, dartılı veya pekmezli yenir) mancarlı pide (bu genel bir başlıkla söylenirse ıspanaklı pidedir. Ispanakla sınırlanmaz. Pidenin içi gazicek otu, efelik, kaldirik otu, gışırık otu olur ama başlık aynıdır; mancarlı pide)

 

Dartı : Dartı başlı başına konudur. Bir imzadır bu mutfakta. Bekletilen sütün üstündeki kaymak, yoğurdun kaymağı toplanarak kaynatılır. Kaynatma süresi istenen kıvama göre değişmektedir. Çok kaynatılırsa yağı iyice ayrılır, az kaynatılırsa daha krema görünümünde olur. Bir iki maddede yapımını açıklayacağımız bu yiyecek kahvaltılarda baş tacı yemeklere çeşnidir.

 

Keşkek : Çok eski bir yemektir. Oğuz Türkmen boylarının vazgeçilmez yemeğidir. Buğdayın dövülmüşü kaynatılır içine et katılır. Üzerine mutlaka dartı koyulur.

Keşkek aslında düğün ve bayram yemeğidir. Eskiden bayramlarda asla es geçilmezdi.

 

Keş : Eski bir ağartıdır süt ürünüdür. Kesilmiş sütten yapılır. Kendi kendine toplanan süt bir tülbentle süzülür ve kurutulur. Kahvaltılık veya hamur işlerinde iç malzemesi olur.

İçecek olarak komposto ( hoşaf ) ve ayran sayabiliriz. Komposto için tercih edilen meyveler elma, armut, ayva, eriktir. Kurutulur, kurutma işlemi sonrası erik(kak) diğerleri (buruç) kıvamındadır artık..

Kışlık hazırlıklarda ise; pekmez, tarhana, salçalar, meyve kuruları ve kendi tuzlu suyunda uzun süre bekletilmiş sert peynirler yapılırdı. Bu kıvamdaki peynirler közde veya tavada kızartılıp tüketilir.

Çorbalarda kesin bir un malzemesi hakimiyeti vardır.

Kesme çorbası

Dımbıl çorbası

Umaç Çorbası

Erişte Çorbası

Tarhana Çorbası

Mancar Çorba ve yemekleri

Ana başlıklar halinde söylediğimiz manav mutfağı; her yöre mutfağında olduğu gibi yeniden keşfedilmeyi bekleyen lezzetlerin sahibidir.

Özellikle gözleme, cızlama ve bazlamaç çok özel yemeklerdir. Bugün bile gözleme deyince akla manavlar ve Yörükler gelir. Aynı kültürün insanları.

Sadece Batı Anadolu’da değil, Ege ve Akdeniz bölgesinde de, bu yerleşik veya kısmen Yörük olarak adlandırılan bu insanların en önemli yiyeceklerinin başında gözleme gelir.

Her evde kışlık tarhana, kuskus, buruç (elma, eriği armut vs.) vardır. Yazdan yapılmış peynirleri vardır. Kavurmalar pek çok aile tarafından toprak küplere yazdan basılır.

Pekmez (pancar, şekerkamışı, elma, armut vb. meyvelerden elde edilen tatlı) hemen hemen her evde bulunur. Enerji kaynağıdır. Kışın soğukta özellikle yenir.

Manav mutfağının en önemli yemeklerinden biri de “Malay” yemeğidir. Bazı yörelerde “kaçamak” diye de anılan bu yiyecek, yoğurt ve pekmezle iştahla tüketilir. Mısır malayı veya buğday malayı, her ikisi de bu yerli halkça çok sevilir.Mancarlı pide, manavlarda gözde yiyeceklerdir. Mancar (ıspanak, gazicek, efelik, gışırık, kaldirik, (çiçekli mancar) kabak urgan ucu, pazı vs.) bitkilerin ortak adıdır.Mancarlı olarak yapılan bu un mamulü pideler, dartı, sütçiği, peynir, keş gibi süt ürünleri ile de karıştırılır, desteklenirse mükemmel bir yiyecek ortaya çıkmış olur. Bozkurt Güvenç’in yaklaşımıyla dile getirecek olursak; bir manav ırkı belki yoktur ama görünen o ki bir MANAV kültürü vardır.

·         Sümeyye Köktürk yazılar

AKÇAKOCADA

Bu bölümü hazırlarken Nilgün Altınışık’ın 1996 yılında hazırladığı Akçakoca Folkloru adlı Lisans bitirme tezinden yararlanıldı. Akçakoca merkez  ve Edilli Köyünde kalabalık bir gurup oluştururken diğer köylerde de küçük guruplar oluşturur. Vedia Emiroğlu, edilli köyünün kültürel boyutunu incelemiş ve “Edilli Köyünün Kültür Değişmesi Bakımından incelemesi “ adı ile 1972 yılında kitap halinde yayınlanmıştır. Bu kitaptan yararlanarak kendi gözlemlerimizi de katarak Laz folkloru hakkında bilgi vermeye çalışacağım. İsa’dan önce 331 tarihinden itibaren Ab hazlar Kafkasya’daki yurtlarında 1864 yılına kadar genellikle bağımsız olarak yaşamışlardır. Abhazya geçmiş yüz yıllarda sıra ile Türklerin ve Gürcülerin işgali altında kalmıştır. Nüfusunun büyük bir çoğunluğu Türk hakimiyeti esnasında islamiyeti kabul etmiştir. Müslüman olmuş büyük bir nüfuz Abhazya da oluşmuştur.

 

           

 Kız ve Erkeğin Tanışması :Akçakoca’da mısır bitkisinin fazla ekildiği, fındığı kozalarından ayırma makinelerinin daha ortaya çıkmadığı dönemlerde mısır soyma, fındık ayıklama imeceleri yapılırdı. Bu imecelere kız ve erkekler bir arada katılırlardı. Mısır çapalama, fındık toplama işleri de imece şeklinde yapılırdı. Akçakocalı kız ve erkek gençler birbirlerini bu imecelerde, kasabaya inme sırasında, dereye suya giderken, nişan, düğün gibi eğlencelerde tanırdı.Kız ve erkeğin ortaklaşa güvendikleri bir kadını aracı olarak kabul eder ve sevgi nişanelerini birbirlerine bu aracılar ile gönderildi. Bu günde buna benzer olaylara şahit olunmaktadır. Çoğu kez kız erkeğe, kendi işlediği bir mendili, oğlanda kıza gülyağı, şeker, lokum, küpe, yüzük gibi hediyelerde gönderirdi.

Sevdalık Günleri :Akçakoca gençleri arasında sevdalık günleri çok önemliydi. Sevenlerin arkadaşları vardır. Bu arkadaşlar erkek ise, hep seven erkeğin etrafındadır, arkadaşları için pervane olurlar, hep beraber gezerler. Başkaları seven erkekmiş izlenimi yaratırlar. Örneğin; Sevdiği kız salıncağa binerse, önce aşık olan silahını boşaltır. Bunun anlamı: Bu “Seni başkası severse onu öldürürüm” anlamına bir mesajdır. Ardından aşığın arkadaşları silahlarını boşaltırlar. Bunun da anlamı: “Bir arkadaşımızın arkasındayız” demektir Durum herkes tarafından anlaşılır, kimse kimsenin sahasına girmez. Erkek evlenme arzusunu ailesindeki kadınlara açar. Zaman içinde gelişen olaylar oğlanın anası tarafından babasına iletilir. Günler ve gecelerce ne olup olmayacağı, aileler arasında düşünülüp tartışılır. Sonunda kız tarafının kıramayacağı bir elçi bulunur. Elçi baba ve annenin ağzını arar. Olumlu yanıt alınca kızı istemek için girişimlerde bulunur.Toplum kız isteme konusunda çok duyarlıdır. İstenilen bir kızın verilmemesi ya da söz kesiminden sonra dönülmesi erkek tarafından hakaret kabul edilir. Bu tür olaylar genellikle kan davası gibi olaylara sonuçlanır.

Sıra Gözetme : Ablası bekar olan, evlenme çağındaki erkek bu kuralı bozup evlenebilir. Erkek toplunda kadından önce gelir. Erkek kardeşler arasında da sıra gözetilir. Miras taksiminde kızın payı erkeğe göre yok gibidir. (Bu gelenek Lazlarda daha çoktur.)Son zamanlarda Bölgede kızlar arasında sıra gözetme geleneği vardır. Büyük kız varken küçük kız evlenmesi ayıplandığı gibi baba buna kesinlikle karşı koyar herkes hakkını yavaş yavaş  alma yolunu tutmaya başladı.

Başlık Parası :Akçakoca ve köylerinde başlık parası vermek hemen hemen yok gibidir. Yalnız fakir ailelerde kızına çeyiz yapabilmek için bir miktar para ödenir. Başlık parası verme Laz ve Gürcü ailelerde, Rizeli  toplumlarda daha az uygulanır. Abazalarda başlık parası alınmaktadır.

Kız Kaçırma Olayları :Abazalarda düğün çok masraflı olduğu için, özellikle birbirini seven çiftler kaçarlar. Bu danışıklı döğüştür. Kız kaçırılmadan önce nüfus cüzdanı kaçırılır. Kızın yaşı on sekizden küçük ise kız kaçırılınca erkeğin akrabalarından birinin evinde saklanır. Daha sonra aileler arasında anlaşmaya gidilir. Kaçırılan kızın yanında kıza yakınlığı ile bilinen kızın arkadaşı ile kaçırılır. Bu kıza tasavize denir. Kız emin bir ailenin yanına misafir edilir. Düğün yapılıncaya kadar kız o evde kalır. O evde her akşam eğlence yapılır. Bunun adına taşamhara denir. Kız-erkek anlaşarak kaçmışlarsa iki tarafın aileleri bir müddet birbirleriyle görüşmez. Daha sonra aracılar yardımıyla taraflar barıştırılır. Ancak yıllar süren küskünlükler söz konusudur. Kız kaçırmada kızın rızası yoksa olay kan davasına kadar gidebilir.

Kız İsteme Geleneği :Ön hazırlıklar tamam olunca kız babasının sevdiği birisi erkek tarafı ile birlikte kız istemeye gider. Erkek tarafından ağzı laf yapan biri sözü açar Biz Allah’ın emri, Peygamberin kavli ile kızınız ...............’yı oğlumuz ..............’ya istemeğe geldik” der. Baba da;Allah yazdıysa olur. Amma bir düşünelim. Soracak adamlarımız var onlara soralım” der. Bu biraz naz etmek ve kendi akrabalarına paye çıkarmak için söylenmiş bir sözdür. Bir müddet biçilir. Bu arada istiyorlarsa, el altından erkek tarafını cesaretlendirecek haberler iletilir.Bu dönemde, kız ile erkek karşılaştıklarında kaş göz işaretleri ile birbirlerine cesaret verirler. Kız belli bir süre sonra istenir.

Söz Kesme ve Nişan Olayı ;Eskiden erkek askere gitmeden nişanlanırdı. Nişanlık süresi, askerlik, para yokluğu ile ilgili olarak 2-3 hafta ile bir yıl arasında değişir. Yerli halk arasında beşik kertmesi kesinlikle yoktur. Göçmen köylerinde beşik kertmesine rastlandığı söylenmekte ise de tespit edemedim.Kız istemede erkek tarafından hediye olarak getirilen “kutu şekeri” ertesi gün iade edilmez açılırsa, kızı erkeğe verildiğine işarettir.Taraflar tarafından söz kesiminden sonra oğlan tarafından akrabaları kızın evine yüzük, kutu şekeri ile elbiseler, çorap ve terlik alıp giderler. Nişanda yüzükler takılır. Bazı köylerde nişanda erkeğin bulunmadığı, akrabası tarafından kızın parmağına yüzük takıldığı söylenmekte ise yerli köylerde böyle bir gelenek bulunmamaktadır.Bir süre sonra kız tarafı, yüzük, bir kat çamaşır, kaynanaya elbise alıp oğlan evine getirirler.

Çeyiz Geleneği
:Çeyiz olarak sandık, yatak, yorgan, yelek, şalvar, bakırdan mutfak eşyası, elde dokunmuş yer hasırı, hasır seccade, ottan duvar yastığı, kanaviçe işler ve örtüler vardır. Çeyizin miktarı ailenin mali durumu ile ilgilidir. Yerli halkta çeyiz eşyası, Doğu Karadeniz kökenli ailelerde olduğu kadar fazla olmakla beraber, kızlar mirasta erkek kadar hakka sahiptir.

Kına Gecesi :Düğün geleneğinin ilk kademesi kına gecesidir.Kına gecesi Çarşamba günü yapılır. Kına gecesi için erkek tarafı beraberlerinde taraftarları ile birlikte yanlarına kına alıp gelin evine gidilir. Dört kız çarşaf veya büyük bir yazmanın altına gelini alırlar. Bir kız gelinin eline tabaktan kına yakar. Elleri temiz beyaz bezlerle yumrukları bağlanır. Bir taraftan da maniler söylenir. Hem gelin ağlar, hem etrafındakiler.
İzzet ve ikramdan sonra erkek tarafı evlerine gelir. Damadın evi önünde büyük bir ateş yakılır. Kız tarafı tavuk istemeğe gelir. Her evden birer tavuk alınır. Ateş yanınca baklavalar getirilir. İkramlar yapılır. Kız tarafı darıltılmadan uğurlanır.Kına gecesi bayramlık elbiselerini giyen genç kızlar çiftetelli, topal oyunu, orta oyunu gibi oyunlar yaşlı bir kadın denetiminde oynanır
 Düğünden bir gün önce gelinin ve yakınlarının eline kına yakılır kına erkek tarafından getirilir kına yakma töreni boyunca maniler söylenir gelin ağlatılır,kına gecesi kızlar çiftetelli ve çeşitli oyunlar oynar.Köy lisanı ile mani ve türküler söylenir.

 

‘’Yukarı köyün çakalları                        Yukarı köyde çakal yok

   Aşağı köyün bakalları                         Aşağı köyde bakal yok

   Damat beyin sakalları                         Güveyin sakalı yok

   Gelin kınan kutlu olsun                       Gelin kınan kutlu olsun

 

   Kına gecen hoş olsun                          Köyümüzden çıkıyorsun

   Evin bereket dolsun                            Bize veda ediyorsun

   Damat bey eşin olsun                         Yeni yuva kuruyorsun

   Gelin yuvan mutlu olsun                    Gelin kınan kutlu olsun’’

  Diye maniler söylenir.

 

 

Düğün Günü :Düğün genellikle nişandan en az bir yıl sonra yapılır. Bindallı ve benzer gelenekler yoktur. Eskiden gelin renkli ve temiz ipekli elbise damat ise don pantolon üzerine beyaz gömlek ve işlemeli yelek giyerdi. Güvey fakirse beyaz elbise ödünç alınırdı.Eskiden olduğu gibi gelin kayın baba ve yakın akraba arasına giderdi. Gelin evden çıkarken, kız kardeşlerden biri, yoksa akraba kızlardan biri çeyiz sandığı üzerine oturup sandık haracı isterdi. Ayrıca kapıdan çıkarken erkek kardeş, kapı haracı olarak bir miktar para talep eder.Köylerde, genellikle bir öküz arabası süslenirdi. Üstüne halı ve kilimlerle bir örtü yayılır. Araba çan ve zillerle bezenir, köylüler şık giysilerini giymiş, arabanın önündü, ardında, yanında yürüyerek giderlerdi. İkide birde araba durdurulur:- Ala ala hay... diye bağırarak düğün evine varılır. Yolda devamlı halaylar çekilir. Kasap oyunu, Kastamonu zeybeği gibi oyunlar oynanır. Gelin alayı, çeşitli yollardan dolaşarak damat evine varırdı.Gelin alınmadan o köylülere veya mahalleliye pilavlık parası verilir. Gelin arabaya binmeden bolluk ve bereketli olsun diye ya damadın babası veya yakını bozuk paralar içinde şekerler, buğdaylar serper, çocuklarda bunları birbiri üzerine yığışarak kapış kapış toplardı.Köyden çıkıncaya kadar çeşitli yollardan dolaşarak damat evine varılır. Gelin arabadan inmez, bahşiş ister. Bir inek ya da tosun getirilir. Kulağı kesilerek işaret verilir. Kapı önünde kurulan bir masada kız tarafı tatlı, şeker, sigara, mermi gibi isteklerde bulunur. Bu istekler karşılanıncaya kadar gelin bekletilir. Bu durum bazen üç dört saat kadar sürer.Gelin eve girerken eğilip eşiği öper. Bolluk getirmesi düşünülerek mısır, buğday, şeker, bozuk para atılır. Akraba ve komşular başlarında birer tepsi baklava alarak erkek evine giderler. Tepsiler üst üste kümelenir.Erkeklerde evin önünde yakılan ateş etrafında oynarlar. Bu oyunlar kadın kıyafetine girmiş köçekler tarafından oynanır. Eğer aile varlıklı ise dört köçek, dört davul, dört zurna ve dört keman bulunur.Diğer köylerden geleneklerde kafileler halinde düğüne katılırlar. Kimileri koç, kimileri koyun getirir. Meydanda ikramlar yapılır.Yenip içilir. Sonunda köylüler misafirlerini evlerine götürürler.Hoca nikahı yapılır, bu adet yaygındır. Hoca nikahı yapılırken gelinin yanında dadı veya bibi (teyze, hala) denilen kadınlar bulunur.Gürcü köylerinde düğün gecesi, güveyin gerdeğe girmesi yasaktır. O akşam kızın akrabası olan kızlar sabaha kadar beklerler. Düğünün ertesi günü gerdeğe girilir. Düğün genellikle üç gün devam eder. Lazlar ve Hemşinlilerde de benzer gelenekler vardır.Diğer köylerde ise hoca nikahı kıyılır. Sonunda güveyi arkadaşlarının kolunda gelinin odasını getirilir. Arkasından yumruklanarak odaya itilir. Damat odaya girer. Hazır bulunan seccadede iki rekat namaz kılıp duasını yapar ve gelinle tanışmaya gider. Damat bu arada gelini konuşturmaya çalışır. Ona hediyeler verip konuşturur. Konuşturulunca da pencereyi açıp iki el silah atar. Bundan sonra herkes dağılıp gider.Gelinle damat, gidip kayınvalidenin elini öperler. Tekrar odalarına giderler. Orada baklava yerler. Bazense baklava kesmelerinin yarısını yiyip bırakırlar. Ertesi gün bunları evlenmemiş erkek ve kızlar yer. Darısı sizin başınıza gibi bir gelenektir bu. Ertesi gün sabah, köçekler, davetliler düğün evinin önüne gelirler. Oyunlar oynanır. Damat elinde bir tepsi baklava ile herkese birer kesme baklava sunar. Sonra da herkes dağılıp gider. Ev kadınlarla dolar. Duvak günü damat sağdıçla gider. Gelinle sabahtan ikindiye dek oyunlar oynanır, şarkılar söylenir ve derken düğün biter

Duvak :Güvey gecesi sabah gelini eğlendirmek için eğlence düzenlenir. Gelin oynar ve etrafa para atar.Bekar kızlar gelinin duvağından teller koparırlar. Duvaktan sonra erkek ve kız evlerinde yemekli davetler yapılır.

Düğün Davetleri :Bütün akraba ve hısımlar gelin ile damadı davet ederler. Bunlar taşıma davetleridir. Her gidilen eve gelinin yaptığı bir el işi işleme götürülür. Onlarda onlara çeşitli hediyeler verirler.

Doğum Olayı :Genellikle ilk çocuğun erkek olması istenir. Çocuklar genellikle beşikte büyütülür. Çocuğun adı üç gün içinde yaşlı bir erkek veya hoca tarafından üç defa kulağına okunarak konulur. İsimden sonra ezan okunur. Komşular ve akraba loğusaya evvela geçmiş olsun derler sonrada hediyeler getirirler. Doğumun kırkıncı günü çocuk ve loğusa yıkanır. Buna çocuk kırklandı denilir.

Diş Çıkarma :Küçük çocukların diş çıkarmaları aile için ayrı bir sorun olur. Ailenin bireyleri yeni çıkan dişi görmeyi uğur sayarlar. Onun içinde sık sık çocuk güldürülür, ağzına bakılır. Hatta bazıları ekmek kabuğunu gevlettirmek suretiyle dişin çabuk çıkmasının sağlarlar. Bazıları da parmağını rakıya batırarak çocuğun diş etlerini oğalar. Çocuk bundan çok hoşlanır.Dişin çıktığını gören kişi mutlaka diş çıkaran çocuğa ya elbise alır ya entarilik alsınlar diye anne babasına para verir.

Sünnet Olayı :Akçakoca bölgesinde kirvelik olayına rastlanmaz. Eskiden gezginci sünnetçilerin gelmesiyle hiçbir hazırlık yapılmaksızın çocuklar sünnet edilirdi. Günümüzde eğlenceler düzenlemektedir. Sünnetçiye, bazen para almadığı için sabun, havlu gibi şeyler verilirdi.

Dini Bayramlar :Dini bayramların Akçakoca örf ve adetleri içinde çok büyük yeri vardır. Üç aylar girince Recep, Şaban ve Ramazan gelinceye kadar bazı kimseler ramazana alışmak için ayda bir belli oruçlar tutar, kutsal geceler, cumalar yavaş yavaş ayrı bir kalabalık olmaya ve cemaat artmaya başlar.Ramazana hazırlık olmak üzere, makarnalar kesilir, erişteler yapılır. Yufkalar açılır, kuskuslar hazırlanır. Mevsime göre çeşit çeşit reçeller, hoşaflar ve şuruplar hazırlanır.Hele bayram gecesi yeni esvaplar giyilir, Provalar biter. Küçükler giyeceklerini başlarının altına koyar. Ayakkabılarını yatağın içine yerleştirir. Herkes banyosunu yapıp yatar. Küçük erkek çocuklar sabahleyin sabah namazına herkesle birlikte camiye gider. Namazdan sonra vaiz dinlerler. Bayram namazı kılınır. Hoca dikilir, en yaşlı adam hoca ile bayramlaşır, ondan sonraki hoca ile yaşlı bayramlaşır ve yerini alır. Böylece sıralanır. Cemaatin en yaşlısı ile en genci bayramlaşıncaya kadar sürer. Sonra birlikte hoca dua eder.
“Bu bayrama eriştiren Allah’a senalar ve amin” denilip çıkılır. Yolda görülenlerle bayramlaşırlar. Mezarlıklara gidilir. Ölülere dua edilir. Hastalar ziyaret edilir.”
Her köyün ramazanında davulcular bahşiş toplar. Birinin elinde bir sırık, birini elinde bir sepet. Davulcu davulu çala çala her evin önünde maniler söyler. Bahşiş; havlu, mendil, yazma sırığa bağlanır. Baklavalar, el altıda tepsi bulunan sepete konur. Paralarda davulcunun cebine konur.

Bayramlar :Yerli köylerde bayram sözcüğü eğlence anlamına gelir. Bayram olacağı gece, bayramı bilen köydeki misafirler, bayramın olacağı köye yakın eş dost ve akrabalar ile birlikte giderler. O akşam onlara misafir olurlar. Kadın ve kızlar yemekten sonra daha geniş evlerde, erkekler ya kahvede ya da başka bir evde toplanırlar. Erkekler orta oyunları yaparlar. Mutaassıp olmayan yerlerde içkide içilir. Gramofon çalınır ve Cide kemençesi ve tepsi çalarak oyunlar oynanır. Genellikle oyunlar iki kişilik eşler halinde yapılır. En revaçta olan oyunlar topal oyunudur. Bu oyun Akçakoca’ya özgü bir oyundur

Eğlenceler
:Eskiden patoz makineleri yokken, fındık harmanda kurutulur, sabahları tırmıklar vurulur, sonrada altından tanesi alınırdı. Kalan fındıklarda kabuklarından ellenmek suretiyle bulunup ayrılırdı. Köylerde bu işler imece halinde yapılırdı. Kabuk ayırma işi erken bitimi, orası düğün evine döner, oyunlar şarkılar, gülme, eğlence, yeme içme başlardı. Kızlar erkekleri, erkekler kızları burada seçerdi. Çalışkan mı? Tembel mi? Dili tatlı mı? Nobran mı? Şaka kaldırır mı? Yoksa içine kapanıp arpacı kumrusu gibi düşünür mü? Yapıcımı yıkıcı mı? Hepsi burada denenirdi. Bu eğlencelerde maniler söylenirdi. Atmaca tabir edilen karşılıklı mani ki çeyizler teşhir edilir.Çeyizlerin kalite çokluğu ailenin zenginliğine işarettir.

FOLKLÖR   Neredeyse tüm oyunları kızlı erkekli eşli olarak oynanır.Karadeniz folkloru hakimdir,Davul,Zurna,Saz,karşılıklı zille oynanan oyunda çalınan zil,kemençe,mızıka ve akordeon  ile çalınan ve oynanan oyunlar vardır.Köyde kendilerine göre iki kişiyle oynanan Çerkez  oyunları vardır.Bir bay bir bayan ortaya çıkar mızıka çalınır ve bazı kişiler ellerini vurur ya da tahtalara vurarak oyunlara eşlik ederler.,üçayak ve kemençe ile oynanan oyunlar vardır.Kafkas kültürü daha revaçtır. El çırpma(çepikli) oyunları meşhurdur Bir ağaca yumurta asılır, onu silhı ile kim kırarsa Tesayüzden çorap hediye edilir Bar,Halay,Horon,Sallama,Karşılıklı zille oynama,Hura,ve karşılama,Köçek    oyunları da oynanır Laz oyunlarındandır. Kına gecesinde kadınlar daire şeklinde oynarlar. Kadınlar ağıt yakarak gelini evin içinde dolaştırarak en son mutfağa götürürler. Orada bu oyunu oynayarak oyunu bitirirleri.

Oyunun Kuruluş Formu

 

(A)

A1 (Sağ ayakla üçleme)

A2 ( Sağ ayak yerinde adım)

 

Oyunun biçimsel formu tıpkı “Topal” oyununda olduğu gibidir.

RİZE- HEMŞİN ÜÇ AYAK OYUNU

 

Laz oyunlarındandır. Dairede oynanan horondur. Hemşin, Rize ve Üçayak Horonları 2/4 lük veya 4/4 lük ezgiler halinde çalınır.

 

RİZE

Oyun kuruluş formu:

C-               Adım cümlesi ( Sağ ayakta üçleme)

D-               Adım cümlesi ( Sağa ve sola yürüyüş)

 

Oyun indeksi:

 

(A)

A1- (Sağ ayakta üçleme)

A2 ( Sağ ayak yerinde adım)

 

(B)

B1- (Sağa yürüme)

B2- (Sol ayak yerinde adım )

B3- (Sola yürüme)

B4- (Sağ ayak yerinde adım)

 

 DAVUL  : Davul savaş sırası,sonrası,askere giderken,törenlerde,ramazanlarda,güreş yapılırken çalınır.Davulun eski adı Tavuldur,Çağatay Türkleri tarafından yapılmıştır,bir haber aracıdır

ZURNA: Davul ve zembeleklerle çalınır ağaç maden, boynuzdan yapılır ,7 üstte 5 altta deliği vardır,Avrupa’ya Türkler tarafından götürülmüştür,Oğuz Türkleri Anadolu’ya getirmiştir,kemençe ve davula eşlik eder,4000 yıldan beri devam eden bir enstrümandır.Davul,Kaval,Zurna,göçer enstrümandır,köyde son zamanlarda bunların yerini taverna müziği almıştır org ile çalınan müzik aletidir eski neşe eski düğünler artık tarihe gömülmüştür,evlerde yapılan düğünler artık düğün salonlarına taşmıştır

KEMENÇE  :Klasik ve Karadeniz kemençesi olmak üzere iki türü vardırAkçakoca da Karadeniz kemençesi çalınır,ince uzundur,sol el ile havada tutularak çalınır,kemençenin telleri çeliktendir.Akortları la,re,sol,mi,yahut sol,re,la,mi veya 3 telli için re,la,mi dir,tellerin üzerine basılarak,tek olarak çalınır.Sazın şekli bir takayı andırır,gövde kısmı dut ve ceviz ağaçlarından oyularak yapılır,ses tablası ise 1,5- kalınlığında ladin veya köknar ağacından yapılır,kısa sapı ve çelikten üç teli vardır re-la-mi sesleri akort edilir,bir buçuk oktav çalar.Yayının kılları gevşek olarak takılır ve sol el ile havada veya dize dayanmış olarak tutularak kemençenin 3 teline aynı anda sürülerek çalınır çalınır Kemençe anadoluya oğuz Türklerinden gelmiştir Kemençe ,Özbekistan,Kırgızistan ada Anadoluda ıklık göbekli kemençe olarak çalınır Arapçada Keman Türkçede ç demektir bu iki kelime birleşmesinden Kemaençe doğmuştur ,Kıpçak Türkleri tarafınından Mısıra götürülmüştür Özbeklerin girjası kemençeye benzer, kıyak kemençe denir.Trabzon dada Gagavuz Türkleri kemençeleri vardır,Trabzonda kemençeye kıyak denir,Türkmenistan,Özbekistan, Kırgızistan Gagavuz Türklerin kemençeleri vardır 2 sesle çalışır 2 telden ses alınır 4-6-7 aralıklıdır.

 

 

 

 

ÇOCUK OYUNLARI

Çelik çomak,binmeli eşek,esir oyunu,körebe,köşe kapmaca,birdirbir,seksek,yakan topu,lunç,domino devirme

DİN

 Köy hayatında pek çok düşünce ve görüşü hala dini açıdan değerlendirme eğilimi vardır.Yaşlandıkça dine karşı ilgi artmaktadır.Toplumda hacılar dinsel bakımından en fazla değer kazanır ve itibar görürler. Hazırlık kişiye sosyal prestij sağlamaktadır.

AİLE VE AKRABALIK İLİŞKİLERİ

Köyde ailelerin çoğunluğu, geniş aile geleneğinin çeşitli tiplerini göstermektedir. Dar aile tiplerinin sayısı günden güne artmaktadır.Köyde eskiden baba soyundan olan akraba ile evlenme şekli çok yaygındı.Akrabayla evlilikte amca oğlu, amca kızı öncelik taşırdı. Bugün gençler eskisi gibi bu geleneklere uymamaktadırlar Bu gün, köy dışından evlenmeler ve köy dışına kız vermeleri ve kız almalar eskiye oranla artmıştır. Bu toplumda boşanma olayı nadir görülmektedir.

 

KIYAFETLER

Köyde 25-30 yıl öncesine göre  kıyafette önemli değişmeler olmuştur.Erkekler tamamen şehir kıyafetini benimsemişlerdir. Erkeklerde gündelik kıyafetlerden başka önemli günlerde, törenlerde giyilen ve içine beyaz eşarp bağlanan lacivert takım elbise en beğenilen giyim eşyasıdır. Ancak yaşlı erkeklerden bazıları köy içinde geleneksel kıyafetle ilgili olarak paçaları dar pantolon, üzerine gömlek ve yeleği giymeye devam etmektedirler. Kösele kunduranın yanında lastik ayakkabı, plastik ayakkabı, özellikle çocuklarda  çok görülmektedir. Erkeklerde pijama, şapka, şemsiye kullanılan giyim eşyaları arasındadır. Burada dikkati çeken husus pijamanın yatak kıyafeti olmaktan başka, bazen iş kıyafeti olarak kullanılması suretiyle ikinci bir iş görmüş olmasıdır.

Kadın giyimi erkeklere oranla daha az değişmiştir.Eskiden kadınlar evlerde basit tezgahlarda keten ve kendirden giysiler dokurdu. Bugün ise köylüler malzemesi köy dışından sağlanan koyu renkli şalvar ve üzerine bluz giymekte, başlarına lacivert örtü (örtme)  örtmektedirler. Kadın giyiminde dış görünüş bakımından erkeğe nazaran değişme daha azdır. Evde elbisesi ile dolanan bazen başını örtmeyen kadın, sokağa çıkınca elbisesinin üzerine şalvar giymekte ve başını örtmektedir.Genç kadınlar arasında elbise giyenler, başlarını örtmeyenler az da olsa bulunmaktadır..Köyde gündelik kıyafette olduğu gibi gelin ve güvey kıyafatide tamamen şehirleşmiştir. Ancak köyde giyilenler, kasabadan ucuz sağlanan ve nispeten eski model olan giysilerdir.Kadın ve çocukların kısmen evde hazırlanan giysilerinin kumaşları dışarıdan satın alınmaktadır.

ŞALVAR          : eninde üç boy kumaştan çıkar daha ziyade eflatun pembe,yaşlılar koyu renkleri tercih ederler,genellikle çimen yeşili,zeytin yeşili tercih edilir,şalvarın içine şalvar ( havsa) dikilir pamuklu veya şile bezinden dikilir

MİNTAN           : Şalvarın üstüne giyilir mintan ve şalvar işlemelidir,kadife kutnu,jantanlı ve yollu kumaşlardan dikilir

YELEK             : Şalvar üzerine kolsuz fakat işlemeli yelek giyilir,içine bezden buluz giyilir.

ÖRTÜLER        :Kare şeklinde üzeri baskı tekniği ile işlenmiştir,çiçek desenlidir

ÇORAPLAR   :: Yün çoraplar giyilir kadın çoraplar motif işlemelidir

YAZMA          :  Oyalar işlenir dikdörtgendir

AYAKABI:        Rugan ayakkabı giyilir,çarıkta giyilir,genellikle lastik ayakkabılar tercih edilir

ERKEKLERSE : Yelek ve zıpka giyerler,Kafkas kökenliler düğün törenlerde kalpak dik yakalı siyah satenden yapılmış diz boyu elbise ve yumuşak deriden çizme giyilir.Elbisenin üzerine dışardan fişeklik,kama,kemer gibi ayrıntılar vardır,kadınlar ise simli motiflerle süslenmiş kadife elbiseler giyerler bunları Aktaş,Edilli,Uğurlu,Yenice,Göktepe,Kirazlı,Hemşin köyleri giyerler

 

HIDIRELLEZ

6 Mayıs günü kutlanır,köyün piknik alanlarında,salıncaklar kurulur,yemekler pişirilir,ıp atlanır,salıncaklarda sallanılır,birçok oyunlar oynanır,kızlar erkeklere,erkekler kızlara bakarlar orada birbirini beğenirler,arkadaşlıklar kurarlar,balık tutmalar olur,erkeğin beğendiği kız eğer salıncağa biner sallanır ise erkek hemen silahını çıkartarak iki el ateş eder ona onu beğendiğini gösterir,hıdrellezin en iyi yemeği helvadır Bu törenleri anlatmadan önce pilavlık parası üzerinde duralım. Daha öncede belirttiğimiz gibi köyden başka bir köye gelin giden kızlardan pirinç parası alınır. Bu para hemen harcanmaz biriktirilir. Pirinç parasının anlamı şudur. Köy gençleri bu kızı o zamana kadar o şekilde korumuşlardır ki, kızın namusuna halel getirmemişledir. Pirinç parası bunun mükafatı bir bahşiş sayılır. Alınan pirinç paralar yedi emin olarak köylünün saygı duyduğu birine telim ederler. Köyden ne kadar çok kız gelin giderse parada o kadar çoğalır. Hıdrellezde bu para ile bir koç satın alınır. Pirinç alınır, un yağ alınır. Kesilen koçun etinden ya etli pilav yapılır, helva kavrulur, ballanır. Öğleyin gençler toplanır ve bu pilav yenir. En sonunda da helva yenilir. Hıdrellez bayramının ayrı bir güzelliği vardır. İp salıncaklar, zincirli salıncaklar, büyük ağaçlara bağlanır. Kızlar ayrı yerde, erkekler ayrı yerde sallanırlar. Ama bazen kızlar erkekleri, bazen da erkekler kızları seyretmeye giderler. Eğer beğendiği bir kız salıncak biniyorsa orada çıkarır silahını bir şarjör boşaltır. Bu olaya kimse ses çıkarmaz. Böylece kimin beğenilip beğenilmediği bu hıdrellez bayramı vesilesi ile belli olur. Bazı köylerde güreşler tutulur. Bazı köylerde derelerde balık tutulur eğlenilir.Akçakoca köylerinde hemen hemen hepsinde geleneksel olarak her yıl kutlanır köydeki küskünler barıştırılır geleneksel oyunlar spor etkinlikleri,folklorik oyunlar ve bunun gibi,Akçakocadaki mulki amirlerde davet edilerek etkinlikler yapılır herkes baharı böyle karşılar

EVLERİ

Evler genellikle bahçe içinde olur. Çünkü meyve sebze yetiştirilir Avlu,avlu ağla çevrilidir,Kurukavak,Karatavuk evler arası 4-5 km’dir,okul ve cami yanlarında evler yapılmıştır,az dağınık meskenlerde cepheleri sokak tarafına doğrudur Arabacı köyü gibi,Mısır ziraati çok olduğu için her evin yanında hemen hemen 1er adet serender yapı vardır,ahırlar evlere uzaktadır,ahır ile samanlık yan yanadır

 

SPOR


İBRAHİM TUZCU WEB SİTESİ KURULUŞ:09.09.2017
SİTEYİ KURAN ve DÜZENLEYEN: MEHMET GÜVEN
EĞER TELİF HAKKININ İHLAL EDİLDİĞİNİ DÜŞÜNÜYORSANIZ LÜTFEN İLETİŞİMDEN BİZE YAZINIZ.



Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol