Akçakoca köyleri 3

CAMİLERİ

 

1956 Yılında yapılmış bir camidir,200 cemaatlidir.Bunun yerine modern bir cami ,1993 yılında çift şerefeli,500 cemaatli,betonarme yapı yapılmıştır,köyün tam ortasındadır

 

MEZARLIKLAR

Köyde tek mezarlık vardır köyün güney doğusundadır, halen burası kullanılmaktadır büyük mezarlıktır,ayrıca aile mezarlıkları da vardır.Mezar taşlarındaki konular erkek mezar başlarına başlık,kadın mezarında süslemeler ön plandadır,erkek mezarlığında büyük sarıklı olanlar ulema ve paşaları,uzun külah üzerine sarık tasvirler,derviş ve tarikat şeyhlerini,sadece ince sarıklılar köy ağalarını,üstü geniş ve altı dar kavuk biçiminde olanlar yeniçeri ağalarını işaret etmektedir

 

 

:EKONOMİSİ

HUBUBAT:Buğday,Mısır,Arpa

BAKLIYAT:Fasulye,Bezelye,Bakla,Soğan,Lahana,Marul,Pırasa,İspanak,Kaldırık,Patates Kara lahana,Biber,Patlıcan

MEYVE       : Elma,Armut,Kestane,Ceviz,Üzüm,İncir,Dağ çileği,Muşmula,Ayva,Kızılcık,Kiraz

Ekonomisi Tarım ve Hayvancılığa dayanır.Köylü,bahçesinde yetiştirdiği sebzeleri Akçakoca pazarına götürür orada satar,kadınlar ev ekonomisine katkı sağlarlar.Artık günümüzde fındığın para etmemesi insanları başka işlere meşguliyetine zorluyor,köyde balıkçılık yapan yoktur,büyükbaş hayvancılığı revaçtadır,eski manda,malak,vb gibi hayvanlar kalmamıştır,yalnız sağman inekler vardır,elde edilen sütler pazara götürülüp satılmaktadır.,iki adet tavuk kümesi olmasına rağmen kümes hayvancılık da yok olmaya yüz tutmuştur.Köyde eskiden kesif ormancılığı yapılıyordu ama şu an kanunlar buna el vermiyor,

,.Köyün erkekleri sanayi bölgelerine çalışmaya giderler,nakliyatçılıkla uğraşanlar vardır,artık köylü son zamanlarda endüstri kollarına yönlenmiştir,köydeki dokuma tezgahları da münkariz olmuştur, .Köyde eskiden keten dokuması da yapılıyordu.Akçakoca’dan eskiden köyden armut,ceviz,kestane,dut,incir,dağ çileği başta Zonguldak,İstanbul’a takalarla sevki yapılıyordu.Ayrıca kesif ormancılığı vardı bunlarda aynı şekilde sevkıyatı yapılıyordu,fındık bahçesinin gelişmesi buraya ayrı bir önem kazandırmıştır.Mısır ve Buğday daha önceleri Bolu ve Gerededen karşılanıyordu.köyde tütün az miktarda yapılmıştır.Eskiden değirmencilikte yapılırdı ama maalesef oda teknolojiye yenik düşmüştür. İlçemizde tarımsal üretim içerisinde bitkisel üretim, özellikle fındık üretimi ağırlıklı yer tutmaktadır. Fındık üretimi dışında kasaplık tavuk üretimi, büyükbaş hayvan üretimi, balıkçılık, arıcılık,  mantar üretimi önemli tarımsal faaliyetler arasındadır. 1930 yıllarda ekonomi denize bağlı idi,bunun yanı sıra reçberlik,odunculuk,kerestecilik ön safhada yer alırdı,şehirlinin tümü denizci idi,gemi tüccarı,gemici,tekne sahibi,balıkçı,yada yükleme ve boşaltma amelesi idiler.Akkaya,Aftunağzı,Beyhanlı,Döngelli,Çuhalı,Kızlarağası,Değirmenağzı,Taşman Deresi,Karaburun,Melenağzı iskeleleri vardı,buralardan ticaret sağlanırdı.Ayrıca ilçede 4750 büyükbaş hayvan vardı ama son yıllarda azalma kaydedilmiştir,kümes hayvancılığı da son yıllarda azalma görülmüştür 190 adet kümes vardı,beyaz et üretimi 25.000 tonu geçmekte idi.2000 civarında fenni kovan varır.Maden direkleri dışında ,Bolu Adapazarı’nda ,Düzce’de yetişen buğday,kavun,karpuz gibi toprak ürünleri manda ve öküz arabalarıyla deniz sahiline getirilir buradan da deniz yoluyla gelen gaz,ve tekel maddeleri aynı arabalarla taşınırdı,sahilde bulunan depolarda bu mallar stoklanır dı zaman içerisinde tuz ve benzeri şeyler şehir ve kasabalara sevkiyatı yapılırdı,ayrıca deniz yoluyla da sandallarla başka şehirlere sevkiyatı yapılmakta idi.Akkaya köyü toprakları çok verimli olduğu için bahçelerde Öküz ve Manda hayvanlarından faydalanırdı,ayrıca şehir merkezlerine gitmek içinde kullanmışlardır,kereste taşımacılığı ön safhada olduğu içinde bu hayvanlardan faydalanılmıştır.Bu köyde balcılıkta fazla yapılmakta idi ,ama maalesef bu hayvanlar şimdilerde yok olmuştur

 

GEMİ YAPIMINDA KULLANILAN KERESTELERİN SU HIZARLARI İLE KESİLMESİ

Su hızarı su değirmenlerinde olduğu gibi olasılıkla suyun hareket gücünden faydalanarak yapılan ve dairesel hareketin doğrusal harekete çevrilerek odun ve kereste üretimini sağlayan ağaç testereleridir.Aftuni ( Altunçay,Dereköy,Subaşı ) bölgesinde 25 adet su hızarı vardır Arabacı köyünde18 adet su hızarı vardır. Bunlar şu anda teknolojiye yenik düşmüştür kullanılmaktadır

FINDIKÇILIK

Hemen hemen herkes fındıkçılıkla uğraşmaktadır.Devlet orman arazilerini açıp buralara,memleketten 1900 yılında Trabzon’dan gelen Bostancı hacı Ahmet efendi Akçakoca’ya fındığı getirir Osmaniye mahallesine fındığı ekmiştir,yine Mehmet Arifin getirttiği fındığı ekerler daha sonra Batum göçmeni olan zücaciyelik yapan Mustafa efendi Doğu Karadeniz sahillerinden aldığı fındık fidelerini Ereğli ve Akçakoca da satarmış.Bir gün Giresun’a uğrar o zamanın belediye başkanı limanda fındık fidesi dağıtıyormuş,Mustafa bey bunları alır gemi kaptanına da söyler,gemi kaptanı fideleri fıçılara koyarak Ereğli Akçakoca ya getirir,diğer rivayete göre de Yenice köyün kurucusu Kibaroğlu Hurşit,Kırıkoğlu Tahir,Keleşoğlu İbrahim,Alioğlu Tufan Tefik ilk fındık fidelerini ekmişlerdir.Bunların getirdiği fındık dallarından sopa ile dövülürmüş dalları çok büyükmüş,daha sonra Mehmet Arif kaliteli fındık fidelerini götürür,millete bunları tercih eder millet bu fındık fidelerini dikerler.1922 yılında 4000 fidan mevcuttu fındık sevkiyatı artınca millet fındık ekmeye başlar,fındık bahçelerde elle toplanır,çeşitli evrelerden geçtikten sonra yere sofralar kurulur altına büyük bezler serilirdi, sofra etrafına toplanan kişiler fındığı kırardı,bazıları da fındığı kabuğundan ayıklıyordu çok çetin olan bu sistem yerini 1930 yılında merkezde Kapkirli’de elle çalışan değirmen gücü ile çalışıyordu ve fındık böyle kırılıyordu,Sarı Hafızların Halit Arıkan bu değirmeni kurmuştu ,daha sonra Trabzonlu Abdulrezzak efendi elle kırma fabrikası kurar,daha sonra Küçükömerler’in Ömer Aydın 1932 yılında  şimdiki Özyuvam’ın olduğu yere ahşap bina içinde makaralarla çalışan fındık kırma makinesini kurar,1942 yılında da Diyarbakırlı lakaplı Cemil bey Osmaniye de bir değirmen kurar ama bu değirmen dizel motoru ile çalışmakta idi,yine bu sırada mebus Vahit Yöntem Osmaniye de deniz kenarında modern bir fabrika kurar1946 yılında,1947 yılında da Arabacı köyünde Hocaoğlu Mehmet dizel motoru ile çalışan bir fındık kırma fabrikasını kurar.Edilli köyünden olan Hüseyin Horoz da dizel motorun masrafını azaltmak için Değirmenağzı mevkiinde su gücü ile çalışan fındık kırma fabrikasını kurar,düşük alternör ilavesi ile akü şarj girişimi ile iyi bir fabrika idi ve en son 1954 yılında Orhan derenin denize döküldüğü yerde Fiskobirlik adına modern bir fabrika açılır,bu fabrika 2008 yılında tamamen yıkılır bunun yerine Sapak mevkiinde çok modern fabrika açılır üretimine devam etmektedir.İlk fındık yağını Kalfanın Bekir Üstünel yapmıştır,fındık eskiden tımar,çapalama,tırpan yapma,toplama,öküz arabalarla taşıma,sopalarla dövme,elle ayıklama,sık tellerden yapılmış bir aletle incesini kalınını tozunu ayıklama evrelerden geçerdi,ama şimdi toplama,ilaçlama,gübreleme,motorla tırpan yapmak,ayıklamayı patoz makineleri ile yapmak maliyeti yükseltiyor,Fisko’da fındık taban fiyatını da düşük tutunca halk artık fındıkçılık’a iyi bakmıyor.Fındık şubat mart ayında ekilir 2-3 yıl yetişmesi sürüyor,4-4 6-6 ara ile 6-8 fidan 60- ocak kuyular açılarak dikilir.En iyi fındık türleri şunlardır: Çakıldak,Kargalak,Kan,İncekara,Kuş,Tombul,Paloz,Foşa,Kalınkara,Uzunmusa,Mincane,Cavcana,Badem,Yağlı fındık,Kara fındık,( yağlı fındığa benzer kabuğu siyah ve serttir)Sarı fındık (yuvarlak kabuğu ince verimi fazla),Yomra(yuvarlak vermi fazla),Sivri( ince uzun bademe benzer),Dilovası,ve Mehmet Arif fındığı ( yağlı  kabuğu ince verimi fazladır). Deli sava(Fındığın içini iyi doldurmaz)

HAYVANCILK

Az sayıda Koyun,Keçi,Sığır,Tavuk,Kaz,Hindi,Arıcılık yapılmaktadır,her evde hemen hemen sağman inek mevcuttur,süt besiciliği yoktur süt mandıra üretim tesisleri yoktur,köylü kendi süt mamullerini kendisi yapardı ama maalesef büyükbaş hayvan yetiştiriciliğinde düşüş yaşanmıştır.köyde kaz,ördek,tavuk bazı aileler vardır,tavuk kümesçiliği canlılığını yitirmiştir .Manda çok sayıda vardı son zamanlarda yok olmuşlardır.

Köyde malak, manda at, öküz,katır var idi ama maalesef münkariz olmuştur

 

ORMANCILIK

 

Çam,Kayın,Meşe,Kestane,Gürgen,İhlamur,Kavak,Çinar,Defne,Kocayemiş,Muşmula,Ayı üzümleri,Orman gülleri,Yer gülü,Erica ağaçları,Eğrelti otu,Çoban püskülü diye orman ürünleri var.Eskiden devlet orman arazisini talan edip fındık ekimi yapılmıştır,son zamanlarda orman kanununa göre kesif ormancılığı yapılmamaktadır orman işletme şefliği tarafından bölge kontrol edilmektedir,köyde hızar makinesi yoktur .Ormancılığın en çok olan köydür,köylüler istihsal işlerinde çok çalışmışlardır Cumayanı bölgesi orman ürünleri nakliyesi ile uğraşmakta idiler,maden direği,travers,kereste,yakacak odun,tekne kerestesi buradan temin edilirdi% 86 orman arazisidir,arazinin dik oluşu fındık açma bakımından biraz zayıftır

 

AVCILIK

Bölgede göçmen kuşlara daha çok raslanmaktadır,Sarıkuş,Çulluk,Bıldıcın,Ördek,Üveyikördek,Kaz,Kuğu,Tarakçın,Karakçun,Sığırcık,Bozbakal,Karabakal bulunur.Son zamanlarda,gerek ilaçlama gerek yanlış avlanma neticesinde çok azalma olmuştur, ördek,çulluk avı çok meşhurdur. Dere kenarında dışarıdan gelen avcılar burada ördek avı yapmaktadır,Daimi kuşlar kestanekargası,çulluk,ördek,üveyik,sığırcıktır.Tavşan,çakal,tilki,domuz ayı,su samuru,kunduz,geyik,karaca vardı ne yazık ki bunlara da az rastlanmaktadır.Domuz avı devamlı yapılmaktadır.Köydeki devamlı hayvanlar domuz,ayı,kurt,tilki,çakal dır.Sahil kesiminde karabatak ve martılar vardır ama köylüler bunlarla ilgilenmezler.Av turizminde ileri gelen bir köy konumundadır

KÜLTÜR

Manav Türkleri kültürüne sahiptir düğünlerde Alaplı çiftelerlisi,misket,kasap havası oynanır ama bu kültür son zamanlarda yozlaşmıştır,Doğu Karadeniz üç ayak oyun kültürü girmiştir öz kültürel değerler yozlaşmıştır Halil İbrahim Yavuz'a ait yüksek lisans tezinden alınmıştır:
Osmanlı Devleti’nin kurulduğu bölge olan Taraklı-Göynük ve çevresi, kültürel miras yönünden çok zengindir. Bu bölgenin
insanları, Osmanlı’nın kültür varlıklarını bugüne kadar koruyup yaşatabilmişlerdir. Bununla beraber kökü Eski Türk İnançlarına dayanan ve İslâm’la çatışmayan örf, âdet, gelenek ve göreneklerini yaşatmakta mahir davranmışlardır. Bayramlar, doğum, düğün, ölüm âdetleri gibi kültür unsurları, geçmiştekine benzer bir şekilde devam etmektedir. Taraklı, Göynük ve köylerinde yaşayan insanlara verilen ad olan Manav kelimesini ve Manavları kısaca açıklayalım. Manav bir yere sonradan gelenleri, yerleşik olanlardan ayırt etmek için kullanılan ve önceden yerleşmiş olan yerlileri ifade eden yöresel bir mefhumdur. Kırsal bölgelerde yaşayan Manavlar, genelde epey çekingen, uysal, mülayim ve başkası tarafından söylenenlere fazlı karşı çıkmayan sosyal uyumu ağır basan insanlardır. Kendi ifadelerine göre, “yedi kez düşünmeden adım atmayan, yavaş davranan, gereksiz tartışmalara girmeyen” temkinli bir insan portresi çizmektedirler [İşse ver, 1994: 23-31].
Manavlar, Osmanlı Devletinin kurulduğu bölge sayılan Aşağı Sakarya, Batı Anadolu’da Bursa çevresi, Batı Karadeniz de Kastamonu ve çevresine
yaşamaktadırlar. Özellikle Aşağı Sakarya kesiminin Taraklı, Geyve, Pamukova çevresinde yoğun olarak yerleşmişlerdir. Buralarda kendilerine has yaşam süren manavlar örf ve adetlerini devam ettirmektedirler. Manav köylerinde eski Türk kültürüne ait izler çoktur. Bu bölgelerin hala tarım ve hayvancılıkla uğraşmasından, Bayat, Emirler, Demirler, Yahyalı, Akpınar gibi Türkmen boy ve oymaklarının isimlerini taşımasına barındırdıkları maddî ve manevî kültür kadar pek çok örnek verilebilir. Manavlar Türkmen gruplarında olup çok eskiden beri köy hayatına hatta şehir hayatına geçmiş yerlilerdir. Buna göre manav adının etnik bir manası yoktur, manavlardan Oğuz Türklerinden gelmektedirler [Yaşa, 1999: 293]. Sakaya ve çevresindeki manavlar, bu bölgenin 1290’larda Osman Gazi tarafından fethedilmesiyle buralara yerleşmişlerdir. İlk Türk yurdu olan bu bölgenin yerli Türklerine hep “manav” denilmektedir ve bu bölgede manav, “yerli Türk” manasında kullanılmaktadır [Yaşa, 1999: 288]. Manav sözcüğünün; Türkistan’daki Kazak-Kırgız ve Sibirya’daki Yakut Türklerinde kullanılan koruyucu soylu kişi ve boy beyi manasına gelen “manap” ve “manag”dan geldiği tahmin edilmektedir. Eski Türklerde “v” sesi olmadığı için “manap”taki “p” ve “manag” daki “g” sesleri yumuşayıp “manav” kelimesini oluşturmuşlardır [Yaşa, 1999: 289]. Çağatay Türklerinde “asilzade” manasına gelen manap, Kırgız Türkçesi’nde ağa, bey anlamında kullanılmaktadır. Türkçe dışında dil bilmeyen topluluk üyelerine yerli Türk anlamında manav denilmektedir [Aktaş,2002: 10]. Batı Anadolu’ya ve Taraklı’ya Türklerin ilk yerleşimi 1291’den hemen sonradır. Yıldırım Beyazıt döneminde İstanbul Sirkeci’de kurulan Türk mahallesinin halkı Taraklı ve Göynük’ten götürülmüş manavlardır [Aktaş, 2002:12]. Taraklı ve Göynük köylerinde yaptığımız araştırmalar neticesinde İslâmlaştırılmış olmakla beraber bir çok eski Türk inancının izlerini görmek mümkündür. Konuşma dilindeki ortak birçok kelime davranışlardaki, giyinişlerdeki bir çok benzerlik manavların oğuz Türklerinden olduğunun işaretleridir. Yerli Türk sanılan manavlar daha Osmanlı devleti kurulmadan bu bölgelere yerleştirilmişlerdir. Taraklı ve Göynük, Manav denilen yerli halkın kendi kültür ve geleneklerine bağlı olarak yaşadığı göçmen bulunmadığı Sakarya İli açısından istisnaî bir bölgedir. Manav kültürünün korunduğu ve yaşatıldığı bu bölgenin dilleri, beslenme, giyim, kuşam, müzik ve eğlence biçimi tamamen kendi örf ve âdetlerine uygun olarak devam etmektedir [Sakarya Valiliği; t.y.: 130]. Dikkatle incelenir ve araştırılırsa, yöreye mahsus örf ve âdetlerin perde arkasında da Eski Türk İnançlarının gizli olduğu görülebilir. (04.02.2007 13:51) Manav Türkleri Anadolu ya 11.y.yılda gelmiş ve yerleşmiş yerleşik Türklerdir.Manavlar ilk geldiklerinde göçebe olarak yaşıyordu.Yani önceki adı Yörük idi.Bu özelliğini kaybetmemiş Türkler şu an Ege bölgesinde ve Akdeniz bölgesinde mevcuttur. Hiç bozulmamış Manav bölgeleri;  Akçakoca,Göynük, Mudurnu, Geyve, Taraklı,Zonguldak (tamamı) ,Yığılca, Bilecik dır.Ancak 1980 den sonra hızlanan doğudan batıya göç hareketleri başta Akçakoca olmak üzere diğer bölgelerimizi de tehdit etmektedir İzmit,İzmir,İstanbul,Bursa,Muğla,Antalya,Düzce gibi şehirlerimiz önceleri sade manav kültürüne sahip idi.Ancak bu göçler sebebiyle kültürü yavaş yavaş yozlaştı ve hala yozlaşmaya devam ediyor.Bu sorunu benden başka gören yada sorun olduğunu kabul eden var mı acaba merak ediyorum. Ancak ben bir yerli Türk olarak bu durumdan çok rahatsızım. Akçakoca lı manavların bir kısmı (Altunçay köyü, Çayağzı köyü) oğuzların Bozok koluna mensup Günhan aşiretindendir.Bu köyler 1234 (1.Alaeddin keykubat zamanında) kurulmuştur.Diğer manav köyleri ise Balatlı köyü bayat boyundan,Kınık köyü Kınık boyundan,Beyören köyü de Oğuz boylarından biridir.Bu beş köy Akçakoca nın en eski köyleridir.Hatta Bolu,Sakarya,Akçakoca,Yığılca,Düzce,Ereğli Bizans ın elinde iken kurulmuştu Türkiye tarihi, 11 yy. Oğuz ve Türkmen denilen Türk ırkının en kalabalık bir kolunun Anadolu kapısını açarak kendine vatan yapmasıyla başlar. Tarihinin en büyük dönüm noktalarından biri olan 26 Ağustos 1071 Malazgirt Zaferi ile Bizans mukavemeti kırılınca artık Türkler karşısında bir ordu kalmayınca, Türkmenler Anadolu’ya yayılmaya ve yurt kurmaya başlamışlardır.Osman Turan, Malazgirt zaferinin “cihanşümul” bir mana taşıdığı ve tarihte bir dönüm noktası olduğunu ileri sürer. Malazgirt Zaferinin İslam ve Hıristiyan dünyalarının kaderine etki eden öneminden sonra, ilk büyük neticesinin “Anadolu Fethi ve Türkleşmesi” olduğuna dikkat çeker. Şu ifadeler oldukça önemlidir. İslam’ın ilk fetihleriyle sadece kanatları koparılan fakat 10. asırda tekrar kanatlanıp taarruza geçen Bizans, Anadolu fethi ile bel kemiğini kaybederek artık tedrici bir ölüme mahkum edilmiş oldu. Nitekim Malazgirt’ten sonra Bizans’ın mukavemeti kalmadığı için, Türkler birkaç yıl zarfında çadırlarını, Boğazlar, Marmara ve Adalar Denizi Ege sahillerinde dikmeğe başladılar.Türklerin Anadolu’ya yöneldiği 11.yy. başlarında, Bizans hem siyasi hem askeri, hem de sosyal ve ekonomik vaziyeti bakımından içi boşalmış, kof bir cüsse görünümündeydi. Türkler Anadolu’ya henüz yerleşmekteyken, Haçlı seferlerinin açtığı yeni bir mücadele evresiyle Anadolu’nun Türkleşmesinin bir asır kadar durakladığından, Orta Anadolu’ya çekilen Türklerin, bir taraftan da burada teşekkül eden öteki Türk devletleriyle cereyan eden kavgalarından ve bunların buhranları artırdığından söz eder. Vaziyetten faydalanan Bizanslılar sahilleri işgal ile Anadolu’yu geri alma ümitleri beslemektedir. Bizanssın bu ümitleri bir asır sürmüştür. Nihayet Anadolu’da bir Türk birliğinin kuruluşu ve bu vatanın ikinci kuruluşu 2. Kılıçaslan, Manuel Kommenos’a karşı kazandığı Kumdanlı Zaferi (1176) Bizanssın Anadolu’ya Kurtarma ümit ve teşebbüslerine ebediyen son vermiştir ve Malazgirt’ten sonra bu ikinci zafer sayesinde bu memleket artık kat’i şekilde “Türk Vatanı” olmuştur.Anadolu’ya 1071 tarihinden önce de bir Türk yurdudur. Daha 410 yıllarında Hun İmparatoru Atilla’nın amcası Rua İstanbul’a yaklaşmış ve Atilla’nın (441-442) Balkan seferi İstanbul’u tehlikeye düşürmüştür. Bu tarihten sonra 616 yılında yine bir Türk boyu olan Avarlar, İstanbul üzerine gelmişlerdir.Daha Roma ve Bizans dönemlerinde Peçenek, Kuman-Kıpçak gibi Hıristiyan Türk boyları Bartın’dan başlayarak Kuzey Karadeniz sahili Doğu ve orta Anadolu’nun bazı bölgelerine yerleşmiştir. Çeşitli Türk kavimleri Anadolu’nun çeşitli yörelerinde yurt tutmuşlardır.XI. yüzyılın sonlarına doğru çalışma yaptığımız bölgede Selçuklular tarafında zapt olunmuş, İznik ‘i kendine başkent yapan Süleyman Şah bu bölgeyi topraklarına katmıştır. Ardından 1097 I. Haçlı seferinde Bizans İmparatoru Alexios Kommenos tarafından kuşatılan bölge, 1204-1207 yılları arasında Bizans’ta Latin İmparatorluğu kurulunca Latinlerin işgali altında kalmış. İznik Osmanlı Hükümdarı tarafından geri alınmıştır. İzmit Osmanlı padişahı Orhan gazi zamanında, Akçakoca’nın da içerisinde bulunduğu bir komuta heyeti tarafından kuşatılarak zapt edilmiştir. Daha sonra Bizanslılar tarafından şehir tekrar kuşatılmış ve bu kuşatmadan bir sonuç alamamışlardır. Timur’un Anadolu’ya istilası sırasında kuvvetlerinden bir kısmı İzmit’i yağmalamıştır. 1337 yılında fethedilen İzmit bu tarihten sonra devamlı olarak Türk hakimiyetinde kalmıştır.“Türkleşme” her yerde hemen hemen aynı yoğunlukta olmamıştır. Genellikle sınırdaki olayları ele alan vakayı namelerden de anlaşıldığı gibi siyasal yönden batı ve kuzeyde Bizans ile güneyde Ermenistan ile Türk toprakları arasındaki sınırlarda toplanmış olduğu bilinmektedir. Bizanslı yazarlar bazı yerlerden Türkçe adlarıyla söz ederler. Bunda da, bu yerlerin eski adlarını bilen kimselerin bile artık kalmadığını anlıyoruz. Y.Öztuna’ ya göre, 1058 yılında Avrupa’da artık Anadolu’ya, Türkiye yeni Türk ülkesi denmeye başlamıştır. Süleyman şah kapı dağı yarımadasını almış ve Çanakkale boğazını da 1339 yılında Avrupa yakasına geçilmiştir. Artık İstanbul ve Balkanların yolu Türklere açılmıştır.E. Güngör ise, bugün Türkiye’de yaşayan Türklerin atalarının büyük Selçuklu imparatorluğunu kuran oğuz Türkleri olduğunu ve Müslüman olduktan sonra bunlara “Türkmen” adı verildiği üzerinde durur.D.Avaoğu, Türklerinin tarihinde Türkmen deyiminin ilk kez X. Yy. ikinci yarısında Maksicisi’ de geçtiğini zamanla oğuz adının Türkmen adına dönüştüğünün kanıtlarını sunar. “Türkmen” adının yaygınlık kazanmış olduğu belirtir. Oğuzların İslamlaşmasıyla Türkmen adının yaygınlık kazanmış olduğu üzerinde durur.Türkmen’e, Türk iman (İmanlı Türk) Türkmen ben türküm gibi anlamlar yakıştırılsa da, Jean Deny görüşüyle “men” kuvvet ekidir ve Türkmen “Türklerin türkü “Öztürk” anlamına gelir.XI. yy. da Anadolu’ya gelen Türk boylarının konar göçer olduklarını Türkmen adının Anadolu’da konar göçerlikle eş anlamlı olduğunu, daha sonra konar göçerliği bırakarak yerleşik hayata geç tiklerini ve Anadolu’ya yurt edindiklerini biliyoruz.Türkmenlere bir müddet sonra Türkmen denilmeyerek, yerli veya manav denilmiştir. Türkmenlerin konar göçer halde hayatlarını sürdürenlerine ise, bu özelliklerinden dolayı (Yörük) adı verilmektedir. Konar göçerliğin özünde hayvancılık var, yeni otlaklıklar aramak var. Kısaca; yürümek var. Bu hayat tarzı da yürüyen Türk anlamında “YÖRÜK”Ü oluşturmuştur.Yörük’le Türkmen’in aynı etnik zümreye ait olan iki kelime olduğunu rahatça söyleyebiliriz. Anamur’da Yörüklere “yaylacı” yerleşik halka yaycı denildiğini Karadeniz’de bil hassa Giresun’da bu kavramları Çepni bir oğuz boyunun da adıdır ve ekinci kelimelerinin karşıladığını belirtmekte Anadolu’nun muhtelit yerlerinde Türkmen Yörük göçer kelimelerine karşılıktır.Peter Alford Andrews Türkiye’de etnik gruplar adlı kitabında Türklerin kendi etnik gruplarının pekala farkında olduklarını bu grupların nerede bulunduklarını tam olarak söyleyebileceklerini kendilerine Türkmen yerine yerli Yörük yerine manav tanımlaması getirdiklerini, bu iki sözcüğü de “doğma büyüme buralı” anlamını çağrıştırdığını, bu terimlerin şehirden çok köyde kullanıldığını aktarmaktadır.Adapazarı, Bilecik, Balıkesir, Bursa, Çanakkale, Kastamonu, Kocaeli, Eskişehir, Afyon ve Zonguldak da yoğun olarak yaşayan Türkmenlere yerli veya manav denilmektedir.“Manav” kavramı farklı kaynaklar şu şekilde tanımlanmaktadır.Meyve sebze satılan dükkan, bu dükkanda meyve ve sebze satan kişi.Genel manada Anadolu Türkü, Öztürk, Sadık Osmanlı Tebası. Balıkesir Bandırma ilçesinde de, “manav” adı verilen uzun süredir yerleşik olan ve tarımla uğraşan yerli toplumlar vardır.İzmit sancağının yerli ahalisi, eski Türk boy ve oymaklarına mensup Türk göçebeleri zamanla göçebeliği terk edip iskan edilince manav adı verilmiştir.Yerli Türkmen, gibi yorumlamalar yapılmıştır.Genel adı Türk olan bu insanlara yöresel adlandırmaları ile yerli, manav, pallık (Artvin’in bazı bölgelerinde ), dadaş (Erzurum’da) efe (Ege), Zonguldak Bartın’da kıvırcık Toroslar da alevi Türkmenlere tahtacı, Balıkesir’deki alevi Türkmenlerine çetemi denildiğini biliyoruz.Kültürün kimlik tanımını etkileyen bir öğedir düşüncesinden yola çıkarak sözlü kaynaklara başvurulduğunda;Söz konusu Oğuzların kayı boyu olan bu Türkmenlere “Size niçin manav deniliyor? Manav adının nereden geldiğini?” sorduğumuzda, aldığımız cevapların bazıları şunlardır:Yerli Türk.Yörükler yürümeyi ve hayvancılığın yanında tarımla da uğraşmaya başladığı ve de yerleşik hayata geçirildiği için“manav” denildi.Orta Asya’dan Batı Anadolu’ya gelen Türkmenlere verilen ad.Türk oturursa manav, gezerse Yörük olarak tanımlanır.Manav; toprağa ektiği keteni yetiştirip, olgunlaşan bu bitkiyi işlemeye başlayarak, tohumundan yağını, liflerinden de eğirip, bükerek giyeceklerini dokuduğu insanlardır. Hatta ketenin liflerini tabi boyalarla boyayarak en güzel kumaşları dokurlar. Buğdayını arpasını kendi yetiştirir. Yemeklik yağını ketenden kendi çıkarır. Sebzesini de bostan dediği avlu ile çevrili sulu tarlasından, bahçesinden yetiştirir. Kısaca; her ihtiyacını kendi kendine karşılayan kimseye muhtaç olmayan insanlardır.değişime açık, bağnazlıktan uzak, üretken, barışçı, ihtirasları ölçülü, farklı kültüre sahip insanlarla da birlikte yaşama iradesi olan ve de devlete saygılı insan gruplarıdır manavlar.Osmanlı Devletini kuran bu insanlar, devlet kurulduktan sonra da Türkmenistan’dan ağırlıklı göçle beslenerek Kocaeli, Bolu, Yalova, Bursa, Bilecik, Sakarya, Afyon, Eskişehir, Zonguldak ve de Balıkesir’in bir kısmında yaşadılar. Gerek Osmanlı gerekse de Türkiye Cumhuriyeti döneminde, devlete sadakatlikleri ve başkalarının haklarına saygı duymaları ile tanınırlar.Bu Türkmen topluluğuna “manav” denilmesinin esas tarihi gerçeği şudur;Osmanlı Devleti kurulduktan sonra, her Türkmen boyu çıkardığı ve ürettiği ne varsa, yılda bir kere hiçbir karşılık beklemeden Osmanlı Sarayına gönderirdi.Bolu kabak, Afyon ve Eskişehir bulgur ve tarhana, Adapazarı ve İznik civarında sebze, İzmit Tavşancıl’dan üzüm saraya gönderilirdi.Bolu, Bursa, Kocaeli, Yalova, Eskişehir, Afyon, Yalova, Zonguldak ve Balıkesir bölgelerinden sadece hububat, meyve ve sebze gitmezdi, saraya koyun, kuzu, keçi, oğlak yağ ve kavurmada gönderilirdi.İşte; Osmanlının bu sadık Tebası olan manav, bazı yerde de Yörük diye adlandırılan bu insanlara, bulundukları yerlerdeki azınlıklar (Ermeni-Rum). “Yahu, siz Osmanlıyı besliyorsunuz. Karşılıksız her şeyi saraya gönderiyorsunuz, siz Osmanlının manavı mısınız?” derlerdi. Bu devlete sadık insanlarda “Evet, biz Osmanlı’nın manavıyız. Osmanlının manavı olmakla da gurur duyarız. Devletimize yardım etmeyi de bir şeref biliriz” derlerdi.İşte, o gündür, bu gündür azınlıkların hazımsızlıkla, kıskançla söyledikleri bir addır Manav tanımlaması. Osmanlının Sadık Tebası, Özbe Öz Türk. Türkmen - Yörük kül türünün has insanlarıdır manavlar.Yine sözlü kaynaklardan halk arasındaki tanımlamalarla, manavların kişiliklerine ait bazı tespitler.Manav ve macıra senet gerekmez Manavın sözü senettir. Devlete, nizama son derece bağlı ve itaatkârdır. Hırsızlık yapmazlar. Herkesin mahsulü harmandadır. Kız kaçıranlar, kavgalı olanlar köyde barınabilirler ama hırsızlık yapanlar asla barınamazlar.Bir Karadeniz göçmeninden derlenen tanımlama; manavın sessizine aldanma.Manav uysaldır. Sessiz sakin insanlardır. Ama manavın damarı kabardı mı yanına gitme, Ayranlığı değişilmeye görsün.Manavlar birbirini tutmazlar, ama ayrıda yaşamazlar Manavlar temiz kalpli, saf insanlardır.Yusuf Çam Milli Mücadelede İzmit Sancağı adlı eserinde Milli Mücadelenin başlangıç döneminde İzmit Sancağında yaşayanların %70 Müslüman %30 kadarı çoğu Hıristiyan olmak üzere azınlıklardan oluştuğunu ve bölgenin sosyal yapısını üç büyük sosyal bütünlük halinde görmek gerektiğini öne sürer.Hıristiyan Azınlıklar ( Ermeniler, Rumlar, Yahudiler )1830 yılından itibaren bölgeye yerleşen (Muhacirler, Balkan ve Kafkasya)Bölgenin yerli (otaktan) halkı bu son boşluğu açarsak; bölgenin yerli halkı manavlardır (yani Türkmenlerdir) demektedir.Kültür, bir toplumun hayat biçimidir. İnsanoğlunun öğrendiği bilgi, sanat, gelenek – görenek ve benzeri yetenek, beceri ve alışkanlıkları içine alan karmaşık bir bütündür.Türk tipinin bulunduğu coğrafi bölgeye göre etkilenen ve karışarak değişik özellik kazanan bir ırk olduğu dile getirilmektedir. Özellikle Marmara Bölgesinde yaşayan kişiler Manav olduklarını söylemektedirler. Manav Türkmen kültürünü anlayabilmek için, Manavlar hakkında etnografik bilgilere ihtiyaç vardır. Örneğin keten el dokumacılığı manavlarla bütünleşmiştir. Çiftçi ailesinin boş zamanlarında tarımdan arta kalan günlerde uğraştığı, hem kendi ihtiyacını karşıladığı hem de fazlasını satın para kazandığı veya yöresindeki hammaddeden ve boş duran iş gücünü değerlendirdiği yardımcı bir el sanatı durumundadır. Ekilip dokuma durumuna gelinceye kadar, havuzlama, kurutma, kırma, tarama, yumuşatma, eğirme, ağartma, çözgü hazırlama aşamalarından geçen keten; dokunup çarşaf, yaygı, yorgan yüzü, yastık kılıfı, elbiselik, yolluk, çuval olarak Manavların ihtiyaçlarını görmektedir.Geleneksel giyimin parçaları olan uçkur, önlük, yağlık, çevre keten bezinden yapılır. Şalvar ve sırta giyilen içlik saya mintan, hırka ise zaten ketenden diğer bir adıyla kandıra bezindendir.Manavlar ketenin çöpünü bile ziyan etmez. Bu bir mübalağa değildir. Ketenin çöpünden yatak, minder yapar, keten tohumunun yağını yemeklik olarak kullanır ve kandilinde yakar.Şehre sadece tuz almaya, şeker almaya giderlerdi. Bazen de şeker ihtiyacını yaptıkları pekmezle karşılarlardı. (Dut, elma, pancar, armut ve şeker kamışı pekmezleri )Manavlar, bölgenin tarım ve hayvancılık özelliklerine uyum göstermiştir. Tahıl, keten, kenevir, meyve, sebze tarımı, bağcılık, son zamanlarda fındıkçılıkla uğraşmışlardır. Manavlarda özellikle Kandıra hayvancığının önemi büyüktür. Koyun, keçi, hindi, küçükbaş, sığır, dombay (manda) gibi büyükbaş hayvan yetiştiriciliği yapmaktadır. Keş, yağ, peynir, yoğurt üretmişlerdir ki Kandıranın yoğurdu meşhurdur, bu üretimin bir kısmı aile içi tüketime tahsis edilmiş, bir kısmı satışa sunulmuştur.Mimari : Manav köylerinde halk mimarisinin ilginç bir örneği ahşap yığma şeklinde olan çandı evler bulunmaktadır. Gerek Selçuklu, gerekse Osmanlı döneminin bu orijinal ahşap örnekleri günümüzde tek tük de olsa ulaşmıştır.Kandıra ve Kandıra’nın hemen yanı başında bulanan Taşköprü çevresinde yöresel adıyla, üç çandı camii kalmıştır. Tatar Ahmet, Karagüllü, ve Hatipler köyü civarıdır.Kandıra, Kaynarca dolaylarındaki Çandı camilerinin çoğunda Orhan Gazi döneminde ait bulunduğu ve bu tür camilerin kesinlikle Akçakoca Bey’in fethettiği yerlerde yapılmış bulunduğu, Orta Asyadan gelen bu mimarinin anısına sadık olan Büyük Kahraman Akçakoca’nın isteğine bağlı olarak bu camilerin yaptırdığı kanısı öne sürülmektedir.Çandı evler geleneksel Türk ailesinin yaşam şekline göre planlanmıştır. Evin tam ortasında ocaklı bir oda bulunmaktadır, Odanın etrafında onu çevreleyen bir dolaşma yer almaktadır. Evin girişindeki hayat denilen geniş alan bu dolaşmayla birbirine açılmaktadır. Evler iki katlı olup alt katta ahır bulunmaktadır. Yaşam mahallinin ahırın üzerinde yer almasının amacı hayvanların ve nefeslerin oluşturduğu sıcaklığın üst katın ısınmasında katkı vermesidir. Aynı zamanda da mal canın yongasıdır. Hayvanlar ailenin gözü önündedir.Çandı yapının en önemli özelliği çapındaki kütükler düzgün yontularak birbiri üzerine binen U kesitli boğazlarla kenetlenmektedir. Boğaz kısmından ağaçlar uzatılarak uçları aynı hizada düzgünce kesilmektedir. Kertilip birbirine geçirilen uzun kütüklerde çivi kullanılmamaktadır. Bu yapılar kültür özelliği olmasının yanı sıra birer sanat eseridir. Kışın sıcak, yazın serindir. Aynı zamanda depreme son derece dayanıklıdır.Görüyoruz ki; Orta Asya’dan Anadolu’ya gelen Türkler manevi kültürlerinin yanında maddi kültürlerini de getirmişlerdir.

Manav Mutfağı;

Manav mutfağı karbonhidrat ağırlıklıdır diyebiliriz. Buğday başta olmak üzere tahıl maddeleri ana öğedir.Türklerde çok eski ve yaygın bir çeşit olan gözleme manavlarda da vazgeçilmezdir. Yine bu çeşide yakın bazlama ve cızlamayı sayabiliriz. Bazlama biraz kalındır. Ve ekmek işlevi görmektedir. Cızlama ise taşmış ve yumuşak hamurun daha ince pişirilmiş bir versiyonudur.Bu mutfağın en kendine has örneklerini vermek gerekirse, malay (mısır ve buğday unundandır, dartılı veya pekmezli yenir) Mancarlı pide (bu genel bir başlıkla söylenirse ıspanaklı pidedir. Ispanakla sınırlanmaz. Pidenin içi gezecek otu, efelik, kaldirik otu, gışırık otu olur ama başlık aynıdır; Mancarlı pide)

Dartı : Dartı başlı başına konudur. Bir imzadır bu mutfakta. Bekletilen sütün üstündeki kaymak, yoğurdun kaymağı toplanarak kaynatılır. Kaynatma süresi istenen kıvama göre değişmektedir. Çok kaynatılırsa yağı iyice ayrılır, az kaynatılırsa daha krema görünümünde olur. Bir iki maddede yapımını açıklayacağımız bu yiyecek kahvaltılarda baş tacı yemeklere çeşnidir.Keşkek : Çok eski bir yemektir. Oğuz Türkmen boylarının vazgeçilmez yemeğidir. Buğdayın dövülmüşü kaynatılır içine et katılır. Üzerine mutlaka dartı koyulur.

Keşkek aslında düğün ve bayram yemeğidir. Eskiden bayramlarda asla es geçilmezdi.

Keş : Eski bir ağartıdır süt ürünüdür. Kesilmiş sütten yapılır. Kendi kendine toplanan süt bir tülbentle süzülür ve kurutulur. Kahvaltılık veya hamur işlerinde iç malzemesi olur.

İçecek olarak komposto ( hoşaf ) ve ayran sayabiliriz. Komposto için tercih edilen meyveler elma, armut, ayva, eriktir. Kurutulur, kurutma işlemi sonrası erik(kak) diğerleri (buruç) kıvamındadır artık..

Kışlık hazırlıklarda ise; pekmez, tarhana, salçalar, meyve kuruları ve kendi tuzlu suyunda uzun süre bekletilmiş sert peynirler yapılırdı. Bu kıvamdaki peynirler közde veya tavada kızartılıp tüketilir.

Çorbalarda kesin bir un malzemesi hakimiyeti vardır.

Kesme çorbası

Dımbıl çorbası

Umaç Çorbası

Erişte Çorbası

Tarhana Çorbası

Mancar Çorba ve yemekleri

Ana başlıklar halinde söylediğimiz manav mutfağı; her yöre mutfağında olduğu gibi yeniden keşfedilmeyi bekleyen lezzetlerin sahibidir.

Özellikle gözleme, cızlama ve bazlamaç çok özel yemeklerdir. Bugün bile gözleme deyince akla manavlar ve Yörükler gelir. Aynı kültürün insanları.

Sadece Batı Anadolu’da değil, Ege ve Akdeniz bölgesinde de, bu yerleşik veya kısmen Yörük olarak adlandırılan bu insanların en önemli yiyeceklerinin başında gözleme gelir.

Her evde kışlık tarhana, kuskus, buruç (elma, eriği armut vs.) vardır. Yazdan yapılmış peynirleri vardır. Kavurmalar pek çok aile tarafından toprak küplere yazdan basılır.

Pekmez (pancar, şekerkamışı, elma, armut vb. meyvelerden elde edilen tatlı) hemen hemen her evde bulunur. Enerji kaynağıdır. Kışın soğukta özellikle yenir.

Manav mutfağının en önemli yemeklerinden biri de “Malay” yemeğidir. Bazı yörelerde “kaçamak” diye de anılan bu yiyecek, yoğurt ve pekmezle iştahla tüketilir. Mısır malayı veya buğday malayı, her ikisi de bu yerli halkça çok sevilir.

Mancarlı pide, manavlarda gözde yiyeceklerdir. Mancar (ıspanak, gazicek, efelik, gışırık, kaldirik, (çiçekli mancar) kabak urgan ucu, pazı vs.) bitkilerin ortak adıdır.

Mancarlı olarak yapılan bu un mamulü pideler, dartı, süt çiği, peynir, keş gibi süt ürünleri ile de karıştırılır, desteklenirse mükemmel bir yiyecek ortaya çıkmış olur.

Bozkurt Güvenç’in yaklaşımıyla dile getirecek olursak; bir manav ırkı belki yoktur ama görünen o ki bir Manav kültürü vardır

 http://www.sosyalsiyaset.com/documents/tarakli.htm

Sümeyye Köktürk yazıları

AKÇAKOCADA

 Kız ve Erkeğin Tanışması:Akçakoca’da mısır bitkisinin fazla ekildiği, fındığı kozalarından ayırma makinelerinin daha ortaya çıkmadığı dönemlerde mısır soyma, fındık ayıklama imeceleri yapılırdı. Bu imecelere kız ve erkekler bir arada katılırlardı. Mısır çapalama, fındık toplama işleri de imece şeklinde yapılırdı. Akçakocalı kız ve erkek gençler birbirlerini bu imecelerde, kasabaya inme sırasında, dereye suya giderken, nişan, düğün gibi eğlencelerde tanırdı.Kız ve erkeğin ortaklaşa güvendikleri bir kadını aracı olarak kabul eder ve sevgi nişanelerini birbirlerine bu aracılar ile gönderildi. Bu günde buna benzer olaylara şahit olunmaktadır. Çoğu kez kız erkeğe, kendi işlediği bir mendili, oğlanda kıza gülyağı, şeker, lokum, küpe, yüzük gibi hediyelerde gönderirdi.

Sevdalık Günleri:Akçakoca gençleri arasında sevdalık günleri çok önemliydi. Sevenlerin arkadaşları vardır. Bu arkadaşlar erkek ise, hep seven erkeğin etrafındadır, arkadaşları için pervane olurlar, hep beraber gezerler. Başkaları seven erkekmiş izlenimi yaratırlar. Örneğin; Sevdiği kız salıncağa binerse, önce aşık olan silahını boşaltır. Bunun anlamı: Bu “Seni başkası severse onu öldürürüm” anlamına bir mesajdır. Ardından aşığın arkadaşları silahlarını boşaltırlar. Bunun da anlamı: “Bir arkadaşımızın arkasındayız” demektir Durum herkes tarafından anlaşılır, kimse kimsenin sahasına girmez. Erkek evlenme arzusunu ailesindeki kadınlara açar. Zaman içinde gelişen olaylar oğlanın anası tarafından babasına iletilir. Günler ve gecelerce ne olup olmayacağı, aileler arasında düşünülüp tartışılır. Sonunda kız tarafının kıramayacağı bir elçi bulunur. Elçi baba ve annenin ağzını arar. Olumlu yanıt alınca kızı istemek için girişimlerde bulunur.Toplum kız isteme konusunda çok duyarlıdır. İstenilen bir kızın verilmemesi ya da söz kesiminden sonra dönülmesi erkek tarafından hakaret kabul edilir. Bu tür olaylar genellikle kan davası gibi olaylara sonuçlanır.

Sıra Gözetme :Ablası bekar olan, evlenme çağındaki erkek bu kuralı bozup evlenebilir. Erkek toplunda kadından önce gelir. Erkek kardeşler arasında da sıra gözetilir. Miras taksiminde kızın payı erkeğe göre yok gibidir. (Bu gelenek Lazlarda daha çoktur.)Son zamanlarda Bölgede kızlar arasında sıra gözetme geleneği vardır. Büyük kız varken küçük kız evlenmesi ayıplandığı gibi baba buna kesinlikle karşı koyar herkes hakkını yavaş yavaş  alma yolunu tutmaya başladı.

Başlık Parası :Akçakoca ve köylerinde başlık parası vermek hemen hemen yok gibidir. Yalnız fakir ailelerde kızına çeyiz yapabilmek için bir miktar para ödenir. Başlık parası verme Laz ve Gürcü ailelerde, Rizeli  toplumlarda daha az uygulanır. Abazalarda başlık parası alınmaktadır.

Kız Kaçırma Olayları :Abazalarda düğün çok masraflı olduğu için, özellikle birbirini seven çiftler kaçarlar. Bu danışıklı düğüştür. Kız kaçırılmadan önce nüfus cüzdanı kaçırılır. Kızın yaşı on sekizden küçük ise kız kaçırılınca erkeğin akrabalarından birinin evinde saklanır. Daha sonra aileler arasında anlaşmaya gidilir. Kaçırılan kızın yanında kıza yakınlığı ile bilinen kızın arkadaşı ile kaçırılır. Bu kıza tasavize denir. Kız emin bir ailenin yanına misafir edilir. Düğün yapılıncaya kadar kız o evde kalır. O evde her akşam eğlence yapılır. Bunun adına taşamhara denir. Kız-erkek anlaşarak kaçmışlarsa iki tarafın aileleri bir müddet birbirleriyle görüşmez. Daha sonra aracılar yardımıyla taraflar barıştırılır. Ancak yıllar süren küskünlükler söz konusudur. Kız kaçırmada kızın rızası yoksa olay kan davasına kadar gidebilir.

Kız İsteme Geleneği :Ön hazırlıklar tamam olunca kız babasının sevdiği birisi erkek tarafı ile birlikte kız istemeye gider. Erkek tarafından ağzı laf yapan biri sözü açar.“Biz Allah’ın emri, Peygamberin kavli ile kızınız ...............’yı oğlumuz ..............’ya istemeğe geldik” der. Baba da;Allah yazdıysa olur. Amma bir düşünelim. Soracak adamlarımız var onlara soralım” der. Bu biraz naz etmek ve kendi akrabalarına paye çıkarmak için söylenmiş bir sözdür. Bir müddet biçilir. Bu arada istiyorlarsa, el altından erkek tarafını cesaretlendirecek haberler iletilir.Bu dönemde, kız ile erkek karşılaştıklarında kaş göz işaretleri ile birbirlerine cesaret verirler. Kız belli bir süre sonra istenir.

Söz Kesme ve Nişan Olayı :Eskiden erkek askere gitmeden nişanlanırdı. Nişanlık süresi, askerlik, para yokluğu ile ilgili olarak 2-3 hafta ile bir yıl arasında değişir. Yerli halk arasında beşik kertmesi kesinlikle yoktur. Göçmen köylerinde beşik kertmesine rastlandığı söylenmekte ise de tespit edemedim.Kız istemede erkek tarafından hediye olarak getirilen “kutu şekeri” ertesi gün iade edilmez açılırsa, kızı erkeğe verildiğine işarettir.Taraflar tarafından söz kesiminden sonra oğlan tarafından akrabaları kızın evine yüzük, kutu şekeri ile elbiseler, çorap ve terlik alıp giderler. Nişanda yüzükler takılır. Bazı köylerde nişanda erkeğin bulunmadığı, akrabası tarafından kızın parmağına yüzük takıldığı söylenmekte ise yerli köylerde böyle bir gelenek bulunmamaktadır.Bir süre sonra kız tarafı, yüzük, bir kat çamaşır, kaynanaya elbise alıp oğlan evine getirirler.

