Düzce Hakkında Herşey1
İBRAHİM TUZCU KİMDİR
1956 Yılında Akçakoca Ayazlı mahallesinde dünya’ya geldim. İlkokulu Barbaros ilköğretim okulunda, orta okulunu Akçakoca Lise’sinin ortaokul kısmında, lise’yi Kdz Ereğli’de o zamanın sanat okulu Endüstri Meslek Lise’sinde okudum. 1973’te mezun oldum. Okulun bitiminde Ereğli Demir Çelik Fabrikalarında işbaşı yaptım. Çeşitli kademelerde görev aldım. 2000 yılında emekli oldum. Sporu çok sevdiğimden çeşitli kulüplerde çalıştım (Düzcespor, Akçakocaspor, YeniAkçakocaspor, Akçakoca İdmanyurdu, çeşitli görevlerde bulundum, Antaş İdmanyurdu, Ayazlı Tersane spor kulübün kurulmasında katkım çok fazladır. Bolu merkez hakem komitesinde 2 yıl çalıştım, Düzce‘de saha komiserliği yaptım. Çuhallı Çarşısı Güzelleştirme Derneğinin kurulmasında emeğim olmuştur. Yeşil Akçakoca, Lazimark’tan Ayazlı’ya, Akçakoca köyleri, Düzce şehitleri, Akçakoca‘da spor adlı kitapları derledim, 2 çocuk babası ve az Fransızca bilmekteyim. Cennet Düzce’ yi çok seviyorum.
ÖNSÖZ
Çok sevdiğim Düzce’nin her yönü ile incelemek istedim. Bu nedenle” bu kitap; tarihi, coğrafya,kültür kitabı’dır. Bu coğrafiya’da, atalarımızın yaptığı mücadelenin hikayesini, anlatan ve örf adetlerini anlatması yönüyle araştırmacılara ışık tutacak, bazı başlangıç noktalarını belirliyen bir çalışmadır”. Düzce’nın güzel şirin köylerinin, coğrafyasın,dan, kültüründen, geleneklerinden, ekonomik potansiyeline kadar bir kitapta anlatmak mümkün değildir bu kitabın bir amacıda daha kapsamlı çalışma yapmak isteyenlere bir alt yapı oluşturmak ve yazı kültürümüzün gelişmesine katkıda bulunmaktadır, bölgemizin güzelliklerini paylaşmak, tanıtmak bir görev bildiğim için bir girişimim den dolayı çok mutluyum 4 yıldır yaptığım araştırmalarım neticesinde bana yardımları dokunan herkese teşekkür etmek istiyorum.1085 yılından Selçukluların Düzce’de bazı köylerin kurmasıyla bugüne dek yaşanan bütün olayları incelemeye almam beni mutlu kılmıştır lakin bir çınar için toprak altındaki kökleri ne ise ve bu kökler kurudukça çınar nasıl kurumaya başlarsa bu millet içinde tarih odur, tarihini bilen millet sağlam çınar gibidir. Zamanla eski adet ve geleneklerini unutan yaşayış tarzını unutan, tarihini bilmeyen ecdadının ne yaptığını bilmeyen bir millet kendini ayakta tutan köklerden bir kaçını kurutmuş demektir tarih okuyarak onu sulamak lazımdır. Kitabın hazırlanışı 4 yıl sürmüştür. Bana bu sabırlarından dolayı değerli aileme ve çocuklarıma çok teşekkür ediyorum. Kitabın hazırlanmasında bana katkıları olan oğlum Emrah Tuzcu, Düzce valiliği bilgi işlemci Ahmet Bozdemir, Düzce valiliği, Düzce belediyesi, teşekkür ederim. Benim yapmak istediğim olay, Düzce, nin” geçmiş insanlarına olan borcumuzu ödemeye çalışmaktan başka bir şey değildir. Onlar ki bizim bu günlere gelmemize sebep olmuşlardır. Unutulmamalıdır ki bilgi ve sevgi paylaştıkça çoğalır. Düzce ismi daima yaşandıkça yaşatılacaktır”.
Saygılarımla
İBRAHİM TUZCU
DÜZCE HAKKIN’DA HER ŞEY
YEŞİL DÜZCE’M
Tarih vardır, doğa vardır, deniz vardır
Dağlarında bal yapıyor arılar
Fındık bahçeleri, yeşil bir halı
Yaylasında oynaşıyor kuzular
Hayat pınarısın sen yeşil Düzce’m
Akşamları sahilleri şenlenir
Kumsalında misafirler dinlenir
Havasında insan ruhu canlanır
Hayat pınarsın sen yeşil Düzce’m
Konuksever çok lutufkar huyun var
Fındığın var abıhayat suyun var
Türbelerin,camilerin,okulların var
Hayat pınarısın sen yeşil Düzce’m
Gelin dostlar sizi mutlak bekleriz
Sırrınızı ömür boyu saklarız
Mutluluğa mutluluk katarız
Lalede güldede can Düzcem
Bulunmaz ilsin sen yeşil Düzce’m
Hayat pınarısın sen yeişl Düzce’m
Konuralp Müz• Karayolu:
DÜZCE
Düzce Belediye Sarayı
Düzce haritası
Düzce şehir planı
COĞRAFİ BÖLGESİ : Batı Karadeniz Bölgesi
İLİ : Düzce
VALİSİ : Vasip Şahin
İLETİŞİM : 03805232747-03805141032
BELEDİYE BAŞKANI : İsmail Bayram
İLETİŞİM : 03805245821
POSTA KODU : 380
İL TRAFİK KODU : 81
NUFÜSU : 2009 yılı nüfusu 335.156 dır
YÜZÖLÇÜMÜ : 2593 km’ dir.( göller hariçtir )
ESKİ VALİLER : Fikret Güven 2000-2003, Cengiz Bulut 2003-2004, Halil Nimetoğlu 2004-2007, Ercan Topaca 2007-2008, Bülent Kılınç 2008-2010, Vasip Şahin
ESKİ BELEDİYE BAŞK. : Muderris Ahmet Efendi ( 1880-1889), Küçük Mehmet Ağa (1889-1893,), Mustafa Alyanak (1893-1897), Halilzade Hakkı Gözaydın (1904-1911), Kadızade Ali Bey (1914-1922), Hacı Hamdi Bey (1922-1924), Hüseyin Remzi Bey (1924-1926), Çakmakzade Ahmet Efendi (1926-1927), Mehmet Kasapoğlu (1928-1934), Nuri Özkasap (1934-1938), İsmail Öztürk (1938-1940), İsmail Çakman (1940-1946), Mehmet Gösterişli (1949-1950), Mansur Bayram (1951-1952), Mustafa Fırat (1952-1954), Necıp Kadır Güney (1954-1955), Halil Üstüner (1955-1956), Afer Tütüncüoğlu (1956-1960), Celal Kasapoğlu (1965-1967), Hidayet Gösterişli (1967-1968), Süleyman Kuyumcu(1968-1983), İsmail Etem Atam (1982-1983), Selahattin Olcar (1984-1989), Ruhi Kurnaz (1994-2004), Mehmet Keleş (2004-2008), İsmail Bayram ( 2008-)
İLÇELERİ : Akçakoca-37 km, Cumayeri-20 km, Çilimli-15 km, Gölyaka—20 km, Gümüşova-19, Kaynaşlı-15,Yığılca-35, Beyköy-7, Boğaziçi-8, Konuralp-7 km. dır
KAYNAK: Düzce valiliği, Düzce belediyesi, Düzce Vikipedi,Yerelnet,Türkiye Har.Daire Başk.Derleyen :İbrahim Tuzcu
COĞRAFİ YAPISI
Düzce Valiliği önü havuz
COĞRAFİ DURUMU
Karadeniz bölgesinin batı bölümünde bulunan Düzce ili 40’-15’ve 30’-29 boylamları Düzce il merkezi 39051 dakika kuzey enlemi ile 31008 dakika Doğu boylamında yer alır. İl toprakları, Düzce ovasında 112 mt yükseltiden başlayarak en yüksek tepesi Kızıltepe dir. 1486 mt değin çıkar. Türkiye’nin illeri arasındaki yeri, Bolu ili topraklarının batı ve kuzeyinde Sakarya ilinin doğusunda ve Zonguldak İlinin güneybatısında yer alır. Kuzeyinde Karadeniz ile sınırdır. Diğer illerle sınırlarını tabii sınırlar oluşturur. Bu sınırlar kuzeybatıda Sakarya ile Melen Çayı, batı ve güneyde dağların üst kısımları oluşturur.Deniz seviyesinden yüksekliği 160 metre kadardır. Güneydeki bu dağlar, batıdan doğuya Keremali, Elmacık, Güney Bolu ve Sünnice dağlarıdır. Yollara göre doğu-batı yönünde uzanan D-100 karayolu ile TEM otobanı üzerinde yer alır. Bu yollar il merkezinden geçer. Bu konumu ile Avrupa-Asya arasında transit yol üzerindedir. D-100 karayolu il merkezinden ayrılarak Akçakoca ilçesi üzerinden Zonguldak İline bağlanır. Düzce bu konumu ile yol kavşağı şehridir. Düzce’nin kuzeyinde Akçakoca, kuzeydoğusunda Yığılca, kuzeybatısında Çilimli ve Cumayeri, batısında Gümüşova ile güneydoğusunda Gölyaka ilçeleri yer alır. İl toprakları, kıyı kesimi dışında ortası çukur, çevresi dağlarla kuşatılmış alanlardan oluşur. Kuzey kesimde Akçakoca Dağları, doğu kesimde Bolu Dağları, güneydoğu ve güney kesimde de Abant Dağları’nın batı uzantıları yer alır. Düzce’nin denizden yüksekliği 150 metredir. Orta kesimdeki çukur alanda tarımsal üretim açısından büyük önem taşıyan Düzce Ovası yer alır. İlin başlıca akarsuyu Melen Çayı’dır. Akçakoca Dağları’ndan doğan bu akarsuyun Melen Gölü de denilen Efteni Gölü’ne kadar ki bölümü Küçük Melen Çayı, bu gölle denize döküldüğü Melenağzı arasındaki bölümüne de Büyük Melen Çayı adı verilir. Tarım alanlarının sulanması ve bu alanların taşkından korunması amacıyla Küçük Melen Çayı üzerinde yapılan Hasanlar Barajı’nın tamamlanma tarihi1972’dir. Hasanlar Baraj Gölü ildeki tek yapay göldür. Komşu illeri ise Sakarya (69 km), Bolu (45 km ), Karabük ( 179 km ), Zonguldak (140 km )tır.
KAYNAK: Düzce valiliği int sit. Esnaf ve sanatkarlar ods.int.sit. Akçakoca köyleri 2010 İbrahim Tuzcu,Vikipedi net Derl.İbrahim Tuzcu
YER ŞEKİLLERİ
Karadeniz Bölgesinin yer şekillerinin özelliklerini yansıtır. Dağlar Karadeniz kıyısına paralel olarak sıralar halinde uzanır. Bu yüzden kıyıda doğal limanlar oluşamamıştır. Kıyıda yer yer falezler ve aralarında genişçe plajlar yer alır. Shef (Kıta sahanlığı) sahası dardır. Dağların, I. Jeolojik (paleozoik) zamanda oluşmuş arazi üzerinde II. Jeolojik (Mezozoik) zamanda biriken tortulların III. Jeolojik (Tersiyer) dönem başlarında, Alp – Himalaya kıvrımları oluşurken ortaya çıkmıştır. Zamanın ortalarındaki aşınmadan sonra bütün halinde tekrar yükselmiştir. Bu yükselme esnasında Kuzey Anadolu Fay Hattı oluşmuştur. Bu hat Düzce ovasının güneyinden geçmektedir.Dağların yükseltisi doğudan batıya ve iç kısımdan Karadeniz kıyısına doğru azalmaktadır. Kıyı gerisindeki yer şekilleri plato görünümündedir. Kıyı gerisindeki dağların yükseltisi 2000 m’yi geçmemektedir. Kaplandede dağı 1160 m’dir. Dağların kıyıdan iç kısımlara doğru yükseltisinin artması, kıyı ile iç kısımlar arasında yıl içinde sıcaklık farklarının fazla olmamasına ve yağış miktarının da buralarda yeterli olmasına etkisi olur.İç kısımda yer alan Düzce ovası dört tarafı dağlarla çevrilidir. Bu dağlar ovanın kuzeyinde ve güneyinde fazla arızalı sayılmayan sıralar halinde uzanırlar. Ovanın doğu ve batısında birbirlerine yaklaşırlar. Ovanın kuzeyini Kaplandede dağları ile uzantısını Orhan dağları oluşturur. Güneyindeki sırayı, Keremali, Elmacık, Güney Bolu ve Sünnice dağları oluşturur. Ovanın önemli çıkış kapıları (geçitleri) Karadeniz’e Melen vadisi (Dokuz- Esmahanım) boğazı ile Sarıbayır (Şifalı Su) geçididir. Bu geçitle Zonguldak iline ulaşılır. Batıda Nüfren boğazı ile Aksu vadisi geçidi; güneyde Uğur dere (Derdin) geçididir. Düzce ovasının kabaca güneybatı tarafında Efteni Gölü yer alır. Alanı giderek daralmakta olan bu gölde alan daralmasını önleme çalışmaları sürdürülmektedir. Gölün alanı 1976 yılı öncesinde 580 hektar iken 1950′li yıllarda başlayan kurutma çalışmaları sonucu 25 hektara kadar düşmüştür. Göl seviyesinin yükseltisi 118 metredir. Diğer gölleri; Kaynaşlı ilçe sınırları içinde çok küçük göllerdir. Bunlar: Kurugöl, Bıçkıyanı köyünde Topuk gölü, Sarıçökek köyü sınırlarında Islakgöl, Yaylagöl dür. En önemli akarsuyu Melen çayıdır. Melen çayı Yığılca ilçe sınırları içinden doğar güneyden Efteni gölüne dökülen Uğur suyunu, Sığırlık, Samandere ve Torkul, doğudan Asar deresini, batıdan da Adapazarı Akyazı yönünden gelen Aksu deresini alır. Efteni gölünden çıkarak kuzeye yönelir. Akçakoca Melenağzı köyünden denize dökülür. Bu akarsu üzerinde Düzce-Yığılca arasına Hasanlar Barajı kurulmuştur. Bu baraj sulama amaçlı yapılmış olup sonradan hidroelektrik üretimine geçilmiştir.Diğer akarsuları dere şeklindedir ve sık bir ağ oluştururlar. Hepsi Karadeniz’e sularını boşaltır. Kış ve ilkbahar aylarında bol su geçirirler. Bu akarsulardan önemli olanlar; Deredibi, Değirmendere ve Küpler dereleridir. Akçakoca sınırlarında Gümüşova’da Handere ve Kuzderelerin birleşmesi ile Delice suyu oluşur. Bu dere de Melen çayı ile birleşir.
KAYNAK : Düzce valiliği int sit.Esnaf ve sanatkarlar ods.int.sit.Akçakoca köyleri 2010 İbrahim Tuzcu,Vikipedi net Derl: İbrahim Tuzcu
JEOLOJİK
Türkiye, Alpin sisteminin kuzey ve güneyden etkisi altında olduğu için Hersiniyen Orojenize ait izler, genel olarak bozulmuştur. Kuzeydeki kol, tektonik bakımdan tali bölümlere ayrılmaktadır. Kuzey Anadolu'da doğu-batı doğrultusunda uzanan devamlı bir çöküntü alanı yer alır. Saroz körfezinden başlayarak Kuzey Marmara çukurunun ve Düzce Bolu depresyon alanını içine alan bir hat mevcuttur. Bu hat Kelkit Vadisi, Erzincan, Erzurum Pasinler'i içine alarak Aras çukurluğu ile Türkiye'den çıkmaktadır.Düzce, aktif deprem kuşağı içinde yer almaktadır. (1. Derece deprem kuşağı) Tektonik bakımdan çok hareketli olan bu bölge Düzce'de de etkisini gösterir. Düzce arazisi henüz oturmuş ve yerleşmiş değildir. Bu nedenle konveksiyon ve çökme hareketleri başlıca faktördür. Düzce kenti temel kayalardan uzak (en yakını 5 km.) güneybatıya doğru 0.5-3 derecelik eğime sahip ovada yerleşmiştir. Akarsu, kanal ve taşkın ovası çökel alanları üzerinde bulunmakta ve genişlemektedir. Bu kesimlerde geç torkul kalınlığı 175-225 m arasındadır. Asar suyu ve Melen çayı şehrin içinden geçer ve düzenlenmemiş kanal yerlerinde taşma yapar. Üzerinde yerleştiği litoloji büyük ölçüde silt ve kil, daha az oranda kum ve çakıllardan oluşur. Güneydeki kırık hattına (Düzce Fayı) yaklaşık 7 km. mesafededir. Taşkın ovasının, taşkından korunan bölgelerinde kalın bir toprak örtüsü gelişmiştir. Buralarda yüzeyden itibaren su tablası derinliği 2.5-3.5 arasındadır ve güneye doğru gittikçe sığlaşır. Bu düşük su tablası seviyesi büyük ölçüde kanal düzenlemeleri ve Melen çayının 2.5-4.0 m. Arasında yatağına gömülmüş oluşu ile sonradan sağlanmıştır. Gölyaka ilçesi 17 Ağustos depreminde kırılma gösteren aktif fayın üzerinde bulunmaktadır. Güneydeki temel kayalardan yaklaşık 1 km., kuzeyindeki Çaycuma formasyonundan yaklaşık 1.5 km. uzaklıkta akarsu egemen alüvyon yelpazesi ve gölsel çökel bölgesinde geniş alan kaplar. Üzerinde yerleştiği yerde litoloji çakıl, kum, silt, kildir. Efteni gölü tüm havzanın hem su toplama merkezi, hem de gittikçe derinleşen ve genişleyen depolama merkezidir. Bu nedenle göl civarında 260 m. olan tortul kalınlığı gittikçe incelme gösterir. Bu gelişimin devam etmesi ile Gölyaka ilçe merkezi jeolojik gelecekte göl içinde kalacaktır. Gölyaka ilçesinde geçen akarsu yatağı düzenlenmiş ve derinleştirilmiştir. Bu nedenle yer altı su tabakası 1,5-2,5 m. Arasında bulunur. Çilimli ilçe merkezi Çaycuma formasyonu içine saplanmış göreceli eski bir alüvyon yelpazesinin üzerinde, kısmen temel kayalar üzerine oturmaktadır. Hemen önünde çilimli fayı uzanır. Güncel akarsu yelpazeyi derince yarmış ve düşük bir rölyef yaratmıştır. Çilimli'nin hemen kuzeyindeki heyelanların oluşumuna da bu derin deşilmenin de rolü vardır. İlçenin bulunduğu kesim ve kuzeyi fazlaca engebelidir. Ancak buradaki fayların (Çilimli fayı dahil) yakın dönemde bir aktivitesi izlenmemiştir. Gümüşova, Yığılca üyesi volkanit üzerinde yerleşmiştir. Burada litoloji volkanik breş ve tüflerdir. Birimin üzerinde, topoğrafyaya bağlı olarak 0.5-1.5 kalınlığında toprak örtüsü gelişmiştir.Cumayeri, batıdan gelen mevsimlik bir akarsuyun Melen Çayına ulaştığı yerde yerleşmiştir. Temel kayalar kuzeyden 1 km., güney batıda 2 km. mesafede bulunur. Alüvyal kökenli tortul kalınlığı 100-130 m. Arasında tahmin edilmektedir. Egemen litoloji ince kum-silt ve kildir. Melen çayının Menderesli akışı hem drenajı hem de yöredeki tortul tipini belirlemiştir.
KAYNAK: Düzce valiliği int sit.Esnaf ve sanatkarlar ods.int.sit, Akçakoca köyleri 2010 İbrahim Tuzcu, Vikipedi net., Derleyen: İbrahim Tuzcu
İKLİMİ
Akçakoca limanda karlı kış günü
Karadeniz Bölgesinin sınırları içinde kaldığından genel özellikleri ile Karadeniz ikliminin etkileri görülür. Ancak Karadeniz ikliminin yanı sıra Akdeniz ve Karasal iklimleri arası geçişözelliği gösterir. İklimi çeşitli etkenlerin sonucunda şekillenir. Enlemin etkisinden dolayı sıcaklık güneyde yer alan illere göre düşük olur. Deniz kıyısında yer alan Akçakoca’ya göre Düzce ve diğer ilçeleri yaz aylarında daha sıcak, kış aylarında biraz daha soğuk olur. Ancak dağların yükseltisi kıyıdan içerlere doğru arttığından az da olsa ancak dağların yükseltisi kıyıdan içerlere doğru artığından az da olsa denizin yağış arttırıcı ılımanlaştırıcı etkisi iç kısımlarda da hissedilir. Hava kütleleri ve basınç merkezlerinin etkileri görülür. Bazı zaman kuzey kutupta oluşan soğuk hava (arktik); bazende güneyde tropikal havanın etkisinde kalarak zamansız soğukların ya da sıcakların oluşmasına neden olmaktadır. Hava basıncından orta Avrupa basıncından hareket eden hava balkanlar üzerinden gelerek kış aylarında havayı soğutup, kar yağışına neden olur. Cephe yağışlarını oluşturur. Orta Avrupa yüksek basıncı oluşamadığı zamanlar Karadeniz’in kuzeyine İzlanda alçak basıncı gelir. Bu durumda güneyden gelen tropikal hava basıncı oluşur. O zamanlar kışlar oldukça sıcak geçer. Yaz aylarında Azor yüksek basıncından Basra alçak basıncına doğru oluşan hava akımıda kuzey batıdan gelerek havanın serinlemesine, yamaç yağışlarının oluşmasına etki eder. Kuzey yönlü bu tip hava akımları Karadeniz üzerinden geldiğinden yağış ve nem getirirler. Kıyıya paralel uzanan dağların alçaldığı yerlerde delk”in etkisinden dolayı rüzgar yön kazanır. Melen Boğazında ve Nüfren Boğazından Düzce’ye doğru kuzey batı yönlü rüzgarların oluşması gibi. Düzce etrafının dağlarla çevrili olması rüzgar hızlarının azalmasına ve kış aylarında sis oluşmasına ve geç dağılmasında etkisi olur. Oluşan sisler daha sık sıcaklık terselmesidir. Akçakoca kıyılarında deniz buğusu sisleri ilkbaharda oluşur.
KAYNAK: Düzce valiliği int sit. Esnaf ve sanatkarlar ods.int.sit. Akçakoca Köyleri 2010, Derleyen: İbrahim Tuzcu
RÜZGAR
Aylara Göre Hakim Rüzgar Yönleri
Mayıs: Kuzeybatı / Karayel
Nişan-Haziran-Eylül-Kasım: Kuzeydoğu / Poyraz
Ocak-Mart-Ekim-Aralık: Güneydoğu / Lodos
Şubat: GüneydoğuBu etkenler sonucu oluşan iklim özellikleri şu şekilde tanımlanır ve özellik kazanır. Yazları sıcak, kışları ılık, her mevsim yağışlıdır; en çok yağış sonbahar ve kış aylarındadır. Yaz aylarında iki ay kadar kuraklık hissedilir.
SICAKLIK
Genellıkle Batı Karadeniz iklimi etkisi altındadır. Türkiye nın sıcaklık bakımından en ılıman bölgesidir, yıllık ortalama sıcaklık 13,6 derecedir. En düşük sıcaklıklara Aralık ile Mart ayları arasında rastlanır. Bölgede şiddetli donmalara pek rastlanmaz.
YAĞIŞ
Her mevsimde yağışlı bir iklim görülür ,yağışlar genellikle sonbaharda, hatta kış aylarında diğer mevsimlere göre daha fazla düşer, en fazla yağış alan Eylül, Ekim, Kasım, Aralık, Ocak aylarıdır. Bu aylarda çoğunluk kar ve karla karışık yağmur yağar, kar uzun süre kalmaz, yağışların % 60 bu aylara rastlar
GÜNEŞ
1990 Yılı Meteoroloji istatistiklere göre Temmuz % 55,Ağustos % 62, Eylül % 51 oranında gökyüzü güneşle geçmiştir, bu oran Aralık ayında % 15 e düşmektedir
KAYNAK: Düzce valiliği int sit. Esnaf ve sanatkarlar ods.int.sit. Akçakoca Köyleri, Derleyen: İbrahim Tuzcu
TOPRAK YAPISI
Düzce ovası ilin batısında 112 mt yüksekliktedir, batı-doğu 28 km kuzey-güney genişliği 15 km dir, kuzeyinde Orhan, Kaplandede, Baba dağları, güneyinde Abant, Elmacık, Keremali dağları ile çevrilidir, % 75 tarıma elverişlidir.Bolu dağlarının batı uzantısıyla Bolu ovasından ayrılır, Melen deresi vadisiyle de Karadenize açılır, hemen tümünde I. sınıf alüvyal toprak bulunmaktadır. Alüvyal topraklar, yüzey sularının tabanlarında ya da etki alanında akarsular tarafından taşınarak yığılmış bulunan genç sedimentler üzerinde yer alan düz, düze yakın eğimli, C profilli, azonal topraklardır. Çeşitli zamanlarda gelen sedimantasyonun şiddetine göre toprak profili genellikle tabakalıdır. Üst toprağın alt toprağa geçişi belirsizdir. Üzerinde uzun yıllar geçen yerlerde hafif kireç yıkanmaları vardır. Ayrıca yer yer bulunan hidromorfik alüvyal araziler, sürekli su tutan, su sızan ya da fazla su aldıklarından uzun sure batak kalabilen yerler vardır.Düzce kent yerleşiminin üzerinde bulunduğu alüvyal topraklar çevresinde kolivyal ve kalkersiz kahverengi orman toprakları yer almaktadır. Kolivyal topraklar, yüzeysel akımla ya da yan derelerin kısa mesafelerde taşıyarak eğimin azaldığı yerlerde depo ettiği, meteryallardan oluşan C profilli topraklardır. %2′den fazla eğimli düzgün topografyalı arazilerde bulunmaktadır. Kalkersiz Kahverengi Topraklarda C profillidir. İyi oluşmamış gözenekli yapısı olan A horizonundaki organik madde genellikle asit karakterlidir ve mineral kısımdan ayrı ya da çok az karışmış durumdadır. Ilıman ve yağışlı iklimde bulunan yaprağını döken orman altısında oluşmaktadır. Yöredeki çukur alanlarda oluşan, eğimi az, derin alüvyal topraklardır. Bu tür topraklar Düzce ovasında geniş alanlar kaplar. Ova eğimsiz ve %75 oranında tarıma elverişli niteliktedir. Alüvyal topraklar genellikle, kumlu killi topraklar grubuna girer. Kum oranı %50 dolayında olan, organik madde ve karbonat bakımından zengin bulunan alanlar, daha nitelikli olduklarından pancar tohumu, patates tohumu, patates, sebze ve meyve üretimine; organik madde ve karbonat yönünden daha az zengin olan kesimler ise, tahıl üretimine elverişlidir. Toprak yapısı azcık kıvrım dağları,kıvrımlı kıvrımlı dağları, kırık faylı, iç ve yüksek ovalar, traverten alanlar, yer yer yontuk düzler, serpatin, metefin diabaz, devan, genelıkle neojen, alivyonlar, ve kuaterner, genelikle paleozik, üst ve orta kretese fiilişi, genelikle kretase, eosen fiilişi ler le meydana gelmiştir.
KAYNAK: Düzce valiliği int sit.Esnaf ve sanatkarlar ods.int.sit.Akçakoca köyleri 2010 İbrahim Tuzcu,Vikipedi net Derl: İbrahim Tuzcu
BİTKİ ÖRTÜSÜ VE YABAN YAŞAM
Karadeniz bitki örtüsü zenginliğini kent çevresindeki doğala yakın alanlarda gözlemek mümkündür. Ancak yerleşimlerin gelişmesi ile hızlı değişimler oluşmaktadır. Eurosibirian bitki örtüsü yanısıra iklim özelliklerinin daha uygun olması nedeniyle Submediterranean bitki örtüsüne da rastlanmaktadır. Sahildeki makiliklerin dağlık alanlardaki orman örtüsüne geçişini sağlayan Düzce ovasında, kültür bitkileri yetiştiriciliği ile değişim görülmektedir. Verimli tarım topraklarının yer aldığı bir çöküntü ovası olarak ekolojisine uygun her tür tarım yapılabilir. Endüstri bitkileri ve özellikle tütün için uygundur. Doğal bitki örtüsü, alan kullanımlardaki çeşitlilik nedeniyle değişime uğramaktadır. Çevredeki zengin orman örtüsü (Kayın, Köknar, Meşe, Gürgen, Kestane, Ihlamur vb.) altında zengin alt örtü yer almaktadır. Düzce ve çevresinde av hayvanlarının pek çoğu yaşam ortamı bulmaktadır. Ancak bunlardan bazılarının çeşitli nedenlerle sayıları azalmış ya da yok olmuşlardır. Düzce’nin büyük bir bölümü av yasağı sınırları içerisindedir (ANONY-Maus, 1987). Yöre avcılarının belirlediklerine göre; ağaç sansarı, gelincik, tilki, kurt, çakal, porsuk, geyik, karaca, ayı, tavşan, su samuru ve çeşitli kuş türleri bulunmaktadır. Kuş türleri çoğunlukla Efteni Gölü Yaban Hayatı Koruma Alanında konakçı ya da göçmen olarak yaşamlarını sürdürmektedir.
KAYNAK: Düzce valiliği int sit.Esnaf ve sanatkarlar ods.int.sit.Vikipedi net, Derleyen: İbrahim Tuzcu
AKARSULAR VE GÖLLER
Düzce büyük melen
Büyük Melen : Efteni Gölü’nün kuzeybatısından çıkan akarsu, gölün sularını Karadeniz’e boşaltır. En yüksek akımı 170 m3/sn (nişan), en az akım 8 m3/sn (ağustos)’dir.
Küçük Melen : Baba Dağı eteklerinden doğup, Yığılca ilçesinin eteklerinden geçerek sularını Hasanlar Barajına döker. Barajı oluşturan en önemli akarsu olan Küçük Melen’de en yüksek akım 230 m3/sn (nişan), en düşük akım 2,3 m3/sn (ağustos) dir. Beslenme alanı 250 km2′dir.
Aksu : Düzce’nin güneyindeki dağlardan çıkar, belirli bir kaynağı yoktur. Önce, batıya doğru akar, sonra doğuya kıvrılarak Efteni Gölü’ne dökülür. En yüksek akım 175 m3/sn (haziran), en düşük akım ise 0, 95 m3/sn (ocak) dir. Beslenme alanı 281 km2′dir.
Asar Suyu : Bolu Dağları’nın kuzey batısından doğar, yan dereler ve küçük kaynaklarla beslenerek
Düzce İli’nin güneyinden geçer, Küçük Melen’e karışıp Efteni Gölü’ne dökülür. Doğu-batı doğrultusunda akan Asar Suyu’nun en yüksek akımı ise 130 m3/sn (mart), en düşük akımı ise 0,35 m3/sn (eylül)’dir. Beslenme alanı 180 km2′dir.
Uğur Suyu : Keremali Dağları’nda doğar. Belirli bir kaynağı yoktur. Yan dereler ve akarsu selciklerini toplayan Uğur Suyu, doğu-batı doğrultusunda ilerler, Asar Suyu’nun güneyinde ona paralel olarak akar ve Efteni Gölü’ne dökülür. En yüksek akım haziran, en az akım ekim ayındadır. Beslenme alanı 285 km2′dir.
Efteni Gölü : Düzce’nin 14 km güneybatısında Hamamüstü Köyü çevresindedir. Denizden yüksekliği 118 metredir. Doğudan Küçük Melen ve Uğur Suyu ile, güneyden Aksu, Beyköy, Kürtler, Hamamüstü, Kalyoncu ve Yeniköy Dereleri ile beslenir. Alanı sular çekildiği zaman 5 km2′ye düştüğü gibi taşkınlar zamanında da 25 km2′ye kadar ulaşmaktadır. En derin yeri 8 metredir. Gölde DSİ tarafından kurutma çalışmaları yapılmaktadır.
Hasanlar Barajı : Düzce Ovası’nı sulamak amacıyla Küçük Melen suyu üzerinde kurulmuştur. Baraj gölü, Düzce içindeki göllerin en büyüğüdür. Su seviyesi en büyük olduğu zaman alanı 42,5 km2 ye ulaşır. Ayrıca Yığılcada Karadere, Alaplı çayı, Aksu Deresi, İncirli Deresi, Hacı Deresi, Mahya Deresi, Karakaş Deresi, Naşlar Deresi ve İğneler Deresi’dir, Akçakoca da Gubi dere, Küpler dere, Akdere, Sarma dere, Orhan dere, Karadere, Aftun dere, Afton dere, Çakpelit dere vardır
İŞLETMEDEKİ BARAJLAR VE HİDROELEKTRİK SANTRALLAR
Hasanlar barajı ve HES
|
Barajın Yeri
|
Düzce-Yığılca
|
Akarsuyu
|
Küçük Melen çayı
|
|
Amacı
|
Sulama +Enerji +Taşkın Kont.
|
|
İnşaatın (başlama-bitiş) yılı
|
1965 - 1972
|
|
Gövde dolgu tipi
|
Kaya dolgu
|
|
Gövde hacmi
|
1 651 hm3
|
|
Yükseklik (talvegden)
|
70,8 m
|
|
Normal su kotunda göl hacmi
|
55 hm3
|
|
Normal su kotunda göl alanı
|
4,25 km2
|
|
Sulama alanı
|
13 000 ha(net)
|
|
Güç
|
9,4 MW
|
|
Yıllık Üretim
|
40 GWh
|
İŞLETMEDEKİ SULAMA TESİSLERİ
Tesisin Adı
|
İli
|
İşletmeye
Girdiği Yıl |
Cazibe Sulama
( ha ) |
Pompajlı Sulama (ha )
|
Toplam Sulama Alanı ( ha )
|
|||
Brüt
|
Net
|
Brüt
|
Net
|
Brüt
|
Net
|
|||
DÜZCE OVASI SULAMASI
|
DÜZCE
|
1975
|
22250
|
13000
|
|
|
22250
|
13000
|
YER ALTI ZENGİNLİKLERİ
Düzce Gölyaka dolaylarında, Akçakoca dağlarında linyit rezervleri saptanmıştır. Maden Tetkik Arama Enstitüsünce yapılan araştırmalarda Düzce’de kaplıca suyu ve maden suyu vardır. Yığılca nın Kırıkselimiye kurşun yatakları mevcuttur. Akçakoca Akkaya Subaşı köyünde çakmak kireç taşı bulunmaktadır buradan Erdemire bu kireç taşı gitmektedir, son yıllarda Akçakoca da doğalgaz platformları kuruldu buradan Türkiye nin çeşitli illerine doğalgaz verilmektedir
KAYNAK: Düzce valiliği int sit. Esnaf ve sanatkarlar ods.int.sit.Vikipedi net. Derleyen: İbrahim Tuzcu
DAĞLARI VE TEPELERİ
Bakacak tepesinden kuş bakışı
Bolu Orman Bölge Müdürlüğü 07.02.1951 tarihinde kurulmuştur.01.01.1940 tarihinde kurulan Bolu Orman İşletme Müdürlüğü 01.01.1939 tarihinde kurulan Düzce Orman İşletme Müdürlüğü, 24.03.1943 tarihinde kurulan Mudurnu Orman İşletme Müdürlüğü, 14.01.1946 tarihinde kurulan Gerede Orman İşletme Müdürlüğü, Bolu Orman Bölge Müdürlüğüne bağlanmıştır. Daha sonra sırasıyla, 10.02.1958 tarihinde Yığılca, 01.03.1958 tarihinde Mengen ve Göynük, 24.07.1958 tarihinde Akçakoca, 09.01.1961 tarihinde Aladağ,10.08.1962 tarihinde Kıbrıscık, 01.08.1965 tarihinde Seben, 01.01.1992 tarihinde Gölyaka Orman İşletme Müdürlükleri kurulmuştur. Bolu Orman Bölge Müdürlüğünde bugün itibariyle 12 Orman İşletme Müdürlüğü mevcuttur. Doğuda Bolu dağları,Güneyde Abant dağları,Batıda Hendek Çamdağı Küzey de Akçakoca dağları ile çevrilidi.
Dağları ve Tepeleri:
Kaynaşlı: Abant dağları(1650 mt), Bolu dağları ( 950 mt), Bakacak tepe (1602 mt), Menekşe tepe (1577mt), İkızlioluk tepe (1691 m), Kapaca tepe (1719.8 m), İkız tepe (1354 m), Göybük doruğu (1391 m), Döngelli tepe (1055 m), Menekşeli tepe (1577 m), Mavrumşa tepe (1222 m), Kara tepe (1337 m)
Beyköy:, Aputlukaş tepe (1959.8 m), İbandoruğu tepe (1628.8 m), Abant dağları (1650mt), Bakacak tepe (1602mt)
Gölyaka:Abant dağları (1650 mt) Erenler tepe (1830 mt) Konaş tepe,Top tepe,Karamahmut, Keltepe, Güney, Çamlık, Koruluk, Büyük ve Küçük Balkaya, Karadağ, Mercantepe, Emeksiz, Konaş Sağlamsu, Unluk ve Baltepe.
Emeksiz
Çilimli: Kocaılhamur tepe (582 m), Dikmen tepe (803 m), Ekızce tepe (901 m), Sivri, tepe (1061 m), Kaplandede tepe (1169 m)
Gümüşova: Çamdağı,Pazarcık tepe (950), Güllük tepe (869 mt), Kayalık tepe (584m), Fındıklık tepe (911m)
Cumayeri: Kurukavak dağları, Kurtbalı tepe (933 m), Kilisedüzü (950 m), Pazarcık tepe (950 m), Avluboğazı tepe (907 m)Yanıksayvanı tepe (724m), Avut tepe (637 m)
Boğaziçi:Kurugöl sapağı tepe (1088 m), Karadere tepe (682 m), Haciz tepe ( 470 m), Gülle tepe (417 m)
Konuralp: Sivri tepe (659 m)
Düzce merkez: Üçkese tepe (612), Düzkörüklük tepe (881 m), Geriş sapağı tepe (925 m), Kırık sapağı tepe (877 m), Karakütükbaşı tepe (971 m) Tepecikağılbaşı tepe (1081 m) Karadikmen tepe (1386 m), Dikmensırtı tepe (1198 m)
Yığılca : Bolu dağları (950mt),Sunice tepe (1844mt), Karadikmen tepe (1388mt), Geymen tepe (1439mt), Tüllükiriş(1657mt), Kızıltepe tepe (1487mt), Bacaklıyayla tepe (1637mt), Kaynatma doruğu tepe (1132mt), Aktaş tepe (1271 mt), Yaylatepe tepe Yaylacık Tepe (678mt), Köybaşı Tepe, Sarıkaya Tepe (1036MT), İğnekiriş Tepe (987mt) ve Kırıksapağı (919mt)
KAYNAK: Çevre ve orman md.int sit. Düzce valiliği int sit.Vikipedi net. Akçakoca köyleri 2010 İbrahim Tuzcu, Derl: İbrahim Tuzcu
YÜZÖLÇÜMÜ EN BÜYÜK OLAN İLÇELER
Merkez,Yığılca,Akçakoca
YÜZÖLÇÜMÜ EN KÜÇÜK OLAN İLÇELER
Gümüşova, Çilimli, Cumayeri
Kaynak: Marka, tüik, Der:İbrahim Tuzcu
TARİHİ YAPISI
Eski Düzce şehir merkezi
DÜZCE TARİHİNE BİR BAKIŞ
Düzce İl Merkezinin tarihi ile ilgili ilk bilgiler 1300'lü yılların ilk çeyreğine rastlar. Şehrimizin kuzeyinde Melen çayı kıyısındaki Konuralp Beldesi mevcut arkeolojik eserleri ve antik kent kalıntıları ile yöremizin tarihte bilinen ilk yerleşim yeridir. Bithynia Krallığının kuruluşuna değin geçen tarihsel süreçte yöremiz Anadolu da kurulan medeniyetlerin yönetsel sınırları içinde kalmış bir bölgedir. Hitit İmparatorluğunun M.Ö 1200'lerde tarihe karışmasından sonra Bithynia Friglerin egemenliği altına girdi. M.Ö. 800 yıllarında, başlangıçta Eskişehir, Afyon, Ankara ve Sakarya vadilerini içine alan bir bölgede yerleşen Frigler, sonraları Kütahya’dan Kızılırmağa, Ankara’dan Denizli’ye dek olan bölgede güçlü bir uygarlık oluşturmuşlardı. Coğrafyacı Strabon'un yazdığına göre Sakarya Irmağı ile İstanbul Boğazı arasındaki bölgeye milattan önce 1200-800 yılları arasında Ege göç kavimleri Bebrykler, Misler (Mysians) ve Bithynialılar yerleşmişlerdi. Bu bölgeye Bithynia adını almadan önce Bebrykya deniyordu. Bebrykler, Friglerin bir kolu idi. M.Ö 560 yıllarında Frigleri mağlup eden Lidya’nın meşhur kralı Croesus Bithynia bölgesini de kendi ülkesine kattı. M.Ö.550 yıllarında Pers Kralı II.Kyrus Lidya egemenliğine son verince Küçük Asya’nın diğer yerleri gibi Bithynia da Pers egemenliğine girdi. Anadolu'da 24'e yakın satraplık (Eyalet merkezi) kuran Persler döneminde, kabileleri arasından seçtikleri yöneticilerin (şeflerin) idaresinde yaşayan Bithynialılar merkezi Daseylon olan satraplığa bağlı olarak Pers hazinesine yılda 100 gümüş talan vergi vermek zorunda kalmışlardı. Bu devirde iç durumu pek az bilinen Bithynia Pers Kralına bağlılığını, ancak Helenlerin Marmara yada Karadeniz’den akınlarına uğradıkları zaman hatırlıyordu. İmparatorluk birliğini temin eden bağlar gevşedikten sonra M.Ö. 430’larda müstakil milli hükümdarlar, Bithynialıları birleştirmişlerdir. Bunların içinden Boteiras’ın oğlu, Doedalsus’un torunu Bas, M.Ö. 377-328 yılları arasında Pers boyunduruğundan Bithyniayı kurtarmıştır. Büyük İskenderin, Persler'i M.Ö. 334'te iki defa yenerek Anadolu'ya hakim oluşu Bithynlerin Pers egemenliğinden kurtulmasında önemli rol oynadı. Bithynlerin kökeni karanlık olmakla birlikte, bazı kaynaklarda Thracian (Trakya) kökenli oldukları geçer. Herodotos, Xenophon, Strabon gibi Tarihçiler Bithynialıların göçmen bir Thracian kabilesi olduklarını eserlerinde belirtirler. Thracianlar içinde yaşayan Thyni diye adlandırılan bir kabile bunun kanıtı sayılır. Küçük Asya’nın bu bölümünde eş zamanlı olarak yerleşmiş olmaları aynı soydan geldikleri ile ilgili iddiaları güçlendirmektedir. Thyni ve Bithynlerin Mysians, Caucones ve diğer küçük kabileleri kovarak yada boyundurukları altına alarak Küçük Asya’nın bitişik iki parçasında yerleştikleri söylenir. Tarihin babası Herodotos (M.Ö. 485-425) Thracianların tarihi ile ilgili şöyle der; “Thracianlar (Trakyalılar) Küçük Asya içlerine geçip yerleşince Bithyn ismini aldı.” Herodotos’tan sonraki kuşak tarihçilerden Xenophon (M.Ö. 430-354) Thraceları ikiye ayırır, Avrupalı ve Asyalı Thracelar, ona göre Asyalı Thraceların yaşam alanı Byzantium’un Karadeniz ağzından başlar, Heracleia’ya (Ereğli) kadar uzanır. Bu bölgede sadece Thracianlar ve Bithynialılar yaşar. Küçük Asyanın Kuzey Batı bölümünde kalan Bithynia’nın batısında Propontis (Marmara denizi), güneybatısında Mysia, kuzeyinde Euxine (Karadeniz), güneyinde Phrygia (Frigya) ve Galatia (Galatya), doğusunda da Paphlagonia (Paphalonya) kalır. Güneyinde ise sınırlarını dağlar çizer. Düzce’nin şu anki yerleşim alanının o tarihlerde ki ismi ile ilgili sahip olduğumuz bilgiler şöyledir; M.Ö.375 yılında yani Bithynia’nın Pers boyunduruğundan çıkmasından 2 yıl sonra, Gastriust adlı bir Romalı tarafından yapılan mesafe haritası, nihayet 1507 yılında K.Pautinger tarafından çoğaltılarak günümüze intikali sağlanmıştır. Gastriust’un bu mesafe haritasında Düzce’nin olduğu yerde Dusepro Solympium yazılıydı. Bugün Kadifekale olarak bilinen yerleşim yeri ise Demetrium, Melen nehri Hyppium, Gerede’nin olduğu yerde Cerato, Efteni gölü Daphnuis Lacus olarak adlandırılmıştı. Büyük İskender'in Anadolu da düzenlediği seferlerde Bithynia üzerine gönderdiği Calas adlı komutan, Bithynialı önder Bas tarafından yenilgiye uğratıldı. Büyük İskender ayrıca Bithynia üzerine gitmedi. Bas'ın ölümünden sonra M.Ö. 326 yılında Bitynler, Bas'ın yerine geçen oğlu Zipoetes zamanında bağımsızlıklarını ilan ederek Bithynia Krallığını kurdular. Zipoetes'in ölümünden sonra yerine büyük oğlu Nikomedes geçti. Bithynlerin yöremizdeki hakimiyeti M.Ö 279 - M.Ö 74 tarihleri arasında I.Nikomedes döneminde olmuştur. I.Nikomedes İzmit Körfezinin bitim yerinde kendi ismi ile anılan Nikomedia'yı kurmuş ve başkent yapmıştır. Böylece yöremizde siyaşı ve askeri bakımdan Nikomedia'daki yönetime bağlı kalmıştır. Nikomedes'den sonra saltanat süren Bithyn kralları Ziaelas (255-235), I. Prusias (238-183), II. Prusias (183-149), II. Nikomedes Epiphanes (149-120), III. Nikomedes Eugergetes (120-92), ve IV. Nikomedes Philopator (92-74)'dir.
Bithynia da; Nikomedia (İzmit), Heracleia Pontika (Karadeniz Ereğlisi), ve Bithynion (Bolu) gibi bir belde olan Konuralp ile ilgili bilinen ilk bilimsel bilgiler Friedrich Karl Dörner’in “Bericht über eine Reise in Bithynien” adlı 1952’de Wiena da basılan eserinde konu edilmiştir. Konuralp, ilk olarak tarih sahnesine Hypios adı ile çıktı. Bu antik kasaba doğudan batıya uzanan Melen ve Tabak çayları yakınında ovada son bulan bir tepeyi taçlandırmaktadır. Daha sonra Hypios adı bırakılmış bu defada Kieros denilmiştir. Kieros’un tarihide karanlıktır. Heracleia Tiranlığı ile yakın siyaşı ve tarihi ilişkileri vardı. Mesut bir hayat süren Kieros için batıdan tehlike belirdi. Mariandynlere ve Heracleia devletine karşı harekete geçen Bitynler, Kralları I.Prusias’ın eliyle Sangarios’un (Sakarya) doğusundaki Kieros’u zaptettiler. Buraya Bithyn kolonisi yerleştirerek eskisine göre daha bayındır hale getirdiler. I.Prusias şehri birçok abidelerle süsledi ve tahkim ettirdikten sonra adını da değiştirdi. Böylece Kieros M.Ö. II. Yüzyıl sonunda tarih sahnesinden çekildi. Burası Kralın adına izafeten Prusias adını aldı. Bursa ve Gemlikteki diğer Prusias şehirlerinden ayırt edilmek için bu yeni kente Prusias pros Hypios yani Melen kenarındaki Prusias denildi. Prusias pros Hypios M.Ö. 74 yılına kadar Bithyn hakimiyetinde yaşadı. II. Nikomedes zamanında, M.Ö 149'dan sonra, Hellenizmin tesiri arttı. M.Ö.105 yılında Roma-Pontus meselesi Bithynleri de etkisi altına aldı. M.Ö 104 de Paphlagonia, yani Bolu'nun doğusundaki topraklar Bithyn ve Pontuslular arasında paylaşıldı. III. Nikomedes ise, Bithynlerin değişik karakterli kralı olarak tanındı. Halkın desteğini alamadı. İç otoriteyi sağlamak için de dış yardımlara baş vurdu. Pontuslular böylece Bithynia da söz sahibi olabildiler. Fakat Nicomedes'in değişen siyaseti üzerine, bu defa Romalılar Pontus Kralı ile karşı karşıya geldiler. III. Nikomedes, Romalılara sığındı. Bithyn hazinesi, Romanın sürekli istekleri karşısında zayıfladı. Kral, her defasında ahaliyi ezmeye ve onları fakirliğe sürüklemeye başladı. Pontus Kralı Mithridates diğer Bithyn şehirleri gibi Prusias pros Hypios’u da istila ederek Pontus hakimiyetine soktu.
M.Ö 86’ da Pontus ordusunun Romalılar tarafından yenilgiye uğratılması ile Roma ordusu Bithynia topraklarına girdi ve Kral Mithridates barışa mecbur edildi. III. Nikomedes, Romalıların sağladığı imkân ile tahtına tekrar oturdu. Kral IV. Nikomedes Philopator zamanında Bithynia siyaşı çalkantılara maruz kaldı. M.Ö. 94-M.Ö. 74 de saltanat süren IV. Nikomedes, Bergama Kralı Attalos'un yaptığı gibi ölümünden önce vasiyetname ile Bithynia’yı Romalılara bıraktı. Bu durum Roma-Pontus gerginliğini artırdı. Mithridates tekrar Bithynia’yı ve çevresini istilaya kalkıştı. Roma, önemli Konsüllerini Bithynia’ya savaş için gönderdi. M.Ö. 74 de, M. Aurelius Cotta'ya Bithynia Eyaleti valiliği verildi ve Bithynia da Roma hakimiyeti başladı.
Latin kültürünün etkisi altına giren Bithynia da yer adlarında da değişiklikler oldu ve Prusias pros Hypios artık Prusias ad Hypium olarak adlandırıldı. Roma’nın Küçük Asya Valisi Junkas’ın Bithyn asıllı defterdarı Pompeius yakın savaş tehlikesini düşünerek bölgedeki Kral hazinesi ve sanat eserlerini Roma’ya gönderdi ve bu yağmadan Prusias ad Hypium’da nasibini aldı. Fransız arkeolog Georges Perrot 1861’li yıllarda Konuralp’te bulduğu bir kitabeden “Une Inscripton Inedite de Prusias ad Hypium” adlı makalesinde bahseder. Buna göre Roma hakimiyetinin başladığı bu dönemde Konuralp’te on iki kabile ve her kabilenin iki başkanı olduğu anlaşılmaktadır. “Buna göre Phyle denen kabileler; Thebais, Sebastane, Germanike, Sabianane, Faustiane, Dionysios, Iuliane, Tiberiane, Adriane, Megaris, Antoniane, Prusias’tan meydana geliyordu. Bunlar arasında Megaris ve Prusias kabilesi en eski halkı bünyesinde topluyordu. İçlerinde Prusias kabilesi dışındaki diğer kabilelerin hepsi Roma kökenlidir.M.Ö. 64 de Pompeius, Bithynia-Pontus Eyâletini düzenledi. Bithynia valisi de eskiden olduğu gibi Bithynium'da (Bolu) oturmaya başladı. Kitabeler ve paralardan anlaşıldığına göre, Roma döneminde, İulius Claudius, Dört İmparatorlar, Flavius, Traianus, Hadrianus, Antoninus Severus, Asker İmparatorlar, Birlikçiler, Doğu Monarşizmi, Constantinus Magnus ve Valentinianus gibi sülaleler imparatorluğu yönettiler. Prusias ad Hypium halkıda bu imparatorların tebaası olarak yaşamıştır.
Romalılardan , İmparator Hadrianus (M.S. 117-138) ve Caracalla, Anadolu gezileri esnasında Prusias ad Hypium’u ziyaret ederek şehri şereflendirdiler. Ekonomik hayatın Roma çağı boyunca canlı olduğu, hemen hemen bütün devlet reislerine ait paralardan ve mimari eserlerden anlaşılmaktadır. Tanrıça Tyche’yi tasvir eden M.S II. Yüzyıla ait 2 m. 60 cm. boyundaki heykel 1931 yılında Prusias ad Hypium’da bulunmuştur. Doğu Roma ve ondan sonra uzun zaman imparatorluk hayatını sürdüren Bizanslıların Bithynia’daki hakimiyeti de genelde sükûnet içinde geçmiştir. 1071 Malazgirt Meydan Savaşı sonunda Türklerin Anadolu’ya geçişlerinden sonra 1171’de Bolu Selçuklular tarafından kuşatıldı. Bizans tarihçisi Niketas Khoniates, Türklerin Bithynia'daki ilk ciddi baskısını anlatırken şunları yazmaktadır: "Çok geçmeden Türkler, Roma İmparatoru Claudius'a nispetle adlandırılmış Klaudiopolis şehri çevresinde ordugâh kurdular, önce Bizans garnizonunun şehir dışına bir adım bile atmasını önlediler. Sonra da tam anlamı ile bir kuşatmaya geçtiler. Bu olay üzerine Bizans İmparatoru Manuel Komnenos (1143-1180) harekete geçti ve Bithynia üzerinden Klaudiopolis’e ulaşarak Türklerin geri çekilmesini sağladı. Geri çekilen Anadolu Selçukluları Paphlagonia’nın (Paphalonya) batısında, kuzeybatısında, sürekli hareket halinde idiler. Bizans daha sonra Paphlagonia'yı, Amastris (Amasra) ve Heracleia (Ereğli) hariç olmak üzere, ebediyen kaybetti. Kastamonu, Çankırı ve Ankara'da Konya Selçukluları egemen hale geçtiler. 13. yüzyıl sonlarına doğru artık Türkler Bolu ve çevresine sızıp Bizans sınırlarını hemen hemen her noktada delerek yeni yaşam alanları oluşturmaya başladılar.Düzce Osman Gazinin padişahlığının son yıllarında Türk hakimiyetine katıldı. Osman Gazi komutanlarından dördünü Konur Alp, Abdurahman Gazi, Akçakoca ve Kösemihalı oğlu Orhan gazinin emrinde görevlendirerek Sakarya havzasına gönderdi, kendiside İznik üzerine yürüdü. Orhan Gazi ve komutanları ilk olarak Sakarya nehri kıyısındaki “Karaceyş” hisarı kuşattı ve kale alındı. Kalenin muhafazası Konur Alp beye bırakıldı.(Konur Alp'in kimliği karanlıktır, ailesi hakkında bilgi hemen hemen yok gibidir.). Bu savaş Şehzade Orhan Gazinin ilk gazası olmuştu. Orhan Bey Konur Alp’i Sakarya’nın doğu havzası Akyazı havalisine, Akçakoca’yı da batı havzasına Akova taraflarına gönderdi. Konur Alp Akyazı’ya birçok akınlar yaptı ve Akyazı ile Konrapa kalesini ve bölgedeki bütün hisarları aldı.(1323) “Tevarih-i Al-i Osman” adlı eserinde Aşıkpaşazade Düzce çevresinin Osmanlı beyliğine katılışını şöyle anlatıyor;
“Konuralp kılıcı Bolu’ya saldı,
Veli Akyazı da Düz Pazarı aldı,
Uzuncabel de kafirle buluştu,
İki gün gecesiyle hoş duruştu,
Oradan kafiri döndürdü kovdu,
Konuralp Düz Pazarı tuttu,
Akovaya seyirdir oldu............”
Konrapa’nın Fethi yazma anonim bir eserde aynen şöyle geçmektedir; “Feth-i Kale-i Konurpe (Konrapa): 723(Hicri)senesi Konuralp nam bahadır fetih etmeyin Konurpe dediler.” Osmanlı kaynakları, Konur Alp'i, Konuralp İli fatihi olarak göstermektedir. Bu fethi takip eden yıllarda Konur Alp Hicri 726’da Bolu Kalesini de Rumlardan aldı. Bolu ve havalisinin ilk Valisi Konur Alp idi. Fakat Konur Alp Padişahın yanından hiç ayrılmazdı onun için Bolu Vilayetinin (Konrapa eyaleti) idaresini kendi arkadaşlarından Sungur Bay Şemsi ye bıraktı. 1328’ de ölümünün ardından Konuralp’e gömüldü ve Konrapa eyaleti Sultanönü sancağına bağlanarak Şehzade Murat Beye verildi ve kendi adına idare için bir vekil gönderildi. Konrapa eyaleti 1324 yılından itibaren 1692 senesine kadar Sancak Beyleri tarafından idare edilmiştir. (Birinci Mutasarrıflık Devri)
İznik fetih edilince Orhan Gazi yönetim merkezini Bursa dan kaldırarak İzniğe götürdü. Bursa, bey sancağı yapılarak Şehzade Murat’a bağlandı ve eski eyaleti Konrapa Eskişehir Mutasarrıfı Gündüz Alp’in idaresine bırakıldı. Bolu Vilayeti Osmanlının kuruluş devrinde Sancak Beyliği şeklinde idare edildi. Osmanlı beyliğinin Anadolu ve Rumeli de sınırlarını genişletmek için yaptığı tüm savaşlarda Bolu Sancağı askerleri de görev aldı. Yıldırım Beyazıt devrinde Konrapa Eyaletinin durumu açık değildir, tarihi olaylar o dönem Göynük, Mudurnu, Bolu ve Gerede hattında cereyan etmiştir. Sultan Murat’ın Kosova savaşında şehit edilmesinden sonra yerine geçen Yıldırım Beyazıt kısa sürede Anadolu beyliklerini ortadan kaldırarak Milli birliği kurdu ve Osmanlının sınırlarını genişletti. Moğol hükümdarı Timur Anadolu Beylerine eski topraklarının verilmesi için Yıldırım Beyazıt’a haber yolladı ve sonrası gelişen olaylar neticesi 1402 de yapılan Ankara savaşını Timur kazandı ve Anadolu’daki milli birlik bozuldu. 1402 bozgunundan sonra Bolu Sancağı ve Konrapa Moğol istilası görmeyen nadir bölgelerdendi ve Çelebi Sultan Mehmet idaresinde kaldı. 1453 yılında Fatih Sultan Mehmet in İstanbul’u fethi ile başlayan yükselme devri 1579 yılına kadar sürdü. Bolu Sancağı ve Konrapa eyaleti, beylerbeylik merkezi olarak Ankara’ya ve 1451'den sonra da Kütahya'ya bağlı kalmıştır. İdari bakımdan bu şehirlerde oturan beylerbeyine tabi olmuştur. II. Murat, II. Mehmet ve II. Beyazıt devirlerinde de Bolu'nun idaresinde bazen dost ve bazen düşman oldukları İsfendiyar oğullarından valiler görülmektedir. II. Beyazıt zamanında, Şehzade Ahmet’in oğlu Murat Bey Bolu Sancak beyliği yapmıştı. Şehzade Murat Beyden az önce de, Şehzade Süleyman (Kanuni) Bolu Sancak Beyliğine getirilmişti (1509). (1509 yılında meydana gelen ve “Küçük Kıyamet” denilen Kuzey Anadolu Fay hattındaki deprem Bolu Sancağı ve Konrapa eyaletinde de heyecan ve korku yarattı.)Evliya Celebi’nin sonradan tertip edilen defterlerdeki kayıtları esas alarak verdiği bilgiye göre, Bolu'nun ilk kitabeti Fatih Sultan Mehmet zamanında yapılmıştır. Yükselme devrinde İmparatorluk merkezi İstanbul’dan gönderilen emirlerde “Düzce Pazar” ifadesi ilk kez resmi olarak geçmiştir.(16. Yüzyılın ikinci yarısında Düzce, ovadaki kalabalık köyler tarafından Pazar mahalli olarak seçilmiş ve bu yüzden ova ortasındaki bu yerleşim yerine Düzce Pazar denmiştir.) Konrapa kadısı Mustafa Paşaya 1570 tarihlerinde gelen bir emrin son paragrafında şöyle denilmektedir. “.....Ve sen ki Konrapa Kadısısın. Ayende ve revendeye vesair erbabı mesaliha asan olan yerde oturup icra-i şer eyleyesin. Düzce-Pazarda mı olmak evladır. Yoksa ahar yer demi olmak ensebdir ve bilcümle hilaf’ı semtte almayıp mesalih’i müslimin görülmeye münasip yerde oturasın.” (Mühimme Defteri:14,9 Recep 978, Hendek ve Konrapa Kadılarına Hüküm)
Görüldüğü üzere bu emirle Düzce adına rastlanılıyor. Bu ismin nasıl ve ne şekilde verildiği ise araştırılmaya muhtaçtır.Evliya Çelebi 1645’te Üsküdar Erzurum yolculuğunda uğradığı Düzce kazasını şöyle anlatmaktadır. “Buradan da (Akçakoca) geçtikten sonra yine şarka 12 saat ormanlar içinde giderek Düzce Pazar Kasabasına geldik. Burası Bolunun nahiyesidir. Ormanlı, dağlı düz bir yer olup bir camii, iki hanı var. Cümlesi Şemsi paşa hayratıdır. Köyleri çoktur. Canibi garba, Akçaşar (Akçakoca) tarafına iki saat gidildikte Melan (Melen) suyunu geçtik. Üskübi kasabasına vardık. Mamurdur Bolu hakinde hastır. Camii, hamamı, hanı, çarşısı gayet mükemmeldir. Buradan yine hareketle 9 saatte Bolu kasabasına geldik.”Bu metinde ismi geçen Şemsi Paşa (Şemsi Ahmet Paşa) Osmanlıların yönetimine geçen İsfendiyar oğulları beyliği yöneticilerinden olup, Sultan Süleyman tarafından beylik yöneticilerini mağdur etmemek için Bolu sancağı kendisine zeamet yoluyla verilmiş ve Bolu Beylerbeyi olmuştu. Bahsi geçen eserleri de kendi yönetimi döneminde Düzce’ye yapmıştır.
Evliya Çelebi İzmit seyahati esnasında da Bolu'nun batısına kadar gelmiş, Sakarya ve Sapanca Gölünden bahsederken, kereste nakliyatı için Düzce Pazar'ın, Bolu'nun vaziyeti üzerinde fikir beyan etmiştir. Osmanlılar, donanma için gerekli kalyon ihtiyaçlarını Kocaeli ve Bolu ormanlarından sağlamaktaydılar. Buna dair 1572 (Mümimme Defteri:16, 9 Zilkade 979, Bölge Kadılarına Hüküm),1699 tarihli fermanlarda ilgili sancak kadılarından işlerin çabuklaştırılması istenmektedir. Düzce’nin güneyindeki Efteni Gölü civarında açmalar yapılmış ve göl ile Melen Çayından faydalanılarak gemi keresteleri Karadeniz’e indirilmişti. (1668 yılında Kuzey Anadolu fay hattı kırığında büyük bir deprem oldu, bu depremin sarsıntısından Bolu ve Düzce de etkilendi.).1670 yılında Bolu da yönetim zayıflığı ve diğer nedenlerden dolayı çıkan isyanlar sonrası yaşanan yönetim değişiklikleri sonrası 1692 yılında Bolu ve Düzce de Voyvodalık dönemi (Sancaklıktan Kazaya indirildi) başladı. Bolu Voyvodalığı, Bolunun Sancak Beyliği (Birinci Mutasarrıflık Devri) dönemine rahmet okuttu. 1811 yılına kadar süren bu dönemin ilk yöneticisi Sarı Osman Ağa, son yöneticisi de Mütesellim İsmail Ağa oldu. Osmanlının bu devrinde Bolu ve Düzce halkı bir taraftan cephelerde evlatlarını kaybederken diğer taraftan da Voyvodaların ölçüsüz zulümleri altında sıkıntılı günler geçirdiler. 1735 yılında Sultan Mahmut tarafından çok sert ve şiddetli bir dille dönemin Voyvodasına gönderilen bir hüküm vardır. (Devlet Arşivi, Mühime defteri:140 Sahife 147)1718 yılında halkın zelzele-i azim dediği büyük bir deprem oldu. İzmit, Sapanca, Hendek, Üskübü, Düzce ve Bolu da hissedilen sarsıntıda bir çok bina yıkıldığı gibi, insan kaybının çokluğu da bölgede üzüntü yarattı. 18. Yüzyılda Evliya Çelebinin Cihannümasına benzer bir eser yazan Bartınlı İbrahim Hamdi, Konrapa’yı “.....Üskübü’nün güneyinde, Bolu’dan bir menzil batıda 20 köylü bir kazadır. Birçok hanı vardır. Hafta pazarı yapılır, pirinç ve nefis kaymağı olur. Güney tarafında Uğru (Uğur) suyu denilen bir nehir akar. Efnanlu (Efteni) gölüne dökülür. Düzce Pazarı dedikleri bunun anayolu üzerindedir. Etrafında dağlarda köyleri bulunur. Pazarı hanların yakınındadır. Çeltikleri Melandan (Melen) gelen sudan sulanır. Halkı manda besler. Pirinci kırmızıdır.” Diye tasvir eder. Padişah İkinci Mahmut’un iradesiyle Voyvodalık yönetimi 1811 yılında kaldırıldı. Bolu da İkinci Mutasarrıflık Devri başladı. İlk Mutasarrıf olarak Hüsrev Paşa tayin edildi. Bolu sancağı o zamanlarda kaza adıyla 19 bölgeye ayrılmıştı. Her kazanın başında bugünkü anlamıyla Kaymakamlık yetkilerinde Ayanlar bulunurdu. Önceleri Hükümet ile halk arasında vasıta olması amacıyla görev yapan Ayanlar zamanla ehil olmayan ellere geçti ve halka zülüm etmeye başladı ve Ayanlar devri Anadolu ve özelde Bolu ve Düzce için sefalet devri oldu. İkinci Mutasarrıflık Devri 1864 yılında sona erdi, bu dönemin sonlarına doğru Bolu Sancağı Viranşehir Sancağı ile birleştirilerek Kastamonu Eyaletine bağlanmıştı. 1864 yılında yayınlanan yeni vilayetlerin teşkili nizamnamesi ile Bolu ve Düzce de Kastamonu Vilayetine bağlı Üçüncü Mutasarrıflık Devri başladı ve 1908 yılına kadar sürdü.(Yeni düzenlemede, vilayeti vali, mutasarrıflığı mutasarrıf, kazayı kaymakam ve nahiyeyi de müdür yönetmiştir. Köyler, ağalar yerine muhtarlara havale edilmiştir) Bu dönemde Düzce, Bolu Sancağının Göynük kazasına bağlı bir nahiye haline getirildi. 1871 yılında Düzce Göynükten ayrılarak kaza oldu. Son nahiye müdürü Salih Ağa ilk Düzce Kaymakamı Ahmet Nuri Beye yönetimi teslim etti. 1869 yılına ait Kastamonu Vilayeti Salnamesinde Düzce için “Kasaba-ı mezküre, Akçaşehir’in müdüriyet merkezi olup, Vilayetin cihet-i garbisinde, 69 saat mesafede düz bir ovada vaki bir muntazam kasaba olarak, oralarda külliyetli muhacirin-i Çerakese iskan olunmak hesabıyla Kasaba-ı merküre günden güne imar olunmakta ve kesb-i cesamet eylemektedir” denmektedir.
Bolu ve Düzce, doğudan batıya, batıdan doğuya kara ve deniz yolu ile giden gezginlerin geçtiği ve bu münasebetle tanıttığı yerdi. Evliya Çelebi'den sonra, Jean-Babtiste Tavernier, Richard Pococke (1740), Chevalier M. Otter, James Morrier (1808), Adrien Duprê (1808) Bozoklu Osman Şakir (1810), John Macdonald Kinneir (1814), Sir Ker Porter (1819), Eugêne Borê (1837), Charles (Felix-Marie) TEXIER (1833- 1837)
William Francis Ainsworth (1838 - 1840), Xavier Hommair de Hell, A. D. Mortdmann (1856), George Perrot (1861), Walther von Diest (1886) ve Richard Leonhard (1903) gibi gezginler Bolu ve kasabalarından geçmişler, bazen kısa bazen de geniş bilgiler vermişlerdir ki, resmi belgelerde olmayan haberleri de onlara borçluyuz.
1856’da A. D. Mortdmann Bolu’dan Düzce’ye geldi. Bu seyyah yağışlı bir havada Bolu dağından Darıyeri’ne inmiş sonrada orman içinde 60 kadar binası ve cami olan Düzce’ye geçmişti. Onun bahsettiği cami Şemsi Paşa vakıflarından biri olmalıdır. Seyyahın dikkatini çeken bir hususta civar köylerde tütüncülükle uğraşılmasıdır. Bu tütünler Almanya’da Meclenburg’dakilerle aynı sertlikte idi. Mortdmann köy mezarlığının buranın batısında olduğuna da dikkat çekmiştir. Asıl ilgisini çekenin Prusias harabeleri olduğunu yazan seyyah Körfes’ten (Körpeçler) sonra Melen çayını geçmiş ve Üskübü’ye varmıştır. A. D. Mortdmann Roma Helenistik ve Bizans devrine ait kalıntıları keşif edası ile görmekten son derece memnun kalmıştır. Üskübü gezisi sırasında kahvehanede oturan bir Rum kasabayı dolaşmasında kendisine rehberlik etmiştir. Üskübü’nün 120 evden oluşan ve tütüncülükle uğraşan bir kasaba olduğunu belirtmektedir.
İstanbul'un başkent oluşundan sonra halkın Bağdat yolu adını verdiği ve Kanuni Sultan Süleyman zamanında işlerlik kazanan kuzey yolunun uğrak yerlerinden biride Sapanca'dan sonra, doğuya Akyazı ovasına giden yol. Sakarya ve Mudurnu suyunu aşarak Akyazı'ya uğramadan Hendek pazarına geçiyordu. Eğridere vadisini aşan yol, Melen Köprüsü geçildikten sonra, Düzce Pazarı oradan Üskübü’ye bağlanıyordu. Üskübü, Bakraz (Günbaşı), Muncurlu, Üçköprü boğazı ve Kaynaşlı’dan geçen yol Bolu Dağı dibindeki Darıyeri hanlarından, zikzaklar çizerek 700m kadar yükselerek, Derbent’e gidiyordu. Bu yol üzerinde dikkate değer hanlar; Sapanca'da Rüstem Paşa, Hendek de Mustafa Paşa, Düzce'de Şemsi Paşa, Üskübü de isimsiz, Darıyeri'nde Şemsi Paşa hanları idi.1861 Temmuzunda Fransız ilim adamlarından Georges Perrot, Prusias ad Hypium harabelerini görmek için, mimar Edmond Guillaume, Paris Tıp Fakültesinden Dr. Jules Delbet gibi arkadaşlarıyla birlikte Ereğli, Akçakoca yolu ile Üskübüye geldi. Grup antik eserler hakkında bilgi topladı. Georges Perrot’u en çok heyecanlandıran Roma devrinde Prusias ad Hypium’da ikamet eden kabileleri gösteren kitabeyi bulması idi. Üskübü Ağası Hacı İbrahim Efendi ile görüşen Perrot Düzce’ye de gitmiş ve makamında bir vezir edası ile oturan nahiye müdürünün yorgunluk kahvesini içmişti. Daha sonra ovanın güneyindeki Beyköyü’ne gidilmiş, uğur suyu kenarındaki Bizans kalesi görülmüştür. Efteni gölüne de giden Perrot araştırmalarını tamamladıktan sonra Üskübü’ye dönmüştür. Dr. Jules Delbet Üskübü de ayaküstü pek çok hastayı muayene etmiştir. Georges Perrot buradan Ankara’ya doğru hareket etmiştir. Georges Perrot’un 1867 yılında yayımlanan Küçük Asya’dan Bir Geziden Anılar (Souvenirs d’un voyage en Asie Mineure. Paris, 1867) adlı kitabında Üskübü de, yarı göçebe bir yaşam sürdüren Kürtlerin yaşamından bilgiler aktarılır. Düzce yöresindeki Kürtleri bize ilk kez tanıtanlardan birisi olan Perrot, burada karşılaştığı Kürtlere misafir olur ve gelenekleri konusunda kitabında bazı açıklamalarda bulunur.1871’li yıllarda Düzce çok parlak ve hareketli bir kır pazarı niteliğindeydi. Net olmayan verilere göre çok köyü olmasına rağmen merkezi 70 hane ve yaklaşık 450 nüfusa sahip bir yerleşim yeri idi. Bolu Salnamelerini kaleme alanlar nedense Düzce ile ilgili verileri genelde es geçmişlerdir, bu nedenle sağlıklı veri elde etmek imkanı tam olarak mümkün olmamaktadır.
Sultan Abdülmecit (1839-1861) ,Sultan Abdülaziz (1861-1876) dönemlerinde ve sonrasında II. Abdülhamit döneminde 93 harbi olarak da bilinen 1877-1878 Osmanlı-Rus savaşından sonra Rusların eline geçen bölgelerden Kafkasya’dan, Kırım’dan Doğu Karadeniz’den ve Balkanlar’dan (Bulgaristan, Romanya) gelen göçmenlerle Düzce büyüdü köy sayısı ve nüfusu arttı ve bir anlamda “Şefine-i Nuh’a” benzedi (Nuhun gemisi). Hükümet göçmenlere ücretsiz tapu, toprak ve senetler verdi. Kafkasya'dan, Çerkesler (Adige,Abaza) Gürcüler (Batum, Kars, Ardahan, Artvin), Doğu Karadeniz'den Lazlar (Batum civarı), Kırım’dan Tatarlar. Rumeli'den Arnavutlar, Boşnaklar. Balkanlar’dan Çerkesler (1864 Büyük sürgünü neticesi Balkanlarda iskan edilen Adigeler 93 Harbi sonrası ikinci kez göç etmek mecburiyetinde kaldılar.) ve Bulgaristan Muhacirleri Düzce de iskan olundular. 1871 den sonra Düzce’nin arz ettiği ticari önem dolayısıyla da Rum ve Ermeni gibi azınlıklarda Düzce’ye yerleştiler. Düzce merkezinde yeni göçlerle mahalleler teşekkül etti. Camikebir mahallesine yeni caddeler eklendi, diğer mahallelerde Burhaniye, Cedidiye, Çay, Hamidiye, İcadiye, Nusrettin, Şerefiye ve Laz Şerefiye (Dereli)’dir. Yeni köylerde ilk zamanlar daha çok kurucularının adı ile anılmıştır; Abaza Hasan Bey (Darıyerihasanbey), Şaguc Hacı İbrahim (Aydınpınar), Değirmenbaşı Mehmet Bey (Değirmenbaşı), Naş Hacı İsmail (Gökçe), Hüseyin Bey (Kiremitocağı), Şuruh Efendi (Kızılcık), Hacı Talustan Bey (Kuşaçması), Am’ce Hasan Bey (Kutlu), Hacı Yakup (Hacıyakup), Hacı Habek (Çalılık), Hacı Hasan Efendi (Karaçalı), Albuz Bey (Aksu), Mehdi Bey (Uğur), Hücaç Bey (Yeşilyayla), Kazuk İshak Bey (Bostanyeri), Beslan Bey (Akınlar), Hacı Süleyman Bey (Hacısüleymanbey) vb..Kabalak- Heciz çizgisinde Lazlara senetle yer verilmiş ve Ballar, Kabalak, Osmanca, Suncuk, Şekerpinar, Yayla ve Yazlık köyleri oluşmuştur. İkinci Abdülhamit devrinde Düzce’ye bağlı 139 köy vardı ve hane sayısı 6618 Nüfus 36088 idi. Gün geçtikçe gelişen Düzce’yi 1877’de İkinci Abdülhamit devrinde (Birinci Meşrutiyet 1876-1878) Bolu Sancağı içinde bulunan Rüştiye mektepleri sırasında görüyoruz. 1877 Salnamesinde şu bilgiler görülmektedir; Düzce Merkez Rüştü Başöğretmeni: Mehmet Nazım Efendi, öğrenci sayısı 30. 1880 yılı salnamesinde Düzce Bolu Sancağına bağlı kaza ve Akçakoca, Üskübü,Gümüş nahiyeleri gözükmektedir. Vital Cuinet adlı bir yabancının 1890- 1891´de Paris´te dört cilt olarak yayımlanan “La Turquie d´Asie” adlı eserinde Düzce deki okul ve öğrenci durumlarını şöyle göstermiştir; Sekız medrese ve 120 öğrenci, iki orta dereceli okul ve 155 öğrenci, yüz kırk mahalle mektebi ve 2600 öğrenci. Bu demek oluyor ki 1890’lı yıllarda Düzce merkez ve köylerinde yaklaşık olarak 2875 öğrenci bulunuyormuş ve bu okullarda din ağırlıklı eğitim yapılmakta imiş. Bolu Mutasarrıflarından İsmail Kemal Bey döneminde (1883-1887)Düzce Bir Alman gezgininin ifadesi ile; Düzce Osmanlı ülkesinde Avrupa tarzı yapıya kavuşmuştu. Hükümet binası etrafında, Büyük Cami çevresinde gelişen kasaba, Kiremit Ocağı, Mergiç şosesi ile Melen Çayına ulaştırılmıştır. Keresteden yaptırılan köprü, her zaman yolcuları bezdiren Melen üzerinde, anıtsal görünüşe sahipti. Kışla' dan sonra daha kısa olan Nuhviran Boğazındaki yol, Hendek ve Adapazarı'ndan geçiyor İzmit ile İstanbul'a ulaşıyordu. İsmail Kemal Bey, sadece karayolu ile uğraşmamış, Melen başta olmak üzere Bolu yöresindeki akarsuları da inceletmiş ve su yolu taşımacılığı için de teşebbüsleri olmuştur.
Bolu ve Düzce insanı, her cephedeki savaşlara katılmıştır. Osmanlı- Rus Harbinde (1877-1878) Plevne Savunmasında, Yunanistan-Teselya Harekatında (1897) Bartın, Göynük, Düzce ve Bolu rediflerinin kahramanlığı, kendisini araştıracak tarihçileri beklemektedir.(Yunanistan-Teselya Harekatında Düzce redifleri 24 şehit 37 yaralı verdiler.)1871 yılında Bolu Sancağına bağlı bir kaza olan Düzce 11 yıl sonra 1881 yılının son ayında Belediye teşkilatına kavuştu. İlk Belediye Başkanının Kürt Ahmo diye anılan Müderris Ahmet Efendi olduğunu ve bu işe 1 katip, 1 muhasip veznedar, 1 zabıta memuru, 1 temizlik işçisi olmak üzere 4 personelle başladığını Zekeriya Alpay’ın araştırmalarından biliyoruz. 1871 yılında ilk Kaymakamı Ahmet Nuri Bey olan Düzce’mizin 1900 yılına kadar ki idare amirlerinin kim olduğu şu an bilgimiz dahilinde değildir. Araştırılmaya muhtaçtır. 1900 yılı Kastamonu Salnamesinde Düzce Kaymakamı Suat Bey gözükmektedir. 1899 tarihli Bolu Yıllığında Düzce’nin hane sayısı 8637 ve nüfusu 38714’dür. İkinci Meşrutiyet 24 Temmuz 1908’ de ilan edildiğinde Bolu Kastamonu Vilayetine bağlı Üçüncü Mutasarrıflık dönemini yaşıyordu. O dönem Bolu da Mutasarrıflık makamında kimse bulunmuyordu, makam vekaleten yürütülüyordu. İkinci Meşrutiyetin ilanı Bolu ve Düzce de “Yaşasın Hürriyet, yaşasın Meşrutiyet” nidaları ile kutlandı. Tarihimizde 31 mart vakası diye anılan olaylar zincirinde Selanik de bulunan Hareket Ordusu İstanbul’a girdi, Sultan İkinci Abdülhamit tahttan indirildi (27 Nişan 1909) ve İkinci Meşrutiyetin ilk devri sona erdi. Yerine Sultan Mehmet Reşat getirildi. Hareket Ordusunu da arkasına alan İttihat ve Terakki’ nin damgasını vurduğu ve 1918’ de imzalanan Mondros Mütarekesine kadar süren Osmanlıda ki meşrutiyetin ikinci devrinin ne denli verimli tatbik edilebildiği tarihçilerin araştırmalarına muhtaç bir konudur. 31 mart vakası o dönem Düzce’nin de yakın ilgisini çekmiş, başta Belediye Başkanı Çerkes Hacı İshak Bey olmak üzere ileri gelenler Sadrazam Tevfik Paşaya telgraf çekerek son durumun açıklığa kavuşturulmasını istemişlerdir. İkinci Meşrutiyetin Sultan Mehmet Reşat döneminde Bolu Sancağı Kastamonu Vilayetin den ayrıldı ve dördüncü müstakil Mutasarrıflık dönemi başladı.
27 Aralık 1909’ da patlak veren Girid meselesine binaen Düzce den İdare Meclisi üyesi Mehmet Bey,Mustafa Bey, Belediye Başkanı Çerkes Hacı İshak Bey, Belediye Üyesi Abdullah Bey, Mahkeme Üyesi Hamdi ve Mehmet Efendiler, Meclise telgraf çektiler. Telgrafta “ Hükümetin, arzuy-ı umumiye-i millet dahilinde Girid meselesini halledeceğine dair verdiği vaadlerin iktisab-ı hakikat eylemesine daha çok zaman intizarda kalacağız. Kaç kere söyledik. Millet caniyle, malıyla, arz-ı fedakariyeye azmetmiştir” denilmiştir.
1910 yılı Salnamesinde Düzce’ye bağlı köy sayısı 261’dir. Ali Tevfik Beyin 1911 yılında basılan “Mufassal Memaliki Osmaniye” adlı eserinde Bolu şöyle açıklanmaktadır. “Bolu Mutasarrıflığı Merkez kazası ile Ereğli, Düzce, Mudurnu, Göynük, Gerede, Hamidiye, Zonguldak ve Bartın kazalarından meydana gelmiştir. Bu kazalardan Ereğli, Düzce, Bartın kazaları ikinci, diğerleri üçüncü sınıf Kaymakamlarla idare edilir.”
8 Ekim 1912 ila 10 Ağustos 1913’te cereyan eden Balkan Harbinde Düzce Taburu Albay Cemal Beyin kumandasında savaşa katıldı. İkisi yüzbaşı 23 er şehid, biri teğmen 110 er yaralı vermiştir, 52 asker kayıp olmuştur.1912’de Düzce Kaymakamı Cemal Beyin naibi Ali Rıza Efendi, “İttihad Şirket-i İnhisariyesi” ile olan münasebetleri yüzünden Bidayet mahkemesi üyeleri, eşraf ve ulema tarafından şikayet edildi. Hükümeti harekete geçirmek için yazılan telgraf İstanbul da basılan Tanzimat gazetesi aracılığı ile kamuoyuna duyurulmuştur. 2 Ocak 1913’te Bolu Sancağının resmi yayın organı Bolu gazetesi yayınlanmaya başlandı. Böylelikle daha önce Kastamonu Vilayeti gazetesinde yayınlanan Düzce ile ilgili haberler Bolu gazetesi vasıtasıyla o dönem takip edilmiştir.1914 yılında Birinci Dünya Savaşının çıkması ile Düzce köyleri seferberlik İlanı ile gençlerini cephelere gönderdi. Çanakkale de, Galiçya da, Yemen de, Sarıkamış ta, Arabistan da, Suriye ve daha bir çok cephede pek çok Düzce’li şehit oldu.(Şehitler Düzce Postası Gazetesinin 1988 yılı Mart-Nişan ayı sayılarında yayınlandı.) Zaten zor olan hayat şartlarına savaşında eklenmesi ile yurtta ve özelde Düzce de yaşanan iktisadi bunalım bölgemizin de asayişini bozdu ve alınan tüm önlemlere rağmen kaçakçılığın, hayvan hırsızlığının ve vurgunculuğun önü alınamadı. Diğer taraftan fırkacılık ve particilikte Düzce deki sosyal hayatı etkiliyor, İttihat ve Terakkici olanlar işlerini rahatça yürütebiliyor, diğer fırka ve parti mensupları çok daha az imkanlar bulabiliyorlardı.1915 yılında Hükümetin aldığı bir kararla Düzce de Ermenilerin oturduğu İcadiye mahallesi boşaltıldı. Abdülmecit zamanında Doğu Anadolu'da ki karışık vaziyetten hoşlanmayan Ermeniler Düzce'ye Ağrı Dağı yaylasından gelmişlerdi. Düzce'de, İcâdiye mahallesine yerleşmişler, Surp Astvadzadzin Kilisesi'ni ve bir okul kurmuşlardı. Sanat ve ticarete alışkın oldukları için, üst sosyal kurumlarda etki sahibi olmuşlar ve köylere kadar giderek çerçi usulü ile zenginleşmişlerdi. Gariptir ki İkinci Meşrutiyet hareketinde “Yaşasın Hürriyet, yaşasın Meşrutiyet” nidaları ile Müslüman ahali ile Ermeniler kucaklaşarak kardeş olduklarını ilan etmişlerdi ama hızla gelişen sosyal ve siyasal gelişmeler olayları bu noktaya kadar getirdi. Bu dönem mühtedilik meselesi garip neticeler doğurdu ve Müslüman olan Ermenilere rastlandı.
1918 yılı Müstakil Bolu Sancağı Salnamesinde Düzce Kaymakamı Tırnavalı Osman Nuri Bey gözükmektedir. Düzce’nin nüfusu 60200 Akçakoca’nın nüfusu 10300’tür. Salnamede Düzce ile ilgili şu satırlar geçmektedir. “Düzce ovası da fatihinin yüksek adına bağlanarak Konrapa adı verildi.... Düzce ilçesinin bütün nüfusunun 24735’i Türk, 9813’ü Çerkez, 6914’ü Abaza, 4891’i Rumeli göçmeni, 1242’si Tatar, 747’si Kürt, 3225’i Laz ve Gürcü, 6405’i Ordulu, 90’ı Boşnak, 705’i Kıpti olmak üzere 58795’i Müslüman ve 822’si Rum, 583’ü Ermeni, 1405’i Hıristiyan dır.”Düzce Kazasında ikisi merkezde biri Akçakoca da olmak üzere altı dershaneli üç, dört dershaneli bir, üçer dershaneli on altı iptidai mektebi mevcuttu. Bunlardan on üçü merkezde, beşi Akçakoca da, ikisi Yığılca dadır. Ayrıca iki tane Ermeni, bir tanede Rum mektebi vardı. Bunlardan başka altı tanede medrese bulunmakta idi. 26 Şubat 1909 tarihinde, Medâris-i İlmiyye Nizamnâmesi adıyla yayınlanan genelgeye göre, medreselerde okutula gelen Emsile, Bina, Maksut, İrab, Maânî, Akâid, Hikmet gibi dersler yanında İmlâ, Hat, Hesap, Sarf-ı Osmanî, İnşâ, Hendese (geometri), Tercüme, Kozmoğrafya, Kimyâ, Cebir, Kitâbet gibi dersler de programa alınmıştı. İçinde bulunulan şartlar ve yeni programları takip edecek eğitim kadrosunun yetersizliği yüzünden bu programın İstanbul dışında uygulanması esnasında bazı zorluklarla karşılaşılıyordu. Medreseler son olarak 1914'te 4'er yıllık üç devreden oluşan 12 yıllık bir eğitimi karşılayacak şekilde yeniden programlanmıştı. Bu medreselerden yetişen ve Düzce’nin yetiştirdiği müstesna din bilginlerinden olan Guser ailesinden Muhammed Zâhid el-Kevserî (1880-1952), Düzce’nin ileri gelenleri tarafından yaptırılan Yeni Cami bitişiğindeki medresede ilk eğitimini almış (Babası Hasan Hilmi Efendi medresede müderris olarak ders vermekte idi.) Düzce İptidai mektebini ve Rüştiye okulunu bitirdikten sonra Matematik, coğrafya ve tarih konularında Düzce'nin önemli ilim adamlarından Muhammed Nazım Efendi tarafından yetiştirilip İstanbul'a Kadıasker Hasan Efendi Darü'l Hadisi'ne gönderilmiştir. 1913'te İstanbul müderrisleri reisi olmuştur. (Ordinaryüs payesi denilebilir.) Kendisi hakkında daha detaylı bilgi sahibi olmak isteyenler “Muhammed Zahid el-Kevseri Hayatı, Eserleri ve Tesirleri” adlı kitabı okuyabilirler.
30 Ekim 1918’de Osmanlı Devletinin kayıtsız şartsız teslim olduğunu belgeleyen Mondros Mütarekesi imzalandı. Düzce bu mütarekeden ve maddelerinden etkilenmedi ise de, komşu İzmit, Sapanca, Arifiye ve Geyve İngiliz kontrolüne girerken, kömür havzası olan Ereğli ve Zonguldak’a Fransız askerleri çıktı. İttihat ve Terakki’nin Bolu Mutasarrıfı Abdülkadir Bey azl edilerek yerine Ali Haydar Bey tayin edildi. Türklerin yabancı devletler karşısında ki hukukunu korumak için teşekkül eden “Müdafaa-ı Hukuk Cemiyeti” çalışmaları da Sivas Kongresi esnasında Bolu da başlatıldı. Dr. Fuad Bey merkez ve kaza teşkilatlarının kurulmasında rol oynadı. Bulgaristan’dan Düzce’ye gelip, eşraf arasında yer alan Çırpanlı Selim Ağanın oğlu Nuri Efendi, Düzce Müdafaa-ı Hukuk Cemiyeti’ni kurdu. Çakmanzade Ahmet, Kürtzade Mehmet Otluoğlu ve Belediye Başkanı Hüseyin Remzi Bey (Humatiyko)ona yardımcı oldular. Düzce de, İttihat ve Terakki’nin zayıflamasından sonra Hürriyet ve İtilafçılar ön plana geçtiler. Abazaların önde gelenlerinden ve emekli bir subay olan Maan Ali Bey Düzce de Kuvay-ı Milliye'ye karşı olan Nigehban Cemiyet-i Askeriyesi yararına bazı girişimlerde bulundu ve şubesini açmak istedi. Bu olay Heyet-i Temsiliye'nin dikkatini çekti ve Harbiye Nezareti Harekete geçerek bu girişimi engelledi. 27 Aralık 1919’da Heyet-i Temsiliye Ankara’ya geldi. Vilayetlere ve Mutasarrıflıklara yapılan tamimle Meclis-i Mebussan için seçimler yapıldı. Ocak 1920’de İstanbul da toplanan meclise , Bolu Sancağı adına katılan milletvekilleri arasında, Mehmet Vasfi, Tunalı Hilmi ve Cevad Abbas bulunuyordu. Bu dönemde Düzce’yi etkisi altına alan İstanbul gazeteleri yanında, Kürs-i Millet ve Derdli gibi mahalli gazeteler vardı. Kürs-i Millet Damad Ferit, Derdli ise Mustafa Kemal’i destekliyordu. 3 Mart 1920’de Yunanlıların Milne hattını ihlal ederek, Bozdağlarda ilerlemesi üzerine Ali Rıza Paşa Hükümeti istifa etti. Mustafa Kemal Paşa yeniden kurulacak hükümetin milli istekler doğrultusunda olmasını istediğinden İstanbul’a bu görüşü belirten telgraflar çekilmesini tamim etti. Düzce ileri gelenlerinin bu doğrultuda hazırladığı telgraf 5 Mart 1920 günü toplantı halindeki Meclis-i Mebussan da okundu. İstanbul’un İtilaf devletleri tarafından işgalinden sonra Anadolu da Mustafa Kemal Paşa önderliğinde olgunlaşan kurtuluş mücadelesi Ankara da yeni bir meclis kurulmasına karar vermişti. 28 Mart 1920 günü son Mebuslar Meclisi Başkanı Celaleddin Arif ve sekız arkadaşı Düzce yolu ile İstanbul’dan Ankara’ya geçtiler, içlerinde Miralay İsmet İnönü’de vardı. O günlerde Düzce-Adapazarı-Hendek bölgesinde tarihe Düzce-Hendek-Adapazarı-Bolu ayaklanmaları olarak geçen olaylarda hızla gelişmekteydi.
KAYNAKLAR: Düzce bölgemiz tarihine bir bakış Nejat Özsoy Kafkas derneği int. sayfası www.dkkkd.org Konrapa, Zekai. Bolu Tarihi. Bolu: Vilayet Matbaası, 1960.
Konukçu, Doç. Dr. Enver. “Düzce Tarihi (İlk Devirlerden Cumhuriyete.” Türkiye İmar Turizm ve Sanayi Mecmuası. Düzce Özel Sayısı, Aralık 1984 Shf. 12.Alpay Zekeriya. Şubat 1982 Düzce Postası Gazetesi yazı dizisi. Hikmet Megüç Düzce Kafkas Der.Başk.Derleyen :İbrahim Tuzcu
TARİH KRONOLOJİSİ
Şimdi yukarıdaki yazıyı iyice anlayabilmemiz için kısaca özetlersek şöyledir
1- Düzce'nin tarihi 14. yy'dan daha gerisine dayanmamaktadır. Ancak Düzce’nin 8 km kuzeyinde yeralan Konuralp kasabasının tarihi MÖ 3. yy' a kadar dayanmaktadır. Konuralp'in mevcut arkeolojik eserlerden saptandığı kadarıyla zengin bir tarihi vardır. Konuralp M.Ö. 74 yılına kadar Bilecik, Bolu, Kocaeli ve Sakarya şehirlerini kaplayan bir alanda hakimiyet süren Bitinya Devleti'nin önemli şehirlerinden birisiydi ve adıda 'Prusias Pros Hypios (Melen Kenarındaki Prusias)'dı. M.Ö. yılında, kısa bir süre Pontus istilasına uğrayan şehir, aynı yıl Roma hakimiyetine girdi. Roma devrinde şehir Latin kültürünün tesiri altında kaldı, adıda 'Prusias ad Hypium' olarak değişti. Roma devrinde şehirde Hıristiyanlık hakimiyeti hüküm sürdü. 395'de Roma İmparatorluğu ikiye bölününce şehir Doğu Roma İmparatorluğu’nun sınırları içinde kaldı.
2-Osman Gazi'nin komutanlarından Konuralp Bey, Düzce ve çevresini Osmanlı topraklarına katma emrini aldı. Bunun üzerine yılları arasında bu yöredeki Bizans tekfurları ile yaptığı savaş sonunda Düzbazar (Düzce Ovası)’ı ve Bizans Prusias'ını fethetti.
3-Düzce'nin ilk yöneticileri Konuralp Bey, Sungur Bey, Şemsi ve Gündüz Alp'tir.
4-14.yy.dan itibaren bu bölgeye Konuralp ili ve kısaca 'Konrapa' denmiştir. Konrapa Bolu'nun fethinden sonra, Bolu Sancağına bağlı bir nahiye haline geldi.
5-16.yy.ın ikinci yarısında Düzce kalabalık köyler tarafından 'pazar' mahali olarak seçilmiş ve o yüzdende ova ortasındaki köye 'Düzce Pazarı ' denilmiştir.
6-Düzce; Osmanlı İmparatorluğu döneminde donanmanın kereste gereksinimini karşılamada önemli bir rol oynamıştır. Ayrıca İstanbul'u, Sivas ve Erzurum'a bağlayan yolun üzerinde olması Düzce'nin önemini arttırmıştır.
7-18. ve 19. yy.da Düzce ayanların kontrolü altında yaşamıştır.
8-Abdülaziz ve Abdülmecit döneminde, Kafkasya'dan, Doğu Karadeniz'den, Doğu Anadolu'dan ve Rumeli'den gelen göçmenler Düzce'nin nüfusunun artmasında ve şehrin büyümesinde önemli rol oynamışlardır. Hükümet yeni gelenlere ücretsiz toprak sağlamıştır. Düzce'ye göç eden Türkler; Çerkez, Abhaz, Laz, Gürcü, Ordulu, Hemşinli, Batumlu, Hopalı, Tatar, Boşnak, Arnavut ve Bulgar…gibi geldikleri yerlerin isimleri ile anılmışlardır.
9-Düzce'nin arzetmeye başladığı ticari önem karşısında Rum ve Ermenilerinde şehre yerleşmesiyle birlikte renkli bir sosyal yapı ortaya çıkmıştır.
10-2. Abdülhamit döneminde Düzce'ye bağlı 137 köy vardı ve 6618 hane ile 36.088 nüfus yaşıyordu.
11-1869 yılına kadar Düzce nahiye olarak Göynük'e bağlıydı. 1870 yılında kaza oldu ve Kastamonu vilayetinin Bolu Sancağı'na bağlandı.
11-1869 yılına kadar Düzce nahiye olarak Göynük'e bağlıydı. 1870 yılında kaza oldu ve Kastamonu vilayetinin Bolu Sancağı'na bağlandı.
12-Düzce'de yaşayan Abhazların ileri gelenlerinden Elbuz Bey ailesinden Behice Hanım saraya giderek 2. Abdulhamit'le evlendi.
13-1915 yılında hükümetin emriyle Düzce'deki Ermeni Mahallesi (İcadiye Mahallesi) boşaltıldı.
14-30 Ekim 1918'de Mondros Mütarekesi’nin imzalanmasıyla Fransız askerleri komşu kazalara kadar çıkartma yaptılar. Bu dönemde Bulgaristan göçmeni Nuri Bey, Düzce Müdafa-i Hukuk Cemiyetini kurdu.
14-30 Ekim 1918'de Mondros Mütarekesi’nin imzalanmasıyla Fransız askerleri komşu kazalara kadar çıkartma yaptılar. Bu dönemde Bulgaristan göçmeni Nuri Bey, Düzce Müdafa-i Hukuk Cemiyetini kurdu.
15-Milli Mücadele döneminde Düzce'de haraketli askeri ve siyaşı gelişmeler yaşandı.
16-Cumhuriyetin ilanıyla birlikte Düzce ilçesi Bolu vilayetine bağlandı. Düzce'nin ilk Kaymakamı Midhad Kemal Bey'dir.
17-Cumhuriyet dönemi boyunca, Düzce sanayi ve ticari alanda sürekli bir gelişme ve büyüme yaşadı.
18-Düzce’nin güçlü ekonomik yapısının yanında sosyal faaaliyetler alanında sürekli bir hareketlilik yaşanmaktadır. Bu özellikleri itibariyle Düzce tarih sayfasına 1950’den itibaren “İL” olarak geçme isteğinde bulunmuştur. Kentte bu sırada 6 Han,2 Otel, 300 Dükkan, 10 Fırın, 5 Cami, 1 Hamam, 1600 Ev, 1 Un fabrıkası, 3 İlkokul, 1 Ortaokul 14 Öğretmen bulunuyordu
19-Düzce 1944 Düzce Depremi, 1957 Abant Depremi, 1967 Adapazarı Depremi ve 17 Ağustos Körfez Depremlerinden büyük ölçüde etkilenmiştir. 12 Kasım Düzce Depremi ise şehri yerle bir etmiştir.
20-Deprem yaralarının daha kolay ve hızlı sarılabilmesi amacıyla Bakanlar Kurulu kararınca Düzce “Türkiye’nin 81. İLİ” olmuştur.
Derleyen: İbrahim Tuzcu
BOLU VE DÜZCE TOPRAKLARINDA EGEMENLİK KURAN DEVLETLER
M.Ö ---377–74 BİTİNYA KRALLIĞI
M.Ö----280-M.S.20 PONTUS KRALLIĞI
M.Ö--- 400 MAKEDONYA KRALLIĞI
M.Ö--- 500 PERS İMPARATORLUĞU
M.Ö----670–547 LİDYA KRALLIĞI
M.Ö-- 1090–1400 HİTİTKRALLIĞI
M.Ö-- 1200–650 FİRİKYA KRALLIĞI
M.Ö ---345–1453 BİZANS KRALLIĞI
M.Ö - 1204–1261 LATİN İMPARATORLUĞU
M.Ö - 1071–1308 TÜRKLERİN ANADOLUYA GELİŞİ
M.Ö -1323–1923 OSMANLI İMPARATORLUĞU
Hitit Krallığı
Anadolu’ya ilk yerleşen Türklerdir. Doğudan gelen bu ahaliye HİTİT’LER denir. Başkentleri Hatusas sonradan Cerablus olmuştur. Hitit kaynaklarında sözü edilen Pala memleketi Bolu’dur. Devlet yönetiminde özgür beylikler kurmuşlardır. Bunların halkına Etiler denir. M.Ö 1200 tarihinde Trak, Frieck akımlarında yıkılmıştır.
Frak Krallığı
M.Ö 1200′lardan sonra,Anadolu’ya Trakya’dan gelen Frik’ler Hititlerin yıkılmasıyla Frikya devletini kurmuşlardır. Devlet merkesi Gordium, ilk krallarıda Gordius’dur.
Lidya Krallığı
Ari kavimlerinin karışmasından teşekkül eden Lidler M.Ö 670 senelerinde Frikya krallığın yıkarak yerine Lidya Krallığını kurulmuştur, ilk kralıda Giges olup, hanedanında Mermnad’lar denir.
Pers İmparatorluğu
M.Ö 708′de kurulmuştur.2.Kyrus zamanında M.Ö 546′da Anadolu’yu ele geçirerek Satrap denilenvalilerle idare etmişlerdir.
Makedonya Krallığı
Makedonya kralı Büyük İskender M.Ö 333 yılında Dörtyol ovasında Persleri kesin yenilgiye uğratarak, Anadoluya hakim oldu.
Pontos Devleti
Bergama kralı Atalis ölürken memleketini Roma’ya bıraktı.M.ö 133 böylece Anadoluda ilk Roma eyaleti kuruldu.
Doğu Karadenizde kurulu Pontos devleti kralı Mithridat aralıklarla 20 sene sürdü.Sonuçta Romalılar galip geldi.Bitinya kralı 3.Nicomedes ölürken memleketini Roma’ya bıraktı.M.Ö 74 Mithridat tekrar Karadeniz kıyılarını,Bitinya,Paflasgonya,Kapadokya’yı zaptetti.Bunun üzerine Roma konsülü Lucullus M.Ö 74′de Mithridata mislime Karadeniz komutanı Cotta’ya Heracliea,Diapolis,Alaplı(Somako)nun yakılmasını emretti.Fakat bölge Latin kültüründe kaldı,şehir isimleri değiştirildi.
Latin İmparatorluğu
Kudüsün müslümanların elinden kurtarılması için girişilen Haçlı seferleri 1095 yılından başlayarak 175 yıl akımları zamanında Anadolu hakimi Selçuklar idi.1261 yılında Bizanslılar Latin hakimiyetine son verdiler.
KAYNAK:M.Z.Konropa Bolu tarihi kıtabından s.637 Bolu 1964,Akçakoca köyleri 2010 İbrahim Tuzcu kıt. Derleyen:İbrahim Tuzcu
Frigler
İÖ 1200 lerden başlıyarak Karadeniz kuzeyinden gelip Trakya üzerinden Anadolu ya geçen Frigler önce Bitinya bölgesine (Bolu-Kastamonu-Bursa-İzmit) yerleştiler,ancak eski tarihçi Plinius ile coğrafiyacı Strabon a göre Bitinya nın ilk halkı Bebriklerdir,bu dönemde bölge Bebrikya diye anılırdı, sanıldığına göre Bitinler gelince Bebrikler batıda Astakos u ( İzmit) başkent yapmışlardır,Bolu yuda Bitinyalılara bırakmışlardır.Bolu ili nde eski yerleşim yeri olduğu sanılınan Üskübü nün (Prusias ad Hypium) Bebriklerce kurulduğu öne sürülür.Melen ırmağı (Hypium) kıyısında bulunan bu kente önceleri Kieros denildiği sanılmaktadır.Bitinya Kralı 1.Prusias döneminde kent Bitinya yönetimine katılmış ve adı Prusias ad Hypium olarak değiştirilmiştir. Sanıldığına göre bu ilk göçmenler Frig lerin kolu olan Bitinlerden gelmektedir bu nedenle bu bölgeye Bitinya denilmekteydi, bu dönemde bügün Bolu dan 3-4 km doğuda Eski Hisar (Halı-hisar,Hala-Hisar) denen yerde kurulduğu sanılan Bitinyum dan sadece yazıtlarda bazı bezekli mimarı taşlar kaslmıştır. İÖ 700 lerde Karadeniz in kuzeyinde Don ve Tuna ırmakları arasında ve Kırım yarımadasında yerleşmiş olan Kimmerler Trakya üzerinden gelerek Frigya devleti ni ezip geçtiler. Kuzey Anadoluya yayılan Kimmerler, Paflagonya (Kastamonu) ve Bitinya nın büyük bölümü ele geçirdiler, Sinop u merkez yaparak Frigler i Sakarya irmağına batısına sürdüler. Kimmerler batı Anadolu ya doğru ilerliyerek başkent Sard olan Lidya ya saldırmaya başladılar, Lidya yı yönetmekte olan Şahin Kral sülalesinin ilk kralı Giges İÖ 660 ta Kimmerler i yendi ve önderlerden ikisini zincire vurdurarak Asur devleti başkenti Ninova ya gönderdi,ancak Lidya nın bu başarısı uzun sürmedi, Kimmerler başına yeni bir komutan Tuktames geçmiş ve yenilginin açtığı yaralar kısa zamanda sarılmıştı, Tuktames yeniden Lidya üzerine yürüdü bu kez Lidyalılar yenildi, Kral Giges savaşta öldü, İÖ 652 de Lidya Kimmerler ce yağma edildi Sard ardı adına iki kez alındı ve yakılıp yıkıldı, Gigesin oğlu Asurlar dan yardım istedi, Asur orduları doğu Anadolu da, Toroslar da görününce Kimmerler Lidya topraklarından çekilerek Kilikya (Adana) bölgesine indiler, ancak burada Asurlar la savaşmak zorunda kalarak yenildiler komutanları Tuktames savaşta öldü İÖ650 Kimmer tehlikesi kalkınca yeniden toparlanan Lidya Gigesin torunu Aliattes zamanında Bitinya yıda içine alan ve doğu sınırları Kızılırmak havzası na değin uzanan büyük bir devlet durumuna geldi, bu ırmağın karşısında Med krallığı bulunuyordu. İÖ 590 aralarında başlıyan savaş sonuç alınmadan 5 yıl sürdü sonunda İÖ 585 güneş tutulması oldu ve Med ler karanlıkta savaşmak istemediler Lidyalılar da bunu tanrılarının savaş istemediğne yorunca Babil kralı Nabkkadnezar aracılığı ile barış yapıldı ve Kızılırmak iki ülke arasında sınır oldu.
KAYNAK:Yurt Ansk.Türkiye il, il dünü, bügünü yarını kit. cilt 2- 1980, Derleyen: İbrahim Tuzcu
Lidyalılar
Barış döneminde Lidya kral Aliattes yönetiminde Anadolu nun en zengin ülkesi durumuna geldi,Lidya Karadeniz –Akdeniz ve Avrupa-Asya arasında bir ticaret merkezi oldu. Kimmerler ın yöreden kovulmasıyla Bitinya da bu dönemde bütünüyle Lidya yönetimi altına girmişti, Aliattes in 7 yıl süren krallığından sonra tahta geçen Kroisos (Krezüs) hem Şahin krallar sülalesinin hem de Lidya nın son kralı oldu.
KAYNAK:Yurt Ansk.Türkiye il, il dünü, bügünü yarını kit. cilt 2 -1980, Derleyen: İbrahim Tuzcu
Persler
Bu sıralarda Persler de Asya nın en güçlü devleti olma yolundaydı Pers hükümdarı büyük Keyhüsrev Medler in üzerine yürüyerek İÖ 550 de hükümdarlarını tutsak etmiş ve Medler i egemenliğini altına almıştı,oysa Medler le iyi komşuluk ve dostluk ilişkileri içinde olan Lidya kralı Kroisos bu durumu hoş görmeyerek Pers’lere karşı ordu toplamaya girişti ancak büyük KeyHüsrev daha tez davranarak Lidya’ya saldırdı Kroisos’un ordusu iki yerde bozguna uğradı.Lidya başkenti Sard kuşatıldı ve 14 gün içinde Pers’lerin eline geçti.Yeryüzünün en zengin hükümdarı olduğu söylenen Kroisos tutsak edildi.(İÖ 546)Böylece 200 yıl sürecek olan Pers yönetimi başlamış oldu. Ancak imparatorluğu istilalar ve fetihler üzerine kurulu bir askeri devletti. Bu nedenle Pers (İran) Kültürü Adıyaman yöresi dışında Anadolu’da önemli izler bırakmamıştır. Büyük Key Hüsrev’in kurdu imparatorluğu yerine geçen 1.Darius daha da genişletti. Bu dönemde Pers imparatorluğu Hindistan’dan Trakya’ya değin büyük bir alanı kaplıyordu. Pers İmparatorluğu 23 bölgeye bölünmüştü.İmparatorun yakınlarını bu bölgelere yönetici olarak atamışlardır. Bu yöneticilerin dördü de Anadolu’da bulunuyordu. Frigya, Paflagonya ve Bitinya’da 3.Anadolu bölgesine bağlanmıştı. Böylece Bitinyum(Bolu)kenti de Pers yönetimine girmiş oluyordu. İÖ 407’de Pers imparatoru 2.Darius yeni bir düzenlemeyle, eski Lidya, Frigya, Kapadokya’yı Büyük Frigya Satradlığı altında birleştirdi.Satrad olarakda oğlu Key Hüsrev’i atadı. Bir süre sonra 2.Darius ölünce yerine KEy Hüsrev’in kardeşi Ardeşir geçti.Key Hüsrev hükümdarlığı ele geçirmek için 10 bin aşkın Yunanlı askeri saflarına katarak Fırat kıyılarına kardeşiyle savaşa tutuştu ancak yenildi ve savaşta öldü.Topladığı Yunan askerler bahtsız kaldı. Bu 10 bin kişi Fırat kıyılarından başlayarak uzun süren ve tarihten 10 binlerin dönüşü diye geçen yürüyüşten sonra Karadeniz kıyılarına ulaştı. Batıya yönelerek Bitanya üzerinden Yunanistan’a döndü.10 binlerin arasında bulunan tarihçi Ksenofon ün kazandıran yayla yürüyüşü adlı yapıt bu gerçeği anlatır. 10 binlerin göçü bitip Pers yönetimi de Anadolu ve İran’daki karışıklıklar nedeniyle zayıflayınca Bitinyalı Dedalses, İzmit kentini ele geçirerek bir Bitinya devleti kurdu. Bitinya devleti Pers imparatorluğuna bağlı bir devletti. Bitinya devleti sınırları kesin olarak bilinmemektedir. Ancak Ereğli’yi başkent edinmiş olan Yunan devleti ile Bitinya arasında uzan savaşlar oldu.Ereğliler’in Bitinya’ya bağlı Amasra (Samus), Filyos (Tiyum, Akçakoca (Diospolis), Üskübü (Prusias), Bolu (Bitinyum), Gerede (Kratea) kentlerini ve Bitinya’nın başkenti İzmit’i almak için zaman zaman saldırada bulundukları bazı kaynaklarda belirtilmektedir. Ereğli devlet yöneticisi Dionis’in Bitinya başkentini kuşattığı Bitinya Yöneticisi Dedalses’in oğlu Votiran’ın (Botiras)savunması karşısında kenti alamayıp geri çekilmek zorunda kaldığı kaydedilmektedir. Bu dönemde Anadolu’dali Pers yönetimi iyice zayıflamıştı. Pers yönetimin Anadolu’da daha çok at ve koyun olarak topladığı vergiler Yunan Yarım Adase ve Helen Siteleri ile yapılan sonu gelmez savaşlarına harcanıyordu. Yayılma alanının imparatorluğa ekonomik katkısı yoktu.Akdeniz ticareti Yunanlılar ile Fenikeliler’in elinde kalmıştı. İşte bu sırada birbirleriyle savaşan Yunan Siteleri birleştirmeyi başarmış bulunan Makedonya Kralı Büyük İskender büyük bir orduyla Anadolu’ya geçti.
KAYNAK:Yurt Ansk.Türkiye il, il dünü,bügünü yarını kit. cilt 2-1980, Derleyen: İbrahim Tuzcu
Helenistik Dönemi
3.Darius yönetimindeki Pers ordusunu arka arkaya 3 savaşta yenip yok eden Büyük İskender Anadolu’yu kolayca ele geçirerel Pers imparatorluğunu yıktı. Büyük İskender Torosları geçerek Pers imparatorluğunun yıkıntıları üzerinden Hindistan’a doğru ilerken güvendiği generalleri çeşitli bölgelere satrap olarak atadı. Trakya Lisimakosa, Mısır Ptolemaiosa, Mezopotamya’nın doğusu Selevkos’a düşerken Anadolu ve Suriye’de Antigonas’a kaldı. Bitinyum (Bolu)yöreleri Antigonos’un satraplık yönetimi altına girdiği sıralarda Anadolu’nun batı bölgelerinde Bitinya Krallığı hükümü sürüyordu. Bitinya devletiyle savaş durumunda olan Ereğlililer bu savaş sonucu Bitinya Krallığını yok edemediler.Kral Dionis’in ölümünden sonra ise ellerinde tuttukları Bitinya kent ve topraklarını bırakmak zorunda kaldılar. İÖ 323’te Büyük İskender Babil’de kendisinden sonra imparatorluğun bütünlülüğünü sürdürecek birisini bırakmadan ölünce,satraplar yönettikleri bölgelerde krallıklarını ilan ettiler. Yalnızca 70 yaşındaki Antigonos Büyük İskender imparatorluğunu kendi yönetimi altında yönetmeye uğraştı. Frigya’dan Trakya’ya geçerek Makedonya tahtına oturdu ama diğer generaller kendisini tanımayınca yeniden Anadolu’ya dönerek onlarla 20 yıl sürecek bir savaşa girişti. İÖ 301’de Antigonos İpsos’da (Çay) Lisimakos ve Selevkos’un birleşik ordularına yenildi. Birleşik krallar Antigonos’un egemenliği altındaki toprakları paylaştılar. Selevkos Suriye ile Kilikya’yı (Adana) Ptolemaios Filistin ile Kıbrıs’ı Lisimakos, Frigya’yıda içinde olmak üzere Anadolu’nun geride kalan yerlerini aldı. Böylece Bitinya’da Lisimakos’un yetki alanına girmiş oldu. Ereğlililer ile yapılan savaşların ardından Bitinya sınırları iyice küçülmüştü. Helenler birbirleriyle uzun savaşları sırasında ise Bitinler yeniden toparlanma dönemine girdi ve tüm Bitinya’ya egemen olmaya başladı. Ereğlililer’de Büyük İskender’den gelen desteği kesince Bitinya krallığı tehlike olmaktan çıktılar.
KAYNAK:Yurt Ansk.Türkiye il, il dünü, bügünü yarını kit. cilt 2-1980, Derleyen: İbrahim Tuzcu
Bitinya Krallığı
M.Ö 377-74 seneleri arasında 303 sene devam eden devletin ilk kralı Bias, merkezi önce Astakos sonradan Nikomedia olmuştur. Bitinyalılardan korkan Yunanlılar Makedon generalleri kullanarak senelerce savaştılar, nihayet 2.Prusias Bitinyayı tekrar birleştirdi. 2.Nicomedes-Epifanes M.ö 91-74′de Bitinyayı tamamen Roma’ya verdi
Konuralp’ te kırk merdivenler
Hitit İmparatorluğunun tarihe karışmasından sonra Anadolu güç dengeleri değişti. Phyrig ve Bithynler, Sakarya bölgesinde yerleştiler. Bithynlerden önce de Bebrykler, Mariandynler, Koukones'ler, Thynler ve Paphlagon'lar Bolu yöresinin ilk ahalisini teşkil ettiler. Lydler, Persler de Bolu'da hakim topluluklardı. Hellenler başka kültür ve görüşü Bolu'ya taşıdılar. İskender, sefer yolu üzerinde olmadığı için Bithyn ve Paphlagonlara boyun eğdiremedi. Fakat, onun ölümünden sonra, Helenistik krallıklar döneminde, Bithynler, Bolu'nun Güney Marmara'nın hakim unsuru oldular. Xnephon, Anabasis denilen onbinlerini Karadeniz sahilinden ülkesine getirirken, Bithyn arazisinden geçmiştir. Bu sırada Herakleia’lılar, onlara bazen dostane bazen de düşmanca tavır takındılar. Bolu'nun kuzey batısındaki Kalpe dolaylarında Bithyn ve Hellen çarpışmaları meydana gelmiş ise de taraflara pek zarar vermemiştir. Bithynlerin Bolu hakimiyeti M.Ö 279 - M.Ö 74 tarihleri arasında olmuştur. Kurucuları, I. Nikomedes'dir. Bu kral, İzmit Körfezinin bitim yerinde Astakos'un tam karşısında, kendi ismi ile anılan Nikomedia'yı kurmuş ve başkent yapmıştır. Böylece Bolu da siyaşı ve askeri bakımdan Nikomedia'daki yönetime bağlı kalmıştır. Nikomedes'den sonra saltanat süren Bithyn kralları Ziaelas (255-235), I. Prusias (238-183), II. Prusias (183-149), II. Nikomedes Epiphanes (149-120), III. Nikomedes Eugergetes (120-92), ve IV. Nikomedes Philopator (92-74)'dir. Ziaelas Paphlagonia fetihleri sırasında Krateia'yı imar ettirdi. Bolu ovasında Bithynion önemli bir Bithyn üssü olarak göze çarptı. Prusias isimli krallar da daha çok Nikomedia-Herakleia çizgisinde, fetihlerde bulundular. Hypios kenarında kurdukları yeni şehre Prusias adını verdiler ve mimari eserlerle süslediler. Nikomedes ise, Galatların Orta Anadolu'da yerleşmesini sağladı. Galatlar, çevrelerindeki devletlere sürekli zarar verdiler. Bu arada Bolu arazisini de istila ve yağma ettiler. Bununla da kalmayarak, Herakleia/Karadeniz Ereğlisi'ne de saldırdılar. Alaplı vadisinde, inatla şehri düşürmek için kamp kurdular. II. Nikomedes zamanında, M.Ö 149'dan sonra, Hellenizmin tesiri arttı. 105 yılında Roma-Pontus meselesi Bithynlerin de etkisi altına aldı. 104 de Paphlagonia, yani Bolu'nun doğusundaki topraklar Bithyn ve Pontus’lular arasında paylaşıldı. III. Nikomedes ise, Bithynlerin değişik karakterli kralı olarak tanındı. Halkın desteğini alamadı. İç otoriteyi sağlamak için de dış yardımlara başvurdu. Pontus’lular böylece Bithynia'da söz sahibi olabildiler. Fakat Nicomedes'in değişen siyaseti üzerine, bu defa Romalılar Pont Kralı ile karşı karşıya geldiler. III. Nikomedes, Roma'lılara sığındı. Gnl. M. Uquillius'u kral ile Bithynia'ya gönderen Roma, kısa zamanda destekçisi olduğu kralın tahta geçmesini temin edebildi.Bithyn hazinesi, Romanın sürekli istekleri karşısında zayıfladı. Kral, her defasında ahaliyi ezmeye ve onları fakirliğe sürüklemeye başladı. Askerlerini toplayan III. Nikomedes, Paphlagonia'daki liman şehri Amastris'e hücum etti. Takiben, M.Ö. 98 de Pontus-Roma Harbi patlak verdi. Mithridates, güçlü bir ordu ile Bithynia'yı istila etti. Krateia, Bithynion ve Prusias pros Hypios, Pontus çizmesi altında kötü günler yaşadı. Bunun üzerine Kral Nikomedes, çaresiz olarak, Roma’ya sığındı. M.Ö 87 de, Consül Cornelius Sulla, önce Atina'ya saldırdı. M.Ö. 86da Pontus ordusu yenilgiye uğratıldı. L. Valerius Flaccus, Byzantion (İstanbul)'dan Anadolu'ya geçti. Böylece Roma ordusu Bithyn topraklarına ayak basmış oldu. Sonunda Mithridates kalıcı bir barışa mecbur kaldı. Dardanelles'de, taraflar arasında barış imzalandı. Mithridates Sangarius'un doğusunda istilâ ettiği bütün toprakları iade edecekti. M.Ö. 85 de III. Nikomedes, Roma'lıların sağladığı imkân ile tahtına oturdu. M.Ö. 94-M.Ö. 74 de saltanat süren IV. Nikomedes, Bergama Kralı Attalos'un yaptığı gibi ölümünden önce vasiyetname ile Bithynia'yı Roma'lılara bıraktı. Bu durum Roma-Pontus gerginliğini artırdı. Mithridates tekrar Bithynia'yı ve çevresini istilaya kalkıştı. Roma, önemli consüllerini Bithynia'ya savaş için gönderdi. M.Ö. 74 de, M. Aurelius Cotta'ya Bithynia Eyaleti valiliği verildi. Bu general Kadıköy önlerinde donanmasını demirledi. Bithynia'da görevli Romalılar bunu fırsat bilerek, kendisine katıldı. M.Ö. 72 de, Roma Pontus harbi Ege Denizine sıçradı. Sonunda, Romalılar, Mithridates'e büyük bir darbe indirdiler. Kral, Boğaz yolu ile Karadeniz'e açıldı. Fakat, büyük bir fırtınaya tutuldu. Mecburen, Prusias pros Hypios kenarından akarak, Pontus Euxinos'a dökülen Hypios Nehrağzına sığındı.Bir korsan gemisi ile de Herakleia üzerinden ülkesine gitti. M.Ö 71/70 de, Romalılar, Bithynia'nın liman kenti Herakleia'yı da ele geçirdiler ve Paphlagonia sınırına dayandılar. Tarihçilere göre, Bithynlerin son kralı M.Ö. 74 de ölen IV. Nikomedes'dir. Vasiyeti ile Bithynia, resmen Roma eyaleti haline getirilmiştir.
KAYNAK: Bolu Valiliği Sayfasından, alıntıdır. http://www.bolu.gov.tr/default.asp?s=1_2, Akçakoca köyleri 2010 İbrahim Tuzcu kıt. Derleyen: İbrahim Tuzcu
Bitinya kralığında yaşıyan kabileler : 1-BEBRİS 2- BEBRİK 3- BEBRON 4- BEBRİKAS 5- BİTİNYEN 6-TİNİYEN 7-MARYANDİNİ 8- MARİYANDAN 9- MOĞDAN 10- KOKANES LERDİ
KAYNAK; Bolu tarihi kıtabından
Romalılar
Doğu Roma İmparatorluğu
395 yılında Roma imparatorluğu ikiye bölündü.Doğu Bitinyaya Honoriat denildi. Buranın merkezi Klodiopolis(Bolu) idi.M.Ö. 74 / M.S. 395Bithynhlerden sonra, yöre halkı bu defa Romalılara boyun eğdi. Helenleşmenin yerini bu defa Lâtinleşme aldı. Nikomedia yanında, doğuda Bithynium da merkezi şehir haline geldi. Latinleşmenin ilk etkisi Bithynium civarındaki şehirlerde de göze çarpmaktadır. Krateia/Crateia, Prusias pros Hypios/Prusias ad Hypium Herakleia da Herakleia gibi resmi yazışmalarda kullanıldı. M.Ö. 64 de Pompeius, Bithynia-Pontus Eyâletini düzenledi. Bithynia valisi de eskiden olduğu gibi Bithynium'da oturmaya başladı. Kitabeler ve paralardan anlaşıldığına göre, Roma döneminde, İulius, Claudius, Dört İmparatorlar, Flavius, Traianus, Hadrianus, Antoninus Severus, Asker İmparatorlar, Birlikçiler, Doğu Monarşizmi, Constantinus Magnus ve Valentinianus gibi sülaleler imparatorluğu yönettiler. Bithynium da bu imparatorların tebaası olarak yaşamışlardır. C. Papirius Carbo, Domitianus, Hadrianus, İulia Domna, Caracalla, Macrinus, Elagabalus, İulia Paula, Severus Alexandres, Maximinus, Philip, Galianus gibi idarecilerin paralarına çok miktarda rastlanmakta olup, bunların bir kısmı hususi ellerde ve müzelerde korunmaktadır. Bunlara ait paralar, Bithynium, Prusias ad Hypium, Herakleia Pontica ve Crateia'da bulunmuştur. Roma'lıların, Prusias ad Hypium'da da yerleştikleri kitabelerden anlaşılmaktadır. Zira, biri dışında bir çok kabile Roma kökenlidir. Bithynion hakkında ise aydınlatıcı bilgiler sınırlı kalmaktadır. Roma'lı memurlar, valiler ve din adamları muhtemelen şimdiki Hisar'da ikamet etmekte ve eyaleti idare etmekteydiler. Bolu'nun da içinde bulunduğu Bithynia hakkında, M.Ö. 64 ile M.S. 21'de yaşamış olan meşhur coğrafyacı Strabon'un anlatımları, Roma'lıların ilk devresi için son derece önemlidir. Bithynia, Bithyn'ler, Herakleia Pontika, Mariandynler, Kimmerler, Paplagonia ve Paplagonlar, Prusa/Prusias şehirleri, İskit kökenli olması kuvvetle muhtemel Kaukonlar, Thyn'ler ve Thynia Adası yanında Bolu için de ilgi çekici ifadelere bu yazarda rastlanmaktadır. Strabon'a göre, Bithynia'nın iç kısımlarında, Tieion'un üst tarafında kurulmuş olup, sığırlar için en mükemmel otlak olan ve Salanites peynirinin yapıldığı Salona etrafındaki toprakları da içine alan Bithynion ve aynı zamanda Bithynia'nın merkezi olan (Bithynion) ve çok geniş ve verimli olduğu halde, yazın sağlık için hiç de iyolmayan bir ova tarafından çevrili bulunan Askania gölünün kenarında kurulmuş Nikeia da yer almaktadır.Bithynion, M.S I. yy. da, bir Roma şehri olarak karşımıza çıkmaktadır. Batısında Kieros/Prusias ad Hypium, doğusunda ise Paphlagonia yolu üzerindeki Krateia yer almaktadır. Strabon'un şehir ve çevresi hakkında verdiği bilgiler içerik bakımından şimdi de özelliğini korumaktadır. Bithynia'da Sangarios ile Paphlogonia arasında gösterilen Mariandynler, Kaukon'ların da komşusu idiler. Mariandynler, Bolu'nun Karadeniz sahilinde, Herakleia Pontika'da göze çarpıyorlardı. Herakleia Pontika'yı ilk kuranlar Mariandynlerdi. Kolonizasyon devrinde ise Miletoslular, destan kahramanı Herakles'in adına izafeten bu kaleyi-şehri daha da mükemmelleştirmişlerdir. Strabon'un da yazdığı gibi, Miletoslular, Mariandynlerdi toprağı ekip-biçmekle görevli Heliotes gibi kullanmak istediler. I. yy. da Bithynium ismi terk edildi. İmparator Claudius (41-54) adına yeni bir şehir inşa edildi. Burası da kalıntılardan anlaşıldığına göre, Bithynium harabesi üzerinde yükselmişti. Claudius, Tiberius Claudius Nero Germanicus adı ile tanınmakta idi. O, Nero ile Antonia'nın oğludur. Aynı zamanda, Tiberius'un yeğeni ve Augustus'un eşi Livia Drusilla'nun torunuydu. Claudius, 43 yılında Anadolu'ya geldi. Bazı bölgeleri egemenliği altına aldı. Roma geleneklerine sıkı sıkıya bağlılığı ile tanındı. Cloudiopolis şehri belki de onun emri ile tam bir Roma kenti özelliğine kavuşmuştur. Almanya'da kurulan ve Bolu ile aynı adı taşıyan şehir, Colonia Claudia Agrippinensis olup, şimdiki Köln ile aynı yerdir. Flaviuslar hanedanı sırasında, Bolu gibi Krateia da askeri nedenlerle, yenileştirildi. Bu sebeple kale ve şehre Flaviopolis denilmiştir. Ancak, sonraki belgelerden de anlaşıldığına göre Flaviopolis ismi uzun ömürlü olmamış, ahali tekrar Krateia'yı benimsemiştir. 98-117 tarihleri arasında saltanat süren Traianus, Bithynia'ya özel bir önem verdi. Plinius'u, legatus augusti unvanı ile Nikomedia’da görevlendirdi.Bu yazar ile imparator arasında mektuplaşmalar olmuştur. Sangarius'un batısındaki, Nikomedia/İzmit tarafındaki Sophon Gölü'nün deniz veya körfez ile birleştirilmesi konusu üzerinde durulmuş ama proje hayata geçirilmemiştir. Claudiopolis'in güneyinde Olympus Bithynicus Ala Dağ eteğindeki sıcak su banyoları da Plinius ile Traianus arasındaki bir mektuba konu olmuştur. Plinus, "Claudiopolis'de bir dağın eteğinde bir hamam yeri kazıyorlar. Bu işler hakkında ne yapayım? Bana önerilerde bulunabilecek bir mimar gönderebilir misiniz?" diye mektup yazdığında Traianus da şu cevabı göndermişti; "Siz yerinde bulunuyorsunuz. Kendiniz karar veriniz. Mimarlara gelince; Roma'da olan bizler onları Yunanistan'dan çağırıyoruz. Siz de o civarında bulunanlarından temin yoluna gidiniz."Roma İmparatoru Hadrianus'un da Bolu'ya özel ilgisi olmuştur.
117-138 de saltanat süren Hadrianus, şehirde büyük törenle karşılanmış, ikametinde ilgi gösterilmiş ve sonra uğurlanmıştır. Şimdi bazı Avrupa müzelerinde de değişik heykelleri olan Antinous ile tanışması da Roma dünyasında akislere sebep olmuştur. G. Blum, L. Dietrichson ve A. J. Gayet'nin araştırmalarına konu teşkil eden Antinous, muhtemelen 110 da dünya gelmişti. Anavatanı Bithynion idi. İmparator tarafından himaye edilmiş, onunla Mısır ve daha bir çok yer gezilmiştir. 130 da Nil nehri kenarındaki Besa'da boğularak hayata veda etmiştir. Öldüğü yer yakınında Antinoupolis gibi muhteşem bir şehir inşa edilmiştir. Hadrianus'un Bithynia paraları üzerinde yapılan incelemede Antinous Tapınağı'nın şekline rastlanmıştır. Claudiopolis paralarında da Antinous'un profilden şekillendirilmiş portresine tesadüf edilmektedir. Burada görülen tapınağın cephesi sekız sütunlu ve korint stilindedir. F.K. Dörner ve S. Eyice'nin de ifade ettiği gibi Roma devrinden kalma kitabe, bina parçaları ve heykeller şehrin tarihini aydınlatmaya yardımcı olmaktadır Örneklerini Bolu veya İstanbul'daki Arkeoloji Müzesinde görebilmek mümkündür. Fransız arkeologlarından G. Perrot, Bithynia'yı gezdiğinde, Prusias ad Hypium'da ilgi çekici bir kitabeye rastlanmıştır. Augusta, Tebai, Germanicus Sabien, Dionysios, Tiberius, Prusias, Megare, İulia, Hadrianus ve Antoninus gibi kabileler kitabede belirtilmektedir.Buradaki Prusias kabilesi haricindeki diğer bütün ahali yukarıda temas edildiği gibi Roma kökenlidir. Değerli araştırmacı Prof. Dr. S. Eyice de, İlkçağ Bolu'sunu anlatırken, özetle önemli haberler vermekte ve şunları yazmaktadır: "Bugün şehrin ortasında yükselen büyük tepe ise herhalde ilk yerleşmenin izlerini taşıyan yer olmalıdır. Bunun üstü, insan eli ile düzleştirilmiş olup, burasının bir höyük olduğuna da pek şüphe edilmez." Mortdman, 1854 de Bolu'ya geldiğinde bu tepe etrafında iri taşlardan yapılmış bir duvar ile tepenin üstünde ve tam ortada büyük ve uzun bir yapının temellerini görmüştür. O sırada bu kalıntı taş ocağı olarak kullanılmaktadır. Bolu'da her tarafta eski pek çok işlenmiş mimari parçalar görülür. Nitekim Vilayet Konağı'nın girişindeki sütunların başlıkları bile eski harabelerden devşirilmiş parçalardır... Bolu'da ilkçağ nekropolünden bazı izler bulunmuştur. Fakat değerli ve önemli buluntular veren mezar odası Bolu'nun uzağında Hıdırlar yakınında meydana çıkarılmıştır. İstanbul-Ankara yolunun yapımı sırasında Bolu tepesinin yamacında bazı mimari parçaların Bithynium-Claudiopolis şehrinin tiyatrosunun kalıntıları olabileceği ileri sürülmüştür." Konuralp'in koruyucusu tanrıça Tyche'yi tasvir eden M.S. 2. yy.a ait 2.60 m. boyundaki heykel olup, 1931'de bulunmuştur. Şimdi İstanbul Arkeoloji Müzesindedir. Eser, güzel bir Roma devri kopyası olarak kabul edilmektedir... Nitekim Bolu'nun 20 km. güneydoğusunda Bünüş köyünde, tam tepede Roma devrine ait döşeme mozaikleri bulunmuştur. Roma Devrine ait bir heykel de, Konuralp'de, yakın zamanda tesadüfen ele geçirilmiştir. Ağırbaşlılığı ile şöhret kazanmış olan Gallia menşeli Antoninus Pius (138-161)'un mermer büstünün bir örneği halen British Museum'dadır. Claudiopolis, Dörtlü İdare zamanında da önemi korudu. Nicomedia'nın doğu başkenti olarak seçilmesi de bunda önemli rol oynamıştır. Diocletianus zamanında hrıstiyanlık Bithynia'da kalıcı bir suretle yayılmaya başlamış ve o da bu din taraftarlarına eziyette bulunmuştur. Buna rağmen paganizm hrıstiyanlık karşısında tutunamamış, kısa zamanda Bithynia'nın bir çok yeri kiliselerle dolup taşmıştır. Claudiopolis, Heracleia ve Prusias ad Hypium gibi merkezlerde de büyük kiliseler yapılmış ise de çeşitli nedenlerle zamanımıza kadar gelememiştir. Ancak, III. yy sonrası haçlı mezar taşları da mevcut olup, müzelerde korunmaktadır. Iulianus ve Jovianus devirleri de İranlılarla harplerle geçti. Nicomedia'ya dönmekte olan imparator Jovianus, 16 Şubat 364 de, Bolu yakınlarında ve güneyindeki Dadastana'da öldü. Bir rivayete göre soba dumanından zehirlendi. I. Theodosius zamanında Roma İmparatorluğu ikiye ayrıldı. Merkezi Roma olan Batı Roma; yine merkezi Bolu'nun batısındaki Nicomedia olan Doğu Roma İmparatorluğu. Böylece, 395 den sonra Bolu içinyenidönem başlamaktadır
KAYNAK: Bolu Valiliği Sayfasından alıntıdır. http://www.bolu.gov.tr/default.asp?s=1_2, Akçakoca köyleri 2010 İbrahim Tuzcu kıt. Derleyen: İbrahim Tuzcu
Bizanslılar
Doğu Roma ve ondan sonra uzun zaman imparatorluk hayatını sürdüren Bizanslıların Caudiopolis/ Klaudiopolis hakimiyeti de genelde sükûnet içinde geçmiştir. On asırlık sürede Klaudiopolis ve çevresi Herakleios, Suriye Amorion, Makedonya, Dukas Kommenos Laskaris ve Palaiologos gibi Hanedanlara bağlı kalmıştır. Iustinianus'un saltanatı esnasında, Adapazarı yakınlarındaki Sangarios Nehri üzerine meşhur Pontogephyra inşa edilmiş ve yolcuların Bithynianın doğusuna, Paphlagonia'ya, Galatia'ya sağlıklı gidip-gelmeleri sağlanmıştır. Honorius Eyaletinin gözde şehirlerinden olan Klaudiopolis'in hrıstiyanlık bakımından da ön plana çıktığı gözlenmektedir. Kalikrates, Gerantius, Kalogeros, gibi metropolitler dini hayatın kopmaz parçaları olarak şöhret kazanmışlardır. Iustinianus'dan sonraki hanedanlar, ülkeyi eskiden olduğu gibi thema denilen askeri valilerle yönettiler. Opsikion, Optimatum, Bukellarion gibi isimler altında göze çarpan themaların idare yeri Klaudiopolis idi. Strabon'un tasvirine uygun olarak, yöre yine tarım memleketi olarak göze çarpmakta, yeşil düzlüklerinde bol miktarda hayvan yetiştirilmekte idi. Bunlar ulaşım ve yiyecek maddesi olarak büyük boşluğu doldurmaktaydılar. Ayrıca her türlü ağaç cinsinin bulunması, Bizans sosyal hayatındada rol oynamış ki Osmanlılar zamanında da aynı aktivite devam ettirilmiştir. Makedonia sülalesi devrinde, bazı ekonomik ve askeri krizler, Bithynia'yı, dolayısıyla Kaudiopolis'i de etkiledi. İmparatorluk, Balkanlardan ve Doğu Anadolu'dan Türklerin baskısına maruz kaldı. I071 Malagirt Meydan Savaşı sonunda, Anadolu Türklerin eline geçti. İznik merkez olmak üzere Selçuklu Devleti kuruldu. Bunu Haçlıların fırtınası takip etti. 1177'de, Bolu Selçuklularca kuşatıldı. Myriokephalon'da bir yıl önce büyük bir bozguna uğramış olan Manuel Komnenos, eğer Bolu'daki kuşatmayı kaldırabilirse, yitirilen itibarını yeniden kazanmış olabilecekti. Bizans tarihçisi Niketas Khoniates, Türklerin Bithynia'daki ilk ciddi baskısını anlatırken şunları yazmaktadır: "Çok geçmeden Türkler, Roma İmparatoru Claudius'a nisbetle adlandırılmış Klaudiopolis şehri çevresinde ordugâh kurdular. Önce Bizans garnizonunun şehir dışına bir adım bile atmasını önlediler. Sonra da tam anlamı ile bir kuşatmaya geçtiler. Bu sebeple şehirleri içinde kuşatılmış olanlar imparatoru, bu kuşatmayı kaldırtacak bir kuvvet gelmediği takdirde şehri Türklere teslim etmekle tehdit ettiler. Çünkü, ne devamlı bir açlığa tahammülleri vardı, ne de, düşmanları kovalayacak güce sahiptiler. Şu hâlde Manuel Komnenos, iş işten geçinceye kadar beklemedi. Haberi aldığı günün ertesinde hareket ederek elinden gelen sür'atle Nikomedia üzerinden Klaudiopolis'e yürüdü. Yanına ne çadır, ne yatak, ne şilte ve ne de herhangi bir imparatorun yanında bulunması ve onun dinlenmesini mümkün kılmak için gerekli bir şey almıştı. Yanında sadece atının eyer takımı ve zırhı vardı. Hergün büyük mesafe alıyordu. Çünkü kuşatıcılardan daha önce davranmak ve kuşatılanların başına her hangi birşey gelmeden oraya ulaşmak hususunda öyle büyük bir arzu ve ihtiras vardı ki sözcükle tarif olunamaz. Geceleri uyumuyor, çıra ışıkları altında Bithynia'yı aşıyordu. Bu yöre, her tarafta uçurumlarla doludur. Sık ormanları yüzünden bir çok yerinde geçişe izin vermez. Eğer Manuel Komnenos bir az dinlenmek zorunda kalırsa toprak onun iskemlesiydi. Kuru otlar ona halı görevi yapmak zorunda idi. Arada yağmur yağdığında ve dinlenme yeri bataklık bir vadide ise, o zaman imparator, yukarıdan yağmur, aşağıdan rutubet sebebi ile uykusundan oluyordu. Ama, işte asıl bu anlarda, Manuel Komnenos, taç ve purpur içinde altın işlemeli eğeri ile atına bindiği zamandan çok daha fazla seviliyor ve kendisine karşı çok büyük bir hayranlık duyuluyordu. İmparator, hedefine yaklaştığında, Klaudiopolis etrafında bulunan Selçuklular bundan haberdar olup, derhal kaçmaya başladılar. Birliklerin alâmetlerini tanımışlar ve silahların parıltısını görmüşlerdi. İmparator onları, elinden geldiği kadar uzaklara kovaladı. Türklerin büyüklüğü karşısında bezginlik içine düşmüş olan Klaudiopolis, Bizanslılar için imparatorun gelişi zorunlu kürek çekmekten harap olmuş gemiciler için uygun bir rüzgarın esmeye başlaması, kışın verdiği zahmet ve hüzünden sonra gelen ilkbahar ve güç ve elemli bir başlangıçtan sonra işlerin düzelmesi gibi büyük sevinçle karşılanan bir olaydı ". Niketas Khoniates'in bu kaydı dışında, Selçuklular devri için Bolu'ya dair herhangi bir haber göze çarpmamaktadır. Ama Selçuklular, Paphlagonia'nın batısında, kuzeybatısında, sürekli hareket halinde idiler. Bizans daha sonra Paphlagonia'yı, Amastris ve Herakleia hariç olmak üzere, ebediyen kaybetti. Kastamonu, Çankırı ve Ankara'da Konya Selçukluları egemen hale geçtiler. Kılıç Arslan ölmeden önce, töre gereği devleti oğulları arasında paylaştırırken, Ankara'yı oğlu Muhyiddin Mesud'a bıraktı. Bundan sonra, Kuzeybatı Anadolu'daki fetihleri bu Selçuklu şehzadesi devam ettirecektir. Dadybra sınır kalesinin düşürülmesinden sonra Bolu ve Herakleia yolu da açılmış ve bu yerler Bizans'ın doğu sınırı haline gelmiştir. 1204'de, İstanbul Latinlerin eline geçti. Bazı ileri gelenler Nikeia'ya sığındılar. Laskarisler böylece Bizans İmparatorluğunu burada devam ettirdiler. Ayrıca merkezi Trabzon olan Komnenoslar ile Laskarisler arasında nüfuz mücadelesi de başladı. Sakarya nehrinin doğusundaki askeri harekat, Prusias yolu ile deniz kenarındaki Herakleia'ya kadar uzadı. Palailogoslar zamanı da Klaudiopolis için Türk baskılarının hızlandığı devre oldu. Herakleialı tarihçi ve yazar Nikephoros Gregoras ve Pachimeres, Moğolların etkili olduğu yıllarda, Türklerin de tehlikeye düştüğüne dikkati çekmektedirler. Nitekim, Paphlagonia'dan akıp gelen Türkmenler, Bizans sınırlarını hemen her noktada delmişler yeni hayat sahalarını meydana getirmişlerdir. Tekfur adı verilen kale yöneticilerinin de durumu bu şekilde güçleşmiştir. Askeri ve kendi mali ihtiyaçlarını temin için ağır vergiler koymuşlar bu hareketler de ahaliyi oldukça güç duruma sokmuştur. XIV.yy başlarından XV.yy.a kadar Bolu bölgesinde Türkleşme hareketleri başladı. Bizans ilk önce Sakarya Nehri kenarındaki Geyve'yi kaybetti. Bu fetihler zinciri, Türk hanedanlarınca devam ettirildi ve görüleceği gibi.Amasra'nın fethi ile noktalanmıştır.yeni bir dönem başlamaktadır.
KAYNAK: Bolu Valiliği Sayfasından alıntıdır.
http://www.bolu.gov.tr/default.asp?s=1_2,Akçakoca köyleri 2010 İbrahim Tuzcu kıt. Derleyen: İbrahim Tuzcu
Haçlı seferleri
Bu sırada Fransa nın Klermon kentinde tolanan dinsel meclis Küdüsü Müslümanların elinden kurtarmak için büyük bir savaş hazırlığında bulunuyorlardı,1095-1270 değin süren haçlı seferleri böylece başlamış oldu,Küdüse gitmek için Anadolu dan geçmek zorunda kalan haçlılar yol açtığı savaşlar, Pişdar ( öncü) denilenlerin dışındas sekız kez tekrarlanmıştır, bu ara Kılıçarslan Çanakkale yöresini alarak Selçukluların rakibi durumuna gelen Çaka ile bir antlaşma yapmış ve ortamı elverişli bularak babası gibi doğu fetihlerine girişmişti, 1096 da Malatya yı kuşattığı sırada haçlı ordusu ile karşılaştı, birinci haçlı seferi öncülerini yendikten sonra asıl haçlı ordusu ile savaşa girdi, haçlı ordusu İznik i kuşatarak ele geçirir,1. Kılçarslan devlet merkezi İznik ten Konya ya taşımak zorunda kalır, böylece İznik yöresi, Bolu ile beraber yeniden Bizans hakimiyetine girer. 1.Kılıçarslan İznik i almaya çaba göstersede Danişmentlilerle arası açıldığından savaşa giremez, daha sonra Artukoğlu Gazi ve Süriye Meliki Rizvan ordularıyla yaptığı savaşı kaybetti ve Habur ırmağında boğularak öldü.1.Kılıçarslan, Irak sultanı nın yanına gönderilen oğlu Şehinşah 2 yıl aradan sonra serbest kalınca Anadolu ya döner Malatya ya gelir sultanlığını ilan eder,küçük kardeşi Mesud da öte yandan Danişmendliler den gördüğü destek ve kayın biraderi Emir Gazi nin yardımı ile Bizanslılar dan geri alınan Konya da tahta çıkarak Selçuklu devletin başına geçer (1115) Sultan Mesud un 1156 da ölümünden sonra oğullarından 11. Kılıçarslan öbür kardeşlerini etkisiz duruma getirerek Selçuklu tahtına geçer. Menderes kıyılarından Ege kıyılarına dek Anadolu toprakları yeniden etkinlik kazandı, 1179 da Bolu kalesini kuşattı, daha sonra ülkeyi oğulları arasında bölerken bu bölgeyi Ankara Meliki Muineddin Mesud a verdi, buda Devrek ve Gerede civarını kuşattı egemenliğini Bolu ya dek yaydı 1.İzzeddin Keykavus un 1214 te Sinop u yeniden almasıyla yöredeki Türk egemenliği Karadeniz kıyılarına dek ulaştı, büyük bir şekilde göçler bu bölgelerin Tükleşmesini sağladı.Anadolu Selçuklu sultanı yörenin yönetimini Çoban beye verdi,daha sonra Çobanoğulları adıyla yörede bir beylik de kuran bu aile 1243 ten sonra Anadolu Selçukluların İlhanlı egemenliğine girmesiyle dahad bağımsız bir duruma gelir, ancak bu ara Bizans kaybettiği bazı yerlerle birlikte Bolu ve yöresini de almıştı, Bolu Osmanlılar ca alınıncaya değin Bizans yönetiminde kaldı.
KAYNAK:Yurt Ansk.Türkiye il, il dünü,bügünü yarını kit. cilt 2 -1980,Derleyen: İbrahim Tuzcu
Selçuklular ve Beylikler Dönemi
sonra Anadolu topraklarında hızla yayılmaya başlıyan Türkler Ege kıyılarına kadar ulaşmışlardır.Malazgirt savaşından sonra Bizans imparatoru Romen Diyonjen in tutsak olduğu İstanbul da duyulunca,yerine Mihael geçmişti,bunun üzerine Alparslan Romen Diyojen ile yaptığı antlaşmayı bozarak Malazgirt savaşına katılmış olan Türkmen beylerin her birine Anadolu nun bir yöresini yurtluk olarak ayırdı. Bunlardan Emir Mansur,batı Anadolu ya vali olarak atandı, bu dağıtımdan sonra Mansur Anadolu ortalarını, öbür beyler ise kendilerine yurtluk olarak verilen Anadolu bölgelerini ele geçirmeye başladılar,bu sırada Bitinyada bulunan Bizans ordusu Emir Artuk komutasında Türk birliklerine yenildi,bölge Emir Mansura bağlandı, bir süre sonra Alparslan öldüiyerine oğlu Melikşah geçti, Emir Mansur Anadolu nun batı bölümünü alırken kardeşi Emir Süleyman şah da Anadolu nun güneyindeki yörelere egemen oldu.Sultan Melikşah Süleyman şahı Kızılırmak ile İstanbul arasındaki kentleri almakla görevlendirildi ve buraya yerleştirilmek üzere yanına 100.000 aşkın Türk ailesi verdi, Süleyman şah böylece Selçuklu sultanı Melikşah ca Anadolu valiliğine atanmış oldu. Süleyman şah önemli orduyla Anadoluya girdi, Kayseri yi ele geçirdi ve Konya yı kendisine merkez yaptı. Emir Mansur un ölümü üzerine yanındaki beylerin bir bölümü Süleyman şah ın yanına geldiler, böylece İstanbul boğazı na değin Anadolu nun tümü Süleyman şaha kamlı olur. Bu dönemde İstanköy de bulunan Bizans komutanı Melisen, imparator olmak amacıyla Türkler le ilişki kurmuştu, Türklerden yardım görebilmek için Anadolu da ele geçirilmiş birçok kenti alarak Türklere teslim ediyordu, Melisen, Türkler in yardımı ile İznik yerleşti, orada taç giydi ve kendini imparator ilan etti, ve İstanbul üzerine yürümeye başladı, bunun üzerine Bizans imparatoru Botanyadis Melisen i cezalandırmak amacıyla bir ordu gönderip İznik i kuşattı, Süleyman şah önemli bir güçle Melisen ın yardımına koştu, Bizans ordusunu yendi, İznik i tekrar geri aldı sonra Konya merkezini İznik e taşıdı. Anadolu, Selçukluların egemenliğine geçtikten sonra merkezi bir devlet örgütü kurulmuş uzun süre çeşitli yörelerde iç işlerinde bağımsız ama savaş dönemlerinde Anadolu Selçuklu Sultanlığı çevresinde birleşen beylikler oluşmuştu,bu dönemde Anadolu da 19 beylik hüküm sürmüştür, bu beyliklerden biri Bolu- Kocaeli –Bursa yı kapsıyan İznik beyliği idi. Süleyman şah Anadolu daki genişleme politikası Melikşah ın kardeşi Şam Meliki Tutuş ile aralarının açılmasına neden oldu, yerine vekil olarak Ebul Kasım ı bırakarak bir doğu seferine çıkan Süleyman şah 6-Haziran-1086 da ölür. Ebul Kasım devleti korudu hatta sınırlarını Boğazlara kadar genişletti, bu sırada Bizansla arası açıldı ve kardeşi Ebul Gazi yi bırakarak Melikşaha giderken yolda öldü, 1092 de Melikşahın ölümü üzerine geçen Barkiyaruk, Süleyman şah ın oğullarından Kılıöarslan ı babasının yerine vali olarak atadı, 1. Kılçarslan Ebul Gazi den görevi devraldı. Kılçarslan devletin başına geçtikten sonra Bolu nun bağlı olduğu İznik i yeniden devlet merkezi yaptı, Bizansa karşı saldırıya geçmek üzere Ege deniz de, Marmara denizin de gemiler yaptırmaya başladı, Bizans imparatoru Aleksi-Kommenus bu durum karşısında Avrupa dan yardım istedi
Klodopolis ( Bolu) ve Osmanlı krallığı
XIV.yy başlarında, Bolu'yu da içine alan kuzeybatı Anadolu'nun görünüşü şöyledir. Merkezi Kastamonu olan Candaroğulları, Ankara'da Ahiler, Söğüt ve civârında Kayılar, Sakarya'nın doğusu ve batısında, sahillerde Bizanslılar veya Palaiologoslar. Ancak, Göynük, Gerede ve Bolu'da da tampon küçük beylikler de mevcuttur. Ertuğrul Gazi ile birlikte Söğüt taraflarına göç eden Samsa Çavuş Kabilesi de sonunda Sakarya nehrinin kuzey tarafına geçerek, ormanlık, çam ağaçları ile süslü yaylalara yerleşmiş haldedir. Kayılar, Oğuz Kabilelerinden olup, Cengiz istilası ile Anadolu'ya göç etmiş, Sürmeli, Pasin, Erzurum ve Erzincan taraflarında dolaşmışlardı. Ertuğrul Gâzi, tarihi bir karar vererek, Anadolu'ya gitti. Selçuklu Sultanının izni ile gaza ucu olan Bithynia sınırlarına yerleşti. Bizans tarihçileri Sakarya ile Paphlagonia arasında Amurios Oğullarından bahsetmektedirler. Ancak bunların kimlikleri kesin olarak aydınlatılmış değildir. Mudurnu Dağlarında işaret edildiği gibi Samsa Çavuş ve kardeşi Sülemiş vardı. Aşıkpaşazade ve Mehmed Neşri Efendi, ondan kısaca bahsederler ve Osman Gazi'nin çağdaşı olduğunu vurgulamaktadırlar. Samsa veya Samsama Türk-İslâm dünyasında kullanılan önemli isimlerden, unvanlardandır. Sülemiş isimli kardeşi de kendisine yardımcı olmuş, Osmanlı Beyliği ile ilk temaslarda rol oynamıştır. Bunların İlhanlılarla teması olduğu da ileri sürülmektedir. El-Ömeri ve İbn Battuta'nın kaydettiği Göynük, Gerede veBolu Ahileri hakkında bilgiler de azdır.Şihâp ed-Din el-Ömerî, Anadolu Beylikleri hakkında İbn Battûta gibi, önemli bilgiler vermektedir. Mesâlik el-Ebsar fî Memâlik el-Emsâr'ında, Göynük, Gerede ve Bolu hakkında yazdıkları da Anadolu'lu Sabar Hasr (?) kasabası ahalisinden Şeyh Haydar Uryan'ın İfadelerine dayanmaktadır: "Haydar el-uryan'ın haber verdiğine göre; Anadolu'da Cengiz Han'a ait olan ülkelerden başka sadece Türk elleri altında mevcut ülke ve memleket sayısı onbirdir. Bu sıralamada 8. olan Gerede memleketidir ki, Şâhin İlidir. Askeri beşbin atlı kadardır. Göynük Hisar memleketidir ki, Emir Umur İlidir. Askeri üçbin kadardır... Gelelim Cengiz Han ailesine ait yerlere; .... Bolu Sultanının ilidir. Burada uygur şehirler yoktur. Köylerden meydana gelen, çayır ve otlaklarla uzayıp giden bir çayırlıktan ibârettir. Burası Germiyan ülkesi ile Süleyman Paşa İli'nin arasında, yani Germiyan'ın doğusunda Süleyman Paşa'nın batısındadır. XIV. yy.ın ilk yarısında, 1333 yılında Tancalı Arap Gezgini İbn Battuta, Orhan Gazi ve Candaroğlu I. Süleyman Paşa zamanında Göynük, Mudurnu, Bolu, Gerede'den geçti. Bu kasabalar hakkında önemli bilgiler veren İbn Battûta, Göynük'ün Orhan Gaziye bağlı olduğunu, safran üretiminin yapıldığını yazmaktadır. Kış aylarında karlı bir zamanda Mudurnu'ya seyahat etmiş, Cuma namazı sırasında kasabaya varabilmiştir. Mudurnu, Bolu'ya bağlı ve o günün şartlarına göre de Kastamonu'ya on günlük uzaklıktadır. Bolu'ya yolculuk ederken, Büyük Su'dan geçmiştir. Gezgin'in Bolu'ya ait yazdıkları şöyledir: "Bolu şehrinde, Ahîlerden birinin tekkesine indik. Buradaki adetlere göre, tekkenin bir bölümündeki ocaklar, kış müddetince aralıksız yakılmaktadır. Dergâhın her bölümünde ayrı ayrı ocaklar da vardır. Ocağın bacası mevcut olup, duman oradan çıkmaktadır. Odaları gayet güzel şekilde ısıtır. Buna çoğul şekli ile Bahari derler. Tekili Buhayrî'dir. Burada, İbn Cuzey Buhayrî'yi hatırladım. Ona ait bir de beyit aklımdan geçti. "Buhayrı'den ayrıldığımızdan beri dağın üzerini toz kapladı. Onun geceleri alev saçmasını dilersen, katırların, yük yük odunlarla gelmesi gerekir. Tekkeye girdiğimizde, bütün ocakları yanar hâlde bulduk. Üstümüzdekileri çıkarttık. Sadece tek kat giyimle kaldık. Öylece ateşin karşısına geçerek ısındık. Ahi, hemen çeşitli yemek ve meyveler getirdi. Allah, kerem sahibi ve cömert olan, yabancılara gariplere büyük şefkat ve sevgi gösteren, gelene geçene yardımlarını esirgemeyen bunları en güzel şekilde, sonsuz bir sevgi ile karşılayan bu dervişleri hayırlarla mükâfatlandırsın... O geceyi çok güzel bir şekilde, müsterih olarak geçirdik." İbn Battûta, Bolu'da fazla kalmadı. Ertesi günü, yine soğuk bir havada yola koyuldu. Gerede-i Bolu yâni Bolu'daki Gerede'ye hareket etti. Bu söyleniş devrin doğulu kaynaklarına uygunluk arzetmektedir. İlhanlıların mali defterlerinde Gerede'den Gerede-Bolu diye bahsedilmektedir. İbn Battûta, Gerede için şunları yazmaktadır: "Gerede-Bolu'ya vardık. Burası bir ovada kurulmuş, güzel ve büyük bir kasabadır. Çarşısı ve caddeleri geniştir. Dünya'nın soğuk yerlerindendir. Ayrı mahallelere bölünmüş olup, her mahalle kendi aralarında yaşamaktadır. Kasabanın hakimi Şah Bey'dir Orta derece sultanlar arasındadır. Bedeni, boyu, bosu, huyu itibari ile yakışıklı, güzel bir adamsa da yeteri kadar eli açık değildir. Namazı burada kıldık. Sonra, zâviyeye misafir edildik. Orada, Hatib el-Fatih Şems ed-Din eş-Şami ile tanıştık. Adı geçen; yıllardan beri burada yaşıyormuş. Çoluk-çocuğa karışmış ve kasabanın hâkimi olan Şah bey'in hem kâtibi ve hem de hocası olarak sözünü geçirecek kadar nüfuz sağlamıştı.Bir gün, yanımıza geldi. Gerede Hakiminin bizi ziyaret edeceğini haber verdi. Kendisine bu buluşmayı temin ettiği için teşekkür ettim. Şâh Bey, bizim yanımıza geldi. Kapıda karşılayarak, selâmladım. Bizimle birlikte oturdu ve bana sağlığımı, gezinin nedenini, şimdiye kadar hangi hakimlerle görüşebildiğimi öğrenmek istedi. Ben de başımdan geçenleri bir bir anlattım. Bir saat kadar süren görüşmeden sonra yanımızdan ayrıldı. Bizim için tam hazırlanmış bir binek atı ile bir kat elbise gönderdi." İbn Battûta, Gerede'den sonra Kastamonu yolu üzerindeki Safranbolu'ya hareket etti. Burası Candaroğlu sultan el-Mükerrem Süleyman Paşa oğlu Ali Bey'in yönetiminde idi. Son devir Bizans tarihçileri, İslam kaynaklarından aynı şekilde, Kuxim Paxis'den de bahsetmektedirler. Bu şahıs, Nogaylardandı. Bağlı olduğu Han'ın ölümü üzerine Dobruca'dan ayrılmış, çoluk-çocuk ve adamları ile yelkenli ile Trabzon'a hareket etmişti. Niyeti Tebriz'deki İlhan'a sığınmak ve maiyetinde yer almaktı. Ancak, Karadeniz'in meşhur fırtınalarından birine tutularak, Herakleia iskelesine sığındı. Buranın tekfuru, durumu İstanbul'a, İmparatora bildirdi. Kuxim Paxis, hrıstiyan olmak ve Bizans ordusunda çalışmak kaydı ile ülke topraklarına kabul edildi. Bir müddet sonra da İstanbul'a gitti. Saray ile tanıştı. Kızı kendisi gibi aynı milletten olan Solyman Paxis ile evlendirildi. Damad, Bithynia'nın merkezi Nikomedia'da (İzmit) oturdu. Sangarios boylarından gelecek tehlikelere karşı tedbirler aldı. Paphlagonia'nın hakimi ise Candaroğulları idi. Onlardan önce de yöreye Çobanoğulları hakimdi. Hüsâm ed-din Çoban, Alp Yürek Muzaffer ed-Dîn Yavlak (Yölük) Arslan devirleri kaynakların yetersizliği nedeni ile karanlık kalmaktadır. Pachymeres'in bahsettiği Nâsır ed-Dîn'in Mahmut olduğu bilinmektedir. Bu şahıs son Çobanlı beyidir. Candaroğulları ise XIII. yy sonlarında tarih sahnesine çıkmaktadır. Kurucuları Şems ed-Dîn Yaman Candar'dır. Y. Yücel, bu sebeple ondan bahsederken, "...Bu emir hakkında P. Wittek, Pachymeres'de beyliklerin sayılması sırasında geçen Amiramini, Emîr Yaman'la izâh edilebilir ki, bu da Candaroğulları Beyliğinin kurucusu Şemseddin Yaman Candar'dır" demektedir. Candaroğullarının, bu tarihdeki batı sınırı Safranbolu/Taraklıborlu'da idi. XIV. yy başlarındaki duruma göre Bolu, üç taraftan Türk Beylikleri ile çevrili idi. Denizde ise Ceneviz hakimiyeti sürüyordu. Daphnusia, Diospolis, Herakleia Pontika
Bolu yöresi Osmanlı akınları daha Osman Gazi döneminde(1299-1324) başlamıştı,Aşıkpaşazade ilk akınlarının tarihini (1305-1306) olarak vermektedir,Bolu yöresi tümünün Osmanl topraklarına katılması ise Orhan Gazi döneminde olmuştur.(1324-1362).Bolu, Konrapa, Mudurnu yöreleri Konuralp eliyle,Akçaşar ( AKÇAKOCA) Akçakoca bey eliyle almıştır,ancak Konuralp bey sürekli Orhan beyin yanında fetihlere katıldığından yerine Şemsi beyi bırakmıştır, Konuralp beyin ölümünden sonra Bolu ,Şehzade Murad ın yönetimindeki Sultanönü eyaletine bağlandı ve bir sancak beyi eliyle yönetildi. 1330 da İznik alınıp başkent Bursa ya taşınınca,Bursa bey sancağı yapılarak yönetimi Şehzade Muradı n Sultanönü de Orhan Gazi nin amcası Gündüz Alp yönetimine verildi,Bolu yöresi tümüyle fethedilince Osmanlı beyliği nin doğu sınırları,Kastamonu ya değin genişledi ,Osmanlılar burada Çobanoğullarını yenerek yeni bir beylik kuran Candaroğulları ile komşu oldular 1331-1332 de Bolu yu gezen İbni Batuta buranın tam bir Türk kenti olduğunu Ahiler in çoğunlukta bulunduğunu üeretilen malların da ucuz olduğunu yazar.Bolu Anadolu da Timur ordularının görünmediği ender yörelerden biri olmakla birlikte Yıldırım Beyazid in ölümüyle başlıyan şehzadeler arası savaşına birçok sahne oldu FETRET DÖNEMİ denilen bu olaylar sırasında Bolu- Amasya da bulunan Mehmed Çelebi nin etki alanınına girdi tahtı ele geçirmek için Bursa ya doğru yürüyen Mehmed Çelebi Bolu da konakladı büyüyen Timur tehlikesi karşısında ne Bursa ya gidebildi ne de Amasya ya dönebildi,Timurun Anadoludan ayrılırken kuvvetinin bir bölümü Amasya yöresine yolladığını duyunca da Bolu dağlarına sığınarak,Seben yaylasında otağ kurdu,Timur ordularının Anadolu dan ayrılmasını bekledi,Çebi Mehmed,Osmanlı devletinin birliğini yeniden sağladıktan sonra (1421) Bolu düzenli bir yönetime kavuştu,Çelebi Sultan Mehmed Edirne de ölünce yerine oğlu 18 yaşındaki şehzade Murad geçti.Bizans imparatoru Yıldırım Beyazit in Ankara savaşı ndan sonra ortalarda görünmeyen oğlu Mustafa Çelebi yi, Çelebi Sultan Mehmed döneminde tutsak bulunduğu Limni den salıverildi,imparator yeni sultanının babası gibi dostluk göstermiyeceğini anlayınca taht kavgası çıkarmak istemişti ikinci sultan Muradı n amcası olan Mustafa Çelebi,Rumelide kendine yandaş toplayarak Edirne de padişahlığını ilan etti,bunun üzerine Bursa da bulunan sultan Murad üstüne yürüdü,ama amcasının kendisinden güçlü olduğunu görünce onun gerçek değil düzmece olduğunu yayarak yandaşlarını ikna eder,büyük kayıplara uğrayan Mustafa Çelebi,Edirne ye geri döndü,ama yakalanarak idam edildi,sultan Murad (düzmece Mustafa) olayından sonra,Mustafa Çelebi ye yardım ettiği gerekçesiyle Bizansı cezalandırmak istedi 1422 de Konstantinopolis i kuşattı,ancak bu kez de küçük kardeşi şehzade Mustafa ayaklandı,Bizans imparatoru ile Germiyan ve Kraman beylıklerinin desteğini alan şehzade Mustafa,Bursa ve İznik in üzerine yürüdü,Padişah 11.Murad,kuşatmayı kaldırarak Anadoluya geçti,ayaklanmayı bastırdı,şehzade Mustafa idam edildi,şehzade Mustafa nın ayaklanması İsfendiyaroğullarını da yüreklendirdi, Osmanlı sınırlarını geçen İsfendiyaroğulları Bolu sınırları içerisinde Osmanlı orduları ile karşılaşır,ve Bolu yu kuşatırlar,bunun üzerine 11.Murad ordusunun başına geçip, Bolu önlerine gelir padişahın yanında İsfendiyaroğullarından Kasım bey vardır,bunların yan yana görülmesi karşı ordudan Osmanlı ordusuna geçmelerini sağladı ve savaşta İsfendiyaroğulları yenildi,İsfendiyar bey yaralı şekilde kaçtı, Sultan Murad,İsfendiyar beyi kovalıyarak Kastamonu ya girdi,İsfendiyar bey barışa razı oldu, oğlunu elçi olarak Sultan Murada gönderdi,Sinop bölgesi kendisine bıraklımak koşuluyla tüm topraklarını Osmanlılara verdi,kızınıda padişaha nikahladı,11.Murad Bolu da bir süre dinlendi, kendi adına burada bir para bastırdı( Mangır), bu olaydan sonra Bolu artık Osmanlı devleti sancak-sınır kenti olmaktan çıkarak bir iç eli durumuna geldi,Fatih döneminde(1451-1481) Osmanlı devleti Anadolu daki tüm beylikleri ortadan kaldırmak için giriştiği seferler sırasında Bolu yeni olaylara sahne oldu 1443 te İsmail bey, Candaroğulları beyliğinin başına geçince,buna karşı çıkan kardeşi Kızıl Ahmed bey Osmanlılara katılmış kendisine Bolu sancağı dirlik olarak verilmişti.Candaroğulları beyliğini ele geçirmek istiyen Kızıl Ahmed bey Osmanlıları durmadan ağabeyine karşı kışkırtmış sefer açılmasını istemişti.1461 de Fatih Kastamonu üzerine yürüyünce İsmail bey Sinop a sığındı,Kızıl Ahmed bey de Kastamonu da Candaroğulları beyliğinin başına geçti, ancak İsmail bey Sinop u barışçı yollardan teslim edince kendisine dokunulmadı, üstelik İnegöl yöreleri dirlik olarak verildi,oğlu Hasan bey de Bolu sancağı verilerek Candaroğulları beyliği ortadan kaldırıldı,kısa bir süre sonra Kızıl Ahmed bey de beylikten alınarak Mora sancağına atandı,bunu kabul etmıyen Kızıl Ahmed bey Boluya gelip kendi yandaşlarını toplayıp Akkoyunlu Hükümdarı uzun Hasan ın yanına kaçtı
Kaynak:Yurt Ansk.Türkiye il, il dünü,bügünü yarını kit. cilt 2 -1980,Bolu Valiliği Sayfasından alıntıdır. http://www.bolu.gov.tr/default.asp?s=1_2,Akçakoca köyleri 2010 İbrahim Tuzcu kıt. Derleyen: İbrahim Tuzcu
GEÇİŞ DÖNEMİ
Bolu sancağı XV1 .YY.Anadolu eyaletine bağlı idi,1519 da şu kazalardanoluşuyordu, Çağa, Mengen, Gerede, Viranşehir,Taraklı, Borlu, Yenice, Yedidivan, Ulus, Amasra, Onikidivan, Hızıbey, Ereğli, Konrapa, Dodurga, Göynük, Mudurnu, Akçaşar.Bu yüzyılda Anadolu da ortaya çıkan ayaklanmalar Bolu yöresini de etkilemiş,toplumsal düzeni kökünden sarsmıştır,yörede ilk ayaklanmalar medrese öğrencileri başlatmış, bunu büyük Celalı ayaklanmaları izlemiştir. 1576 tarihli bir belge Bolu yu Anadolu dakimedreseli ayaklanmalarının en geniş olduğu bir yer olarak göstermektedir, yine bu dönemde sancak beyi olan Candaroğulları soyundan Şemsi Ahmed Paşa büyük yolsuzluklar yapmıştır, halk ünlü destan kahramanı Köroğlu da bu dönemde yaşamıştır.Belgeler göre Köroğlu Ruşen ilk önce medreselere karşı halkı korumak için ayaklanmış, sonra çetesini genişleterek soygunlara katılmış ve Celalı olmuştur. 1581 de başlıyarak Bolu Gerede arasında 200 kişilik bir gurupla yolları kesmiş büyük soygunlar yaparak güç kazanmıştır.XV11.yy. da da bu durum sürmüştür, 1603 te Bolu nun eski beyi Mehmed bey, asıl beyin seferde olmasından yararlanmış bazı kişileri yanına toplayarak halktan zorla vergi almaya başlamış,yöredeki öbür Celaliler le ilişki kurarak tüm Bolu da geniş ölçüde soygunlar yapmıştır.XV.Murad döneminde(1648-1687) Bolu Gerede de soygun yapan Celaliler vardı, bunlardan Gürcü Abdülnemi, Mudurnu dolaylarını yağmalamıştı, bu dönemde Bolu da Celalililer in en ünlüsü Köleoğlu idi. Celali, Abaza Hasan la birleşerek halka pek çok zulum yaptı,sonunda yakalanarak İstanbul da idam edildi, Bolu halkının Abaza Hasan dan yakınması üzerine Benli Hasan paşa sancak beyliğine atandı, ama oda Abaza Hasan la birleşerek halkı soydu, daha sonra atanan Kürt Mehmet paşa halka aynı biçimde davranınca Bolu halkının beşyüz kişilik bir kafileyle İstanbula giderek durumu saraya bildirmesi üzere Kürt Mehmet paşa Bolu dan kaçmak zorunda kaldı. Köprülü Memed paşa zamanında da soygunlar sürdü,bu dönemde Alişan adlı biri Mudurnu, Göynük ve Düzce dolaylarını soyuyor, bir başka gurup da Gerede bölgesini soyuyordu, 1670 te olağanüstü vergi toplamak için Bolu ya gelen Kapıcıbaşı Yusuf Ağa ya karşı halk ayaklandı, Yusuf ağa kaçmak zorunda kaldı. Bolu da sancak yönetimi 1692 ye kadar sürdü, bu tarihte yapılan bir düzenlemeyle sancak beyliğinden voyvodalığa indirildi, zamanla Bolu nun Osmanlı imparatorluğu içinde önemi azaldı, Voyvoda yöenetimiyle de kaza düzeyine indirilmişti. Bolun un sancak beyliğinden voyvodalığa indirilmesi sancak beylerin son dönemlerdeki kötü ve zalimce yönetimlerine bağlanıyor ve bir cezalandırma anlamı da taşıyordu. Bolu nun ilk voyvodası Osman ağadır, ama bu Bolu ya hiç uğramadı yerine vekil olarak Karaçayır mahallesinden Yaren Mehmed ağa yı atadı XV111.yy da dirlik ve düzenliğin tam olarak sağlanması için çıkarılan adletname lerin fazla etkili olmadığı anlaşılmaktadır, nitekim bu dönemde Akkaş, Kara Mahmud, Yadigaroğlu, Yeğin Osman adlı eşkiyalar Bolu dan Sivas’a değin uzanan bölgede soygunlarını sürdürmüşlerdir, 1777 tarihli bir belgede Bolu voyvodası Çalıkzade nın geniş bir bölge gelirleri topladığ yazılıdır. 1782 de Bolu yöresinden ev göçü ile yerini terk edenlere sorulduğunda bunun nedenini gördüklerini zulüm ile açıklamışlardır
KAYNAK:Yurt Ansk.Türkiye il, il dünü,bügünü yarını kit. cilt 2-1980, Derleyen: İbrahim Tuzcu
Eski Coğrafiya ‘da Bolu ve Düzce
Bolu, tarihinin her devresinde ilgi çeken yörelerden olmuştur. Thrak asıllı kabile, Güney armara'da ve Bolu bölgesinde yayılmıştır. Thynler, Mariandyenler ve Kaukonlar birlikte yaşamışlar, zamanla, Bithyn adı altında göze çarpmışlardır. Romalıları, Doğu Roma ve Bizans takip etmiştir. Bithynia, doğuda Paphlagonia, güneyde Phyrygia sonra Galatia,kuzeyde Pontus Euxinos ile çevrili idi. Batıda ise Propontis denilen Marmara Denizi ile Bosphorus yani İstanbul Boğazı yer almakta idi. Bithynia, sık el değiştirmesine rağmen, coğrafi ve askeri bakımdan aynı adı korumuştur. Honorias, Optimatum ve Bukellerion da thema yani askeri yönetim olarak karşımıza çıkmaktadır. Askeri valiler genelde, Nikomedia veya Bitthynion/ Klaudiopolis'de oturmuşlardır. Bithynia'nın tabii sınırları içinde kalan akarsular: Sangarios, Billieus,Hypios ve Gallaus'dur. Sangarios, Bolu'yu batıdan ve hem de güneyden sınırlamaktadır. Kaynağı Sivrihisar yakınlarındaki Sangia köyü idi. Billieus/Filyos, Bolu yakınından geçen yörenin en önemli akarsuyudur. Büyüksu ve gelen diğer kolları aldıktan sonra, Herakleia Pontika ile Tieion arasında, Tieion'a daha yakın yerde Pontus Euxinos'a dökülmektedir. Hypios veya Hypius denilen bugünkü Melen Çayı da kaynaklarını, Bolu'nun kuzeyindeki dağlardan almakta, geniş bir yay çizerek, Daphnusius Gölü'nü terk ile kuzeye yönelmektedir. Dia ile Daphnusia Adası arasında, Sangarios'un doğusunda denizle birleşmektedir. Bu akarsular bol sulu olup, düzenli akışlarını hemen her mevsim yağmakta olan yağmura borçludur. Astakosx/Nikomedia Körfezinden doğuya doğru uzanan dağlar, Bithynia Olympusları olarak bilinmektedir. Bithynia'yı boydan boya katetmekte ve Paphlagonia'da Olygasus Sıradağları ile birleşmektedir. Bu dağlar arasında oldukça verimli vadiler ve ovalar bulunmaktadır. Nikomedia, Sophon, Tarsia, Lateas, Hypios, Salone ve Krateia Ovaları örnek verilebilir. Bol yağışlar nedeni ile ovalar, yemyeşil görünüm kazanmıştır. Akarsu ağıda Tarsia, Hypios ve hatta Salone Ovasında bataklıklara sebebiyet vermiştir. Pontus Euxinos ile Sangarios arasındaki kuzey güney kesitinde, deniz, orman ve bozkır bulunmaktadır. Nikomedia ile Paphlogoni arasında ise gittikçe yükselen ovalar bir birini takip etmektedir. Krateia'da ise orman örtüsü azalmaktadır. Bithynia'nın ilk ve orta çağdaki meşhur yerleşme yerleri Nikomedia, Sophon, Tarsia, Demetrium, Lateas Prusias, Bithynion, Krateia, Koinon, Gallikanon, Dablis, Kabaia, Modrene sahilde ise Thynia, Dia ve Herakleia Pontika'dır. Şimdiki Bolu, Bithynion Harabeleri üzerinde yükselmektedir. Hz. İsa'nın doğumundan evvel, Bithyn'ler tarafından kurulmuştur. O yüzden Bithynion adını almıştır. Hayvancılığı meşhur olup, Salone Ovasında yapılan peynirleri ile şöhret kazanmıştır. Bithynion Kalesinin izleri bugün mevcut değildir. Romalıların gözderinden Antinous, Bithynionlu olduğu için, bu Bithynia şehrinden haberdar olabilmekteyiz. Hellenleşmenin sona ermesi ve latinleşmenin iyice hissedilmeye başlaması üzerine, Bithynion eski karakterini kaybetti. Sık meydana gelen depremler sebebi ile Roma yöneticileri, burasını yeniden imar ettiler. O nedenle, Roma kaynaklarında Bithynion yerine Claudiupolis ismi benimsenmiştir. İmparator Claudius adına Claudius şehri denilmiştir. Claudius Latin, polis (şehir) ise Grek kökenli kelimelerdir. Bizanslıların yönetiminde ise Claudius/Klaudiupolis kullanılmaya devam edilmiştir. Gerek tarih coğrafya ve gerekse kitabelerde aynı adlara rastlanmaktadır. İlk Selçuklu akınlarında bile aynı isim kullanılmaya devam edilmekte idi. Fakat XIII. ve XIV. yy başlarında Bizanslıların Klaudiopolisi, artık yerini yeni bir isme bırakacaktır. O da, Bolı/Bolu'dur. Bazı batılı seyyahların ve tercüme eserlerin etkisinde kalınarak grekçe polis: şehir ile ilgili olduğu ileri sürülmüşse de doğru değildir. Bor, eski Türkçede kullanılmaktadır. Kıpçak kabilelerinden biri Ulu-Kiçi Borlı diye anılmaktadır. Zağfiran/Safran - Borlı ve Taraklı - Borlı, yanında Klaudiopolis yerine sadece Borlı/Bolu da kullanılmıştır. İlhaniler devrinde daha çok "Bol" kökünden yapılan isimlere tesadüf etmekteyiz. Devlet idaresinde rol oynamış üç Bol-ı-gan Hatun'dan haberdarız. Pontus Euxisons sahilindeki Thyhia, şimdiki Kefken Adasıdır. Bir ara, Daphnusia adası diye de tanınmıştır. İspanyol Seyyahı Ruj Gonzales de Clavijo da sonuncu ismi zikretmektedir. Roma ve Bizans devresinde, küçük bir yerleşim yeri olarak karşımıza çıkan Dia/Diospolis, XIV. yy.da, Bolu bölgesinden taşarak sahillere kadar yayılan, Eleaus Çayı kıyısında, bazen güneydeki tepelere yerleşen Kerameddinlilerin iskân sahasıdır. Denizden görünüşü beyaz olduğu için de buraya Akçaşar/Akçaşehir denilmiştir. Cumhuriyet döneminde, Dahiliye Vekaletinin kararı ile yöre, fatihi Akçakoca'dan dolayı şehir kaldırılmış ve "Koca" ilave edilmiştir (1934). Böylece Akçakoca ortaya çıkmıştır. Pontus Euxinos/Karadeniz, doğuda dik bir arazi yapısı ile kuzeye doğru yönelir. İşte, tam köşede yine bir çay kenarında "Alap" kabilesinin iskâna açtığı Alaplı kasabası da tarihi yörelerdendir. Arazi yukarıda tabii bir liman meydana getirir. Bu burun iyice denize doğru girer. Mariandynlerin ilk yerleştikleri, belki de iskâna açtıkları Herakleia, adını destan kahramanı meşhur Hercules/Herakles'den almaktadır. Miletos kolonisi olarak sakin bir koyda kurulan Herakleia, diğerlerinden ayırt edilmek için her zaman Pontike sıfatı ile kullanılmıştır. Böylece, Hellenistik zamanlardan Türklerin gelişine kadar Herakleia Pontika kendi kabı içinde kalmamış, kolonizasyon rüzgarına uyarak, Karadeniz'in şimdiki Kırım sahillerinde kendisine ekonomik güç sağlayacak "polisler" (şehirler) kurmuşlardır. XIV. yy.da, Herakleia'dan bozulma Erakle / Erekli - Ereğli kelimesi ortaya çıkmıştır. Osmanlılar döneminde, Mudurnu, Gerede ve Bolu'nun iskelesi durumundaki yerlerden biri de Bender-Ereğli idi. XIX. yy.da ise yine diğer Ereğlilerden ayırmak için de Bahr-ı Siyâh (Karadeniz) Ereğlisi mülki bölünüşte göze çarpmaktadır. 1921 yılına kadar Bolu Sancağındaki Ereğli, BMM'nin aldığı bir karar ile Zonguldak Vilayetine/İline bağlanmıştır. Eski coğrafyacılara göre, Bithynia'nın başkenti körfez sonundaki Nikomedia idi. Bithynia Kralı Nikomedes tarafından başkent olabilecek bir şekilde inşâ ettirilmiştir. Burası ile Klaudiopolis arasındaki yerler Sophon (Sapanca), Regio Tarsia, Lateas, Demetrium ve Prusias'dır. Sonuncusu Hypios Çayı (Melen) kenarında kurulmuştur. Hypia ve bir ara Kieros diye isimlendirilmiştir. Fakat, Herakleia'ya doğru arazisini yeniden genişleten Bithynia Kralı Prusias, Bithynion gibi Bithyn karakteri taşıyan yeni şehre Prusias adını verdi. Bithynia''ın başka iki Prusias şehri mevcuttu. Bunlar Olympos eteğindeki Prusias (Bursa) ve diğeri de Gemlik Körfezindeki Prusias pros Mare idi. Her ikisinden ayırt etmek için de Hypios kenarındaki şehre, bu çaya nisbetle Prusias pros Hypios denilmiştir. Anlamı, Hypios Prusias'ıdır. Üzerindeki kültürleri en iyi şekilde taşıyabilmiş olan Prusias, Klaudiopolis'in en gözde şehirlerindendi.XIV. yy.a kadar Prusias'i muhafaza edebilmiştir. Osman Gâzi'nin arkadaşlarından Konur Alp tarafından Türk hakimiyetine sokulmuştur. Bu yüzden Prusias adı unutulmuş, Eski Bağ olarak tarihi seyrini devam ettirmiştir. Ahâli arasında Eski Bağ, "ğ" kelime sonunda kullanılmadığı için, Eskiba / Üskübü ortaya çıkmıştır. Üsküdar ile Kayseri'deki, Erzincan'daki benzer isimleri örnek verebiliriz. XIX. yy.da bu resmi isim kullanılırken, halk arasında zaman zaman "Kasaba" da Üskübü yerine söylenmiştir. XIV. yy.da, bir köy halinde olan Düzce, geçen zaman zarfında gelişme kaydetmiş, 1871'de kaza yapılmıştır. Böylece Üskübü'nün yıldızı sönmeye başlamıştır. Osmanlı kaynaklarında Üskübü ve Düzce'yi içine alan yöreye Konur Alp İli deniliyordu. Fatihi Konur Alp'e izâfeten verilen isim zamanla Konrapa şekline dönüşmüştür. Ancak, üskübü ve Konrapa da uzun ömürlü olamadı. Ada, Han Dağı (Hendek) gibi bir Pazar yeri olarak sivrilen Düz Bazar, Düzce Bazar kaza merkezi haline gelmiş, Rumeli, Balkanlar, Doğu Karadeniz, Doğu Anadolu ve hepsinden önemlisi Kafkasya'dan göç edenlerin sağladığı imkânlarla hızla büyümüştür. İşte böylece Düzce Kazası, şimdiki Düzce İli olarak şekillenmiştir. Kuzeydoğusundaki Yığılca, batısındaki Gümüşâbâd, yörüklerin iskânına açılmış Darı Yeri Vâdisi ve Kaynaşlı, Düzce'nin büyümesinde etkili unsurlardır. İmamlar/Gölyaka, Cumayeri/Cumaovası, Bey Köyü gibi merkezler de Düzce'yi büyük ilçeler arasına sokmuştur. Bolu'nun güney-batısındaki, eski Bihynia, Phrygia ve Galatia kavşağındaki Koinon Gallikanon, Nikomedia-Ankyra (Ankara) yolu üzerinde bulunuyordu. Eski tarihi pek bilinmeyen yöre, Osmanlıların, belki de hrıstiyan Türklerin Bizans dünyasından ilk ayırdıkları kasabadır. Taraklı ile Mudurnu arasındaki yol XIV. XV. yy.da Bursa İpek Yolu diye nitelendirilmektedir. İşte son derece önem kazanan bu ara yol, İbn Battûta'nın gezisi ile etraflıca tanıtılmıştır. Göynümek fiilinden türetilen isim, "yanık" manasına gelmektedir. Göynük-Bolu yolu üzerindeki Modrene, Gallus Çayı üzerinde göze çarpmaktadır. Orman ile bozkır arasında geçiş noktasıdır. Kelimenin menşei karanlıktır. Muhtemelen Modrene'nin Türkçeye aktarılmış halidir. Mutırnı, Muturnı, Mudurnu ilk defa Osmanlı akıncıları ve Ertuğrul'un kader dostu Samsa Çavuş tarafından Türk idaresine kazandırılmıştır. Yıldırım zamanında cami ve hamam ile süslenmiştir. Bağdad Caddesi üzerinde oluşundan dolayı da Kanûni'nin Sadrazamı Rüstem Paşa kasaba yakınında büyük bir kervansaray yaptırmışsa da şimdi izi bile kalmamıştır. Bolu'nun doğu ve kuzey-doğusundaki önemli yerleşme merkezleri Gökçesu, Mengen, Devrek, Çağa, Dörtdivan ve Gerede'dir. Gerede, Bithynia'nın Paphlagonia sınırındaki stratejik mevkiindedir. Aynı şekilde, burası ile Galatia da kontrol edilmektedir. Bithynialılar zamanında varlığı bilinmektedir. O zamanlar, Krateia ismini alan yöre bir ara paralarda da görüldüğü gibi Flaviopolis diye söylenmiştir. Selçuklu akınları ile Türkleşmenin ilk görüldüğü bölge Krateia'dır Bu isim yeni fatihlerce ve ahalice Kerde / Gerede şekline sokulmuştur. Osmanlı- Çandaroğlu, sonra İsfendiyarlılar zamanında, sık sık mücadele sahası özelliğini taşımıştır. Bir ara Gerede Sultanlığından bile bahsedilmiştir. El-Ömerî ve İbn Buttûta'da kısa fakat ilgi çekici bilgilere rastlanmaktadır. Gerede, her zaman Osmanlı kasabası olarak kalmıştır. Soğuk bir iklimde bulunmasına rağmen, dericilikte, hayvancılıkta, Bolu'nun sanayi şehri özelliğini taşımıştır. Kuzeydeki Mengen ormanlık bir alanda göze çarpmaktadır. İlhanlı devri kaynaklarına göre Mengen/Mangan, Men/Man kökünden türetilmiştir. Devrek de, Türkçe menşelidir. Balıkesir yöresinde ve bazı Anadolu köylerindeki aşiretler "Devrekli" diye tanınmaktadır.XIX. yy.da Bolu'ya bağlı gözüken Devrek, II. Abdülhâmid zamanında onun adıyla, Hamidiye diye söylenmiştir. Hamidiye, Kastamonu ve Bolu Salnamelerinde, şirin ormanlı bir kasaba olarak anlatılmaktadır. Bolu ile Gerede arasında, göl kenarında kurulan Çağa, civarındaki Roma devri eserleri dikkate alınacak olunursa, hayli eski bir geçmişe sahiptir. Mengen yolu üzerindeki boğazı çevreleyen Çağa, tam Türk karakteri taşımakta ve geçirdiği talihsiz yangın sebebi ile de köhneleşmeye yüz tutmuştur. Sultan Reşad adına teşkil edilen yeni kasaba, Reşadiye adını almıştır. Gölün güneyinde şimdiki yerinde Yeniçağa ise adını M. Kemal Atatürk'e borçludur. 1934'de, Dahiliye Vekaletinin kararı ile Reşadiye yerine Yeniçağa ortaya çıkmıştır. Osmanlı kaynaklarına göre, Bolu'nun doğusundaki yerler Konur Alp, Şahin Bey, Hızır Bey ve Eflagan Bey tarafından Türk hakimiyetine sokulmuştur. Düzce'deki Konur Alp İli gibi buralarda da "Hızır Bey İli", "Eflagan Bey İli" deyimleri tarihteki yerini almıştır. Bolu'nun Osmanlılar zamanında kuzeydoğu sınırı Amasra'da noktalanıyordu. Bartın ve çevresindeki yerler "Divan" ismi ile bilinmekteydi. Evliya Çelebi ve Osmanlı belgelerindeki "divân"lar, onikiye kadar ulaşmaktadır. Gerede'ye bağlı, Yeniçağı'nın hemen güneyindeki "Dört Divân"da, Türkmenlerin en yoğun bulunduğu alanlardı ki "Köroğlu" destanını da buraya taşıyanların çocuklarıdır. İlkçağdan Osmanlılara kadar şehirlerin, önemli boğazların ve vadilerin, kasabaların korunması "kale"ler vasıtası ile sağlanıyordu. Bolu ve çevresinde de sık savunma kaleleri ağı göze çarpmaktadır. Düzce'dekiler; Üskübü, Üçköprü, Beyköyü, Kadife Kale diye tanınmaktadır. Göynük, Mudurnu, Taraklı kale harabeleri günümüze kadar gelebilmiştir. Bolu Ovasında iki önemli kale vardır. Ova ortasında bir tepeyi taçlandıran Bolu Kalesi, şimdi mevcut değildir. Bithynion ve Romalıların inşa ettikleri Claudiopolis'in içinde kaldığı surlar, XVII. yy.da tamamen işlevini yitirmişti. XII. yy sonlarında ise, Türk baskılarına karşı, aşılmayan surlarının bulunduğu anlaşılmaktadır. Hisar Tepesi, iç kalenin bir hatırası olarak halk arasında yaşamaktadır. Kuzeydoğu tarafında bir de gölün yer aldığı bilinmekte olup günümüzde buraya Gölyüzü denilmektedir. George Perrot ve arkadaşlarının tanıttığı Hala/Halı Hisarı, Çakmaklar köyü üzerinde, Bizans karakterini taşımakta idi. Ancak, Halı Hisarı da, önemli ölçüde tahrip edilmiştir. Seben ile Kıbrıscık'da kale izlerine tesadüf edilmemiştir. Çağa'nın, XIV. yy.da kaleye sahip olduğu kayıtlardan anlaşılmaktadır. Evliyâ Çelebi, göl yanında kaleden de bahsetmektedir. Gerede Kalesi Bolu'daki gibi yüksek bir tepede kurulmuştur. Taraklı Borlu, Bolu ve Ankara taraflarını iyi bir şekilde kontrol altında bulundurabiliyordu. Keçi Kalesi de denilen, Gerede kalesi iç kale vaziyetine düştüğü için,onarımsızlıktan harap olmuştur.
KAYNAK:Bolu Valiliği Sayfasından alıntıdır.
http://www.bolu.gov.tr/default.asp?s=1_2, Akçakoca köyleri 2010 İbrahim Tuzcu kıt. Derleyen: İbrahim Tuzcu
BOLU SANCAĞINA BAĞLI KAZALAR
Bolu Sancağı: Bolu, Dörtdivan, Gerede, Çağa, Mudurnu, Kıbrısçık, Pavli, Düzce/Konrapa, Gümüşabad, Efteni, Üskübü, Akçaşehir, Bender Ereğli, Alaplı, Samako, Yılanlıca, Devrek, Dirgine, Sekız Divan, Yenice, Tefen, Göynük/Torbalı ve Mihalgazi... Bolu'nun batısında küçük bir köy iken birden büyüme gösteren Konrapa'da da etkili değişmeler meydana gelmiştir. Konur Apa/Konrapa, iptal edilerek, yerine Düzce Kazası kuruldu (1871). Düzce pazarının merkezi olan Düzce, kaymakamın ikamet yeri oldu. Üskübü de nahiye daha sonra köy durumuna düşmüştür. Efteni, Gümüşabad, Çilimli gibi eksi kazalar da özelliğini yitirmiştir. Kerameddin ve Çuhalıdan oluşan Akçaşehir de, Düzce'den ayrılmış ve Bolu Sancağının kazası durumuna yükselmiştir. Yeni düzenlemede, vilayeti vali, mutasarrıflığı mutasarrıf, kazayı kaymakam ve nahiyeyi de müdür yönetmiştir. Köyler, ağalar yerine muhtarlara havale edilmiştir. Bolu zaman içerisinde, bazı küçük idari değişikliklere de uğramıştır. Abdülaziz, V. Murad, II. Sultan Aldülhamid Mehmed Reşad devri mutasarrıfları: 1877–1878 Osmanlı Rus Savaşlarında, Bolu, İzmit ve Adapazarı büyük ölçüde göçmen akınına uğradı. Kısa zamanda, Rumeli, Kafkasya, Doğu Karadeniz ve Anadolu'dan gelen insanlarla, Şefine-i Nuh'a benzedi. Kafkasya'dan, Çerkezler/Gürcüler ve Abazalar, Doğu Karadeniz'den Lazlar (Batum, Rize, Trabzon, Giresun ve Ordu), Doğu Anadolu'dan, Ahıskalılar, Karslılar, Erzurumlular ve Erzincanlılar ki bunlara Bayburt ve Gümüşhanelileri de ilave etmek gerekmektedir. Kırım ve Romanya'dan göç edenlere Tatar denilmiştir. Düzce'de bir mahalle onlara aittir. Rumeli'den gelenler ise Arnavutlar, Boşnaklar, Bulgaristanlılar Düzce-Adapazarı'nda iskân olundular. Rumeli göçmenleri, evlâd-ı fatihân çocukları idiler. Bunlar vakti ile yeni feth edilen topraklara, Yıldırım ve Fatih Sultan Mehmed zamanlarında iskân edilen Geredeli, Mudurnulu, Göynüklü ve Taraklılardı. Lazlar da yine Düzce, Ereğli, Karasu ve Adapazarı dolaylarında yerleştiler. Düzce kasabası yakınındaki Dereli Tütüncüler bunlardandır. Keza, Üskübü - Akçaşehir arasındaki dağlık yörede Kabalak- Haciz çizgisinde Lazlara senetle yer verilmiştir. Rize'deki, o zamanki tabirle, Lazistan'daki insanların Düzce yöresine getirdikleri, taşıdıkları coğrafi isim Hemşin'dir. Düzce, Hendek, Akçaşehir, Akyazı ve Adapazarı dolaylarındaki Kafkasyalı göçmenler yeni hayata kendi kültürleri çerçevesinde hemen uyum gösterdiler. Elbuz Bey, Mehdi Bey, Esma Hanım, Hasan Bey, Talustan Bey, Hacı İshak gibi kişiler de II. Sultan Hamid devrinin Kafkasyalı ileri gelenleridir. Bunlar saraya da akraba oldukları için, bununla her zaman öğünmüşlerdir. Elbuz Bey'in kızı İkbal unvanlı Behice Hanımefendiyi örnek verebiliriz. Göçmenler, daha çok Düzce'nin gelişmesinde etkili rol oynamıştır. Sultaniye, Aziziye, Mecidiye gibi köyler Padişah ailesine duyulan sevgiden kaynaklanmıştır. Bolu ise, yerleşmiş ilk Türk boyları bakımından saf kalabilmiştir. Yumrukaya, Bulgaristan'dan gelenlerin iskân yeridir. Açma yolu ile Elmalık Köyünü kuranlarda Kafkas asıllıdırlar. Bolu Mutasarrıfları döneminde dikkati çeken yönetici de İsmail Kemal Bey'dir. Daha sonraları Arnavutluk Devletinin kurucusu olarak karşımıza çıkan İsmail Kemal Bey, Hisar çevresinde, Bolu içinde, köylerde, kazalarda imar hareketlerini devam etmiştir. Kısa zaman öncesine kadar kullanılan yolları ona borçluyuz. Şose (chauss'e) denilen modern yolu Bolu'ya kazandıran odur. Trenin İzmit'e kadar ulaşmasından önce, bu kara yolları son derece önemli idi. Bolu, Bakacak, Darı yeri, Kaynaşlı, Üçköprü, Düzce şosesi ile eski Bağdat Caddesi artık eski önemini büyük ölçüde kaybetmiştir. Düzce, bir Alman gezgininin de vurguladığı gibi Osmanlı ülkesinde Avrupa tarzı yapıya kavuşmuştu. Hükümet binası etrafında, Büyük Cami çevresinde gelişen kasaba, Kiremit Ocağı, Mergiç şosesi ile Melen Çayına ulaştırılmıştır. Keresteden yaptırılan köprü, her zaman yolcuları bezdiren Melen üzerinde, anıtsal görünüşe sahipti. Kışla' dan sonra daha kısa olan Nuhviran Boğazındaki yol, Hendek ve Adapazarı'ndan geçiyor İzmit ile İstanbul'a ulaşıyordu. İsmail Kemal Bey, sadece karayolu ile uğraşmamış, Bartın, Hisar Önü, Melen gibi akarsuları da inceletmiştir. Böylece, suyolu taşımacılığı için de teşebbüsleri olmuştur. Bolu insanı, her cephedeki savaşa katılmıştır. Plevre Savunmasında, Yunanistan-Teselya Harekâtında Bartın, Göynük, Düzce ve Bolu rediflerinin kahramanlığı, kendisini araştıracak tarihçileri beklemektedir. I. Meşrutiyet İdaresi ile de tanışan Bolu, Meclis-i Mebùsan-ı Osmaniye'ye, Kastamonu Vilayeti ile birlikte milletvekillerini göndermişti. Böylece yeni yönetime katkısı olmuştur. Vital Cuinet`ye göre Bolu'nun II. Abdulhamid devrindeki Kazaları: Merkez Bolu, Ereğli, Düzce, Bartın, Göynük, Gerede, Mudurnu, Hamidiye (Devrek) dir. Bu kazaların nahiyeleri Gökçesu, Amasra, Çağa, Akçaşehir ve Çarşamba (Seben) dır . Sancağın köy sayısı 1131, toplam nüfusu da 325.300' dür. İzmit' de, Bahçecik ve Armaş (Ermeşe) Aslan Bey ve Ovacık' da; Adapazarı merkezinde, Sapanca'da: Düzce'de, İcâdiye mahallesinde ve Bolu'da ise ılıca yolu üzerinde yerleştiler. Sanat ve ticarete alışkın oldukları için, üst sosyal kurumlarda etki sahibi oldular. Köylere kadar giderek çerçi usulü ile zenginleştiler. Bolu'da gündelik hayatta en etkin yapılardan biri de "Saat Kulesi" idi. Bu kule hakkında ilk bilgiye, Bozoklu Osman Şâkir Efendi'nin 1810 yılına ait kaydında rastlamaktayız. Hatta gezi izlenimleri, resimlerle süslendiğinden, Bolu şehri yanında müstakil bir saat kulesi de çizilmiştir. A.D. Mortmann, 1856'da Bolu'ya geldiğinde Hisar' ın üstünde ve batı ucunda bir saat kulesi görmüştür. Gezgin, kuleyi incelediğinde, kitabe de görmüş ve 1836 tarihini okumuştur. S. Eyice ise, bu tarihin doğruluğundan şüphe etmekte, Osman Şâkir' e dayanarak, 1836'dan önce de var olduğunu ileri sürmektedir. Bolu Salnamesinde de açık bilgi yoktur. Burada"saat kulesi ile Muvakkithanenin tarih-i inşası hakkında kat'i bir malumat yoktur. Resmi kayıtlar ve Şer' i Sicillerde bu hususa dair belki resmi belgeye rastlanır. Söylenenlere göre, Saat kulesi ile Muvakkithane, Sultan Mahmud zamanında bina edilmiştir" ifadesine yer"25 Ekim 1888'de, meydana gelen fırtına, Ereğli'de üzüntüye sebep olmuştur. Kasabadan bize ulaşan resmi haberlere göre, gündüz saat onda fırtına başlamış, bu sırada iskelede Şîr-Efsân Vapuruna kömür taşımakta olan kayıklardan birisi batarak, içinde bulunan iki kişiden biri kurtarılabilmiş ise de diğeri yani Ali boğularak ölmüştür. Alaplı'da da bir mavna batmıştır. Üç kişiden meydana gelen tayfası da boğulmuştur. Bu sırada Ereğli İskelesi yakınında tahminen 5000 kıyye kadar tuz yüklü olup, yükünü boşaltmak için nöbet beklemekte bulunan bir kayık dahi batarak, sahilde yapılıp inşaatı bitmediği için içinde kimse bulunmayan iki katlı bir binada çarpma sonucu yıkılmıştır".Ayrıca İstanbul'un başkent oluşundan sonra halkın Bağdat yolu adını verdiği ve Kanuni Sultan Süleyman zamanında işlerlik kazanan kuzey yolunun başlıca uğrak yerleri şunlardı: İstanbul, Üsküdar, Bostancı, Kartal, Hareke, Gebze, İzmit, Sapanca. Sapanca'dan sonra yol ikiye ayrılıyordu. Biri, Geyve'ye dönüyor Bolu veya Ankara'ya ulaşıyordu. Geyve, Taraklı, Göynük, Mudurnu, Bolu. Göynük'ten sonra hemen doğuya Sakarya vadisine doğru inen yol, Nallıhan, Beypazarı, Ayaş üzerinden Ankara'da sona eriyordu. Göynük’ten sonra Mudurnu'ya oradan Aktaş Boğazı ile Bolu'ya bağlanan yol, kuzeyden geçen hat ile birleşiyordu. Sapanca'dan sonra, doğuya Akyazı ovasına giden yol. Sakarya ve Mudurnu suyunu aşarak Akyazı'ya uğramadan Hendek pazarına geçiyordu. Eğridere Vadisini aşan yol, Melen Köprüsü geçildikten sonra, Düzce Pazarı oradan Üskübiye bağlanıyordu. Üskübü, Bakraz, Muncurlu, Üçköprü Derbendi., Kaynaşlı'dan geçen yol Bolu Dağı dibindeki Darıyeri hanlarından, zikzaklar çizerek 700m kadar yükselerek, Derbende gidiyordu. Bolu'ya kadar ova içinde uzanan yol, Köroğlu Derbendi, Çağa ve Gerede'de hep ormanlık arazi içinde kalıyordu. Bolu, XVII. yy. dan itibaren kervanların geçtiği Erzurum ve Kayseri istikametine gidenlerin ikamet ettiği kasaba idi. Bu yüzden merkez ve kazalarda büyük değilse de normal hanlara rastlanmaktadır ki çok azı zamanımıza kadar gelebilmiştir. Sapanca'da Rüstem Paşa, Hendek’te Mustafa Paşa, Düzce'de Şemsi Paşa, Üskübü’de isimsiz, Darı yeri’nde Şemsi Paşa hanları göze çarpmaktadır. Göynük ve Mudurnu'da da büyük hanlar vardır. Rüstem Paşa'nın kervansaray ağının bir bölümünü de Mudurnu'daki Dibek Hanı teşkil ediyordu. XVIII. yy. da hala işler vaziyetteki Dibek Hanı, IV. Murad'ın sefer dönüşü civarında konakladığı yapıdır. Bolu'da da kiremit örtülü hanların varlığından bizi Evliya Çelebi haberdar etmektedir. Yedi kadar han Şemsi Paşalılara aittir. Ayrıca hususi şahıslara ait hanlar da vardır. Bolu Bedesteni de bölgenin en büyük ticari merkezi idi. Gerede ve Safranbolu hanları da Kastamonu'ya kadar yolcuların dinledikleri, kervanların da çeşitli gereçlerini karşıladığı yerlerdi. Gerede-Ankara bağlantısı ise basit bir yoldan ibaretti. Köylerin bir birinden çok uzak olması, dağların yarısının ormanlık ve yarısının da yaylalardan meydana gelmesi, nedense pek ilgi görmemiştir. Gerede'den üç dört konak sonra Yabanabad yani bugünkü Kızılcahamam vardı. Ancak, Kazan'a, sonra Ankara'ya ulaşabilmek için Bolu Dağı gibi arızalı Karga/sekmez Dağını aşmak zorunluluğu vardı. Bolu Hanlarının önde gelen örneklerinden biri olan Taşhan Büyük Cami batısındadır. Bugün bile aynı özelliğini korumaktadır. Üstü demir kaplı kapısı ve kemerin solundaki kitabe ilk defa Bolu Vilayeti Salnamesinde metin olarak verilmiştir. A. Gökoğlu Paphlagonia'sında günümüz alfabesi ile kitabeyi kamuoyuna sunmuştur;
KAYNAK: Bolu Valiliği Sayfasından alıntıdır. http://www.bolu.gov.tr/default.asp?s=1_2,Akçakoca köyleri İbrahim Tuzcu 2010 kıt.Derleyen: İbrahim Tuzcu
BOLU ADININ KAYNAĞI
MÖ.1200 lerde Balkanlardan Anadoluya geçen Frigler in çeşitli kolları kuzey –batı Anadoluya yerleşmişlerdi, bu kollardan Bitinler yaşadığı bugünkü Bursa, Bolu, Kastamonu, Zonguldak yöresi de Bitinya diye anılıyordu. Bitinler bugünkü Bolu kentin 8 km kuzeyindeki Eskihisar denilen yerde Bitinyuım kentini kurmuşlarduı, daha sonra yöre Roma imparatorluğa geçince, imparator Klavdius (Claudius) İÖ.10-İS-54 kente Claudiopolis adını koydu.Bölgenin Türklerin eline geçmesinden sonra Klavdiopolis adının sadece polis (kent) olarak kısaltıldığı ve bunun zamanla Bolu bi, çiminde söylendiği bilinmektedir. Başka bir rıvayete göre ise Bolu kenti Filyos ırmağın yakınlarında kurulmuş ve ırmağın adına uygun olarak Billaios, Bilion, yada Bileum adını almıştır, Türklerin yöreyi ele geçirmesinden sonra bu ad Bolu ya dönüşmüştür.
YAZILI TARİH ÖNCESİ
Bolu ‘nun yazılı tarih öncesi dönemine ait bilgiler yok denecek kadar azdır,yörede yaşıyanların Ön Hititler olduğu kabul edilmektedir, yaklaşık İ.Ö 5000 den sonra Orta Anadolu ya gelmeye başlamışlar ve İ.Ö 5000-3000 arasında Kızılırmak çevresinde yerleşmişlerdir. Anadolu’ da bu dönemler ilk siyasal yaşamın Hisarlar eteğinde kent krallıkları ile başlamış olduğu sanılmaktadır.
YAZILI TARİH
Ön Hitit sonrası İ.Ö 3000 lerde Batı Anadolu da Luviler,İ.Ö2000 lerde Doğu Anadolu da Huriler yer alır, aynı dönemde kimsen Bitinya’yı içine alan Orta Anadolu ilk halklarıyla karışan Hititler görülür, Yunan mitolojısınde Argonotlar seferi diye bilinen ve yaklaşı İ.Ö XV11 Y.Y da düzenlenmiş bir deniz gezisinde de Bitinya sınırları içindeki deniz kıyılarının adı geçmektedir.
18. VE 19 . YÜZYILDA KASTAMONU SALNAMELERİNDE DÜZCE’ NİN YERİ
Salnâme, Farsça Sâl “yıl”, nâme ‘yazılı şey, kitap’tan ibaret birleşik bir kelime olup, yılda bir çıkan ve o yılın belirli konularla ilgili önemli olaylarını anlatan yıllık demektir. Sâlnâmeler genelde ülke, özelde şehir tarihinin değerli belgeleri arasında bulunmaktadır. 19. yüzyılın sonlarına kadar “Kadı Sicilleri” Osmanlı devlet ve toplum hayatının önemli kaynağı iken, bu tarihten itibaren sâlnâmeler önem kazanmıştır. Merkezî yönetim ile taşra yönetimi, yönetenler ile yönetilenler arasında bir iletişim kurulması, başta kamu görevlileri olmak üzere araştırmacıların da bu konularda bilgilendirilmesi amaçlanmıştır.Düzce’nin de içinde bulunduğu bölge, çeşitli insan topluluklarının çeşitli dönemlerde yerleştikleri, kentleştikleri ve uygarlığa katkıda bulundukları bir coğrafya parçasıdır. Türklerin bölge ile tanışıklıkları 12. yüzyılın sonlarındadır. 1071 tarihli Malazgirt Zaferi’nden sonra Anadolu’da, doğudan batıya, bir takım gazi devletler kurulmuştur. Kurulan bu devletlerin en önemlisi Türkiye Selçuklu Devleti idi (1075-1310). Türkiye Selçuklu Devleti’nin ilk başkenti İznik, son başkenti de Konya olmuştur. Türkiye Selçuklu Devleti’nin iç siyasetinde Oğuzların-Türkmenlerin iskânı, dış siyasetinde ise Doğu Roma yani Bizans İmparatorluğu ve vasalleri ile gazâ ve cihat sürekli öneme sahip olmuştur. 1048’li yıllardan itibaren Maveraünnehir-Horasan-İran ve bazen de Kafkaslar üzerinden Oğuzların-Türkmenlerin Anadolu’ya sürekli göçü ve adı geçen devletçe iskân edilişleri söz konusudur. Selçuklu Türkleri, Malazgirt Zaferi’nden on yıl sonra, 1081’de, Kostantıniyye kıyılarına ulaşmışlardır. Kostantıniyye adı, İstanbul’un gerçek kurucusu olan Roma imparatoru Konstantin’den gelmedir. İslâm coğrafyacıları bu ismi benimsemişlerdir.1097’de başlayan, belirli aralıklarla devam eden Haçlı saldırıları, istilâları, Anadolu’ya büyük zararlar vermişse de, Selçuklu Türklerinin bu ülkede tutunmalarını önleyememiştir. Anadolu’nun yeni ve ebedî varisi olan Türkler, bu ülkeyi öyle benimsemişlerdir ki 12. yüzyılda Anadolu’ya “Türkiye” veya “Türkmenya” denilmeye başlanmıştır. Denizli-Afyon hattında, Karamık Beli denilen yerde, çağdaş Bizans kaynaklarının Miryakefolon adını verdikleri vadide, Malazgirt’ten 105 yıl sonra, 1176’da Doğu Roma İmparatorluğu’nun beli kırılmış, Anadolu üzerinde yeniden hâkim olma ümitleri söndürülmüştür. Oğuzların-Türkmenlerin Batı Karadeniz ile Marmara’nın doğusuna girişleri ve iskân edilişleri bu tarihten sonradır. Adı geçen bölge Türkiye Selçuklu Devleti’nin uc bölgesiydi. Uc bölgesinin özelliği de, kimseye ait bulunmaması, oraya girenlerin elinde kalan toprak parçası olmasıdır. Bölgenin tabiatı icabı burada birlikte yaşama sanatının bütün özellikleri sergilenmektedir.Moğol işgal ve istilâsı, sonuçları bakımından farklı iki önemli gelişmeye sebep olmuştur. Türkiye Selçuklu Devleti bağımlı kılınmakla kalmamış, Anadolu, başkent Konya da dahil olmak üzere bütünüyle tahrip edilmiş, yağmalanmış, korku ve dehşet ülkeyi kuşatmıştır. Diğer taraftan bu istilânın önünden, yerleşik hayata mensup yüz binlerce Türk bütün mevcudatıyla Anadolu’ya sığınmış, bunlar Türkiye Selçuklu Devleti tarafından mevcut şehirlere ve uc bölgesinde iskân edilmişlerdir. O tarihlerde “Bitinya” olarak bilinen ve Düzce’nin de içinde bulunduğu bölge bu iskân ve muhaceretten nasibini almıştır. 13. yüzyıl Anadolu’su, denilebilir ki Moğolların yıktığı, İlhanlıların yeniden inşa ettiği bir ülke olmuştur. İlhanlılar Anadolu’daki parlak ve hâkim Selçuklu medeniyetinin potasında Müslümanlaşarak Türk kimliğine dâhil olmuşlardır.13. yüzyılın son çeyreğinde Anadolu’da ve çoğunlukla uc bölgelerinde kurulan beylikler arasında ikisi vardır ki, Düzce’nin orta zamanlar tarihine ait hatıraları bu iki beyliğin tarihi içerisinde aranmalıdır. Bunlar merkezi Kastamonu olan Candaroğulları, Osmanlıların isimlendirmesiyle İsfendiyaroğulları Beyliği ile merkezi Bursa olan Osmanlı Beyliği idi. Bolu, Mudurnu, Üskübü, Göynük, Akçakoca, Karasu, Hendek, Akyazı, Adapazarı gibi yerleşim yerlerinin fatihleri olan Akçakoca Gazi, Abdurrahman Gazi, Kara Mürsel, Samsa Çavuş ve Konur Alp Gazi gibi komutanlar, Gazi Ertuğrul Beyin arkadaşları ve Gazi Osman Beyin yoldaşlarıydılar. Adı geçenlerden Samsa Çavuş’un kabri Mudurnu’da, Konur Alp Gazi’nin kabri Üskübü’de, Akçakoca Gazi’ninki de Kandıra’ya bağlı, Karadeniz’e nâzır Babadağı’nda bulunmaktadır. Üskübü, vaktiyle Bitinya medeniyetinin önemli ve hareketli bir merkeziydi. Düzce-Akçakoca karayolunun 7. kilometresinde, Roma-Bizans devrine ait kalıntıları içeren tarihî bir kasabadır. Doğu Roma devrinde Düzce, Üskübü denilen yerdeydi. 14. yüzyılda kurulmaya başlanan Düzce, o tarihlerde fatihinin adıyla Konur Alp adını taşıyordu. 1871’e değin nahiye, bu tarihten sonra Bolu’ya bağlı bir kaza merkezi olmuştur. Belediyelik olması 1885’tedir. İstanbul-Ankara yolu üzerinde bulunması sebebiyle, Balkanlardan, Kafkaslardan ve Anadolu’nun muhtelif yerlerinden gelen Türk ve akraba topluluklara mensup insanlarla nüfusu artmış ve süratle gelişmiştir[1]. Modern Düzce’ye ait sağlıklı bilgiler 1871, 1893 ve 1899 tarihli Kastamonu Vilâyet Sâlnâmelerinde bulunmaktadır. 1847-1918 tarihleri arasında 68 cilt devlet sâlnâmesi yayınlanmıştır. Vilâyet sâlnâmeleri de 1868’ten itibaren yayınlanmaya başlanmış olup, ilki 1868 tarihli Bosna, sonuncusu da 1922 tarihli Bolu Livası Sâlnâmesidir 1. 1899 Tarihli Sâlnâmeye Göre Kastamonu Vilâyeti: Anadolu’nun kuzeyindeki vilâyetlerden biri olan Kastamonu; adaşı olan Kastamonu, Bolu, Sinop, Çankırı sancaklarından ibaret 4 livaya, bu livalar da, aşağıdaki taksimatta görüleceği üzere, 21 kaza ve 27 nahiyeye ayrılmıştır.
Vilâyetin Taksimatı
Sancak
|
Kaza
|
Nahiye
|
KASTAMONU
|
Kastamonu
|
Devrekâni, Akaya, Kuzyaka, Göl
|
|
İnebolu
|
Küre, Abana
|
|
Safranbolu
|
Eflâni, Ulus, Aktaş
|
|
Tosya
|
-
|
|
Taşköprü
|
Gökçeağaç
|
|
Arac
|
-
|
|
Daday
|
-
|
|
Cide
|
-
|
BOLU
|
Bolu
|
-
|
|
Ereğli
|
-
|
|
Bartın
|
Amasra
|
|
DÜZCE
|
Akça Şehir
|
|
Hamidiye
|
Çarşamba
|
|
Gerede
|
-
|
|
Göynük
|
-
|
|
Mudurnu
|
-
|
SİNOP
|
Sinop
|
Gerze
|
|
Boyabat
|
Turagan
|
|
Ayancık
|
Çakılı
|
ÇANKIRI
|
Çankırı
|
Koçhisar, Tevhat, Şabanözü
|
|
Çerkeş
|
Karacaviran, Bayındır, Ovacık
|
Kastamonu vilâyeti kuzey doğudan güney batıya doğru düz bir çizgi üzerinde, uzunluğu 460 km (84 saatlik) ve kuzey batıdan güney doğuya doğru, yine düz bir çizgi üzerinde genişliğine 180 km (28 saatlik) uzunluğunda olup, doğusu Sivas ve Trabzon, güneybatısı Ankara ve Bursa vilâyetleriyle, batısı İzmit sancağı ile ve kuzeyi de Karadeniz ile sınırlıdır. Her saniye geçtikçe bizden uzaklaşan mazinin ne olduğu hakkında sorulan sorular tarihin sayfalarına göz atıldığında -bugün Kastamonu adıyla yad olunan bu vilâyet- “Paflogonya” namı altında görülüyor ve topluca sunulan aşağıdaki bilgilerden çıkarılıyor: Bu toprak, o zaman doğuda Kızılırmak ile - şimdiki Canik sancağı beri tarafta kalmak üzere- Trabzon vilâyeti, batıda Filyos ve Bolu çaylarıyla, güneyde “Galatya” yani “Ankara” vilâyeti ve kuzeyinde Karadeniz ile çevriliydi.Bugün Bartın kazasında bir nahiye merkezi olan “Amasra” da bu kıtanın büyük şehirlerindendi. Meşhur Makedonyalı İskender, İran’ı, Mısır ile Hindistan ve Türkistan’ı egemenliği altına aldığı sırada bu kıtanın bazı taraflarını da yönetimi altına geçirmişse de, tamamını zapt ettiği memleketler sayısına katamamıştır. Dünyayı ele geçirme azmini fiiliyata geçirmek için ömrü yetmeyen İskender’in Milattan 323 sene önce -33 yaşında olduğu halde- vefat etmesi üzerine ülkeleri bir takım prenslikler elinde kaldığı sırada “Paflogonya” da bütünüyle tam bir bağımsız hükümet şeklini kazanmıştı. Paflogonya’nın en tanınmış hükümdarlarından olup, M.Ö. 121 tarihinde ölen 2. “Pilman”, mülkünü Pont yahut “Pontus” kıtası Lazistan ve Trabzon sancaklarından ibaret idi. Hükümdarı 7. Mihrdat’a terk etmişse de, o zaman Bursa, Ertuğrul (Bilecik), İzmit sancaklarıyla Bolu’nun batısının yarısında hükümet eden “Bitinya” hükümdarlarından “Nikomid” in oğlu “Filmon”, Romalıların yardımıyla bu toprağın büyük kısmını ele geçirmiş ve M.Ö. 63 tarihinde öldüğünden Romalıların idaresi altına girmiştir.Roma imparatorlarından Konstantin’in Hz. İsa’nın doğumundan 330 sene sonra İstanbul’u Doğu imparatorluğuna başkent edindiği zaman bu toprak “Pont” eyaletine katılmış, H. 443 (M. 1051) ten itibaren Anadolu’da ağırlığını hissettiren ve 1071 Malazgirt Zaferi’nden sonra Anadolu’da kurulan gazi devletlerden biri olan Türkiye Selçuklu Sultanlığı’nın yönetimine girmiştir.Kastamonu’nun ne zaman İslâm yönetimi altına girmiş olduğunu belirlemeye incelemelerimiz yetmeyip, fakat Kastamonu’ya şeref veren kutsal yapılardan “Ata Bey Gazi” Cami-i şerifi –ki kurucusu olan Ata Bey merhumun Kastamonu’nun fatihi olduğu meşhur ve mütevatirdir- kapısı üzerinde H. 672 (M. 1273) tarihinde tamir edildiğinin yazılı olmasına bakarak, Kastamonu’nun adı geçen tarihten çok zaman önce İslâm yönetimi altına girmiş olduğu anlaşılır.Selçuklu Devleti’nin inkıraza (çökmeye) yüz tuttuğu tarihten bir müddet sonra, yani H. 690 (M. 1291) tarihinde Kastamonu hakimi bulunan Şemsettin Bey bağımsızlığını ilân ederek, Anadolu’nun diğer kısımları gibi, burası da müstakil bir idare şeklini almıştır. O zamanki Kastamonu, Candaroğulları Beyliği, Kastamonu, Sinop, Kangırı (Çankırı) sancaklarından ibaretti. Bu sülaleden Emir Şecaeddin, Adil Bey, Osmanlı tarihlerinde Kötürüm Bayezid namı ile geçen Bayezid Bey, İsfendiyar Bey, İbrahim Bey, İsmail Bey, Kızıl Ahmet Bey, 174 sene müddetle, sırasıyla Kastamonu’da beylik ettikten sonra, cennet mekân Gazi Fatih Sultan Mehmed Han hazretlerinin gönüllere ferahlık veren adaletli ve merhametli saltanatında, H. 864 (M. 1460) yılında Kastamonu vilâyeti doğrudan doğruya Osmanlı yönetimi altına girmekle şereflenmiştir. 1899 tarihli Kastamonu vilâyet sâlnâmesinde, Düzce’nin bağlı olduğu Bolu sancağı hakkında da özet bilgiler bulunmaktadır. Adı geçen sâlnâmeden öğrendiğimize göre Bolu sancağı, doğudan Kastamonu ve Çankırı sancaklarıyla, güneyden Ankara vilâyeti, batıdan İzmit sancağıyla, kuzeyden Karadeniz ile çevrili ve sınırlıdır. Yalnız güneybatı köşesinden ibaret olan Mudurnu kazası Sakarya ırmağı havzasından olup, diğer tarafları Filyos nehri havzasının batı kısmını teşkil eder. Sahillere yakın olan yerlerinde dahi diğer bir takım çaylar doğrudan doğruya Karadeniz’e dökülürler. Bunların en büyüğü Bartın çayıdır. Sancağın büyük bölümü dağlık olmakla beraber nehirlerin vadilerinde güzel ovalar ve münbit bayırları dahi vardır. Aladağ, güney yönünde Ankara vilâyetinin sınırını teşkil ederek, Bolu ovasına kadar eteklerini uzattığı gibi, Abas dağı dahi sancağı batı sınırından başlayarak Bolu çayının vadisi boyunca deniz kenarına kadar uzanmaktadır. Doğu tarafında Sürgün dağı dahi Bolu şehri vadisine kadar uzanarak, mezkur dağlar bir sac ayağı teşkil eder. Kuzeydoğu cihetinde ise Zağferanbolu (Safranbolu) dağları ve deniz kıyısına yakın Sağrı dağı bulunur. Bolu kasabasının yanından akan ve Büyük Su namıyla bilinen nehir batıdan 8 saat uzakta bulunan Abant gölünden çıkarak ve Gökçe Su ve Sazak içinden geçerek bazı sularla birleştikten sonra Hamidiye kazasının merkezi olan Devrek kasabasının önünden geçip, ileride Yenice ve Tefen nehirleri ile Su Çatı namındaki mevkide birleşerek Perşembe, Çarşamba, Gölpazarı ve Hisarönü ortasından geçerek Filyos iskelesinden Karadeniz’e dökülür[4]. Bolu merkez kazasına gelince: Kastamonu’nun 200 km güneybatısında, Üsküdar’ın 210 km güneydoğusunda, Karadeniz sahilinden 50 km’lik mesafede olarak 58 derece 40 dakika 4 saniye kuzey enlemi ile 40 derece 11 dakika 29 saniye doğu boylamı arasında bulunmaktadır. Dağlarla çevrili bir ovada ve Büyük Su denilen nehrin yakınında kurulu olup, deniz seviyesinden 734 metre yüksekliği vardır. Bolu kazası, doğudan Gerede ve Hamidiye (Devrek), batıdan Düzce ve Mudurnu, kuzeyden Ereğli kazaları, güneyden Mudurnu kazası ve Ankara vilâyetiyle sınırdaş ve Kastamonu’nun güney batısında 60 saat uzakta bulunmaktadır. Kasabanın dört tarafı bir saatten üç saate kadar her tarafı düz ve bu düzlüğün bittiği yerler dağlar ve yüksek bayırlarla çevrili ve kısmen bostan tarlaları ve ağaçlarla süslü olup, havası mutedil, suyu epeyce ve manzarası son derece hoştur.Bolu kasabası geçmiş yüzyıllarda fevkalâde önemi, Küçük Asya (Anadolu) nın en önemli bir toprağının merkezi olma şerefini taşıyan Bitium ve daha sonra Kılodyopolis diye adlandırılmış mühim bir kasabadır ki, Osmanlı topraklarına katıldıktan sonra da Dersaadet (İstanbul)le Anadolu ve Irak kervan yolunun üzerinde bulunmak hasebiyle geçmişteki önemini kaybetmeyip, bir kat daha artırmış ve defalarca eyalet ve vilâyet merkezi olmuştur. Kasabanın içinde ve dışında birçok muazzez zatın özel kabirleri ve ziyaretgâhları olup, bu cümleden olmak üzere Bolu’ya bir buçuk saat mesafede, Abant sapağına yakın bir yerde, Halvetî tarikatının pîri Şaban Velî Hazretlerinin şeyhi Tokatlı Hayrettin Hazretleriyle civarında büyük yazarlardan İmam Kurtubî Hazretleri gömülü olup, Nakşîbendiye tarikatının önde gelenlerinden Bedreddin ve Aslahaddin ve Uğurlu nâib ve keza Nakşîbendiye tarikatının başta gelenlerinden olup, Diyarbakırlı demekle bilinen Şeyh Hacı Mustafa Safî Efendi ve Şeyh Mehmed Efendi, Şeyh Nasrullah Efendi kasaba içinde defnedilmişlerdir.Bolu’da bir hükümet konağı ile Askerlik Dairesi, İdadi (Lise) Mektebi, Frengi ve Guraba Hastanesi, Cephane, Gazhane, Telgrafhane, Depo, Muvakkıthane, bir un fabrikası, 16 Debbağhane (Deri İşleme Atölyesi) vardır. Kârgir kule içinde memlekete mahsus bir büyük saat bulunur. Kasabaya bir saat mesafede (Karaca Su’da) iki kaplıca olup, ikisinin dahi suları maden özelliklerini ihtiva eden ve gayet yararlı bulunmakla havuzları düz taşlarla tefriş edilmiş olup, bir kaçar odayı şamil, birer bina içinde bulunmaktadır. Bu sular içinde demir parçacıkları ile kükürt ve camiziye mevcut olup bir hayli hastalığa faydalıdır.
Bolu kazasında bir karakolhane, 210 cami ve mescit, 211 mektep, 16 medrese ve kütüphane, 23 tekke ve zaviye ve bir imaret, 2 kilise ve 647 dükkân, 13 fırın, 37 han, 8 hamam, 88 değirmen ve 5517 anbar ve samanlık bulunmakta idi. 19. yüzyılın son on yılında Bolu’da 4 cins buğday, arpa, karıklı ve kablıca adı verilen ince taneli sert buğday, mısır, çavdar, fi, purçak, yulaf, darı, mercimek, nohut, merdek ?, tütün, haşhaş, keten, kendir, ceviz, kiraz, dağ çileği, ahu dudu, elma, armut, erik ve her türlü sebze ve meyveden ibaret olup özellikle diğer yerlerdeki fındıktan farklı olarak bir nevi güzel fındık çıkar. Aynı tarihlerdeki sanayi ürünlerine gelince; yerli kırbası ve içeride sarf olunan aba, çorap gibi şeyler olup, her nevi kereste ve bakırdan karlık, çay ibriği ve sair ibrikler dahi imal olunur. Ticaretine gelince; Bolu’nun ticarî işlemleri daha önce zikredilen kereste üretimi ve nakliyatıyla tiftik, bazen afyon ihracatından, diğer işlemleri de iç pazarlarda alınıp verilen sıradan mallardan ibarettir. Bundan başka Osmanlı ülkesinin birçok yerlerinde yayılmış ve ülke ekonomisine büyük katkıları olmuş olan ipek kozalarından burada dahi tarımla uğraşanlar ve diğer toprak sahiplerinin yararlanmalarını sağlamak için hükümetçe teşviklerde bulunulması üzerine; Geyve ve Adapazarı taraflarından getirtilip, tahminen 40 dönüm (40.000 metre kare) arazi üzerine geçen yıl ve bu yıl 30.000 kadar tut fidanı dikilmekle, sahipleri tarafından böcek tohumu uyandırılarak gayret ve çabalarının ilk ürünü olmak üzere çokça koza üremeye başlamış ve bundan dolayı diğer arazi sahiplerinin de şevk ve istekleri uyanarak, Allah’ın yardımıyla, gelecek yıl birçok fidan daha dikileceği kuvvetle muhtemeldir. Ülkenin kalkınmasında başlıca servet kaynağı sayılan ipekçilik sanatından dahi ileride ülke ticaretinin genişleyeceği ümidi herkesçe şükran vesilesi olmaktadır[5].
2. Sâlnâmelerdeki Bilgilere Göre 19. Yüzyılın Son Çeyreğinde Düzce: Düzce kazasının merkezi olan Düzce kasabası Kastamonu’nun güney batısında ve Bolu’nun batı yönünde bulunup, (atlı ve yaya olarak) Kastamonu’ya 69, Bolu’ya dokuz saat mesafededir. Düzce kazası doğusunda Bolu ve Ereğli ile, batısında Hendek ve Adapazarı ile, güneyinde Mudurnu ile ve kuzeyinde Karadeniz ve Ereğli ile sınırlıdır.Düzce, çevresi dağ ve tepelerle kuşatılmış bir ovanın ortasında olup, kuruluşundan itibaren bir hayli mesken, dükkân ve diğer binalar inşa edilerek bir kasaba hüviyetine bürünmüş ve zaman geçtikçe büyümüştür. Düzce’nin kuzeyinde ve Melen nehrinin orta tarafında, bir saat mesafede yerleşik Üskübü kasabası bulunmakta, yeri itibariyle yüksek, havası pek güzel ve suları dahi lezzetli ve pek iyidir. Adı geçen Üskübü (Konuralp), bu tarihlerde 180 hane, aynı sayıda mağaza, dükkân ve kahvehaneden ibaret idi. Bolu-Düzce yolunun Akça Şehir (Akçakoca)’e kadar uzatılması kararlaştırıldıktan sonra Üskübü’nün her bakımdan bayındırlık kazanacağı muhakkaktır. Üskübü’yü Düzce’den ayıran Melen suyunun kuzey tarafında ve Düzce’ye doğru uzanan ovadaki tarlalar nadas edilirken, zaman zaman dörtgen ve sütun şeklinde resimli taşlar çıkması, adı geçen ovada eski bir şehrin, bir medeniyet merkezinin varlığı hakkındaki tarihî rivayeti doğrulamaktadır. Düzce’nin batı yönünde, iki saat mesafede kurulu Çilimli kasabası ile etrafında bulunan köyler ahalisi daha çok tütün yetiştiriciliği ile geçimliklerini sağlamaktadırlar. Bundan ötürü Çilimli’de bir Tütün şirketi kurulmuştur. Kaza dahilinde, Düzce’ye dört saat mesafede Efteni gölü adında bir göl ve bu gölün bitişiğinde bir kaplıca vardır. Kaplıca sahipsiz kaldığından binası köhnedir ve onarıma muhtaç durumdadır. Düzce’ye bağlı Akçaşehir nahiyesinin merkezi olan Akçaşehir, Karadeniz kıyısındadır, o yerlerin iskelesi konumundadır. Bir hayli ev, dükkân, mağaza, kahvehane vesaireyi içeren küçük bir kasaba olup iki mahalleden ibarettir. Havaların uygun zamanında her iki mahalle kıyısına gemiler yanaşabilirdi. Yüz otuz köyden ibaret olan Düzce kazasında 140 cami ve mescit, 6 medrese, 3 tekke, 2 ortaokul, 158 ilkokul, 2 han, 2 hamam, 450 dükkân, 51 değirmen, 7 su hızarı, 2 hükümet konağı, 2 telgrafhane, 1 tersane ve 3 tekel yönetim dairesi vardı.Düzce kazasından geçen akarsulardan büyük bentler vasıtasıyla tarlalar sulandığı ve su hızarları işlediği gibi, Asâr isimli akarsudan dahi bir bent ile kasaba içerisine su akıtılmaktadır. Melen diye bilinen akarsu Düzce’nin kuzeyinden batıya doğru akmakta, taştığında etrafında bulunan araziyi istilâ etmektedir. Düzce kazası dâhilinde Aksu, Uğur Suyu adlarıyla iki ufak nehir akmakta olup her ikisi de Efteni Gölü’ne munsab olarak bu gölden de Büyük Melen namıyla doğan ve Kandıra ve Düzce hududunu ayıran Melen ağzı mevkiinde Karadeniz’e karışır, ilk baharda adı geçen nehir vasıtasıyla kereste salları nakledilir. O tarihlerde Düzce’de buğday, arpa, mısır, pirinç, darı, çavdar, purçak, yulaf, ince taneli buğday, ceviz, meyveler ve her türlü tahıl ve çok miktarda tütün yetiştirilmekteydi. Ticarî hayata gelince, her yıl tahminen 200.000 kıyye tütün (1 kıyye= 1 okka = 1.283 kg hesabıyla 1283x200.000= 256.6 ton) ile 150.000 kile (1 kile = 2 büyük teneke, dolayısıyla ortalama 35 ila 40 kilogram hesabıyla 5 ila 6.000 ton) zahire yani tahıl ihraç ediliyordu.1893 tarihli sâlnâmeden öğrendiğimize göre Düzce’de Efton Dere, Efton Ağzı, Akkaya, Beyviran, Kara, Kızılca kilise, Tahirli, Bakraz, Gümüşâbat, Melen Deresi, Darı Yeri ve Efton adlarında 13 parça orman olup; ağaçları kestane, meşe, gürgen, ıhlamur, kara ve sarı çam ağaçlarından ibarettir. Bu ormanların bazısından kereste kesilmekte ve imal edilip Akça Şehir ve Melen Ağzı iskelelerine nakledilirdi 1899 tarihli Kastamonu vilâyet sâlnâmesinde Düzce’deki ormanlar ve bunlarla ilgili kısa bilgiler bulunmaktadır. Başlıca ormanlar Efteni, Develi, Derdin, Darı Yeri, Melen dere, Çilimli, Gümüşâbât (Gümüşova), Dokuz Doruk dağı, Karak, Tahirli, Efton ve Akkaya adlarını taşımaktadır. Düzce kazasının hemen her tarafını orman kaplamıştır. Kıyılara yakın olan kısımları çokça yıkıma uğramıştır. Bu ormanları teşkil eden ağaç cinslerinin % 45’i kayın, % 20’si gürgen (istiriç), % 12’si meşe, % 3’ü çam ve köknar, % 7’si kestane ve kalan % 8’i ıhlamur, çimşir, karaağaç, kayacık, dışbudak, porsuk, defne, kızılağaç, filarya, muşmula (töngel), fındık, çınar, kocayemiş ve % 5’i de sair ağaçlardan ibarettir. Her sene beş altı bin metre küp kereste ve İstanbul için 130.000 çeki odun sevk olunur. Bunların yıllık geliri 3.000 liradan fazladır 1871’de Kastamonu vilâyetine bağlı Düzce ilçesinin yöneticileri ve yönetim ve Davalar meclisi üyeleri aşağıdaki tabloda gösterilmektedir.
Kaymakam:
|
Muhammed Raşit Efendi
|
Naib:
|
Muhammed Tevfik Efendi
|
Mal Müdürü :
|
Hacı Mustafa Efendi
|
Yönetim Meclisi Üyeleri:Başkan: KaymakamÜyeler: Hacı Ahmed Ağa Hacı Halil Ağa Hacı Veli Ağa Ahmed AğaKâtip: Hasan Efendi
|
Davalar Meclisi Üyeleri :Başkan: NâibMümeyyizler : Mustafa Efendi Ömer Ağa Ömer Efendi Hacı Musa EfendiKâtip : Hacı Said Efendi
|
Mal Müdürü : Refik Muhammed Bey
|
Sandık Emini : Sadık Efendi
|
1871’de Düzce’de bulunan Genel Yardımlaşma Sandıkları vekillerinin isimleri ve sermayesinin miktarı: Hacı Abdurrahman Ağa, Ahmed Bey, Hacı Halil Efendi, Kâtip ve Sandık Emini Osman Efendi. Sermayesi: 40681 kuruş. Aynı tarihte Düzce Telgraf memuru Muhammed Efendi’dir Tersane-i Âmire kerestesi için Bolu sancağında bulunan memurlar arasında Düzce dağ memuru Eşref Ağa’nın ve Akçaşehir iskele memuru Muhammed Kalfa’nın isimleri geçmektedir. Bolu’da bir yönetim ve inzibat altına alınan ormanların koruyuculuğuna tayin edilenler arasında, Düzce ormanları piyade koruyucusu Hacı Ali Ağa’nın bulunduğu görülmektedir 1871 tarihli sâlnâmede vilâyet içerisinde bulunan ılıca ve kaplıcalar arasında Düzce’ye iki saat mesafede eski eserlerden, taş yapı içinde yıkılmaya yüz tutmuş kaplıcadan bahsedilmektedir 1871 tarihi itibariyle Düzce’de; 62 dükkân, 1 hamam, 2 han, 212 Müslüman çocuklar için ilkokul, 4 cami ve mescit bulunmaktaydı[15]. Düzce’de iki sene zarfında yapılan bayındırlık eserleri olarak; 612 adet ağaç dikilmiş, 2 hamam, 7 köprü, 6 ilkokul, 1 minare, 4 cami tamir edilmiş, 5 dükkân, 2 han, 1 köprü, 1 telgrafhâne, 11 ilkokul ve 4 cami yeniden yapılmıştır[16].1871 tarihli Kastamonu Vilâyet sâlnâmesinde Bolu sancağına tâbi Düzce ilçesinde 2890 Müslüman hânede 6673 Müslüman nüfus yaşamaktaydı. Aynı kayıtta Düzce’de Ermeni ve Rum nüfus gözükmemektedir1893 tarihli Kastamonu vilâyet sâlnâmesinde Düzce kazasında bulunan memurlar ve bunların ait oldukları kurumlar hakkında bir cetvel bulunmaktadır. Bu cetvele göre;
1. Düzce Kazası: Kaymakam Hüseyin Hüsnü Efendi, Nâib Ahmed Aziz Efendi, Mal Müdürü Agop Efendi, Müftü Hüseyin Zühdî Efendi ve Tahrirat kâtibi Ahmed Rif’at Efendi,İdare Meclisi: Reis: Kaymakam Efendi, Doğal Üyeler: Nâib Efendi, Mal Müdürü Efendi, Müftü Efendi. Seçilmiş Üyeler: Hacı Mehmed Efendi, Hacı Halil Ağa, Çerkez İbrahim Efendi, Kocabaşzâde Mehmed Ağa. Kâtip: Ahmed Rif’at Efendi,Bidayet (Asliye Hukuk) Mahkemesi: Reis: Nâib Efendi, Üyeler: Osman Efendi, Kuyumcu Hacı Ali Efendi, Birinci Kâtip Salih Efendi, İkinci Kâtip Şekîb Efendi, Mustantık (Sorgu Hâkimi) yardımcısı Mehmed Tahir Efendi, Şer’iyye Mahkemesi kâtibi Emrullah Efendi, Sözleşmeler muharriri Mehmed Tevfik EfendiNüfus Kalemi: memur İbrahim Hilmi Efendi ve kâtip Ahmed Efendi
2. Belediye Dairesi: Reis Hacı İshak Bey, İstanbul’da Istabl-ı Âmire’den gelme, 6 Şaban 1294 (1876)’te göreve başlamış, 18 Zilhicce 1294 (1876) tarihli Üçüncü Osmanî, 19 Şevval 1293 (1875) tarihli Beşinci Mecîdî gümüş ve iftihar madalyalarına sahiptir.Belediye Dairesi üyeleri olarak da: Küçük Alizâde Mehmed Ağa, Anteplizâde Mehmed Efendi, Hacı Rıza Bey, Hamdi Bey, Selim Ağazâde Nuri Efendi ile Kâtip ve sandık emini Ebkâr Efendi zikredilmektedir.
3. Orman İdaresi: Süvari memuru İshak Bey, Melen tezkere muharriri Neşet Efendi, Akça Şehir tezkere muharriri Hüseyin Efendi, Akkaya tezkere muharriri Mehmed Efendi
4. Ziraat Bankası Şubesi: Reis: Anteplizâde Mehmed Cemalî Efendi, muhasebe kâtibi: Yusuf Celaleddin Efendi, Üyeler: Rıza Efendi, Kocabaşzâde Mehmed Ağa, Kasapzâde Mehmed Efendi
5. Maarif Meclisi: Reis: Müftü Efendi, Üyeler: Nâib Ahmed Aziz Efendi, Kasapzâde Mehmed Efendi, Kuyumcu Hacı Ali Efendi, Kâtip: Mehmed Cemalî Efendi
6. Ticaret ve Ziraat Odası: Reis: Kaymakam Bey, Üyeler: Kürtzâde Mustafa Efendi, Küçükzâde Yusuf Efendi ve Kâtip: Ahmed Rif’at Efendi
7. Bazı Memurlar:
a. Sandık Emini Mustafa Ziya Bey
b. Tapu Kâtibi Hacı Mustafa Efendi
c. Telgraf ve Posta Memuru Faik Efendi
d. Zabıta memuru Arslan Bey
e. Tekel memuru Karnik
f. Tekel Muhafaza Müfettişi Elbus Bey
8. Rüştiye Mektebi (Ortaokul): Muallim-i evvel: Mehmed Nazım Efendi, Rik’a (güzel yazının bir çeşidi) muallimi: Zekeriya Efendi, öğrenci sayısı: 55.
9. Akça Şehir Nahiyesi: Müdür: Mahmud Rıza Bey, Vekil Ali Efendi, Kâtip Mehmed Efendi, Sandık Emini Mustafa Münib Efendi, Tapu Kâtibi Mehmed Efendi
10. Akça Şehir Belediye Meclisi: Reis: Ahmed Zühdî Efendi, Üyeler: Mehmed Efendi, Mehmed Fevzi Efendi, Ali Efendi, Mehmed Hüsnî Efendi, Kâtip ve Sandık Emini: Mehmed Efendi
11. Akça Şehir’de Bazı Memurlar: Duyûn-ı Umumiye memuru: Mehmed Ruhî Efendi, Karantina memuru Mehmed Efendi, Rûsûmat memuru Salih Efendi, Kereste memuru Yüzbaşı Servet Efendi, Liman Reisi Mehmed Efendi, Tekel memuru Apostol.
12. Akça Şehir Rüştiye Mektebi: Muallim Halil Hulûsi Efendi, Sülüs (güzel yazının bir çeşidi) muallimi Hacı Durmuş Efendi, öğrenci sayısı: 35
1899 tarihli Kastamonu Vilâyet Sâlnâmesinde Düzce kazası sivil ve asker memurları ile kazanın nüfus dağılımı yer almaktadır. Buna göre:
1. Kaymakamlık: Kaymakam: Süleyman Hıfzî Efendi, 9 Şaban 1892’de Saniye rütbesini, 16 Safer 1894’te Dördüncü dereceden Osmanî nişanını almıştır. Nâib: Mehmed Rüştî Efendi, Mal Müdürü: Ahmed Rif’at Bey, Müftü: Ahmed Şevki Efendi.
2. İdare Meclisi: Reis: Kaymakam Bey, Tabii Üyeler: Nâib Efendi, Mal Müdürü Bey, Müftü Efendi, Seçilmiş Üyeler: Halit Efendi, Hüseyin Bey, Hacı Mehmed Ali Ağa, münhal, Tahrirat Kâtibi: Mehmet Âkif Efendi.
3. Bidayet Mahkemesi: Reis: Nâib Efendi, Üyeler: Şakir Efendi, Hacı Rıza Efendi, Ali Osman Efendi, Mustafa Efendi, Kâtib-i Evvel: Kâmil Efendi, Kâtib-i sani: Halil Rahmi Efendi, Sorgu Hakimi Yardımcısı: Tahir Efendi, Sözleşmeler yazıcısı: Mehmed Tevfik Efendi, Mahkeme-i Şer’iyye Kâtibi: Emrullah Efendi, Eytam Müdürü: İsmail Efendi
4. Mal Kalemi: Mal Müdürü: Ahmed Rif’at Efendi, Yardımcısı: Ferhat Sırrı Efendi, Refiki: Ali Şefik Efendi, Sandık Emini: Ahmed Rif’at Efendi
5. Nüfus Kalemi: memur: Hacı Mehmed Efendi, kâtip: Mustafa Efendi.
6. Orman İdaresi: Süvari memuru: Hacı İshak Bey, Piyade korucusu: Hacı Ali Bey, Ondalık memuru: Ahmed Hilmi Efendi, Melen Ondalık memuru: Mehmed Raif Efendi, Piyade korucusu: Ahmed Ağa, Akça Şehir birinci sınıf Piyade korucusu: Hüsnü Efendi, Akça Şehir ikinci sınıf Piyade korucusu: Hasan Ağa, Akça Şehir Tezkere yazıcısı: Hüseyin Efendi, Akaya ondalık memuru: Mehmed Efendi
7. Belediye Meclisi: Reis: Hacı Mahmud Ağa, Üyeler: Kasapzâde Mehmed Efendi, Hacı Ali Efendi, Kocabaşzâde Osman Efendi, kâtip ve sandık emini: Arapkirlizâde Ziya Bey
8. Ziraat Bankası Muhasebe Sandığı: Reis: Hacı Rıza Efendi, Muhasebe kâtibi: Yusuf Celalettin Efendi, Üyeler: Hacı Ali Efendi, Mehmed Efendi, Kürt Hasan Ağa
9. Maarif Meclisi: Reis: Hacı İshak Bey: 6 Şaban 1876 tarihli Istabl-ı Âmire, 18 Zilhicce 1877 tarihli üçüncü Osmanî, 19 Şevval 1876 tarihli beşinci Mecidî iftihar ve gümüş madalyaları sahibidir. Üyeler: Hamdi Bey, Elhas Efendi, Mehmed Cemalî Efendi, Nuri Efendi, Ali Osman Efendi ve kâtip: Ferhat Efendi
10. Telgraf ve Posta Memurları: Telgraf ve Posta memuru: Yusuf Efendi, Çavuş: Davut Ağa, Çavuş: Tahir Ağa
11. Ticaret ve Ziraat Odası: Reis: Rıza Efendi, Üyeler: Ali Osman Efendi, Mehmed Efendii
12. Muhacir Komisyonu: Reis: Anteplizâde Mehmed Efendi, Üyeler: Ahmed Efendi, Ali Osman Efendi, kâtip: Ferhat Efendi
13. Tekel İdaresi: Müdür: Andon Tomalivas Efendi, muhasebeci: John Oramîdîs Cohen Efendi, muhasebeci yardımcısı ve sandık emini: Jan Tercman Efendi, Anbar memuru: Lacotopolu, Türkçe yazışmalar kâtibi: İsmail Hakkı Efendi, Dava Vekili: Salih Sabit Efendi, Ziraat kâtibi: İbrahim Hilmi Efendi
14. Ziraat Kalemi: Ziraat kâtibi: Ömer Lütfü Efendi, Tahrir memuru: Yorgi Efendi, Tahrir memuru: Mehmed Zebur Efendi, Tahrir memuru: Agop Efendi
15. Muhafaza Kalemi: Süvari Kolbaşısı: Şevket Bey, Dokuz adet süvari kolcusu, Piyade Kolbaşısı: Hasan Efendi, üç adet piyade kolcusu
16. Çilimli Tekel İdaresi: Memur: Apostol Aynalı Efendi, Anbar memuru: Markidis Efendi, Tahrir memuru: Ferhat Efendi, Tahrir memuru: Afestimyâdi ve iki süvari kolcusu
17. Bazı Memurlar: Tapu kâtibi: Hasan Efendi, Zabıta memuru: Arslan Bey
18. Ortaokul: Birinci Öğretmen: Nâzım Efendi, İkinci Öğretmen: Hacı Hüseyin Efendi, Rik’a muallimi: Zekeriya Efendi, öğrenci sayısı: 91.
19. İlkokullar: Birinci Öğretmen: Kâmil Efendi, İkinci Öğretmen: Hafız Raşit Efendi, Kapıcı: Hamit Ağa, öğrenci sayısı: 100, öğretmen: Hacı Yakup Efendi
20. Akça Şehir Nahiyesi: Müdür: Mehmed Tal’at Efendi, Nâib: Kâmil Efendi, Sandık Emini: Hamdi Efendi, Zabıta memuru: İzzet Bey, kâtip: Mehmed Kâmil Efendi, Tapu kâtibi: Mehmed Fevzî Efendi, Vergi kâtibi: İsmail Efendi
21. Akça Şehir Belediye Meclisi: Reis: Sürmeneli Mehmed Efendi, Üyeler: Mehmed Efendi, Mehmed Fevzî Efendi, Ali Efendi, Mehmed Hüsnü Efendi, kâtip ve sandık emini: Mehmed Efendi
22. Akça Şehir’de Bazı Memurlar: Kereste memuru: Yüzbaşı Servet Efendi, Liman Reisi: Mehmed Efendi, Karantina memuru, Mehmed Efendi, Telgraf memuru, Kâmil Efendi, Rüsumat memuru: Salih Efendi, Duyûn-ı Umumiye memuru: Mehmed Ruhi Efendi, Tekel memuru: İslikîdi Efendi
23. Akça Şehir Orta Okulu: Muallim Halil Hulusi Efendi, Sülüs Muallimi: Hafız Mehmed Efendi, öğrenci sayısı: 26.
Düzce Kazasının Nüfus Dağılımı:
Müslüman
|
Rum
|
Ermeni
|
|||
Erkekler
|
Kadınlar
|
Erkekler
|
Kadınlar
|
Erkekler
|
Kadınlar
|
16.678
|
15.645
|
56
|
41
|
80
|
20
|
Akça Şehir Nahiyesinin Nüfus Dağılımı:
Müslüman
|
Rum
|
Ermeni
|
|||
Erkekler
|
Kadınlar
|
Erkekler
|
Kadınlar
|
Erkekler
|
Kadınlar
|
3.278
|
2852
|
39
|
26
|
0
|
0
|
KAYNAK : KASTAMONU VİLÂYET SÂLNÂMELERİNDE DÜZCE(1871, 1893 ve 1899) Prof. Dr. Mustafa KESKİN* Düzce belediyesi int.sit. Derleyen .İbrahim Tuzcu
OSMANLILAR DÖNEMİNDE DÜZCE
Akçakoca’ da merkez camii önü park
Selçuklular Moğol istilası karşısında yenilince (1227-1330) göçebe Türkler Moğollara karşı devamlı isyan etmeye başladılar ve beylikler kurmaya başladılar. Bolu’da Bolu Beyliği, Söğütte Osman oğulları bulunuyordu. Osman Bey, Bizans hududunda üç tane uç beylik kurdu. Kara Denize doğru olan yerlere Konuralp’i İzmit ve havalisine Akçakoca’yı İznik’e, Samsa Çavuşu uçbeyi seçti. Ancak Bitinye Bölgesinde bulunan şehirlerin alınması işi Orhan zamanında tamamlanabilmiştir. Orhan Bey tahta geçince İzmit havalisine, Konuralp’i Gerede nahiyesi, Akbaş Mahmut’u Karadeniz sahiline, Gazi Abdurramanı Yalova ve Gemlik bölgesinde görevlendirdi. Orhan Bey’in Akçakoca Bölgesine geldiği ve Göçürler köyünde Baki Çelebi’de ve Kepenç Köyünde Çavuşoğlu’nun evinde misafir kaldığı söylenir. (1323) Zaman içinde küçülen ve 17 hane kalan Göçürler Köyü bugünkü Ayazlı mahallesi civarında idi. 1891 yılında dağılmıştır. Akçakoca’nın Osmanlılar tarafından zapt edildiğine dair bir belgeye rastlanmamıştır. Akçakoca Beyin Akçakoca’yı zapt ettiğine dair bilgi yoktur. Bazı yazarlara göre, zaten Yörük olan Akçakoca yöresi kendiliğinden Osmanlılarla birleşmiştir. Bu görüşü destekleyen bazı kanıtlardan söz edelim
1. 1337/1923 tarihli Bolu İl Salnamesi s. 550’de; “Orhan Gazinin akıncılarından Akbaş Mahmut’un Amasya’ya kadar uzanan Karadeniz kıyılarını zapt ettiği” yazılıdır. Akçaşehir’in zapt edildiğinden söz edilmemektedir.
2. Cevdet Paşanın Kısas-ı Enbiyasında da “Orhan Gazi”den bahsederken Akçakoca’yı İzmit havalisine, Konuralp’i Gerede nahiyesine, Akbaş Mahmut’u Karadeniz sahiline, Abdurrahman Gaziyi Yalova ve Gemlik havalisine izam eyledi”, denilmektedir. Burada da Akça şehrin fethedildiğine dair bir ifade bulunmamaktadır.
3. Orhan Gazi’nin Prusya’yı (Üskübü) ele geçirmek üzere 40 atlı ile Akçaşehir’e geldiği, Aftunağzı (Çayağzı) köyünde konakladığı, hatta oradaki caminin Orhan Gazi’nin buyruğu ile o zaman yapıldığı, Akçaşehir’den Baki Çelebi ile Çavuşoğlu’nu alıp Üskübü’nün fethine gittiği, yararlıklarını gördüğü bu iki kişiye Üskübü’den bol miktarda toprak verilerek ödüllendirildiği bugünde halk arasında söylenmektedir. Ayrıca, Akçaşehir’in güneyindeki dağlara Orhan Dağları, Yalı Mahallesindeki akan dereye Orhan Deresi denilmektedir. Aynı derenin doğusundaki topraklara tapu kayıtlarında ise “Orhan Gazi vakfındandır.” Şeklinde kayıt bulunmaktadır..
KAYNAK.,Akçakoca köyleri 2010 İbrahim Tuzcu kıt. Derleyen: İbrahim Tuzcu
ORHANGAZİ DÜZCE, KONURALP, AKÇAKOCA’ YA GELDİ Mİ?
Akçakoca’da Orhan ve Orhan Gazi adı sık geçer. Orhan Deresi, Orhan Dağları, Orhangazi Okulu gibi. Orhangazi Akçakoca’ya geldi mi sorusuna yanıt arayalım:
Orhan Gazi, veliaht iken Konuralp’i kuşatmak üzere 40 atlı ile Akçakoca Bölgesine gelmiştir. O yıl kış çok soğuk geçliği için, askerlerinin soğuktan korunması için Çayağzı Köyüne gelmiş. Burada dere kenarında ordugahını kurmuştur. Askerleri için burada bir cami ve bir de hamam yaptırmıştır. Hamamın yeri bilinmemektedir. Çayağzı Köyünden Orhan Deresine kadar çok geniş alan cami için hayrat olarak bağışlanmıştır. Cami Vakıflar Bölge Müdürlüğü tarafından restore edilmektedir.Orhan Camii 1323 yılında yapılmıştır. Cami bir mezarlığın ortasındadır. Çantı camii tekniğinde yapılmıştır.Kastamonu Salnamesinde bu cami hakkında şu bilgiler yardır:
Aftun Dere Köyü’nde Orhan Camii,Akçakoca’nın 15 km. kadar şarkında Aftun Dere Köyündedir. Çantı camilerinin en küçüklerindendir. Mahallen Orhan Gazi Camii olarak bilindiği gibi vakıf kayıtlarında da” Nezaret-i Evkaf ı Hümayuna mülhak evkaftan Akçaşehir Bolu Kadısına tabi” Aftun-ı rüfla divanında vaki Sultan Orhan adına tabi, Aftun-ı rufla divanında vaki Sultan Orhan tabeserahü Hazretleri camii şerifi” olarak geçmektedir.” Bu defterin aynı sayfasında Aftun-u ulya divanında bir Orhan camii bildirilmektedir. Ancak bugün köyde camide mevcut değildir.”
Ayrıca Düzce deki şimdiki Nalbantoğlu köyüne de gelmiştir. 1301 yılında Orhan Bey tarafından kurulmuştur ve Osmanlı döneminde han ve at değişim yeri olarak hizmet vermiştir. Orhan Bey çıktığı sefer sonucu en gözde subaylarından olan NALBANT CABAR'ın burada kalmasını ister ve burada kalarak askerlere önderlik yapar, düşmandan korur boş vakitlerinde de atların nallarını çakar askerlerle dini sohbette bulunur daha sonra orada şehit düşmesi ile türbesinin şehit düştüğü yere yapılması sonucu yanına da yapılan bir eski (ORHAN GAZİ) CAMİSİ ile halkın etrafında toplanması sağlanarak köyünde temelleri atılmış oldu. Köy Osmanlıdan bu yana örf ve adetlerni kaybetmeden devam etmiştir. Köyde bulunan şimdiki adıyla eski cuma camisi bulunmaktadır yanında yatan (NALBANT CABAR) Türbesinde hersene geleneksel olan 8 yıldanberi yapılan türbede (TEMMUZ) ayının son haftaları mevlüdü şerif okutulur.
KAYNAK: Akçakoca köyleri 2010 İbrahim Tuzcu kıt. Derleyen: İbrahim Tuzcu
ORHAN GAZİ DÜZCE AKÇAKOCA’ DA HANGİ KÖYLERDE BULUNMUŞTUR?
Halk arasında söylenenlere göre Orhan Bey Göçürler Köyünde Baki Çelebi’nin ve Kepenç Köyünde Çavuşoğlu’nun evinde misafir kalmıştır. (1323). Göçürler Köyü zamanla küçülmüş 17 haneye kadar inmiştir. 1891yılında bu köy dağılmıştır. Köy bugünkü Ayazlı mahallesi civarında idi, bu köy bölgeye Karadenizden gelen Lazlar tarafından tekrar kurulmuştur. Karatavuk, Arabacı, Tahirli, Göktepe, Koçar, Başafton, ve Çayağzı’na gelir, buralardan yardımlar almıştır
NOT: Ceneviz Kalesi yakınlarında 1996 yılında Bolu Müzesi tarafından yapılan kurtarma kazısında15 x25 m. ölçütlerinde, 3 nefli beşgen apsisli, bazikal planlı bir kilisenin temelleri açığa çıkarılmıştır. M.S. 5-6. yüzyıllara tarihlenen ve Bolu da bulunan en büyük Bizans yapısı olan bu kilise Erken Bizans döneminde en önemli. kalıntısıdır. Kilise kazısında 5 adet bronz sikke ele geçmiştir. Kilisenin yangın geçirerek yıkıldığı tespit edilmiştir.
Kaynak:Bolu tarihi, Şükrü Dönmez-2000, Kenan Okan-1997, İbrahim Tuzcu 2010 kıt. Derl.İbrahim Tuzcu