Çeyiz Geleneği :
Çeyiz olarak sandık, yatak, yorgan, yelek, şalvar, bakırdan mutfak eşyası, elde dokunmuş yer hasırı, hasır seccade, ottan duvar yastığı, kanaviçe işler ve örtüler vardır. Çeyizin miktarı ailenin mali durumu ile ilgilidir. Yerli halkta çeyiz eşyası, Doğu Karadeniz kökenli ailelerde olduğu kadar fazla olmakla beraber, kızlar mirasta erkek kadar hakka sahiptir.

Kına Gecesi :Düğün geleneğinin ilk kademesi kına gecesidir.Kına gecesi Çarşamba günü yapılır. Kına gecesi için erkek tarafı beraberlerinde taraftarları ile birlikte yanlarına kına alıp gelin evine gidilir. Dört kız çarşaf veya büyük bir yazmanın altına gelini alırlar. Bir kız gelinin eline tabaktan kına yakar. Elleri temiz beyaz bezlerle yumrukları bağlanır. Bir taraftan da maniler söylenir. Hem gelin ağlar, hem etrafındakiler.
İzzet ve ikramdan sonra erkek tarafı evlerine gelir. Damadın evi önünde büyük bir ateş yakılır. Kız tarafı tavuk istemeğe gelir. Her evden birer tavuk alınır. Ateş yanınca baklavalar getirilir. İkramlar yapılır. Kız tarafı darıltılmadan uğurlanır.Kına gecesi bayramlık elbiselerini giyen genç kızlar çiftetelli, topal oyunu, orta oyunu gibi oyunlar yaşlı bir kadın denetiminde oynanır
Düğünden bir gün önce gelinin ve yakınlarının eline kına yakılır kına erkek tarafından getirilir kına yakma töreni boyunca maniler söylenir gelin ağlatılır,kına gecesi kızlar çiftetelli ve çeşitli oyunlar oynar.Köy lisanı ile mani ve türküler söylenir.

 

‘’Yukarı köyün çakalları                        Yukarı köyde çakal yok

   Aşağı köyün bakalları                         Aşağı köyde bakal yok

   Damat beyin sakalları                         Güveyin sakalı yok

   Gelin kınan kutlu olsun                       Gelin kınan kutlu olsun

 

   Kına gecen hoş olsun                          Köyümüzden çıkıyorsun

   Evin bereket dolsun                            Bize veda ediyorsun

   Damat bey eşin olsun                         Yeni yuva kuruyorsun

   Gelin yuvan mutlu olsun                    Gelin kınan kutlu olsun’’

  Diye maniler söylenir.

Düğün Günü :Düğün genellikle nişandan en az bir yıl sonra yapılır. Bindallı ve benzer gelenekler yoktur. Eskiden gelin renkli ve temiz ipekli elbise damat ise don pantolon üzerine beyaz gömlek ve işlemeli yelek giyerdi. Güvey fakirse beyaz elbise ödünç alınırdı.Eskiden olduğu gibi gelin kayın baba ve yakın akraba arasına giderdi. Gelin evden çıkarken, kız kardeşlerden biri, yoksa akraba kızlardan biri çeyiz sandığı üzerine oturup sandık haracı isterdi. Ayrıca kapıdan çıkarken erkek kardeş, kapı haracı olarak bir miktar para talep eder.Köylerde, genellikle bir öküz arabası süslenirdi. Üstüne halı ve kilimlerle bir örtü yayılır. Araba çan ve zillerle bezenir, köylüler şık giysilerini giymiş, arabanın önündü, ardında, yanında yürüyerek giderlerdi. İkide birde araba durdurulur: Ala ala hay... diye bağırarak düğün evine varılır. Yolda devamlı halaylar çekilir. Kasap oyunu, Kastamonu zeybeği gibi oyunlar oynanır. Gelin alayı, çeşitli yollardan dolaşarak damat evine varırdı.Gelin alınmadan o köylülere veya mahalleliye pilavlık parası verilir. Gelin arabaya binmeden bolluk ve bereketli olsun diye ya damadın babası veya yakını bozuk paralar içinde şekerler, buğdaylar serper, çocuklarda bunları birbiri üzerine yığışarak kapış kapış toplardı.Köyden çıkıncaya kadar çeşitli yollardan dolaşarak damat evine varılır. Gelin arabadan inmez, bahşiş ister. Bir inek ya da tosun getirilir. Kulağı kesilerek işaret verilir. Kapı önünde kurulan bir masada kız tarafı tatlı, şeker, sigara, mermi gibi isteklerde bulunur. Bu istekler karşılanıncaya kadar gelin bekletilir. Bu durum bazen üç dört saat kadar sürer.Gelin eve girerken eğilip eşiği öper. Bolluk getirmesi düşünülerek mısır, buğday, şeker, bozuk para atılır. Akraba ve komşular başlarında birer tepsi baklava alarak erkek evine giderler. Tepsiler üst üste kümelenir.Erkeklerde evin önünde yakılan ateş etrafında oynarlar. Bu oyunlar kadın kıyafetine girmiş köçekler tarafından oynanır. Eğer aile varlıklı ise dört köçek, dört davul, dört zurna ve dört keman bulunur.Diğer köylerden geleneklerde kafileler halinde düğüne katılırlar. Kimileri koç, kimileri koyun getirir. Meydanda ikramlar yapılır.Yenip içilir. Sonunda köylüler misafirlerini evlerine götürürler.Hoca nikahı yapılır, bu adet yaygındır. Hoca nikahı yapılırken gelinin yanında dadı veya bibi (teyze, hala) denilen kadınlar bulunur.Gürcü köylerinde düğün gecesi, güveyin gerdeğe girmesi yasaktır. O akşam kızın akrabası olan kızlar sabaha kadar beklerler. Düğünün ertesi günü gerdeğe girilir. Düğün genellikle üç gün devam eder. Lazlar ve Hemşinlilerde de benzer gelenekler vardır.Diğer köylerde ise hoca nikahı kıyılır. Sonunda güveyi arkadaşlarının kolunda gelinin odasını getirilir. Arkasından yumruklanarak odaya itilir. Damat odaya girer. Hazır bulunan seccadede iki rekat namaz kılıp duasını yapar ve gelinle tanışmaya gider. Damat bu arada gelini konuşturmaya çalışır. Ona hediyeler verip konuşturur. Konuşturulunca da pencereyi açıp iki el silah atar. Bundan sonra herkes dağılıp gider.Gelinle damat, gidip kayınvalidenin elini öperler. Tekrar odalarına giderler. Orada baklava yerler. Bazense baklava kesmelerinin yarısını yiyip bırakırlar. Ertesi gün bunları evlenmemiş erkek ve kızlar yer. Darısı sizin başınıza gibi bir gelenektir bu. Ertesi gün sabah, köçekler, davetliler düğün evinin önüne gelirler. Oyunlar oynanır. Damat elinde bir tepsi baklava ile herkese birer kesme baklava sunar. Sonra da herkes dağılıp gider. Ev kadınlarla dolar. Duvak günü damat sağdıçla gider. Gelinle sabahtan ikindiye dek oyunlar oynanır, şarkılar söylenir ve derken düğün biter

Duvak :Güvey gecesi sabah gelini eğlendirmek için eğlence düzenlenir. Gelin oynar ve etrafa para atar.Bekar kızlar gelinin duvağından teller koparırlar. Duvaktan sonra erkek ve kız evlerinde yemekli davetler yapılır.

Düğün Davetleri :Bütün akraba ve hısımlar gelin ile damadı davet ederler. Bunlar taşıma davetleridir. Her gidilen eve gelinin yaptığı bir el işi işleme götürülür. Onlarda onlara çeşitli hediyeler verirler.

Doğum Olayı ::Genellikle ilk çocuğun erkek olması istenir. Çocuklar genellikle beşikte büyütülür. Çocuğun adı üç gün içinde yaşlı bir erkek veya hoca tarafından üç defa kulağına okunarak konulur. İsimden sonra ezan okunur. Komşular ve akraba loğusaya evvela geçmiş olsun derler sonrada hediyeler getirirler. Doğumun kırkıncı günü çocuk ve loğusa yıkanır. Buna çocuk kırklandı denilir.

Diş Çıkarma :Küçük çocukların diş çıkarmaları aile için ayrı bir sorun olur. Ailenin bireyleri yeni çıkan dişi görmeyi uğur sayarlar. Onun içinde sık sık çocuk güldürülür, ağzına bakılır. Hatta bazıları ekmek kabuğunu gevlettirmek suretiyle dişin çabuk çıkmasının sağlarlar. Bazıları da parmağını rakıya batırarak çocuğun diş etlerini oğalar. Çocuk bundan çok hoşlanır.Dişin çıktığını gören kişi mutlaka diş çıkaran çocuğa ya elbise alır ya entarilik alsınlar diye anne babasına para verir.

Sünnet Olayı :Akçakoca bölgesinde kirvelik olayına rastlanmaz. Eskiden gezginci sünnetçilerin gelmesiyle hiçbir hazırlık yapılmaksızın çocuklar sünnet edilirdi. Günümüzde eğlenceler düzenlemektedir. Sünnetçiye, bazen para almadığı için sabun, havlu gibi şeyler verilirdi.

Dini Bayramlar :Dini bayramların Akçakoca örf ve adetleri içinde çok büyük yeri vardır. Üç aylar girince Recep, Şaban ve Ramazan gelinceye kadar bazı kimseler ramazana alışmak için ayda bir belli oruçlar tutar, kutsal geceler, cumalar yavaş yavaş ayrı bir kalabalık olmaya ve cemaat artmaya başlar.
Ramazana hazırlık olmak üzere, makarnalar kesilir, erişteler yapılır. Yufkalar açılır, kuskuslar hazırlanır. Mevsime göre çeşit çeşit reçeller, hoşaflar ve şuruplar hazırlanır.
Hele bayram gecesi yeni esvaplar giyilir, Provalar biter. Küçükler giyeceklerini başlarının altına koyar. Ayakkabılarını yatağın içine yerleştirir. Herkes banyosunu yapıp yatar. Küçük erkek çocuklar sabahleyin sabah namazına herkesle birlikte camiye gider. Namazdan sonra vaiz dinlerler. Bayram namazı kılınır. Hoca dikilir, en yaşlı adam hoca ile bayramlaşır, ondan sonraki hoca ile yaşlı bayramlaşır ve yerini alır. Böylece sıralanır. Cemaatin en yaşlısı ile en genci bayramlaşıncaya kadar sürer. Sonra birlikte hoca dua eder.
“Bu bayrama eriştiren Allah’a senalar ve amin” denilip çıkılır. Yolda görülenlerle bayramlaşırlar. Mezarlıklara gidilir. Ölülere dua edilir. Hastalar ziyaret edilir.”
Her köyün ramazanında davulcular bahşiş toplar. Birinin elinde bir sırık, birini elinde bir sepet. Davulcu davulu çala çala her evin önünde maniler söyler. Bahşiş; havlu, mendil, yazma sırığa bağlanır. Baklavalar, el altıda tepsi bulunan sepete konur. Paralarda davulcunun cebine konur.

Bayramlar : Bayram sözcüğü eğlence anlamına gelir. Bayram olacağı gece, bayramı bilen köydeki misafirler, bayramın olacağı köye yakın eş dost ve akrabalar ile birlikte giderler. O akşam onlara misafir olurlar. Kadın ve kızlar yemekten sonra daha geniş evlerde, erkekler ya kahvede ya da başka bir evde toplanırlar. Erkekler orta oyunları yaparlar. Mutaassıp olmayan yerlerde içkide içilir. Gramofon çalınır ve Cide kemençesi ve tepsi çalarak oyunlar oynanır. Genellikle oyunlar iki kişilik eşler halinde yapılır. En revaçta olan oyunlar topal oyunudur. Bu oyun Akçakoca’ya özgü bir oyundur

Eğlenceler :Eskiden patoz makineleri yokken, fındık harmanda kurutulur, sabahları tırmıklar vurulur, sonrada altından tanesi alınırdı. Kalan fındıklarda kabuklarından ellenmek suretiyle bulunup ayrılırdı. Köylerde bu işler imece halinde yapılırdı. Kabuk ayırma işi erken bitimi, orası düğün evine döner, oyunlar şarkılar, gülme, eğlence, yeme içme başlardı. Kızlar erkekleri, erkekler kızları burada seçerdi. Çalışkan mı? Tembel mi? Dili tatlı mı? Nobran mı? Şaka kaldırır mı? Yoksa içine kapanıp arpacı kumrusu gibi düşünür mü? Yapıcımı yıkıcı mı? Hepsi burada denenirdi. Bu eğlencelerde maniler söylenirdi. Atmaca tabir edilen karşılıklı mani atmaları da yapılırdı.

FOLKLÖR : Köye has topal oyunu vardır ,köyün kendine has folklor ekibi yoktur,Karadeniz folkloru hakimdir,Davul,Zurna,Saz,karşılıklı zille oynanan oyunda çalınan zil dir.Ayrıca köçek oyunu,gemici çardak oyunu vardır Halay, Sallama Karşılıklı Zille oynama Köçek,Davullu gemici çardak oyunudur,Manav dal sıksara oyunlarıdır.Bar,Halay,Horon,Sallama,Karşılıklı zille oynama,Hura,ve karşılama,Köçek oyunları da oynanır

DAVUL  : Davul savaş sırası,sonrası,askere giderken,törenlerde,ramazanlarda,güreş yapılırken çalınır.Davulun eski adı Tavuldur,Çağatay Türkleri tarafından yapılmıştır,bir haber aracıdır

ZURNA: Davul ve zembeleklerle çalınır ağaç maden, boynuzdan yapılır ,7 üstte 5 altta deliği vardır,Avrupa’ya Türkler tarafından götürülmüştür,Oğuz Türkleri Anadolu’ya getirmiştir,kemençe ve davula eşlik eder,4000 yıldan beri devam eden bir enstrümandır.Davul,Kaval,Zurna,göçer enstrümandır,köyde son zamanlarda bunların yerini taverna müziği almıştır org ile çalınan müzik aletidir eski neşe eski düğünler artık tarihe gömülmüştür,evlerde yapılan düğünler artık düğün salonlarına taşmıştır

KAVAL: Orta asyadan gelmiştir Balasau Türkleri icat etmiştir,Çağatay Turan Türkleri haval derdi Karadeniz’e bunlar getirmiştir ,bir göçebe çalgısıdır Of,Tokat, kavalı meşhurdur .

 

 

ÇOCUK OYUNLARI

Çelik çomak,binmeli eşek,esir oyunu,körebe,köşe kapmaca,birdirbir,seksek,yakan topu,lunç,domino devirme

KIYAFETLER

Köyde 25-30 yıl öncesine göre  kıyafette önemli değişmeler olmuştur.Erkekler tamamen şehir kıyafetini benimsemişlerdir. Erkeklerde gündelik kıyafetlerden başka önemli günlerde, törenlerde giyilen ve içine beyaz eşarp bağlanan lacivert takım elbise en beğenilen giyim eşyasıdır. Ancak yaşlı erkeklerden bazıları köy içinde geleneksel kıyafetle ilgili olarak paçaları dar pantolon, üzerine gömlek ve yeleği giymeye devam etmektedirler. Kösele kunduranın yanında lastik ayakkabı, plastik ayakkabı, özellikle çocuklarda  çok görülmektedir. Erkeklerde pijama, şapka, şemsiye kullanılan giyim eşyaları arasındadır. Burada dikkati çeken husus pijamanın yatak kıyafeti olmaktan başka, bazen iş kıyafeti olarak kullanılması suretiyle ikinci bir iş görmüş olmasıdır.

Kadın giyimi erkeklere oranla daha az değişmiştir.Eskiden kadınlar evlerde basit tezgahlarda keten ve kendirden giysiler dokurdu. Bugün ise köylüler malzemesi köy dışından sağlanan koyu renkli şalvar ve üzerine bluz giymekte, başlarına lacivert örtü (örtme)  örtmektedirler. Kadın giyiminde dış görünüş bakımından erkeğe nazaran değişme daha azdır. Evde elbisesi ile dolanan bazen başını örtmeyen kadın, sokağa çıkınca elbisesinin üzerine şalvar giymekte ve başını örtmektedir.Genç kadınlar arasında elbise giyenler, başlarını örtmeyenler az da olsa bulunmaktadır..Köyde gündelik kıyafette olduğu gibi gelin ve güvey kıyafatide tamamen şehirleşmiştir. Ancak köyde giyilenler, kasabadan ucuz sağlanan ve nispeten eski model olan giysilerdir.Kadın ve çocukların kısmen evde hazırlanan giysilerinin kumaşları dışarıdan satın alınmaktadır.

 ŞALVAR :        eninde üç boy kumaştan çıkar daha ziyade eflatun pembe,yaşlılar koyu renkleri tercih ederler,genellikle çimen yeşili,zeytin yeşili tercih edilir,şalvarın içine şalvar ( havsa) dikilir pamuklu veya şile bezinden dikilir

MİNTAN         : Şalvarın üstüne giyilir mintan ve şalvar işlemelidir,kadife kutnu,janjanlı ve yollu kumaşlardan dikilir

YELEK            : Şalvar üzerine kolsuz fakat işlemeli yelek giyilir,içine bezden buluz giyilir.

ÖRTÜLER       :Kare şeklinde üzeri baskı tekniği ile işlenmiştir,çiçek desenlidir

YAZMA           : Oyalar işlenir dikdörtgendir

ÇORAPLAR   : Yün çoraplar giyilir kadın çoraplar motif işlemelidir

AYAKKABILAR : Rugan ayakkabı giyilir,çarıkta giyilir,genellikle lastik ayakkabılar tercih edilir

ERKEKLERSE : Yelek ve zıpka giyerler,Kafkas kökenliler düğün törenlerde kalpak dik yakalı siyah satenden yapılmış diz boyu elbise ve yumuşak deriden çizme giyilir.Elbisenin üzerine dışardan fişeklik,kama,kemer gibi ayrıntılar vardır,kadınlar ise simli motiflerle süslenmiş kadife elbiseler giyerler bunları Aktaş,Edilli,Uğurlu,Yenice,Göktepe,Kirazlı,Hemşin köyleri giyerler

 

HIDIRELLEZ

6 Mayıs günü kutlanır,köyün piknik alanlarında,salıncaklar kurulur,yemekler pişirilir,ip atlanır,salıncaklarda sallanılır,birçok oyunlar oynanır,kızlar erkeklere,erkekler kızlara bakarlar orada birbirini beğenirler,arkadaşlıklar kurarlar,balık tutmalar olur,erkeğin beğendiği kız eğer salıncağa biner sallanır ise erkek hemen silahını çıkartarak iki el ateş eder ona onu beğendiğini gösterir,hıdrellezin en iyi yemeği helvadır.Komşu köyler çağrılır mevlit okunur yemekler yenir ,çeşitli eğlenceler yapılır,her yıl kutlanır halk buralarda bütünleşir

Bu törenleri anlatmadan önce pilavlık parası üzerinde duralım. Daha öncede belirttiğimiz gibi köyden başka bir köye gelin giden kızlardan pirinç parası alınır. Bu para hemen harcanmaz biriktirilir. Pirinç parasının anlamı şudur. Köy gençleri bu kızı o zamana kadar o şekilde korumuşlardır ki, kızın namusuna halel getirmemişledir. Pirinç parası bunun mükafatı bir bahşiş sayılır. Alınan pirinç paralar yedi emin olarak köylünün saygı duyduğu birine telim ederler. Köyden ne kadar çok kız gelin giderse parada o kadar çoğalır. Hıdrellezde bu para ile bir koç satın alınır. Pirinç alınır, un yağ alınır. Kesilen koçun etinden ya etli pilav yapılır, helva kavrulur, ballanır. Öğleyin gençler toplanır ve bu pilav yenir. En sonunda da helva yenilir. Hıdırellez bayramının ayrı bir güzelliği vardır. İp salıncaklar, zincirli salıncaklar, büyük ağaçlara bağlanır. Kızlar ayrı yerde, erkekler ayrı yerde sallanırlar. Ama bazen kızlar erkekleri, bazen da erkekler kızları seyretmeye giderler. Eğer beğendiği bir kız salıncak biniyorsa orada çıkarır silahını bir şarjör boşaltır. Bu olaya kimse ses çıkarmaz. Böylece kimin beğenilip beğenilmediği bu hıdrellez bayramı vesilesi ile belli olur. Bazı köylerde güreşler tutulur. Bazı köylerde derelerde balık tutulur eğlenilir.Akçakoca köylerinde hemen hemen hepsinde geleneksel olarak her yıl kutlanır köydeki küskünler barıştırılır geleneksel oyunlar spor etkinlikleri,folklorik oyunlar ve bunun gibi,Akçakoca’daki mülki amirlerde davet edilerek etkinlikler yapılır herkes baharı böyle karşılar

 

EVLERİ

Evler genellikle bahçe içinde olur.Avlu,avlu ağla çevrilidir, sebze ve meyve yetiştirilir Kurukavak,Karatavuk evler arası 4-5 km’dir,okul ve cami yanlarında evler yapılmıştır,az dağınık meskenlerde cepheleri sokak tarafına doğrudur Arabacı köyü gibi,Mısır ziraatı çok olduğu için her evin yanında hemen hemen 1’şer adet serender yapı vardır,ahırlar evlere uzaktadır,ahır ile samanlık yan yanadır

 

SPOR

Köyde 1 futbol 1 voleybol sahası olmasına rağmen hiçbir zaman gayri federe veya amatör olarak hiçbir müsabakalara iştirak etmemiştir,köyün hiçbir sportif amaçlı kulübü yoktur,köylünün spora yatkınlığı ,sporu sevmemesi dikkat çekicidir.

 

 

YEMEKLER

EKMEKLER       : Yufka ekmeği,Bazlama,Gözleme,Cızlama,Mısır ekmeği,Buğday ekmeği

ÇORBALAR        : Tarhana,Mercimek,Un,Çılbır,Kızılcık çorbasıdır

HAMUR İŞLERİ : Mantı,Börekler,Erişte,Kuskus,Kaşık makarna,Mancarlı pide

ET YEMEKLERİ: Kara dolma, Korçan,Sebze dolmaları,Kebaplar,Lahana sarma

TATLILAR          : Melen güççeği,Laz böreği,Güllaç,Sütlaç

ÇEŞİTLİ YEMEKLER : Kaygana,Soğanlı yumurta,Sebze yemekleri,Zeytin yağlılar,Mamursa,Kaldırık,Mantar  yemekleri,Tirit,Malay,Hoştanım,Mancarlı fırında pide Kara lahana yemekleri

 

ALT YAPI BİLGİLERİ

Kilitli beton parke döşenmiştir,300 m su borusu döşenmiştir,köyde taşımalı eğitim sisteminden faydalanıyor,1 ilkokul,1 cami,1 değirmen,içme suyu,kanalizasyonu,ptt acentesi,elektrik,sabit telefonu,1 adet köy güzelleştirme derneği,1 orman kalkındırma kooperatifi,1 futbol,1 voleybol sahası vardır.Sağlık ocağı sağlık evi yoktur, mobil sistemden faydalanmaktadır,köy yolu asfalttır,köye ilk ilkokul 1958 yılında yapılmıştır,Fiskobirlik üye sayısı 144 kişidir  Bolu voyvodasına bağlı idi 85 hane,1871 birinci arazi defterinde kaydı vardı,1922 de Bolu sallanamesinde adı geçmektedir,yerli,az dağınık köy statüsündedir,1844 de 63 hane 368,1935 de 228,1965 de308,1997 de 580,2000 de 493 nüfusu vardır,tarla ziraatı,2.100,fındıklık alanı,350,ormanlık alanı 15.050 dönümdür,mısır ziraatı % 12 dir.% 86 orman alanıdır.Akkaya köyü kalkındırma ve güzelleştirme derneği vardır

 

 

İSTİKLAL SAVAŞINA KATILANLAR

GAZİLER    : Bekir Bek-İbrahim D.1892,Bekir Kaya-A.Osman D.1893,Ömer Yıldız-İdris D. 1901 Halit Kaya- Mehmet D. 1891 Recep Kocaman-Ali D.1901,İbrahim Kaya D.1885,İbrahim Tezveren Kore gazisi

 

ŞEHİTLER    : Ahmet oğlu Kazım Kafkas şark cephesi D.1886,  Ö.1905

                         Osman oğlu Halil Kafkas şark cephesi    D.1894- Ö .1915

                         Mehmet oğlu Mehmet Çanakkale savaşı D. 1896- Ö.1915 5.Ordu Erdek

                                                                                                                       hastanesinde P.Er

                        Ahmet oğlu Kasım Kafkas şark cephesi   D. 1896- Ö.1915 er,

                         Ahmet oğlu Mehmet Çanakkale savaşı    D. 1900-Ö. 1915 er

                        Kazımoğlu Ahmet  Ardahan muhaberesi  D. 1895- Ö.1915

 

18 VE 19. YÜZYILDA TEMETTUAT DEFTERİNDEKİ DURUMU

Çok eski bir köydür 1844 yılında ilk imam Durmuş adlı kişidir,camiye ait vakıf tarlaları vardı daha sonra imam İmamoğlu Mehmet bin Halil olmuştur,1324 te birde divan kurulmuştur,divan toplanılan yer demektir.1844 yılında 34 hane,170 nüfus vardı,bu divanda 7 adet divan vardı,köyde Osmanoğlu Ali köyün yetimi idi,Pekmezcioğlu İbrahim bin Alioğlu Ali Kethüda Ali bin Mustafa,Arabacı Hamza bin Ali,Bartınlıoğlu İbrahim bin Osmanoğlu Şâkir,Deli Ahmetoğlu Osman bin Ali,Kayaşoğlu Mehmet bin İbrahim bahriyeli olarak askerlik yaptılar,en varlıklı kişi Hacıoğlu Ahmet bin Alive Mustafaoğlu Mehmet’tir.Bu dönemde 156 arı kovanı,18 sağman inek,38 manda öküzü 2 dişi malak 28 karasığır 8 erkek buzağı 1 tay 10 aile inek sahibi,66 öküz vardı,33 dönüm kestanelik vardı,3 adet bakkal,2 adet değirmen,vardı,Hacıoğlu Ahmet bin oğlu Mustafa,Mehmet oğlu Ali Abdi oğlu Halim bin Mehmet bunlar değirmencilik yapmışlardır 7 asker 1 imam,22 kereste nakliyecisi,1 hızarcı vardı.Ayrıca buğday,48 kg arpa,34kg mısır elde edilmiştir,arıcılık çok yapılıyordu ama  şimdilerde pek yapılmıyor.

 

KÖYE İLK YERLEŞEN SÜLALELER

 

1-Müminoğulları              Erkek           Konar   göçer           Yörükhan

2-Bozokoğulları               Yılmaz         Konar    göçer          Yörükhan

3-Karamahmutoğulları     Akyel                                              

4-Devreklioğulları            Taşkın                                             

5-İdrisoğulları                   Yıldız                                              

6-Karaalioğulları               Kıyak                                              

7-Kurtoğulları                   Kıyak                                               

8-Kırımlıoğulları               Ergün                                              

9-Kocaömeroğulları          Görmüş                                           

10-Baş                               Alaplı    bu köye göç gelme

11-Berk                             Konar göçer    Yörükhan taifesidir

12-Bek                              Konar göçer     Yörükhan taifesidir

13-Doğan                          Konar göçer     Yörükhan taifesidir

14-Kaya                            Konar göçer     Yörükhan taifesidir

15Koçak,                          Konar göçer      Yörükhan taifesidir

16-Tezveren                     Kastamonu Oğuz Türkleri yerli Akçakoca Beyören köyden göç

17-Yanık                          Kastamonu Oğuz Türkleri yerli Akçakoca Beyören köyden göç

18-Yapar                          Alaplı   bu köye göç gelme

19-Aydın                          Konar göçer      Yörükhan taifesidir

 

 

NOT: Katkılarından dolayı değerli ağabeyim Hüsamettin Kaya ve arkadaşım Selami Yılmaz a  değerli muhtarım Refah Koçak arkadaşımda teşekkür ediyorum

 

Kaynak:

Coğrafi bölgesi : İbrahim Tuzcu

Köyün ismi       : Mustafa Kocadon,Şükrü Dönmez,Kenan Okan,Vikipedi Özgür  ans.sitesi, Köy sakinleri,Selami Yılmaz Refah Koçak,Drl.İbrahim Tuzcu

Tarihi yerler: Selami Yılmaz,Refah Koçak, Kenan Okan,Köy sakinleri,Akç.Kaym.Sitesi,Drl.İbrahim Tuzcu

Coğrafi durumu: Şükrü Dönmez,Kenan Okan,Mustafa Kocadon,.Drl.İbrahim Tuzcu

Turizm              : Akç.Kaym.Sitesi,Selami Yılmaz,Refah Koçak,Köy sakinleri,Vikipedi Özgür ans sitesi,Mustafa Kocadon,Derl.İbrahim Tuzcu

Camii ve Mez.  : Kenan Okan,Köy sakinleri,Selami Yılmaz,Refah Koçak,Derl.İbrahim Tuzcu

Ekonomi           : Mustafa Kocadon,Şükrü Dönmez,Kenan Okan,İlçe Tarım.Müd,Köy sakinleri,Selami Yılmaz,Refah Koçak,Akç.Kaym.Sitesi,Vikipedi Özgür ans,Derl.İbrahim Tuzcu

Kültür                 Vedia Emiroğlu,Kenan Okan,Akç.Kaym.Sitesi,Sümeyye Köktürk, H.İ.Yavuz,Vikipedi sitesi, http://www.sosyalsiyaset.com/documents/tarakli.htm Görsel yayınları S.4,Derl.İbrahim Tuzcu

Spor                  : İbrahim Tuzcu

K.Alt yapısı      : Akç.Kaym.Sitesi,Mustafa Kocadon,Refah Koçak,Selami Yılmaz,Köy sakinleri,Derl.İbrahim Tuzcu

İstiklal savaşı   : Şükrü Dönmez,Geltog sitesi

Temettuat b.     : Dr.Zeynel .Özlü

Sülaleler           : Selami Yılmaz,Refah Koçak,Hüsamettin Kaya,Köy sak.Derl. İbrahim Tuzcu

 

 

 

 

 

 

 

ARABACI KÖYÜ

 

 

COĞRAFİ BÖLGESİ  :Karadeniz bölgesi

İLİ                                 : Düzce

İLÇESİ                          :Akçakoca

KAYMAKAMI            : Mehmet Ünal

B. BAŞKANI                : Fikret Albayrak

KÖY MUHTARI         : Hayri Tuna

TELEFON                   : 05364366930

POSTA KODU            : 81650

İLKÖĞRETİM OKUL: 03806233008

NÜFUSU                     : 125 Hane-451 Nüfusu vardır

ESKİ MUHTARLAR:

2009- Hayri Tuna

2004-İbrahim Çakmak-

1999-Ömer Çelik-

1994-Ömer Çelik

1989-İbrahim  Sarı-

1984-İbrahim Sarı

COĞRAFİ DURUM  : Düzce ye ,Akçakoca ya dir en yüksek tepesi 200 mt dir .Rakım 11 mt ,4515 dönüm fındıklık,735 dönüm ormanlık alanı vardır.Komşu köyleri,Koçulu,Koçar,Göktepe,Aktaş,Tahirli,Edilli dir

 

 

KÖYÜN İSMİ NEREDEN GELİYOR

1204 yılında 4. Haçlı orduları Türkiye’ye gelirler Karadeniz kıyılarında bazı memleketler kurdular bunlardan bırtanesıde Akçakoca da Ceneviz kalesidir,fakat daha sonra ,1261 yılında Latin imparatorluğu çökünce tekrar Ceneviz kalesi Bizanslıların eline geçti, 1204-1261 yılında Cenevizliler ve Bizanslılar,Akçakoca’ya gelirler bazı köyler kurarlar,bunlardan bırtanesıde Arabacı köyüdür..Buraya daha sonra 1243 yılında,Kastamonu’dan Moğol baskısından ve yenilgisinden sonra 130.000 kişi,Oğuz Kınık boyu üçok obaları batıya göç yapar bunlardan bazıları Akçakoca’ya gelirler bu Ceneviz ve Bizanslıların kurdukları köylerin yanına yerleşirler,fakat buraları talan ederler zarar verirler bunlardan bıkan Cenevizliler İmparatora şikayet eder ve İmparatorda o sıralarda Romanya Dobruca’da bulunan Gagavuz Türklerinden silahşör obaları buraya getirtir ve yerleştirir buraların güvenliğini sağlar ve bu kavimler yıllarca iç içe yaşarlar.,17 ci yüzyılda Adana-İçel sancağından batıya göç gelen Yörükler(yürüyen halk), 1877 ve 1916 yılında Doğu Karadeniz’den gelen göçler ve ayrıca evliya camının üst tarafına yerleştirilen Kırgızlar yaşamışlardır.Neticede Cenevizli ve Bizans Oğuz Kınık boyu üçok obaları Romanya’dan getirtilen Gagavuz Türkleri,Adana-İçel sancağından gelen Yörükler ve Kırgızlar yaşamışlardır. Akçakocada M.Ö. 1200 yılında Frik,M.Ö. 670 Lidya,M.Ö.395 te Roma Pontos,M.Ö.1200 de Hitit ama bu kesin bilinmiyor bu kavimler yaşamışlardır Eskiden Bizanslılar zamanında Gazcuma bölgesinde,Aktaş,Koçulu,,Tahirli,Göktepe,Koçar  Emirköy,Kırgızlar köylerinin pazaryeri idi.Halk buraya gelir alışverişlerini burada yaparlardı,eskiden bu köyde GAZ YAĞI  satışı çok olduğu için diğer köy komşuları gaz ihtiyacını karşılamak için buraya gelirlerdi bundan dolayı  Gazcuma denir. Bu olay Arabacıya elektrik gelinceye kadar devam etmiştir .Ayrıca bu komşu köyler burada toplanır alışverişlerini yapardı ve camide namazlarını kılarlardı Gazcuma denen yer bir toplanma yeri idi burası çok nam kazanmıştı,fakat bu güzellikler daha sonra tarihe karışmıştır. Osmanlı zamanında savaşlara arabaları ile çok yardımcı olmuşlardır.Orhan bey bu köyden süvari ve at arabaları yardımı almıştır,İstiklal savaşında ençok şehit veren köydür.Köy Gazcuma,Arabacılar diye anılmışlardır,1085 yılından beri köyün ismi vardır.Köye Balkan harbinden sonra Bulgaristandan 10 aile göçmen gelir halen bu göçmenler durmaktadırlar Köy yerli bir köydür,1324 yılında divanı teşkilatı vardı,köy Akdere nin yanına kurulmuştur 2. göç dediğimiz Doğu Karadeniz’den çok göç almıştır.Bu köyde Bizanslılardan kalma sepetçilik  yapılırdı son yıllara kadar bu sepetçilik devam etmiştir,komşu köyler buradan çok sepet alırlardı dışardan gelenlerde vardı.Not: Kazcuma değil Gazcuma dır,diğer kitaplarda yanlış telaffuz edilmiştir,gerçeği Gazcuma dır.1916 Yılında karşı mahalle ve yukarı mahalleye Rize’den gelen göçmenler tarafından kurulmuştur,köyde Ordudan gelenlerde olmuştur ,daha önceleri de manav Türkleri burada eskiden beri vardı

 

TARİHİ YERLER

Arabacı köyüne giderken,sağda Akdere kıyısında:Cumayeri hamamı,Cumayeri cami,Cumayeri piknik yeri,Cumayeri kabristanı,Asırlık çınarları,Cumayeri mesire yeri turistlerin uğrak yeridir Kuran okumalı Mevlitler burada okunur.Bu cami Kepenç,Ortaca,Göktepe,Kınık,Emirköy,Koçar,Aktaş,Arabacı,Kırgızlar,Tahirli köyleri buraya gelir ibadetlerini buralarda yaparlardı.Ayrıca Horasanlı Şecaattin kara Ahmet dede dere kenarında bir tekke kurmuştur.15.yüzyılda yıkılır,kestane kalaslarından yapılan çandı cami idi,birde su değirmeni yapılmıştı,cami bahçe içinde çardak yapılmış,bütün ayanlar buraya gelir bu kamelyada oturur alışveriş antlaşmalarını burada yaparlarmış. Ayrıca yukarı mahalle sakinleri çoğunlukla Arabacı köyden buraya yerleşmişlerdir,bunlar Hüseyin beyler,Köyağası,Demircioğlu Mehmet,Bekiroğulları(Yılmaz) bunlar Arabacı köydendirler

Denizgezler,Bayraktarlar(Hocaoğlu) bunlar Uğurlu köyü üzerindeki Aydoğan köyün Balazar köyünden buraya gelmişlerdir ilk fındığı bu köye Hocaoğlu Mehmet dikmiştir Bir adet değirmende mevcuttur,göçmenler mahallesinde Cenevizlilerden kalan kilise ve artıkları da şimdilerde yok olmuştur

 

AKARSU VE DERELERİ

Kurugöl,Küpler,Aktaş tan çıkan akarsu Arabacı köyün yanından Edilli ağzına dökülen Akdere ,ve Kurudere vardır.Cumayeri yolu üzerindeki mezarlıktaki Zincirlikuyu suyu tatlı ve soğuktur ama şimdilerde kapatılmıştır ,su altı seviyeleri çok değişkendir,Pınar,ve kuyu suları faydalıdır ancak çok kireçlidir,serttir koli bakımından zengindir içilmesi mahsurludur,sıcak su ve göl yoktur

DAĞLARI VE TEPELERİ

Kaplan dede(1158)mt Kaplan tepe (1066)mt dir.

İKLİMİ:

En fazla yağış Eylül-Kasım-Aralık-Ocakta olur,kar Aralık ve Ocak ayında yağar ama uzun sürmez,Mayıs-Haziranda Karayel,Temmuz-Ağustos-Eylül ayında Poyraz eser,kış aylarında lodos eser,Temmuz- Ağustos-Eylülde güneş kendini daha iyi gösterir,Aralık,Mart ayları arası en düşük sıcaklık olur ılımaman Karadeniz iklimine sahiptir.

JEOLOJİK DURUMU:

Eosen-Folişi,Muminitli Kalker mevcuttur.Dere ve vadi tabanları alüvyon,yamaçların büyük bir bölümü silis formasyonu,tepelerin üst kısmı da 3.derecede kumlu,çakıllı tabakalar halindedir.Depreme dayanaklı 3.bölgedir.Dağlar denize paralel uzanır.Paleozoik devre ve tersier arazilerde ibarettir.Eosen Folişi- Muminitli kalker toprağa sahiptir Karstik kaynakların en önemlisi Arabacı köy yakınındadır bol suyu olan Memişözü kaynağıdır .Halen bu kaynak kalker tabakalar arasından çıkıp Aksu deresinin kollarından biridir Jeolog Dr.Ervin Lan,Mühendis Zeki Erişir.

 

BİTKİ ÖRTÜSÜ

Akçakoca’da orman alanı 20477.77 hektardır.Çoğu bozuk orman alanıdır % 43 kayın % 0.8 gürgen %0.1 kestane % 6 meşe % 1 kavak % 0.25 ıhlamur % o.4 çınar bulunur,gerisi fındıklıktır.Maki bitki örtüsüne sahiptir,iklimin mutedil yağışlı olması bitki örtüsünün gür olmasını doğurmuştur.

TOPRAK YAPISI

Topraklar kırmızı kahverengidir.Toprak asitli,kireci azdır,topraklar erozyona maruzdur.Potas ve fosfor bakımından fakirdir,tuz oranı normaldir.Saha umumi olarak pedojenez bakımından genulik safhasındadır.Toprak killi ve tınlı kıvrıntılı karakterdedir

 

TURİZMİ

Köy köydes yardımı ile güzelleştirilmiştir Cumayeri piknik alanı,camisi,doğal güzelliği,asırlık çınar ve gürgen ağaçlık içinde olan resteurantı,Cemal Sarı ya ait balık resteurantı,yerli ve yabancı turistleri buraya çekmektedir,şirin bir köydür,Gazcuma,ve Aşağı Yukarı mahalle diye 3 mahalle vardır,

CAMİLERİ

 

Merkez cami 1900 yılında yapılmıştır ahşap,200 cemaatli tek Şerifeli bir camidir .Bunun yerine modern bir cami daha yapılmıştır.1996 yılında yapılmıştır tek Şerifeli 1000 cemaatlidir,mimarı İsmail Küçük tür.Karşı mahallede 1960 yılında tek Şerifeli 50 cemaatli camide yapılmıştır

 

MEZARLIKLARI

Mezar taşlarındaki konular erkek mezar başlarına başlık,kadın mezarında süslemeler ön plandadır,erkek mezarlığında büyük sarıklı olanlar ulema ve paşaları,uzun külah üzerine sarık tasvirler,derviş ve tarikat şeyhlerini,sadece ince sarıklılar köy ağalarını,üstü geniş ve altı dar kavuk biçiminde olanlar yeniçeri ağalarını işaret etmektedir

Karşı mahallede aile mezarlıkları vardır ,ayrıca Gazcuma da şimdiki ilk öğretim okulun yanında bir mezarlık vardır,çevre köylerin mezarlığı imiş ,halen bu mezarlık kullanılmaktadır 50 dönüm dür çok eski mezarlıktır çengel mevkiindedir Cenevizlilere aittir,baldır tepesin dede mezarlık vardır,Koçar ve Arabacı köy arasında da 40 kızlar mezarlığı vardır,Arabacı eski köprü başında eski Akçakoca karakol komutanı Bekir Sıtkı Özkök sülalesine ait yazılı bir mezar taşı bulunmuş,değerli hocam Mithat Özkök tarafından yukarı mahalleye mezarlığına götürülmüştür halen de ordadır bu sülale Arabacı köydedendir,kurtuluş savaşında çok emeği geçen bir ailedir.Y aranoğlu Hacı Ağanın anası Emine 1245 Davut Ağa 1245-Terzi Osman kerimesi1255-Hacı Emin Ağanın Mustafanın kerimesi Zeynep hanım1254-Hacı Mustafa oğlu Hacı Raşit Ağanın kerimesi Zeynep hanım 1266-Çekirgeoğlu Hüseyin Ağa 1234-Terzi Mehmet’in hanımı Ayşe hanım 1239-Hacı Ahmet Ağanın zevcesi Rabia hanım 1264- Ayan Hacı Hüseyin Ağa 1230-Hüseyin Ağanın kerimesi eceli kaza ile vefat eden Necibe 1232- Bu Necibe tütüncü Hacı Ahmet Ağa tütüncü Osman’ın zevcesi ve oğlu Hacı Ahmet mollanın validesidir.Bunun kocası Ayan olup buraya meyve getirene para verirmiş bunun adeti imiş çok insanlara yardımı dokunurmuş ,köyde ayrıca  muhtelif yerlerde aile mezarlıkları vardır bunlar 8 yerdedir ,bazıları,ve eski mezarlıklar münkariz olmuştur

 

EKONOMİSİ

 

 

HUBUBAT:Buğday,Mısır,Arpa

BAKLIYAT:Fasulye,Bezelye,Bakla,Soğan,Lahana,Marul,Pırasa,İspanak,Kaldırık,Patates Karalahana,Biber,Patlıcan

MEYVE       : Elma,Armut,Kestane,Ceviz,Üzüm,İncir,Dağ çileği,Muşmula,Ayva,Kızılcık,Kiraz

Ekonomisi Tarım ve Hayvancılığa dayanır.Köylü,bahçesinde yetiştirdiği sebzeleri Akçakoca pazarına götürür orada satar,kadınlar ev ekonomisine katkı sağlarlar.Artık günümüzde fındığın para etmemesi insanları başka işlere meşguliyetine zorluyor,köyde balıkçılık yapan yoktur,büyükbaş hayvancılığı revaçtadır,eski manda,malak,vb gibi hayvanlar kalmamıştır,yalnız sağman inekler vardır,elde edilen sütler pazara götürülüp satılmaktadır., tavuk kümesi besiciliği olmasına rağmen kümes hayvancılık da yok olmaya yüz tutmuştur.Köyde eskiden kesif ormancılığı yapılıyordu ama şu an kanunlar buna el vermiyor, Köyün erkekleri sanayi bölgelerine çalışmaya giderler,nakliyatçılıkla uğraşanlar vardır,artık köylü son zamanlarda endüstri kollarına yönlenmiştir,köydeki dokuma tezgahları da münkariz olmuştur,köyde hiçbir sanayi kuruluşu yoktur. Akçakocada eskiden köyden armut,ceviz,kestane,dut,incir,dağ çileği başta Zonguldak,İstanbul’a takalarla sevki yapılıyordu.Ayrıca kesif ormancılığı vardı bunlarda aynı şekilde sevkıyatı yapılıyordu,fındık bahçesinin gelişmesi buraya ayrı bir önem kazandırmıştır.Mısır ve Buğday daha önceleri Bolu ve Gerededen karşılanıyordu.köyde tütün az miktarda yapılmıştır.Bolu ve Düzce’den buraya mısır buğday kağnı arabalarıyla getirilir değirmenlerde öğütülürmüş Denizgez ve Hocaoğuların depoları varmış bu mahsuller buralarda depolanırmış,fındıkçılıktan önce arabacılık,sepetçilik ve ormancılık yapılırmış ,sepetçilik Bizanslılardan kalma imiş değirmencilik 30 sene önce kalktı,8 adet vardı. İlçemizde tarımsal üretim içerisinde bitkisel üretim, özellikle fındık üretimi ağırlıklı yer tutmaktadır. Fındık üretimi dışında kasaplık tavuk üretimi, büyükbaş hayvan üretimi, balıkçılık, arıcılık,  mantar üretimi önemli tarımsal faaliyetler arasındadır. 1930 yıllarda ekonomi denize bağlı idi,bunun yanı sıra reçberlik,odunculuk,kerestecilik ön safhada yer alırdı,şehirlinin tümü denizci idi,gemi tüccarı,gemici,tekne sahibi,balıkçı,yada yükleme ve boşaltma amelesi idiler.Akkaya,Aftunağzı,Beyhanlı,Döngelli,Çuhalı,Kızlarağası,Değirmenağzı,Taşman Deresi,Karaburun,Melenağzı iskeleleri vardı,buralardan ticaret sağlanırdı.Ayrıca ilçede 4750 büyükbaş hayvan vardı ama son yıllarda azalma kaydedilmiştir,kümes hayvancılığı da son yıllarda azalma görülmüştür 190 adet kümes vardı,beyaz et üretimi 25.000 tonu geçmekte idi.2000 civarında fenni kovan vardır.Maden direkleri dışında ,Bolu Adapazarı’nda ,Düzce’de yetişen buğday,kavun,karpuz gibi toprak ürünleri manda ve öküz arabalarıyla deniz sahiline getirilir buradan da deniz yoluyla gelen gaz,ve tekel maddeleri aynı arabalarla taşınırdı,sahilde bulunan depolarda bu mallar stoklanır dı zaman içerisinde tuz ve benzeri şeyler şehir ve kasabalara sevkiyatı yapılırdı,ayrıca deniz yoluyla da sandallarla başka şehirlere sevkiyatı yapılmakta idi. Arabacı köyü toprakları çok verimli olduğu için bahçelerde Öküz ve Manda hayvanlarından faydalanırdı,ayrıca şehir merkezlerine gitmek içinde kullanmışlardır,kereste taşımacılığı ön safhada olduğu içinde bu hayvanlardan faydalanılmıştır.Bu köyde balcılıkta fazla yapılmakta idi ,ama maalesef bu hayvanlar şimdilerde yok olmuştur

 

 

GEMİ YAPIMINDA KULLANILAN KERESTELERİN SU HIZARLARI İLE KESİLMESİ

Su hızarı su değirmenlerinde olduğu gibi olasılıkla suyun hareket gücünden faydalanarak yapılan ve dairesel hareketin doğrusal harekete çevrilerek odun ve kereste üretimini sağlayan ağaç testereleridir.Aftuni ( Altunçay,Dereköy,Subaşı ) bölgesinde 25 adet su hızarı vardır Arabacı köyünde18 adet su hızarı vardır. Bunlar şu anda teknolojiye yenik düşmüştür kullanılmaktadır

 

 

FINDIKÇILIK

Hemen hemen herkes fındıkçılıkla uğraşmaktadır.Devlet orman arazilerini açıp buralara,memleketten 1900 yılında Trabzon’dan gelen Bostancı hacı Ahmet efendi Akçakoca’ya fındığı getirir Osmaniye mahallesine fındığı ekmiştir,yine Mehmet Arifin getirttiği fındığı ekerler daha sonra Batum göçmeni olan zücaciyelik yapan Mustafa efendi Doğu Karadeniz sahillerinden aldığı fındık fidelerini Ereğli ve Akçakoca da satarmış.Bir gün Giresun’a uğrar o zamanın belediye başkanı limanda fındık fidesi dağıtıyormuş,Mustafa bey bunları alır gemi kaptanına da söyler,gemi kaptanı fideleri fıçılara koyarak Ereğli Akçakoca ya getirir,diğer rivayete göre de Yenice köyün kurucusu Kibaroğlu Hurşit,Kırıkoğlu Tahir,Keleşoğlu İbrahim,Alioğlu Tufan Tefik ilk fındık fidelerini ekmişlerdir.Bunların getirdiği fındık dallarından sopa ile dövülürmüş dalları çok büyükmüş,daha sonra Mehmet Arif kaliteli fındık fidelerini götürür,millete bunları tercih eder millet bu fındık fidelerini dikerler.1922 yılında 4000 fidan mevcuttu fındık sevkiyatı artınca millet fındık ekmeye başlar,fındık bahçelerde elle toplanır,çeşitli evrelerden geçtikten sonra yere sofralar kurulur altına büyük bezler serilirdi, sofra etrafına toplanan kişiler fındığı kırardı,bazıları da fındığı kabuğundan ayıklıyordu çok çetin olan bu sistem yerini 1930 yılında merkezde Kapkirli’de elle çalışan değirmen gücü ile çalışıyordu ve fındık böyle kırılıyordu,Sarı Hafızların Halit Arıkan bu değirmeni kurmuştu ,daha sonra Trabzonlu Abdulrezzak efendi elle kırma fabrikası kurar,daha sonra Küçükömerler’in Ömer Aydın 1932 yılında  şimdiki Özyuvam’ın olduğu yere ahşap bina içinde makaralarla çalışan fındık kırma makinesini kurar,1942 yılında da Diyarbakırlı lakaplı Cemil bey Osmaniye de bir değirmen kurar ama bu değirmen dizel motoru ile çalışmakta idi,yine bu sırada mebus Vahit Yöntem Osmaniye de deniz kenarında modern bir fabrika kurar1946 yılında,1947 yılında da Arabacı köyünde Hocaoğlu Mehmet dizel motoru ile çalışan bir fındık kırma fabrikasını kurar.Edilli köyünden olan Hüseyin Horoz da dizel motorun masrafını azaltmak için Değirmenağzı mevkiinde su gücü ile çalışan fındık kırma fabrikasını kurar,düşük alternör ilavesi ile akü şarj girişimi ile iyi bir fabrika idi ve en son 1954 yılında Orhan derenin denize döküldüğü yerde Fiskobirlik adına modern bir fabrika açılır,bu fabrika 2008 yılında tamamen yıkılır bunun yerine Sapak mevkiinde çok modern fabrika açılır üretimine devam etmektedir.İlk fındık yağını Kalfanın Bekir Üstünel yapmıştır,fındık eskiden tımar,çapalama,tırpan yapma,toplama,öküz arabalarla taşıma,sopalarla dövme,elle ayıklama,sık tellerden yapılmış bir aletle incesini kalınını tozunu ayıklama evrelerden geçerdi,ama şimdi toplama,ilaçlama,gübreleme,motorla tırpan yapmak,ayıklamayı patoz makineleri ile yapmak maliyeti yükseltiyor,Fisko’da fındık taban fiyatını da düşük tutunca halk artık fındıkçılık’a iyi bakmıyor.Fındık şubat mart ayında ekilir 2-3 yıl yetişmesi sürüyor,4-4 6-6 ara ile 6-8 fidan 60- ocak kuyular açılarak dikilir.

En iyi fındık türleri şunlardır:.

Çakıldak,Kargalak,Kan,İncekara,Kuş,Tombul,Paloz,Foşa,Kalınkara,Uzunmusa,Mincane,Cavcana,Badem,Yağlı fındık,Kara fındık,( yağlı fındığa benzer kabuğu siyah ve serttir)Sarı fındık (yuvarlak kabuğu ince verimi fazla),Yomra(yuvarlak vermi fazla),Sivri( ince uzun bademe benzer),Dilovası,ve Mehmet Arif fındığı ( yağlı  kabuğu ince verimi fazladır). Deli sava(Fındığın içini iyi doldurmaz)

 

HAYVANCILK

Az sayıda Koyun,Keçi,Sığır,Tavuk,,Arıcılık yapılmaktadır,her evde hemen hemen sağman inek mevcuttur,süt besiciliği yoktur süt mandıra üretim tesisleri yoktur,köylü kendi süt mamullerini kendisi yapardı ama maalesef büyükbaş hayvan yetiştiriciliğinde düşüş yaşanmıştır.köyde kaz,ördek,tavuk bazı aileler vardır,tavuk kümesçiliği canlılığını yitirmiştir

Köyde malak, manda at, öküz,katır var idi ama maalesef münkariz olmuştur

 

ORMANCILIK

Çam,Kayın,Meşe,Kestane,Gürgen,İhlamur,Kavak,Çinar,Defne,Kocayemiş,Muşmula,Ayı üzümleri,Orman gülleri,Yer gülü,Erica ağaçları,Eğrelti otu,Çoban püskülü diye orman ürünleri var  .Eskiden devlet orman arazisini talan edip fındık ekimi yapılmıştır,son zamanlarda orman kanununa göre kesif ormancılığı yapılmamaktadır orman işletme şefliği tarafından bölge kontrol edilmektedir,köyde hızar makinesi yoktur Yakacak odun,kayık kerestesi,demiryolu traversi,maden direği bu köyden de sağlanıyordu. Ormancılığın çok önemi vardı. sevkiyatın ve istihsalinde çalışanlar çoktu.Eskiden Aktaş orman şefliğine bağlı idi,ormancılık revaçta idi,su hızarları çok olduğundan burada orman masifçiliği çok yaygındı

 

AVCILIK

Bölgede göçmen kuşlara daha çok rastlanmaktadır,Sarıkuş,Çulluk,Bıldırcın,Ördek,Üveyik ördek Kaz,Kuğu,Tarakçın,Karakçun,Sığırcık,Bozbakkal,Karabakal bulunur.Son zamanlarda,gerek ilaçlama gerek yanlış avlanma neticesinde çok azalma olmuştur ördek,Çulluk avı çok meşhurdur.Çevredeki daimi kuşlar kestane

Kargası,Çulluk,Ördek,Üveyik,Sığırcıktır.Tavşan,Çakal,Tilki,Domuz Ayı,su Samuru,K unduz,Geyik,Karaca vardı ne yazık ki bunlara da az rastlanmaktadır.Domuz avı devamlı yapılmaktadır.Köydeki devamlı hayvanlar Domuz,Ayı,Kurt,Tilki,Çakal dır..Av turizmi yapılabilecek köy konumundadır.

 

 

KÜLTÜR

Doğu Karadeniz kültürü hakimdir

AKÇAKOCADA

 Kız ve Erkeğin Tanışması :Akçakoca’da mısır bitkisinin fazla ekildiği, fındığı kozalarından ayırma makinelerinin daha ortaya çıkmadığı dönemlerde mısır soyma, fındık ayıklama imeceleri yapılırdı. Bu imecelere kız ve erkekler bir arada katılırlardı. Mısır çapalama, fındık toplama işleri de imece şeklinde yapılırdı. Akçakocalı kız ve erkek gençler birbirlerini bu imecelerde, kasabaya inme sırasında, dereye suya giderken, nişan, düğün gibi eğlencelerde tanırdı.Kız ve erkeğin ortaklaşa güvendikleri bir kadını aracı olarak kabul eder ve sevgi nişanelerini birbirlerine bu aracılar ile gönderildi. Bu günde buna benzer olaylara şahit olunmaktadır. Çoğu kez kız erkeğe, kendi işlediği bir mendili, oğlanda kıza gülyağı, şeker, lokum, küpe, yüzük gibi hediyelerde gönderirdi.

Sevdalık Günleri :Akçakoca gençleri arasında sevdalık günleri çok önemliydi. Sevenlerin arkadaşları vardır. Bu arkadaşlar erkek ise, hep seven erkeğin etrafındadır, arkadaşları için pervane olurlar, hep beraber gezerler. Başkaları seven erkekmiş izlenimi yaratırlar. Örneğin; Sevdiği kız salıncağa binerse, önce aşık olan silahını boşaltır. Bunun anlamı: Bu “Seni başkası severse onu öldürürüm” anlamına bir mesajdır. Ardından aşığın arkadaşları silahlarını boşaltırlar. Bunun da anlamı: “Bir arkadaşımızın arkasındayız” demektir Durum herkes tarafından anlaşılır, kimse kimsenin sahasına girmez. Erkek evlenme arzusunu ailesindeki kadınlara açar. Zaman içinde gelişen olaylar oğlanın anası tarafından babasına iletilir. Günler ve gecelerce ne olup olmayacağı, aileler arasında düşünülüp tartışılır. Sonunda kız tarafının kıramayacağı bir elçi bulunur. Elçi baba ve annenin ağzını arar. Olumlu yanıt alınca kızı istemek için girişimlerde bulunur.Toplum kız isteme konusunda çok duyarlıdır. İstenilen bir kızın verilmemesi ya da söz kesiminden sonra dönülmesi erkek tarafından hakaret kabul edilir. Bu tür olaylar genellikle kan davası gibi olaylara sonuçlanır.

Sıra Gözetme :Ablası bekar olan, evlenme çağındaki erkek bu kuralı bozup evlenebilir. Erkek toplunda kadından önce gelir. Erkek kardeşler arasında da sıra gözetilir. Miras taksiminde kızın payı erkeğe göre yok gibidir. (Bu gelenek Lazlarda daha çoktur.)Son zamanlarda Bölgede kızlar arasında sıra gözetme geleneği vardır. Büyük kız varken küçük kız evlenmesi ayıplandığı gibi baba buna kesinlikle karşı koyar herkes hakkını yavaş yavaş  alma yolunu tutmaya başladı.

Başlık Parası :Akçakoca ve köylerinde başlık parası vermek hemen hemen yok gibidir. Yalnız fakir ailelerde kızına çeyiz yapabilmek için bir miktar para ödenir. Başlık parası verme Laz ve Gürcü ailelerde, Rizeli  toplumlarda daha az uygulanır. Abazalarda başlık parası alınmaktadır.

Kız Kaçırma Olayları :Abazalarda düğün çok masraflı olduğu için, özellikle birbirini seven çiftler kaçarlar. Bu danışıklı düğüştür. Kız kaçırılmadan önce nüfus cüzdanı kaçırılır. Kızın yaşı on sekizden küçük ise kız kaçırılınca erkeğin akrabalarından birinin evinde saklanır. Daha sonra aileler arasında anlaşmaya gidilir. Kaçırılan kızın yanında kıza yakınlığı ile bilinen kızın arkadaşı ile kaçırılır. Bu kıza tasavize denir. Kız emin bir ailenin yanına misafir edilir. Düğün yapılıncaya kadar kız o evde kalır. O evde her akşam eğlence yapılır. Bunun adına taşamhara denir. Kız-erkek anlaşarak kaçmışlarsa iki tarafın aileleri bir müddet birbirleriyle görüşmez. Daha sonra aracılar yardımıyla taraflar barıştırılır. Ancak yıllar süren küskünlükler söz konusudur. Kız kaçırmada kızın rızası yoksa olay kan davasına kadar gidebilir.

Kız İsteme Geleneği :Ön hazırlıklar tamam olunca kız babasının sevdiği birisi erkek tarafı ile birlikte kız istemeye gider. Erkek tarafından ağzı laf yapan biri sözü açar.“Biz Allah’ın emri, Peygamberin kavli ile kızınız ...............’yı oğlumuz ..............’ya istemeğe geldik” der. Baba da;Allah yazdıysa olur. Amma bir düşünelim. Soracak adamlarımız var onlara soralım” der. Bu biraz naz etmek ve kendi akrabalarına paye çıkarmak için söylenmiş bir sözdür. Bir müddet biçilir. Bu arada istiyorlarsa, el altından erkek tarafını cesaretlendirecek haberler iletilir.Bu dönemde, kız ile erkek karşılaştıklarında kaş göz işaretleri ile birbirlerine cesaret verirler. Kız belli bir süre sonra istenir.

Söz Kesme ve Nişan Olayı :Eskiden erkek askere gitmeden nişanlanırdı. Nişanlık süresi, askerlik, para yokluğu ile ilgili olarak 2-3 hafta ile bir yıl arasında değişir. Yerli halk arasında beşik kertmesi kesinlikle yoktur. Göçmen köylerinde beşik kertmesine rastlandığı söylenmekte ise de tespit edemedim.Kız istemede erkek tarafından hediye olarak getirilen “kutu şekeri” ertesi gün iade edilmez açılırsa, kızı erkeğe verildiğine işarettir.Taraflar tarafından söz kesiminden sonra oğlan tarafından akrabaları kızın evine yüzük, kutu şekeri ile elbiseler, çorap ve terlik alıp giderler. Nişanda yüzükler takılır. Bazı köylerde nişanda erkeğin bulunmadığı, akrabası tarafından kızın parmağına yüzük takıldığı söylenmekte ise yerli köylerde böyle bir gelenek bulunmamaktadır.Bir süre sonra kız tarafı, yüzük, bir kat çamaşır, kaynanaya elbise alıp oğlan evine getirirler.

Çeyiz Geleneği
:Çeyiz olarak sandık, yatak, yorgan, yelek, şalvar, bakırdan mutfak eşyası, elde dokunmuş yer hasırı, hasır seccade, ottan duvar yastığı, kanaviçe işler ve örtüler vardır. Çeyizin miktarı ailenin mali durumu ile ilgilidir. Yerli halkta çeyiz eşyası, Doğu Karadeniz kökenli ailelerde olduğu kadar fazla olmakla beraber, kızlar mirasta erkek kadar hakka sahiptir.

Kına Gecesi :Düğün geleneğinin ilk kademesi kına gecesidir.Kına gecesi Çarşamba günü yapılır. Kına gecesi için erkek tarafı beraberlerinde taraftarları ile birlikte yanlarına kına alıp gelin evine gidilir. Dört kız çarşaf veya büyük bir yazmanın altına gelini alırlar. Bir kız gelinin eline tabaktan kına yakar. Elleri temiz beyaz bezlerle yumrukları bağlanır. Bir taraftan da maniler söylenir. Hem gelin ağlar, hem etrafındakiler. İzzet ve ikramdan sonra erkek tarafı evlerine gelir. Damadın evi önünde büyük bir ateş yakılır. Kız tarafı tavuk istemeğe gelir. Her evden birer tavuk alınır. Ateş yanınca baklavalar getirilir. İkramlar yapılır. Kız tarafı darıltılmadan uğurlanır.Kına gecesi bayramlık elbiselerini giyen genç kızlar çiftetelli, topal oyunu, orta oyunu gibi oyunlar yaşlı bir kadın denetiminde oynanır: Düğünden bir gün önce gelinin ve yakınlarının eline kına yakılır kına erkek tarafından getirilir kına yakma töreni boyunca maniler söylenir gelin ağlatılır,kına gecesi kızlar çiftetelli ve çeşitli oyunlar oynar.Köy lisanı ile mani ve türküler söylenir.

 

‘’Yukarı köyün çakalları                        Yukarı köyde çakal yok

   Aşağı köyün bakalları                         Aşağı köyde bakal yok

   Damat beyin sakalları                         Güveyin sakalı yok

   Gelin kınan kutlu olsun                       Gelin kınan kutlu olsun

 

   Kına gecen hoş olsun                          Köyümüzden çıkıyorsun

   Evin bereket dolsun                            Bize veda ediyorsun

   Damat bey eşin olsun                         Yeni yuva kuruyorsun

   Gelin yuvan mutlu olsun                    Gelin kınan kutlu olsun’’

Diye maniler söylenir.

Düğün Günü :Düğün genellikle nişandan en az bir yıl sonra yapılır. Bindallı ve benzer gelenekler yoktur. Eskiden gelin renkli ve temiz ipekli elbise damat ise don pantolon üzerine beyaz gömlek ve işlemeli yelek giyerdi. Güvey fakirse beyaz elbise ödünç alınırdı.Eskiden olduğu gibi gelin kayın baba ve yakın akraba arasına giderdi. Gelin evden çıkarken, kız kardeşlerden biri, yoksa akraba kızlardan biri çeyiz sandığı üzerine oturup sandık haracı isterdi. Ayrıca kapıdan çıkarken erkek kardeş, kapı haracı olarak bir miktar para talep eder.Köylerde, genellikle bir öküz arabası süslenirdi. Üstüne halı ve kilimlerle bir örtü yayılır. Araba çan ve zillerle bezenir, köylüler şık giysilerini giymiş, arabanın önündü, ardında, yanında yürüyerek giderlerdi. İkide birde araba durdurulur:- Ala ala hay... diye bağırarak düğün evine varılır. Yolda devamlı halaylar çekilir. Kasap oyunu, Kastamonu zeybeği gibi oyunlar oynanır. Gelin alayı, çeşitli yollardan dolaşarak damat evine varırdı.Gelin alınmadan o köylülere veya mahalleliye pilavlık parası verilir. Gelin arabaya binmeden bolluk ve bereketli olsun diye ya damadın babası veya yakını bozuk paralar içinde şekerler, buğdaylar serper, çocuklarda bunları birbiri üzerine yığışarak kapış kapış toplardı.Köyden çıkıncaya kadar çeşitli yollardan dolaşarak damat evine varılır. Gelin arabadan inmez, bahşiş ister. Bir inek ya da tosun getirilir. Kulağı kesilerek işaret verilir. Kapı önünde kurulan bir masada kız tarafı tatlı, şeker, sigara, mermi gibi isteklerde bulunur. Bu istekler karşılanıncaya kadar gelin bekletilir. Bu durum bazen üç dört saat kadar sürer.Gelin eve girerken eğilip eşiği öper. Bolluk getirmesi düşünülerek mısır, buğday, şeker, bozuk para atılır. Akraba ve komşular başlarında birer tepsi baklava alarak erkek evine giderler. Tepsiler üst üste kümelenir.Erkeklerde evin önünde yakılan ateş etrafında oynarlar. Bu oyunlar kadın kıyafetine girmiş köçekler tarafından oynanır. Eğer aile varlıklı ise dört köçek, dört davul, dört zurna ve dört keman bulunur.Diğer köylerden geleneklerde kafileler halinde düğüne katılırlar. Kimileri koç, kimileri koyun getirir. Meydanda ikramlar yapılır.Yenip içilir. Sonunda köylüler misafirlerini evlerine götürürler.Hoca nikahı yapılır, bu adet yaygındır. Hoca nikahı yapılırken gelinin yanında dadı veya bibi (teyze, hala) denilen kadınlar bulunur.Gürcü köylerinde düğün gecesi, güveyin gerdeğe girmesi yasaktır. O akşam kızın akrabası olan kızlar sabaha kadar beklerler. Düğünün ertesi günü gerdeğe girilir. Düğün genellikle üç gün devam eder. Lazlar ve Hemşinlilerde de benzer gelenekler vardır.Diğer köylerde ise hoca nikahı kıyılır. Sonunda güveyi arkadaşlarının kolunda gelinin odasını getirilir. Arkasından yumruklanarak odaya itilir. Damat odaya girer. Hazır bulunan seccadede iki rekat namaz kılıp duasını yapar ve gelinle tanışmaya gider. Damat bu arada gelini konuşturmaya çalışır. Ona hediyeler verip konuşturur. Konuşturulunca da pencereyi açıp iki el silah atar. Bundan sonra herkes dağılıp gider.Gelinle damat, gidip kayınvalidenin elini öperler. Tekrar odalarına giderler. Orada baklava yerler. Bazense baklava kesmelerinin yarısını yiyip bırakırlar. Ertesi gün bunları evlenmemiş erkek ve kızlar yer. Darısı sizin başınıza gibi bir gelenektir bu. Ertesi gün sabah, köçekler, davetliler düğün evinin önüne gelirler. Oyunlar oynanır. Damat elinde bir tepsi baklava ile herkese birer kesme baklava sunar. Sonra da herkes dağılıp gider. Ev kadınlarla dolar. Duvak günü damat sağdıçla gider. Gelinle sabahtan ikindiye dek oyunlar oynanır, şarkılar söylenir ve derken düğün biter

Duvak .Güvey gecesi sabah gelini eğlendirmek için eğlence düzenlenir. Gelin oynar ve etrafa para atar.Bekar kızlar gelinin duvağından teller koparırlar. Duvaktan sonra erkek ve kız evlerinde yemekli davetler yapılır.

Düğün Davetleri :Bütün akraba ve hısımlar gelin ile damadı davet ederler. Bunlar taşıma davetleridir. Her gidilen eve gelinin yaptığı bir el işi işleme götürülür. Onlarda onlara çeşitli hediyeler verirler.

Doğum Olayı :Genellikle ilk çocuğun erkek olması istenir. Çocuklar genellikle beşikte büyütülür. Çocuğun adı üç gün içinde yaşlı bir erkek veya hoca tarafından üç defa kulağına okunarak konulur. İsimden sonra ezan okunur. Komşular ve akraba loğusaya evvela geçmiş olsun derler sonrada hediyeler getirirler. Doğumun kırkıncı günü çocuk ve loğusa yıkanır. Buna çocuk kırklandı denilir.

Diş Çıkarma .Küçük çocukların diş çıkarmaları aile için ayrı bir sorun olur. Ailenin bireyleri yeni çıkan dişi görmeyi uğur sayarlar. Onun içinde sık sık çocuk güldürülür, ağzına bakılır. Hatta bazıları ekmek kabuğunu gevlettirmek suretiyle dişin çabuk çıkmasının sağlarlar. Bazıları da parmağını rakıya batırarak çocuğun diş etlerini oğalar. Çocuk bundan çok hoşlanır.Dişin çıktığını gören kişi mutlaka diş çıkaran çocuğa ya elbise alır ya entarilik alsınlar diye anne babasına para verir.

Sünnet Olayı .Akçakoca bölgesinde kirvelik olayına rastlanmaz. Eskiden gezginci sünnetçilerin gelmesiyle hiçbir hazırlık yapılmaksızın çocuklar sünnet edilirdi. Günümüzde eğlenceler düzenlemektedir. Sünnetçiye, bazen para almadığı için sabun, havlu gibi şeyler verilirdi.

Dini Bayramlar :Dini bayramların Akçakoca örf ve adetleri içinde çok büyük yeri vardır. Üç aylar girince Recep, Şaban ve Ramazan gelinceye kadar bazı kimseler ramazana alışmak için ayda bir belli oruçlar tutar, kutsal geceler, cumalar yavaş yavaş ayrı bir kalabalık olmaya ve cemaat artmaya başlar.
Ramazana hazırlık olmak üzere, makarnalar kesilir, erişteler yapılır. Yufkalar açılır, kuskuslar hazırlanır. Mevsime göre çeşit çeşit reçeller, hoşaflar ve şuruplar hazırlanır.
Hele bayram gecesi yeni esvaplar giyilir, Provalar biter. Küçükler giyeceklerini başlarının altına koyar. Ayakkabılarını yatağın içine yerleştirir. Herkes banyosunu yapıp yatar. Küçük erkek çocuklar sabahleyin sabah namazına herkesle birlikte camiye gider. Namazdan sonra vaiz dinlerler. Bayram namazı kılınır. Hoca dikilir, en yaşlı adam hoca ile bayramlaşır, ondan sonraki hoca ile yaşlı bayramlaşır ve yerini alır. Böylece sıralanır. Cemaatin en yaşlısı ile en genci bayramlaşıncaya kadar sürer. Sonra birlikte hoca dua eder.
“Bu bayrama eriştiren Allah’a senalar ve amin” denilip çıkılır. Yolda görülenlerle bayramlaşırlar. Mezarlıklara gidilir. Ölülere dua edilir. Hastalar ziyaret edilir.”
Her köyün ramazanında davulcular bahşiş toplar. Birinin elinde bir sırık, birini elinde bir sepet. Davulcu davulu çala çala her evin önünde maniler söyler. Bahşiş; havlu, mendil, yazma sırığa bağlanır. Baklavalar, el altıda tepsi bulunan sepete konur. Paralarda davulcunun cebine konur.

Bayramlar .Yerli köylerde bayram sözcüğü eğlence anlamına gelir. Bayram olacağı gece, bayramı bilen köydeki misafirler, bayramın olacağı köye yakın eş dost ve akrabalar ile birlikte giderler. O akşam onlara misafir olurlar. Kadın ve kızlar yemekten sonra daha geniş evlerde, erkekler ya kahvede ya da başka bir evde toplanırlar. Erkekler orta oyunları yaparlar. Mutaassıp olmayan yerlerde içkide içilir. Gramofon çalınır ve Cide kemençesi ve tepsi çalarak oyunlar oynanır. Genellikle oyunlar iki kişilik eşler halinde yapılır. En revaçta olan oyunlar topal oyunudur. Bu oyun Akçakoca’ya özgü bir oyundur

Eğlenceler
:Eskiden patoz makineleri yokken, fındık harmanda kurutulur, sabahları tırmıklar vurulur, sonrada altından tanesi alınırdı. Kalan fındıklarda kabuklarından ellenmek suretiyle bulunup ayrılırdı. Köylerde bu işler imece halinde yapılırdı. Kabuk ayırma işi erken bitimi, orası düğün evine döner, oyunlar şarkılar, gülme, eğlence, yeme içme başlardı. Kızlar erkekleri, erkekler kızları burada seçerdi. Çalışkan mı? Tembel mi? Dili tatlı mı? Nobran mı? Şaka kaldırır mı? Yoksa içine kapanıp arpacı kumrusu gibi düşünür mü? Yapıcımı yıkıcı mı? Hepsi burada denenirdi. Bu eğlencelerde maniler söylenirdi. Atmaca tabir edilen karşılıklı mani atmaları da yapılırdı.

KÖYDE

FOLKLÖR :  ,Köyün kendine has folklor ekibi yoktur,Karadeniz folkloru

hakimdir,Davul,Zurna,Saz,karşılıklı zille oynanan oyunda çalınan zil  oyunu ,Kemençe,Tulum gibi enstrümanlar çalınır   yerli oyun gurupları sözlüdür,5-6 kişilik 2 gurup oluşturulur el ele tutmuş oyuncular seri ayak hareketleriyle birbirine yaklaşıp uzaklaşırlar,her gurupta bir türkü söyleyen vardır,türkücü karşı guruba türküler deyişler dokundurmaktadır,bu oyunda önemli olan türkü sözleriyle karşıdakini mat etmektedir,bu oyunun adı gelino dur.Rize Hemşin üç ayak oyunu da laz oyunudur,dairede oynanır Hemşin üç ayak oyunudur 2/4 veya4/4 lük ezgiler halinde oynanır Bar,Halay,Horon,Sallama,Hara ve karşılama,üç ayak,Kolbastı,laz kültüründe çok önemlidir

DAVUL  : Davul savaş sırası,sonrası,askere giderken,törenlerde,ramazanlarda,güreş yapılırken çalınır.Davulun eski adı Tavuldur,Çağatay Türkleri tarafından yapılmıştır,bir haber aracıdır

ZURNA: Davul ve zembeleklerle çalınır ağaç maden, boynuzdan yapılır ,7 üstte 5 altta deliği vardır,Avrupa’ya Türkler tarafından götürülmüştür,Oğuz Türkleri Anadolu’ya getirmiştir,kemençe ve davula eşlik eder,4000 yıldan beri devam eden bir enstrümandır.Davul,Kaval,Zurna,göçer enstrümandır,köyde son zamanlarda bunların yerini taverna müziği almıştır org ile çalınan müzik aletidir eski neşe eski düğünler artık tarihe gömülmüştür,evlerde yapılan düğünler artık düğün salonlarına taşmıştır

KEMENÇE  :Klasik ve Karadeniz kemençesi olmak üzere iki türü vardır Akçakoca da Karadeniz kemençesi çalınır,ince uzundur,sol el ile havada tutularak çalınır,kemençenin telleri çeliktendir.Akortları la,re,sol,mi,yahut sol,re,la,mi veya 3 telli için re,la,mi dir,tellerin üzerine basılarak,tek olarak çalınır.Sazın şekli bir takayı andırır,gövde kısmı dut ve ceviz ağaçlarından oyularak yapılır,ses tablası ise 1,5- kalınlığında ladin veya köknar ağacından yapılır,kısa sapı ve çelikten üç teli vardır re-la-mi sesleri akort edilir,bir buçuk oktav çalar.Yayının kılları gevşek olarak takılır ve sol el ile havada veya dize dayanmış olarak tutularak kemençenin 3 teline aynı anda sürülerek çalınır çalınır Kemençe anadoluya oğuz Türklerinden gelmiştir Kemençe ,Özbekistan,Kırgızistan ada Anadolu’da ıklık göbekli kemençe olarak çalınır Arapçada Keman Türkçede ç demektir bu iki kelime birleşmesinden Kemençe doğmuştur ,Kıpçak Türkleri tarafının dan Mısıra götürülmüştür Özbeklerin girjası kemsmçeye benzer, kıyak kemençe denir.Trabzon dada Gagavuz Türkleri kemençeleri vardır,Trabzon’da kemençeye kıyak denir,Türkmenistan,Özbekistan, Kırgızistan Gagavuz Türklerin kemençeleri vardır 2 sesle çalışır 2 telden ses alınır 4-6-7 aralıklıdır.

TULUM: Tulum Karadeniz bölgesinde kullanlıan nefesli halk sazıdır,deri,nav ve ağızlık olmak üzere 3 kısımdan oluşur.Deri,tulum olarak anılır, tulum,koyunveya oğlak derisinin tüyleri temizlendikten sonra ayakları yukardan kesilir,sağ ön ayak ile arka sol ayağın dışında kalan delikler hava kaçırmayacak şekilde sıkıca bağlanır,ön ayağa bir tahta boru,arka ayağada üzeri delikli iki boru tespit edilir.Deri hava ile

Delikli borulardan ses çıkmaya başlar, koltuk altına yerleştirilen tulum zurna analık üzerindeki parmaklar delikleri açıp kapamak suretiyle istenen ezginin çalınmasını sağlar,nav sazın zurna dediğimiz kısımdır,ağızlık ise hava üflenen kısımdır Tulum Türkçe kelimedir Çağatay Türkleri icat etmiştir Anadoluya Peçenek Turan Türkleri Karadeniz’e getirmiştir Kıpçaklarda tuluk,Duluk diye geçer.

KAVAL:Orta asyadan gelmiştir.Balasau Türkleri icat etmiştir.Çağatay Turan Türkleri Karadeniz’e getirmişlerdir, haval dir ,bir göçebe çalgısıdır Of ve Tokat kavalı meşhurdur.

 

ÇOCUK OYUNLARI

Çelik çomak,binmeli eşek,esir oyunu,körebe,köşe kapmaca,birdirbir,seksek,yakan topu,lunç,domino devirme

KIYAFETLER

Köyde 25-30 yıl öncesine göre  kıyafette önemli değişmeler olmuştur.Erkekler tamamen şehir kıyafetini benimsemişlerdir. Erkeklerde gündelik kıyafetlerden başka önemli günlerde, törenlerde giyilen ve içine beyaz eşarp bağlanan lacivert takım elbise en beğenilen giyim eşyasıdır. Ancak yaşlı erkeklerden bazıları köy içinde geleneksel kıyafetle ilgili olarak paçaları dar pantolon, üzerine gömlek ve yeleği giymeye devam etmektedirler. Kösele kunduranın yanında lastik ayakkabı, plastik ayakkabı, özellikle çocuklarda  çok görülmektedir. Erkeklerde pijama, şapka, şemsiye kullanılan giyim eşyaları arasındadır. Burada dikkati çeken husus pijamanın yatak kıyafeti olmaktan başka, bazen iş kıyafeti olarak kullanılması suretiyle ikinci bir iş görmüş olmasıdır.

Kadın giyimi erkeklere oranla daha az değişmiştir.Eskiden kadınlar evlerde basit tezgahlarda keten ve kendirden giysiler dokurdu. Bugün ise köylüler malzemesi köy dışından sağlanan koyu renkli şalvar ve üzerine bluz giymekte, başlarına lacivert örtü (örtme)  örtmektedirler. Kadın giyiminde dış görünüş bakımından erkeğe nazaran değişme daha azdır. Evde elbisesi ile dolanan bazen başını örtmeyen kadın, sokağa çıkınca elbisesinin üzerine şalvar giymekte ve başını örtmektedir.Genç kadınlar arasında elbise giyenler, başlarını örtmeyenler az da olsa bulunmaktadır..Köyde gündelik kıyafette olduğu gibi gelin ve güvey kıyafatide tamamen şehirleşmiştir. Ancak köyde giyilenler, kasabadan ucuz sağlanan ve nispeten eski model olan giysilerdir.Kadın ve çocukların kısmen evde hazırlanan giysilerinin kumaşları dışarıdan satın alınmaktadır.

 ŞALVAR :         eninde üç boy kumaştan çıkar daha ziyade eflatun pembe,yaşlılar koyu renkleri tercih ederler,genellikle çimen yeşili,zeytin yeşili tercih edilir,şalvarın içine şalvar ( havsa) dikilir pamuklu veya şile bezinden dikilir

MİNTAN           : Şalvarın üstüne giyilir mintan ve şalvar işlemelidir,kadife kutnu,janjanlı ve yollu kumaşlardan dikilir

YELEK              : Şalvar üzerine kolsuz fakat işlemeli yelek giyilir,içine bezden buluz giyilir.

ÖRTÜLER         :Kare şeklinde üzeri baskı tekniği ile işlenmiştir,çiçek desenlidir

YAZMA              : Oyalar işlenir dikdörtgendir

ÇORAPLAR      : Yün çoraplar giyilir kadın çoraplar motif işlemelidir

AYAKKABILAR : Rugan ayakkabı giyilir,çarıkta giyilir,genellikle lastik ayakkabılar tercih edilir

ERKEKLERSE : Yelek ve zıpka giyerler,Kafkas kökenliler düğün törenlerde kalpak dik yakalı siyah satenden yapılmış diz boyu elbise ve yumuşak deriden çizme giyilir.Elbisenin üzerine dışardan fişeklik,kama,kemer gibi ayrıntılar vardır,kadınlar ise simli motiflerle süslenmiş kadife elbiseler giyerler bunları

Karamandal,Trablus,kuşak,Başlık,Bartın yemenisi,Lastik ayakkabı,Yemeni,Şal,Peştamal,Fes,Para kesesi,Yatak tekkesi,Şayak bunlar Lazların giyimidir.

Aktaş,Edilli,Uğurlu,Yenice,Göktepe,Kirazlı,Hemşin köyleri giyerler

 

HIDIRELLEZ

6 Mayıs günü kutlanır,köyün piknik alanlarında,salıncaklar kurulur,yemekler pişirilir,ip atlanır,salıncaklarda sallanılır,birçok oyunlar oynanır,kızlar erkeklere,erkekler kızlara bakarlar orada birbirini beğenirler,arkadaşlıklar kurarlar,balık tutmalar olur,erkeğin beğendiği kız eğer salıncağa biner sallanır ise erkek hemen silahını çıkartarak iki el ateş eder ona onu beğendiğini gösterir,hıdrellezin en iyi yemeği helvadır Bu törenleri anlatmadan önce pilavlık parası üzerinde duralım. Daha öncede belirttiğimiz gibi köyden başka bir köye gelin giden kızlardan pirinç parası alınır. Bu para hemen harcanmaz biriktirilir. Pirinç parasının anlamı şudur. Köy gençleri bu kızı o zamana kadar o şekilde korumuşlardır ki, kızın namusuna halel getirmemişledir. Pirinç parası bunun mükafatı bir bahşiş sayılır. Alınan pirinç paralar yedi emin olarak köylünün saygı duyduğu birine telim ederler. Köyden ne kadar çok kız gelin giderse parada o kadar çoğalır. Hıdrellezde bu para ile bir koç satın alınır. Pirinç alınır, un yağ alınır. Kesilen koçun etinden ya etli pilav yapılır, helva kavrulur, ballanır. Öğleyin gençler toplanır ve bu pilav yenir. En sonunda da helva yenilir. Hıdırellez bayramının ayrı bir güzelliği vardır. İp salıncaklar, zincirli salıncaklar, büyük ağaçlara bağlanır. Kızlar ayrı yerde, erkekler ayrı yerde sallanırlar. Ama bazen kızlar erkekleri, bazen da erkekler kızları seyretmeye giderler. Eğer beğendiği bir kız salıncak biniyorsa orada çıkarır silahını bir şarjör boşaltır. Bu olaya kimse ses çıkarmaz. Böylece kimin beğenilip beğenilmediği bu hıdrellez bayramı vesilesi ile belli olur. Bazı köylerde güreşler tutulur. Bazı köylerde derelerde balık tutulur eğlenilir.Akçakoca köylerinde hemen hemen hepsinde geleneksel olarak her yıl kutlanır köydeki küskünler barıştırılır geleneksel oyunlar spor etkinlikleri,folklorik oyunlar ve bunun gibi,Akçakoca’daki mülki amirlerde davet edilerek etkinlikler yapılır herkes baharı böyle karşılar

 

EVLERİ

Evler genellikle bahçe içinde olur.Avlu,avlu ağla ile çevrilidir bu mezralar dada evler birbirine uzaktır,Kurukavak,Karatavuk evler arası 4-5 km’dir,okul ve cami yanlarında evler yapılmıştır,az dağınık meskenlerde cepheleri sokak tarafına doğrudur Arabacı köyü gibi,Mısır ziraatı çok olduğu için her evin yanında hemen hemen 1 adet serender yapı vardır,ahırlar evlere uzaktadır,ahır ile samanlık yan yanadır

 

SPOR

 Bu köyden Karasuya güreşe giden gençler vardı,köyde at yarışları ve güreşler olurdu, köyde spora ilgi azdır,federe,  gayri federe kulüp yoktur

 

YEMEKLER

EKMEKLER        : Yufka ekmeği,Bazlama,Gözleme,Cızlama,Mısır ekmeği,Buğday ekmeği

ÇORBALAR         : Tarhana,Mercimek,Un,Çılbır,Kızılcık çorbasıdır

HAMUR İŞLERİ  : Mantı,Börekler,Erişte,Kuskus,Kaşık makarna,Mancarlı pide

ET YEMEKLERİ  : Kara dolma, Korçan,Sebze dolmaları,Kebaplar,Lahana sarma

TATLILAR           : Melen güççeği,,Güllaç,Sütlaç laz böreği

ÇEŞİTLİ YEMEKLER : Kaygana,Soğanlı yumurta,Sebze yemekleri,Zeytin yağlılar,Mamursa,Kaldırık,Mantar,  lahana yemekleri,Tirit,Malay,Hoşmanım,Mancarlı fırında pide,keşkek,hamurlu kıymalı kulak denilen bir çeşit mantı.

 

ALTYAPI BİLGİLERİ

8000M² Kilitli beton parke döşenmiştir,Arabacı- Edilli köyü stabilizesi yapıldı 10 mt karige boru döşendi,4 km lik köy yolu asfaltı yapıldı içme suyu şebeke hattına 80.000.000 TL harcanarak tamamlandı ilköğretim okulu tadilatı ve çocuk parkı yapıldı 1 ilkokul,1 fındık kırma fabrikası(Fehmi Koçak) ,elektriği,sabit telefonu,ptt acentesi,1 değirmeni,2 camii,kanalizasyonu, vardır ,sağlık ocağı sağlık evi yoktur ama mobil sağlık sisteminden faydalanmaktadır,1955 yılında ilk ilkokul açıldı,şu an ilköğretim okulu vardır su hızarları münkariz olmuştur Fiskobirlik üye sayısı:266 dır 1935 te nüfusu 294 ,1965 te495  ,1997 de 451,2000 de415 dir .Karışık ve Dağınık köy statüsündedir Köyün yolu asfalttır.Sağlık evi olmasına rağmen faal değildir.1871 Birinci arazi defterinde,1922 Bolu salnamesinde kaydı vardır1871 birinci arazi defterinde ve 1922 Bolu salnamesinde kaydı vardır,tarla alanı yoktur fındık alanı 4.515 dönüm,orman alanı 735 dönümdür,hayvancılık,meyve ve sebzecilik az miktarda yapılmaktadır.Arabacı köyü camii yaptırma ve yaşatma derneği vardır.

 

İSTİKLAL SAVAŞINA KATILANLAR

ŞEHİT DÜŞENLER

OSMANOĞLU ALİ                     D.1893- Ö.1915 ÇANAKKALE ARIBURNU ER

RUŞENOĞLU AHMET               D.1896-Ö.1915 ÇANAKKALE ANAFARTALARDA ER

MEHMETOĞLU HALİT             D.1889-Ö.1915 ÇANAKKALE  ARIBURNU ER

OSMANOĞLU MEHMET           D.1896 -Ö1915 SEDDÜL BAHIRINDA P. ER

DEĞİRMENCİOĞLU OSMAN   D.1896-Ö.1915 SEDDÜLBAHİR HARBİ P. ER

MEHMETOĞLU RIZA                D.1889-Ö.1915 ÇANAKKALE ARIBURNU ER 

 

GAZİLER:

OSMANOĞLU MEHMET           D.1889-1915

MEHMETOĞLU ALİ                   D.1888-1915

ABDULLAH DENİZCİ                D.1900-1916

İPSİZ RECEP ÇETESİNE KATILANLAR:İLYAS DENİZGEZ,BİLAL KÖSE,ABDULLAH DENİZCİ

Bu köy kurtuluş savaşında çok şehit vermiştir

 

18.19.YÜZYILDA TEMETTUAT DEFTERİNDEKİ DURUMU

Bu köyün önemi çok büyüktür,köyün ilk imamı,Mustafaoğlu Mehmet efendidir 1844 de 23 hane 130 nüfusu vardır,YETİMLER,Yahyaoğlu Osman,Alişeoğlu İlyas,Balazaroğlu Mehmet,Karamehmetoğlu Yakup,Hasan Beşeoğlu Mehmet,İsa Beşeoğlu Ebubekir,Kanlı Alioğlu Yusuftur.BAHRİYELİ olarak askerde olanlar,Halisoğlu Hasan Çolakoğlu Hüseyin dir,DİLENCİLER,Mustafaoğlu Mustafa efendidir,VARLIKLI aileler,Gençreisoğlu Hacı Mehmet,Bandokozoğlu Hacı Ahmet,Musaoğlu Mehmet,Feyzullahoğlu Ali,Goncaoğlu Mehmet,Hamzaoğlu Mustafa,Bireoğlu Koca Mehmet Ahmet Kethüdaroğlu ,Mehmet Değirmencioğlu,İsmail Köseoğlu,Eyyüb Dağlıoğlu,Osman Çolakoğlu,Mustafa İnce,İsmail Delioğlanoğlu Ali dir .1844 yılında buğday,20 kg arpa,35 kg mısır ürünü alınırdı 520 arı kovanı,14 sağman manda,2 manda öküzü,58 karasığır,14 dana,12 dişi,9 erkek buzağı,8 sağman inek 3 erkek malak 18 bargir,60 at,vardı,60 adet meslek gurubu vardı,4 adet DEĞİRMENCİ vardı,Gençreisoğlu Mehmet Hacıoğlu, Ali Goncaoğlu Mehmet, Hocaoğlu Mehmet tir.2 askeri görevli,1 arabacı 1 hizmetkar,1 muhtar 1 sail, 2 yevmiyeci, 24 baltacı,16 keresteci,8 gemici 1 mavnacı 1 gemici,reisi vardı.SU HIZARLARI olanlar,Hacı Mustafaoğlu Mehmet,Gençreisoğlu Mehmet,Bandokozoğlu Ahmet,Feyzullahoğlu Ali,Feyzullahoğlu Yakup,Feyzullahoğlu Hüseyin,Hocaoğlu Ali,Küçükoğlu Mehmet,Mehmet Değirmencioğlu,İsmail Topalsalihoğlu,Mustafa Topalsalihoğlu,Yakup Dağlıoğlu,Osman Çolakoğlu,Hasan Çolakoğlu,Hüseyin Çolakoğlu,Mustafa Berberoğlu,Eyyüb Caşkıroğlu,Eyyüb Abdullahoğlu Mustafa bunların su hızarları vardı,köyde kerestecilik ön safhada idi,bütün yakın köyler buraya gelir kereste ticarati yaparlardı,Karaburun iskelesinden sevkiyatı yapılırdı Köyde ilk muhtar Genç Reisoğlu Mehmet bin Ahmet’tir,Arabacılar Mukayyidi Çakıroğlu Mustafa bin Ali dir

 

KÖYE İLK GELEN SÜLALELER

HACIEFENDİOĞULLARI  KÜÇÜK                        YERLİ

SARIOĞULLARI                 SARIOĞLU                  RİZE  İKİZDERE PEHLİVANTAŞI

LAZ MAHMUTLAR           ÇELİK,KOÇAK            RİZE İKİZDERE PEHLİVANTAŞI

KARAMANOĞLU              BAŞAR                          RİZE  İKİZDERE PETRAKÖY

TAŞRANLAR                      TAŞRAN                       RİZE  İKİZDERE

YARIMAĞA                        GÖRENLER                 YERLİ

ZİKİRBEYLER                    AYDOĞAN                  YERLİ

HAMZALAR                      ,ÇAKMAK                     RİZE İKİZDERE KENDİRLI KÖY

BEKİROĞULLARI             YILMAZ                       YERLİ

AYŞEOĞULLARI               DENİZGEZLER           YERLİ

AHMETKAHYALAR         KAÇMAZ                     YERLİ

DEĞİRMENCİOĞLU         CESUR                          YERLİ

BARIŞLAR                          BARIŞ                           RİZE

SOFULAR                           SARI                              RİZE    İKİZDERE

HAMZALAR                      TUNA                            YERLİ

YALÇIN                              YALÇIN 

KOLÇAK

YERLİ OLANLAR TÜRKMEN BOYUNDADANDIRLAR

YILMAZLAR IN BİR BÖLÜMÜ DOĞANCI KÖYÜNE GÖÇMÜŞTÜRLER

AYŞEOĞLU İLYAS DENİZGEZ 6 KÖYE MUHTARLIK YAPMIŞTIR

BABASININ GEMİSİ VARMIŞ DENİZDE BOĞULMUŞ MEZARI İSTANBUL ŞİLEDEDİR.BAŞARLAR İLKÖNCE KONYA KARAMAN SONRA RİZE İKİZDERE DAHA SONRA AKÇAKOCAYA GÖÇ GELMİŞLERDİR

NOT : İsmail Küçük ağabeyime ve eski muhtar İbrahim Çakmak ağabeyime katkılarından dolayı teşekkür ederim

Kaynak

Coğrafi böl.     : İbrahim Tuzcu

Köyün ismi     : Kenan Okan,Şükrü Dönmez,Köy sakinleri,İbrahim Çakmak,İsmail Küçük,Derl.İbrahim Tuzcu

Tarihi yerler    : Kenan Okan,Şükrü Dönmez,Köy sakinleri,İbrahim Çakmak,İsmail Küçük,Derl İbrahim Tuzcu

Turizm            : Akç.Kaym.Sitesi,İbrahim Çakmak,İsmail Küçük,Kenan Okan,Şükrü Dönmez,Vikipedi özg. ans sitesi,Derl.İbrahim Tuzcu

Camii ve mez : Kenan Okan,İsmail Küçük,İbrahim Çakmak,Derl.İbrahim Tuzcu

Ekonomi        : Mustafa Kocadon,Kenan Okan,Şükrü Dönmez,Köy sakinleri,İbrahim Çakmak,İsmail Küçük,İlçe Tarım..Md,Akç.Kaym.Sitesi,Vikipedi özg. ans.Derl.,İbrahim Tuzcu

Kültür            : Vedia Emiroğlu,Kenan Okan,K.Sakinleri,İsmail Küçük,Mustafa Kocadon,Görsel yayınları s.4,Vikipedi özg. ans.,Derl.İbrahim Tuzcu

Spor              :  İbrahim Tuzcu

K.Alt yapısı   : Akç.Kaym.Sitesi,İbrahim Çakmak,İsmail Küçük,Mustafa Kocadon,Köy sakinleri,Derl.İbrahim Tuzcu

İstiklal harbi  : Şükrü Dönmez,Geltog sitesi

Temettuat      : Dr. Zeynel Özlü

Sülaleler        : İbrahim Çakmak,Hüsamettin Kaya,İsmail Küçük,Derl.İbrahim Tuzcu

 

 

ALTUNÇAY KÖYÜ

 

COĞRAFİ BÖLGESİ  : Karadeniz bölgesi

İLİ                                  : Düzce

İLÇESİ                          : Akçakoca

KAYMAKAMI             : Mehmet Ünal

B. BAŞKANI                 :  Fikret Albayrak

KÖY MUHTARI         : Ahmet Uygun

TELEFONU                 : 05385422711-05398283464  EV-  03806255509

POSTA KODU             :  81650

NÜFUSU                       : 156 Hane 518 Nüfusu vardır

ESKİ MUHTARLAR :  2009- Ahmet Uygun,2004-Ahmet Uygun ,2000- Mehmet Karagöz ,1994- Ramazan Kalmukoğlu ,1989- Recep Yetkin ,1984- İsmail Uygun

COĞRAFİ DURUMU  :Düzce ye Akçakoca ya uzaklık tadır,denizden 150 mt yüksektedir,6817 dekar fındıklık,3572 dekar ormanlık vardır ,en yüksek yeri 335 mt dir .Tepeköy,Subaşı,,Dereköy komşu köyleridir

 

KÖYÜN İSMİ NEREDEN GELİYOR

M.Ö 377 yılında Batı Anadolu Trakya dan gelen Bitinyalılar da buraya gelir bazı köyler kurarlar,bunların Kralları Bias tır,bu köyde Altunçay köyüdür..Kastamonu dan 1243 yılında Moğol istilası ve yenilgisinden bıkan 130.000 bin Oğuz Bozok boyu Günhan obaları batıya doğru göç ederler ve Akçakoca’ya gelerek bazı köyler kurarak  yerleşirler bunlardan bir tanesıde Altunçay köyüdür,yine Bizans kayıtlarına göre 1291 yılında Rum ve Selçukluların kaynaşmasından gelen ve 17 ci yüzyılda batı Anadolu’da ve Çukurova bölgesinde bulunan Yörükler Akçakoca’ya gelip yerleşmişlerdir,bu köyde Altunçay köydür,neticede bu köyde Bitinya,Oğuz Bozok boyu Günhan obaları,Yörükler,yaşamışlardır..Akçakocada M.Ö. 1200 yılında Frik,M.Ö. 670 Lidya,M.Ö.395 te Roma Pontos,M.Ö.1200 de Hitit ama bu kesin bilinmiyor,M.Ö.546 de Makedonya imp.,M.Ö.708 de Pers imp. Bu kavimler,yaşamışlardır.,Osmanlı zamanında  ,buradaki yabancı kavimler burayı terk etmişlerdir az da olsa kalan aileler Müslümanlığı kabul edip Osmanlı imparatorluğuna katılır,buradaki yeni kurulan köylülerle iç içe yaşamlarını sürdürmüşlerdir ,yerli köydür,.Akçakoca-Ereğli,arasında.Bitinya kralı ile Hereklia kralları arasında yıllarca savaşlar yapılmıştır,Pers imparatorluğu da bu savaşlara burada katılmıştır bunları duyan  Makedon kralı büyük İskender bundan dolayı buraya gelmiş burada güvenliği sağlamıştır,daha sonra Osmanlı imparatorluğundan Orhan bey buraları zaptetmıştır,kalıntıları halen

mevcuttur,karargahı Çayağzı köydür,daha sonra en son İpsiz Recep te buraya karargah kurmuş buradan çete savaşlarını buradan yönetmiştir,karargahı şimdiki karayolları kampın bulunduğu yerdir.Aftun Bizanslıların verdiği bir isimdir,köyün içinden geçen kil suyu deresi ile bu iki kelime birleştirilerek Aftundere ismini alır,Hekimoğlu bir oba aşireti ola Ahmet Hekimoğlu tarafından verilen bir isimdir şimdilerde bu münkariz olmuştur.Dereköy köyün içinden geçen kilsuyu deresinden ismini alır,Değirmenköy burada eskiden 6 adet değirmen varmış bu değirmenler sayesinde Bolu,Düzce den gelen mısırlar buralarda öğütülerek tekrar geri gidermiş köye bu açıdan kazanç sağlanırmış onun için Değirmenköy adını almıştır.Altunçay toprak zenginliği bol olan ova platformunda kurulmuştur.Bir rivayete göre de köyde kendir yetiştirilir bu işlenir pamuk haline getirilir bundan don yaparlarmış beyaz olduğundan akdon denmiş Akçakocalılar akdonlular geldi dermiş,yukarı akdonlar,Altunçay,aşağı akdonlar Dereköy lüle re denirmiş Adapazarında kolera hastalığına yakalanan bir asker kışladan kaçar bu köye gelir bu hastalığı bu köyede bulaştırır bu köy Topçuköy dür bu köy bu hastalıktan yok olur halen mezarlıkları Altunçayın güneyinde üzerinde kestane ağaçları var halen durmaktadır.Şimdiki köprü yanında da Değirmenköy vardı buda yok olur bu köy de daha sonra  Altunçay ile  1910 yılında birleşir,köy bundan sonra Altunçay olur

 

TARİHİ YERLER

Tez deresi boğazında büyük mezar kalıntıları vardır,300-400 kişiliktir,Altunçaydan Çayağzı’na giden yolda gelin indiren dağ vardır,buradan gelin giderken attan düşer gelin attan indirilir yaya olarak yola devam edilir ondan dolayı buraya gelin indiren dağı denir bu yol yakın zamanda açılacaktır dir.Altunçay dan Çayağzı’na buradan gidip gelinmektedir,kiliselik denilen yerde kilise artıkları,heykeller,yazıtlar vardır Apollon heykeli buradan İstanbul Arkeoloji  müze müdürlüğüne getirilmiştir.Köyde Bitinyalılar zamanında demir ürettikleri anlaşılmaktadır,çevrede bol miktarda demir ocakları ve cüruflarına rastlanmaktadır.Eskide n Akçakoca  Çuhalıdan Dadalı,Başaftun,köyleri üzerinden Haciz dağı aşılarak Düzce Tavuk köyüne oradan Beçiyörük köyünden Düzce ye ulaşılırdı.Buradaki su değirmenleri,su hızarları çok ilgi çekmekte idi ama maalesef şimdi bunlardan hiç biri kalmamıştır münkariz olmuştur Köyde at yarışları ve bayramlarda güreşler yapılırdı ama bu ananelerde yok oldu.Dağlarda linyit kömürü,kılsuyu deresinde Hematit filizlerine rastlanmıştır bu madenle ilgilenilirse  bu madenler işlenilebilir ,ayrıca bu dağlarda mermer de vardır .Demir elde edilebilmesi için dağlarda oyuklar açılarak keresteler yakılarak yüksek fırın elde edilirmiş bunlara halen Dereköy bölgesinde görmek mümkündür.Ormanlardan fıçı tahtaları,gemi için keresteler bu köyden sağlanmakta idi, halen Cafer düzce nin evinde büyük eski su hızarı mevcuttur,Köprünün doğusunda demir eritme ocakları var Bizanslılardan kalma 1970 yılındı Bolu müze müdürlüğü buradaki demir  eritme ocaklarında kazı yapmış ama hedefine ulaşamamıştır,çünkü o zaman teknoloji şimdiki kadar gelişmemişti buraya şimdiki teknoloji ile tekrar araştırma yapılması durumunda buranın çok önem kazanacağı malumdur,ayrıca bu ocakların içinde fazla çakmak taşın olduğu da söylenmektedir.,bu ocağın kapısı büyük taşlarla kapalı bir şekilde durmaktadır yeri bellidir bu ocağın çevresinde bol miktarda demir kalıntılarına fazlaca rastlamak mümkündür Bu ocaklar toprak seviyesinden 50 mt yüksektir üzerinde 100 yıla yakın kestane ağaçları vardır. 2009 yılında araştırmacı yazar İbrahim Tuzcu tarafından bu parçalar Erdemir de tahlil yaptırıldı ve Polezik Hematit karışımı maden olduğu tespit edildi görülüyor ki bu dağlarda demir cevheri çakmak taşı var olduğuna işarettir buraların MTA tarafından değerlendirilmeye açılması lazımdır .Köprü yanındaki su halen bir boru ile durmaktadır bu su kılsyundan gelmektedir,bu su kükürt içermektedir,bu suyun analizini eski Akçakoca kaymakamı Murat Hamzaoğlu Bursa Uludağ üniversitesine tahlil yaptırmıştır lakin bundan bir netice çıkmamıştır bu suyun tekrar tahlile gönderilip takip edilerek hayata geçirilmesi lazımdır.Bu demir eritme ocaklarında çalışanları izlemek için ocak amirleri Göktepe denen mevkiden çalışanları izlerlermiş,ayrıca köyde kireç taşı,mermer taşı ocakları,tepecik tepesi,ala kirse dağı( gelin indiren dağı) da denir buradan Çayağzı’na 2-3 saatte gidilebilmektedir,kilise mevki eski mezarlıklar vardır bu köy gerçekten görülmesi lazımdır tarih kokmaktadır.Tepecik mevkindede köyün doğusunda burası aynen bir fes biçimindedir iki kat aşamalı taşlar döşelidir üzerinde fındık ağaçları vardır,bir rivayete göre buraya Adapazarı’ndan bir Rum komutan gelir gidermiş bu tepenin altında bir çarşının olduğunu söylermiş çarşı ağzı kapanmış vaziyette ama büyük bir taş tepenin altında durmaktadır,bu taşın çarşı kapısının taşı olduğu söylenmektedir.Ayrıca tepecik mevkisine gitmeden bir adet kilisede vardır bu kilisede munkariz olmuştur,tuğla kalıntıları halen mevcuttur,yine bu kiliseye varmadan kestanelik mevkindede bir mezarlık vardır

 

AKARSU VE DERELERİ

Kilsuyu deresi, Ihlamur deresi,Aftunderesi bunlar birleşerek Çayağzı’na dökülmektedir ,su altı seviyeleri çok değişkendir,Pınar,ve kuyu suları faydalıdır ancak çok kireçlidir,serttir koli bakımından zengindir içilmesi mahsurludur,sıcak su ve göl yoktur

 

DAĞLARI VE TEPELERİ

Yıldırım sırtlarında kurulmuştur Tepebaşı ( 468 mt )

 

İKLİMİ

En fazla yağış Eylül-Kasım-Aralık-Ocakta olur,kar Aralık ve Ocak ayında yağar ama uzun sürmez,Mayıs-Haziranda Karayel,Temmuz-Ağustos-Eylül ayında Poyraz eser,kış aylarında lodos eser,Temmuz- Ağustos-Eylülde güneş kendini daha iyi gösterir,Aralık,Mart ayları arası en düşük sıcaklık olur ılımaman Karadeniz iklimine sahiptir.

 

JEOLOJİK DURUMU

Eosen-Folişi,Muminitli Kalker mevcuttur.Dere ve vadi tabanları alüvyon,yamaçların büyük bir bölümü silis formasyonu,tepelerin üst kısmı da 3.derecede kumlu,çakıllı tabakalar halindedir.Depreme dayanaklı 3.bölgedir.Dağlar denize paralel uzanır.Paleozoik devre ve tersier arazilerde ibarettir.Eosen Folişi- Muminitli kalker toprağa sahiptir Jeolog Dr.Ervin Lan,Mühendis Zeki Erişir.

BİTKİ ÖRTÜSÜ

Akçakoca’da orman alanı 20477.77 hektardır.Çoğu bozuk orman alanıdır % 43 kayın % 0.8 gürgen %0.1 kestane % 6 meşe % 1 kavak % 0.25 ıhlamur % o.4 çınar bulunur,gerisi fındıklıktır.Maki bitki örtüsüne sahiptir,iklimin mutedil yağışlı olması bitki örtüsünün gür olmasını doğurmuştur.

TOPRAK YAPISI

Topraklar kırmızı kahverengidir.Toprak asitli,kireci azdır,topraklar erozyona maruzdur.Potas ve fosfor bakımından fakirdir,tuz oranı normaldir.Saha umumi olarak pedojenez bakımından genulik safhasındadır.Toprak killi ve tınlı kıvrıntılı karakterdedir.Çakmaktaşı,kireçtaşı,mermer taşı açısından zengindir.% 67 oranında Hematit filizleri vardır,ayrıca Bizanslılardan kalma dağlardan demir cevheri çıkarttıkları ve işlediklerini filiz ve cüruflardan anlamaktayız

 

TURİZM

 

Köy köydes yardımı ile güzelleştirilmiştir,çok eski bir köy olması köyün isminden çok bahsedilmektedir,kilise mevkiinde Apollon heykeli İstanbul müzesinde sergilenmektedir bu mevkide 300-400 mezarlık vardır,ormanlarda demir elde etmek için ocaklara rastlanmaktadır,gelin indiren dağında çok güzel yürüyüş parkuru vardır,piknik yapılacak yerler mevcuttur.Burada sık sık gölcükler oluşturarak piknik yerleri oluşturulmalıdır ,Turizme elverişli olması için kilise bölgesi,Üskübü deki kalıntılar gibi güzel bir hale getirilmeli turistlerin buralara çekilmesi mümkündür.Yabancılara ait mezar kalıntılarını da temizleyip turizme kazandırılmalıdır,tepecik tepesinde turizme açmak lazımdır

 

CAMİLERİ

Merkez cami yıkıldı 1965 yılında yeni cami yapıldı,tuğla yapıdır 150 cemaatlidir .1955 yılında yapılan cami tek Şerifeli,tuğla yapıdır Katipler cami yıkılmıştır İlk camiyi İsmail ağa bin İbrahim’dir

MEZARLIKLAR

Mezar taşlarındaki konular erkek mezar başlarına başlık, kadın mezarında süslemeler ön plandadır,erkek mezarlığında büyük sarıklı olanlar ulema ve paşaları,uzun külah üzerine sarık tasvirler,derviş ve tarikat şeyhlerini,sadece ince sarıklılar köy ağalarını,üstü geniş ve altı dar kavuk biçiminde olanlar yeniçeri ağalarını işaret etmektedir

Köyün değişik yerlerinde bulunan mezarlıklar vardır köyün şuan kendisine ait mezarlığı  bulunmaktadır. Bizanslılara ait mezarlıklar yeniden tesviye yapılmalıdır,ayrıca bazı aile mezarlıkları da vardır.Bu büyük mezarlık Dereköy, Altunçay arasındadır bu mezarlığı bu iki köy kullanmaktadır,büyük mezarlıktır.Daha önceleri kilise kuşça mevkiinde,Değirmen yanı mezarlığı, şuanda alabalık tesislerin olduğu yerde eski Bizanslılara ait mezarlıklar vardı buralara fındık ekimi yapılmıştır,böylece tarih açısından değeri olan bu mezarlıklar munkariz olmuştur

 

EKONOMİSİ

TARIM:

HUBUBAT:Buğday,Mısır,Arpa,Pirinç

BAKLIYAT:Fasulye,Bezelye,Bakla,Soğan,Lahana,Marul,Pırasa,İspanak,Kaldırık,Patates Karalahana,Patlıcan,Biber.

MEYVE       : Elma,Armut,Kestane,Ceviz,Üzüm,İncir,Dağ çileği,Muşmula,Ayva,Kızılcık,Kiraz,çilek

Ekonomisi Tarım ve Hayvancılığa dayanır.Köylü,bahçesinde yetiştirdiği sebzeleri Akçakoca pazarına götürür orada satar,kadınlar ev ekonomisine katkı sağlarlar.Artık günümüzde fındığın para etmemesi insanları başka işlere meşguliyetine zorluyor,köyde balıkçılık yapan yoktur,büyükbaş hayvancılığı revaçtadır,eski manda,malak,vb gibi hayvanlar kalmamıştır,yalnız sağman inekler vardır,elde edilen sütler pazara götürülüp satılmaktadır.,13 adet tavuk kümesi olmasına rağmen kümes hayvancılık da yok olmaya yüz tutmuştur.Köyde eskiden kesif ormancılığı yapılıyordu ama şu an kanunlar buna el vermiyor, Köyün erkekleri sanayi bölgelerine çalışmaya giderler,nakliyatçılıkla uğraşanlar vardır,artık köylü son zamanlarda endüstri kollarına yönlenmiştir,köydeki dokuma tezgahları da münkariz olmuştur,.Köyde eskiden keten dokuması da yapılıyordu. Ençok ormancılık ve kümes hayvancılığı yapılmaktadır Balcılıkta yapılmaktadır kestane balı revaçta olduğu .için bu yönde çalışmalar devam ediyor Köyde kestane şekeri imalatı başlamıştır ,ayrıca çilek üretimine geçilmiştir.Akçakoca’dan eskiden  köyden armut,ceviz,kestane,dut,incir,dağ çileği başta Zonguldak,İstanbul’a takalarla sevki yapılıyordu.Ayrıca kesif ormancılığı vardı bunlarda aynı şekilde sevkıyatı yapılıyordu,fındık bahçesinin gelişmesi buraya ayrı bir önem kazandırmıştır.Mısır ve Buğday daha önceleri Bolu ve Gerededen karşılanıyordu.köyde tütün az miktarda yapılmıştır.Bir rivayete göre de Altunçaydaki derelere bırakılan keresteler Çayağzı’na kadar gelir oradaki iskeleden yüklenir maden direği olarak Zonguldağa gönderilirmiş.500 ton fındık alınır yılda,mısır buğday ekimi oldukça fazladır İlçemizde tarımsal üretim içerisinde bitkisel üretim, özellikle fındık üretimi ağırlıklı yer tutmaktadır. Fındık üretimi dışında kasaplık tavuk üretimi, büyükbaş hayvan üretimi,  arıcılık,  mantar üretimi önemli tarımsal faaliyetler arasındadır. 1930 yıllarda Akçakocad ekonomi denize bağlı idi,bunun yanı sıra reçberlik,odunculuk,kerestecilik ön safhada yer alırdı,şehirlinin tümü denizci idi,gemi tüccarı,gemici,tekne sahibi,balıkçı,yada yükleme ve boşaltma amelesi idiler.Akkaya,Aftunağzı,Beyhanlı,Döngelli,Çuhalı,Kızlarağası,Değirmenağzı,Taşman Deresi,Karaburun,Melenağzı iskeleleri vardı,buralardan ticaret sağlanırdı.Ayrıca ilçede 4750 büyükbaş hayvan vardı ama son yıllarda azalma kaydedilmiştir,kümes hayvancılığı da son yıllarda azalma görülmüştür 190 adet kümes vardı,beyaz et üretimi 25.000 tonu geçmekte idi.2000 çıvarında fenni kovan vardır .Maden direkleri dışında ,Bolu Adapazarı’nda ,Düzce’de yetişen buğday,kavun,karpuz gibi toprak ürünleri manda ve öküz arabalarıyla deniz sahiline getirilir buradan da deniz yoluyla gelen gaz,ve tekel maddeleri aynı arabalarla taşınırdı,sahilde bulunan depolarda bu mallar stoklanır dı zaman içerisinde tuz ve benzeri şeyler şehir ve kasabalara sevkiyatı yapılırdı,ayrıca deniz yoluylada sandallarla başka şehirlere sevkiyatı yapılmakta idi. Altunçay köyü toprakları çok verimli olduğu için bahçelerde Öküz ve Manda hayvanlarından faydalanırdı,ayrıca şehir merkezlerine gitmek içinde kullanmışlardır,kereste taşımacılığı ön safhada olduğu içinde bu hayvanlardan faydalanılmıştır.Bu köyde balcılıkta fazla yapılmakta idi ,ama maalesef bu hayvanlar şimdilerde yok olmuştur.Tönkeloğlu en zengin kereste tüccarı imiş,Tonkuçoğlu eni yi baltacı imiş

 

 

GEMİ YAPIMINDA KULLANILAN KERESTELERİN SU HIZARLARI İLE KESİLMESİ

Su hızarı su değirmenlerinde olduğu gibi olasılıkla suyun hareket gücünden faydalanarak yapılan ve dairesel hareketin doğrusal harekete çevrilerek odun ve kereste üretimini sağlayan ağaç testereleridir.Aftuni ( Altunçay,Dereköy,Subaşı ) bölgesinde 25 adet su hızarı vardır Arabacı köyünde18 adet su hızarı vardır. Bunlar şu anda teknolojiye yenik düşmüştür kullanılmaktadır

 

FINDIKÇILIK

Hemen hemen herkes fındıkçılıkla uğraşmaktadır.Devlet orman arazilerini açıp buralara,memleketten 1900 yılında Trabzon’dan gelen Bostancı hacı Ahmet efendi Akçakoca’ya fındığı getirir Osmaniye mahallesine fındığı ekmiştir,yine Mehmet Arifin getirttiği fındığı ekerler daha sonra Batum göçmeni olan zücaciyelik yapan Mustafa efendi Doğu Karadeniz sahillerinden aldığı fındık fidelerini Ereğli ve Akçakoca da satarmış.Bir gün Giresun’a uğrar o zamanın belediye başkanı limanda fındık fidesi dağıtıyormuş,Mustafa bey bunları alır gemi kaptanına da söyler,gemi kaptanı fideleri fıçılara koyarak Ereğli Akçakoca ya getirir,diğer rivayete göre de Yenice köyün kurucusu Kibaroğlu Hurşit,Kırıkoğlu Tahir,Keleşoğlu İbrahim,Alioğlu Tufan Tefik ilk fındık fidelerini ekmişlerdir.Bunların getirdiği fındık dallarından sopa ile dövülürmüş dalları çok büyükmüş,daha sonra Mehmet Arif kaliteli fındık fidelerini götürür,millete bunları tercih eder millet bu fındık fidelerini dikerler.1922 yılında 4000 fidan mevcuttu fındık sevkiyatı artınca millet fındık ekmeye başlar,fındık bahçelerde elle toplanır,çeşitli evrelerden geçtikten sonra yere sofralar kurulur altına büyük bezler serilirdi, sofra etrafına toplanan kişiler fındığı kırardı,bazıları da fındığı kabuğundan ayıklıyordu çok çetin olan bu sistem yerini 1930 yılında merkezde Kapkirli’de elle çalışan değirmen gücü ile çalışıyordu ve fındık böyle kırılıyordu,Sarı Hafızların Halit Arıkan bu değirmeni kurmuştu ,daha sonra Trabzonlu Abdulrezzak efendi elle kırma fabrikası kurar,daha sonra Küçükömerler’in Ömer Aydın 1932 yılında  şimdiki Özyuvam’ın olduğu yere ahşap bina içinde makaralarla çalışan fındık kırma makinesini kurar,1942 yılında da Diyarbakırlı lakaplı Cemil bey Osmaniye de bir değirmen kurar ama bu değirmen dizel motoru ile çalışmakta idi,yine bu sırada mebus Vahit Yöntem Osmaniye de deniz kenarında modern bir fabrika kurar1946 yılında,1947 yılında da Arabacı köyünde Hocaoğlu Mehmet dizel motoru ile çalışan bir fındık kırma fabrikasını kurar.Edilli köyünden olan Hüseyin Horoz da dizel motorun masrafını azaltmak için Değirmenağzı mevkiinde su gücü ile çalışan fındık kırma fabrikasını kurar,düşük alternör ilavesi ile akü şarj girişimi ile iyi bir fabrika idi ve en son 1954 yılında Orhan derenin denize döküldüğü yerde Fiskobirlik adına modern bir fabrika açılır,bu fabrika 2008 yılında tamamen yıkılır bunun yerine Sapak mevkiinde çok modern fabrika açılır üretimine devam etmektedir.İlk fındık yağını Kalfanın Bekir Üstünel yapmıştır,fındık eskiden tımar,çapalama,tırpan yapma,toplama,öküz arabalarla taşıma,sopalarla dövme,elle ayıklama,sık tellerden yapılmış bir aletle incesini kalınını tozunu ayıklama evrelerden geçerdi,ama şimdi toplama,ilaçlama,gübreleme,motorla tırpan yapmak,ayıklamayı patoz makineleri ile yapmak maliyeti yükseltiyor,Fisko’da fındık taban fiyatını da düşük tutunca halk artık fındıkçılık’a iyi bakmıyor.Fındık şubat mart ayında ekilir 2-3 yıl yetişmesi sürüyor,4-4 6-6 ara ile 6-8 fidan 60- ocak kuyular açılarak dikilir.En iyi fındık türleri şunlardır:. Çakıldak,Kargalak,Kan,İncekara,Kuş,Tombul,Paloz,Foşa,Kalınkara,Uzunmusa,Mincane,Cavcana,Badem,Yağlı fındık,Kara fındık,( yağlı fındığa benzer kabuğu siyah ve serttir)Sarı fındık (yuvarlak kabuğu ince verimi fazla),Yomra(yuvarlak vermi fazla),Sivri( ince uzun bademe benzer),Dilovası,ve Mehmet Arif fındığı ( yağlı  kabuğu ince verimi fazladır). Deli sava(Fındığın içini iyi doldurmaz)

 

HAYVANCILK

Az sayıda Koyun,Keçi,Sığır,Tavuk,Arıcılık yapılmaktadır,her evde hemen hemen sağman inek mevcuttur,süt besiciliği yoktur süt mandıra üretim tesisleri yoktur,köylü kendi süt mamullerini kendisi yapardı ama maalesef büyükbaş hayvan yetiştiriciliğinde düşüş yaşanmıştır.köyde kaz,ördek,tavuk bazı aileler vardır,tavuk kümesçiliği canlılığını yitirmiştir Köyde 13 adet tavuk kümesi vardır en çok bu köyde tavuk besiciliği yapılmaktadır  200.000 adet tavuk yetiştirilir Köyde malak, manda at, öküz,katır var idi ama maalesef münkariz olmuştur.Köyde süt toplama ünitesi kurulmuş ama randıman alınamadığı için şimdilik kapalıdır tekrardan üretime açılması için çalışmalar yapılmaktadır ,ayrıca alabalık üretim ünitesinde maliyeti karşılamadığı için faal değildir

 

 

ORMANCILIK

Çam,Kayın,Meşe,Kestane,Gürgen,İhlamur,Kavak,Çinar,Defne,Kocayemiş,Muşmula,Ayı üzümleri,Orman gülleri,Yer gülü,Erica ağaçları,Eğrelti otu,Çoban püskülü diye orman ürünleri var 3465 dekar ormanlık vardır,.Eskiden devlet orman arazisini talan edip fındık ekimi yapılmıştır,son zamanlarda orman kanununa göre kesif ormancılığı yapılmamaktadır orman işletme şefliği tarafından bölge kontrol edilmektedir,köyde hızar makinesi yoktur  Eskiden fıçı tahtası,gemi kerestesi,  yakacak odun demiryolu travesti bu köyden ikmal edilirdi en son köyde Hatem Düzce ye ait parke ve kereste fabrikası vardı ama burası da şu an kapatılmıştır,en çok kesif ormancılığı yapılan yerdi Eskiden orman lar talan edilir yerine fındık dikilir 6817 dekar fındıklık ekilmiştir ,ormancılık orman işletme şefliği adı alında yapılmaktadır.Köyde çok su hızarları vardı Ormancılığın çok önemi vardı.Düzce-Akçakoca karayoluna yakın oluşu nedeni ile sevkiyatın ve istihsalinde çalışanlar çoktu.

 

 

AVCILIK

Bölgede göçmen kuşlara daha çok  raslanmaktadır,Sarıkuş,Çulluk,Bıldıcın,Ördek,Üveyikördek,Kaz,Kuğu,Tarakçın,Karakçun,Sığırcık,Bozbakal,Karabakal bulunur.Son zamanlarda,gerek ilaçlama gerek yanlış avlanma neticesinde çok azalma olmuştur Ördek,Çulluk avı çok meşhurdur. Dere kenarında dışarıdan gelen avcılar burada .Ördek avı yapmaktadır,Daimi kuşlar Kestanekargası,Çulluk,Ördek,Üveyik,Sığırcıktır.Tavşan,Çakal,Tilki,Domuz, Ayı,Su samuru,Kunduz,Geyik,Karaca vardı ne yazık ki bunlara da az rastlanmaktadır.Domuz avı devamlı yapılmaktadır.Köydeki devamlı hayvanlar Domuz,Ayı,Kurt,Tilki,Çakal dır.Av turizmi için en uygun köydür.

 

KÜLTÜR

Köyde bayramlar çok güzel olur beklide başka hiçbir yerde olmayan sistem vardır,köy bayramda 3 mahalleye bölünür ve her gün bir mahallenin bayramı olur ve diğer iki mahalle o gün bayramı olan mahallenin evlerini ziyaret ederler,bu köy içinde çok güzel bir yaşlı genç kaynaşmasına vesile olur manav Türkleri kültürüne sahiptir düğünlerde Alaplı çiftelerlisi,misket,kasap havası oynanır ama bu kültür son zamanlarda yozlaşmıştır,Doğu Karadeniz üç ayak oyun kültürü girmiştir öz kültürel değerler yozlaşmıştır Altunçay köyü kültür ve gelenekleri bakımından Manav Türkleri kültürüne sahiptir.Hıdırellez kutlamaları en belirgin kültür izidir.Bundan başka bayramlaşma,selamlaşma,yardımlaşma,büyüklere saygı,Avcılık, başlıca örf ve adetlerdir.,düğünlerde ise: oynanan oyunlar:Alaplı çiftetellisi,misket ve Kasap havasıdır.Bu değerler köy gençleri tarafından yaşatılmaktadır. Manav Türkleri kültürüne sahiptir düğünlerde Alaplı çiftelerlisi,misket,kasap havası oynanır ama bu kültür son zamanlarda yozlaşmıştır,Doğu Karadeniz üç ayak oyun kültürü girmiştir öz kültürel değerler yozlaşmıştır Halil İbrahim Yavuz'a ait yüksek lisans tezinden alınmıştır: Osmanlı Devleti’nin kurulduğu bölge olan Taraklı-Göynük ve çevresi, kültürel miras yönünden çok zengindir. Bu bölgenin insanları, Osmanlı’nın kültür varlıklarını bugüne kadar koruyup yaşatabilmişlerdir. Bununla beraber kökü Eski Türk İnançlarına dayanan ve İslâm’la çatışmayan örf, âdet, gelenek ve göreneklerini yaşatmakta mahir davranmışlardır. Bayramlar, doğum, düğün, ölüm âdetleri gibi kültür unsurları, geçmiştekine benzer bir şekilde devam etmektedir. Taraklı, Göynük ve köylerinde yaşayan insanlara verilen ad olan Manav kelimesini ve Manavları kısaca açıklayalım. Manav bir yere sonradan gelenleri, yerleşik olanlardan ayırt etmek için kullanılan ve önceden yerleşmiş olan yerlileri ifade eden yöresel bir mefhumdur. Kırsal bölgelerde yaşayan Manavlar, genelde epey çekingen, uysal, mülayim ve başkası tarafından söylenenlere fazlı karşı çıkmayan sosyal uyumu ağır basan insanlardır. Kendi ifadelerine göre, “yedi kez düşünmeden adım atmayan, yavaş davranan, gereksiz tartışmalara girmeyen” temkinli bir insan portresi çizmektedirler [İşsever, 1994: 23-31]. Manavlar, Osmanlı Devletinin kurulduğu bölge sayılan Aşağı Sakarya, Batı Anadolu’da Bursa çevresi, Batı Karadeniz de Kastamonu ve çevresine yaşamaktadırlar. Özellikle Aşağı Sakarya kesiminin Taraklı, Geyve, Pamukova çevresinde yoğun olarak yerleşmişlerdir. Buralarda kendilerine has yaşam süren manavlar örf ve adetlerini devam ettirmektedirler. Manav köylerinde eski Türk kültürüne ait izler çoktur. Bu bölgelerin hala tarım ve hayvancılıkla uğraşmasından, Bayat, Emirler, Demirler, Yahyalı, Akpınar gibi Türkmen boy ve oymaklarının isimlerini taşımasına barındırdıkları maddî ve manevî kültür kadar pek çok örnek verilebilir. Manavlar Türkmen gruplarında olup çok eskiden beri köy hayatına hatta şehir hayatına geçmiş yerlilerdir. Buna göre manav adının etnik bir manası yoktur, manavlardan Oğuz Türklerinden gelmektedirler [Yaşa, 1999: 293]. Sakaya ve çevresindeki manavlar, bu bölgenin 1290’larda Osman Gazi tarafından fethedilmesiyle buralara yerleşmişlerdir. İlk Türk yurdu olan bu bölgenin yerli Türklerine hep “manav” denilmektedir ve bu bölgede manav, “yerli Türk” manasında kullanılmaktadır [Yaşa, 1999: 288]. Manav sözcüğünün; Türkistan’daki Kazak-Kırgız ve Sibirya’daki Yakut Türklerinde kullanılan koruyucu soylu kişi ve boy beyi manasına gelen “manap” ve “manag”dan geldiği tahmin edilmektedir. Eski Türklerde “v” sesi olmadığı için “manap”taki “p” ve “manag” daki “g” sesleri yumuşayıp “manav” kelimesini oluşturmuşlardır [Yaşa, 1999: 289]. Çağatay Türklerinde “asilzade” manasına gelen manap, Kırgız Türkçesi’nde ağa, bey anlamında kullanılmaktadır. Türkçe dışında dil bilmeyen topluluk üyelerine yerli Türk anlamında manav denilmektedir [Aktaş,2002: 10]. Batı Anadolu’ya ve Taraklı’ya Türklerin ilk yerleşimi 1291’den hemen sonradır. Yıldırım Beyazıt döneminde İstanbul Sirkeci’de kurulan Türk mahallesinin halkı Taraklı ve Göynük’ten götürülmüş manavlardır [Aktaş, 2002:12]. Taraklı ve Göynük köylerinde yaptığımız araştırmalar neticesinde İslâmlaştırılmış olmakla beraber bir çok eski Türk inancının izlerini görmek mümkündür. Konuşma dilindeki ortak birçok kelime davranışlardaki, giyinişlerdeki bir çok benzerlik manavların oğuz Türklerinden olduğunun işaretleridir. Yerli Türk sanılan manavlar daha Osmanlı devleti kurulmadan bu bölgelere yerleştirilmişlerdir. Taraklı ve Göynük, Manav denilen yerli halkın kendi kültür ve geleneklerine bağlı olarak yaşadığı göçmen bulunmadığı Sakarya İli açısından istisnaî bir bölgedir. Manav kültürünün korunduğu ve yaşatıldığı bu bölgenin dilleri, beslenme, giyim, kuşam, müzik ve eğlence biçimi tamamen kendi örf ve âdetlerine uygun olarak devam etmektedir [Sakarya Valiliği; t.y.: 130]. Dikkatle incelenir ve araştırılırsa, yöreye mahsus örf ve âdetlerin perde arkasında da Eski Türk İnançlarının gizli olduğu görülebilir. (04.02.2007 13:51) Manav Türkleri Anadolu ya 11.y.yılda gelmiş ve yerleşmiş yerleşik Türklerdir.Manavlar ilk geldiklerinde göçebe olarak yaşıyordu.Yani önceki adı Yörük idi.Bu özelliğini kaybetmemiş Türkler şu an Ege bölgesinde ve Akdeniz bölgesinde mevcuttur. Hiç bozulmamış Manav bölgeleri;  Akçakoca,Göynük, Mudurnu, Geyve, Taraklı,Zonguldak (tamamı) ,Yığılca, Bilecik  dır.Ancak 1980 den sonra hızlanan doğudan batıya göç hareketleri başta Akçakoca olmak üzere diğer bölgelerimizi de tehdit etmektedir.İzmit,İzmir,İstanbul,Bursa,Muğla,Antalya,Düzce gibi şehirlerimiz önceleri sade manav kültürüne sahip idi.Ancak bu göçler sebebiyle kültürü yavaş yavaş yozlaştı ve hala yozlaşmaya devam ediyor.Bu sorunu benden başka gören yada sorun olduğunu kabul eden var mı acaba merak ediyorum. Ancak ben bir yerli Türk olarak bu durumdan çok rahatsızım. Akçakoca lı manavların bir kısmı (Altunçay köyü, Çayağzı köyü) oğuzların Bozok koluna mensup Günhan aşiretindendir.Bu köyler 1234 (1.Alaeddin keykubat zamanında) kurulmuştur.Diğer manav köyleri ise Balatlı köyü bayat boyundan,Kınık köyü Kınık boyundan,Beyören köyüde Oğuz boylarından biridir.Bu beş köy Akçakoca nın en eski köyleridir.Hatta Bolu,Sakarya,Akçakoca,Yığılca,Düzce,Ereğli Bizans ın elinde iken kurulmuştu Türkiye tarihi, 11 yy. Oğuz ve Türkmen denilen Türk ırkının en kalabalık bir kolunuAnadolu kapısını açarak kendine vatan yapmasıyla başlar. Tarihinin en büyük dönüm noktalarından biri olan 26 Ağustos 1071 Malazgirt Zaferi ile Bizans mukavemeti kırılınca artık Türkler karşısında bir ordu kalmayınca, Türkmenler Anadolu’ya yayılmaya ve yurt kurmaya başlamışlardır.Osman Turan, Malazgirt zaferinin “cihanşümul” bir mana taşıdığı ve tarihte bir dönüm noktası olduğunu ileri sürer. Malazgirt Zaferinin İslam ve Hıristiyan dünyalarının kaderine etki eden öneminden sonra, ilk büyük neticesinin “Anadolu Fethi ve Türkleşmesi” olduğuna dikkat çeker. Şu ifadeler oldukça önemlidir. İslam’ın ilk fetihleriyle sadece kanatları koparılan fakat 10. asırda tekrar kanatlanıp taarruza geçen Bizans, Anadolu fethi ile bel kemiğini kaybederek artık tedrici bir ölüme mahkum edilmiş oldu. Nitekim Malazgirt’ten sonra Bizans’ın mukavemeti kalmadığı için, Türkler birkaç yıl zarfında çadırlarını, Boğazlar, Marmara ve Adalar Denizi Ege sahillerinde dikmeğe başladılar. Türklerin Anadolu’ya yöneldiği 11.yy. başlarında, Bizans hem siyasi hem askeri, hem de sosyal ve ekonomik vaziyeti bakımından içi boşalmış, kof bir cüsse görünümündeydi. Türkler Anadolu’ya henüz yerleşmekteyken, Haçlı seferlerinin açtığı yeni bir mücadele evresiyle Anadolu’nun Türkleşmesinin bir asır kadar durakladığından, Orta Anadolu’ya çekilen Türklerin, bir taraftan da burada teşekkül eden öteki Türk devletleriyle cereyan eden kavgalarından ve bunların buhranları artırdığından söz eder. Vaziyetten faydalanan Bizanslılar sahilleri işgal ile Anadolu’yu geri alma ümitleri beslemektedir. Bizanssın bu ümitleri bir asır sürmüştür. Nihayet Anadolu’da bir Türk birliğinin kuruluşu ve bu vatanın ikinci kuruluşu 2. Kılıçaslan, Manuel Kommenos’a karşı kazandığı Kumdanlı Zaferi (1176) Bizanssın Anadolu’ya Kurtarma ümit ve teşebbüslerine ebediyen son vermiştir ve Malazgirt’ten sonra bu ikinci zafer sayesinde bu memleket artık kat’i şekilde “Türk Vatanı” olmuştur.Anadolu’ya 1071 tarihinden önce de bir Türk yurdudur. Daha 410 yıllarında Hun İmparatoru Atilla’nın amcası Rua İstanbul’a yaklaşmış ve Atilla’nın (441-442) Balkan seferi İstanbul’u tehlikeye düşürmüştür. Bu tarihten sonra 616 yılında yine bir Türk boyu olan Avarlar, İstanbul üzerine gelmişlerdir.Daha Roma ve Bizans dönemlerinde Peçenek, Kuman-Kıpçak gibi Hıristiyan Türk boyları Bartın’dan başlayarak Kuzey Karadeniz sahili Doğu ve orta Anadolu’nun bazı bölgelerine yerleşmiştir. Çeşitli Türk kavimleri Anadolu’nun çeşitli yörelerinde yurt tutmuşlardır.XI. yüzyılın sonlarına doğru çalışma yaptığımız bölgede Selçuklular tarafında zapt olunmuş, İznik ‘i kendine başkent yapan Süleyman Şah bu bölgeyi topraklarına katmıştır. Ardından 1097 I. Haçlı seferinde Bizans İmparatoru Alexios Kommenoes tarafından kuşatılan bölge, 1204-1207 yılları arasında Bizans’ta Latin İmparatorluğu kurulunca Latinlerin işgali altında kalmış. İznik Osmanlı Hükümdarı tarafından geri alınmıştır. İzmit Osmanlı padişahı Orhan gazi zamanında, Akçakoca’nın da içerisinde bulunduğu bir komuta heyeti tarafından kuşatılarak zapt edilmiştir. Daha sonra Bizanslılar tarafından şehir tekrar kuşatılmış ve bu kuşatmadan bir sonuç alamamışlardır. Timur’un Anadolu’ya istilası sırasında kuvvetlerinden bir kısmı İzmit’i yağmalamıştır. 1337 yılında fethedilen İzmit bu tarihten sonra devamlı olarak Türk hakimiyetinde kalmıştır.“Türkleşme” her yerde hemen hemen aynı yoğunlukta olmamıştır. Genellikle sınırdaki olayları ele alan vakayı namelerden de anlaşıldığı gibi siyasal yönden batı ve kuzeyde Bizans ile güneyde Ermenistan ile Türk toprakları arasındaki sınırlarda toplanmış olduğu bilinmektedir. Bizanslı yazarlar bazı yerlerden Türkçe adlarıyla söz ederler. Bunda da, bu yerlerin eski adlarını bilen kimselerin bile artık kalmadığını anlıyoruz. Y.Öztuna’ ya göre, 1058 yılında Avrupa’da artık Anadolu’ya, Türkiye yeni Türk ülkesi denmeye başlamıştır. Süleyman şah kapı dağı yarımadasını almış ve Çanakkale boğazını da 1339 yılında Avrupa yakasına geçilmiştir. Artık İstanbul ve Balkanların yolu Türklere açılmıştır.E. Güngör ise, bugün Türkiye’de yaşayan Türklerin atalarının büyük Selçuklu imparatorluğunu kuran oğuz Türkleri olduğunu ve Müslüman olduktan sonra bunlara “Türkmen” adı verildiği üzerinde durur.D.Avaoğu, Türklerinin tarihinde Türkmen deyiminin ilk kez X. Yy. ikinci yarısında Maksidisi’ de geçtiğini zamanla oğuz adının Türkmen adına dönüştüğünün kanıtlarını sunar. “Türkmen” adının yaygınlık kazanmış olduğu belirtir. Oğuzların İslamlaşmasıyla Türkmen adının yaygınlık kazanmış olduğu üzerinde durur.Türkmen’e, Türk iman (İmanlı Türk) Türkmen ben türküm gibi anlamlar yakıştırılsa da, Jean Deny görüşüyle “men” kuvvet ekidir ve Türkmen “Türklerin türkü “Öztürk” anlamına gelir.XI. yy. da Anadolu’ya gelen Türk boylarının konar göçer olduklarını Türkmen adının Anadolu’da konar göçerlikle eş anlamlı olduğunu, daha sonra konar göçerliği bırakarak yerleşik hayata geç tiklerini ve Anadolu’ya yurt edindiklerini biliyoruz.Türkmenlere bir müddet sonra Türkmen denilmeyerek, yerli veya manav denilmiştir. Türkmenlerin konar göçer halde hayatlarını sürdürenlerine ise, bu özelliklerinden dolayı (Yörük) adı verilmektedir. Konar göçerliğin özünde hayvancılık var, yeni otlaklıklar aramak var. Kısaca; yürümek var. Bu hayat tarzı da yürüyen Türk anlamında “YÖRÜK”Ü oluşturmuştur.Yörük’le Türkmen’in aynı etnik zümreye ait olan iki kelime olduğunu rahatça söyleyebiliriz. Anamur’da Yörüklere “yaylacı” yerleşik halka yaycı denildiğini Karadeniz’de bil hassa Giresun’da bu kavramları Çepni bir oğuz boyunun da adıdır ve ekinci kelimelerinin karşıladığını belirtmekte Anadolu’nun muhtelit yerlerinde Türkmen Yörük göçer kelimelerine karşılıktır.Peter Alford Andrews Türkiye’de etnik gruplar adlı kitabında Türklerin kendi etnik gruplarının pekala farkında olduklarını bu grupların nerede bulunduklarını tam olarak söyleyebileceklerini kendilerine Türkmen yerine yerli Yörük yerine manav tanımlaması getirdiklerini, bu iki sözcüğü de “doğma büyüme buralı” anlamını çağrıştırdığını, bu terimlerin şehirden çok köyde kullanıldığını aktarmaktadır.Adapazarı, Bilecik, Balıkesir, Bursa, Çanakkale, Kastamonu, Kocaeli, Eskişehir, Afyon ve Zonguldak da yoğun olarak yaşayan Türkmenlere yerli veya manav denilmektedir.“Manav” kavramı farklı kaynaklar şu şekilde tanımlanmaktadır.Meyve sebze satılan dükkan, bu dükkanda meyve ve sebze satan kişi.Genel manada Anadolu Türkü, Öztürk, Sadık Osmanlı Tebası. Balıkesir Bandırma ilçesinde de, “manav” adı verilen uzun süredir yerleşik olan ve tarımla uğraşan yerli toplumlar vardır.İzmit sancağının yerli ahalisi, eski Türk boy ve oymaklarına mensup Türk göçebeleri zamanla göçebeliği terk edip iskan edilince manav adı verilmiştir.Yerli Türkmen, gibi yorumlamalar yapılmıştır.Genel adı Türk olan bu insanlara yöresel adlandırmaları ile yerli, manav, pallık (Artvin’in bazı bölgelerinde ), dadaş (Erzurum’da) efe (Ege), Zonguldak Bartın’da kıvırcık Toroslar da alevi Türkmenlere tahtacı, Balıkesir’deki alevi Türkmenlerine çetmi denildiğini biliyoruz.Kültürün kimlik tanımını etkileyen bir öğedir düşüncesinden yola çıkarak sözlü kaynaklara başvurulduğunda;Söz konusu Oğuzların kayı boyu olan bu Türkmenlere “Size niçin manav deniliyor? Manav adının nereden geldiğini?” sorduğumuzda, aldığımız cevapların bazıları şunlardır:Yerli Türk.Yörükler yürümeyi ve hayvancılığın yanında tarımla da uğraşmaya başladığı ve de yerleşik hayata geçtiği için “manav” denildi.Orta Asya’dan Batı Anadolu’ya gelen Türkmenlere verilen ad.Türk oturursa manav, gezerse Yörük olarak tanımlanır.Manav; toprağa ektiği keteni yetiştirip, olgunlaşan bu bitkiyi işlemeye başlayarak, tohumundan yağını, liflerinden de eğirip, burarak giyeceklerini dokuduğu insanlardır. Hatta ketenin liflerini tabi boyalarla boyayarak en güzel kumaşları dokurlar. Buğdayını arpasını kendi yetiştirir. Yemeklik yağını ketenden kendi çıkarır. Sebzesini de bostan dediği avlu ile çevrili sulu tarlasından, bahçesinden yetiştirir. Kısaca; her ihtiyacını kendi kendine karşılayan kimseye muhtaç olmayan insanlardır.Özelilikle Batı Anadolu’da yaşayan bu Türkmenistan türkü insanlar, sosyolojik açıdan değişime açık, bağnazlıktan uzak, üretken, barışçı, ihtirasları ölçülü, farklı kültüre sahip insanlarla da birlikte yaşama iradesi olan ve de devlete saygılı insan gruplarıdır manavlar.Osmanlı Devletini kuran bu insanlar, devlet kurulduktan sonra da Türkmenistan’dan ağırlıklı göçle beslenerek Kocaeli, Bolu, Yalova, Bursa, Bilecik, Sakarya, Afyon, Eskişehir, Zonguldak ve de Balıkesir’in bir kısmında yaşadılar. Gerek Osmanlı gerekse de Türkiye Cumhuriyeti döneminde, devlete sadakatlikleri ve başkalarının haklarına saygı duymaları ile tanınırlar.Bu Türkmen topluluğuna “manav” denilmesinin esas tarihi gerçeği şudur;Osmanlı Devleti kurulduktan sonra, her Türkmen boyu çıkardığı ve ürettiği ne varsa, yılda bir kere hiçbir karşılık beklemeden Osmanlı Sarayına gönderirdi.Bolu kabak, Afyon ve Eskişehir bulgur ve tarhana, Adapazarı ve İznik civarında sebze, İzmit Tavşancıl’dan üzüm saraya gönderilirdi.Bolu, Bursa, Kocaeli, Yalova, Eskişehir, Afyon, Yalova, Zonguldak ve Balıkesir bölgelerinden sadece hububat, meyve ve sebze gitmezdi, saraya koyun, kuzu, keçi, oğlak yağ ve kavurmada gönderilirdi.İşte; Osmanlının bu sadık Tebası olan manav, bazı yerde de Yörük diye adlandırılan bu insanlara, bulundukları yerlerdeki azınlıklar (Ermeni-Rum). “Yahu, siz Osmanlıyı besliyorsunuz. Karşılıksız her şeyi saraya gönderiyorsunuz, siz Osmanlının manavı mısınız?” derlerdi. Bu devlete sadık insanlarda “Evet, biz Osmanlı’nın manavıyız. Osmanlının manavı olmakla da gurur duyarız. Devletimize yardım etmeyi de bir şeref biliriz” derlerdi.İşte, o gündür, bu gündür azınlıkların hazımsızlıkla, kıskançla söyledikleri bir addır Manav tanımlaması. Osmanlının Sadık tebası, Özbe Öz Türk. Türkmen - Yörük kül türünün has insanlarıdır manavlar.Yine sözlü kaynaklardan halk arasındaki tanımlamalarla, manavların kişiliklerine ait bazı tespitler.Manav ve macıra senet gerekmez .Manavın sözü senettir. Devlete, nizama son derece bağlı ve itaatkârdır. Hırsızlık yapmazlar. Herkesin mahsulü harmandadır. Kız kaçıranlar, kavgalı olanlar köyde barınabilirler ama hırsızlık yapanlar asla barınamazlar.Bir Karadeniz göçmeninden derlenen tanımlama; manavın sessizine aldanma.Manav uysaldır. Sessiz sakin insanlardır. Ama manavın damarı kabardı mı yanına gitme, Ayranlığı değişilmeye görsün.Manavlar birbirini tutmazlar, ama ayrıda yaşamazlar Manavlar temiz kalpli, saf insanlardır.Yusuf Çam Milli Mücadelede İzmit Sancağı adlı eserinde Milli Mücadelenin başlangıç döneminde İzmit Sancağında yaşayanların %70 Müslüman %30 kadarı çoğu Hıristiyan olmak üzere azınlıklardan oluştuğunu ve bölgenin sosyal yapısını üç büyük sosyal bütünlük halinde görmek gerektiğini öne sürer.Hıristiyan Azınlıklar ( Ermeniler, Rumlar, Yahudiler )1830 yılından itibaren bölgeye yerleşen (Muhacirler, Balkan ve Kafkasya)Bölgenin yerli (otaktan) halkı bu son boşluğu açarsak; bölgenin yerli halkı manavlardır (yani Türkmenlerdir) demektedir.Kültür, bir toplumun hayat biçimidir. İnsanoğlunun öğrendiği bilgi, sanat, gelenek – görenek ve benzeri yetenek, beceri ve alışkanlıkları içine alan karmaşık bir bütündür.Türk tipinin bulunduğu coğrafi bölgeye göre etkilenen ve karışarak değişik özellik kazanan bir ırk olduğu dile getirilmektedir. Özellikle Marmara Bölgesinde yaşayan kişiler Manav olduklarını söylemektedirler. Manav Türkmen kültürünü anlayabilmek için, Manavlar hakkında etnografik bilgilere ihtiyaç vardır. Örneğin keten el dokumacılığı manavlarla bütünleşmiştir. Çiftçi ailesinin boş zamanlarında tarımdan arta kalan günlerde uğraştığı, hem kendi ihtiyacını karşıladığı hem de fazlasını satın para kazandığı veya yöresindeki hammaddeden ve boş duran iş gücünü değerlendirdiği yardımcı bir el sanatı durumundadır. Ekilip dokuma durumuna gelinceye kadar, havuzlama, kurutma, kırma, tarama, yumuşatma, eğirme, ağartma, çözgü hazırlama aşamalarından geçen keten; dokunup çarşaf, yaygı, yorgan yüzü, yastık kılıfı, elbiselik, yolluk, çuval olarak Manavların ihtiyaçlarını görmektedir.Geleneksel giyimin parçaları olan uçkur, önlük, yağlık, çevre keten bezinden yapılır. Şalvar ve sırta giyilen içlik saya mintan, hırka ise zaten ketenden diğer bir adıyla kandıra bezindendir.Manavlar ketenin çöpünü bile ziyan etmez. Bu bir mübalağa değildir. Ketenin çöpünden yatak, minder yapar, keten tohumunun yağını yemeklik olarak kullanır ve kandilinde yakar.Şehre sadece tuz almaya, şeker almaya giderlerdi. Bazen de şeker ihtiyacını yaptıkları pekmezle karşılarlardı. (Dut, elma, pancar, armut ve şeker kamışı pekmezleri )Manavlar, bölgenin tarım ve hayvancılık özelliklerine uyum göstermiştir. Tahıl, keten, kenevir, meyve, sebze tarımı, bağcılık, son zamanlarda fındıkçılıkla uğraşmışlardır. Manavlarda özellikle Kandıra hayvancığının önemi büyüktür. Koyun, keçi, hindi, küçükbaş, sığır, dombay (manda) gibi büyükbaş hayvan yetiştiriciliği yapmaktadır. Keş, yağ, peynir, yoğurt üretmişlerdir ki Kandıranın yoğurdu meşhurdur, bu üretimin bir kısmı aile içi tüketime tahsis edilmiş, bir kısmı satışa sunulmuştur.Mimari : Manav köylerinde halk mimarisinin ilginç bir örneği ahşap yığma şeklinde olan çandı evler bulunmaktadır. Gerek Selçuklu, gerekse Osmanlı döneminin bu orijinal ahşap örnekleri günümüzde tek tük de olsa ulaşmıştır.Kandıra ve Kandıra’nın hemen yanı başında bulanan Taşköprü çevresinde yöresel adıyla, üç çandı camii kalmıştır. Tatar Ahmet,Karagüllü, ve Hatipler köyü civarıdır.Kandıra, Kaynarca dolaylarındaki Çandı camilerinin çoğunda Orhan Gazi döneminde ait bulunduğu ve bu tür camilerin kesinlikle Akçakoca Bey’in fethettiği yerlerde yapılmış bulunduğu, Orta Asyadan gelen bu mimarinin anısına sadık olan Büyük Kahraman Akçakoca’nın isteğine bağlı olarak bu camilerin yaptırdığı kanısı öne sürülmektedir.Çandı evler geleneksel Türk ailesinin yaşam şekline göre planlanmıştır. Evin tam ortasında ocaklı bir oda bulunmaktadır, Odanın etrafında onu çevreleyen bir dolaşma yer almaktadır. Evin girişindeki hayat denilen geniş alan bu dolaşmayla birbirine açılmaktadır. Evler iki katlı olup alt katta ahır bulunmaktadır. Yaşam mahallinin ahırın üzerinde yer almasının amacı hayvanların ve nefeslerin oluşturduğu sıcaklığın üst katın ısınmasında katkı vermesidir. Aynı zamanda da mal canın yongasıdır. Hayvanlar ailenin gözü önündedir.Çandı yapının en önemli özelliği çapındaki kütükler düzgün yontularak birbiri üzerine binen U kesitli boğazlarla kenetlenmektedir. Boğaz kısmından ağaçlar uzatılarak uçları aynı hizada düzgünce kesilmektedir. Kertilip birbirine geçirilen uzun kütüklerde çivi kullanılmamaktadır. Bu yapılar kültür özelliği olmasının yanı sıra birer sanat eseridir. Kışın sıcak, yazın serindir. Aynı zamanda depreme son derece dayanıklıdır.Görüyoruz ki; Orta Asya’dan Anadolu’ya gelen Türkler manevi kültürlerinin yanında maddi kültürlerini de getirmişlerdir.

Manav Mutfağı;

Manav mutfağı karbonhidrat ağırlıklıdır diyebiliriz. Buğday başta olmak üzere tahıl maddeleri ana öğedir.Türklerde çok eski ve yaygın bir çeşit olan gözleme manavlarda da vazgeçilmezdir. Yine bu çeşide yakın bazlama ve cızlamayı sayabiliriz. Bazlama biraz kalındır. Ve ekmek işlevi görmektedir. Cızlama ise taşmış ve yumuşak hamurun daha ince pişirilmiş bir versiyonudur.Bu mutfağın en kendine has örneklerini vermek gerekirse, malay (mısır ve buğday unundandır, dartılı veya pekmezli yenir) mancarlı pide (bu genel bir başlıkla söylenirse ıspanaklı pidedir. Ispanakla sınırlanmaz. Pidenin içi gezecek otu, efelik, kaldirik otu, gışırık otu olur ama başlık aynıdır; mancarlı pide)

Dartı : Dartı başlı başına konudur. Bir imzadır bu mutfakta. Bekletilen sütün üstündeki kaymak, yoğurdun kaymağı toplanarak kaynatılır. Kaynatma süresi istenen kıvama göre değişmektedir. Çok kaynatılırsa yağı iyice ayrılır, az kaynatılırsa daha krema görünümünde olur. Bir iki maddede yapımını açıklayacağımız bu yiyecek kahvaltılarda baş tacı yemeklere çeşnidir.

Keşkek : Çok eski bir yemektir. Oğuz Türkmen boylarının vazgeçilmez yemeğidir. Buğdayın dövülmüşü kaynatılır içine et katılır. Üzerine mutlaka dartı koyulur.

Keşkek aslında düğün ve bayram yemeğidir. Eskiden bayramlarda asla es geçilmezdi.

Keş : Eski bir ağartıdır süt ürünüdür. Kesilmiş sütten yapılır. Kendi kendine toplanan süt bir tülbentle süzülür ve kurutulur. Kahvaltılık veya hamur işlerinde iç malzemesi olur.

İçecek olarak komposto ( hoşaf ) ve ayran sayabiliriz. Komposto için tercih edilen meyveler elma, armut, ayva, eriktir. Kurutulur, kurutma işlemi sonrası erik(kak) diğerleri (buruç) kıvamındadır artık..Kışlık hazırlıklarda ise; pekmez, tarhana, salçalar, meyve kuruları ve kendi tuzlu suyunda uzun süre bekletilmiş sert peynirler yapılırdı. Bu kıvamdaki peynirler közde veya tavada kızartılıp tüketilir.

Çorbalarda kesin bir un malzemesi hakimiyeti vardır.

Kesme çorbası

Dımbıl çorbası

Umaç Çorbası

Erişte Çorbası

Tarhana Çorbası

Mancar Çorba ve yemekleri

Ana başlıklar halinde söylediğimiz manav mutfağı; her yöre mutfağında olduğu gibi yeniden keşfedilmeyi bekleyen lezzetlerin sahibidir.

Özellikle gözleme, cızlama ve bazlamaç çok özel yemeklerdir. Bugün bile gözleme deyince akla manavlar ve Yörükler gelir. Aynı kültürün insanları.

Sadece Batı Anadolu’da değil, Ege ve Akdeniz bölgesinde de, bu yerleşik veya kısmen Yörük olarak adlandırılan bu insanların en önemli yiyeceklerinin başında gözleme gelir.

Her evde kışlık tarhana, kuskus, buruç (elma, eriği armut vs.) vardır. Yazdan yapılmış peynirleri vardır. Kavurmalar pek çok aile tarafından toprak küplere yazdan basılır.

Pekmez (pancar, şekerkamışı, elma, armut vb. meyvelerden elde edilen tatlı) hemen hemen her evde bulunur. Enerji kaynağıdır. Kışın soğukta özellikle yenir.

Manav mutfağının en önemli yemeklerinden biri de “Malay” yemeğidir. Bazı yörelerde “kaçamak” diye de anılan bu yiyecek, yoğurt ve pekmezle iştahla tüketilir. Mısır malayı veya buğday malayı, her ikisi de bu yerli halkça çok sevilir.

Mancarlı pide, manavlarda gözde yiyeceklerdir. Mancar (ıspanak, gazicek, efelik, gışırık, kaldirik, (çiçekli mancar) kabak urgan ucu, pazı vs.) bitkilerin ortak adıdır.

Mancarlı olarak yapılan bu un mamulü pideler, dartı, sütçiği, peynir, keş gibi süt ürünleri ile de karıştırılır, desteklenirse mükemmel bir yiyecek ortaya çıkmış olur.

Bozkurt Güvenç’in yaklaşımıyla dile getirecek olursak; bir manav ırkı belki yoktur ama görünen o ki bir Manav kültürü vardır.

 http://www.sosyalsiyaset.com/documents/tarakli.htm

Sümeyye Köktürk yazıları

 

AKÇAKOCADA

 Kız ve Erkeğin Tanışması

Akçakoca’da mısır bitkisinin fazla ekildiği, fındığı kozalarından ayırma makinelerinin daha ortaya çıkmadığı dönemlerde mısır soyma, fındık ayıklama imeceleri yapılırdı. Bu imecelere kız ve erkekler bir arada katılırlardı. Mısır çapalama, fındık toplama işleri de imece şeklinde yapılırdı. Akçakocalı kız ve erkek gençler birbirlerini bu imecelerde, kasabaya inme sırasında, dereye suya giderken, nişan, düğün gibi eğlencelerde tanırdı.Kız ve erkeğin ortaklaşa güvendikleri bir kadını aracı olarak kabul eder ve sevgi nişanelerini birbirlerine bu aracılar ile gönderildi. Bu günde buna benzer olaylara şahit olunmaktadır. Çoğu kez kız erkeğe, kendi işlediği bir mendili, oğlanda kıza gülyağı, şeker, lokum, küpe, yüzük gibi hediyelerde gönderirdi.

Sevdalık Günleri :Akçakoca gençleri arasında sevdalık günleri çok önemliydi. Sevenlerin arkadaşları vardır. Bu arkadaşlar erkek ise, hep seven erkeğin etrafındadır, arkadaşları için pervane olurlar, hep beraber gezerler. Başkaları seven erkekmiş izlenimi yaratırlar. Örneğin; Sevdiği kız salıncağa binerse, önce aşık olan silahını boşaltır. Bunun anlamı: Bu “Seni başkası severse onu öldürürüm” anlamına bir mesajdır. Ardından aşığın arkadaşları silahlarını boşaltırlar. Bunun da anlamı: “Bir arkadaşımızın arkasındayız” demektir Durum herkes tarafından anlaşılır, kimse kimsenin sahasına girmez. Erkek evlenme arzusunu ailesindeki kadınlara açar. Zaman içinde gelişen olaylar oğlanın anası tarafından babasına iletilir. Günler ve gecelerce ne olup olmayacağı, aileler arasında düşünülüp tartışılır. Sonunda kız tarafının kıramayacağı bir elçi bulunur. Elçi baba ve annenin ağzını arar. Olumlu yanıt alınca kızı istemek için girişimlerde bulunur.Toplum kız isteme konusunda çok duyarlıdır. İstenilen bir kızın verilmemesi ya da söz kesiminden sonra dönülmesi erkek tarafından hakaret kabul edilir. Bu tür olaylar genellikle kan davası gibi olaylara sonuçlanır.

Sıra Gözetme :Ablası bekar olan, evlenme çağındaki erkek bu kuralı bozup evlenebilir. Erkek toplunda kadından önce gelir. Erkek kardeşler arasında da sıra gözetilir. Miras taksiminde kızın payı erkeğe göre yok gibidir. (Bu gelenek Lazlarda daha çoktur.)Son zamanlarda Bölgede kızlar arasında sıra gözetme geleneği vardır. Büyük kız varken küçük kız evlenmesi ayıplandığı gibi baba buna kesinlikle karşı koyar herkes hakkını yavaş yavaş  alma yolunu tutmaya başladı.

Başlık Parası:Akçakoca ve köylerinde başlık parası vermek hemen hemen yok gibidir. Yalnız fakir ailelerde kızına çeyiz yapabilmek için bir miktar para ödenir. Başlık parası verme Laz ve Gürcü ailelerde, Rizeli  toplumlarda daha az uygulanır. Abazalarda başlık parası alınmaktadır.

Kız Kaçırma Olayları:Abazalarda düğün çok masraflı olduğu için, özellikle birbirini seven çiftler kaçarlar. Bu danışıklı düğüştür. Kız kaçırılmadan önce nüfus cüzdanı kaçırılır. Kızın yaşı on sekizden küçük ise kız kaçırılınca erkeğin akrabalarından birinin evinde saklanır. Daha sonra aileler arasında anlaşmaya gidilir. Kaçırılan kızın yanında kıza yakınlığı ile bilinen kızın arkadaşı ile kaçırılır. Bu kıza tasavize denir. Kız emin bir ailenin yanına misafir edilir. Düğün yapılıncaya kadar kız o evde kalır. O evde her akşam eğlence yapılır. Bunun adına taşamhara denir. Kız-erkek anlaşarak kaçmışlarsa iki tarafın aileleri bir müddet birbirleriyle görüşmez. Daha sonra aracılar yardımıyla taraflar barıştırılır. Ancak yıllar süren küskünlükler söz konusudur. Kız kaçırmada kızın rızası yoksa olay kan davasına kadar gidebilir.

Kız İsteme Geleneği:Ön hazırlıklar tamam olunca kız babasının sevdiği birisi erkek tarafı ile birlikte kız istemeye gider. Erkek tarafından ağzı laf yapan biri sözü açar.Biz Allah’ın emri, Peygamberin kavli ile kızınız ...............’yı oğlumuz ..............’ya istemeğe geldik” der. Baba da;Allah yazdıysa olur. Amma bir düşünelim. Soracak adamlarımız var onlara soralım” der. Bu biraz naz etmek ve kendi akrabalarına paye çıkarmak için söylenmiş bir sözdür. Bir müddet biçilir. Bu arada istiyorlarsa, el altından erkek tarafını cesaretlendirecek haberler iletilir.Bu dönemde, kız ile erkek karşılaştıklarında kaş göz işaretleri ile birbirlerine cesaret verirler. Kız belli bir süre sonra istenir.

Söz Kesme ve Nişan Olayı:Eskiden erkek askere gitmeden nişanlanırdı. Nişanlık süresi, askerlik, para yokluğu ile ilgili olarak 2-3 hafta ile bir yıl arasında değişir. Yerli halk arasında beşik kertmesi kesinlikle yoktur. Göçmen köylerinde beşik kertmesine rastlandığı söylenmekte ise de tespit edemedim.Kız istemede erkek tarafından hediye olarak getirilen “kutu şekeri” ertesi gün iade edilmez açılırsa, kızı erkeğe verildiğine işarettir.Taraflar tarafından söz kesiminden sonra oğlan tarafından akrabaları kızın evine yüzük, kutu şekeri ile elbiseler, çorap ve terlik alıp giderler. Nişanda yüzükler takılır. Bazı köylerde nişanda erkeğin bulunmadığı, akrabası tarafından kızın parmağına yüzük takıldığı söylenmekte ise yerli köylerde böyle bir gelenek bulunmamaktadır.Bir süre sonra kız tarafı, yüzük, bir kat çamaşır, kaynanaya elbise alıp oğlan evine getirirler.

Çeyiz Geleneği
:Çeyiz olarak sandık, yatak, yorgan, yelek, şalvar, bakırdan mutfak eşyası, elde dokunmuş yer hasırı, hasır seccade, ottan duvar yastığı, kanaviçe işler ve örtüler vardır. Çeyizin miktarı ailenin mali durumu ile ilgilidir. Yerli halkta çeyiz eşyası, Doğu Karadeniz kökenli ailelerde olduğu kadar fazla olmakla beraber, kızlar mirasta erkek kadar hakka sahiptir.

Kına Gecesi:Düğün geleneğinin ilk kademesi kına gecesidir.Kına gecesi Çarşamba günü yapılır. Kına gecesi için erkek tarafı beraberlerinde taraftarları ile birlikte yanlarına kına alıp gelin evine gidilir. Dört kız çarşaf veya büyük bir yazmanın altına gelini alırlar. Bir kız gelinin eline tabaktan kına yakar. Elleri temiz beyaz bezlerle yumrukları bağlanır. Bir taraftan da maniler söylenir. Hem gelin ağlar, hem etrafındakiler.
İzzet ve ikramdan sonra erkek tarafı evlerine gelir. Damadın evi önünde büyük bir ateş yakılır. Kız tarafı tavuk istemeğe gelir. Her evden birer tavuk alınır. Ateş yanınca baklavalar getirilir. İkramlar yapılır. Kız tarafı darıltılmadan uğurlanır.Kına gecesi bayramlık elbiselerini giyen genç kızlar çiftetelli, topal oyunu, orta oyunu gibi oyunlar yaşlı bir kadın denetiminde oynanır
: Düğünden bir gün önce gelinin ve yakınlarının eline kına yakılır kına erkek tarafından getirilir kına yakma töreni boyunca maniler söylenir gelin ağlatılır,kına gecesi kızlar çiftetelli ve çeşitli oyunlar oynar.Köy lisanı ile mani ve türküler söylenir.

 

‘’Yukarı köyün çakalları                        Yukarı köyde çakal yok

   Aşağı köyün bakalları                         Aşağı köyde bakal yok

   Damat beyin sakalları                         Güveyin sakalı yok

   Gelin kınan kutlu olsun                       Gelin kınan kutlu olsun

 

   Kına gecen hoş olsun                          Köyümüzden çıkıyorsun

   Evin bereket dolsun                            Bize veda ediyorsun

   Damat bey eşin olsun                         Yeni yuva kuruyorsun

   Gelin yuvan mutlu olsun                    Gelin kınan kutlu olsun’’

Diye maniler söylenir.

Düğün Günü:Düğün genellikle nişandan en az bir yıl sonra yapılır. Bindallı ve benzer gelenekler yoktur. Eskiden gelin renkli ve temiz ipekli elbise damat ise don pantolon üzerine beyaz gömlek ve işlemeli yelek giyerdi. Güvey fakirse beyaz elbise ödünç alınırdı.Eskiden olduğu gibi gelin kayın baba ve yakın akraba arasına giderdi. Gelin evden çıkarken, kız kardeşlerden biri, yoksa akraba kızlardan biri çeyiz sandığı üzerine oturup sandık haracı isterdi. Ayrıca kapıdan çıkarken erkek kardeş, kapı haracı olarak bir miktar para talep eder.Köylerde, genellikle bir öküz arabası süslenirdi. Üstüne halı ve kilimlerle bir örtü yayılır. Araba çan ve zillerle bezenir, köylüler şık giysilerini giymiş, arabanın önündü, ardında, yanında yürüyerek giderlerdi. İkide birde araba durdurulur:- Ala ala hay... diye bağırarak düğün evine varılır. Yolda devamlı halaylar çekilir. Kasap oyunu, Kastamonu zeybeği gibi oyunlar oynanır. Gelin alayı, çeşitli yollardan dolaşarak damat evine varırdı.Gelin alınmadan o köylülere veya mahalleliye pilavlık parası verilir. Gelin arabaya binmeden bolluk ve bereketli olsun diye ya damadın babası veya yakını bozuk paralar içinde şekerler, buğdaylar serper, çocuklarda bunları birbiri üzerine yığışarak kapış kapış toplardı.Köyden çıkıncaya kadar çeşitli yollardan dolaşarak damat evine varılır. Gelin arabadan inmez, bahşiş ister. Bir inek ya da tosun getirilir. Kulağı kesilerek işaret verilir. Kapı önünde kurulan bir masada kız tarafı tatlı, şeker, sigara, mermi gibi isteklerde bulunur. Bu istekler karşılanıncaya kadar gelin bekletilir. Bu durum bazen üç dört saat kadar sürer.Gelin eve girerken eğilip eşiği öper. Bolluk getirmesi düşünülerek mısır, buğday, şeker, bozuk para atılır. Akraba ve komşular başlarında birer tepsi baklava alarak erkek evine giderler. Tepsiler üst üste kümelenir.Erkeklerde evin önünde yakılan ateş etrafında oynarlar. Bu oyunlar kadın kıyafetine girmiş köçekler tarafından oynanır. Eğer aile varlıklı ise dört köçek, dört davul, dört zurna ve dört keman bulunur.Diğer köylerden geleneklerde kafileler halinde düğüne katılırlar. Kimileri koç, kimileri koyun getirir. Meydanda ikramlar yapılır.Yenip içilir. Sonunda köylüler misafirlerini evlerine götürürler.Hoca nikahı yapılır, bu adet yaygındır. Hoca nikahı yapılırken gelinin yanında dadı veya bibi (teyze, hala) denilen kadınlar bulunur.Gürcü köylerinde düğün gecesi, güveyin gerdeğe girmesi yasaktır. O akşam kızın akrabası olan kızlar sabaha kadar beklerler. Düğünün ertesi günü gerdeğe girilir. Düğün genellikle üç gün devam eder. Lazlar ve Hemşinlilerde de benzer gelenekler vardır.Diğer köylerde ise hoca nikahı kıyılır. Sonunda güveyi arkadaşlarının kolunda gelinin odasını getirilir. Arkasından yumruklanarak odaya itilir. Damat odaya girer. Hazır bulunan seccadede iki rekat namaz kılıp duasını yapar ve gelinle tanışmaya gider. Damat bu arada gelini konuşturmaya çalışır. Ona hediyeler verip konuşturur. Konuşturulunca da pencereyi açıp iki el silah atar. Bundan sonra herkes dağılıp gider.Gelinle damat, gidip kayınvalidenin elini öperler. Tekrar odalarına giderler. Orada baklava yerler. Bazense baklava kesmelerinin yarısını yiyip bırakırlar. Ertesi gün bunları evlenmemiş erkek ve kızlar yer. Darısı sizin başınıza gibi bir gelenektir bu. Ertesi gün sabah, köçekler, davetliler düğün evinin önüne gelirler. Oyunlar oynanır. Damat elinde bir tepsi baklava ile herkese birer kesme baklava sunar. Sonra da herkes dağılıp gider. Ev kadınlarla dolar. Duvak günü damat sağdıçla gider. Gelinle sabahtan ikindiye dek oyunlar oynanır, şarkılar söylenir ve derken düğün biter

Duvak:Güvey gecesi sabah gelini eğlendirmek için eğlence düzenlenir. Gelin oynar ve etrafa para atar.Bekar kızlar gelinin duvağından teller koparırlar. Duvaktan sonra erkek ve kız evlerinde yemekli davetler yapılır.

Düğün Davetleri:Bütün akraba ve hısımlar gelin ile damadı davet ederler. Bunlar taşıma davetleridir. Her gidilen eve gelinin yaptığı bir el işi işleme götürülür. Onlarda onlara çeşitli hediyeler verirler.

Doğum Olayı:Genellikle ilk çocuğun erkek olması istenir. Çocuklar genellikle beşikte büyütülür. Çocuğun adı üç gün içinde yaşlı bir erkek veya hoca tarafından üç defa kulağına okunarak konulur. İsimden sonra ezan okunur. Komşular ve akraba loğusaya evvela geçmiş olsun derler sonrada hediyeler getirirler. Doğumun kırkıncı günü çocuk ve loğusa yıkanır. Buna çocuk kırklandı denilir.

Diş Çıkarma:Küçük çocukların diş çıkarmaları aile için ayrı bir sorun olur. Ailenin bireyleri yeni çıkan dişi görmeyi uğur sayarlar. Onun içinde sık sık çocuk güldürülür, ağzına bakılır. Hatta bazıları ekmek kabuğunu gevlettirmek suretiyle dişin çabuk çıkmasının sağlarlar. Bazıları da parmağını rakıya batırarak çocuğun diş etlerini oğalar. Çocuk bundan çok hoşlanır.Dişin çıktığını gören kişi mutlaka diş çıkaran çocuğa ya elbise alır ya entarilik alsınlar diye anne babasına para verir.

Sünnet Olayı:Akçakoca bölgesinde kirvelik olayına rastlanmaz. Eskiden gezginci sünnetçilerin gelmesiyle hiçbir hazırlık yapılmaksızın çocuklar sünnet edilirdi. Günümüzde eğlenceler düzenlemektedir. Sünnetçiye, bazen para almadığı için sabun, havlu gibi şeyler verilirdi.

Dini Bayramlar:Dini bayramların Akçakoca örf ve adetleri içinde çok büyük yeri vardır. Üç aylar girince Recep, Şaban ve Ramazan gelinceye kadar bazı kimseler ramazana alışmak için ayda bir belli oruçlar tutar, kutsal geceler, cumalar yavaş yavaş ayrı bir kalabalık olmaya ve cemaat artmaya başlar.Ramazana hazırlık olmak üzere, makarnalar kesilir, erişteler yapılır. Yufkalar açılır, kuskuslar hazırlanır. Mevsime göre çeşit çeşit reçeller, hoşaflar ve şuruplar hazırlanır.Hele bayram gecesi yeni esvaplar giyilir, Provalar biter. Küçükler giyeceklerini başlarının altına koyar. Ayakkabılarını yatağın içine yerleştirir. Herkes banyosunu yapıp yatar. Küçük erkek çocuklar sabahleyin sabah namazına herkesle birlikte camiye gider. Namazdan sonra vaiz dinlerler. Bayram namazı kılınır. Hoca dikilir, en yaşlı adam hoca ile bayramlaşır, ondan sonraki hoca ile yaşlı bayramlaşır ve yerini alır. Böylece sıralanır. Cemaatin en yaşlısı ile en genci bayramlaşıncaya kadar sürer. Sonra birlikte hoca dua eder.
“Bu bayrama eriştiren Allah’a senalar ve amin” denilip çıkılır. Yolda görülenlerle bayramlaşırlar. Mezarlıklara gidilir. Ölülere dua edilir. Hastalar ziyaret edilir.”
Her köyün ramazanında davulcular bahşiş toplar. Birinin elinde bir sırık, birini elinde bir sepet. Davulcu davulu çala çala her evin önünde maniler söyler. Bahşiş; havlu, mendil, yazma sırığa bağlanır. Baklavalar, el altıda tepsi bulunan sepete konur. Paralarda davulcunun cebine konur.

Bayramlar:Yerli köylerde bayram sözcüğü eğlence anlamına gelir. Bayram olacağı gece, bayramı bilen köydeki misafirler, bayramın olacağı köye yakın eş dost ve akrabalar ile birlikte giderler. O akşam onlara misafir olurlar. Kadın ve kızlar yemekten sonra daha geniş evlerde, erkekler ya kahvede ya da başka bir evde toplanırlar. Erkekler orta oyunları yaparlar. Mutaassıp olmayan yerlerde içkide içilir. Gramofon çalınır ve Cide kemençesi ve tepsi çalarak oyunlar oynanır. Genellikle oyunlar iki kişilik eşler halinde yapılır. En revaçta olan oyunlar topal oyunudur. Bu oyun Akçakoca’ya özgü bir oyundur

Eğlenceler
:Eskiden patoz makineleri yokken, fındık harmanda kurutulur, sabahları tırmıklar vurulur, sonrada altından tanesi alınırdı. Kalan fındıklarda kabuklarından ellenmek suretiyle bulunup ayrılırdı. Köylerde bu işler imece halinde yapılırdı. Kabuk ayırma işi erken bitimi, orası düğün evine döner, oyunlar şarkılar, gülme, eğlence, yeme içme başlardı. Kızlar erkekleri, erkekler kızları burada seçerdi. Çalışkan mı? Tembel mi? Dili tatlı mı? Nobran mı? Şaka kaldırır mı? Yoksa içine kapanıp arpacı kumrusu gibi düşünür mü? Yapıcımı yıkıcı mı? Hepsi burada denenirdi. Bu eğlencelerde maniler söylenirdi. Atmaca tabir edilen karşılıklı mani atmaları da yapılırdı.

KÖYDE

FOLKLÖR : Köye has topal oyunu vardır ,köyün kendine has folklor ekibi yoktur,Karadeniz folkloru hakimdir,Davul,Zurna,Saz,karşılıklı zille oynanan oyunda çalınan zil dir.Ayrıca köçek oyunu,gemici çardak oyunu vardır Halay, Sallama Karşılıklı Zille oynama Köçek,Davullu gemici çardak oyunudur,. Bar,Halay,Horon,Sallama,Karşılıklı zille oynama,Hura,ve karşılama,Köçek  oyunları da oynanır

DAVUL  : Davul savaş sırası,sonrası,askere giderken,törenlerde,ramazanlarda,güreş yapılırken çalınır.Davulun eski adı Tavuldur,Çağatay Türkleri tarafından yapılmıştır,bir haber aracıdır

ZURNA: Davul ve zembeleklerle çalınır ağaç maden, boynuzdan yapılır ,7 üstte 5 altta deliği vardır,Avrupa’ya Türkler tarafından götürülmüştür,Oğuz Türkleri Anadolu’ya getirmiştir,kemençe ve davula eşlik eder,4000 yıldan beri devam eden bir enstrümandır.Davul,Kaval,Zurna,göçer enstrümandır,köyde son zamanlarda bunların yerini taverna müziği almıştır org ile çalınan müzik aletidir eski neşe eski düğünler artık tarihe gömülmüştür,evlerde yapılan düğünler artık düğün salonlarına taşmıştı

 KAVAL: Orta asyadan gelmiştir Balasau Türkleri icat etmiştir,Çağatay Turan Türkleri haval derdi Karadeniz’e bunlar getirmiştir ,bir göçebe çalgısıdır Of,Tokat,kavalı meşhurdur. .

 

 

ÇOCUK OYUNLARI

Çelik çomak,binmeli eşek,esir oyunu,körebe,köşe kapmaca,birdirbir,seksek,yakan topu,lunç,domino devirme

KIYAFETLER

Köyde 25-30 yıl öncesine göre  kıyafette önemli değişmeler olmuştur.Erkekler tamamen şehir kıyafetini benimsemişlerdir. Erkeklerde gündelik kıyafetlerden başka önemli günlerde, törenlerde giyilen ve içine beyaz eşarp bağlanan lacivert takım elbise en beğenilen giyim eşyasıdır. Ancak yaşlı erkeklerden bazıları köy içinde geleneksel kıyafetle ilgili olarak paçaları dar pantolon, üzerine gömlek ve yeleği giymeye devam etmektedirler. Kösele kunduranın yanında lastik ayakkabı, plastik ayakkabı, özellikle çocuklarda  çok görülmektedir. Erkeklerde pijama, şapka, şemsiye kullanılan giyim eşyaları arasındadır. Burada dikkati çeken husus pijamanın yatak kıyafeti olmaktan başka, bazen iş kıyafeti olarak kullanılması suretiyle ikinci bir iş görmüş olmasıdır.

Kadın giyimi erkeklere oranla daha az değişmiştir.Eskiden kadınlar evlerde basit tezgahlarda keten ve kendirden giysiler dokurdu. Bugün ise köylüler malzemesi köy dışından sağlanan koyu renkli şalvar ve üzerine bluz giymekte, başlarına lacivert örtü (örtme)  örtmektedirler. Kadın giyiminde dış görünüş bakımından erkeğe nazaran değişme daha azdır. Evde elbisesi ile dolanan bazen başını örtmeyen kadın, sokağa çıkınca elbisesinin üzerine şalvar giymekte ve başını örtmektedir.Genç kadınlar arasında elbise giyenler, başlarını örtmeyenler az da olsa bulunmaktadır..Köyde gündelik kıyafette olduğu gibi gelin ve güvey kıyafatide tamamen şehirleşmiştir. Ancak köyde giyilenler, kasabadan ucuz sağlanan ve nispeten eski model olan giysilerdir.Kadın ve çocukların kısmen evde hazırlanan giysilerinin kumaşları dışarıdan satın alınmaktadır.

 

 

 

  ŞALVAR : eninde üç boy kumaştan çıkar daha ziyade eflatun pembe,yaşlılar koyu renkleri tercih ederler,genellikle çimen yeşili,zeytin yeşili tercih edilir,şalvarın içine şalvar ( havsa) dikilir pamuklu veya şile bezinden dikilir

MİNTAN   : Şalvarın üstüne giyilir mintan ve şalvar işlemelidir,kadife kutnu,janjanlı ve yollu kumaşlardan dikili

 YELEK   : Şalvar üzerine kolsuz fakat işlemeli yelek giyilir,içine bezden buluz giyilir.

ÖRTÜLELER   .:Oyalar işlenir dikdörtgendir :Kare şeklinde üzeri baskı tekniği ile işlenmiştir,çiçek desenlidir

ÇORAPLAR : Yün çoraplar giyilir kadın çoraplar motif işlemelidir

AYAKKABILAR : Rugan ayakkabı giyilir,çarıkta giyilir,genellikle lastik ayakkabılar tercih edilir

ERKEKLERSE : Yelek ve zıpka giyerler,Kafkas kökenliler düğün törenlerde kalpak dik yakalı siyah satenden yapılmış diz boyu elbise ve yumuşak deriden çizme giyilir.Elbisenin üzerine dışardan fişeklik,kama,kemer gibi ayrıntılar vardır,kadınlar ise simli motiflerle süslenmiş kadife elbiseler giyerler bunları Aktaş,Edilli,Uğurlu,Yenice,Göktepe,Kirazlı,Hemşin köyleri giyerler

 

HIDIRELLEZ

6 Mayıs günü kutlanır,köyün piknik alanlarında,salıncaklar kurulur,yemekler pişirilir,ip atlanır,salıncaklarda sallanılır,birçok oyunlar oynanır,kızlar erkeklere,erkekler kızlara bakarlar orada birbirini beğenirler,arkadaşlıklar kurarlar,balık tutmalar olur,erkeğin beğendiği kız eğer salıncağa biner sallanır ise erkek hemen silahını çıkartarak iki el ateş eder ona onu beğendiğini gösterir,hıdrellezin en iyi yemeği helvadır.Her hıdırellezde mevlit okutulup yemekler yenir köyün gençlerin yaptığı oyunlar sergilenir eğlenceler düzenlenir ,komşu köyler davet edilir bir kaynaşma olur Bu törenleri anlatmadan önce pilavlık parası üzerinde duralım. Daha öncede belirttiğimiz gibi köyden başka bir köye gelin giden kızlardan pirinç parası alınır. Bu para hemen harcanmaz biriktirilir. Pirinç parasının anlamı şudur. Köy gençleri bu kızı o zamana kadar o şekilde korumuşlardır ki, kızın namusuna halel getirmemişledir. Pirinç parası bunun mükafatı bir bahşiş sayılır. Alınan pirinç paralar yedi emin olarak köylünün saygı duyduğu birine telim ederler. Köyden ne kadar çok kız gelin giderse parada o kadar çoğalır. Hıdrellezde bu para ile bir koç satın alınır. Pirinç alınır, un yağ alınır. Kesilen koçun etinden ya etli pilav yapılır, helva kavrulur, ballanır. Öğleyin gençler toplanır ve bu pilav yenir. En sonunda da helva yenilir. Hıdırellez bayramının ayrı bir güzelliği vardır. İp salıncaklar, zincirli salıncaklar, büyük ağaçlara bağlanır. Kızlar ayrı yerde, erkekler ayrı yerde sallanırlar. Ama bazen kızlar erkekleri, bazen da erkekler kızları seyretmeye giderler. Eğer beğendiği bir kız salıncak biniyorsa orada çıkarır silahını bir şarjör boşaltır. Bu olaya kimse ses çıkarmaz. Böylece kimin beğenilip beğenilmediği bu hıdrellez bayramı vesilesi ile belli olur. Bazı köylerde güreşler tutulur. Bazı köylerde derelerde balık tutulur eğlenilir.Akçakoca köylerinde hemen hemen hepsinde geleneksel olarak her yıl kutlanır köydeki küskünler barıştırılır geleneksel oyunlar spor etkinlikleri,folklorik oyunlar ve bunun gibi,Akçakocada ki mülki amirlerde davet edilerek etkinlikler yapılır herkes baharı böyle karşılar

 

EVLERİ

Evler genellikle bahçe içinde olur.Avlu,avlu ağla çevrilidir,sebze ve meyve yetiştirirler Kurukavak,Karatavuk evler arası 4-5 km’dir,okul ve cami yanlarında evler yapılmıştır,az dağınık meskenlerde cepheleri sokak tarafına doğrudur Arabacı köyü gibi,Mısır ziraatı çok olduğu için her evin yanında hemen hemen 1 adet serender yapı vardır,ahırlar evlere uzaktadır,ahır ile samanlık yan yanadır

SPOR

Köyde spora ilgi olmasına rağmen Gayri veya federe kulüpleri olmamıştır 1 adet futbol 1 adet valeybol 1adet basketbol sahası vardır,eskiden at yarışları ve güreşler olurdu ama bu gelenekler tarihe gömülmüştür.Muhtar Ahmet Uygun köyde profösyönel futbolcu olarak Düzce sporda futbol oynamıştır muhtarlığı döneminde de spor alt yapısına  köyde emeği geçmiştir

 

YEMEKLER

EKMEKLER        : Yufka ekmeği,Bazlama,Gözleme,Cızlama,Mısır ekmeği,Buğday ekmeği

ÇORBALAR         : Tarhana,Mercimek,Un,Çılbır,Kızılcık çorbasıdır

HAMUR İŞLERİ  : Mantı,Börekler,Erişte,Kuskus,Kaşık makarna,Mancarlı pide

ET YEMEKLERİ : Kara dolma, Korçan,Sebze dolmaları,Kebaplar,Lahana sarma

TATLILAR           : Melen güççeği,,Güllaç,Sütlaç Baklava

ÇEŞİTLİ YEMEKLER : Kaygana,Soğanlı yumurta,Sebze yemekleri,Zeytin yağlılar,Mamursa,Kaldırık,Mantar yemekleri,Tirit,Malay,Hoşmanım,Mancarlı fırında pide,keşkek,hamurlu kıymalı kulak denilen bir çeşit mantı.

 

 

ALTYAPI BİGİLERİ

Köyde 1 ilkokul,2 değirmen,2 camii,1 sağlık evi,.içme suyu,elektrik,sabit telefonu kanalizasyonu  vardır ilköğretim okulu,valeybol, futbol, basketbol sahası, .Ayrıca mobil sağlık sisteminden faydalanıyor,ptt acentesi , çocuk oyun parkı vardır. 20 dönüm alanda ağaçlandırma yapıldı 1 adet orman kalkındırma kooperatifi vardır, köy yolu asfalttır.Altunçay Dereköy  arası asfaltlıda yapılmıştır halk arasında şifalı bilinen su  köye getirildi,6 mt karige boru ile 14 adet büz döşenmiştir,1750 m² beton kilitli parke döşenmiştir ana sınıfı açılmıştır ilk ilkokul 1946 yılında açılmıştır, Fiskobirlik üye sayısı 171 dir. 1960 yılında nüfusu 500 idi, 1323 ten 1692 yılına kadar voyvodalıkla yönetildi,1871 birinci arazi yoklama defterinde adı geçmektedir,1922 Bolu sallanamesinde adı geçmektedir,yerli köy,az dağınık köy statüsündedir.1844 de39 Hane 234,1935 te 434,1965 te 529,1997 de 616,2000 de 538 nüfusu vardır. Meyve ve Sebze bakımından zengindir,divanı teşkilatı vardı,tarla arazisi2.941,fındık arazisi 3.460,orman arazisi 10.899 dönümdür,% 87 orman masifçiliği yapılmakta idi1871,Birinci arazi yoklama defteri Bolu sallanamesinde kaydı vardır.Süt toplama ünitesi tesisi mevcuttur Altunçay Yenimahalle camii yaptırma ve yaşatma derneği vardır

 

İSTİKLAL SAVAŞINA KATILANLAR

GAZİLER: Ömer Kuş - Ömer 1308H.1892.M.--- Osman Bozkan- İlyas H .1865 Raşit Düzce-Hatem 1317.H 1901M.--- Hamdi Demirtaş- Ali H.1315 1899M.

 

HACİZ JANDARMA KARAKOLUNDA BULUNANLAR : İsmail er  Molla Mehmet tir

 

18. 19. YÜZYILDA TEMETTUAT DEFTERİNDEKİ DURUMU

Aftuni divanında nüfusu 235 hane 47 dir,asker olanlar Delioğlu Hasan,Osmanoğlu Mehmet,Karabıçakoğlu Hasan, 1844yılında bahriyeli olarak askerlik yapmıştır.En varlıklı kişilik Murtezaoğlu Ahmet bin Mehmet,Cindikoğlu İbrahim, Karabıçakoğlu Hasan,Küçükoğlu Ali,Hekimoğlu Hüseyin’dir.64 Adet meslek gurubu vardı,Hekimoğlu İbrahim,Hekimoğlu Hüseyin’in değirmenleri vardı 6 asker,1 muhtar,1 imam,1 subay,1 hizmetkar vardı .su hızarı olanlar Murtezaoğlu Ahmet,Mazlumoğlu Mustafa,Hekimoğlu Hasan,Hekimoğlu İbrahim,Budelunoğlu Osman,Delioğlan Ali,Hatipoğlu Ali,Tönkeloğlu Mehmet,Sofaoğlu Abdi,Osmanoğlu Mehmet, İmamoğlu Ahmet,Deli Ahmetoğlu Mustafa, Şahinoğlu Mehmet,KaracıoğluAli,Cindikoğlu İbrahim,Karamehmetoğlu Ahmet,Belekoğlu Mehmet,Murtezaoğlu Mustafa,Mollaahmetoğlu İbrahim,Tonkaçoğlu Mustafa,Karabıçakoğlu Mehmet,Karabıçakoğlu Hasan Hekimoğlu Hüseyin,Boşnakoğlu İbrahim bunlar keresteci ve baltacı ,hızarcı idiler 1844 yılında buğday,63 kg mısır ürünü alınmıştır ,ilk imam kıran mezrasında Mehmet halifedir.27 baltacı,10 keresteci,15 hızarcı vardı .arı kovanı 318,sağman manda19,sağman inek 11,manda öküzü 40,dişi malak 8,karasığır öküz 63 dana 4 dişi buzağı 15,erkek malak 4 bargir 2 vardı

 

KÖYDEKİ BAZI SÜLALELER

YERLİ SÜLALELER YILMAZ,UYGUN,USLU,YETKİN,YATKIN,AKÇİL,TÜR,TÜRKAN,KOŞAN,KUŞ,KARAGÖZ,DEVRİM,ASAN,BAŞAR

 

DIŞARIDAN GÖÇ GELEN SÜLALELER

KALMUKOĞLU ( Tepeköyden gelme ),ENGİN ( Tepeköyden gelme ),KAYA ( Trabzon—Akçaabat ),ANDİÇ ( Giresun ),AKYOL ( Giresun ),KINA ( Beyören köyden ),KAYACAN ( Düzce den Tatar asıllı ),GÜVEN ( Subaşı köyden ),bunlar köye 1910 yılından sonra gelmişlerdir.Köyün çoğu yerli halk tır

 

NOT .:Bana yardımlarından dolayı Hayrettin Kocabıyık Hüsamettin Kaya ,AliRiza  Asan,ve Ahmet Uygun muhtarıma teşekkürlerimi arz erdim.

 

Kaynak

Coğrafi B.      : İbrahim Tuzcu

Köyün ismi    : Kenan Okan,Şükrü Dönmez,Hayrettin Kocabıyık,Ahmet Uygun,A.Riza Asan,Hüsamettin Kaya,Derl.İbrahim Tuzcu

Tarihi Y         : Kenan Okan,Şükrü Dönmez,Hayrettin Kocabıyık,Ahmet Uygun,A.Riza Asan ,Hüsamettin Kaya,Der.İbrahim Tuzcu

Coğrafi D       : Kenan Okan,Şükrü Dönmez,A.Riza Asan,Mustafa Kocadon,Derl.İbrahim Tuzcu

Turizm           : Kenan Okan,Ahmet Uygun,Hayrettin Kocabıyık,Hüsamettin Kaya,Vikipedi özg .ans sitesi,Akç.Kaym.Sitesi,,Derl,İbrahim Tuzcu

Camii ve mez: Kenan Okan,Ahmet Uygun,Hayrettin Kocabıyık,A.Riza Asan,Hüsamettin Kaya,Derl.İbrahim Tuzcu

Ekonomi        : Kenan Okan,Ahmet Uygun,İlçe Tarım Md.Hüsamettin Kaya,Hayrettin Kocabıyık,A.Riza Asan,Mustafa Kocadon Derl.İbrahim Tuzcu

Kültür            : Kenan Okan,Ahmet Uygun,Hayrettin Kocabıyık,Hüsamettin Kaya,A.Riza Asan,Vedia Emiroğlu,Sümeyye Köktürk, http://www.sosyalsiyaset.com/documents/tarakli.ht Drl.İbrahim Tuzcu

Spor               . İbrahim Tuzcu,Ahmet Uygun

K.Alt Yapısı  : Akç.Kaym.Sitesi,Mustafa Kocadon,Ahmet Uygun,Hüsamettin Kaya,A.Riza.Asan,Hayrettin Kocabıyık,Derl İbrahim Tuzcu

İstiklal S.        : Şükrü Dönmez,Geltog sitesi

Temettuat      : Dr.Zeynel Özlü

Sülaleler        : A.Riza Asan,Ahmet Uygun,Hüsamettin Kaya,Derl.İbrahim Tuzcu

 

BALATLI KÖYÜ

 

 

COĞRAFİ BÖLGESİ  : Karadeniz bölgesi

İLİ                                  : Düzce

İLÇESİ                          : Akçakoca

KAYMAKAMI             : Mehmet Ünal

B. BAŞKANI                 : Fikret Albayrak

KÖY MUHTARI          :İsmail Yavuz

TEEFONU                     ; 05373805485

POSTA KODU              : 81650

İLKÖĞRETİM OKUL: 03806242100

NÜFUSU                        : 140 Hane,618 Nüfusu vardır

ESKİ MUHTARLAR   :  2009de-İsmail Yavuz,2004- Nezarettin demir,1999-Mustafa Asal,1994- Muzaffer İnce,1989- Ayhan Aydın

COĞRAFİ DURUMU : Düzce ye ,Akçakoca ya uzaklıktadır,denizden 280 mt yüksektir,5115 dekar fındıklık, 1343 dekar ormanlık alanı vardır.komşu köyleri,Beyören,Fakıllı,Çiçekpınar, Deredibi Kirazlı dır. Köyün en yüksek yeri 405 mt dir.Rakım 270 tir

 

KÖYÜN İSMİ NEREDEN GELİYOR

M.Ö. 377 yılında Batı Anadolu Trakya dan gelen Bitinyalılar da buraya gelir bazı köyler kurarlar,bunların Kralları Bias tır,bu köyde Balatlı köyüdür..Ayrıca buraya Adana,İçel sancağından Yörük(yürüyen halk demek) Akçakoca’ya gelerek bazı köylere yerleşirler bu köylerden biriside Balatlı köyüdür. Ayrıca Kastamonu dan 1243 yılında Moğol istilası ve yenilgisinden bıkan 130.000 bin Oğuz kınık boyu Bayat obaları batıya doğru göç ederler ve Akçakoca’ya gelerek bazı köyler kurarak  yerleşirler bunlardan bir tanesıde yine Balatlı köyüdür,neticede burada Bitinya,Oğuz kınık boyu bayat obaları, İçel sancağından gelen Yörüklerdir.Akçakocada M.Ö. 1200 yılında Frik,M.Ö. 670 Lidya,M.Ö.395 te Roma Pontos,M.Ö.1200 de Hitit ama bu kesin bilinmiyor bu kavimler yaşamışlardır .Buranın şimdiki köy halkı Düzce Çerkez Taşköprü den sivrisinek ve sıtma hastalığından kalkıp Akçakoca’ya göç gelmişler ve Balatlının üst kısımlarına tepelere yani Kıran tepe,Duraca tepesi,Dezanlar tepesinde yerleşirler bunlar Bayat kolundan Yörüklerdir bu tepelerde çok Bitinyalılar çeteleri varmış bu çetelerden bıkıp daha sonra aşağı ya doğru meralara inip şimdiki köyü kurmuşlardır . Köy halkı bayat soyundandır, bir rivayete göre, eskiden at hayvan yetiştiriciliği çok fazla olduğundan savaşlara buradan çok at verilmiştir bundan dolayı Bolat,  Bulatlı,Bayat,Balatlı olmuştur.Yerli bir köydür eskiden burada çok mera olduğundan bu merada çok otlu ve atların bu otları otlamasından dolayı buraya Bolotlu ,,Balatlı diye devam eder,köy halkı hayvancılıkla uğraştığı için bu meraların dağ eteklerine çıkarlar ve köyü kurarlar. Köyde baz insanlar muhtarlık yapmıştır Ayan Ali Güngör,Hacı Galip Aygör,Mustafa Ok,Gürbüz Saygı,Mehmet Akan,İsmet Efetürk,Eyüp Karameşe,Şakir Ok,köy odalar ve

konakları vardır gelen misafirler buralarda ağırlanır. Köy yerli bir köydür,1324 yılında divanı teşkilatı vardı, Balatlı, Beyören ,Deredibi aynı mezra içinde idiler .1958 yılında ayrılırlar. Ayrıca Kirazlı ile Yeşilköy bu divana bağlı idi 1952 yılında Balatlıdan ayrılmışlardır.Düzce Akçakoca şosesi olmadan Akçakoca,Doğancılar,Beyören,Balatlı dan 3-4 saatte  Düzce Çilimli’ye çıkılırdı bu güzergah kullanılıyordu ,bu yol halende kullanılıyor herhangi bir taksi gidebilir . 1871 arazi yoklama defterinde ismi geçmektedir ,1797 de divan olmuştur.1940 yılında 30 hane vardır( Refik Özden) bu bilgilere ulaştım kendisine teşekkür ederim.

 

TARİHİ YERLER

Köyün doğusunda Roma dönemine ait kalıntılar vardır, adı belli olmayan Dede mezarı köyün   güneyinde dağın eteğindedir eskiden yağmur duaları burada yapılırmış ,köy kadınları dede hayır’ı veya dede bezdirme hayır’ı yaparlarmış çocuklara dağıtırlarmış.Bu dede mezarı bazı defineciler tarafından kazılmıştır,Oda yanı denilen yerde gavur odası vardır burada

Bitinyalılar yaşamışlardır o zaman kayalardan odalar yapılmış bu odalara gavur odası ismini vermişlerdir,Bitinyalılar bu kaya odalarında otururlarmış halen bu kalıntılarda köyde rastlanmaktadır köyün üst tarafları çok kayalıktır yaşlı kayalar mevcuttur

 

AKARSU VE DERELERİ

Orhan deresi incirlik sırtlarından çıkar yeni çarşı da denize dökülür,büyük faal deredir

Su altı seviyeleri çok değişkendir,pınar ve kuyu suları faydalıdır ancak çok kireçlidir,serttir,koli mikrobu bakımından zengindir içilmesi mahsurludur ,sıcak su ve göl yoktur

 

DAĞLARI VE TEPELERİ

İncirlik sırtları Doruk dağı eteğinde  kurulmuştur,Haciz tepesi (960) mt dir

 

 

İKLİMİ

En fazla yağış Eylül-Kasım-Aralık-Ocakta olur,kar Aralık ve Ocak ayında yağar ama uzun sürmez,Mayıs-Haziranda Karayel,Temmuz-Ağustos-Eylül ayında Poyraz eser,kış aylarında lodos eser,Temmuz- Ağustos-Eylülde güneş kendini daha iyi gösterir,Aralık,Mart ayları arası en düşük sıcaklık olur ılımaman Karadeniz iklimine sahiptir.

 

JEOLOJİK DURUMU

Eosen-Folişi,Muminitli Kalker mevcuttur.Dere ve vadi tabanları alüvyon,yamaçların büyük bir bölümü silis formasyonu,tepelerin üst kısmı da 3.derecede kumlu,çakıllı tabakalar halindedir.Depreme dayanaklı 3.bölgedir.Dağlar denize paralel uzanır.Paleozoik devre ve tersier arazilerde ibarettir.Eosen Folişi- Muminitli kalker toprağa sahiptir Karstik kaynaklara da sahiptir  taban ve vadi arazi fazla yer tutmaktadır değirmen ve patlaklı dereleri Jeolog Dr.Ervin Lan,Mühendis Zeki Erişir.

 

BİTKİ ÖRTÜSÜ

Akçakoca’da orman alanı 20477.77 hektardır.Çoğu bozuk orman alanıdır % 43 kayın % 0.8 gürgen %0.1 kestane % 6 meşe % 1 kavak % 0.25 ıhlamur % o.4 çınar bulunur,gerisi fındıklıktır.Maki bitki örtüsüne sahiptir,iklimin mutedil yağışlı olması bitki örtüsünün gür olmasını doğurmuştur.

TOPRAK YAPISI

Topraklar kırmızı kahverengidir.Toprak asitli,kireci azdır,topraklar erozyona maruzdur.Potas ve fosfor bakımından fakirdir,tuz oranı normaldir.Saha umumi olarak pedojenez bakımından genulik safhasındadır.Toprak killi ve tınlı kıvrıntılı karakterdedir

 

TURİZMİ

 

Köy köydes yardımı ile güzelleştirilmiştir tepede kurulan şirin bir köydür 2007 yılında yapılan yeni güreş sahası ve her bayramın 3. günü,burada yapılan güreş organizasyonu köyün tanıtılması açısından çok önemlidir ayrıca bayramlarda halende devam eden bayram şenlikleri köye bir neşe katmaktadır,köy turizm açısından zengin değildir,yalnız burada olan güreşler köye bir güzellik katmaktadır .Ayrıca eskiden manda güreşleri yapılırdı,mandalar bir çubuk avlısı içine alınırdı,avlının bir yanı açık bırakılırdı mandalar orada güreştirilirdi sonunda biri pes eder,kendi evine kadar koşar,bezende yolda dönüp kapıştıkları olurdu bunu  görmek için halk birbirini ezerdi Ayrıca Doğancılar,Fakıllı  Beyören ,Balatlı at ları Fakıllı Akçakoca şosesinde yarıştırılırdı köyde hep güreşler konuşulur .Şu anda tek güreş yapılan köydür

 

CAMİLERİ

1338 yılında tuğla yapıdan yapılan cami 150 cemaatli idi ,diğer cami 1936 yılında yandı yerine yeni cami yapıldı buda yıkılarak yerine mimarı Düzceli Ramazan efendinin 1990 yılında iki minareli 1600 cemaatli betonarme yaptığı yapıdır Şerefeli demek minarede iki katlı ezan okunan yer demektir

 

MEZARLIKLARI

Mezar taşlarındaki konular erkek mezar başlarına başlık,kadın mezarında süslemeler ön plandadır,erkek mezarlığında büyük sarıklı olanlar ulema ve paşaları,uzun külah üzerine sarık tasvirler,derviş ve tarikat şeyhlerini,sadece ince sarıklılar köy ağalarını,üstü geniş ve altı dar kavuk biçiminde olanlar yeniçeri ağalarını işaret etmektedir. Ademler mezarlığı vardır burada gömü yapılmıyor üzerinde fındıklıklar vardır Bitinyalılar zamanından kalmadır,köyün güney batısındadır köye uzaklıktadır,Nurettin Gültekin tarlasındadır,Dip güney mezarlığı en eski mezarlıktır bir yatı vardır yatının ismi bilinmese de buraya yöre halkı yağmur duasına çıkmaktadır,bu mezarlığı Deredibi köyü kullanmaktadır,Birde köyün içinde yeni yapılan ve kullanılan mezarlık vardır halen kullanılmaktadır

 

 

EKONOMİSİ

TARIM:

HUBUBAT:Buğday,Mısır,Arpa,

BAKLIYAT:Fasulye,Bezelye,Bakla,Soğan,Lahana,Marul,Pırasa,İspanak,Kaldırık,Patates Karalahana,Biber,Patlıcan

MEYVE       : Elma,Armut,Kestane,Ceviz,Üzüm,İncir,Dağ çileği,Muşmula,Ayva,Kızılcık,Kiraz

Ekonomisi Tarım ve Hayvancılığa dayanır.Köylü,bahçesinde yetiştirdiği sebzeleri Akçakoca pazarına götürür orada satar,kadınlar ev ekonomisine katkı sağlarlar.Artık günümüzde fındığın para etmemesi insanları başka işlere meşguliyetine zorluyor,,büyükbaş hayvancılığı revaçtadır,eski manda,malak,vb gibi hayvanlar kalmamıştır,yalnız sağman inekler vardır,elde edilen sütler pazara götürülüp satılmaktadır., tavuk kümesi besiciliği olmasına rağmen kümes hayvancılık da yok olmaya yüz tutmuştur.Köyde eskiden kesif ormancılığı yapılıyordu ama şu an kanunlar buna el vermiyor, Köyde orman işletme şefliğine ait ormanlarda çalışanlar vardır Köyün erkekleri sanayi bölgelerine çalışmaya ,artık köylü son zamanlarda endüstri kollarına yönlenmiştir,,köyde hiçbir sanayi kuruluşu yoktur.Ayrıca kesif ormancılığı vardı bunlarda aynı şekilde sevkıyatı yapılıyordu,fındık bahçesinin gelişmesi buraya ayrı bir önem kazandırmıştır.Mısır ve Buğday daha önceleri Bolu ve Gerededen karşılanıyordu.Köyde tütün fazlaca yapılıyordu  tütün kuyuları son zamanlara kadar  vardı oysa şimdilerde münkariz olmuştur  daha sonra köy halkı geçimini fındıktan elde ediyor artık,kestane,ceviz,mısır,fasulye de son zamanlarda halk bunlara da yönelmiş durumdadır İlçemizde tarımsal üretim içerisinde bitkisel üretim, özellikle fındık üretimi ağırlıklı yer tutmaktadır. Fındık üretimi dışında kasaplık tavuk üretimi, büyükbaş hayvan üretimi, balıkçılık, arıcılık,  mantar üretimi önemli tarımsal faaliyetler arasındadır. 1930 yıllarda ekonomi denize bağlı idi,bunun yanı sıra reçberlik,odunculuk,kerestecilik ön safhada yer alırdı,şehirlinin tümü denizci idi,gemi tüccarı,gemici,tekne sahibi,balıkçı,yada yükleme ve boşaltma amelesi idiler.Akkaya,Aftunağzı,Beyhanlı,Döngelli,Çuhalı,Kızlarağası,Değirmenağzı,Taşman Deresi,Karaburun,Melenağzı iskeleleri vardı,buralardan ticaret sağlanırdı.Ayrıca ilçede 4750 büyükbaş hayvan vardı ama son yıllarda azalma kaydedilmiştir,kümes hayvancılığı da son yıllarda azalma görülmüştür 190 adet kümes vardı,beyaz et üretimi 25.000 tonu geçmekte idi.2000 civarında fenni kovan vardır .Maden direkleri dışında ,Bolu Adapazarı’nda ,Düzce’de yetişen buğday,kavun,karpuz gibi toprak ürünleri manda ve öküz arabalarıyla deniz sahiline getirilir buradan da deniz yoluyla gelen gaz,ve tekel maddeleri aynı arabalarla taşınırdı,sahilde bulunan depolarda bu mallar stoklanır dı zaman içerisinde tuz ve benzeri şeyler şehir ve kasabalara sevkiyatı yapılırdı,ayrıca deniz yoluylada sandallarla başka şehirlere sevkiyatı yapılmakta idi.

 

FINDIKÇILIK

Hemen hemen herkes fındıkçılıkla uğraşmaktadır.Devlet orman arazilerini açıp buralara,memleketten 1900 yılında Trabzon’dan gelen Bostancı hacı Ahmet efendi Akçakoca’ya fındığı getirir Osmaniye mahallesine fındığı ekmiştir,yine Mehmet Arifin getirttiği fındığı ekerler daha sonra Batum göçmeni olan zücaciyelik yapan Mustafa efendi Doğu Karadeniz sahillerinden aldığı fındık fidelerini Ereğli ve Akçakoca da satarmış.Bir gün Giresun’a uğrar o zamanın belediye başkanı limanda fındık fidesi dağıtıyormuş,Mustafa bey bunları alır gemi kaptanına da söyler,gemi kaptanı fideleri fıçılara koyarak Ereğli Akçakoca ya getirir,diğer rivayete göre de Yenice köyün kurucusu Kibaroğlu Hurşit,Kırıkoğlu Tahir,Keleşoğlu İbrahim,Alioğlu Tufan Tefik ilk fındık fidelerini ekmişlerdir.Bunların getirdiği fındık dallarından sopa ile dövülürmüş dalları çok büyükmüş,daha sonra Mehmet Arif kaliteli fındık fidelerini götürür,millete bunları tercih eder millet bu fındık fidelerini dikerler.1922 yılında 4000 fidan mevcuttu fındık sevkiyatı artınca millet fındık ekmeye başlar,fındık bahçelerde elle toplanır,çeşitli evrelerden geçtikten sonra yere sofralar kurulur altına büyük bezler serilirdi, sofra etrafına toplanan kişiler fındığı kırardı,bazıları da fındığı kabuğundan ayıklıyordu çok çetin olan bu sistem yerini 1930 yılında merkezde Kapkirli’de elle çalışan değirmen gücü ile çalışıyordu ve fındık böyle kırılıyordu,Sarı Hafızların Halit Arıkan bu değirmeni kurmuştu ,daha sonra Trabzonlu Abdulrezzak efendi elle kırma fabrikası kurar,daha sonra Küçükömerler’in Ömer Aydın 1932 yılında  şimdiki Özyuvam’ın olduğu yere ahşap bina içinde makaralarla çalışan fındık kırma makinesini kurar,1942 yılında da Diyarbakırlı lakaplı Cemil bey Osmaniye de bir değirmen kurar ama bu değirmen dizel motoru ile çalışmakta idi,yine bu sırada mebus Vahit Yöntem Osmaniye de deniz kenarında modern bir fabrika kurar1946 yılında,1947 yılında da Arabacı köyünde Hocaoğlu Mehmet dizel motoru ile çalışan bir fındık kırma fabrikasını kurar.Edilli köyünden olan Hüseyin Horoz da dizel motorun masrafını azaltmak için Değirmenağzı mevkiinde su gücü ile çalışan fındık kırma fabrikasını kurar,düşük alternör ilavesi ile akü şarj girişimi ile iyi bir fabrika idi ve en son 1954 yılında Orhan derenin denize döküldüğü yerde Fiskobirlik adına modern bir fabrika açılır,bu fabrika 2008 yılında tamamen yıkılır bunun yerine Sapak mevkiinde çok modern fabrika açılır üretimine devam etmektedir.İlk fındık yağını Kalfanın Bekir Üstünel yapmıştır,fındık eskiden tımar,çapalama,tırpan yapma,toplama,öküz arabalarla taşıma,sopalarla dövme,elle ayıklama,sık tellerden yapılmış bir aletle incesini kalınını tozunu ayıklama evrelerden geçerdi,ama şimdi toplama,ilaçlama,gübreleme,motorla tırpan yapmak,ayıklamayı patoz makineleri ile yapmak maliyeti yükseltiyor,Fisko’da fındık taban fiyatını da düşük tutunca halk artık fındıkçılık’a iyi bakmıyor.Fındık şubat mart ayında ekilir 2-3 yıl yetişmesi sürüyor,4-4 6-6 ara ile 6-8 fidan 60- ocak kuyular açılarak dikilir.En iyi fındık türleri şunlardır:. Çakıldak,Kargalak,Kan,İncekara,Kuş,Tombul,Paloz,Foşa,Kalınkara,Uzunmusa,Mincane,Cavcana,Badem,Yağlı fındık,Kara fındık,( yağlı fındığa benzer kabuğu siyah ve serttir)Sarı fındık (yuvarlak kabuğu ince verimi fazla),Yomra(yuvarlak vermi fazla),Sivri( ince uzun bademe benzer),Dilovası,ve Mehmet Arif fındığı ( yağlı  kabuğu ince verimi fazladır). Deli sava(Fındığın içini iyi doldurmaz)

 

HAYVANCILIK

Az sayıda Koyun,Keçi,Sığır,Tavuk,Arıcılık yapılmaktadır,her evde hemen hemen sağman inek mevcuttur,süt besiciliği yoktur süt mandıra üretim tesisleri yoktur,köylü kendi süt mamullerini kendisi yapardı ama maalesef büyükbaş hayvan yetiştiriciliğinde düşüş yaşanmıştır.köyde kaz,ördek,tavuk bazı aileler vardır,tavuk kümesçiliği canlılığını yitirmiştir

Köyde malak, manda at, öküz,katır var idi ama maalesef münkariz olmuştur

 

ORMANCILIK

Çam,Kayın,Meşe,Kestane,Gürgen,İhlamur,Kavak,Çinar,Defne,Kocayemiş,Muşmula,Ayı üzümleri,Orman gülleri,Yer gülü,Erica ağaçları,Eğrelti otu,Çoban püskülü diye orman ürünleri var ,Eskiden devlet orman arazisini talan edip fındık ekimi yapılmıştır,son zamanlarda orman kanununa göre kesif ormancılığı yapılmamaktadır orman işletme şefliği tarafından bölge kontrol edilmektedir,köyde hızar makinesi yoktur .Yakacak odun,kayık kerestesi,demiryolu traversi,maden direği bu köy denden de sağlanıyordu .Ormancılığın çok önemi vardı. Düzce-Akçakoca yolu üzeri olduğu için köylü istihsal işinde çalışmıştır,halende çalışmaktadır

 

AVCILIK

Bölgede göçmen kuşlara daha çok raslanmaktadır,Sarıkuş,Çulluk,Bıldıcın,Ördek,Üveyikördek,Kaz,Kuğu,Tarakçın,Karakçun,Sığırcık,Bozbakal,Karabakal bulunur.Son zamanlarda,gerek ilaçlama gerek yanlış avlanma neticesinde çok azalma olmuştur. Ördek,Çulluk avı çok meşhurdur.Çevredeki daimi kuşlar Kestane kargası,Çulluk,Ördek,Üveyik,Sığırcıktır.Tavşan,Çakal,Tilki,Domuz, Ayı,Su samuru,Kunduz,Geyik,Karaca vardı ne yazık ki bunlara da az rastlanmaktadır.Domuz avı devamlı yapılmaktadır.Köydeki devamlı hayvanlar Domuz,Ayı,Kurt,Tilki,Çakal dır.Avcılık turizmin yapılabilecek köydür.

 

KÜLTÜR

 

Köyde bayramlar çok güzel olur beklide başka hiçbir yerde olmayan sistem vardır,köy bayramda 3 mahalleye bölünür ve her gün bir mahallenin bayramı olur ve diğer iki mahalle o gün bayramı olan mahallenin evlerini ziyaret ederler,bu köy içinde çok güzel bir yaşlı genç kaynaşmasına vesile olur  Manav Türkleri kültürüne sahiptir düğünlerde Alaplı çiftelerlisi,misket,kasap havası oynanır ama bu kültür son zamanlarda yozlaşmıştır,Doğu Karadeniz üç ayak oyun kültürü girmiştir öz kültürel değerler yozlaşmış tır Manav Türkleri kültürüne sahiptir düğünlerde Alaplı çiftelerlisi,misket,kasap havası oynanır ama bu kültür son zamanlarda yozlaşmıştır,Doğu Karadeniz üç ayak oyun kültürü girmiştir öz kültürel değerler yozlaşmıştır Halil İbrahim Yavuz'a ait yüksek lisans tezinden alınmıştır: Osmanlı Devleti’nin kurulduğu bölge olan Taraklı-Göynük ve çevresi, kültürel miras yönünden çok zengindir. Bu bölgenin insanları, Osmanlı’nın kültür varlıklarını bugüne kadar koruyup yaşatabilmişlerdir. Bununla beraber kökü Eski Türk İnançlarına dayanan ve İslâm’la çatışmayan örf, âdet, gelenek ve göreneklerini yaşatmakta mahir davranmışlardır. Bayramlar, doğum, düğün, ölüm âdetleri gibi kültür unsurları, geçmiştekine benzer bir şekilde devam etmektedir. Taraklı, Göynük ve köylerinde yaşayan insanlara verilen ad olan Manav kelimesini ve Manavları kısaca açıklayalım. Manav bir yere sonradan gelenleri, yerleşik olanlardan ayırt etmek için kullanılan ve önceden yerleşmiş olan yerlileri ifade eden yöresel bir mefhumdur. Kırsal bölgelerde yaşayan Manavlar, genelde epey çekingen, uysal, mülayim ve başkası tarafından söylenenlere fazlı karşı çıkmayan sosyal uyumu ağır basan insanlardır. Kendi ifadelerine göre, “yedi kez düşünmeden adım atmayan, yavaş davranan, gereksiz tartışmalara girmeyen” temkinli bir insan portresi çizmektedirler [İşsever, 1994: 23-31]. Manavlar, Osmanlı Devletinin kurulduğu bölge sayılan Aşağı Sakarya, Batı Anadolu’da Bursa çevresi, Batı Karadeniz de Kastamonu ve çevresine yaşamaktadırlar. Özellikle Aşağı Sakarya kesiminin Taraklı, Geyve, Pamukova çevresinde yoğun olarak yerleşmişlerdir. Buralarda kendilerine has yaşam süren manavlar örf ve adetlerini devam ettirmektedirler. Manav köylerinde eski Türk kültürüne ait izler çoktur. Bu bölgelerin hala tarım ve hayvancılıkla uğraşmasından, Bayat, Emirler, Demirler, Yahyalı, Akpınar gibi Türkmen boy ve oymaklarının isimlerini taşımasına barındırdıkları maddî ve manevî kültür kadar pek çok örnek verilebilir. Manavlar Türkmen gruplarında olup çok eskiden beri köy hayatına hatta şehir hayatına geçmiş yerlilerdir. Buna göre manav adının etnik bir manası yoktur, manavlardan Oğuz Türklerinden gelmektedirler [Yaşa, 1999: 293]. Sakaya ve çevresindeki manavlar, bu bölgenin 1290’larda Osman Gazi tarafından fethedilmesiyle buralara yerleşmişlerdir. İlk Türk yurdu olan bu bölgenin yerli Türklerine hep “manav” denilmektedir ve bu bölgede manav, “yerli Türk” manasında kullanılmaktadır [Yaşa, 1999: 288]. Manav sözcüğünün; Türkistan’daki Kazak-Kırgız ve Sibirya’daki Yakut Türklerinde kullanılan koruyucu soylu kişi ve boy beyi manasına gelen “manap” ve “manag”dan geldiği tahmin edilmektedir. Eski Türklerde “v” sesi olmadığı için “manap”taki “p” ve “manag” daki “g” sesleri yumuşayıp “manav” kelimesini oluşturmuşlardır [Yaşa, 1999: 289]. Çağatay Türklerinde “asilzade” manasına gelen manap, Kırgız Türkçesi’nde ağa, bey anlamında kullanılmaktadır. Türkçe dışında dil bilmeyen topluluk üyelerine yerli Türk anlamında manav denilmektedir [Aktaş,2002: 10]. Batı Anadolu’ya ve Taraklı’ya Türklerin ilk yerleşimi 1291’den hemen sonradır. Yıldırım Beyazıt döneminde İstanbul Sirkeci’de kurulan Türk mahallesinin halkı Taraklı ve Göynük’ten götürülmüş manavlardır [Aktaş, 2002:12]. Taraklı ve Göynük köylerinde yaptığımız araştırmalar neticesinde İslâmlaştırılmış olmakla beraber bir çok eski Türk inancının izlerini görmek mümkündür. Konuşma dilindeki ortak birçok kelime davranışlardaki, giyinişlerdeki bir çok benzerlik manavların oğuz Türklerinden olduğunun işaretleridir. Yerli Türk sanılan manavlar daha Osmanlı devleti kurulmadan bu bölgelere yerleştirilmişlerdir. Taraklı ve Göynük, Manav denilen yerli halkın kendi kültür ve geleneklerine bağlı olarak yaşadığı göçmen bulunmadığı Sakarya İli açısından istisnaî bir bölgedir. Manav kültürünün korunduğu ve yaşatıldığı bu bölgenin dilleri, beslenme, giyim, kuşam, müzik ve eğlence biçimi tamamen kendi örf ve âdetlerine uygun olarak devam etmektedir [Sakarya Valiliği; t.y.: 130]. Dikkatle incelenir ve araştırılırsa, yöreye mahsus örf ve âdetlerin perde arkasında da Eski Türk İnançlarının gizli olduğu görülebilir. (04.02.2007 13:51) Manav Türkleri Anadolu ya 11.y.yılda gelmiş ve yerleşmiş yerleşik Türklerdir.Manavlar ilk geldiklerinde göçebe olarak yaşıyordu.Yani önceki adı Yörük idi.Bu özelliğini kaybetmemiş Türkler şu an EGE bölgesinde ve Akdeniz bölgesinde mevcuttur. Hiç bozulmamış Manav bölgeleri;  Akçakoca,Göynük, Mudurnu, Geyve, Taraklı,Zonguldak (tamamı) ,Yığılca, Bilecik dır.Ancak 1980 den sonra hızlanan doğudan batıya göç hareketleri başta Akçakoca olmak üzere diğer bölgelerimizi de tehdit etmektedir.İzmit,İzmir,İstanbul,Bursa,Muğla,Antalya,Düzce gibi şehirlerimiz önceleri sade manav kültürüne sahip idi.Ancak bu göçler sebebiyle kültürü yavaş yavaş yozlaştı ve hala yozlaşmaya devam ediyor.Bu sorunu benden başka gören yada sorun olduğunu kabul eden var mı acaba merak ediyorum. Ancak ben bir yerli Türk olarak bu durumdan çok rahatsızım. Akçakoca lı manavların bir kısmı (Altunçay köyü, Çayağzı köyü) oğuzların Bozok koluna mensup Günhan aşiretindendir.Bu köyler 1234 (1.Alaeddin keykubat zamanında) kurulmuştur.Diğer manav köyleri ise Balatlı köyü bayat boyundan,Kınık köyü Kınık boyundan,Beyören köyü de Oğuz boylarından biridir.Bu beş köy Akçakoca nın en eski köyleridir.Hatta Bolu,Sakarya,Akçakoca,Yığılca,Düzce,Ereğli Bizans ın elinde iken kurulmuştu Türkiye tarihi, 11 yy. Oğuz ve Türkmen denilen Türk ırkının en kalabalık bir kolunun Anadolu kapısını açarak kendine vatan yapmasıyla başlar. Tarihinin en büyük dönüm noktalarından biri olan 26 Ağustos 1071 Malazgirt Zaferi ile Bizans mukavemeti kırılınca artık Türkler karşısında bir ordu kalmayınca, Türkmenler Anadolu’ya yayılmaya ve yurt kurmaya başlamışlardır.Osman Turan, Malazgirt zaferinin “cihanşümul” bir mana taşıdığı ve tarihte bir dönüm noktası olduğunu ileri sürer. Malazgirt Zaferinin İslam ve Hıristiyan dünyalarının kaderine etki eden öneminden sonra, ilk büyük neticesinin “Anadolu Fethi ve Türkleşmesi” olduğuna dikkat çeker. Şu ifadeler oldukça önemlidir. İslam’ın ilk fetihleriyle sadece kanatları koparılan fakat 10. asırda tekrar kanatlanıp taarruza geçen Bizans, Anadolu fethi ile bel kemiğini kaybederek artık tedrici bir ölüme mahkum edilmiş oldu. Nitekim Malazgirt’ten sonra Bizans’ın mukavemeti kalmadığı için, Türkler birkaç yıl zarfında çadırlarını, Boğazlar, Marmara ve Adalar Denizi Ege sahillerinde dikmeğe başladılar.Türklerin Anadolu’ya yöneldiği 11.yy. başlarında, Bizans hem siyasi hem askeri, hem de sosyal ve ekonomik vaziyeti bakımından içi boşalmış, kof bir cüsse görünümündeydi. Türkler Anadolu’ya henüz yerleşmekteyken, Haçlı seferlerinin açtığı yeni bir mücadele evresiyle Anadolu’nun Türkleşmesinin bir asır kadar durakladığından, Orta Anadolu’ya çekilen Türklerin, bir taraftan da burada teşekkül eden öteki Türk devletleriyle cereyan eden kavgalarından ve bunların buhranları artırdığından söz eder. Vaziyetten faydalanan Bizanslılar sahilleri işgal ile Anadolu’yu geri alma ümitleri beslemektedir. Bizanssın bu ümitleri bir asır sürmüştür. Nihayet Anadolu’da bir Türk birliğinin kuruluşu ve bu vatanın ikinci kuruluşu 2. Kılıçaslan, Manuel Kommenos’a karşı kazandığı Kumdanlı Zaferi (1176) Bizanssın Anadolu’ya Kurtarma ümit ve teşebbüslerine ebediyen son vermiştir ve Malazgirt’ten sonra bu ikinci zafer sayesinde bu memleket artık kat’i şekilde “Türk Vatanı” olmuştur.Anadolu’ya 1071 tarihinden önce de bir Türk yurdudur. Daha 410 yıllarında Hun İmparatoru Atilla’nın amcası Rua İstanbul’a yaklaşmış ve Atilla’nın (441-442) Balkan seferi İstanbul’u tehlikeye düşürmüştür. Bu tarihten sonra 616 yılında yine bir Türk boyu olan Avarlar, İstanbul üzerine gelmişlerdir.Daha Roma ve Bizans dönemlerinde Peçenek, Kuman-Kıpçak gibi Hıristiyan Türk boyları Bartın’dan başlayarak Kuzey Karadeniz sahili Doğu ve orta Anadolu’nun bazı bölgelerine yerleşmiştir. Çeşitli Türk kavimleri Anadolu’nun çeşitli yörelerinde yurt tutmuşlardır.XI. yüzyılın sonlarına doğru çalışma yaptığımız bölgede Selçuklular tarafında zapt olunmuş, İznik ‘i kendine başkent yapan Süleyman Şah bu bölgeyi topraklarına katmıştır. Ardından 1097 I. Haçlı seferinde Bizans İmparatoru Alexios Kommenoes tarafından kuşatılan bölge, 1204-1207 yılları arasında Bizans’ta Latin İmparatorluğu kurulunca Latinlerin işgali altında kalmış. İznik Osmanlı Hükümdarı tarafından geri alınmıştır. İzmit Osmanlı padişahı Orhan gazi zamanında, Akçakoca’nın da içerisinde bulunduğu bir komuta heyeti tarafından kuşatılarak zapt edilmiştir. Daha sonra Bizanslılar tarafından şehir tekrar kuşatılmış ve bu kuşatmadan bir sonuç alamamışlardır. Timur’un Anadolu’ya istilası sırasında kuvvetlerinden bir kısmı İzmit’i yağmalamıştır. 1337 yılında fethedilen İzmit bu tarihten sonra devamlı olarak Türk hakimiyetinde kalmıştır.“Türkleşme” her yerde hemen hemen aynı yoğunlukta olmamıştır. Genellikle sınırdaki olayları ele alan vakayı namelerden de anlaşıldığı gibi siyasal yönden batı ve kuzeyde Bizans ile güneyde Ermenistan ile Türk toprakları arasındaki sınırlarda toplanmış olduğu bilinmektedir. Bizanslı yazarlar bazı yerlerden Türkçe adlarıyla söz ederler. Bunda da, bu yerlerin eski adlarını bilen kimselerin bile artık kalmadığını anlıyoruz. Süleyman şah kapı dağı yarımadasını almış ve Çanakkale boğazını da 1339 yılında Avrupa yakasına geçilmiştir. Artık İstanbul ve Balkanların yolu Türklere açılmıştır.E. Güngör ise, bugün Türkiye’de yaşayan Türklerin atalarının büyük Selçuklu imparatorluğunu kuran oğuz Türkleri olduğunu ve Müslüman olduktan sonra bunlara “Türkmen” adı verildiği üzerinde durur.D.Avaoğu, Türklerinin tarihinde Türkmen deyiminin ilk kez X. Yy. ikinci yarısında Maksidisi’ de geçtiğini zamanla oğuz adının Türkmen adına dönüştüğünün kanıtlarını sunar. “Türkmen” adının yaygınlık kazanmış olduğu belirtir. Oğuzların İslamlaşmasıyla Türkmen adının yaygınlık kazanmış olduğu üzerinde durur.Türkmen’e, Türk iman (İmanlı Türk) Türkmen ben türküm gibi anlamlar yakıştırılsa da, Jean Deny görüşüyle “men” kuvvet ekidir ve Türkmen “Türklerin türkü “Öztürk” anlamına gelir.XI. yy. da Anadolu’ya gelen Türk boylarının konar göçer olduklarını Türkmen adının Anadolu’da konar göçerlikle eş anlamlı olduğunu, daha sonra konar göçerliği bırakarak yerleşik hayata geç tiklerini ve Anadolu’ya yurt edindiklerini biliyoruz.Türkmenlere bir müddet sonra Türkmen denilmeyerek, yerli veya manav denilmiştir. Türkmenlerin konar göçer halde hayatlarını sürdürenlerine ise, bu özelliklerinden dolayı (Yörük) adı verilmektedir. Konar göçerliğin özünde hayvancılık var, yeni otlaklıklar aramak var. Kısaca; yürümek var. Bu hayat tarzı da yürüyen Türk anlamında “YÖRÜK”Ü oluşturmuştur.Yörük’le Türkmen’in aynı etnik zümreye ait olan iki kelime olduğunu rahatça söyleyebiliriz. Anamur’da Yörüklere “yaylacı” yerleşik halka yaycı denildiğini Karadeniz’de bil hassa Giresun’da bu kavramları Çepni bir oğuz boyunun da adıdır ve ekinci kelimelerinin karşıladığını belirtmekte Anadolu’nun muhtelit yerlerinde Türkmen Yörük göçer kelimelerine karşılıktır.Peter Alford Andrews Türkiye’de etnik gruplar adlı kitabında Türklerin kendi etnik gruplarının pekala farkında olduklarını bu grupların nerede bulunduklarını tam olarak söyleyebileceklerini kendilerine Türkmen yerine yerli Yörük yerine manav tanımlaması getirdiklerini, bu iki sözcüğü de “doğma büyüme buralı” anlamını çağrıştırdığını, bu terimlerin şehirden çok köyde kullanıldığını aktarmaktadır.Adapazarı, Bilecik, Balıkesir, Bursa, Çanakkale, Kastamonu, Kocaeli, Eskişehir, Afyon ve Zonguldak da yoğun olarak yaşayan Türkmenlere yerli veya manav denilmektedir.“Manav” kavramı farklı kaynaklar şu şekilde tanımlanmaktadır.Meyve sebze satılan dükkan, bu dükkanda meyve ve sebze satan kişi.Genel manada Anadolu Türkü, Öztürk, Sadık Osmanlı Tebası. Balıkesir Bandırma ilçesinde de, “manav” adı verilen uzun süredir yerleşik olan ve tarımla uğraşan yerli toplumlar vardır.İzmit sancağının yerli ahalisi, eski Türk boy ve oymaklarına mensup Türk göçebeleri zamanla göçebeliği terk edip iskan edilince manav adı verilmiştir.Yerli Türkmen, gibi yorumlamalar yapılmıştır.Genel adı Türk olan bu insanlara yöresel adlandırmaları ile yerli, manav, pallık (Artvin’in bazı bölgelerinde ), dadaş (Erzurum’da) efe (Ege), Zonguldak Bartın’da kıvırcık Toroslar da alevi Türkmenlere tahtacı, Balıkesir’deki alevi Türkmenlerine çetmi denildiğini biliyoruz.Kültürün kimlik tanımını etkileyen bir öğedir düşüncesinden yola çıkarak sözlü kaynaklara başvurulduğunda;Söz konusu Oğuzların kayı boyu olan bu Türkmenlere “Size niçin manav deniliyor? Manav adının nereden geldiğini?” sorduğumuzda, aldığımız cevapların bazıları şunlardır:Yerli Türk.Yörükler yürümeyi ve hayvancılığın yanında tarımla da uğraşmaya başladığı ve de yerleşik hayata geçtiği için “manav” denildi.Orta Asya’dan Batı Anadolu’ya gelen Türkmenlere verilen ad.Türk oturursa manav, gezerse Yörük olarak tanımlanır.Manav; toprağa ektiği keteni yetiştirip, olgunlaşan bu bitkiyi işlemeye başlayarak, tohumundan yağını, liflerinden de eğirip, burarak giyeceklerini dokuduğu insanlardır. Hatta ketenin liflerini tabi boyalarla boyayarak en güzel kumaşları dokurlar. Buğdayını arpasını kendi yetiştirir. Yemeklik yağını ketenden kendi çıkarır. Sebzesini de bostan dediği avlu ile çevrili sulu tarlasından, bahçesinden yetiştirir. Kısaca; her ihtiyacını kendi kendine karşılayan kimseye muhtaç olmayan insanlardır.Özelilikle Batı Anadolu’da yaşayan bu Türkmenistan türkü insanlar, sosyolojik açıdan değişime açık, bağnazlıktan uzak, üretken, barışçı, ihtirasları ölçülü, farklı kültüre sahip insanlarla da birlikte yaşama iradesi olan ve de devlete saygılı insan gruplarıdır manavlar.Osmanlı Devletini kuran bu insanlar, devlet kurulduktan sonra da Türkmenistan’dan ağırlıklı göçle beslenerek Kocaeli, Bolu, Yalova, Bursa, Bilecik, Sakarya, Afyon, Eskişehir, Zonguldak ve de Balıkesir’in bir kısmında yaşadılar. Gerek Osmanlı gerekse de Türkiye Cumhuriyeti döneminde, devlete sadakatlikleri ve başkalarının haklarına saygı duymaları ile tanınırlar.Bu Türkmen topluluğuna “manav” denilmesinin esas tarihi gerçeği şudur;Osmanlı Devleti kurulduktan sonra, her Türkmen boyu çıkardığı ve ürettiği ne varsa, yılda bir kere hiçbir karşılık beklemeden Osmanlı Sarayına gönderirdi.Bolu kabak, Afyon ve Eskişehir bulgur ve tarhana, Adapazarı ve İznik civarında sebze, İzmit Tavşancıl’dan üzüm saraya gönderilirdi.Bolu, Bursa, Kocaeli, Yalova, Eskişehir, Afyon, Yalova, Zonguldak ve Balıkesir bölgelerinden sadece hububat, meyve ve sebze gitmezdi, saraya koyun, kuzu, keçi, oğlak yağ ve kavurmada gönderilirdi.İşte; Osmanlının bu sadık tebası olan manav, bazı yerde de Yörük diye adlandırılan bu insanlara, bulundukları yerlerdeki azınlıklar (Ermeni-Rum). “Yahu, siz Osmanlıyı besliyorsunuz. Karşılıksız her şeyi saraya gönderiyorsunuz, siz Osmanlının manavı mısınız?” derlerdi. Bu devlete sadık insanlarda “Evet, biz Osmanlı’nın manavıyız. Osmanlının manavı olmakla da gurur duyarız. Devletimize yardım etmeyi de bir şeref biliriz” derlerdi.İşte, o gündür, bu gündür azınlıkların hazımsızlıkla, kıskançla söyledikleri bir addır Manav tanımlaması. Osmanlının Sadık tebası, Özbe Öz Türk. Türkmen - Yörük kül türünün has insanlarıdır manavlar.Yine sözlü kaynaklardan halk arasındaki tanımlamalarla, manavların kişiliklerine ait bazı tespitler.Manav ve macıra senet gerekmez Manavın sözü senettir. Devlete, nizama son derece bağlı ve itaatkârdır. Hırsızlık yapmazlar. Herkesin mahsulü harmandadır. Kız kaçıranlar, kavgalı olanlar köyde barınabilirler ama hırsızlık yapanlar asla barınamazlar.Bir Karadeniz göçmeninden derlenen tanımlama; manavın sessizine aldanma.Manav uysaldır. Sessiz sakin insanlardır. Ama manavın damarı kabardı mı yanına gitme, Ayranlığı değişilmeye görsün.Manavlar birbirini tutmazlar, ama ayrıda yaşamazlar Manavlar temiz kalpli, saf insanlardır.Yusuf Çam Milli Mücadelede İzmit Sancağı adlı eserinde Milli Mücadelenin başlangıç döneminde İzmit Sancağında yaşayanların %70 Müslüman %30 kadarı çoğu Hıristiyan olmak üzere azınlıklardan oluştuğunu ve bölgenin sosyal yapısını üç büyük sosyal bütünlük halinde görmek gerektiğini öne sürer.Hıristiyan Azınlıklar ( Ermeniler, Rumlar, Yahudiler )1830 yılından itibaren bölgeye yerleşen (Muhacirler, Balkan ve Kafkasya)Bölgenin yerli (otoktan) halkı bu son boşluğu açarsak; bölgenin yerli halkı manavlardır (yani Türkmenlerdir) demektedir.Kültür, bir toplumun hayat biçimidir. İnsanoğlunun öğrendiği bilgi, sanat, gelenek – görenek ve benzeri yetenek, beceri ve alışkanlıkları içine alan karmaşık bir bütündür.Türk tipinin bulunduğu coğrafi bölgeye göre etkilenen ve karışarak değişik özellik kazanan bir ırk olduğu dile getirilmektedir. Özellikle Marmara Bölgesinde yaşayan kişiler Manav olduklarını söylemektedirler. Manav Türkmen kültürünü anlayabilmek için, Manavlar hakkında etnografik bilgilere ihtiyaç vardır. Örneğin keten el dokumacılığı manavlarla bütünleşmiştir. Çiftçi ailesinin boş zamanlarında tarımdan arta kalan günlerde uğraştığı, hem kendi ihtiyacını karşıladığı hem de fazlasını satın para kazandığı veya yöresindeki hammaddeden ve boş duran iş gücünü değerlendirdiği yardımcı bir el sanatı durumundadır. Ekilip dokuma durumuna gelinceye kadar, havuzlama, kurutma, kırma, tarama, yumuşatma, eğirme, ağartma, çözgü hazırlama aşamalarından geçen keten; dokunup çarşaf, yaygı, yorgan yüzü, yastık kılıfı, elbiselik, yolluk, çuval olarak Manavların ihtiyaçlarını görmektedir.Geleneksel giyimin parçaları olan uçkur, önlük, yağlık, çevre keten bezinden yapılır. Şalvar ve sırta giyilen içlik saya mintan, hırka ise zaten ketenden diğer bir adıyla kandıra bezindendir.Manavlar ketenin çöpünü bile ziyan etmez. Bu bir mübalağa değildir. Ketenin çöpünden yatak, minder yapar, keten tohumunun yağını yemeklik olarak kullanır ve kandilinde yakar.Şehre sadece tuz almaya, şeker almaya giderlerdi. Bazen de şeker ihtiyacını yaptıkları pekmezle karşılarlardı. (Dut, elma, pancar, armut ve şeker kamışı pekmezleri )Manavlar, bölgenin tarım ve hayvancılık özelliklerine uyum göstermiştir. Tahıl, keten, kenevir, meyve, sebze tarımı, bağcılık, son zamanlarda fındıkçılıkla uğraşmışlardır. Manavlarda özellikle Kandıra hayvancığının önemi büyüktür. Koyun, keçi, hindi, küçükbaş, sığır, dombay (manda) gibi büyükbaş hayvan yetiştiriciliği yapmaktadır. Keş, yağ, peynir, yoğurt üretmişlerdir ki Kandıranın yoğurdu meşhurdur, bu üretimin bir kısmı aile içi tüketime tahsis edilmiş, bir kısmı satışa sunulmuştur.Mimari : Manav köylerinde halk mimarisinin ilginç bir örneği ahşap yığma şeklinde olan çandı evler bulunmaktadır. Gerek Selçuklu, gerekse Osmanlı döneminin bu orijinal ahşap örnekleri günümüzde tek tük de olsa ulaşmıştır.Kandıra ve Kandıra’nın hemen yanı başında bulanan Taşköprü çevresinde yöresel adıyla, üç çandı camii kalmıştır. Tatar Ahmet, Karagüllü, ve Hatipler köyü civarıdır.Kandıra, Kaynarca dolaylarındaki Çandı camilerinin çoğunda Orhan Gazi döneminde ait bulunduğu ve bu tür camilerin kesinlikle Akçakoca Bey’in fethettiği yerlerde yapılmış bulunduğu, Orta Asyadan gelen bu mimarinin anısına sadık olan Büyük Kahraman Akçakoca’nın isteğine bağlı olarak bu camilerin yaptırdığı kanısı öne sürülmektedir.Çandı evler geleneksel Türk ailesinin yaşam şekline göre planlanmıştır. Evin tam ortasında ocaklı bir oda bulunmaktadır, Odanın etrafında onu çevreleyen bir dolaşma yer almaktadır. Evin girişindeki hayat denilen geniş alan bu dolaşmayla birbirine açılmaktadır. Evler iki katlı olup alt katta ahır bulunmaktadır. Yaşam mahallinin ahırın üzerinde yer almasının amacı hayvanların ve nefeslerin oluşturduğu sıcaklığın üst katın ısınmasında katkı vermesidir. Aynı zamanda da mal canın yongasıdır. Hayvanlar ailenin gözü önündedir.Çandı yapının en önemli özelliği çapındaki kütükler düzgün yontularak birbiri üzerine binen U kesitli boğazlarla kenetlenmektedir. Boğaz kısmından ağaçlar uzatılarak uçları aynı hizada düzgünce kesilmektedir. Kertilip birbirine geçirilen uzun kütüklerde çivi kullanılmamaktadır. Bu yapılar kültür özelliği olmasının yanı sıra birer sanat eseridir. Kışın sıcak, yazın serindir. Aynı zamanda depreme son derece dayanıklıdır.Görüyoruz ki; Orta Asya’dan Anadolu’ya gelen Türkler manevi kültürlerinin yanında maddi kültürlerini de getirmişlerdir.

Manav Mutfağı;

Manav mutfağı karbonhidrat ağırlıklıdır diyebiliriz. Buğday başta olmak üzere tahıl maddeleri ana öğedir.Türklerde çok eski ve yaygın bir çeşit olan gözleme manavlarda da vazgeçilmezdir. Yine bu çeşide yakın bazlama ve cızlamayı sayabiliriz. Bazlama biraz kalındır. Ve ekmek işlevi görmektedir. Cızlama ise taşmış ve yumuşak hamurun daha ince pişirilmiş bir versiyonudur.Bu mutfağın en kendine has örneklerini vermek gerekirse, malay (mısır ve buğday unundandır, dartılı veya pekmezli yenir) mancarlı pide (bu genel bir başlıkla söylenirse ıspanaklı pidedir. Ispanakla sınırlanmaz. Pidenin içi gezecek otu, efelik, kaldirik otu, gışırık otu olur ama başlık aynıdır; mancarlı pide)

Dartı : Dartı başlı başına konudur. Bir imzadır bu mutfakta. Bekletilen sütün üstündeki kaymak, yoğurdun kaymağı toplanarak kaynatılır. Kaynatma süresi istenen kıvama göre değişmektedir. Çok kaynatılırsa yağı iyice ayrılır, az kaynatılırsa daha krema görünümünde olur. Bir iki maddede yapımını açıklayacağımız bu yiyecek kahvaltılarda baş tacı yemeklere çeşnidir.Keşkek : Çok eski bir yemektir. Oğuz Türkmen boylarının vazgeçilmez yemeğidir. Buğdayın dövülmüşü kaynatılır içine et katılır. Üzerine mutlaka dartı koyulur.

Keşkek aslında düğün ve bayram yemeğidir. Eskiden bayramlarda asla es geçilmezdi.

Keş : Eski bir ağartıdır süt ürünüdür. Kesilmiş sütten yapılır. Kendi kendine toplanan süt bir tülbentle süzülür ve kurutulur. Kahvaltılık veya hamur işlerinde iç malzemesi olur.

İçecek olarak komposto ( hoşaf ) ve ayran sayabiliriz. Komposto için tercih edilen meyveler elma, armut, ayva, eriktir. Kurutulur, kurutma işlemi sonrası erik(kak) diğerleri (buruç) kıvamındadır artık..Kışlık hazırlıklarda ise; pekmez, tarhana, salçalar, meyve kuruları ve kendi tuzlu suyunda uzun süre bekletilmiş sert peynirler yapılırdı. Bu kıvamdaki peynirler közde veya tavada kızartılıp tüketilir.Çorbalarda kesin bir un malzemesi hakimiyeti vardır.

Kesme çorbası

Dımbıl çorbası

Umaç Çorbası

Erişte Çorbası

Tarhana Çorbası

Mancar Çorba ve yemekleri

Ana başlıklar halinde söylediğimiz manav mutfağı; her yöre mutfağında olduğu gibi yeniden keşfedilmeyi bekleyen lezzetlerin sahibidir.

Özellikle gözleme, cızlama ve bazlamaç çok özel yemeklerdir. Bugün bile gözleme deyince akla manavlar ve Yörükler gelir. Aynı kültürün insanları.

Sadece Batı Anadolu’da değil, Ege ve Akdeniz bölgesinde de, bu yerleşik veya kısmen Yörük olarak adlandırılan bu insanların en önemli yiyeceklerinin başında gözleme gelir.

Her evde kışlık tarhana, kuskus, buruç (elma, eriği armut vs.) vardır. Yazdan yapılmış peynirleri vardır. Kavurmalar pek çok aile tarafından toprak küplere yazdan basılır.

Pekmez (pancar, şekerkamışı, elma, armut vb. meyvelerden elde edilen tatlı) hemen hemen her evde bulunur. Enerji kaynağıdır. Kışın soğukta özellikle yenir.

Manav mutfağının en önemli yemeklerinden biri de “Malay” yemeğidir. Bazı yörelerde “kaçamak” diye de anılan bu yiyecek, yoğurt ve pekmezle iştahla tüketilir. Mısır malayı veya buğday malayı, her ikisi de bu yerli halkça çok sevilir.

Mancarlı pide, manavlarda gözde yiyeceklerdir. Mancar (ıspanak, gazicek, efelik, gışırık, kaldirik, (çiçekli mancar) kabak urgan ucu, pazı vs.) bitkilerin ortak adıdır.

Mancarlı olarak yapılan bu un mamulü pideler, dartı, sütçiği, peynir, keş gibi süt ürünleri ile de karıştırılır, desteklenirse mükemmel bir yiyecek ortaya çıkmış olur.

Bozkurt Güvenç’in yaklaşımıyla dile getirecek olursak; bir manav ırkı belki yoktur ama görünen o ki bir MANAV kültürü vardır. http://www.sosyalsiyaset.com/documents/tarakli.htm

Sümeyye Köktürk yazılarıdır

AKÇAKOCADA

 Kız ve Erkeğin Tanışması

Akçakoca’da mısır bitkisinin fazla ekildiği, fındığı kozalarından ayırma makinelerinin daha ortaya çıkmadığı dönemlerde mısır soyma, fındık ayıklama imeceleri yapılırdı. Bu imecelere kız ve erkekler bir arada katılırlardı. Mısır çapalama, fındık toplama işleri de imece şeklinde yapılırdı. Akçakocalı kız ve erkek gençler birbirlerini bu imecelerde, kasabaya inme sırasında, dereye suya giderken, nişan, düğün gibi eğlencelerde tanırdı.Kız ve erkeğin ortaklaşa güvendikleri bir kadını aracı olarak kabul eder ve sevgi nişanelerini birbirlerine bu aracılar ile gönderildi. Bu günde buna benzer olaylara şahit olunmaktadır. Çoğu kez kız erkeğe, kendi işlediği bir mendili, oğlanda kıza gülyağı, şeker, lokum, küpe, yüzük gibi hediyelerde gönderirdi.

Sevdalık Günleri:Akçakoca gençleri arasında sevdalık günleri çok önemliydi. Sevenlerin arkadaşları vardır. Bu arkadaşlar erkek ise, hep seven erkeğin etrafındadır, arkadaşları için pervane olurlar, hep beraber gezerler. Başkaları seven erkekmiş izlenimi yaratırlar. Örneğin; Sevdiği kız salıncağa binerse, önce aşık olan silahını boşaltır. Bunun anlamı: Bu “Seni başkası severse onu öldürürüm” anlamına bir mesajdır. Ardından aşığın arkadaşları silahlarını boşaltırlar. Bunun da anlamı: “Bir arkadaşımızın arkasındayız” demektir Durum herkes tarafından anlaşılır, kimse kimsenin sahasına girmez. Erkek evlenme arzusunu ailesindeki kadınlara açar. Zaman içinde gelişen olaylar oğlanın anası tarafından babasına iletilir. Günler ve gecelerce ne olup olmayacağı, aileler arasında düşünülüp tartışılır. Sonunda kız tarafının kıramayacağı bir elçi bulunur. Elçi baba ve annenin ağzını arar. Olumlu yanıt alınca kızı istemek için girişimlerde bulunur.Toplum kız isteme konusunda çok duyarlıdır. İstenilen bir kızın verilmemesi ya da söz kesiminden sonra dönülmesi erkek tarafından hakaret kabul edilir. Bu tür olaylar genellikle kan davası gibi olaylara sonuçlanır.

Sıra Gözetme:Ablası bekar olan, evlenme çağındaki erkek bu kuralı bozup evlenebilir. Erkek toplunda kadından önce gelir. Erkek kardeşler arasında da sıra gözetilir. Miras taksiminde kızın payı erkeğe göre yok gibidir. (Bu gelenek Lazlarda daha çoktur.)Son zamanlarda Bölgede kızlar arasında sıra gözetme geleneği vardır. Büyük kız varken küçük kız evlenmesi ayıplandığı gibi baba buna kesinlikle karşı koyar herkes hakkını yavaş yavaş  alma yolunu tutmaya başladı.

Başlık Parası:Akçakoca ve köylerinde başlık parası vermek hemen hemen yok gibidir. Yalnız fakir ailelerde kızına çeyiz yapabilmek için bir miktar para ödenir. Başlık parası verme Laz ve Gürcü ailelerde, Rizeli  toplumlarda daha az uygulanır. Abazalarda başlık parası alınmaktadır.

Kız Kaçırma Olayları:Abazalarda düğün çok masraflı olduğu için, özellikle birbirini seven çiftler kaçarlar. Bu danışıklı düğüştür. Kız kaçırılmadan önce nüfus cüzdanı kaçırılır. Kızın yaşı on sekizden küçük ise kız kaçırılınca erkeğin akrabalarından birinin evinde saklanır. Daha sonra aileler arasında anlaşmaya gidilir. Kaçırılan kızın yanında kıza yakınlığı ile bilinen kızın arkadaşı ile kaçırılır. Bu kıza tasavize denir. Kız emin bir ailenin yanına misafir edilir. Düğün yapılıncaya kadar kız o evde kalır. O evde her akşam eğlence yapılır. Bunun adına taşamhara denir. Kız-erkek anlaşarak kaçmışlarsa iki tarafın aileleri bir müddet birbirleriyle görüşmez. Daha sonra aracılar yardımıyla taraflar barıştırılır. Ancak yıllar süren küskünlükler söz konusudur. Kız kaçırmada kızın rızası yoksa olay kan davasına kadar gidebilir.

Kız İsteme Geleneği:Ön hazırlıklar tamam olunca kız babasının sevdiği birisi erkek tarafı ile birlikte kız istemeye gider. Erkek tarafından ağzı laf yapan biri sözü açar.“Biz Allah’ın emri, Peygamberin kavli ile kızınız ...............’yı oğlumuz ..............’ya istemeğe geldik” der. Baba da;Allah yazdıysa olur. Amma bir düşünelim. Soracak adamlarımız var onlara soralım” der. Bu biraz naz etmek ve kendi akrabalarına paye çıkarmak için söylenmiş bir sözdür. Bir müddet biçilir. Bu arada istiyorlarsa, el altından erkek tarafını cesaretlendirecek haberler iletilir.Bu dönemde, kız ile erkek karşılaştıklarında kaş göz işaretleri ile birbirlerine cesaret verirler. Kız belli bir süre sonra istenir.

Söz Kesme ve Nişan Olayı:Eskiden erkek askere gitmeden nişanlanırdı. Nişanlık süresi, askerlik, para yokluğu ile ilgili olarak 2-3 hafta ile bir yıl arasında değişir. Yerli halk arasında beşik kertmesi kesinlikle yoktur. Göçmen köylerinde beşik kertmesine rastlandığı söylenmekte ise de tespit edemedim.Kız istemede erkek tarafından hediye olarak getirilen “kutu şekeri” ertesi gün iade edilmez açılırsa, kızı erkeğe verildiğine işarettir.Taraflar tarafından söz kesiminden sonra oğlan tarafından akrabaları kızın evine yüzük, kutu şekeri ile elbiseler, çorap ve terlik alıp giderler. Nişanda yüzükler takılır. Bazı köylerde nişanda erkeğin bulunmadığı, akrabası tarafından kızın parmağına yüzük takıldığı söylenmekte ise yerli köylerde böyle bir gelenek bulunmamaktadır.Bir süre sonra kız tarafı, yüzük, bir kat çamaşır, kaynanaya elbise alıp oğlan evine getirirler.

Çeyiz Geleneği
:Çeyiz olarak sandık, yatak, yorgan, yelek, şalvar, bakırdan mutfak eşyası, elde dokunmuş yer hasırı, hasır seccade, ottan duvar yastığı, kanaviçe işler ve örtüler vardır. Çeyizin miktarı ailenin mali durumu ile ilgilidir. Yerli halkta çeyiz eşyası, Doğu Karadeniz kökenli ailelerde olduğu kadar fazla olmakla beraber, kızlar mirasta erkek kadar hakka sahiptir.

Kına Gecesi:Düğün geleneğinin ilk kademesi kına gecesidir.Kına gecesi Çarşamba günü yapılır. Kına gecesi için erkek tarafı beraberlerinde taraftarları ile birlikte yanlarına kına alıp gelin evine gidilir. Dört kız çarşaf veya büyük bir yazmanın altına gelini alırlar. Bir kız gelinin eline tabaktan kına yakar. Elleri temiz beyaz bezlerle yumrukları bağlanır. Bir taraftan da maniler söylenir. Hem gelin ağlar, hem etrafındakiler.
İzzet ve ikramdan sonra erkek tarafı evlerine gelir. Damadın evi önünde büyük bir ateş yakılır. Kız tarafı tavuk istemeğe gelir. Her evden birer tavuk alınır. Ateş yanınca baklavalar getirilir. İkramlar yapılır. Kız tarafı darıltılmadan uğurlanır.Kına gecesi bayramlık elbiselerini giyen genç kızlar çiftetelli, topal oyunu, orta oyunu gibi oyunlar yaşlı bir kadın denetiminde oynanır
Düğünden bir gün önce gelinin ve yakınlarının eline kına yakılır kına erkek tarafından getirilir kına yakma töreni boyunca maniler söylenir gelin ağlatılır,kına gecesi kızlar çiftetelli ve çeşitli oyunlar oynar.Köy lisanı ile mani ve türküler söylenir.

 

‘’Yukarı köyün çakalları                        Yukarı köyde çakal yok

   Aşağı köyün bakalları                         Aşağı köyde bakal yok

   Damat beyin sakalları                         Güveyin sakalı yok

   Gelin kınan kutlu olsun                       Gelin kınan kutlu olsun

 

   Kına gecen hoş olsun                          Köyümüzden çıkıyorsun

   Evin bereket dolsun                            Bize veda ediyorsun

   Damat bey eşin olsun                         Yeni yuva kuruyorsun

   Gelin yuvan mutlu olsun                    Gelin kınan kutlu olsun’’

Diye maniler söylenir.

Düğün Günü:Düğün genellikle nişandan en az bir yıl sonra yapılır. Bindallı ve benzer gelenekler yoktur. Eskiden gelin renkli ve temiz ipekli elbise damat ise don pantolon üzerine beyaz gömlek ve işlemeli yelek giyerdi. Güvey fakirse beyaz elbise ödünç alınırdı.Eskiden olduğu gibi gelin kayın baba ve yakın akraba arasına giderdi. Gelin evden çıkarken, kız kardeşlerden biri, yoksa akraba kızlardan biri çeyiz sandığı üzerine oturup sandık haracı isterdi. Ayrıca kapıdan çıkarken erkek kardeş, kapı haracı olarak bir miktar para talep eder.Köylerde, genellikle bir öküz arabası süslenirdi. Üstüne halı ve kilimlerle bir örtü yayılır. Araba çan ve zillerle bezenir, köylüler şık giysilerini giymiş, arabanın önündü, ardında, yanında yürüyerek giderlerdi. İkide birde araba durdurulur:Ala ala hay... diye bağırarak düğün evine varılır. Yolda devamlı halaylar çekilir. Kasap oyunu, Kastamonu zeybeği gibi oyunlar oynanır. Gelin alayı, çeşitli yollardan dolaşarak damat evine varırdı.Gelin alınmadan o köylülere veya mahalleliye pilavlık parası verilir. Gelin arabaya binmeden bolluk ve bereketli olsun diye ya damadın babası veya yakını bozuk paralar içinde şekerler, buğdaylar serper, çocuklarda bunları birbiri üzerine yığışarak kapış kapış toplardı.Köyden çıkıncaya kadar çeşitli yollardan dolaşarak damat evine varılır. Gelin arabadan inmez, bahşiş ister. Bir inek ya da tosun getirilir. Kulağı kesilerek işaret verilir. Kapı önünde kurulan bir masada kız tarafı tatlı, şeker, sigara, mermi gibi isteklerde bulunur. Bu istekler karşılanıncaya kadar gelin bekletilir. Bu durum bazen üç dört saat kadar sürer.Gelin eve girerken eğilip eşiği öper. Bolluk getirmesi düşünülerek mısır, buğday, şeker, bozuk para atılır. Akraba ve komşular başlarında birer tepsi baklava alarak erkek evine giderler. Tepsiler üst üste kümelenir.Erkeklerde evin önünde yakılan ateş etrafında oynarlar. Bu oyunlar kadın kıyafetine girmiş köçekler tarafından oynanır. Eğer aile varlıklı ise dört köçek, dört davul, dört zurna ve dört keman bulunur.Diğer köylerden geleneklerde kafileler halinde düğüne katılırlar. Kimileri koç, kimileri koyun getirir. Meydanda ikramlar yapılır.Yenip içilir. Sonunda köylüler misafirlerini evlerine götürürler.Hoca nikahı yapılır, bu adet yaygındır. Hoca nikahı yapılırken gelinin yanında dadı veya bibi (teyze, hala) denilen kadınlar bulunur.Gürcü köylerinde düğün gecesi, güveyin gerdeğe girmesi yasaktır. O akşam kızın akrabası olan kızlar sabaha kadar beklerler. Düğünün ertesi günü gerdeğe girilir. Düğün genellikle üç gün devam eder. Lazlar ve Hemşinlilerde de benzer gelenekler vardır.Diğer köylerde ise hoca nikahı kıyılır. Sonunda güveyi arkadaşlarının kolunda gelinin odasını getirilir. Arkasından yumruklanarak odaya itilir. Damat odaya girer. Hazır bulunan seccadede iki rekat namaz kılıp duasını yapar ve gelinle tanışmaya gider. Damat bu arada gelini konuşturmaya çalışır. Ona hediyeler verip konuşturur. Konuşturulunca da pencereyi açıp iki el silah atar. Bundan sonra herkes dağılıp gider.Gelinle damat, gidip kayınvalidenin elini öperler. Tekrar odalarına giderler. Orada baklava yerler. Bazense baklava kesmelerinin yarısını yiyip bırakırlar. Ertesi gün bunları evlenmemiş erkek ve kızlar yer. Darısı sizin başınıza gibi bir gelenektir bu. Ertesi gün sabah, köçekler, davetliler düğün evinin önüne gelirler. Oyunlar oynanır. Damat elinde bir tepsi baklava ile herkese birer kesme baklava sunar. Sonra da herkes dağılıp gider. Ev kadınlarla dolar. Duvak günü damat sağdıçla gider. Gelinle sabahtan ikindiye dek oyunlar oynanır, şarkılar söylenir ve derken düğün biter

Duvak:Güvey gecesi sabah gelini eğlendirmek için eğlence düzenlenir. Gelin oynar ve etrafa para atar.Bekar kızlar gelinin duvağından teller koparırlar. Duvaktan sonra erkek ve kız evlerinde yemekli davetler yapılır.

Düğün Davetleri:Bütün akraba ve hısımlar gelin ile damadı davet ederler. Bunlar taşıma davetleridir. Her gidilen eve gelinin yaptığı bir el işi işleme götürülür. Onlarda onlara çeşitli hediyeler verirler.

Doğum Olayı:Genellikle ilk çocuğun erkek olması istenir. Çocuklar genellikle beşikte büyütülür. Çocuğun adı üç gün içinde yaşlı bir erkek veya hoca tarafından üç defa kulağına okunarak konulur. İsimden sonra ezan okunur. Komşular ve akraba loğusaya evvela geçmiş olsun derler sonrada hediyeler getirirler. Doğumun kırkıncı günü çocuk ve loğusa yıkanır. Buna çocuk kırklandı denilir.

Diş Çıkarma:Küçük çocukların diş çıkarmaları aile için ayrı bir sorun olur. Ailenin bireyleri yeni çıkan dişi görmeyi uğur sayarlar. Onun içinde sık sık çocuk güldürülür, ağzına bakılır. Hatta bazıları ekmek kabuğunu gevlettirmek suretiyle dişin çabuk çıkmasının sağlarlar. Bazıları da parmağını rakıya batırarak çocuğun diş etlerini oğalar. Çocuk bundan çok hoşlanır.Dişin çıktığını gören kişi mutlaka diş çıkaran çocuğa ya elbise alır ya entarilik alsınlar diye anne babasına para verir.

Sünnet Olayı:Akçakoca bölgesinde kirvelik olayına rastlanmaz. Eskiden gezginci sünnetçilerin gelmesiyle hiçbir hazırlık yapılmaksızın çocuklar sünnet edilirdi. Günümüzde eğlenceler düzenlemektedir. Sünnetçiye, bazen para almadığı için sabun, havlu gibi şeyler verilirdi.

Dini Bayramlar:Dini bayramların Akçakoca örf ve adetleri içinde çok büyük yeri vardır. Üç aylar girince Recep, Şaban ve Ramazan gelinceye kadar bazı kimseler ramazana alışmak için ayda bir belli oruçlar tutar, kutsal geceler, cumalar yavaş yavaş ayrı bir kalabalık olmaya ve cemaat artmaya başlar.Ramazana hazırlık olmak üzere, makarnalar kesilir, erişteler yapılır. Yufkalar açılır, kuskuslar hazırlanır. Mevsime göre çeşit çeşit reçeller, hoşaflar ve şuruplar hazırlanır.
Hele bayram gecesi yeni esvaplar giyilir, Provalar biter. Küçükler giyeceklerini başlarının altına koyar. Ayakkabılarını yatağın içine yerleştirir. Herkes banyosunu yapıp yatar. Küçük erkek çocuklar sabahleyin sabah namazına herkesle birlikte camiye gider. Namazdan sonra vaiz dinlerler. Bayram namazı kılınır. Hoca dikilir, en yaşlı adam hoca ile bayramlaşır, ondan sonraki hoca ile yaşlı bayramlaşır ve yerini alır. Böylece sıralanır. Cemaatin en yaşlısı ile en genci bayramlaşıncaya kadar sürer. Sonra birlikte hoca dua eder.
“Bu bayrama eriştiren Allah’a senalar ve amin” denilip çıkılır. Yolda görülenlerle bayramlaşırlar. Mezarlıklara gidilir. Ölülere dua edilir. Hastalar ziyaret edilir.”
Her köyün ramazanında davulcular bahşiş toplar. Birinin elinde bir sırık, birini elinde bir sepet. Davulcu davulu çala çala her evin önünde maniler söyler. Bahşiş; havlu, mendil, yazma sırığa bağlanır. Baklavalar, el altıda tepsi bulunan sepete konur. Paralarda davulcunun cebine konur.

Bayramlar:Yerli köylerde bayram sözcüğü eğlence anlamına gelir. Bayram olacağı gece, bayramı bilen köydeki misafirler, bayramın olacağı köye yakın eş dost ve akrabalar ile birlikte giderler. O akşam onlara misafir olurlar. Kadın ve kızlar yemekten sonra daha geniş evlerde, erkekler ya kahvede ya da başka bir evde toplanırlar. Erkekler orta oyunları yaparlar. Mutaassıp olmayan yerlerde içkide içilir. Gramofon çalınır ve Cide kemençesi ve tepsi çalarak oyunlar oynanır. Genellikle oyunlar iki kişilik eşler halinde yapılır. En revaçta olan oyunlar topal oyunudur. Bu oyun Akçakoca’ya özgü bir oyundur

Eğlenceler
:Eskiden patoz makineleri yokken, fındık harmanda kurutulur, sabahları tırmıklar vurulur, sonrada altından tanesi alınırdı. Kalan fındıklarda kabuklarından ellenmek suretiyle bulunup ayrılırdı. Köylerde bu işler imece halinde yapılırdı. Kabuk ayırma işi erken bitimi, orası düğün evine döner, oyunlar şarkılar, gülme, eğlence, yeme içme başlardı. Kızlar erkekleri, erkekler kızları burada seçerdi. Çalışkan mı? Tembel mi? Dili tatlı mı? Nobran mı? Şaka kaldırır mı? Yoksa içine kapanıp arpacı kumrusu gibi düşünür mü? Yapıcımı yıkıcı mı? Hepsi burada denenirdi. Bu eğlencelerde maniler söylenirdi. Atmaca tabir edilen karşılıklı mani atmaları da yapılırdı.

KÖYDE

FOLKLÖR : Köyün kendine has folklor ekibi yoktur Davul,Zurna,Saz,karşılıklı zille oynanan oyunda çalınan zil dir.Ayrıca köçek oyunu,gemici çardak oyunu vardır Halay, Sallama Karşılıklı Zille oynama Köçek,Davullu gemici çardak oyunudur,Manav dal sıksara oyunlarıdır Bar,Halay,Horon,Sallama,Karşılıklı zille oynama,Hura,ve karşılama,Köçek oyunları da oynanır

DAVUL  : Davul savaş sırası,sonrası,askere giderken,törenlerde,ramazanlarda,güreş yapılırken çalınır.Davulun eski adı Tavuldur,Çağatay Türkleri tarafından yapılmıştır,bir haber aracıdır

ZURNA: Davul ve zembeleklerle çalınır ağaç maden, boynuzdan yapılır ,7 üstte 5 altta deliği vardır,Avrupa’ya Türkler tarafından götürülmüştür,Oğuz Türkleri Anadolu’ya getirmiştir,kemençe ve davula eşlik eder,4000 yıldan beri devam eden bir enstrümandır.Davul,Kaval,Zurna,göçer enstrümandır,köyde son zamanlarda bunların yerini taverna müziği almıştır org ile çalınan müzik aletidir eski neşe eski düğünler artık tarihe gömülmüştür,evlerde yapılan düğünler artık düğün salonlarına taşmıştır

KAVAL :Orta asyadan gelmiştir.Balasau Türkleri icat etmiştir.Çağatay Turan Türkleri Karadeniz’e getirmişlerdir, havaldır ,bir göçebe çalgısıdır Of ve Tokat kavalı meşhurdur.

 

ÇOCUK OYUNLARI

Çelik çomak,binmeli eşek,esir oyunu,körebe,köşe kapmaca,birdirbir,seksek,yakan topu,lunç,domino devirme

KIYAFETLER

Köyde 25-30 yıl öncesine göre  kıyafette önemli değişmeler olmuştur.Erkekler tamamen şehir kıyafetini benimsemişlerdir. Erkeklerde gündelik kıyafetlerden başka önemli günlerde, törenlerde giyilen ve içine beyaz eşarp bağlanan lacivert takım elbise en beğenilen giyim eşyasıdır. Ancak yaşlı erkeklerden bazıları köy içinde geleneksel kıyafetle ilgili olarak paçaları dar pantolon, üzerine gömlek ve yeleği giymeye devam etmektedirler. Kösele kunduranın yanında lastik ayakkabı, plastik ayakkabı, özellikle çocuklarda  çok görülmektedir. Erkeklerde pijama, şapka, şemsiye kullanılan giyim eşyaları arasındadır. Burada dikkati çeken husus pijamanın yatak kıyafeti olmaktan başka, bazen iş kıyafeti olarak kullanılması suretiyle ikinci bir iş görmüş olmasıdır.

Kadın giyimi erkeklere oranla daha az değişmiştir.Eskiden kadınlar evlerde basit tezgahlarda keten ve kendirden giysiler dokurdu. Bugün ise köylüler malzemesi köy dışından sağlanan koyu renkli şalvar ve üzerine bluz giymekte, başlarına lacivert örtü (örtme)  örtmektedirler. Kadın giyiminde dış görünüş bakımından erkeğe nazaran değişme daha azdır. Evde elbisesi ile dolanan bazen başını örtmeyen kadın, sokağa çıkınca elbisesinin üzerine şalvar giymekte ve başını örtmektedir.Genç kadınlar arasında elbise giyenler, başlarını örtmeyenler az da olsa bulunmaktadır..Köyde gündelik kıyafette olduğu gibi gelin ve güvey kıyafatide tamamen şehirleşmiştir. Ancak köyde giyilenler, kasabadan ucuz sağlanan ve nispeten eski model olan giysilerdir.Kadın ve çocukların kısmen evde hazırlanan giysilerinin kumaşları dışarıdan satın alınmaktadır.

 ŞALVAR :           eninde üç boy kumaştan çıkar daha ziyade eflatun pembe,yaşlılar koyu renkleri tercih ederler,genellikle çimen yeşili,zeytin yeşili tercih edilir,şalvarın içine şalvar ( havsa) dikilir pamuklu veya şile bezinden dikilir

MİNTAN           : Şalvarın üstüne giyilir mintan ve şalvar işlemelidir,kadife kutnu,janjanlı ve yollu kumaşlardan dikilir

YELEK             : Şalvar üzerine kolsuz fakat işlemeli yelek giyilir,içine bezden buluz giyilir.

ÖRTÜLER       : Kare şeklinde üzeri baskı tekniği ile işlenmiştir,çiçek desenlidir

YAZMA            :Oyalar işlenir dikdörtgendir

ÇORAPLAR   : Yün çoraplar giyilir kadın çoraplar motif işlemelidir

AYAKKABILAR : Rugan ayakkabı giyilir,çarıkta giyilir,genellikle lastik ayakkabılar tercih edilir

ERKEKLERSE    : Yelek ve zıpka giyerler,Kafkas kökenliler düğün törenlerde kalpak dik yakalı siyah satenden yapılmış diz boyu elbise ve yumuşak deriden çizme giyilir.Elbisenin üzerine dışardan fişeklik,kama,kemer gibi ayrıntılar vardır,kadınlar ise simli motiflerle süslenmiş kadife elbiseler giyerler bunları

Karamandal,Trablus,kuşak,Başlık,Bartın yemenisi,Lastik ayakkabı,Yemeni,Şal,Peştamal,Fes,Para kesesi,Yatak tekkesi,Şayak bunlar Lazların giyimidir.

Aktaş,Edilli,Uğurlu,Yenice,Göktepe,Kirazlı,Hemşin köyleri giyerler

 

HIDIRELLEZ

6 Mayıs günü kutlanır,köyün piknik alanlarında,salıncaklar kurulur,yemekler pişirilir,ip atlanır,salıncaklarda sallanılır,birçok oyunlar oynanır,kızlar erkeklere,erkekler kızlara bakarlar orada birbirini beğenirler,arkadaşlıklar kurarlar,balık tutmalar olur,erkeğin beğendiği kız eğer salıncağa biner sallanır ise erkek hemen silahını çıkartarak iki el ateş eder ona onu beğendiğini gösterir,hıdrellezin en iyi yemeği helvadır.Her hıdırellezde mevlit okunur yemekler yenir komşu köyler çağrılır halk kaynaşır çeşitli eğlenceler düzenlenir Bu törenleri anlatmadan önce pilavlık parası üzerinde duralım. Daha öncede belirttiğimiz gibi köyden başka bir köye gelin giden kızlardan pirinç parası alınır. Bu para hemen harcanmaz biriktirilir. Pirinç parasının anlamı şudur. Köy gençleri bu kızı o zamana kadar o şekilde korumuşlardır ki, kızın namusuna halel getirmemişledir. Pirinç parası bunun mükafatı bir bahşiş sayılır. Alınan pirinç paralar yedi emin olarak köylünün saygı duyduğu birine telim ederler. Köyden ne kadar çok kız gelin giderse parada o kadar çoğalır. Hıdrellezde bu para ile bir koç satın alınır. Pirinç alınır, un yağ alınır. Kesilen koçun etinden ya etli pilav yapılır, helva kavrulur, ballanır. Öğleyin gençler toplanır ve bu pilav yenir. En sonunda da helva yenilir. Hıdrellez bayramının ayrı bir güzelliği vardır. İp salıncaklar, zincirli salıncaklar, büyük ağaçlara bağlanır. Kızlar ayrı yerde, erkekler ayrı yerde sallanırlar. Ama bazen kızlar erkekleri, bazen da erkekler kızları seyretmeye giderler. Eğer beğendiği bir kız salıncak biniyorsa orada çıkarır silahını bir şarjör boşaltır. Bu olaya kimse ses çıkarmaz. Böylece kimin beğenilip beğenilmediği bu Hıdırellez bayramı vesilesi ile belli olur. Bazı köylerde güreşler tutulur. Bazı köylerde derelerde balık tutulur eğlenilir.Akçakoca köylerinde hemen hemen hepsinde geleneksel olarak her yıl kutlanır köydeki küskünler barıştırılır geleneksel oyunlar spor etkinlikleri,folklorik oyunlar ve bunun gibi,Akçakoca’daki mülki amirlerde davet edilerek etkinlikler yapılır herkes baharı böyle karşılar

 

 

EVLERİ

Evler genellikle bahçe içinde olur.Avlu,avlu ağla ile çevrilidir çünkü sebze meyve yetiştirilir bu mezralarda da evler birbirine uzaktır,Kurukavak,Karatavuk evler arası 4-5 km’dir,okul ve cami yanlarında evler yapılmıştır,az dağınık meskenlerde cepheleri sokak tarafına doğrudur Arabacı köyü gibi,Mısır ziraatı çok olduğu için her evin yanında hemen hemen 1’şer adet serender yapı vardır,ahırlar evlere uzaktadır,ahır ile samanlık yan yanadır

 

SPOR

Bu,köyde at yarışları  ,manda yarışları, güreşler, futbol müsabakaları yapılırdı köyde spora

İlgi fazladır Bolu amatör küme ve Düzce amatör küme elerinde futbol müsabakalarında oynamıştır,halen Düzce ikinci amatör liginde mücadele etmektedir.Köyde ilk spor kulübü 1970 yılında Gürgenspor olarak kırmızı beyaz renkten oluşan bir forma sıyla müsabakalar yaparken 1980 yılında  federe olarak Bolu 1. ve 2. amatör liginde müsabakalara iştirak etmiştir,ilk kurucuları Mustafa Asal ve İdris Aydındır,kulüp 3 yıl ceza alır bu arada tekrar Özbalatlı spor kulübü olarak Bolu ve Düzce amatör liginde mücadeleye kendi köy çocuklarıyla mücadelesine devam etmektedir,yine bu kulübü kulübün fahri kişileri olan Mustafa Asal ve İdris Aydın kurmuşlardır forma rengi kırmızı beyaz dır.Ayrıca köyde karakucak güreşlerin tarihi bilinmese de devam ederken köy bunu profesyonel olar arak geleneksel olar arak yağlı güreşler olarak bu yıl düzenlenecek 12. Genel eksel yağlı güreşleri yapılacaktır halen devam eden bu güreşler yaşatılacaktır,bu köye çok değerli büyük güreşçiler gelmiştir.Halen bu güreşler şimdilik yalnız Balatlı köyde devam etmektedir

 

YEMEKLER

EKMEKLER         : Yufka ekmeği,Bazlama,Gözleme,Cızlama,Mısır ekmeği,Buğday ekmeği

ÇORBALAR          : Tarhana,Mercimek,Un,Çılbır,Kızılcık çorbasıdır

HAMUR İŞLERİ   : Mantı,Börekler,Erişte,Kuskus,Kaşık makarna,Mancarlı pide

ET YEMEKLERİ  : Kara dolma, Korçan,Sebze dolmaları,Kebaplar,Lahana sarma

TATLILAR            : Melen güççeği,,Güllaç incir-üzüm,Sütlacı

ÇEŞİTLİ YEMEKLER : Kaygana,Soğanlı yumurta,Sebze yemekleri,Zeytin yağlılar,Mamursa,Kaldırık,Mantar,  lahana  yemekleri,Tirit,Malay,Hoşmanım,Mancarlı cevizli fırında pide,keşkek,hamurlu kıymalı kulak denilen bir çeşit mantı.

 

ALTYAPI BİLGİLERİ

5 KMlik asfaltı yapıldı,yağlı güreşler için spor sahası yapıldı,10.000m² kilitli beton parke taşı döşenmiştir,içme suyu şebekesi tamamlanmıştır,Fiskobirlik üye sayısı: 200dür,1 adet kooperatifi,1 cami,elektriği,sabit telefonu,vardır sağlık ocağı,sağlık evi yoktur ama mobil sağlık sisteminden faydalanıyor,taşımalı eğitim sisteminden faydalanıyor,kanalizasyonu yoktur, 1935 de-419,1965 te nüfusu 500, ,1997 de-679,2000 de-618 dur, yerli az dağınık köy statüsündedir,tarla ziraatın ençok yapılan bölgedir 2500 dönüm tarla arazisi vardır % 58 dir

1871 birinci arazi yoklama defteri,Bolu salnamesinde kaydı vardır, ziraat arazisi 2118 dönümdür.Tarla alanı 2500,fındık alanı 1500,orman alanı 1.000 dönümdür,buğday ekim alanları yüksektir,meyvecilik had safhadadır,hayvan sayısı % 5.3 dür,ormancılık fazla miktarda yapılmaktadır,görülüyor ki ekonomi veya tarımsal açıdan değeri yüksek olan bir köydür 1 bakkal,2 kahve vardır.Balatlı köy gençlik ve spor kulübü,camii yaşatma ve yaptırma derneği vardır

 

18.19. YÜZYILDA TEMETTUAT DEFTERİNDEKİ DURUMU

1844 yılında nüfusu 56 hane 325 nüfusu vardı Temettuat defterinde açıklayıcı bilgi yoktur

58 1910 Yılında Beşelioğlu Şevket ile Muharrem efendi ilk vakıfı kurmuşlardır 1890 da 56 hane 325 nüfus vardı Fakıllı divanına bağlı idi 2 asker,1 muhtarı karye,2 yevmiyeci,7 baltacı,5 hızarcı 6 gemici, buğday,45 kg arpa,30 kg mısır, olurdu,107 arı kovanı 14 sağman manda 2 sağman inek,3 dişi malak,22 karasığır öküzü,2 dana,2 erkek 2 dişi buzağı vardı

 

İSTİKLAL SAVAŞINA KATILANLAR

ŞEHİTLER

 

 MUSTFAOĞLU ÖMER               D.1300-   Ö  1915 ÇANAKKALE SAVAŞI ER MEZARI ORDADIR

 MEHMETOĞLU AHMET           D.1309- Ö. 1917 FİLİSTIN HARBİ ER

 ALİOĞLU ALİ                             D.1306- Ö. 1915  ÇANAKKALE HARBİ ER AHMETOĞLU MEHMET            D.1306- Ö.1917 FİLİSTİN HARBİ ER

ÖMEROĞLU MUSTAFA            D.1306   Ö.1915 ÇANAKKALE HARBİ ER MEZARI ORDADIR

 ALİOĞLU ALİ PAŞAOĞLU      D.1306   Ö.1915 ÇANAKKALE SÜDDÜL BAYIRI ER

ALİ KARA                                                   Ö. 1915 1.DÜNYA  SAVAŞI   ER

KADİR ÖZDEN                                          Ö. 1915 1.DÜNYA  SAVAŞI   ER

ALİOSMAN ÖZDEN                   D.1896   Ö. 1915 1.DÜNYA SAVAŞI    ER

 

GAZİLER

  AHMET YAVUZ MUSTAFA   D.1891

 OSMAN ÇALI   ÖMER              D. 1890

 RAŞİT TURŞU  İSMAİL            D.1891

 

 BASO MUSTAFANIN ÇETESİNE KATILANLAR: MUSTAFA ÇAHMET YAVUZ

AHMET ÇABUK

NOT:Arabacı köyden sonra bu köyde istiklal savaşında çok şehit vermiştir

 

KÖYE İLK GELEN SÜLALELER

KÖYE GÖÇ GELENLER :CANBAZLAR( ALAPLIDAN GÖÇ 1877 ), ),  YAVUZLAR  ( TRABZON – YOMRADAN GÖÇ 1877 ) ÖZDENLER ( TRABZON-YOMRADAN GÖÇ 1877 ), KARAMANLAR( YIĞILCA DAN GÖÇ 1877) ÖZÇELİKLER ( BURSADAN GÖÇ 1877) ÖZÇELİKLER ( BURSADAN GÖÇ 1877)

 

KÖYDEKİ YERLİ SÜLALELER :CAZBAYRAMLAR,----ÇAVUŞLAR-,---CIRTLAR,---KAMBURLAR,---KOSTAKLAR-,--KÜLCÜLER,---KÜTAPLAR,---MANAVLAR,---ÖMERLER,--TEPECİKLER,---TEFİKLER,---TOMARLAR,--,   ASALLAR- ,  AYDINLAR   KURTLAR  ,  DEMİRERLER , DEMİRTAŞLAR

AKGÜN,EMİR,,DURMAZ,GÜLTEKİN,HIRA,İNCE,KAYIKÇI,,KURT,,,ŞENGÜL,YAVUZ,TURŞU,YILMAZ

NOT : Katkılarından dolayı muhtar İsmail Yavuz, Refik Özden ve Keramettin Asal ağabeyime teşekkür ederim

Kaynak

Coğrafi B.        : İbrahim Tuzcu

Köyün ismi      : Kenan Okan,Şükrü Dönmez,Köykent hb,Akç.Kaym.Sitesi,Refik Özden,Derl.İbrahim Tuzcu

Tarihi Y.         : Kenan Okan,Şükrü Dönmez,Refik Özden,Keramettin Asal,Derl.İbrahim Tuzcu

Coğrafi D.       : Kenan Okan,Şükrü Dönmez,Mustafa Kocadon,Derl. İbrahim Tuzcu

Turizm            : Kenan Okan,Şükrü Dönmez,Mustafa Kocadon,Keramettin Asal,Refik Özden,İsmail Yavuz,Derl.İbrahim Tuzcu

Camii ve Mez.: Kenan Okan,Keramettin Asal,İsmail Yavuz,Refik Özden,Derl. İbrahim Tuzcu

Ekonomi         : Kenan Okan,Mustafa Kocadon,A.K.Sitesi.Keramettin Asal,İsmail Yavuz,İlçe Tarım Md.,A.K.Sitesi,Derl İbrahim Tuzcu

Kültür             : Vedia Emiroğlu,Mustafa Kocadon,Refik Özden,Keramettin

Asal,İsmail Yavuz,Sümeyye Köktürk,A.K.Sitesi,Kenan Okan, http://www.sosyalsiyaset.com/documents/tarakli,Derl. İbrahim Tuzcu

Spor                : İdris Aydın,Keramettin Asal,İsmail Yavuz,İbrahim Tuzcu

K.Alt yapısı    : A.K.Sitesi,Keramettin Asal,Refik Özden,İsmail Yavuz,Mustafa Kocadon,Köy sakinleri,Derl.İbrahim Tuzcu

İstiklal S.       : Şükrü Dönmez,Geltog sitesi

Temettuat      : Dr Zeynel Özlü

Sülaleler        : Hüsamettin Kaya,Keramettin Asal,İsmail Yavuz,Refik Özden,Derl. İbrahim Tuzcu

 

 

BEYÖREN

 

 

COĞRAFİ BÖLGESİ  : Karadeniz bölgesi

İLİ                                  : Düzce

İLÇESİ                          : Akçakoca

KAYMAKAMI            : Mehmet Ünal

B. BAŞKANI                : Fikret Albayrak

KÖY MUHTARI         : Osman Kalayıcı

TELEFONU                 : 05356694589   EV-   03806242485

POSTA KODU             : 81650

İLKÖRETİM OKULU: 03806242010

NÜFUSU                       : 236 Hane, 752 Nüfusu vardır

ESKİ MUHTARLAR  :  2009- Osman Kalayıcı,2004- Sadullah Ünsal-1999-Yunus Ünlü,1994de- SefaYapçacık

COĞRAFİ DURUMU   

Düzce ye , Akçakoca ya uzaklıktadır,Denizden 180 mt yüksekte,en yüksek yeri 250 mt dir, Rakım 145 tir.Komşu köyler Balatlı, Doğancı,Fakıllı,Deredibi,Kınık,Çiçekpınar dir                          

KÖYÜN İSMİ NEREDEN GELİYOR

M.Ö. 377 yılında Batı Anadolu Trakya dan gelen Bitinyalılar da buraya gelir bazı köyler kurarlar,bunların Kralları Bias tır.Kurdukları köyde Beyören dir.Ayrıca buraya Adana,İçel sancağından Yörük(yürüyen halk demek) Akçakoca’ya gelerek bazı köylere yerleşirler bu köylerden biriside Beyöeren  köyüdür. Ayrıca Kastamonu dan 1243 yılında Moğol istilası ve yenilgisinden bıkan 130.000 bin Oğuz kınık boyu üçok obaları batıya doğru göç ederler ve Akçakoca’ya gelerek bazı köyler kurarak  yerleşirler bunlardan bir tanesıde yine Beyören köyüdür..Neticede burada Bitinya,Oğuz kınık boyu üçok obalar,Adana-İçel sancağından gelen Yörükler yaşamışlardır.Akçakocada M.Ö. 1200 yılında Frik,M.Ö. 670 Lidya,M.Ö.395 te Roma Pontos,M.Ö.1200 de Hitit ama bu kesin bilinmiyor bu kavimler yaşamışlardır. Yerli bir köydür Beyler, Beyvıran, Belvıran, Beyören diye anılmışlardır, kıran mevkiinde hastalıktan kırılan halk tepeye doğru giderler buraya yerleşirler kıran tarla virane olmuştur çıvar köyler bunlar viran olan yerden geldiler derler bir rivayete görede üçok obalarınca kurulan buralar da oba beyleri Deredibi- Balatlı köylerini kurunca virane olan buraya da oba beyin ismi verilmiş merkezde bulunan mezarlık taşların tercüme edilmesiyle 700 yıllık bir yerleşime sahip olduğu bilinmektedir,1950 yılında Beyveren,1956 yılında Beyören olarak anılmaktadır,yerli bir köydür 1324 divanı teşkilatı vardı .Beyler mahallesi ,köye girişte kuzey batıda Yenice köy adı vardı bu köy munkariz olunca Beyler mahallesine taşınmıştır,Beyörenin olduğu yerlisi 3 semtten oluşmaktadır birincisi köyün güneyinde bulunan Edilli semtinden,ikincisi ise köyün doğusunda kalan patlak özünden,üçüncüsü Balatlı Hasancı özü semtinden gelmeler olmuştur bunu kanıtlayan eski mezarlıklar gezilirken 1807 tarihli Hacı Bekir  ağa mezarından bunu öğrenmekteyiz,bu 3 semt dışarıdan göç gelmedir,Beyler mahallesinde eskiden çok zenginler vardı çok ayanlar vardı onun için bu isimi almıştı

 

TARİHİ YERLER

Deredibi, Beyören, Çiçekpınar arasında kalan Kıran tarla da suyun etrafında toplanan insanlar sıtma hastalığı yüzünden tepelere giderek yerleşmişler.Kıran tarla mevkiinde herhangi bir tarlada kazı yapıldığında mezar kalıntılara,demir ve hurdalara rastlanmıştır Kilise tepe denen yerde doğusunda camii kalıntıları vardır,harçlı taşlara da rastlanmaktadır köyün Beyören Balatlı arasındaki kuzeyinde kalmaktadır İlhamurlu adı altında geçmektedir.Evlerin camları evin tavan kısmındaydı,eler birbirine yapışık ve yakındı nedeni ise eşkıyalardan korunmak içindi o zaman evler eşkıyalar tarafından basılır soyulurdu birbirlerine daha rahat seslenebilmeleri için yapmışlardır.Köyün içinde köy konağı yanı başında tarihi su kuyusu vardır üzeri kapalıdır halen mevcuttur eskiden bütün köy bu suyu kullanmıştır.İlk fındık buraya gelince fındık bahçelerine domuz hayvanının girmemesi için 1.5x1.5 metre kuyular açılıp domuz avla sı yapılmıştır şuan ki yeri Yenice köy mevkiindedir köyün girişi kuzey batısında görülebilir Osman Kalaycı fındıklığı ile Yücel Çelik fındık bahçesi arasında mevcuttur bu tarihi yerleri görmek isteyenler gidip görebilirler 80 yıllık geçmişi vardır,.Köyün ilgi çeken yanı 260 hanenin içinde hiçbir zengin yoktur fakır de yoktur paylaşım eşittir ekonomi açısından iyidir

 

AKARSU VE DERELERİ

Orhan deresi incirlik sırtlarından çıkar yeni çarşı da denize dökülür,büyük akarsudur.Su altı seviyeleri çok değişkendir,pınar ve kuyu suları faydalıdır ancak çok kireçlidir,serttir,koli mikrobu bakımından zengindir içilmesi mahsurludur ,sıcak su ve göl yoktur

 

DAĞLARI VE TEPELERİ

İncirlik sırtları eteğinde  kurulmuştur,Haciz tepesi (960) mt dir

 

İKLİMİ

En fazla yağış Eylül-Kasım-Aralık-Ocakta olur,kar Aralık ve Ocak ayında yağar ama uzun sürmez,Mayıs-Haziranda Karayel,Temmuz-Ağustos-Eylül ayında Poyraz eser,kış aylarında lodos eser,Temmuz- Ağustos-Eylülde güneş kendini daha iyi gösterir,Aralık,Mart ayları arası en düşük sıcaklık olur ılımaman Karadeniz iklimine sahiptir

 

JEOLOJİK DURUMU

Eosen-Folişi,Muminitli Kalker mevcuttur.Dere ve vadi tabanları alüvyon,yamaçların büyük bir bölümü silis formasyonu,tepelerin üst kısmı da 3.derecede kumlu,çakıllı tabakalar halindedir.Depreme dayanaklı 3.bölgedir.Dağlar denize paralel uzanır.Paleozoik devre ve tersier arazilerde ibarettir.Eosen Folişi- Muminitli kalker toprağa sahiptir Karstik kaynaklara da sahiptir  taban ve vadi arazi fazla yer tutmaktadır değirmen ve patlaklı dereleri  Jeolog Dr.Ervin Lan,Mühendis Zeki Erişir.

 

BİTKİ ÖRTÜSÜ

Akçakoca’da orman alanı 20477.77 hektardır.Çoğu bozuk orman alanıdır % 43 kayın % 0.8 gürgen %0.1 kestane % 6 meşe % 1 kavak % 0.25 ıhlamur % o.4 çınar bulunur,gerisi fındıklıktır.Maki bitki örtüsüne sahiptir,iklimin mutedil yağışlı olması bitki örtüsünün gür olmasını doğurmuştur.

TOPRAK YAPISI

Topraklar kırmızı kahverengidir.Toprak asitli,kireci azdır,topraklar erozyona maruzdur.Potas ve fosfor bakımından fakirdir,tuz oranı normaldir.Saha umumi olarak pedojenez bakımından genulik safhasındadır.Toprak killi ve tınlı kıvrıntılı karakterdedir sert kayalar ve çakıllı killi toprağa da sahiptir

 

TURİZMİ

Köy köydes yardımı ile güzelleştirilmiştir tepede kurulan şirin bir köydür .Ayrıca eskiden manda güreşleri yapılırdı,mandalar bir çubuk avlısı içine alınırdı,avlının bir yanı açık bırakılırdı mandalar orada güreştirilirdi sonunda biri pes eder,kendi evine kadar koşar,bezende yolda dönüp kapıştıkları olurdu bunu  görmek için halk birbirini ezerdi Ayrıca Doğancılar,Fakıllı  Beyören ,Balatlı at ları Fakıllı Akçakoca şosesinde yarıştırılırdı köyde hep güreşler konuşulur Bu köyde sera çiçekçiliğe önem verilmelidir çünkü hemen hemen her evde 20-30 adet saksı çiçeği vardır  Doğancı Beyören arası çiçekçilik için muntazam bir yerdir buranın bu konu üzerinde durup bunu hayata geçirmelidir,ayrıca eski güreşlerinde tekrar canlandırılması için uğraş verilmelidir bunlar köyün tanıtımında büyük rol oynayacaktır,turizm açısından pek parlak bir koy değildir

 

CAMİLERİ

 

 1864 yılında ilk camiyi Hacı İbrahim yaptırmıştır,buranın ilk imamı Hüseyin efendidir 1946 yılında ahşap yapı 250 cemaatli idi mimarı Ali Akça Latif Ünlü muhtarlığında yapılmıştır , daha sonrada modern iki minareli iki Şerifeli Beyören camini 1958 yılında Ömer Usta İbrahim Efes tarafından yapılmıştır, burada eskiden mescit bulunmakta idi  bu binanın üstü ahşap olduğu için 1980 yılında üstü tamamen sökülerek beton kubbeli hale getirilmiştir 1996 depreminde binada çatlaklıklar meydana gelir Asım Türkan mimara proje çizdirilerek emekli öğretmen abım Reşat Çelik tarafından yeniden yaptırılmıştır,minaresi de hayırsever Fatma Uzun teyzemiz tarafından yaptırılmıştır

 

MEZARLIKLARI

Köyde girişte Beyler mahallesi Beyören arasında köyün  yolun sağ ve sol unda tek büyük mezarlık vardır ,ayrıca köyde aile mezarlıkları da vardır.Mezar taşlarındaki konular erkek mezar başlarına başlık,kadın mezarında süslemeler ön plandadır,erkek mezarlığında büyük sarıklı olanlar ulema ve paşaları,uzun külah üzerine sarık tasvirler,derviş ve tarikat şeyhlerini,sadece ince sarıklılar köy ağalarını,üstü geniş ve altı dar kavuk biçiminde olanlar yeniçeri ağalarını işaret etmektedir.Bekir Beşeoğlu elhaç İsmail .H. 121 bu mezarlığı halen kim olduğu anlaşılmamıştır,tarihi eski mezarlıklar munkariz olmuştur,buralara fındık ekimi yapılmıştır.

 

EKONOMİSİ

HUBUBAT:Buğday,Mısır,Arpa,

BAKLIYAT:Fasulye,Bezelye,Bakla,Soğan,Lahana,Marul,Pırasa,İspanak,Kaldırık,Patates Karalahana,Biber,Patlıcan

MEYVE     : Elma,Armut,Kestane,Ceviz,Üzüm,İncir,Dağçileği,Muşmula,Ayva,Kızılcık,Kiraz

Ekonomisi Tarım ve Hayvancılığa dayanır.Köylü,bahçesinde yetiştirdiği sebzeleri Akçakoca pazarına götürür orada satar,kadınlar ev ekonomisine katkı sağlarlar.Artık günümüzde fındığın para etmemesi insanları başka işlere meşguliyetine zorluyor,,büyükbaş hayvancılığı revaçtadır,eski manda,malak,vb gibi hayvanlar kalmamıştır,yalnız sağman inekler vardır,elde edilen sütler pazara götürülüp satılmaktadır., tavuk kümesi besiciliği olmasına rağmen kümes hayvancılık da yok olmaya yüz tutmuştur.Köyde eskiden kesif ormancılığı yapılıyordu ama şu an kanunlar buna el vermiyor, Köyün erkekleri sanayi bölgelerine çalışmaya ,artık köylü son zamanlarda endüstri kollarına yönlenmiştir,,köyde hiçbir sanayi kuruluşu yoktur.Ayrıca kesif ormancılığı vardı bunlarda aynı şekilde sevkıyatı yapılıyordu,fındık bahçesinin gelişmesi buraya ayrı bir önem kazandırmıştır.Mısır ve Buğday daha önceleri Bolu ve Gerededen karşılanıyordu.köyde tütün az miktarda yapılmıştır köy halkı geçimini fındıktan elde ediyor artık,kestane,ceviz,mısır,fasulye de son zamanlarda halk bunlara da yönelmiş durumdadır İlçemizde tarımsal üretim içerisinde bitkisel üretim, özellikle fındık üretimi ağırlıklı yer tutmaktadır. Fındık üretimi dışında kasaplık tavuk üretimi, büyükbaş hayvan üretimi, balıkçılık, arıcılık,  mantar üretimi önemli tarımsal faaliyetler arasındadır.İlçemiz yine 1930 yıllarda ekonomi denize bağlı idi,bunun yanı sıra reçberlik,odunculuk,kerestecilik ön safhada yer alırdı,şehirlinin tümü denizci idi,gemi tüccarı,gemici,tekne sahibi,balıkçı,yada yükleme ve boşaltma amelesi idiler.

Akkaya,Aftunağzı,Beyhanlı,Döngelli,Çuhalı,Kızlarağası,Değirmenağzı,Taşman Deresi,Karaburun,Melenağzı iskeleleri vardı,buralardan ticaret sağlanırdı.Ayrıca ilçede 4750 büyükbaş hayvan vardı ama son yıllarda azalma kaydedilmiştir,kümes hayvancılığı da son yıllarda azalma görülmüştür 190 adet kümes vardı,beyaz et üretimi 25.000 tonu geçmekte idi.2000 civarında fenni kovan vardır. Maden direkleri dışında ,Bolu Adapazarı’nda ,Düzce’de yetişen buğday,kavun,karpuz gibi toprak ürünleri manda ve öküz arabalarıyla deniz sahiline getirilir buradan da deniz yoluyla gelen gaz,ve tekel maddeleri aynı arabalarla taşınırdı,sahilde bulunan depolarda bu mallar stoklanır dı zaman içerisinde tuz ve benzeri şeyler şehir ve kasabalara sevkiyatı yapılırdı,ayrıca deniz yoluylada sandallarla başka şehirlere sevkiyatı yapılmakta idi.

 

FINDIKÇILIK

 

Hemen hemen herkes fındıkçılıkla uğraşmaktadır.Devlet orman arazilerini açıp buralara,memleketten 1900 yılında Trabzon’dan gelen Bostancı hacı Ahmet efendi Akçakoca’ya fındığı getirir Osmaniye mahallesine fındığı ekmiştir,yine Mehmet Arifin getirttiği fındığı ekerler daha sonra Batum göçmeni olan zücaciyelik yapan Mustafa efendi Doğu Karadeniz sahillerinden aldığı fındık fidelerini Ereğli ve Akçakoca da satarmış.Bir gün Giresun’a uğrar o zamanın belediye başkanı limanda fındık fidesi dağıtıyormuş,Mustafa bey bunları alır gemi kaptanına da söyler,gemi kaptanı fideleri fıçılara koyarak Ereğli Akçakoca ya getirir,diğer rivayete göre de Yenice köyün kurucusu Kibaroğlu Hurşit,Kırıkoğlu Tahir,Keleşoğlu İbrahim,Alioğlu Tufan Tefik ilk fındık fidelerini ekmişlerdir.Bunların getirdiği fındık dallarından sopa ile dövülürmüş dalları çok büyükmüş,daha sonra Mehmet Arif kaliteli fındık fidelerini götürür,millete bunları tercih eder millet bu fındık fidelerini dikerler.1922 yılında 4000 fidan mevcuttu fındık sevkiyatı artınca millet fındık ekmeye başlar,fındık bahçelerde elle toplanır,çeşitli evrelerden geçtikten sonra yere sofralar kurulur altına büyük bezler serilirdi, sofra etrafına toplanan kişiler fındığı kırardı,bazıları da fındığı kabuğundan ayıklıyordu çok çetin olan bu sistem yerini 1930 yılında merkezde Kapkirli’de elle çalışan değirmen gücü ile çalışıyordu ve fındık böyle kırılıyordu,Sarı Hafızların Halit Arıkan bu değirmeni kurmuştu ,daha sonra Trabzonlu Abdulrezzak efendi elle kırma fabrikası kurar,daha sonra Küçükömerler’in Ömer Aydın 1932 yılında  şimdiki Özyuvam’ın olduğu yere ahşap bina içinde makaralarla çalışan fındık kırma makinesini kurar,1942 yılında da Diyarbakırlı lakaplı Cemil bey Osmaniye de bir değirmen kurar ama bu değirmen dizel motoru ile çalışmakta idi,yine bu sırada mebus Vahit Yöntem Osmaniye de deniz kenarında modern bir fabrika kurar1946 yılında,1947 yılında da Arabacı köyünde Hocaoğlu Mehmet dizel motoru ile çalışan bir fındık kırma fabrikasını kurar.Edilli köyünden olan Hüseyin Horoz da dizel motorun masrafını azaltmak için Değirmenağzı mevkiinde su gücü ile çalışan fındık kırma fabrikasını kurar,düşük alternör ilavesi ile akü şarj girişimi ile iyi bir fabrika idi ve en son 1954 yılında Orhan derenin denize döküldüğü yerde Fiskobirlik adına modern bir fabrika açılır,bu fabrika 2008 yılında tamamen yıkılır bunun yerine Sapak mevkiinde çok modern fabrika açılır üretimine devam etmektedir.İlk fındık yağını Kalfanın Bekir Üstünel yapmıştır,fındık eskiden tımar,çapalama,tırpan yapma,toplama,öküz arabalarla taşıma,sopalarla dövme,elle ayıklama,sık tellerden yapılmış bir aletle incesini kalınını tozunu ayıklama evrelerden geçerdi,ama şimdi toplama,ilaçlama,gübreleme,motorla tırpan yapmak,ayıklamayı patoz makineleri ile yapmak maliyeti yükseltiyor,Fisko’da fındık taban fiyatını da düşük tutunca halk artık fındıkçılık’a iyi bakmıyor.Fındık şubat mart ayında ekilir 2-3 yıl yetişmesi sürüyor,4-4 6-6 ara ile 6-8 fidan 60- ocak kuyular açılarak dikilir.En iyi fındık türleri şunlardır:. Çakıldak,Kargalak,Kan,İncekara,Kuş,Tombul,Paloz,Foşa,Kalınkara,Uzunmusa,Mincane,Cavcana,Badem,Yağlı fındık,Kara fındık,( yağlı fındığa benzer kabuğu siyah ve serttir)Sarı fındık (yuvarlak kabuğu ince verimi fazla),Yomra(yuvarlak vermi fazla),Sivri( ince uzun bademe benzer),Dilovası,ve Mehmet Arif fındığı ( yağlı  kabuğu ince verimi fazladır). Deli sava(Fındığın içini iyi doldurmaz)

 

 

HAYVANCILK

Az sayıda Koyun,Sığır,Tavuk,Arıcılık yapılmaktadır,her evde hemen hemen sağman inek mevcuttur,süt besiciliği yoktur süt mandıra üretim tesisleri yoktur,köylü kendi süt mamullerini kendisi yapardı ama maalesef büyükbaş hayvan yetiştiriciliğinde düşüş yaşanmıştır.köyde kaz,ördek,tavuk bazı aileler vardır,tavuk kümesçiliği canlılığını yitirmiştir,köyde2 adet kümes vardır Mehmet ve İbrahim Efesin kümesleri vardır

 

 

ORMANCILIK

Çam,Kayın,Meşe,Kestane,Gürgen,İhlamur,Kavak,Çinar,Defne,Kocayemiş,Muşmula,Ayı üzümleri,Orman gülleri,Yer gülü,Erica ağaçları,Eğrelti otu,Çoban püskülü diye orman ürünleri var .Eskiden devlet orman arazisini talan edip fındık ekimi yapılmıştır,son zamanlarda orman kanununa göre kesif ormancılığı yapılmamaktadır orman işletme şefliği tarafından bölge kontrol edilmektedir,köyde hızar makinesi yoktur Yakacak odun,kayık kerestesi,demiryolu traversi,maden direği bu köy denden de sağlanıyordu

 

AVCILIK

Bölgede göçmen kuşlara daha çok raslanmaktadır,Sarıkuş,Çulluk,Bıldıcın,Ördek,Üveyikördek,Kaz,Kuğu,Tarakçın,Karakçun,Sığırcık,Bozbakal,Karabakal bulunur.Son zamanlarda,gerek ilaçlama gerek yanlış avlanma neticesinde çok azalma olmuştur ördek,çulluk avı çok meşhurdur.Çevredeki daimi kuşlar kestane kargası,çulluk,ördek,üveyik,sığırcıktır.Tavşan,çakal,tilki,domuz ayı,su samuru,kunduz,geyik,karaca vardı ne yazık ki bunlara da az rastlanmaktadır.Domuz avı devamlı yapılmaktadır.Köydeki devamlı hayvanlar Domuz,Tilki,Çakal,Kurt tur

 

KÜLTÜR

 

Köyde bayramlar çok güzel olur beklide başka hiçbir yerde olmayan sistem vardır,köy bayramda 3 mahalleye bölünür ve her gün bir mahallenin bayramı olur ve diğer iki mahalle o gün bayramı olan mahallenin evlerini ziyaret ederler,bu köy içinde çok güzel bir yaşlı genç kaynaşmasına vesile olur Ramazan ve Kurban bayramında güreşler yapılır Manav Türkleri kültürüne sahiptir düğünlerde Alaplı çiftelerlisi,misket,kasap havası oynanır ama bu kültür son zamanlarda yozlaşmıştır,Doğu Karadeniz üç ayak oyun kültürü girmiştir öz kültürel değerler yozlaşmış . Manav Türkleri kültürüne sahiptir düğünlerde Alaplı çiftelerlisi,misket,kasap havası oynanır ama bu kültür son zamanlarda yozlaşmıştır,Doğu Karadeniz üç ayak oyun kültürü girmiştir öz kültürel değerler yozlaşmıştır Halil İbrahim Yavuz'a ait yüksek lisans tezinden alınmıştır: Osmanlı Devleti’nin kurulduğu bölge olan Taraklı-Göynük ve çevresi, kültürel miras yönünden çok zengindir. Bu bölgenin insanları, Osmanlı’nın kültür varlıklarını bugüne kadar koruyup yaşatabilmişlerdir. Bununla beraber kökü Eski Türk İnançlarına dayanan ve İslâm’la çatışmayan örf, âdet, gelenek ve göreneklerini yaşatmakta mahir davranmışlardır. Bayramlar, doğum, düğün, ölüm âdetleri gibi kültür unsurları, geçmiştekine benzer bir şekilde devam etmektedir. Taraklı, Göynük ve köylerinde yaşayan insanlara verilen ad olan Manav kelimesini ve Manavları kısaca açıklayalım. Manav bir yere sonradan gelenleri, yerleşik olanlardan ayırt etmek için kullanılan ve önceden yerleşmiş olan yerlileri ifade eden yöresel bir mefhumdur. Kırsal bölgelerde yaşayan Manavlar, genelde epey çekingen, uysal, mülayim ve başkası tarafından söylenenlere fazlı karşı çıkmayan sosyal uyumu ağır basan insanlardır. Kendi ifadelerine göre, “yedi kez düşünmeden adım atmayan, yavaş davranan, gereksiz tartışmalara girmeyen” temkinli bir insan portresi çizmektedirler [İşsever, 1994: 23-31]. Manavlar, Osmanlı Devletinin kurulduğu bölge sayılan Aşağı Sakarya, Batı Anadolu’da Bursa çevresi, Batı Karadeniz de Kastamonu ve çevresine yaşamaktadırlar. Özellikle Aşağı Sakarya kesiminin Taraklı, Geyve, Pamukova çevresinde yoğun olarak yerleşmişlerdir. Buralarda kendilerine has yaşam süren manavlar örf ve adetlerini devam ettirmektedirler. Manav köylerinde eski Türk kültürüne ait izler çoktur. Bu bölgelerin hala tarım ve hayvancılıkla uğraşmasından, Bayat, Emirler, Demirler, Yahyalı, Akpınar gibi Türkmen boy ve oymaklarının isimlerini taşımasına barındırdıkları maddî ve manevî kültür kadar pek çok örnek verilebilir. Manavlar Türkmen gruplarında olup çok eskiden beri köy hayatına hatta şehir hayatına geçmiş yerlilerdir. Buna göre manav adının etnik bir manası yoktur, manavlardan Oğuz Türklerinden gelmektedirler [Yaşa, 1999: 293].
Sakaya ve çevresindeki manavlar, bu bölgenin 1290’larda Osman Gazi tarafından fethedilmesiyle buralara yerleşmişlerdir. İlk Türk yurdu olan bu bölgenin yerli Türklerine hep “manav” denilmektedir ve bu bölgede manav, “yerli Türk” manasında kullanılmaktadır [Yaşa, 1999: 288]. Manav sözcüğünün; Türkistan’daki Kazak-Kırgız ve Sibirya’daki Yakut Türklerinde kullanılan koruyucu soylu kişi ve boy beyi manasına gelen “manap” ve “manag”dan geldiği tahmin edilmektedir. Eski Türklerde “v” sesi olmadığı için “manap”taki “p” ve “manag” daki “g” sesleri yumuşayıp “manav” kelimesini oluşturmuşlardır [Yaşa, 1999: 289]. Çağatay Türklerinde “asilzade” manasına gelen manap, Kırgız Türkçesi’nde ağa, bey
anlamında kullanılmaktadır. Türkçe dışında dil bilmeyen topluluk üyelerine yerli Türk anlamında manav denilmektedir [Aktaş,2002: 10]. Batı Anadolu’ya ve Taraklı’ya Türklerin ilk yerleşimi 1291’den hemen sonradır. Yıldırım Bayazıt döneminde İstanbul Sirkeci’de kurulan Türk mahallesinin halkı Taraklı ve Göynük’ten götürülmüş manavlardır [Aktaş, 2002:12]. Taraklı ve Göynük köylerinde yaptığımız araştırmalar neticesinde İslâmlaştırılmış olmakla beraber bir çok eski Türk inancının izlerini görmek mümkündür. Konuşma dilindeki ortak birçok kelime davranışlardaki, giyinişlerdeki bir çok benzerlik manavların oğuz Türklerinden olduğunun işaretleridir. Yerli Türk sanılan manavlar daha Osmanlı devleti kurulmadan bu bölgelere yerleştirilmişlerdir. Taraklı ve Göynük, Manav denilen yerli halkın kendi kültür ve geleneklerine bağlı olarak yaşadığı göçmen bulunmadığı Sakarya İli açısından istisnaî bir bölgedir. Manav kültürünün korunduğu ve yaşatıldığı bu bölgenin dilleri, beslenme, giyim, kuşam, müzik ve eğlence biçimi tamamen kendi örf ve âdetlerine uygun olarak devam etmektedir [Sakarya Valiliği; t.y.: 130]. Dikkatle incelenir ve araştırılırsa, yöreye mahsus örf ve âdetlerin perde arkasında da Eski Türk İnançlarının gizli olduğu görülebilir. (04.02.2007 13:51) Manav Türkleri Anadolu ya 11.y.yılda gelmiş ve yerleşmiş yerleşik Türklerdir.Manavlar ilk geldiklerinde göçebe olarak yaşıyordu.Yani önceki adı Yörük idi.Bu özelliğini kaybetmemiş Türkler şu an Ege bölgesinde ve Akdeniz bölgesinde mevcuttur. Hiç bozulmamış Manav bölgeleri;  Akçakoca,Göynük, Mudurnu, Geyve, Taraklı,Zonguldak (tamamı) ,Yığılca, Bilecik dır.Ancak 1980 den sonra hızlanan doğudan batıya göç hareketleri başta Akçakoca olmak üzere diğer bölgelerimizi de tehdit.etmektedir.İzmit,İzmir,İstanbul,Bursa,Muğla,Antalya,Düzce gibi şehirlerimiz önceleri sade manav kültürüne sahip idi.Ancak bu göçler sebebiyle kültürü yavaş yavaş yozlaştı ve hala yozlaşmaya devam ediyor.Bu sorunu benden başka gören yada sorun olduğunu kabul eden var mı acaba merak ediyorum. Ancak ben bir yerli Türk olarak bu durumdan çok rahatsızım. Akçakoca lı manavların bir kısmı (Altunçay köyü, Çayağzı köyü) oğuzların Bozok koluna mensup Günhan aşiretindendir.Bu köyler 1234 (1.Alaeddin keykubat zamanında) kurulmuştur.Diğer manav köyleri ise Balatlı köyü bayat boyundan,Kınık köyü Kınık boyundan,Beyveren köyünde Oğuz boylarından biridir.Bu beş köy Akçakoca nın en eski köyleridir.Hatta Bolu,Sakarya,Akçakoca,Yığılca,Düzce,Ereğli Bizans ın elinde iken kurulmuştu Türkiye tarihi, 11 yy. Oğuz ve Türkmen denilen Türk ırkının en kalabalık bir kolunun Anadolu kapısını açarak kendine vatan yapmasıyla başlar. Tarihinin en büyük dönüm noktalarından biri olan 26 Ağustos 1071 Malazgirt Zaferi ile Bizans mukavemeti kırılınca artık Türkler karşısında bir ordu kalmayınca, Türkmenler Anadolu’ya yayılmaya ve yurt kurmaya başlamışlardır.Osman Turan, Malazgirt zaferinin “cihanşümul” bir mana taşıdığı ve tarihte bir dönüm noktası olduğunu ileri sürer. Malazgirt Zaferinin İslam ve Hıristiyan dünyalarının kaderine etki eden öneminden sonra, ilk büyük neticesinin “Anadolu Fethi ve Türkleşmesi” olduğuna dikkat çeker. Şu ifadeler oldukça önemlidir. İslam’ın ilk fetihleriyle sadece kanatları koparılan fakat 10. asırda tekrar kanatlanıp taarruza geçen Bizans, Anadolu fethi ile bel kemiğini kaybederek artık tedrici bir ölüme mahkum edilmiş oldu. Nitekim Malazgirt’ten sonra Bizans’ın mukavemeti kalmadığı için, Türkler birkaç yıl zarfında çadırlarını, Boğazlar, Marmara ve Adalar Denizi Ege sahillerinde dikmeğe başladılar.Türklerin Anadolu’ya yöneldiği 11.yy. başlarında, Bizans hem siyasi hem askeri, hem de sosyal ve ekonomik vaziyeti bakımından içi boşalmış, kof bir cüsse görünümündeydi. Türkler Anadolu’ya henüz yerleşmekteyken, Haçlı seferlerinin açtığı yeni bir mücadele evresiyle Anadolu’nun Türkleşmesinin bir asır kadar durakladığından, Orta Anadolu’ya çekilen Türklerin, bir taraftan da burada teşekkül eden öteki Türk devletleriyle cereyan eden kavgalarından ve bunların buhranları artırdığından söz eder. Vaziyetten faydalanan Bizanslılar sahilleri işgal ile Anadolu’yu geri alma ümitleri beslemektedir. Bizanssın bu ümitleri bir asır sürmüştür. Nihayet Anadolu’da bir Türk birliğinin kuruluşu ve bu vatanın ikinci kuruluşu 2. Kılıçaslan, Manuel Kommenos’a karşı kazandığı Kumdanlı Zaferi (1176) Bizanssın Anadolu’ya Kurtarma ümit ve teşebbüslerine ebediyen son vermiştir ve Malazgirt’ten sonra bu ikinci zafer sayesinde bu memleket artık kat’i şekilde “Türk Vatanı” olmuştur.Anadolu’ya 1071 tarihinden önce de bir Türk yurdudur. Daha 410 yıllarında Hun İmparatoru Atilla’nın amcası Rua İstanbul’a yaklaşmış ve Atilla’nın (441-442) Balkan seferi İstanbul’u tehlikeye düşürmüştür. Bu tarihten sonra 616 yılında yine bir Türk boyu olan Avarlar, İstanbul üzerine gelmişlerdir.Daha Roma ve Bizans dönemlerinde Peçenek, Kuman-Kıpçak gibi Hıristiyan Türk boyları Bartın’dan başlayarak Kuzey Karadeniz sahili Doğu ve orta Anadolu’nun bazı bölgelerine yerleşmiştir. Çeşitli Türk kavimleri Anadolu’nun çeşitli yörelerinde yurt tutmuşlardır.XI. yüzyılın sonlarına doğru çalışma yaptığımız bölgede Selçuklular tarafında zapt olunmuş, İznik ‘i kendine başkent yapan Süleyman Şah bu bölgeyi topraklarına katmıştır. Ardından 1097 I. Haçlı seferinde Bizans İmparatoru Alexios Kommenes tarafından kuşatılan bölge, 1204-1207 yılları arasında Bizans’ta Latin İmparatorluğu kurulunca Latinlerin işgali altında kalmış. İznik Osmanlı Hükümdarı tarafından geri alınmıştır. İzmit Osmanlı padişahı Orhan gazi zamanında, Akçakoca’nın da içerisinde bulunduğu bir komuta heyeti tarafından kuşatılarak zapt edilmiştir. Daha sonra Bizanslılar tarafından şehir tekrar kuşatılmış ve bu kuşatmadan bir sonuç alamamışlardır. Timur’un Anadolu’ya istilası sırasında kuvvetlerinden bir kısmı İzmit’i yağmalamıştır. 1337 yılında fethedilen İzmit bu tarihten sonra devamlı olarak Türk hakimiyetinde kalmıştır.“Türkleşme” her yerde hemen hemen aynı yoğunlukta olmamıştır. Genellikle sınırdaki olayları ele alan vakayı namelerden de anlaşıldığı gibi siyasal yönden batı ve kuzeyde Bizans ile güneyde Ermenistan ile Türk toprakları arasındaki sınırlarda toplanmış olduğu bilinmektedir. Bizanslı yazarlar bazı yerlerden Türkçe adlarıyla söz ederler. Bunda da, bu yerlerin eski adlarını bilen kimselerin bile artık kalmadığını anlıyoruz. Y.Öztuna’ ya göre, 1058 yılında Avrupa’da artık Anadolu’ya, Türkiye yeni Türk ülkesi denmeye başlamıştır. Süleyman şah kapı dağı yarımadasını almış ve Çanakkale boğazını da 1339 yılında Avrupa yakasına geçilmiştir. Artık İstanbul ve Balkanların yolu Türklere açılmıştır.E. Güngör ise, bugün Türkiye’de yaşayan Türklerin atalarının büyük Selçuklu imparatorluğunu kuran oğuz Türkleri olduğunu ve Müslüman olduktan sonra bunlara “Türkmen” adı verildiği üzerinde durur.

D.Avaoğu, Türklerinin tarihinde Türkmen deyiminin ilk kez X. Yy. ikinci yarısında Maksidisi’ de geçtiğini zamanla oğuz adının Türkmen adına dönüştüğünün kanıtlarını sunar.

“Türkmen” adının yaygınlık kazanmış olduğu belirtir. Oğuzların İslamlaşmasıyla Türkmen adının yaygınlık kazanmış olduğu üzerinde durur.Türkmen’e, Türk iman (İmanlı Türk) Türkmen ben türküm gibi anlamlar yakıştırılsa da, Jean Deny görüşüyle “men” kuvvet ekidir ve Türkmen “Türklerin türkü “Öztürk” anlamına gelir.XI. yy. da Anadolu’ya gelen Türk boylarının konar göçer olduklarını Türkmen adının Anadolu’da konar göçerlikle eş anlamlı olduğunu, daha sonra konar göçerliği bırakarak yerleşik hayata geç tiklerini ve Anadolu’ya yurt edindiklerini biliyoruz.Türkmenlere bir müddet sonra Türkmen denilmeyerek, yerli veya manav denilmiştir. Türkmenlerin konar göçer halde hayatlarını sürdürenlerine ise, bu özelliklerinden dolayı (Yörük) adı verilmektedir. Konar göçerliğin özünde hayvancılık var, yeni otlaklıklar aramak var. Kısaca; yürümek var. Bu hayat tarzı da yürüyen Türk anlamında “YÖRÜK”Ü oluşturmuştur.Yörük’le Türkmen’in aynı etnik zümreye ait olan iki kelime olduğunu rahatça söyleyebiliriz. Anamur’da Yörüklere “yaylacı” yerleşik halka yaycı denildiğini Karadeniz’de bil hassa Giresun’da bu kavramları Çepni bir oğuz boyunun da adıdır ve ekinci kelimelerinin karşıladığını belirtmekte Anadolu’nun muhtelit yerlerinde Türkmen Yörük göçer kelimelerine karşılıktır.Peter Alford Andrews Türkiye’de etnik gruplar adlı kitabında Türklerin kendi etnik gruplarının pekala farkında olduklarını bu grupların nerede bulunduklarını tam olarak söyleyebileceklerini kendilerine Türkmen yerine yerli Yörük yerine manav tanımlaması getirdiklerini, bu iki sözcüğü de “doğma büyüme buralı” anlamını çağrıştırdığını, bu terimlerin şehirden çok köyde kullanıldığını aktarmaktadır.Adapazarı, Bilecik, Balıkesir, Bursa, Çanakkale, Kastamonu, Kocaeli, Eskişehir, Afyon ve Zonguldak da yoğun olarak yaşayan Türkmenlere yerli veya manav denilmektedir.“Manav” kavramı farklı kaynaklar şu şekilde tanımlanmaktadır.Meyve sebze satılan dükkan, bu dükkanda meyve ve sebze satan kişi.Genel manada Anadolu Türkü, Öztürk, Sadık Osmanlı Tebası.

Balıkesir Bandırma ilçesinde de, “manav” adı verilen uzun süredir yerleşik olan ve tarımla uğraşan yerli toplumlar vardır.İzmit sancağının yerli ahalisi, eski Türk boy ve oymaklarına mensup Türk göçebeleri zamanla göçebeliği terk edip iskan edilince manav adı verilmiştir.

Yerli Türkmen, gibi yorumlamalar yapılmıştır.Genel adı Türk olan bu insanlara yöresel adlandırmaları ile yerli, manav, pallık (Artvin’in bazı bölgelerinde ), dadaş (Erzurum’da) efe (Ege), Zonguldak Bartın’da kıvırcık Toroslar da alevi Türkmenlere tahtacı, Balıkesir’deki alevi Türkmenlerine çetmi denildiğini biliyoruz.Kültürün kimlik tanımını etkileyen bir öğedir düşüncesinden yola çıkarak sözlü kaynaklara başvurulduğunda;Söz konusu Oğuzların kayı boyu olan bu Türkmenlere “Size niçin manav deniliyor? Manav adının nereden geldiğini?” sorduğumuzda, aldığımız cevapların bazıları şunlardır:Yerli Türk.Yörükler yürümeyi ve hayvancılığın yanında tarımla da uğraşmaya başladığı ve de yerleşik hayata geçtiği için “manav” denildi.Orta Asya’dan Batı Anadolu’ya gelen Türkmenlere verilen ad.Türk oturursa manav, gezerse Yörük olarak tanımlanır.Manav; toprağa ektiği keteni yetiştirip, olgunlaşan bu bitkiyi işlemeye başlayarak, tohumundan yağını, liflerinden de eğirip, bükerek giyeceklerini dokuduğu insanlardır. Hatta ketenin liflerini tabi boyalarla boyayarak en güzel kumaşları dokurlar. Buğdayını arpasını kendi yetiştirir. Yemeklik yağını ketenden kendi çıkarır. Sebzesini de bostan dediği avlu ile çevrili sulu tarlasından, bahçesinden yetiştirir. Kısaca; her ihtiyacını kendi kendine karşılayan kimseye muhtaç olmayan insanlardır.Özelilikle Batı Anadolu’da yaşayan bu Türkmenistan türkü insanlar, sosyolojik açıdan değişime açık, bağnazlıktan uzak, üretken, barışçı, ihtirasları ölçülü, farklı kültüre sahip insanlarla da birlikte yaşama iradesi olan ve de devlete saygılı insan gruplarıdır manavlar.Osmanlı Devletini kuran bu insanlar, devlet kurulduktan sonra da Türkmenistan’dan ağırlıklı göçle beslenerek Kocaeli, Bolu, Yalova, Bursa, Bilecik, Sakarya, Afyon, Eskişehir, Zonguldak ve de Balıkesir’in bir kısmında yaşadılar. Gerek Osmanlı gerekse de Türkiye Cumhuriyeti döneminde, devlete sadakatlikleri ve başkalarının haklarına saygı duymaları ile tanınırlar.Bu Türkmen topluluğuna “manav” denilmesinin esas tarihi gerçeği şudur;Osmanlı Devleti kurulduktan sonra, her Türkmen boyu çıkardığı ve ürettiği ne varsa, yılda bir kere hiçbir karşılık beklemeden Osmanlı Sarayına gönderirdi.Bolu kabak, Afyon ve Eskişehir bulgur ve tarhana, Adapazarı ve İznik civarında sebze, İzmit Tavşancıl’dan üzüm saraya gönderilirdi.Bolu, Bursa, Kocaeli, Yalova, Eskişehir, Afyon, Yalova, Zonguldak ve Balıkesir bölgelerinden sadece hububat, meyve ve sebze gitmezdi, saraya koyun, kuzu, keçi, oğlak yağ ve kavurmada gönderilirdi.İşte; Osmanlının bu sadık tebası olan manav, bazı yerde de Yörük diye adlandırılan bu insanlara, bulundukları yerlerdeki azınlıklar (Ermeni-Rum). “Yahu, siz Osmanlıyı besliyorsunuz. Karşılıksız her şeyi saraya gönderiyorsunuz, siz Osmanlının manavı mısınız?” derlerdi. Bu devlete sadık insanlarda “Evet, biz Osmanlı’nın manavıyız. Osmanlının manavı olmakla da gurur duyarız. Devletimize yardım etmeyi de bir şeref biliriz” derlerdi.İşte, o gündür, bu gündür azınlıkların hazımsızlıkla, kıskançla söyledikleri bir addır MANAV tanımlaması. Osmanlının Sadık tebası, Özbe Öz Türk. Türkmen - Yörük kül türünün has insanlarıdır manavlar.Yine sözlü kaynaklardan halk arasındaki tanımlamalarla, manavların kişiliklerine ait bazı tespitler.Manav ve macıra senet gerekmez.Manavın sözü senettir. Devlete, nizama son derece bağlı ve itaatkârdır. Hırsızlık yapmazlar. Herkesin mahsulü harmandadır. Kız kaçıranlar, kavgalı olanlar köyde barınabilirler ama hırsızlık yapanlar asla barınamazlar.Bir Karadeniz göçmeninden derlenen tanımlama; manavın sessizine aldanma.Manav uysaldır. Sessiz sakin insanlardır. Ama manavın damarı kabardı mı yanına gitme, Ayranlığı değişilmeye görsün.Manavlar birbirini tutmazlar, ama ayrıda yaşamazlar Manavlar temiz kalpli, saf insanlardır.Yusuf Çam Milli Mücadelede İzmit Sancağı adlı eserinde Milli Mücadelenin başlangıç döneminde İzmit Sancağında yaşayanların %70 Müslüman %30 kadarı çoğu Hıristiyan olmak üzere azınlıklardan oluştuğunu ve bölgenin sosyal yapısını üç büyük sosyal bütünlük halinde görmek gerektiğini öne sürer.Hıristiyan Azınlıklar ( Ermeniler, Rumlar, Yahudiler )1830 yılından itibaren bölgeye yerleşen (Muhacirler, Balkan ve Kafkasya)Bölgenin yerli (otoktan) halkı bu son boşluğu açarsak; bölgenin yerli halkı manavlardır (yani Türkmenlerdir) demektedir.Kültür, bir toplumun hayat biçimidir. İnsanoğlunun öğrendiği bilgi, sanat, gelenek – görenek ve benzeri yetenek, beceri ve alışkanlıkları içine alan karmaşık bir bütündür.Türk tipinin bulunduğu coğrafi bölgeye göre etkilenen ve karışarak değişik özellik kazanan bir ırk olduğu dile getirilmektedir. Özellikle Marmara Bölgesinde yaşayan kişiler Manav olduklarını söylemektedirler. Manav Türkmen kültürünü anlayabilmek için, Manavlar hakkında etnografik bilgilere ihtiyaç vardır. Örneğin keten el dokumacılığı manavlarla bütünleşmiştir. Çiftçi ailesinin boş zamanlarında tarımdan arta kalan günlerde uğraştığı, hem kendi ihtiyacını karşıladığı hem de fazlasını satın para kazandığı veya yöresindeki hammaddeden ve boş duran iş gücünü değerlendirdiği yardımcı bir el sanatı durumundadır. Ekilip dokuma durumuna gelinceye kadar, havuzlama, kurutma, kırma, tarama, yumuşatma, eğirme, ağartma, çözgü hazırlama aşamalarından geçen keten; dokunup çarşaf, yaygı, yorgan yüzü, yastık kılıfı, elbiselik, yolluk, çuval olarak Manavların ihtiyaçlarını görmektedir.Geleneksel giyimin parçaları olan uçkur, önlük, yağlık, çevre keten bezinden yapılır. Şalvar ve sırta giyilen içlik saya mintan, hırka ise zaten ketenden diğer bir adıyla kandıra bezindendir.Manavlar ketenin çöpünü bile ziyan etmez. Bu bir mübalağa değildir. Ketenin çöpünden yatak, minder yapar, keten tohumunun yağını yemeklik olarak kullanır ve kandilinde yakar.Şehre sadece tuz almaya, şeker almaya giderlerdi. Bazen de şeker ihtiyacını yaptıkları pekmezle karşılarlardı. (Dut, elma, pancar, armut ve şeker kamışı pekmezleri )Manavlar, bölgenin tarım ve hayvancılık özelliklerine uyum göstermiştir. Tahıl, keten, kenevir, meyve, sebze tarımı, bağcılık, son zamanlarda fındıkçılıkla uğraşmışlardır. Manavlarda özellikle Kandıra hayvancığının önemi büyüktür. Koyun, keçi, hindi, küçükbaş, sığır, dombay (manda) gibi büyükbaş hayvan yetiştiriciliği yapmaktadır.

Keş, yağ, peynir, yoğurt üretmişlerdir ki Kandıranın yoğurdu meşhurdur, bu üretimin bir kısmı aile içi tüketime tahsis edilmiş, bir kısmı satışa sunulmuştur.Mimari : Manav köylerinde halk mimarisinin ilginç bir örneği ahşap yığma şeklinde olan çandı evler bulunmaktadır. Gerek Selçuklu, gerekse Osmanlı döneminin bu orijinal ahşap örnekleri günümüzde tek tük de olsa ulaşmıştır.Kandıra ve Kandıra’nın hemen yanı başında bulanan Taşköprü çevresinde yöresel adıyla, üç çandı camii kalmıştır. Tatar Ahmet, Karagüllü, ve Hatipler köyü civarıdır.Kandıra, Kaynarca dolaylarındaki Çandı camilerinin çoğunda Orhan Gazi döneminde ait bulunduğu ve bu tür camilerin kesinlikle Akçakoca Bey’in fethettiği yerlerde yapılmış bulunduğu, Orta Asyadan gelen bu mimarinin anısına sadık olan Büyük Kahraman Akçakoca’nın isteğine bağlı olarak bu camilerin yaptırdığı kanısı öne sürülmektedir.Çandı evler geleneksel Türk ailesinin yaşam şekline göre planlanmıştır. Evin tam ortasında ocaklı bir oda bulunmaktadır, Odanın etrafında onu çevreleyen bir dolaşma yer almaktadır. Evin girişindeki hayat denilen geniş alan bu dolaşmayla birbirine açılmaktadır. Evler iki katlı olup alt katta ahır bulunmaktadır. Yaşam mahallinin ahırın üzerinde yer almasının amacı hayvanların ve nefeslerin oluşturduğu sıcaklığın üst katın ısınmasında katkı vermesidir. Aynı zamanda da mal canın yongasıdır. Hayvanlar ailenin gözü önündedir.

Çandı yapının en önemli özelliği çapındaki kütükler düzgün yontularak birbiri üzerine binen U kesitli boğazlarla kenetlenmektedir. Boğaz kısmından ağaçlar uzatılarak uçları aynı hizada düzgünce kesilmektedir. Kertilip birbirine geçirilen uzun kütüklerde çivi kullanılmamaktadır. Bu yapılar kültür özelliği olmasının yanı sıra birer sanat eseridir. Kışın sıcak, yazın serindir. Aynı zamanda depreme son derece dayanıklıdır.Görüyoruz ki; Orta Asya’dan Anadolu’ya gelen Türkler manevi kültürlerinin yanında maddi kültürlerini de getirmişlerdir.

Manav Mutfağı;

Manav mutfağı karbonhidrat ağırlıklıdır diyebiliriz. Buğday başta olmak üzere tahıl maddeleri ana öğedir.Türklerde çok eski ve yaygın bir çeşit olan gözleme manavlarda da vazgeçilmezdir. Yine bu çeşide yakın bazlama ve cızlamayı sayabiliriz. Bazlama biraz kalındır. Ve ekmek işlevi görmektedir. Cızlama ise taşmış ve yumuşak hamurun daha ince pişirilmiş bir versiyonudur.Bu mutfağın en kendine has örneklerini vermek gerekirse, malay (mısır ve buğday unundandır, dartılı veya pekmezli yenir) mancarlı pide (bu genel bir başlıkla söylenirse ıspanaklı pidedir. Ispanakla sınırlanmaz. Pidenin içi gezecek otu, efelik, kaldirik otu, gışırık otu olur ama başlık aynıdır; mancarlı pide)

Dartı : Dartı başlı başına konudur. Bir imzadır bu mutfakta. Bekletilen sütün üstündeki kaymak, yoğurdun kaymağı toplanarak kaynatılır. Kaynatma süresi istenen kıvama göre değişmektedir. Çok kaynatılırsa yağı iyice ayrılır, az kaynatılırsa daha krema görünümünde olur. Bir iki maddede yapımını açıklayacağımız bu yiyecek kahvaltılarda baş tacı yemeklere çeşnidir.Keşkek : Çok eski bir yemektir. Oğuz Türkmen boylarının vazgeçilmez yemeğidir. Buğdayın dövülmüşü kaynatılır içine et katılır. Üzerine mutlaka dartı koyulur.

Keşkek aslında düğün ve bayram yemeğidir. Eskiden bayramlarda asla es geçilmezdi.

Keş : Eski bir ağartıdır süt ürünüdür. Kesilmiş sütten yapılır. Kendi kendine toplanan süt bir tülbentle süzülür ve kurutulur. Kahvaltılık veya hamur işlerinde iç malzemesi olur.

İçecek olarak komposto ( hoşaf ) ve ayran sayabiliriz. Komposto için tercih edilen meyveler elma, armut, ayva, eriktir. Kurutulur, kurutma işlemi sonrası erik(kak) diğerleri (buruç) kıvamındadır artık..Kışlık hazırlıklarda ise; pekmez, tarhana, salçalar, meyve kuruları ve kendi tuzlu suyunda uzun süre bekletilmiş sert peynirler yapılırdı. Bu kıvamdaki peynirler közde veya tavada kızartılıp tüketilir.Çorbalarda kesin bir un malzemesi hakimiyeti vardır.

Kesme çorbası

Dımbıl çorbası

Umaç Çorbası

Erişte Çorbası

Tarhana Çorbası

Mancar Çorba ve yemekleri

Ana başlıklar halinde söylediğimiz manav mutfağı; her yöre mutfağında olduğu gibi yeniden keşfedilmeyi bekleyen lezzetlerin sahibidir.

Özellikle gözleme, cızlama ve bazlamaç çok özel yemeklerdir. Bugün bile gözleme deyince akla manavlar ve Yörükler gelir. Aynı kültürün insanları.

Sadece Batı Anadolu’da değil, Ege ve Akdeniz bölgesinde de, bu yerleşik veya kısmen Yörük olarak adlandırılan bu insanların en önemli yiyeceklerinin başında gözleme gelir.

Her evde kışlık tarhana, kuskus, buruç (elma, eriği armut vs.) vardır. Yazdan yapılmış peynirleri vardır. Kavurmalar pek çok aile tarafından toprak küplere yazdan basılır.

Pekmez (pancar, şekerkamışı, elma, armut vb. meyvelerden elde edilen tatlı) hemen hemen her evde bulunur. Enerji kaynağıdır. Kışın soğukta özellikle yenir.

Manav mutfağının en önemli yemeklerinden biri de “Malay” yemeğidir. Bazı yörelerde “kaçamak” diye de anılan bu yiyecek, yoğurt ve pekmezle iştahla tüketilir. Mısır malayı veya buğday malayı, her ikisi de bu yerli halkça çok sevilir.Mancarlı pide, manavlarda gözde yiyeceklerdir. Mancar (ıspanak, gazicek, efelik, gışırık, kaldirik, (çiçekli mancar) kabak urgan ucu, pazı vs.) bitkilerin ortak adıdır.Mancarlı olarak yapılan bu un mamulü pideler, dartı, sütçiği, peynir, keş gibi süt ürünleri ile de karıştırılır, desteklenirse mükemmel bir yiyecek ortaya çıkmış olur. Bozkurt Güvenç’in yaklaşımıyla dile getirecek olursak; bir manav ırkı belki yoktur ama görünen o ki bir MANAV kültürü vardır. http://www.sosyalsiyaset.com/documents/tarakli.htm

Sümeyye Köktürk yazıları

AKÇAKOCADA

Kız ve Erkeğin Tanışması:Akçakoca’da mısır bitkisinin fazla ekildiği, fındığı kozalarından ayırma makinelerinin daha ortaya çıkmadığı dönemlerde mısır soyma, fındık ayıklama imeceleri yapılırdı. Bu imecelere kız ve erkekler bir arada katılırlardı. Mısır çapalama, fındık toplama işleri de imece şeklinde yapılırdı. Akçakocalı kız ve erkek gençler birbirlerini bu imecelerde, kasabaya inme sırasında, dereye suya giderken, nişan, düğün gibi eğlencelerde tanırdı.Kız ve erkeğin ortaklaşa güvendikleri bir kadını aracı olarak kabul eder ve sevgi nişanelerini birbirlerine bu aracılar ile gönderildi. Bu günde buna benzer olaylara şahit olunmaktadır. Çoğu kez kız erkeğe, kendi işlediği bir mendili, oğlanda kıza gülyağı, şeker, lokum, küpe, yüzük gibi hediyelerde gönderirdi.

Sevdalık Günleri::Akçakoca gençleri arasında sevdalık günleri çok önemliydi. Sevenlerin arkadaşları vardır. Bu arkadaşlar erkek ise, hep seven erkeğin etrafındadır, arkadaşları için pervane olurlar, hep beraber gezerler. Başkaları seven erkekmiş izlenimi yaratırlar. Örneğin; Sevdiği kız salıncağa binerse, önce aşık olan silahını boşaltır. Bunun anlamı: Bu “Seni başkası severse onu öldürürüm” anlamına bir mesajdır. Ardından aşığın arkadaşları silahlarını boşaltırlar. Bunun da anlamı: “Bir arkadaşımızın arkasındayız” demektir Durum herkes tarafından anlaşılır, kimse kimsenin sahasına girmez. Erkek evlenme arzusunu ailesindeki kadınlara açar. Zaman içinde gelişen olaylar oğlanın anası tarafından babasına iletilir. Günler ve gecelerce ne olup olmayacağı, aileler arasında düşünülüp tartışılır. Sonunda kız tarafının kıramayacağı bir elçi bulunur. Elçi baba ve annenin ağzını arar. Olumlu yanıt alınca kızı istemek için girişimlerde bulunur.Toplum kız isteme konusunda çok duyarlıdır. İstenilen bir kızın verilmemesi ya da söz kesiminden sonra dönülmesi erkek tarafından hakaret kabul edilir. Bu tür olaylar genellikle kan davası gibi olaylara sonuçlanır.

Sıra Gözetme
: Ablası bekar olan, evlenme çağındaki erkek bu kuralı bozup evlenebilir. Erkek toplunda kadından önce gelir. Erkek kardeşler arasında da sıra gözetilir. Miras taksiminde kızın payı erkeğe göre yok gibidir. (Bu gelenek Lazlarda daha çoktur.)Son zamanlarda Bölgede kızlar arasında sıra gözetme geleneği vardır. Büyük kız varken küçük kız evlenmesi ayıplandığı gibi baba buna kesinlikle karşı koyar herkes hakkını yavaş yavaş  alma yolunu tutmaya başladı.

Başlık Parası:Akçakoca ve köylerinde başlık parası vermek hemen hemen yok gibidir. Yalnız fakir ailelerde kızına çeyiz yapabilmek için bir miktar para ödenir. Başlık parası verme Laz ve Gürcü ailelerde, Rizeli  toplumlarda daha az uygulanır. Abazalarda başlık parası alınmaktadır.

Kız Kaçırma Olayları: Özellikle birbirini seven çiftler kaçarlar. Bu danışıklı dövüştür. Kız kaçırılmadan önce nüfus cüzdanı kaçırılır. Kızın yaşı on sekizden küçük ise kız kaçırılınca erkeğin akrabalarından birinin evinde saklanır. Daha sonra aileler arasında anlaşmaya gidilir. Kaçırılan kızın yanında kıza yakınlığı ile bilinen kızın arkadaşı ile kaçırılır. Bu kıza tasavize denir. Kız emin bir ailenin yanına misafir edilir. Düğün yapılıncaya kadar kız o evde kalır. O evde her akşam eğlence yapılır. Bunun adına taşamhara denir. Kız-erkek anlaşarak kaçmışlarsa iki tarafın aileleri bir müddet birbirleriyle görüşmez. Daha sonra aracılar yardımıyla taraflar barıştırılır. Ancak yıllar süren küskünlükler söz konusudur. Kız kaçırmada kızın rızası yoksa olay kan davasına kadar gidebilir.

Kız İsteme Geleneği:Ön hazırlıklar tamam olunca kız babasının sevdiği birisi erkek tarafı ile birlikte kız istemeye gider. Erkek tarafından ağzı laf yapan biri sözü açar.“Biz Allah’ın emri, Peygamberin kavli ile kızınız ...............’yı oğlumuz ..............’ya istemeğe geldik” der. Baba da;Allah yazdıysa olur. Amma bir düşünelim. Soracak adamlarımız var onlara soralım” der. Bu biraz naz etmek ve kendi akrabalarına paye çıkarmak için söylenmiş bir sözdür. Bir müddet biçilir. Bu arada istiyorlarsa, el altından erkek tarafını cesaretlendirecek haberler iletilir.Bu dönemde, kız ile erkek karşılaştıklarında kaş göz işaretleri ile birbirlerine cesaret verirler. Kız belli bir süre sonra istenir.

Söz Kesme ve Nişan Olayı:Eskiden erkek askere gitmeden nişanlanırdı. Nişanlık süresi, askerlik, para yokluğu ile ilgili olarak 2-3 hafta ile bir yıl arasında değişir. Yerli halk arasında beşik kertmesi kesinlikle yoktur. Göçmen köylerinde beşik kertmesine rastlandığı söylenmekte ise de tespit edemedim.Kız istemede erkek tarafından hediye olarak getirilen “kutu şekeri” ertesi gün iade edilmez açılırsa, kızı erkeğe verildiğine işarettir.Taraflar tarafından söz kesiminden sonra oğlan tarafından akrabaları kızın evine yüzük, kutu şekeri ile elbiseler, çorap ve terlik alıp giderler. Nişanda yüzükler takılır. Bazı köylerde nişanda erkeğin bulunmadığı, akrabası tarafından kızın parmağına yüzük takıldığı söylenmekte ise yerli köylerde böyle bir gelenek bulunmamaktadır.Bir süre sonra kız tarafı, yüzük, bir kat çamaşır, kaynanaya elbise alıp oğlan evine getirirler.

Çeyiz Geleneği
:Çeyiz olarak sandık, yatak, yorgan, yelek, şalvar, bakırdan mutfak eşyası, elde dokunmuş yer hasırı, hasır seccade, ottan duvar yastığı, kanaviçe işler ve örtüler vardır. Çeyizin miktarı ailenin mali durumu ile ilgilidir. Yerli halkta çeyiz eşyası, Doğu Karadeniz kökenli ailelerde olduğu kadar fazla olmakla beraber, kızlar mirasta erkek kadar hakka sahiptir.

Kına Gecesi.Düğün geleneğinin ilk kademesi kına gecesidir.Kına gecesi Çarşamba günü yapılır. Kına gecesi için erkek tarafı beraberlerinde taraftarları ile birlikte yanlarına kına alıp gelin evine gidilir. Dört kız çarşaf veya büyük bir yazmanın altına gelini alırlar. Bir kız gelinin eline tabaktan kına yakar. Elleri temiz beyaz bezlerle yumrukları bağlanır. Bir taraftan da maniler söylenir. Hem gelin ağlar, hem etrafındakiler.
İzzet ve ikramdan sonra erkek tarafı evlerine gelir. Damadın evi önünde büyük bir ateş yakılır. Kız tarafı tavuk istemeğe gelir. Her evden birer tavuk alınır. Ateş yanınca baklavalar getirilir. İkramlar yapılır. Kız tarafı darıltılmadan uğurlanır.Kına gecesi bayramlık elbiselerini giyen genç kızlar çiftetelli, topal oyunu, orta oyunu gibi oyunlar yaşlı bir kadın denetiminde oynanır
Düğünden bir gün önce gelinin ve yakınlarının eline kına yakılır kına erkek tarafından getirilir kına yakma töreni boyunca maniler söylenir gelin ağlatılır,kına gecesi kızlar çiftetelli ve çeşitli oyunlar oynar.Köy lisanı ile mani ve türküler söylenir.

 

 ’Yukarı köyün çakalları                        Yukarı köyde çakal yok

   Aşağı köyün bakalları                         Aşağı köyde bakal yok

   Damat beyin sakalları                         Güveyin sakalı yok

   Gelin kınan kutlu olsun                       Gelin kınan kutlu olsun

 

   Kına gecen hoş olsun                          Köyümüzden çıkıyorsun

   Evin bereket dolsun                            Bize veda ediyorsun

   Damat bey eşin olsun                         Yeni yuva kuruyorsun

   Gelin yuvan mutlu olsun                    Gelin kınan kutlu olsun’’

Diye maniler söylenir.

 

Düğün Günü:Düğün genellikle nişandan en az bir yıl sonra yapılır. Bindallı ve benzer gelenekler yoktur. Eskiden gelin renkli ve temiz ipekli elbise damat ise don pantolon üzerine beyaz gömlek ve işlemeli yelek giyerdi. Güvey fakirse beyaz elbise ödünç alınırdı.Eskiden olduğu gibi gelin kayın baba ve yakın akraba arasına giderdi. Gelin evden çıkarken, kız kardeşlerden biri, yoksa akraba kızlardan biri çeyiz sandığı üzerine oturup sandık haracı isterdi. Ayrıca kapıdan çıkarken erkek kardeş, kapı haracı olarak bir miktar para talep eder.Köylerde, genellikle bir öküz arabası süslenirdi. Üstüne halı ve kilimlerle bir örtü yayılır. Araba çan ve zillerle bezenir, köylüler şık giysilerini giymiş, arabanın önündü, ardında, yanında yürüyerek giderlerdi. İkide birde araba durdurulur:- Ala ala hay... diye bağırarak düğün evine varılır. Yolda devamlı halaylar çekilir. Kasap oyunu, Kastamonu zeybeği gibi oyunlar oynanır. Gelin alayı, çeşitli yollardan dolaşarak damat evine varırdı.Gelin alınmadan o köylülere veya mahalleliye pilavlık parası verilir. Gelin arabaya binmeden bolluk ve bereketli olsun diye ya damadın babası veya yakını bozuk paralar içinde şekerler, buğdaylar serper, çocuklarda bunları birbiri üzerine yığışarak kapış kapış toplardı.Köyden çıkıncaya kadar çeşitli yollardan dolaşarak damat evine varılır. Gelin arabadan inmez, bahşiş ister. Bir inek ya da tosun getirilir. Kulağı kesilerek işaret verilir. Kapı önünde kurulan bir masada kız tarafı tatlı, şeker, sigara, mermi gibi isteklerde bulunur. Bu istekler karşılanıncaya kadar gelin bekletilir. Bu durum bazen üç dört saat kadar sürer.Gelin eve girerken eğilip eşiği öper. Bolluk getirmesi düşünülerek mısır, buğday, şeker, bozuk para atılır. Akraba ve komşular başlarında birer tepsi baklava alarak erkek evine giderler. Tepsiler üst üste kümelenir.Erkeklerde evin önünde yakılan ateş etrafında oynarlar. Bu oyunlar kadın kıyafetine girmiş köçekler tarafından oynanır. Eğer aile varlıklı ise dört köçek, dört davul, dört zurna ve dört keman bulunur.Diğer köylerden geleneklerde kafileler halinde düğüne katılırlar. Kimileri koç, kimileri koyun getirir. Meydanda ikramlar yapılır.Yenip içilir. Sonunda köylüler misafirlerini evlerine götürürler.Hoca nikahı yapılır, bu adet yaygındır. Hoca nikahı yapılırken gelinin yanında dadı veya bibi (teyze, hala) denilen kadınlar bulunur.Gürcü köylerinde düğün gecesi, güveyin gerdeğe girmesi yasaktır. O akşam kızın akrabası olan kızlar sabaha kadar beklerler. Düğünün ertesi günü gerdeğe girilir. Düğün genellikle üç gün devam eder. Lazlar ve Hemşinlilerde de benzer gelenekler vardır.Diğer köylerde ise hoca nikahı kıyılır. Sonunda güveyi arkadaşlarının kolunda gelinin odasını getirilir. Arkasından yumruklanarak odaya itilir. Damat odaya girer. Hazır bulunan seccadede iki rekat namaz kılıp duasını yapar ve gelinle tanışmaya gider. Damat bu arada gelini konuşturmaya çalışır. Ona hediyeler verip konuşturur. Konuşturulunca da pencereyi açıp iki el silah atar. Bundan sonra herkes dağılıp gider.Gelinle damat, gidip kayınvalidenin elini öperler. Tekrar odalarına giderler. Orada baklava yerler. Bazense baklava kesmelerinin yarısını yiyip bırakırlar. Ertesi gün bunları evlenmemiş erkek ve kızlar yer. Darısı sizin başınıza gibi bir gelenektir bu. Ertesi gün sabah, köçekler, davetliler düğün evinin önüne gelirler. Oyunlar oynanır. Damat elinde bir tepsi baklava ile herkese birer kesme baklava sunar. Sonra da herkes dağılıp gider. Ev kadınlarla dolar. Duvak günü damat sağdıçla gider. Gelinle sabahtan ikindiye dek oyunlar oynanır, şarkılar söylenir ve derken düğün biter

Duvak:Güvey gecesi sabah gelini eğlendirmek için eğlence düzenlenir. Gelin oynar ve etrafa para atar.Bekar kızlar gelinin duvağından teller koparırlar. Duvaktan sonra erkek ve kız evlerinde yemekli davetler yapılır.

Düğün Davetleri:Bütün akraba ve hısımlar gelin ile damadı davet ederler. Bunlar taşıma davetleridir. Her gidilen eve gelinin yaptığı bir el işi işleme götürülür. Onlarda onlara çeşitli hediyeler verirler.

Doğum Olayı:Genellikle ilk çocuğun erkek olması istenir. Çocuklar genellikle beşikte büyütülür. Çocuğun adı üç gün içinde yaşlı bir erkek veya hoca tarafından üç defa kulağına okunarak konulur. İsimden sonra ezan okunur. Komşular ve akraba loğusaya evvela geçmiş olsun derler sonrada hediyeler getirirler. Doğumun kırkıncı günü çocuk ve loğusa yıkanır. Buna çocuk kırklandı denilir.

Diş Çıkarma:Küçük çocukların diş çıkarmaları aile için ayrı bir sorun olur. Ailenin bireyleri yeni çıkan dişi görmeyi uğur sayarlar. Onun içinde sık sık çocuk güldürülür, ağzına bakılır. Hatta bazıları ekmek kabuğunu gevlettirmek suretiyle dişin çabuk çıkmasının sağlarlar. Bazıları da parmağını rakıya batırarak çocuğun diş etlerini oğalar. Çocuk bundan çok hoşlanır.Dişin çıktığını gören kişi mutlaka diş çıkaran çocuğa ya elbise alır ya entarilik alsınlar diye anne babasına para verir.

Sünnet Olayı:Akçakoca bölgesinde kirvelik olayına rastlanmaz. Eskiden gezginci sünnetçilerin gelmesiyle hiçbir hazırlık yapılmaksızın çocuklar sünnet edilirdi. Günümüzde eğlenceler düzenlemektedir. Sünnetçiye, bazen para almadığı için sabun, havlu gibi şeyler verilirdi.

Dini Bayramlar:Dini bayramların Akçakoca örf ve adetleri içinde çok büyük yeri vardır. Üç aylar girince Recep, Şaban ve Ramazan gelinceye kadar bazı kimseler ramazana alışmak için ayda bir belli oruçlar tutar, kutsal geceler, cumalar yavaş yavaş ayrı bir kalabalık olmaya ve cemaat artmaya başlar.Ramazana hazırlık olmak üzere, makarnalar kesilir, erişteler yapılır. Yufkalar açılır, kuskuslar hazırlanır. Mevsime göre çeşit çeşit reçeller, hoşaflar ve şuruplar hazırlanır.
Hele bayram gecesi yeni esvaplar giyilir, Provalar biter. Küçükler giyeceklerini başlarının altına koyar. Ayakkabılarını yatağın içine yerleştirir. Herkes banyosunu yapıp yatar. Küçük erkek çocuklar sabahleyin sabah namazına herkesle birlikte camiye gider. Namazdan sonra vaiz dinlerler. Bayram namazı kılınır. Hoca dikilir, en yaşlı adam hoca ile bayramlaşır, ondan sonraki hoca ile yaşlı bayramlaşır ve yerini alır. Böylece sıralanır. Cemaatin en yaşlısı ile en genci bayramlaşıncaya kadar sürer. Sonra birlikte hoca dua eder.
“Bu bayrama eriştiren Allah’a senalar ve amin” denilip çıkılır. Yolda görülenlerle bayramlaşırlar. Mezarlıklara gidilir. Ölülere dua edilir. Hastalar ziyaret edilir.”
Her köyün ramazanında davulcular bahşiş toplar. Birinin elinde bir sırık, birini elinde bir sepet. Davulcu davulu çala çala her evin önünde maniler söyler. Bahşiş; havlu, mendil, yazma sırığa bağlanır. Baklavalar, el altıda tepsi bulunan sepete konur. Paralarda davulcunun cebine konur.

Bayramlar:Yerli köylerde bayram sözcüğü eğlence anlamına gelir. Bayram olacağı gece, bayramı bilen köydeki misafirler, bayramın olacağı köye yakın eş dost ve akrabalar ile birlikte giderler. O akşam onlara misafir olurlar. Kadın ve kızlar yemekten sonra daha geniş evlerde, erkekler ya kahvede ya da başka bir evde toplanırlar. Erkekler orta oyunları yaparlar. Mutaassıp olmayan yerlerde içkide içilir. Gramofon çalınır ve Cide kemençesi ve tepsi çalarak oyunlar oynanır. Genellikle oyunlar iki kişilik eşler halinde yapılır. En revaçta olan oyunlar topal oyunudur. Bu oyun Akçakoca’ya özgü bir oyundur

Eğlenceler
:Eskiden patoz makineleri yokken, fındık harmanda kurutulur, sabahları tırmıklar vurulur, sonrada altından tanesi alınırdı. Kalan fındıklarda kabuklarından ellenmek suretiyle bulunup ayrılırdı. Köylerde bu işler imece halinde yapılırdı. Kabuk ayırma işi erken bitimi, orası düğün evine döner, oyunlar şarkılar, gülme, eğlence, yeme içme başlardı. Kızlar erkekleri, erkekler kızları burada seçerdi. Çalışkan mı? Tembel mi? Dili tatlı mı? Nobran mı? Şaka kaldırır mı? Yoksa içine kapanıp arpacı kumrusu gibi düşünür mü? Yapıcımı yıkıcı mı? Hepsi burada denenirdi. Bu eğlencelerde maniler söylenirdi. Atmaca tabir edilen karşılıklı mani atmaları da yapılırdı.

KÖYDE

FOLKLÖR :Köyün kendine has folklor ekibi yoktur Davul,Zurna,Saz,karşılıklı zille oynanan oyunda çalınan zil dir.Ayrıca köçek oyunu,gemici çardak oyunu vardır Halay, Sallama Karşılıklı Zille oynama Köçek,Davullu gemici çardak oyunudur,Manav dal sıksara oyunlarıdır Bar,Halay,Horon,Sallama,Karşılıklı zille oynama,Hura,ve karşılama,Köçek oyunları da oynanır

DAVUL  : Davul savaş sırası,sonrası,askere giderken,törenlerde,ramazanlarda,güreş yapılırken çalınır.Davulun eski adı Tavuldur,Çağatay Türkleri tarafından yapılmıştır,bir haber aracıdır

ZURNA: Davul ve zembeleklerle çalınır ağaç maden, boynuzdan yapılır ,7 üstte 5 altta deliği vardır,Avrupa’ya Türkler tarafından götürülmüştür,Oğuz Türkleri Anadolu’ya getirmiştir,kemençe ve davula eşlik eder,4000 yıldan beri devam eden bir enstrümandır.Davul,Kaval,Zurna,göçer enstrümandır,köyde son zamanlarda bunların yerini taverna müziği almıştır org ile çalınan müzik aletidir eski neşe eski düğünler artık tarihe gömülmüştür,evlerde yapılan düğünler artık düğün salonlarına taşmıştır

KAVAL:Orta asyadan gelmiştir.Balasau Türkleri icat etmiştir.Çağatay Turan Türkleri Karadeniz’e getirmişlerdir, havaldır ,bir göçebe çalgısıdır Of ve Tokat kavalı meşhurdur.

 

ÇOCUK OYUNLARI

Çelik çomak,binmeli eşek,esir oyunu,körebe,köşe kapmaca,birdirbir,seksek,yakan

topu,lunç,domino devirme


İBRAHİM TUZCU WEB SİTESİ KURULUŞ:09.09.2017
SİTEYİ KURAN ve DÜZENLEYEN: MEHMET GÜVEN
EĞER TELİF HAKKININ İHLAL EDİLDİĞİNİ DÜŞÜNÜYORSANIZ LÜTFEN İLETİŞİMDEN BİZE YAZINIZ.



Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol